21 Mart 2025
Nahl Sûresi 119-128 (280. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nahl Sûresi 119. Ayet

ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ عَمِلُوا السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟  ...


Sonra, şüphesiz ki Rabbin; cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra bunun ardından tövbe eden ve durumunu düzeltenlerden yanadır. Şüphesiz Rabbin bundan sonra da elbette çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 إِنَّ şüphesiz
3 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
4 لِلَّذِينَ kimseler için
5 عَمِلُوا işleyen(ler) ع م ل
6 السُّوءَ kötülük س و ا
7 بِجَهَالَةٍ cehaletle ج ه ل
8 ثُمَّ sonra
9 تَابُوا tevbe edenler (için) ت و ب
10 مِنْ
11 بَعْدِ ardından ب ع د
12 ذَٰلِكَ bunun
13 وَأَصْلَحُوا ve uslananlar (için) ص ل ح
14 إِنَّ elbette
15 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
16 مِنْ
17 بَعْدِهَا bunlardan sonra ب ع د
18 لَغَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
19 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م

ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ عَمِلُوا السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُٓواۙ

 

İsim cümlesidir.  ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’in ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِ  harf-i ceriyle birlikte  اِنَّ ’nin mahzuf  haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  عَمِلُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  السُّٓوءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

بِجَهَالَةٍ  car mecruru  عَمِلُوا ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. 

بِجَهَالَةٍ ’deki  بِ  harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr)

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. 

تَابُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  تَابُوا  fiiline müteallıktır.  ذا  işaret ismi olup sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

اَصْلَحُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اَصْلَحُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  صلح ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’in ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ بَعْدِ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ بَعْدِهَا deki zamir,  جَهَالَةٍ  veya  التَّوْبَةِ ye aittir. (Âşûr)

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. غَفُورٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ۟  ikinci haberdir.

رَح۪يمٌ۟  ve  غَفُورٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ عَمِلُوا السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُٓواۙ 

 

Ayet,  ثُمَّ  ile …حَرَّمْنَا  cümlesine atfedilmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle gelmesi Allah’ın rububiyet sıfatını ön plana çıkarma kastına matuftur.

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبَّكَ  izafetinde, Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki ayetteki azamet zamirinden sonra, bu ayette  رَبَّكَ  kelimesinin gelmesi iltifat sanatıdır.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  لِلَّذ۪ينَ , mahzuf habere müteallıktır. Sılası olan  عَمِلُوا السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)

ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُٓواۙ  cümlesi sıla’ya  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. 

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İşaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen  اَصْلَحُٓواۙ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

تَابُوا  ve  وَاَصْلَحُٓواۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَصْلَحُٓواۙ  fiili,  اِفعال  babındadır. Fiil; bu bâba göre mezit olan fiillerin kazandığı anlamlardan haynunet (bir şeyin zamanı gelmesi), izale (ortadan kaldırma) ve kesreti taşır.

اَصْلَحُٓواۙ  ile  السُّٓوءَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 


اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟

 

Birinci cümleyi tekid etmek için fasılla gelmiş istînâfiyyedir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile  tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin  رَبَّكَ  şeklinde izafetle gelmesi, faydayı çoğaltmak ve tazim içindir. 

Burada Rabb vasfının zikredilmesi rahmet vasfı için bir hazırlıktır. (Âşûr, Araf Suresi 153)

اِنَّ  ,غَفُورٌ ’nin birinci,  رَح۪يمٌ  ikinci haberidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ  ve  tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü  اِنَّ cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen  اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2, s. 176)

Allah’ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın arasında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır. 

Bunlar mübâlağa ifade eden kiplerdendir. (Safvetü't Tefasir)

Bu fasıla gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Bu Ayet-i Kerimede  اِنَّ رَبَّكَ nin tekrarı “rububiyet” manasının tekidi ve Rabb kelimesinin lütuf, nimetlendirme ve mağfiret manasını ibraz etmek (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette  اِنَّ رَبَّكَ [şüphesiz Rabbin] ifadesinin tekrar edilmesi, vaadi pekiştirmek ve gerçekleştirilmesine son derece önem verdiğini göstermek içindir. (Ebüssûud)

 ثُمَّ - اِنَّ - رَبَّكَ - مِنْ - بَعْدِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا  sözü  ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ  sözü için lafzî tekittir. Haberin tekid harfi ve ibtida-i lam’ı ile gelmesi ihtimam üzerine ihtimamı artırır. (Âşûr)  

 
Nahl Sûresi 120. Ayet

اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ كَانَ اُمَّةً قَانِتاً لِلّٰهِ حَن۪يفاًۜ وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ  ...


Şüphesiz İbrahim, Allah’a itaat eden, hakka yönelen bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 إِبْرَاهِيمَ İbrahim
3 كَانَ idi ك و ن
4 أُمَّةً bir ümmet ا م م
5 قَانِتًا O’na ita’at eden ق ن ت
6 لِلَّهِ Allah’ı
7 حَنِيفًا birleyen ح ن ف
8 وَلَمْ ve
9 يَكُ değildi ك و ن
10 مِنَ -dan
11 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanlar- ش ر ك
Zemahşerî, “iyilik rehberi” diye çevirdiğimiz ümmet kelimesinin burada iki anlama gelebileceğini belirtmektedir: a) İbrâhim’in, sahip olduğu bütün güzel nitelikler sebebiyle âdeta tek başına bir ümmet kadar büyük ve önemli bir zat olduğunu ifade eder; b) Burada ümmet, “bir toplumun kendisini iyilik konusunda önder ve rehber (imam) edindiği, peşinden gittiği kişi” anlamına gelir. Nitekim başka bir âyette bildirildiğine göre Allah Teâlâ ona, “Ben seni insanlara önder (imam) yapacağım” buyurmuştu (Bakara 2/124).
 
 Kur’ân-ı Kerîm’de âdeta Hz. İbrâhim’in ismiyle özdeşleştirilen hanîf kelimesi ise “şirk kuşkusu taşıyan her türlü sapkın görüşten uzaklaşarak, Allah’ın birliği inancını benimseyen ve ihlâslı bir şekilde yalnız O’na kulluk eden” anlamını ifade eder ve Allah’ın, başlangıçtan itibaren insanlara bildirdiği, insanın tabiatına en uygun olan tevhid dininin genel bir niteliği olarak geçer (bilgi için bk. Bakara 2/135). Muhtemelen Mekke putperestleri, kendi helâl-haram telakkilerinin ataları Hz. İbrâhim’den geldiğini ileri sürdükleri için burada İbrâhim’in gerek inanç gerekse yaşayış olarak onlarla hiçbir ilgisinin bulunmadığı vurgulanmaktadır (Taberî, XIV, 190). Yukarıda müşriklerin Allah’a karşı nankörlükleri üzerinde durulmuştu; burada ise Hz. İbrâhim’in özellikle tevhid inancına bağlılığı ve Allah’ın nimetlerinden dolayı şükür vecîbesini yerine getirme özelliği öne çıkarılmakta ve bu suretle Mekke putperestlerinin gerek inançta gerekse yaşayışta ondan ne kadar uzakta oldukları ortaya konmaktadır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 451 

اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ كَانَ اُمَّةً قَانِتاً لِلّٰهِ حَن۪يفاًۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi  اِنَّ ’in ismi olup lafzen mansubdur.  اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi gayri munsarif tır.  Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

كَانَ اُمَّةً  cümlesi  اِنَّ in haberi olarak mahallen merfûdur. 

