Nahl Sûresi 123. Ayet

ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  ...

Sonra da sana, “Hakka yönelen İbrahim’in dinine uy. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi” diye vahyettik.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 أَوْحَيْنَا vahyettik و ح ي
3 إِلَيْكَ sana
4 أَنِ
5 اتَّبِعْ uy ت ب ع
6 مِلَّةَ yoluna م ل ل
7 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
8 حَنِيفًا hanif olan ح ن ف
9 وَمَا ve
10 كَانَ değildi ك و ن
11 مِنَ -dan
12 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanlar- ش ر ك
 
Hz. Muhammed’in, içinde yetiştiği toplumun putperest ve nankör kesiminden kendisini ayıran ve ismini ebedîleştiren temel özelliği de Allah’ın bu âyette özetlenen buyruğuna uyarak Hz. İbrâhim’in tevhid geleneğini ihya etmesi ve tebliğ ettiği dinin inanç ilkeleriyle ibadet ve ahlâk ruhunun “İbrâhimî gelenek” denilen bu öğreti üzerine inşa edilmiş olmasıdır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 452 
 

ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ 

 

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.

اَنِ  tefsiriyyedir.   اتَّبِـعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. 

مِلَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اِبْرٰه۪يمَ  muzâfun ileyh olup cer alameti fethadır. 

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi gayri munsariftir.  Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَن۪يفاً  kelimesi  اِبْرٰه۪يمَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi müstetir  هو  zamiridir.  مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  الْمُشْرِك۪ينَ ’nin cer alameti  ى ’dir.Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

 

Ayetin ilk cümlesi …وَاٰتَيْنَاهُ   cümlesine  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Tefsiriyye olan  اَنِ ’i takibeden  اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emrin muhatabı Hz. Peygamberdir.

Önceki cümleyi bir başka lafızla açıklayan tefsîriyye cümlesi öncesinden ne kastedildiğini açıklayan beyan cümlesidir. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv” ın Kullanımı)

Atıf harfi olarak  ثُمَّ 'nin  gelmesi, Muhammed (sav)’e tazim ve onun tabi olmasıyla İbrahim (as)’a bahşedilen şerefe dikkat çekmek içindir.

ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ  [Sonra sana vahyettik, ey Muhammed]  ثُمَّ  tazim ve şuna dikkat çekmek içindir ki İbrahim’e (as) verilen en büyük şey Resulullah’ın (sav) onun dinine tabi olmasıdır ya da günlerinin daha sonra olması içindir. (Beyzâvî)

A’cemî bir özel isim olduğu için  اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi cer mahallinde olduğu halde esre almamıştır. Kelimenin sonundaki fetha, esreden naibdir.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ  izafetinde İbrahim ismine muzâf olan  مِلَّةَ , şan ve şeref kazanmıştır.

اِبْرٰه۪يمَ  ’den hal olan  حَن۪يفاًۜ  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

وَ la  حَن۪يفاًۚ ‘e atfedilen  وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  cümlesi de haldir. Olumsuz  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  ibaresi  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)

حَن۪يفًا - الْمُشْرِك۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Bu cümle, Yahudilerin Allah’a ortak koştuklarına açık bir tariz ve İbrahim (as) ile onlar arasında dinî bir bağ olmadığına da sarih bir beyandır. Bundan amaç, Hz. Peygamberin usulde İbrahim’in (as) dininde olduğunu vurgulamaktır. Çünkü İbrahim de (as) yalnız tevhide ve Allah’tan başka bütün mabûdlardan uzak durmaya çağırıyordu. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)

“Müşrik değildi” sözü ıtnâb sanatıdır. Tekid ve vurgu ifade eder. Çünkü daha önce zikredilen hanif olması manayı ifade etmiştir.

مِلَّةَ  kelimesi, Allah'ın peygamberleri lisanıyla kulları için teşrî’ buyurduğu dindir. Fakat Allah'a itaat itibarıyla dine millet denilmektedir. Bunun izahı şöyledir. Bu ilâhî düzen, ilâhî emir olarak onu uygulayanlara isnad edildiğinde ona millet denilmektedir. Onu ikame edene isnad edildiğinde de ona din denilmektedir.

Râgıb el-Isfahânî der ki: “Millet ile arasındaki fark şudur. Millet, ancak peygambere izafe edilmektedir. Allah ile ümmet fertlerine hiç izafe edilmemektedir ve şer'i hükümlerin parçaları için değil, ancak bütünü için kullanılmaktadır.”

İbrahim'in milletinden murad, yukarıda sırât-ı müstakim (dosdoğru yol) olarak ifade edilen İslam dinidir.

Peygamberimizin yüksek derecesi ve yüce mertebesi ile beraber Hz. İbrahim'e uyması gibi konular dinin asıllarıdır. Yoksa zamanın değişmesiyle değişen şer'i hükümler değildir. (Ebüssuûd) 

وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  Bu cümle 120. ayette geçen cümlenin tekrarı olup ziyadesiyle tekid ve İbrahim'in onların itikat ve amellerinden münezzeh olduğunu açıklamak içindir. (Ebüssuûd)