كان  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  اُمَّةً  kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  قَانِتاً  kelimesi  كَانَ ’nin ikinci haberi olup lafzen mansubdur. 

لِلّٰهِ  car mecruru  قَانِتاً ’e müteallıktır.  حَن۪يفاً  kelimesi  كَانَ ’nin üçüncü haberi olup lafzen mansubdur.

قَانِتاً  kelimesi; sülâsî mücerred olan  قنت  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ

 

 وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)    

لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَكُ  nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  يَكُ ’nun ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Beyzâvî bu ayetteki  لَمْ يَكُ  kelimesi için şu açıklamayı yapar:  يَكُ  kelimesinin aslı  يَكُونُ ‘dür. Cezm edatı  لَمْ ’den dolayı “nûn”un harekesi hazf edilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و  hazf edilmiştir. İllet harfi  وَ ’a benzediğinden tahfif için  نْ ’da hazf edilmiştir. Böylece geriye  يَكُ  lafzı kalmıştır. (Beyzâvî, c. 3, s. 115-116)

مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  يَكُ ’nun mahzuf haberine müteallıktır.  الْمُشْرِك۪ينَ ’nin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ كَانَ اُمَّةً قَانِتاً لِلّٰهِ حَن۪يفاًۜ وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile  tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi, nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُمَّةً , قَانِتاً , حَن۪يفاً  kelimeleri  كَان ’nin haberidir. Bu üç haber arasında  وَ   olmaması, bütün bu vasıfların birarada Hz. İbrahim’de mevcut olduğuna işarettir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

قَانِتاً , ism-i faildir.  لِلّٰهِ  lafzının müteallakıdır.

كَانَ اُمَّةً [O bir önderdir] cümlesinde teşbih-i beliğ vardır. O, bütün mahlukata dağılmış olan olgunluk sıfatlarını kendisinde topladığı için tek başına bir ümmet ve büyük bir cemaat gibiydi. (Safvetü't Tefasir)

قَانِتاً  ve  حَن۪يفاًۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ اُمَّةً قَانِتاً لِلّٰهِ حَن۪يفاً  cümlesine  matuf olan  وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ  cümlesinin atıf sebebi tezattır. Bu iki cümle arasında mukabele sanatı vardır.

كَانَ - لَمْ يَكُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İsim cümlesinden fiil cümlesine, mazi fiil sıygasından muzari sıygaya geçilmesi, iltifat sanatıdır. 

يَكُ  meczum muzaridir. İllet harfi  لم  sebebiyle cezm olup  و  harfi mahzuftur,  ن  ise tahfif için hazf edilmiştir.

اُمَّةً  ibaresinin yorumuyla alakalı iki görüş vardır:

  • İbrahim, bütün iyi sıfatları kendisinde toplamasındaki mükemmeliyeti sebebiyle tek başına ümmetlerden bir ümmet idi. Ebu Nuvas’ın Harun Harun Reşid için yazdığı şu sözünde olduğu gibi: “Allah için âlemin sıfatlarını bir kişide toplamak zor değildir. Mücahid’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Sadece kendisi (İbrahim) mümin diğer insanlar ise kâfirdir.” 
  • Me’mum anlamına gelen ümmet olması: Yani insanlar ondan خَيْر (iyilik) alabilmek için ona tabi olurlar. Dinde imam idi.Çünkü imamlar خَيْر (iyilik) öğretmenleridir. (Keşşâf II. 599-600) (Kur'an’daki Deyimler ve Zemahşeri’nin Keşşâf’ı)

وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  [Ve o Allah'a ortak koşanlardan değildi.] Yüce Allah, Kureyş kafirlerini yalanlamak ve söylediklerinin asılsız olduğunu bildirmek için onun müşrik olmadığını gösteriyor ve onları da reddetmiş oluyor. Çünkü Kureyş'in iddiaları, kendilerinin ataları İbrahim'in dini üzere olduklarını ileri sürmeleriydi. (يَكُ ) kelimesinden  ن  harfinin hazfedilmiş olması, lîn harflerine benzemesi sebebiyledir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

 
Nahl Sûresi 121. Ayet

شَاكِراً لِاَنْعُمِهِۜ اِجْتَبٰيهُ وَهَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...


O’nun nimetlerine şükreden bir önderdi. Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 شَاكِرًا şükredici idi ش ك ر
2 لِأَنْعُمِهِ O’nun ni’metlerine ن ع م
3 اجْتَبَاهُ onu seçmiş ج ب ي
4 وَهَدَاهُ ve iletmişti ه د ي
5 إِلَىٰ
6 صِرَاطٍ yola ص ر ط
7 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م

شَاكِراً لِاَنْعُمِهِۜ 

 

شَاكِراً  önceki ayette geçen  كَانَ ’nin dördüncü haberidir.  لِاَنْعُمِهِ  car mecruru  شَاكِراً ’e müteallıktır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

شَاكِراً  kelimesi sülâsî mücerred olan شكر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 اِجْتَبٰيهُ وَهَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

Fiil cümlesidir.  اِجْتَبٰيهُ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’ dir. Muttasıl zamir  ه  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هَدٰيهُ  fiili,  ي vüzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلٰى صِرَاطٍ  car mecruru  هَدٰيهُ  fiiline müteallıktır.  مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi  صِرَاطٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Burada مُسْتَق۪يمٍ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْتَق۪يمٍ  sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babından ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 اِجْتَبٰيهُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  جبي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

شَاكِراً لِاَنْعُمِهِۜ

 

شَاكِراً , önceki ayetteki  كَانَ ’nin son haberidir. İsm-i fail kalıbında gelmiştir. Car mecrur   لِاَنْعُمِهِ nin müteallakıdır. 

Veciz anlatım kastıyla gelen,  اَنْعُمِهِۜ  izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzâf olan  اَنْعُمِ tazim edilmiştir.

شَاكِراً لِاَنْعُمِهِ  (Onun nimetlerine şükreden biri idi)  اَنْعُمِهِ  kullanarak cemi kıllet vezninde söylemesi şuna dikkat çekmek içindir ki o, az bir nimetin şükrünü aksatmazdı, kaldı ki çok olursa. (Beyzâvî) 


اِجْتَبٰيهُ وَهَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  وَهَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.

هَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ  ifadesinde istiare vardır. Müsteâr lafız sırat, müsteârun leh İslâm’dır.

صِرَاطٍ   yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh hazf edilmiş, müşebbehün bih kalmıştır. 

صِرَاطٍ  kelimesini Araplar “yol” manasında kullanırken Kur'an “din” manasında kullanmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi) 

وَهَدٰيهُ - صِرَاطٍ - مُسْتَق۪يمٍ  ve  اِجْتَبٰيهُ - لِاَنْعُمِهِۜ - شَاكِراً  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Nahl Sûresi 122. Ayet

وَاٰتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَۜ  ...


Ona dünyada iyilik verdik. Şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَيْنَاهُ ve ona vermiştik ا ت ي
2 فِي
3 الدُّنْيَا dünyada د ن و
4 حَسَنَةً iyilik ح س ن
5 وَإِنَّهُ şüphesiz O
6 فِي
7 الْاخِرَةِ ahirette de ا خ ر
8 لَمِنَ
9 الصَّالِحِينَ iyilerdendir ص ل ح
İbrâhim’e bu dünyada verildiği bildirilen iyilik (hasene), çoğunlukla “insanlık tarihinde hayırla anılarak saygınlık kazanması” (Taberî, XIV, 192-193; İbn Atıyye, III, 431) şeklinde açıklanmıştır. Böylece âyette Hz. İbrâhim’in hem dünyadaki hem de âhiretteki seçkinliğine, şan ve şerefine işaret edilmektedir. Onun bu şekilde bir ihsana mazhar olmasının temel sebebi, yukarıda belirtildiği üzere Allah’ın birliği inancının samimi bir bağlısı, savunucusu olması, şükreden bir kul olmasıdır. Böylece âyette dolaylı olarak insanın asıl değerinin, dünya ve âhiret mutluluğunun Hz. İbrâhim örneğinde dile getirilen bu temel özellikleri taşımasına bağlı olduğu ortaya konmaktadır. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 452 

وَاٰتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  و  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰتَيْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فِي الدُّنْيَا  car mecruru  حَسَنَةً ’in mahzuf haline müteallıktır.  الدُّنْيَا  cer alameti elif üzere mukadder kesra iledir.  حَسَنَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اٰتَيْنَاهُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


  وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَۜ

 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru  الصَّالِح۪ينَ ’ye müteallıktır.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  مِنَ الصَّالِح۪ينَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  الصَّالِح۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاٰتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَۜ

 

Bu güzellik, bütün insanlar arasında Hz. İbrahim'in övgüyle anılmasıdır. Hatta bütün semavî dinlerin mensupları onu önder olarak kabul etmektedir. (Ebüssuûd) 

Önceki ayetteki …اِجْتَبٰيهُ  cümlesine matuf olan ilk cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَ ’la makabline atfedilen  وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَۜ  cümlesinin atıf sebebi tezattır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Mukaddem car mecrur  فِي الْاٰخِرَةِ  ve lam-ı muzahlakanın dahil olduğu  لَمِنَ الصَّالِح۪ينَۜ ifadeleri mahzuf habere müteallıktır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010 s. 190-191)

وَاٰتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً  cümlesiyle,  وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ  arasında tıbâk-ı îcab,  حَسَنَةًۜ - الصَّالِح۪ينَۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İbrahim’in (as) özelliklerinin sayıldığı bu ayetlerde cem' ma’at-taksim sanatı vardır. İbrahim (as) cem’, sayılan özellikler taksimdir. 

وَاٰتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ  [Dünyada ona güzel bir şey verdik] cümlesinde iltifat sanatı vardır. Hz. İbrahim’in şanının yüceliğine ve fazla itina gösterildiğine işaret için üçüncü şahıstan birinci şahsa dönülmüştür. (Safvetü't Tefasir, Âşûr)
Nahl Sûresi 123. Ayet

ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  ...


Sonra da sana, “Hakka yönelen İbrahim’in dinine uy. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi” diye vahyettik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 أَوْحَيْنَا vahyettik و ح ي
3 إِلَيْكَ sana
4 أَنِ
5 اتَّبِعْ uy ت ب ع
6 مِلَّةَ yoluna م ل ل
7 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
8 حَنِيفًا hanif olan ح ن ف
9 وَمَا ve
10 كَانَ değildi ك و ن
11 مِنَ -dan
12 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanlar- ش ر ك
Hz. Muhammed’in, içinde yetiştiği toplumun putperest ve nankör kesiminden kendisini ayıran ve ismini ebedîleştiren temel özelliği de Allah’ın bu âyette özetlenen buyruğuna uyarak Hz. İbrâhim’in tevhid geleneğini ihya etmesi ve tebliğ ettiği dinin inanç ilkeleriyle ibadet ve ahlâk ruhunun “İbrâhimî gelenek” denilen bu öğreti üzerine inşa edilmiş olmasıdır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 452 

ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ 

 

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.

اَنِ  tefsiriyyedir.   اتَّبِـعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. 

مِلَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اِبْرٰه۪يمَ  muzâfun ileyh olup cer alameti fethadır. 

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi gayri munsariftir.  Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَن۪يفاً  kelimesi  اِبْرٰه۪يمَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi müstetir  هو  zamiridir.  مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  الْمُشْرِك۪ينَ ’nin cer alameti  ى ’dir.Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

 

Ayetin ilk cümlesi …وَاٰتَيْنَاهُ   cümlesine  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Tefsiriyye olan  اَنِ ’i takibeden  اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emrin muhatabı Hz. Peygamberdir.

Önceki cümleyi bir başka lafızla açıklayan tefsîriyye cümlesi öncesinden ne kastedildiğini açıklayan beyan cümlesidir. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv” ın Kullanımı)

Atıf harfi olarak  ثُمَّ 'nin  gelmesi, Muhammed (sav)’e tazim ve onun tabi olmasıyla İbrahim (as)’a bahşedilen şerefe dikkat çekmek içindir.

ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ  [Sonra sana vahyettik, ey Muhammed]  ثُمَّ  tazim ve şuna dikkat çekmek içindir ki İbrahim’e (as) verilen en büyük şey Resulullah’ın (sav) onun dinine tabi olmasıdır ya da günlerinin daha sonra olması içindir. (Beyzâvî)

A’cemî bir özel isim olduğu için  اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi cer mahallinde olduğu halde esre almamıştır. Kelimenin sonundaki fetha, esreden naibdir.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ  izafetinde İbrahim ismine muzâf olan  مِلَّةَ , şan ve şeref kazanmıştır.

اِبْرٰه۪يمَ  ’den hal olan  حَن۪يفاًۜ  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

وَ la  حَن۪يفاًۚ ‘e atfedilen  وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  cümlesi de haldir. Olumsuz  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  ibaresi  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)

حَن۪يفًا - الْمُشْرِك۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Bu cümle, Yahudilerin Allah’a ortak koştuklarına açık bir tariz ve İbrahim (as) ile onlar arasında dinî bir bağ olmadığına da sarih bir beyandır. Bundan amaç, Hz. Peygamberin usulde İbrahim’in (as) dininde olduğunu vurgulamaktır. Çünkü İbrahim de (as) yalnız tevhide ve Allah’tan başka bütün mabûdlardan uzak durmaya çağırıyordu. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)

“Müşrik değildi” sözü ıtnâb sanatıdır. Tekid ve vurgu ifade eder. Çünkü daha önce zikredilen hanif olması manayı ifade etmiştir.

مِلَّةَ  kelimesi, Allah'ın peygamberleri lisanıyla kulları için teşrî’ buyurduğu dindir. Fakat Allah'a itaat itibarıyla dine millet denilmektedir. Bunun izahı şöyledir. Bu ilâhî düzen, ilâhî emir olarak onu uygulayanlara isnad edildiğinde ona millet denilmektedir. Onu ikame edene isnad edildiğinde de ona din denilmektedir.

Râgıb el-Isfahânî der ki: “Millet ile arasındaki fark şudur. Millet, ancak peygambere izafe edilmektedir. Allah ile ümmet fertlerine hiç izafe edilmemektedir ve şer'i hükümlerin parçaları için değil, ancak bütünü için kullanılmaktadır.”

İbrahim'in milletinden murad, yukarıda sırât-ı müstakim (dosdoğru yol) olarak ifade edilen İslam dinidir.

Peygamberimizin yüksek derecesi ve yüce mertebesi ile beraber Hz. İbrahim'e uyması gibi konular dinin asıllarıdır. Yoksa zamanın değişmesiyle değişen şer'i hükümler değildir. (Ebüssuûd) 

وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  Bu cümle 120. ayette geçen cümlenin tekrarı olup ziyadesiyle tekid ve İbrahim'in onların itikat ve amellerinden münezzeh olduğunu açıklamak içindir. (Ebüssuûd) 
Nahl Sûresi 124. Ayet

اِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ  ...


Cumartesi gününe saygı, ancak onda görüş ayrılığına düşenlere farz kılındı. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düşmekte oldukları şeyler konusunda kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا şüphesiz
2 جُعِلَ (farz) kılındı ج ع ل
3 السَّبْتُ cumartesi günü س ب ت
4 عَلَى üzerinde
5 الَّذِينَ kimseler
6 اخْتَلَفُوا ayrılığa düşen(ler) خ ل ف
7 فِيهِ onun
8 وَإِنَّ ve şüphesiz
9 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
10 لَيَحْكُمُ elbette hükmünü verecektir ح ك م
11 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
12 يَوْمَ günü ي و م
13 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
14 فِيمَا şey hakkında
15 كَانُوا ك و ن
16 فِيهِ onda
17 يَخْتَلِفُونَ ayrılığa düştükleri خ ل ف
Eski tefsirlerde genellikle yahudilerin, hakkında görüş ayrılığına düştükleri şeyin “sebt günü” (cumartesi yasağı) olduğu belirtilmiştir; fakat İbn Âşûr’un da belirttiği gibi (XIV, 322-323) bunu bir önceki âyette geçen İbrâhim ve “İbrâhim’in dini” olarak anlamak daha isabetlidir. Buna göre âyeti şöyle açıklamak uygun olacaktır: Sebt günü ile ilgili yasaklar, bazı taşkınlıkları ve dikbaşlılıkları sebebiyle sadece Mûsâ kavmine özel bir ceza olarak Allah tarafından konulmuştur, İbrâhim ve onun diniyle ilgisi yoktur. Âyetten anlaşıldığına göre Mekkeliler’in temasta bulunduğu bazı yahudi grupları, diğer birçok konuda olduğu gibi Hz. İbrâhim’in kişiliği ve dini konusunda da görüş ayrılığına düşmüşlerdi (bk. Âl-i İmrân3/65-68).  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 452 
Allah Teâlâ’nın Yahudilere ve Hıristiyanlara da Cuma gününü ibadet günü yaptığı halde , onların bu günde anlaşmazlığa düşmelerini Resul-i Ekrem şöyle açıklamıştır:” Biz dünyaya en son gelen , ama kıyamet gününde en başa geçecek olan kimseleriz. Çünkü diğer milletlere kitapları bizden önce verildi, bize daha sonra verildi. Allah onlara Cuma gününü farz kılmışken onlar anlaşmazlığa düşüp başka günlere saygı gösterdiler; Allah da Cuma gününe saygı göstermeyi bize nasip etti. Artık bu konuda halk bize uymuştur.  Yahudilerin ve badet ve tatil günü yarın (cumartesi), Hıristiyanların ibâdet ve tatil günü de bir sonraki gündür. “
(Buhâri, Cum’a 1,12; Müslim, Cum’a 19-23)

اِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ 

 

اِنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

جُعِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  السَّبْتُ  naib-i  fail olup lafzen merfûdur.  

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  عَلَى  harf-i ceriyle birlikte  جُعِلَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اخْتَلَفُوا ف۪يهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.  اخْتَلَفُوا  damme ile mebni mazi fiil olup zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اخْتَلَفُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  خلف ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’in ismi  olarak fetha ile mansubdur, muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  يَحْكُمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

بَيْنَهُمْ  mekân zarfı,  يَحْكُمُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَوْمَ  zaman zarfı,  يَحْكُمُ  fiiline müteallıktır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında  اَنْ  bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  müşterek ism-i mevsûlü  فِي  harf-i ceriyle birlikte  يَحْكُمُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesidir. 

كَانُوا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

فٖيهِ  car mecruru  يَخْتَلِفُونَ  fiiline müteallıktır.  يَخْتَلِفُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَخْتَلِفُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  يَخْتَلِفُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  خلف ’dır.

İftiâl bâbı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ 

 

Fasılla gelmiş istînaf cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle  اِنَّمَا  kasr edatı ile tekid edilmiştir. Kasr üslubuyla tekid, iki tekid demektir.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte  جُعِلَ  fiiline müteallıktır. Sılası olan  اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)

جُعِلَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. 

Kasr, faille car mecrur arasındadır.  السَّبْتُ  maksûr/sıfat,  عَلَى الَّذ۪ينَ maksûrun aleyh/ mevsuftur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. Yani cumartesi yasağı onlara mahsustur.

اخْتَلَفُوا  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Cumartesi gününe tazim, o gün çalışmayıp ibadetle meşgul olmak ve avlanmamak, bu konuda anlaşmazlığa düşenlere farz kılınmıştı.

Bu kelam, bu konudaki genel olumsuz emri (avlanmamayı) tahkik ve izah edip Hz. İbrahim'e uyma emrinin o genel emirle bağdaşmaması vehmini ortadan kaldırmaktadır. (Ebüssuûd)


وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

 

وَ ’la istînâfa atfedilen cümle,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ ,  isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

Peygamber Efendimize ait olan zamirin Rabb ismine izafesi efendimize tazim ve destek içindir.

لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Mecrur mahalde   لَيَحْكُمُ  fiiline müteallık müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ , nakıs fiil  كاَن ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Car mecrur  ف۪يهِ , amili olan  يَخْتَلِفُونَ ’ye siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir.

اخْتَلَفُوا - يَخْتَلِفُونَ  kelimelerinde iştikak cinası, ayette farklı konumdaki  مَا ’lar arasında tam cinas ve bu gruplardaki kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اخْتَلَفُوا - يَحْكُمُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Nahl Sûresi 125. Ayet

اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ  ...


(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ادْعُ çağır د ع و
2 إِلَىٰ
3 سَبِيلِ yoluna س ب ل
4 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
5 بِالْحِكْمَةِ hikmetle ح ك م
6 وَالْمَوْعِظَةِ ve öğütle و ع ظ
7 الْحَسَنَةِ güzel ح س ن
8 وَجَادِلْهُمْ ve onlarla mücadele et ج د ل
9 بِالَّتِي (biçimde)
10 هِيَ o
11 أَحْسَنُ en güzel ح س ن
12 إِنَّ kuşkusuz
13 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
14 هُوَ işte O’dur
15 أَعْلَمُ en iyi bilen ع ل م
16 بِمَنْ kimseleri
17 ضَلَّ sapan(ları) ض ل ل
18 عَنْ -ndan
19 سَبِيلِهِ yolu- س ب ل
20 وَهُوَ ve O
21 أَعْلَمُ (en iyi) bilendir ع ل م
22 بِالْمُهْتَدِينَ hidayete erenleri ه د ي
Konu dikkate alındığında âyetteki davetin muhatap tarafı, genellikle müslüman olmayan ve İslâm konusunda Hz. Peygamber’le tartışmaya girişenlerdir. Ancak âyette muhatap belirtilmeyip ifadenin mutlak bırakılması, burada genel olarak davet ve tartışma konusunda bir yöntem bilgisinin verildiğini açıkça göstermektedir. Başka bir ifadeyle âyet, farklı seviyelerdeki insanlara yönelik olarak özelde İslâm davetinin, genelde ilmî ve fikrî tartışmaların, eğitim ve öğretimin başlıca yöntemlerini özetlemektedir. Başta İbn Rüşd olmak üzere genellikle müteahhir dönem İslâm âlimleri, düşünürleri ve müfessirlerine göre bu âyetteki hikmet, klasik mantıktaki burhana, “öğüt” (mev‘iza) hitabete, “tartışma” (mücadele) ise cedele tekabül eder. Fahreddin er-Râzî (XX, 138 vd.), tefsirlerde bu âyet hakkında yeterli açıklamaya rastlamadığını ifade ettikten sonra özetle şu bilgileri vermektedir: Herhangi bir görüş ve inanca davet, sağlam delile (hüccet) dayanmalıdır. Bütün deliller genellikle üç başlık altında toplanır: a) Tartışmasız doğru bilgi ve inanç sağlayan kesin delil. Âyetteki “hikmet”le kastedilen bu delildir, bütün bilgi derecelerinin en yükseği de budur; b) Kesin bilgiye değil, zannî işaretlere ve ikna gücüne dayalı deliller. “Güzel öğüt”le de bu kastedilmiştir; c) Bir gerçeği kanıtlamaktan çok, rakibi susturup tartışmadan çekilmesini sağlayan deliller. Buna da cedel denir ve iki çeşidi vardır: Özünde doğruluğu kesin olmamakla birlikte yaygın kabul görmüş bilgiler. Âyetteki “en güzel yöntemle tartış” buyruğu bunu ifade eder. Cedelin ikinci kısmı asılsız öncüllerden oluşur ve buna ancak erdemsiz insanlar başvurur. Râzî’ye göre âyette “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et” buyurulmakla, davetin asıl metodunun bu iki delile dayanması gerektiği ortaya konmuştur. Cedel ise bir gerçeği kanıtlamaktan çok rakibi susturmayı hedef alan yöntemdir. İslâm âlimlerinin önemli bir kısmı cedelin temelinde ne pahasına olursa olsun rakibi susturmak gibi bencil bir duygu gördükleri için bu yöntemi her zaman ahlâkî bulmamışlardır. Konumuz olan âyette tartışmanın en güzel yöntem ve üslûpla yapılması şartının getirilmesi de bu hassasiyeti yansıtmaktadır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 453-454

اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  اُدْعُ  illetli harfin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ‘dir. 

اِلٰى سَب۪يلِ  car mecruru  اُدْعُ  fiiline müteallıktır.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كً  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِالْحِكْمَةِ  kelimesi  اُدْعُ ’deki  failin mahzuf haline müteallıktır.

الْمَوْعِظَةِ  atıf harfi و ’la makabline matuftur.  الْحَسَنَةِ  kelimesi  الْمَوْعِظَةِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Burada الْحَسَنَةِ  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَادِلْهُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  جَادِلْهُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  هِيَ اَحْسَنُ  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَحْسَنُ  haber olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  جَادِلْهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  جدل ’dir.

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef2ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَحْسَنُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

هُوَ  fasıl zamiridir. Tekid ifade eder.

اَعْلَمُ  kelimesi اِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i  ceriyle birlikte  اَعْلَمُ ’ye mütealliktir.  İsm-i mevsûl sılası  ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

عَنْ سَب۪يلِه۪  car mecruru  ضَلَّ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur.  بِالْمُهْتَد۪ينَ  car mecruru  اَعْلَمُ ’ye mütealliktir.  الْمُهْتَد۪ينَ ’nin cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.

 اَعْلَمُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

الْمُهْتَد۪ينَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  سَب۪يلِ رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber, yine Rabb ismine muzâf olması sebebiyle  سَب۪يلِ , şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

سَب۪يلِ رَبِّكَ  ibaresinde istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi din manasında müsteardır. Sebil kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş, müşebbehün bih (müstearun minh) kalmıştır.

سَب۪يلِ  kelimesinin  رَبِّكَ ye izafe edilmesi, Allah'ın onu hidayete erdirmesi ve ona bağlı kalmasını emretmesi itibarıyladır. Bu izafet, istiarenin tecridi içindir. Bu terkip, İslam dini için alem (özel isim) haline gelmiştir. (Âşûr) 

بِالْحِكْمَةِ deki  بِ  harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr)

الْحَسَنَةِ  ism-i fail kalıbındadır,  الْمَوْعِظَةِ ’nin sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

İstînâfa matuf olan  وَجَادِلْهُمْ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.

Mecrur mahalde   جَادِلْهُمْ  fiiline müteallık has ism-i mevsûl  الَّت۪ي ’nin sılası olan  هِيَ اَحْسَنُۜ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَحْسَنُ - الْحَسَنَةِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

جَادِلْهُمْ  fiili  مفاعلة  babındadır. Bu bab fiilin karşılıklı olduğunu ifade eder.


اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

 

Cümle ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبَّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.  Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

اِنَّ ’nin haberi isim cümlesi formunda gelmiştir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  اَعْلَمُ , haberdir. İsm-i tafdil kalıbında gelerek müteallık almıştır.

اَعْلَمُ ’ya müteallık, mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ in sılası  ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)

اَعْلَمُ  kelimesinde irsâd sanatı vardır. 

Aynı üslupta gelen  هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberi olan …هُوَ اَعْلَمُ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezattır.

Haberin fasıl zamiriyle tekid edilmesi önemi sebebiyledir. (Âşûr)

هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪  cümlesiyle,  هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

رَبِّكَ - هُوَ- اَعْلَمُ - سَب۪يلِه۪  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَنْ  ve الَّت۪ي, ism-i mevsûldür. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَحْسَنُ , اَعْلَمُ  ism-i tafdil kalıbındadırlar. Bu kalıp mübalağa ifade eder.

Ayette Allah Teâlâya ait  هُوَ  zamirinin tekrarı, muhataba Allah Teâlâ’nın azametini hissettirmek içindir. 

Ayette Allah yolundan sapanların takdimi, kelamın asıl konusu onlar olduğu içindir.

ضَلَّ - الْمُهْتَد۪ينَ  kelimeleri arasında isim ve fiil arasında güzel bir iltifat sanatı ve 

 tıbâk-ı îcab vardır.

Ayette,  ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ [Allah yolundan sapanların] önce zikredilmesi, kelamın asıl konusu onlar olduğu içindir.

Ayetin metninde; dalalet (sapmak) manası, hâdis (sonradan olan) bir şeye delalet eden fiil kipi ile ifade edilmiş, çünkü dalalet, Allah’ın, insanları, üzerinde yarattığı fıtratı değiştirmek ve davetten yüz çevirmektir. Bu ise arızî bir haldir. Fıtrat üzerinde sebat etmekten ve davetin gereği olan yolda gitmekten ibaret olan ihtida ise, böyle değildir. (Ebüssuûd)

 
Nahl Sûresi 126. Ayet

وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ  ...


Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve eğer
2 عَاقَبْتُمْ ceza verecekseniz ع ق ب
3 فَعَاقِبُوا ceza verin ع ق ب
4 بِمِثْلِ aynısını م ث ل
5 مَا
6 عُوقِبْتُمْ size verilen cezanın ع ق ب
7 بِهِ onunla
8 وَلَئِنْ ama
9 صَبَرْتُمْ sabdederseniz ص ب ر
10 لَهُوَ andolsun ki o
11 خَيْرٌ daha iyidir خ ي ر
12 لِلصَّابِرِينَ sabredenler için ص ب ر
Adalet İslâm’ın aslî ilkesidir ve insan bu ilkeyi ancak kendisi aleyhine yani özveri yönünde aşabilir (âyet 90); buna mukabil, karşı taraf putperest, inkârcı veya başka bir dinden bile olsa ona, onun kendisine verdiği zarardan fazla bir zarar veremez; gördüğü zarara kurallar çerçevesinde dengiyle cevap vermek adalet ilkesinden doğan bir haktır. Ancak yine de Allah, resulüne ve onun şahsında müslümanlara, eğer sabır gösterirlerse, yani kötülüğe dengiyle dahi karşılık verme arzularını dizginleyip mukabelede bulunmazlar ve bu haklarını kullanmazlarsa bunun sabır erdemini kazanmış kişiler için daha hayırlı olacağını bildirmektedir. İslâm ahlâk literatüründe bu davranışın adı hilimdir. Bazı eski tefsirlerde bu âyetin hükmünün cihadı emreden âyetlerle neshedildiği ileri sürülmüşse de (bk. Taberî, XIV, 195; İbn Atıyye, III, 433; Râzî, XX, 141) bu görüşü kabul etmek mümkün değildir; çünkü cihad özel durumlarla ilgili geçici bir mücadele yöntemidir; buna karşılık kötülük edenlere adalet ölçüsü içinde cevap vermek hak olmakla birlikte, bağışlama yolunu tercih etmek ilâhî dinlerin ahlâk öğretilerinde başta gelen erdemlerindendir. Başka bir açıdan bakıldığında affetmek insan psikolojisini cezalandırmaktan daha fazla etkilediği için pratikte insanları kazanmak için daha etkili bir yoldur. Âyette sabrın daha hayırlı olduğu belirtilirken böyle bir imada da bulunulmuş olabilir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 454-455 (Ömür Karamollaoğlu İmam)

  صَبْر darda tutmaktır. Nefsi, aklın ve şeriatin gerektirdiği şekilde ya da onların nefsi (nefsin) kendisinden koruması gerektiği durumlarda alıkoymak, tutmak ve men etmektir.

Sabır genel anlamlı bir lafızdır. Kullanıldığı yerlerin farklılıklarından dolayı bazen isimlendirmelerinde de farklılıklar olmuştur. Eğer nefsin hapsedilip alıkonmasının sebebi bir musibet ise bu sadece صَبْر olarak adlandırılmıştır.Eğer savaşla ilgili sabır göstermek kastedilirse  شَجاعَة şecaat, yiğitlik olarak adlandırılır. Şayet kederlenip göğsü daraltan ve can sıkan bir kazayla ve felaketle alakalı sabır ise bu رَحْب الصَّدْر şeklinde ifade edilir. Veyahut konuşmaktan kendini tutma / alıkoyma  kastı varsa كِتْمان bu da olarak isimlendirilir. Fakat Yüce Allah bunların tümünü  sabır kelimesiyle ifade etmiş ve Bakara, 2/177 ve Hacc, 22/35 ayetlerinde buna dikkat çekmiştir.   صَبُور sabra muktedir olan, gücü yeten demektir. Bu sabırda bir tekellüf ve çaba olduğunda o zaman صَبَّار formu kullanılır.(Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 103 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sabır, sabırlı ve Sabri'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  عَاقَبْتُمْ ’ün dahil olduğu fiil cümlesi şart cümlesidir. 

عَاقَبْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

عَاقِبُوا  kelimesi  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِمِثْلِ  car mecruru  عَاقِبُوا  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  عُوقِبْتُمْ بِه۪ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

عُوقِبْتُمْ  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  عُوقِبْتُمْ  fiiline müteallıktır.

عَاقَبْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  عقب ’dir. Mufâale babı fiile  müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve meful aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  صَبَرْتُمْ ’ün dahil olduğu fiil cümlesi şart cümlesidir. 

صَبَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur. 

لِلصَّابِر۪ينَ car mecruru خَيْرٌ a mütealliktir.  اَلصَّابِر۪ينَ nin cer alameti  ى 'dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.  اَلصَّابِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صبر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh” denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur'an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ 

 

وَ  istînâfiyedir. Cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan  عَاقَبْتُمْ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi olan … فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مَا  ism-i mevsûlu mecrur mahalde olup  بِمِثْلِ ’nin muzâfun ileyhidir. Sılası  عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

عُوقِبْتُمْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mefule dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Cümledeki üç fiil de mazi sıygada gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Hepsinin aynı kökten olması da dikkat çekicidir.

Eğer cezalandıracaksanız…. şeklindeki şart cevap cümlesinde müşâkele sanatı vardır.

Müşâkele, “bir ifadede iki kelimenin biçim yönünden birbirine benzemesi” manasında kullanılır. Bir diğer ifadeyle “aynı kelimenin farklı anlamda tekrarı” demek olan bu tanımın, biçimsel bir benzeşme söz konusu olup kelimenin gerçek anlamı dışında kullanıldığında muşâkele olduğu düşünülecek olursa kapsamı da genişlemiş olacaktır. Zira muşâkelenin kaynaklardan derlenen klasik tanımlamasını “bir lafzın başka bir lafzın beraberinde bulunması ve ona yakınlığı (musâhabet) alakası nedeniyle gerçek anlamı dışında kullanılması” şeklinde yapmak mümkündür. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi, Âşûr)

Şart ve cevap cümleleri arasında müzâvece sanatı vardır. 


وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ

 

Şart cümlesine matuf, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Atıf sebebi her iki cümlenin de inşâî isnad olmasıdır. 

وَ  atıf,  لَ  mahzuf kasem fiiline işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Şart cümlesi olan  صَبَرْتُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ , kasemin cevabıdır. Cümleye dahil olan  لَ , kasemin cevabının başına gelen harftir. Tekid ifade eder. Cevap cümlesi, sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Şart cümlesinin cevabı, kasemin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir. Mahzuf cevapla birlikte cümle, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasem fiilinin ve şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

صَبَرْتُمْ  kelimesinde irsâd vardır.

عَاقَبْتُمْ  - عَاقِبُوا  - عُوقِبْتُمْ  ve  صَبَرْتُمْ  - اَلصَّابِر۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

Ayetteki emir, sınırı aşmama şartıyla misillemenin, mübah olduğuna delalet ediyorsa da “Eğer ceza verecekseniz” cümlesi tarizi kapalı olarak affı teşvik etmektedir. Bu cümlede ise tekid olarak bu husus sarahaten zikredilmiştir. (Ebüssuûd)

“Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.” Burada geçen, لَهُوَ  zamiri,  صَبَرْتُمْ  kelimesinin mastarına râcidir.  اَلصَّابِر۪ينَ  kavlinden murad, buna muhatap olan kimselerdir.

Yani, “Eğer sabrederseniz, gerçekten sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır.” Burada yüce Allah,  اَلصَّابِر۪ينَ  kavlini, Allah'tan bir sena ve övgü olsun için ismi zahir olarak getirmiştir. Çünkü bu kimseler şiddet ve sıkıntılara dayanabilen, sabır gösteren kimselerdir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

 
Nahl Sûresi 127. Ayet

وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّٰهِ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ  ...


Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan yana üzülme. Tuzak kurmalarından dolayı da sıkıntıya düşme.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاصْبِرْ ve sabret ص ب ر
2 وَمَا değildir
3 صَبْرُكَ senin sabrın ص ب ر
4 إِلَّا başka
5 بِاللَّهِ Allah(ın yardımından)
6 وَلَا ve
7 تَحْزَنْ üzülme ح ز ن
8 عَلَيْهِمْ onlara
9 وَلَا ve
10 تَكُ düşme ك و ن
11 فِي
12 ضَيْقٍ sıkıntıya ض ي ق
13 مِمَّا
14 يَمْكُرُونَ kurdukları tuzaklardan م ك ر
Sabrın, kulun Allah ile kurduğu şuur, tefekkür, duygu ve eylem ilişkisine bağlanması hem bu erdemin dinamiğine hem de yüksekliğine ince bir işarettir. Hz. Peygamber’in, davetini hikmetle ve güzel öğütlerle sürdürmesine, gerektiğinde tartışmalarını da en güzel üslûpla yapmasına, baskı ve eziyetlere karşı sabırlı ve hoşgörülü bir tavır izlemesine ve bunu bir erdem saymasına rağmen düşmanları yine de onu derinden üzecek davranışta bulunuyor; aleyhinde tuzaklar kuruyorlardı. Sûrenin son âyetinde yüce Allah’ın, takvâ sahiplerinin, yani rabbine derinden saygı duyup her türlü tutum ve davranışlarında O’na karşı sorumlu olduğu bilincini daima canlı tutanların ve güzel işler yapanların, yaptıklarını da güzel yapanların yanında olduğu müjdesini vermektedir (ihsan hakkında bk. âyet 90).
 
 Düşmanlarından maddî ve mânevî zarar gören, eziyet çeken Hz. Peygamber ve müslümanlar için aynı zamanda bir teselli amacı taşıyan bu son âyet, metnindeki takvâ kavramıyla ihsan kavramı aslında insanın bütün dinî ve ahlâkî tutum ve davranışlarını kapsamaktadır; bununla birlikte, takvâ öncelikle müslümanın Allah’a karşı saygısını ve sorumluluğunu, ihsan ise ana babasından başlamak üzere yakın ve uzak çevresine, diğer insanlara, hatta canlı ve cansız tabiata karşı tavırlarını aynı sorumluluk duygusuyla en güzel, en doğru ve yararlı bir şekilde sergilemesini ifade eden kavramlardır. Bu sebeple İslâm dünyasının bazı bölgelerinde, sûrenin bu son âyetinin cuma hutbelerinde okunarak dinî ve ahlâkî mesajının müslümanlara hatırlatılması gelenek halini almıştır.
 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 455 (Ömür İmam Karamollaoğlu)

وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّٰهِ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ 

 

Fiil cümlesidir. و  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اصْبِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت dir.  مَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّٰهِ  cümlesi اصْبِرْ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  صَبْرُكَ  mübteda olup lafzen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  بِاللّٰهِ  car mecruru  صَبْرُكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَحْزَنْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. 

عَلَيْهِمْ  car mecruru  تَحْزَنْ  fiiline müteallıktır.


 وَلَا تَكُ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ

 

وَ  atıf harfidir. لا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَكُ   nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  يَكُ ’nun ismi müstetir olup takdiri  انت ’dir.

Beyzâvî bu ayetteki  لَمْ يَكُ  kelimesi için şu açıklamayı yapar:  يَكُ  kelimesinin aslı  يَكُونُ ‘dür. Cezm edatı  لَمْ ’den dolayı “nûn”un harekesi hazf edilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و  hazf edilmiştir. İllet harfi وَ ’a benzediğinden tahfif için  نْ ’da hazf edilmiştir. Böylece geriye  يَكُ  lafzı kalmıştır. (Beyzâvî, c. 3, s. 115-116)

ف۪ي ضَيْقٍ  car mecruru  تَكُ ’nun mahzuf haberine müteallıktır. 

مَا  ve masdar-ı müevvel,  من  harf-i ceriyle birlikte  ضَيْقٍ ’e müteallıktır.

يَمْكُرُونَ   fiili  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّٰهِ 

 

Bundan önce Peygamberimizin başkasını tarizi olarak sabra teşvik etmesinden sonra burada kendisine sarahaten sabır emredilmiş, çünkü Peygamberimizin Allah hakkındaki ilmi fazla ve güveni sağlam olduğundan dolayı, ahlâkın azimetlerine (asıl hükümlerine) bütün insanlardan önce kendisi muhataptır.

Bu ayet, Peygamberimizi ziyadesiyle teselli etmekte, sabrın meşakkatlerini hafifletmekte ve O’nu şereflendirmektedır. (Ebüssuûd)

وَ , atıf harfidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَاصْبِرْ  cümlesi, …وَاِنْ عَاقَبْتُمْ  cümlesine matuftur. Aralarında inşaî olmak bakımından mutabakat vardır. 

Hal  وَ ıyla gelen  وَمَا صَبْرُكَ  cümlesi  اصْبِرْ  fiilinin failinden haldir. Menfi isim cümlesi formunda, faide-i haber inkârî kelam olan cümle, kasr üslubuyla  tekid edilmiştir.

Bu cümlede haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  بِاللّٰهِ, bu mahzuf habere müteallıktır.

Nefiy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşmuş kasr, mübteda ve haber arasındaki kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ,  isim cümlesi ve zaid harf sebebiyle üç katlı bir  tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


  وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ

 

Hükümde ortaklık nedeniyle  وَ ’la  وَاصْبِرْ  cümlesine atfedilen  وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aralarında inşaî olmak bakımından mutabakat vardır. 

Yine hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen  وَلَا تَكُ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ , menfi كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir.  لَا, nehiy harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي ضَيْقٍ ’ın ve masdar harfi  مَّا ’nın müteallakı olan  كَان ’nin haberi, mahzuftur.

Masdar harfi ve akabindeki müspet muzari fiil sıygasında gelen sılası  يَمْكُرُونَ , masdar tevilinde,  مِنْ  harfiyle birlikte mahzuf habere müteallıktır. Muzari fiil sıygası cümleye teceddüt ve tecessüm anlamları katmıştır.

ف۪ي ضَيْقٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  ضَيْقٍ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  ضَيْقٍ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Darlığın olmaması konusunda mübalağaya için bu üslup kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi, Âşûr)

ضَيْقٍ ’daki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre, umuma işarettir.

Bu ayet, Peygamberimizi ziyadesiyle teselli etmekte, sabrın meşakkatlerini hafifletmekte ve onu şereflendirmektedir. (Ebüssûud )

تَكُ  meczum muzaridir. Nehiy harfi olan  لَا  sebebiyle cezm olup  وَ  harfi düşmüş,  نَ  ise tahfif için hazf edilmiştir. 

Surenin, sözün bittiğine işaret eden bu ayeti, berâat-i intihâ  sanatına örnektir.

 
Nahl Sûresi 128. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَالَّذ۪ينَ هُمْ مُحْسِنُونَ  ...


Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ çünkü
2 اللَّهَ Allah
3 مَعَ beraberdir
4 الَّذِينَ kimselerle
5 اتَّقَوْا korunan(larla) و ق ي
6 وَالَّذِينَ ve kimselerle
7 هُمْ onlar
8 مُحْسِنُونَ iyilik eden(lerle) ح س ن

اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَالَّذ۪ينَ هُمْ مُحْسِنُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

مَعَ  mekân zarfı,  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّقَوْا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اتَّقَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , atıf harfi  وَ ’la önceki ism-i mevsûle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ مُحْسِنُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. 

مُحْسِنُونَ  haberi olup  و ’la merfûdur. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.

مُحْسِنُونَ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّقَوْا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَالَّذ۪ينَ هُمْ مُحْسِنُونَ

 

Ayet, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile  tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, kalplerde  telezzüz, teberrük, mehabet ve muhabbet duygularını artırmak içindir.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَعَ ’nın müteallakı olan haber mahzuftur.

مَعَ ’nın muzâfun ileyhi olan, mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  اتَّقَوْا , mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107) 

Ayetteki ikinci mevsûl, birinciye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır.  الَّذ۪ينَ ’lerde taksim,  اللّٰهَ مَعَ ’da cem’ vardır.

الَّذ۪ينَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette takva, ihsan’dan önce zikredilmiştir, çünkü  تخلية  (boşaltma) تحلية den (bakım ve süslemeden) önce gelir. (Ebüssuûd)

Takvayı elde etmenin gerekliliğini belirtmek ve yerleştirmek için mazi fiile gelmiştir. Çünkü bu imanın bir gereğidir. Takva, mükellefin hakkı olan vazifenin ifasına vesile olur. İhsan ise, onlarda her zaman sabit olduğunu belirtmek için isim cümlesi ile gelmiştir. Çünkü ihsan bir fazilettir. Nefiste yerleşmesi ve yapabilme yeteneği gerektirir. (Âşûr)  

Kur'an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Kur'an’daki surelerin sonu, bu surede olduğu gibi hüsn-i intihâ sanatının en güzel örnekleridir.

Suredeki ayetlerin, istisnasız  ونَ  ve  ونَ  harfleriyle gelen fasılaları, mükemmel bir ahenk oluşturarak muhatabı etkilemektedir. Bu fasılalarda mutarraf secî’ ve lüzûm mâ lâ yelzem sanatları vardır. 

 
Günün Mesajı

125. ayet, İslâm'ın insanlara tebliğ metodunun ana hatlarını çizmektedir.

- İnsanlar, genellikle üç gruptur:

- Az-çok bilgi sahibi olup, düşünebilen ve akıllarını kullanabilenler;

- Daha çok tabiatları istikametinde davranan ve öncelikle faydalarını, çıkarlarını düşünen kitleler,

İnanmamakta ısrar edenler.

Ayetin buyurduğu hikmetle ve güzel öğütle davet, gerektiğinde en güzel şekilde mücadele, bu üç grup için de söz konusu olabileceği gibi, bilhassa birinci gruptakiler hikmetle Allah'ın yoluna çağrılmalı, onların akıllarına, muhakemelerine hitap edilmeli ve Allah'ın yolunun doğruluğu ve bu yolda gitmenin gerekliliği delilleriyle ortaya konulmalıdır.

İkinci gruptakilere ise güzel öğüt vermek veya va'z etmek, onların faydalarının nerede yattığını açıklamak, kısaca, onların bozulmamış selim fıtratlarına hitap etmek gerekir.
İnanmamakta direnen üçüncü gruptakilere, onların inkârını arttırmayacak, onları, Allah'ın yoluna ve müminlere düşman hale getirmeyecek, kalplerini kazanacak, incitmeyecek en güzel şekilde tartışmak icap eder.

Sayfadan Gönüle Düşenler
‘Nasihat Şelale’sinin bir özelliği vardı. Bunu ancak onu düzenli dinlemeye gidenler bilirdi. Şelalenin nasihatleri, onların gönüllerinin ihtiyaçlarına göre şekillenirdi. Günün ilk ışıklarında, orada bulunanlar, bambaşka nasihatlerle evlerine dönerlerdi. 

Genç yüreği sıkkın ve gözleri dalgın bir şekilde güneşin gelişini bekliyordu. Vesveselerin arasından kalbinin sesine ulaşmaya çalışıyordu. Kendi iç dünyasına o kadar çekilmişti ki, nasihatleri duymaya başladığında yerinde sıçradı:

“Ey insan! Önce, seni yaratan Rabbinin katında kim olduğunu hatırla. Düşün; kendisini Allah’a teslim eden, O’nun nimetlerine şükür eden ve O’na gönülden itaat eden hz. İbrahim’i. Rasulullah (sav)’a vahyedileni hatırla: Hanîf olan ve putperestler arasında yer almamış bulunan İbrahim’in dinine uy. Sen değil misin, hz. Muhammed’in ümmetinden olan ve hz. İbrahim’in hanîf dinine uyan. 

Ey insan! Seni umutsuzluğun karanlığına ve dünyanın yalan bataklığına çekenlerden git. Geri dönüş yoktur gibi göstererek, ibadetlerini bilinmezliğe erteleterek, tövbe halinden uzaklaştırarak ve Rabbinin huzuruna ne yüzle çıkarsın diyerek oyalayanların sözlerine kulaklarını tıka. Bil ki; sevsen bile onlardan sana zerre fayda yoktur. Cahilliğini ve cahilliğinden doğan hatalarını, eğer tövbe edip kendini düzeltirsen, affedeceğini ve rahmetiyle kuşatacağını bildiren Rabbine koş. Geç kalanların haline benzemekten korkarak koş ki; yetişenlerden olasın. 

Ey insan! Dua et. De ki: 

Rabbim! Sana geldim. Rahmetine sığındım. Senden istedim. Sana yalvardım. Mağfiretini diledim. Şüphesiz ki; Sen beni en iyi bilensin. Etrafımdan sakladıklarımdan ve kendimi kandırdıklarımdan haberdarsın. Nefeslerime gizlediğim duygularımın iç çekişlerini işitensin. Şüphesiz ki; Sen derdi olanın dermanısın. Hatalarımın ve vesveselerimin açtığı yaralarımı iyileştirensin. Dünyanın ve nefsimin sıkıntılarını huzurunla dindirensin. Şüphesiz ki; Sen alemi rahmetinle ve muhabbetinle aydınlatasın. Karanlıkta kalmış her zerremi nurunla buluştur. Gönlümü, bedenimi ve ruhumu imanınla güzelleştir. Takva sahiplerinin ve iyiliği seçenlerin yanında olan Rabbim! Beni de onlardan eyle. Beni de affettiklerinden ve kurtuluşuna erdirdiklerinden eyle Rabbim! “

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji