24 Mart 2025
İsrâ Sûresi 1-7 (281. Sayfa)
İsrâ Sûresi
26,32,33 ve 57. âyetler ile 73-80. âyetler Medine döneminde, diğerleri Mekke döneminde inmiştir. 111 âyettir. Sûre, adını ilk âyetin konusu olan “İsrâ” olayından almıştır. “Geceleyin yürütmek” anlamına gelen “İsrâ”, Mîrac yolculuğunda, Hz. Peygamberin bir gece, Mekke’den Kudüs’e götürülmesini ifade eder. Sûrenin diğer bir adı da “Benî İsrâil Sûresi”dir.
 Mushaftaki sıralamada on yedinci, iniş sırasına göre ellinci sûredir. Kasas sûresinden sonra, Yûnus sûresinden önce Mekke döneminde inmiştir. 26, 32-33, 60, 73-74, 80, 107-111. âyetlerle diğer bazılarının Medine’de indiği yolunda değişik rivayetler varsa da, büyük ihtimalle tamamı Mekke’de nâzil olmuştur. İbn Âşûr, bu rivayetlerin, söz konusu âyetlerin içerdiği hükümlerin Medine dönemindekilerin muhtevasını hatırlatmasından ileri gelmiş olabileceğini, fakat bunun sağlam bir gerekçe olmadığını ifade eder (XV, 6).
 İsrâ olayı, İsrâiloğulları’nın kötülükleri sebebiyle uğradıkları iki büyük işgal ve yıkım, önemli bir kısmı Kur’ân-ı Kerîm’den önceki ilâhî kitaplarda da bulunan temel dinî ve ahlâkî buyruklar, yeniden dirilmenin mümkün olduğu ve âhiret sorumluluğu, Allah’ın kuşatıcı ilmi, ilk insanın yaratılışı, İblîs’in isyanı, insanın seçkin bir varlık oluşu, ibadet ve namaz,Kur’an’ın önemi, müşriklerin inatçılığı, müminlerin itaatkârlığı sûrenin başlıca konularıdır.Fazileti İbn Hanbel, Tirmizî ve Nesâî gibi muhaddislerin aktardığı bir rivayete göre Hz. Âişe Peygamber efendimizin, genellikle geceleri Benî İsrâil (İsrâ) ve Zümer sûrelerini okuduğunu bildirmiştir (Şevkânî, III, 233).

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

İsrâ Sûresi 1. Ayet

سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ  ...


Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سُبْحَانَ eksiklikten uzaktır س ب ح
2 الَّذِي O (Allah) ki
3 أَسْرَىٰ yürüttü س ر ي
4 بِعَبْدِهِ kulunu ع ب د
5 لَيْلًا gecenin bir vaktinde ل ي ل
6 مِنَ
7 الْمَسْجِدِ Mescid-i س ج د
8 الْحَرَامِ Haram’dan ح ر م
9 إِلَى
10 الْمَسْجِدِ Mescid-i س ج د
11 الْأَقْصَى Aksa’ya ق ص و
12 الَّذِي öyle ki
13 بَارَكْنَا bereketli kıldığımız ب ر ك
14 حَوْلَهُ çevresini ح و ل
15 لِنُرِيَهُ kendisine göstermemiz için ر ا ي
16 مِنْ bir bölümünü
17 ايَاتِنَا ayetlerimizden ا ي ي
18 إِنَّهُ gerçekten
19 هُوَ O
20 السَّمِيعُ işitendir س م ع
21 الْبَصِيرُ görendir ب ص ر
Hz. Peygamber’in Mekke’deki Mescid-i Harâm’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürülmesi şeklinde gerçekleşen olağan üstü olay İslâmî kaynaklarda, metindeki ilgili fiilin masdarı olan ve “geceleyin yürüme, gece yolculuğu” anlamına gelen isrâ kelimesiyle anılır. Bu yolculuğun, hadislerde anlatılan “göklere yükseltilme” safhasının da dahil olduğutamamı ise “yükselme, yukarı tırmanma” anlamındaki urûc kökünden türetilmiş olan ve “yükselme vasıtası, aleti” mânasına gelen mi‘râc kelimesiyle ifade edilir.
 
 Hz. Muhammed’in peygamber olmasıyla birlikte putperestlerin müslümanlar üzerinde kurduğu baskılar, muhtemelen risâletin 6. yılından itibaren Peygamber ailesiyle az sayıdaki müslümanlara karşı ekonomik ve sosyal bir boykota dönüştü. Üç yıl süren ve büyük acılara sebep olan bu boykotun ardından Resûlullah, kısa aralıklarla eşi Hz. Hatice ile amcası ve hâmisi Ebû Tâlib’i kaybetti. Dolayısıyla bu yıla hüzün yılı denildi. Bu acılı olayların ardından Allah Teâlâ, bir bakıma resulünü, sabır ve tahammülü dolayısıyla hem teselli etmek hem de ödüllendirmek istedi ve bunun için genellikle mi‘rac diye anılan büyük mûcizevî olayı gerçekleştirdi.
 
 İsrâ sûresinin 1. âyeti ile Necm sûresinin ilk âyetleri mi‘rac olayına işaret etmektedir. Aynı konuda hadis mecmualarında da kırk beş kadar sahâbî vasıtasıyla bizzat Hz. Peygamber’den bilgiler nakledilmiştir. Ancak özellikle bu hadislerdeki ayrıntılı mâlûmat değişik yorumlara yol açacak nitelikte olduğu için, mi‘racın tarihi ve nasıl cereyan ettiği hakkında farklı bilgiler verilmiştir. Yaygın kabule göre mi‘rac, peygamberliğin 12 veya 13. yılında (Muhammed Hamîdullah’a göre bi‘setin 9. yılında; bk. İslâm Peygamberi, I, 92) vuku bulmuştur. Konuyla ilgili çok sayıda hadis bulunmakta olup özellikle Buhârî’nin el-Câmiu’s-sahîh’inde (“Salât”, 1; “Bed’ü’l-halk”, 6; “Tevhîd”, 37) yer alan hadislere göre bir gece Hz. Peygamber Kâbe’nin avlusunda (diğer bazı rivayetlerde amcasının kızı Ümmühânî’nin evinde) “uyku ile uyanıklık arasında bir durumdayken” Cebrâil yanına geldi, göğsünü açarak kalbini zemzemle yıkadı, sonra Burak denilen bir binek üzerinde onu Kudüs’e götürdü. Resûlullah’ı burada önceki bazı peygamberler karşıladılar ve onu kendilerine imam yaparak arkasında topluca namaz kıldılar (Başka bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber önce Mekke’den göklere yükseltildi, dönüşte de Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürüldü. Bu bilgiye göre âyette Resûlullah’ın bu mânevî yolculuğa Mekke’den başlayıp semalara yükseldikten sonra Mescid-i Aksa’ya geldiği, oradan da Mekke’ye döndüğü özetlenmiştir). Daha sonra semaya yükseltilen Resûlullah, semanın birinci katında Hz. Âdem, ikinci katında Hz. Îsâ ve Hz. Yahyâ, üçüncü katında Hz. Yûsuf, dördüncü katında Hz. İdrîs, beşinci katında Hz. Hârûn, altıncı katında Hz. Mûsâ, yedinci katında ise Hz. İbrâhim ile görüştü. Kur’an’da “sidretü’lmüntehâ” (hudut ağacı) denilen ve bir görüşe göre (bk. Şevkânî, V, 124) yaratılmışlarca bilinebilen alanın son sınırını işaretlediği kabul edilen hudut noktasının ötesine, Cebrâil’in geçme imkânı olmadığı için Hz. Peygamber refref denilen bir araçla tek başına yükselmesini sürdürdü. Bu sırada kendisine evrenin sırları, varlığın kaderiyle hükümlerin tesbiti için görevlendirilmiş olan meleklerin çalışmaları gösterildi. Nihayet bir yoruma göre (bk. Şevkânî, V, 123) bir beşerin insan olma özelliğini koruyarak Allah’a yaklaşabileceği son noktaya kadar yaklaştı (Necm sûresinde “yay” örneği ile anlatılan yaklaşma, ağırlıklı yoruma göre Cebrâil ile Hz. Peygamber arasında olmuştur; bk. en-Necm 53/8-9).
 
 Peygamber’in rabbine selâm ve ihtiramını arzettiği, Allah’ın da ona selâmla hitap ettiği ve inananlara esenliklerin dile getirildiği “Tahiyyat” duasındaki diyalogun mi‘rac olayı sırasında gerçekleştiği kabul edilir. Mekândan münezzeh olan Allah Teâlâ ile Kur’an’ın “âlemlere rahmet” olarak gönderildiğini bildirdiği Hz. Muhammed arasında, insan idrakinin kavramaktan âciz olduğu bir şekilde gerçekleşen bu buluşma sırasında Resûlullah’a, içlerinden günahkâr olanlar –eğer affedilmezlerse– bir süre cehennemde cezalandırıldıktan sonra bütün ümmetinin cennete kabul buyurulacağı müjdelendi; ayrıca kendisine bir hediye olarak Bakara sûresinin “Âmene’r-resûlü...” diye başlayan son iki âyeti verildi; İslâm’ın temel ibadetlerinden beş vakit namaz emredildi. Bazı rivayetlere göre mi‘racdan dönüş sırasında kendisine cennet ve cehennem ile buralarda bulunacak insanların durumları gösterildi. Nihayet Hz. Peygamber Mekke’den ayrıldığı noktaya getirildi.
 
 Söz konusu hadislerin baş kısmında yer alan ve mi‘racın Hz. Peygamber “uyku ile uyanıklık arasında” bir durumdayken başladığını, uyandığında kendisini Mescid-i Harâm’da bulduğunu belirten ifadeler dolayısıyla (Buhârî’deki rivayetlerin birinin sonunda [“Tevhîd”, 37; Taberî, XV, 5] “Peygamber uyandı ki Mescid-i Harâm’dadır”denilmektedir) bu olayın bedenle gerçekleşen bir yolculuk mu olduğu, yoksa bunun bir tür rüyada vuku bulan ruhanî bir durum mu olduğu hususunda erken dönemden itibaren tartışmalar yapılmıştır (meselâ bk. Taberî,XV, 5; İbn Kesîr, V, 40-41). Biri uykuda diğeri uyanıkken olmak üzere iki mi‘racdan bahsedildiği de olmuştur. Müfessirlerin çoğunluğu mi‘racı Hz. Peygamber’in hem bedeniyle hem de ruhuyla uyanıkken yaşadığı bir olay olarak kabul etmişlerdir. Miracın uykudayken veya uyanık iken ruhen vuku bulduğunu söyleyenler olmuştur. Doğru olsa bile bu iddia miraç mûcizesinin değerini ve önemini azaltmaz. Çünkü genel bir ilke olarak vahiy yollarından birinin de rüya olduğu kabul edilir. Nitekim bu sûrenin 60. âyetinde mi‘rac olayı kastedilerek “sana gösterdiğimiz rüya ...” şeklinde bir ifade yer almaktadır. Buradaki rüya kelimesinin uyanıkken görme anlamına gelebileceği gibi bundan uykuda görülen rüyanın kastedilmiş olabileceği de belirtilmektedir (meselâ bk. Taberî, XV, 110; İbn Âşûr, XV, 146). Ayrıca Hz. İbrâhim de oğlu İsmâil’i kurban etme emrini rüyasında almıştı (Sâffât 37/102).
 
 Ancak, mi‘rac Hz. Peygamber’in tamamen mûcizevî bir tecrübesi olduğundan onu illâ da aklın kalıpları içinde açıklamanın gerekli olmadığı muhakkaktır. Taberî’ye göre Allah, kulunun ruhunu değil, mutlak bir ifadeyle kulunu geceleyin götürdüğünü ifade buyurduğuna göre, “Peygamber sadece ruhuyla mi‘raca çıkmıştır” diyerek âyetin anlamını sınırlamaya hakkımız yoktur (XV, 26).
 
 Buhârî’nin naklettiği rivayetlerde Hz. Peygamber’in önce göklere çıkarıldığı, sonra Kudüs’e getirildiği bildirilirken, önce Kudüs’e getirildiğini ifade eden rivayetler de vardır (bk. Taberî, XV, 3-5). Konumuz olan âyette isrâ anlatılırken açıkça “Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya” ifadesinin kullanılmış olması, Resûlullah’ın semaya yükselmesinden önce Mescid-i Aksâ’ya uğradığı görüşünü teyit etmektedir. Öte yandan Muhammed Hamîdullah, âyette geçen “en uzak mescid” anlamına gelen Mescid-i Aksâ’nın Kudüs’teki mescid olamayacağını, bunun “semavî bir mescid” olması gerektiğini savunan görüşü tercih eder. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de Filistin’den “en yakın yer” diye söz edilmektedir (Rûm 30/3). Şu halde  “en uzak mescid” (el-Mescidü’l-aksâ) Kudüs’te olmamalıdır. Öte yandan Kudüs’te eski mâbed (Süleyman Mâbedi) İslâmiyet’ten çok önce ortadan kaldırılmış, şimdiki Mescid-i Aksâ ise henüz yapılmamıştı (a.g.e., I, 107-108). Bununla birlikte müfessirlerin tamamına yakını bunun Kudüs’teki Süleyman Mâbedi olduğunda müttefiktirler. Bu görüşe katılan İbn Âşûr, âyette Hz. Muhammed’in ümmeti tarafından eski mâbedin yeniden inşa edileceğine bir işaret bulunduğu kanaatindedir (XV, 8, 18). Nitekim müslümanlar hicrî 66-73 yılları arasında bugünkü Mescid-i Aksâ’yı inşa etmişlerdir.
 
 Âyette Mescid-i Aksâ’nın çevresinin mübarek kılındığı bildirilmektedir. Çünkü burada Hz. Muhammed’den Hz. Îsâ’ya kadar pek çok peygamber gelmiş geçmiş; çoğu burada vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. Nihayet Peygamber efendimizin mûcizevî bir şekilde buraya getirilmesi ve daha sonra bir süre buranın müslümanlar tarafından kıble kabul edilmesi de Mescid-i Aksâ’nın çevresinin mübarek bir mekân oluşunun başka bir ifadesidir. (Kaynaklarda Mescid-i Aksâ Kudüs’ün ismi olarak geçer. Hadisdeki kapılar şehrin kapılarıdır, 7 kapısı vardır. Ayrıca bk. Wensinck, Mescid-i Aksâ, İA, VIII, 118-119). 

Bu ayet-i kerimede, hicretten bir yıl kadar önce meydana gelen Isra ve Mirac olayina işaret edilmektedir. Allah Teala'nin Resul-i Ekrem'i bir gece Mekke'deki Kabe'den alıp  Kudus'teki Mescid-i Aksa'ya götürmesi Mirac'in birinci basamağı olup Isra diye adlandırılmakta, oradan alıp göklere çıkarmasına danMirac denmektedir. Peygamber alehisselam bu yolculuğu Cebrail'in eşliğinde ve ayağını gözünün gördüğü en son noktaya basan Burak adlı bir binitin sırtında yapmiş, Mescid-i Aksa'da iki rekat namaz kıldıktan sonra göklere yükselmiştir.Bu yolculukta göğün çeşitli katlarinda bazı peygamberlerle görüşmüş, Cennet'i ve Cehennem'i görmüş, Cenab-ı Hakk'ın huzuruna çıkarak ondan beş vakit namaz emrini amıştır. (Buhari,Salat 1,Bed'ül-halk 6 ;Enbiya 5; Tevhid 37;Müslim, Iman 259-272)

سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ 

 

سُبْحَانَ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri,  يسبّح (tesbih eder.) şeklindedir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَسْرٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

بِعَبْدِه۪  car mecruru  اَسْرٰى  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَيْلاً  zaman zarfı,  اَسْرٰى  fiiline müteallıktır.  مِنَ الْمَسْجِدِ  car mecruru  اَسْرٰى  fiiline müteallıktır.  الْحَرَامِ  kelimesi  الْمَسْجِدِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  اِلَى الْمَسْجِدِ  car mecruru  اَسْرٰى  fiiline müteallıktır. 

الْاَقْصَا  kelimesi  الْمَسْجِدِ ’nin ikinci sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl,  الْمَسْجِدِ ’nin üçüncü sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  بَارَكْنَا حَوْلَهُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

بَارَكْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

حَوْلَهُ  mekân zarfı,  بَارَكْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

لِ  harfi,  نُرِيَهُ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَسْرٰى  fiiline müteallıktır.  نُرِيَهُ    mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

مِنْ اٰيَاتِنَا  car mecruru  نُرِيَهُ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.   

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan  حَتّٰٓى ’dan sonra 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra 3) Lam-ı cuhûddan sonra 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَسْرٰى  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  سري ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

بَارَكْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  برك ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  هُوَ  fasıl zamiridir.

Zamiru’l Fasl (  ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri ): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri)” denir.

Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْعَل۪يمُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْحَك۪يمُ  kelimesi ikinci haberdir.

السَّم۪يعُ - الْبَص۪يرُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ 

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Kuran Surelerinin ilk ayetleri surenin içeriğiyle olan anlam bağlantısı yönüyle berâat-i istihlâl sanatının en güzel örnekleridir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri,  يسبّح  [tesbih eder.] olan fiil mahzuftur.  سُبْحَانَ  kelimesi bu mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. 

Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber, talebî kelamdır. 

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي nin sılası olan …اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Az sözle çok anlam ifade eden  بِعَبْدِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عَبْدِ  şan ve şeref kazanmıştır.  عَبْدِ, Hz. Peygamberden kinayedir.

Bu ayetteki  اَسْرٰى  fiili zaten gece yürüyüşü anlamına gelmekte olup,  لَيْلاً  zarfındaki nekrelik taklîl ifade eder. Yani bunun gecenin bir bölümünde meydana gelip gecenin tamamında olmadığını gösterir. (Ömer Özbek, Arap Dili ve Belâgatında Itnâb Üslûbu) 

لَيْلاً  kelimesindeki nekrelik tazim ifade eder. (Âşûr)

Ayetteki ikinci mevsûl  الْاَقْصَا için sıfattır. Sılası olan  بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ

cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sebep bildiren masdar ve cer harfi  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde  بَارَكْنَا  fiiline müteallıktır. 

مِنْ اٰيَاتِنَا ’deki  مِنْ, ba'diyet ifade eder. 

Az sözle çok anlam ifade eden  اٰيَاتِنَاۜ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ  şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette gaibden mütekellime iltifat edilmiştir.

Bu ayet-i kerimede Allah Teâlâ gaib zamiriyle başladıktan sonra etrafını mübarek kıldığımız buyurarak iltifat sanatıyla mütekellim zamirine geçmiş, daha sonra yine gaib zamirine dönmüştür. Mescid-i Aksa’nın Müslümanlar indindeki yüce mekânına  işaret vardır. Ayrıca bunun Peygamber Efendimize gösterilen en büyük ayet olduğuna ve İsra’nın amacının da bu olduğuna delalet eder. Yine Allah Teâlâ’nın azametini hissettirmek için sonunda gaib zamirine dönülmüştür. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Zuhaylî’ye göre surenin  سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى  ifadesi ile başlaması berâat-i istihlâldir. Çünkü isra hadisesi harikulade bir olaydır. Bu sebeple Allah Teâlâ’nın kemâl-i kudretine ve noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna işaret etmek için sure bu ifadelerle başlamıştır. Yani kulu Muhammed’i (s.a.) gecenin bir kısmında Mekke-i Mükerreme'deki Mescid-i Haram’dan Beyt-i Makdis’teki Mescid-i Aksa’ya götürüp aynı gece beldesine geri döndüren Allah’ı her türlü çirkinlikten tenzih ederim. Müşriklerin iddia ettiği gibi ortağı veya çocuğu olmak kabilinden her türlü acizlik ve noksan sıfatlardan O’nu berî kılar, O’nun son derece kemâl-i kudret sahibi olduğunu tasdik ederim. O, nice akla hayale gelmeyen ilginç şeyleri gerçekleştirmeye kādirdir. Dolayısıyla Peygamberinin şerefine şeref katmak, kadrini yüceltmek için ve O’nun daimi bir mucizesi olması kastıyla kulunu çok kısa bir zamanda bu kadar uzak bir yere geceleyin götürmesinde bir tuhaflık yoktur. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Evet, Resulullah (s.a.) Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya geceleyin götürüldü. Burası Beytu'l-Makdis yani Kudüs'tür. Çünkü o zaman ondan başka Mescid bulunmuyordu. “çevresini mübarek-bereketli kıldığımız” ifadesiyle burada anlatılmak istenen şey, din ve dünya ile ilgili bereket ve mübarek oluşudur. Çünkü burası, bütün peygamberlerin -Allah'ın selamı üzerlerine olsun- ibadet merkezidir, vahyin indiği yerdir. Akar sular ve ırmaklarla, meyve veren türlü ağaçlarla çevrelenmiş bir yerdir.

Hz. Muhammed’e (s.a.), bizim birliğimize, O’nun da peygamberliğinin doğruluğuna delalet eden ayetlerimizi göstermek için çünkü gökleri ve oradaki ayetleri görmekle bu gerçeği daha huzurlu olarak anlamış olacaktır. (Nesefî) 


 اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.

اِنَّ  ve kasrla tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi olan  هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ, isim cümlesi formunda gelmiştir. هُوَ ’nin fasıl zamiri olduğu da söylenmiştir.  اِنَّهُ ’daki  هُ, şan zamiridir.

Müsnedin yani  السَّم۪يعُ ve الْبَص۪يرُ  kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemâl derecede sadece Allah’a aittir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. İzafî kasr olup kasr-ı kalptir. (Âşûr)

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiri, kasr manasını tekid eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

 
İsrâ Sûresi 2. Ayet

وَاٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُون۪ي وَك۪يلاًۜ  ...


Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik ve onu, “Benden başkasını vekil edinmeyin” diyerek, İsrailoğullarına bir rehber yaptık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَيْنَا ve biz verdik ا ت ي
2 مُوسَى Musa’ya
3 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
4 وَجَعَلْنَاهُ ve onu yaptık ج ع ل
5 هُدًى bir kılavuz ه د ي
6 لِبَنِي oğullarına ب ن ي
7 إِسْرَائِيلَ İsrail
8 أَلَّا diye
9 تَتَّخِذُوا edinmeyin ا خ ذ
10 مِنْ
11 دُونِي benden başka د و ن
12 وَكِيلًا bir vekil و ك ل
Kitap”tan maksat Tevrat’tır. Tevrat’ın hidayet rehberi olması, onun sayesinde İsrâiloğulları’nın cehalet ve inkârcılıktan bilginin aydınlığına ve gerçek dine kavuşmalarıdır. 2. âyetin metnindeki vekîl kelimesi,“kendisine dayanılıp güvenilen, işlerin kendisine bırakıldığı kimse” demektir. Bu şekilde Allah’a güvenip bağlanmaya da tevekkül denir.
 
 Sûrenin ilk âyetinde İsrâ ile Hz. Muhammed’in onurlandırıldığı bildirildikten sonra burada kendisine Tevrat indirilmek suretiyle Hz. Mûsâ’nın da şereflendirildiği belirtilmektedir. Bu vesileyle insanlığın en eski atalarından ve ulu peygamberlerden olan Hz. Nûh da “çok şükreden bir kul” olarak takdirle yâdedilmektedir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 462-463 

وَاٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُون۪ي وَك۪يلاًۜ

 

وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مُوسَى  mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur.  الْكِتَابَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiren îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  جَعَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  هُدًى  ikinci mef’ûlun bih olup elif üzere fetha ile mansubdur.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِبَن۪ٓي  car mecruru  هُدًى ’e müteallıktır.  بَن۪ٓي  muzâftır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir.

اِسْرَٓاء۪يلَ  muzâfun ileyhtir. Gayrı munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  tefsiriyyedir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّخِذُوا  fiili  ن un hazfıyla meczum muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ دُون۪ي  car mecruru amili  تَتَّخِذُوا  olan mahzuf ikinci fiile müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَك۪يلاً  birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

تَتَّخِذُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَاٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُون۪ي وَك۪يلاًۜ

 

وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi 

fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اٰتَيْنَا  fiili azamet zamirine isnad edilmiştir. 

Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyanî Tefsir Yolu, c. 2, s. 467)

لْكِتَابَ ’daki marife cins içindir. (Âşûr)  الْكِتَاب  kelimesinden anlaşılan Tevrat’tır.

Aynı üslupta gelerek …وَاٰتَيْنَا مُوسَى  cümlesine atfedilen  وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ  cümlesi de  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

هُدًى ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

Tefsiriyye harfi  ان ’in dahil olduğu  اَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُون۪ي وَك۪يلاًۜ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Allah Teâlâ’ya ait zamirin muzâfun ileyh olduğu  دُون۪ي  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

جَعَلْنَاهُ  fiilindeki mütekellim cemî zamirden  دُون۪ي ’deki müfred zamire iltifat vardır. 

لَّا تَتَّخِذُوا  fiilinin mef’ûlü olan  وَك۪يلاًۜ ’deki tenvin tazim ifade eder.

İsra ve mirac hadisesi peygamberin iki kerametidir. Biri bu surede diğeri de (mirac olayıdır ki) Necm Suresi’nde haber verilmiştir. (Âşûr)

 
İsrâ Sûresi 3. Ayet

ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۜ اِنَّهُ كَانَ عَبْداً شَكُوراً  ...


Ey kendilerini Nûh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin çocukları! Gerçek şu ki, o çok şükreden bir kuldu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذُرِّيَّةَ çocukları ذ ر ر
2 مَنْ kimselerin
3 حَمَلْنَا taşıdığımız ح م ل
4 مَعَ ile beraber
5 نُوحٍ Nuh
6 إِنَّهُ doğrusu o
7 كَانَ idi ك و ن
8 عَبْدًا bir kul ع ب د
9 شَكُورًا çok şükreden ش ك ر
Peygamber Efendimiz, 'Allah Teala, kulunun bir şey yedikten sonra hamdetmesinden, bir şey içtikten sonra hamdetmesinden hoşnut olur" hadisiyle bizim de şükreden bir kul olmamızı tavsiye buyurmuştur. (Müslim, Ωikir 89;Tırmizi, Et'ıme 18)

ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۜ 

 

ذُرِّيَّةَ  kelimesi, önceki ayette geçen  وَك۪يلاً ’den bedel olup lafzen mansubdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  حَمَلْنَا ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.

حَمَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مَعَ  mekân zarfı,  حَمَلْنَا  fiiline müteallıktır.  نُوحٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

 

اِنَّهُ كَانَ عَبْداً شَكُوراً

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir  هو  zamiri olup mahallen merfûdur.

عَبْداً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  شَكُوراً  kelimesi ise  عَبْداً ’in sıfatı olup lafzen mansubdur.

ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۜ 

 

ذُرِّيَّةَ  kelimesi, önceki ayette geçen  وَك۪يلاًۜ  kelimesinden bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, bedel olan  ذُرِّيَّةَ ’nin muzâfun ileyhidir. Sılası olan  حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Katâde şöyle der: “Bütün insanlar, Nuh'un zürriyetidir. Çünkü gemide Nuh ile birlikte üç oğlu yani Sam, Ham ve Yâfes bulunuyordu. O halde bu demektir ki bütün insanlar, bu üçünün zürriyetidir. O halde Cenab-ı Hakk'ın, ‘Ey Nuh ile birlikte gemide taşıdığımız zürriyet’ hitabı, ‘Ey insanlar…’ yerine geçen bir hitap olmuş olur.” (Fahreddin er-Râzî)

 

اِنَّهُ كَانَ عَبْداً شَكُوراً

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَكُوراً, nakıs fiil  كَانَ ’nin haberi olan  عَبْداً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Son cümle  اِنَّ  ile tekid edildiği gibi  اِنَّ ’nin haberi de  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiş, Musa’nın (a.s.) şükreden bir kul olduğu kuvvetle vurgulanarak belirtilmiştir. Şükretmenin Musa’nın (a.s.) adeta bir cüzü haline geldiği anlaşılmaktadır. Çünkü  كَانَ nin haberi, isminin bir cüzü olur. 

Hz. Nuh bütün hallerinde çok şükreden bir kuldu. Bu da bize bildiriyor ki Nuh (a.s.) ile beraber olanların kurtarılması, onun duasının bereketiyle olmuştur. Yine bu kelam, Hz. Nuh'un zürriyetini ona uymaya teşviktir ve onları, nankörlüğün en büyük derecesi olan şirkten caydırmaktır.

Diğer bir görüşe göre ise Musa çok şükreden bir kuldu, demektir. (Ebüssuûd)

 
İsrâ Sûresi 4. Ayet

وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْـلُنَّ عُـلُواًّ كَب۪يراً  ...


Biz, Kitap’ta (Tevrat’ta) İsrailoğullarına, “Yeryüzünde muhakkak iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz” diye hükmettik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَضَيْنَا ve şu hükmü verdik ق ض ي
2 إِلَىٰ
3 بَنِي oğullarına ب ن ي
4 إِسْرَائِيلَ İsrail
5 فِي
6 الْكِتَابِ Kitapta ك ت ب
7 لَتُفْسِدُنَّ bozgunculuk yapacaksınız ف س د
8 فِي
9 الْأَرْضِ o ülkede ا ر ض
10 مَرَّتَيْنِ iki kez م ر ر
11 وَلَتَعْلُنَّ ve çok böbürleneceksiniz ع ل و
12 عُلُوًّا büyüklenme ile ع ل و
13 كَبِيرًا kibirli ك ب ر
Bu âyetteki kitap genellikle Tevrat diye açıklanırken bunu levh-i mahfûz olarak anlayanlar da vardır. Bu anlayışa göre âyet şu anlama gelir: Sizin iki defa bozgunculuk çıkaracağınız levh-i mahfûzda yazılıdır, yani ilmimizde mevcuttur, bunu yapacağınız bizce mâlûmdu. Nitekim ikisini de yaptınız.
 
 Yukarıda Hz. Mûsâ’ya kitabın gönderilmesi ve onun İsrâiloğulları’na rehber kılınması ilâhî bir lutuf olarak zikredilmişti. Hz. Mûsâ, Mısır’da yüzlerce yıl aşağılayıcı bir muameleye mâruz kalan İsrâiloğulları’nı Firavun’un hegemonyasından kurtarıp özgürlüklerine kavuşturmuş, ana yurtlarına götürmüş, onlara Tevrat’ı tebliğ etmişti. Fakat gerek Kur’an’da gerekse Kitâb-ı Mukaddes’te bildirildiği üzere onlar sık sık Allah’a olan ahidlerini bozup günaha sapmışlar, bu yüzden de ilâhî cezaya mâruz kalmışlardı (bu konuda ayrıntılı bilgi ve Kitâb-ı Mukaddes’teki açıklamalar için bk. Bakara 2/74, 100-101).
 
 Âyetteki “fesad”dan maksat, İsrâiloğulları’nın genel olarak Allah’ın Tevrat’ta koyduğu hükümleri çiğnemeleridir. Tefsirlerde iki fesaddan biri peygamber Eş’iya’yı (İşaya) öldürmeleri veya Ermiya’yı (Yeremya) hapsetmeleri; ikincisi ise Hz. Yahyâ’yı öldürmeleri, Roma yöneticileriyle iş birliği yaparak Hz. Îsâ’yı öldürmeye kalkışmaları şeklinde açıklanmaktadır (Şevkânî, III, 327).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 463 

وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْـلُنَّ عُـلُواًّ كَب۪يراً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قَضَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اِلٰى بَن۪ٓي  car mecruru  قَضَيْنَٓا  fiiline müteallıktır. 

بَن۪ٓي  muzâftır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti  ى’dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir.

اِسْرَٓاء۪يلَ  muzâfun ileyh olup gayrı munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فِي الْكِتَابِ  car mecruru  قَضَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.  

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  تُفْسِدُنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  تُفْسِدُنَّ  fiili  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. İki sakin bir araya geldiği için fail mahzuftur.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  تُفْسِدُنَّ  fiiline müteallıktır.  مَرَّتَيْنِ  mef’ûlu mutlaktan naib olup müsenna olduğu için  ي  ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  تَعْـلُنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  تَعْـلُنَّ  fiili  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. İki sakin bir araya geldiği için fail mahzuftur.

عُـلُواًّ  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.  كَب۪يراً  kelimesi  عُـلُواًّ ’in sıfatı olup lafzen mansubdur.

وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ فِي الْكِتَابِ 

 

İkinci ayetteki …اٰتَيْنَا  cümlesine matuf olan ayet, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

قَضَيْنَٓا  fiiline müteallık car mecrur  فِي الْكِتَابِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْكِتَابِ, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  kitap, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Kitaptaki hükümlerin kesinliğini belirtmek için bu üslup kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

الْكِتَابِ ’la Tevrat kastedilmiştir.

قَضَيْ  eşyayı muhkem bir tarzda ayırıp biçmektir. Bu ayette ise “Onlara bunu bildirdik, haber verdik ve vahyettik” manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)


 لَتُفْسِدُنَّ فِي الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْـلُنَّ عُـلُواًّ كَب۪يراً

 

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasemle ve şeddeli nunla tekid edilmiş cevap cümlesi  لَتُفْسِدُنَّ فِي الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

مَرَّتَيْنِ  amili  لَتُفْسِدُنَّ  olan mahzuf masdardan naib, mef’ûlu mutlaktır. Masdarın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen  وَلَتَعْـلُنَّ عُـلُواًّ كَب۪يراً  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

كَب۪يراً, mef’ûlü mutlak olan  عُـلُواًّ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Bu ayette  لَتُفْسِدُنَّ  ve  لَتَعْـلُنَّ  fiillerinin başındaki muvattie lamı ve sonundaki şeddeli nun harfi tehdit manası vermektedir. Bu cümle muktezâ-i zâhire uygun olup, tazir ve tehekküm içindir. Yani “Fesadı seven bir kavim olarak yazıklar olsun size ki iki defa fesat çıkaracak ve azgınlıkta yükseleceksiniz.” demektir.

Bu ayetlere baktığımızda da peş peşe üç ayetten ilkinde Musa (a.s.) ve kavminden, sonraki ayette Nuh’un (a.s.), sonrakinde tekrar Hz. Musa’nın peygamber olarak gönderildiği toplumdan bahsedildiği görülmektedir. İstitrat metodu ile adeta İsrailoğullarına neslinizin devamını sağlayan Nuh’un (a.s.) toplumunun halinden örnek alın; şirke düşüp Allah’tan başkasını vekil kabul etmeyin ve peygamber gibi kul olma yolunda çaba sarfedin denilmektedir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

لَتَعْـلُنَّ  mahzuf kasemin ya da  قَضَيْنَٓا 'nın cevabıdır, o zaman  قَضَيْنَٓا  kasem yerine geçirilmiş olur. (Beyzâvî)

لَتَعْـلُنَّ  ile  عُـلُواًّ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Cenab-ı Hakk, “Fesat çıkaracaksınız.” buyurmuştur. Allah Teâlâ bu tabirle onların günahlarını ve Tevrat'ın hükümlerinin aksine hareket edeceklerini kastetmiştir. Ayetteki, “yeryüzünde” kelimesi, “Mısır topraklarında” demektir, “...ve muhakkak büyük bir serkeşlik yapıp kabaracaksınız” ifadesi de “sizin insanlara haksız yere hükümranlığınız, büyük bir istila olacak” demektir. Çünkü her zorba için “kabardı, büyüdü” denir. (Fahreddin er-Râzî) Bunlar, Ninova Kralı Sanherib ile ordusuydu.

Diğer bir görüşe göre bunlar, Kral Lehrasbe'nin kumandanı Buhtunnasr ile ordusu idi. Bir başka görüşe ise Câlût ile ordusu idi. Bu ordu İsrailoğulları'nın alimlerini ve büyüklerini öldürdü; Tevrat'ı yaktı, mescidi tahrip etti ve İsrailoğulları'ndan yetmiş bin kişiyi esir aldı. İşte bu da ilâhî sünnetin gereği, zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına musallat kılmak kabilindendir. (Ebüssuûd)

 
İsrâ Sûresi 5. Ayet

فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ اُو۫لٰيهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَاداً لَنَٓا اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِۜ وَكَانَ وَعْداً مَفْعُولاً  ...


Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü olan birtakım kullarımızı gönderdik. Onlar evlerinizin arasına kadar sokuldular. Bu, herhâlde yerine gelmesi gereken bir va’d idi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِذَا ne zaman ki
2 جَاءَ gelince ج ي ا
3 وَعْدُ zamanı و ع د
4 أُولَاهُمَا birincisinin ا و ل
5 بَعَثْنَا gönderdik ب ع ث
6 عَلَيْكُمْ üzerinize
7 عِبَادًا kullarımızı ع ب د
8 لَنَا bizim
9 أُولِي çok güçlü ا و ل
10 بَأْسٍ çok güçlü ب ا س
11 شَدِيدٍ çok güçlü ش د د
12 فَجَاسُوا (sizi) araştırdılar ج و س
13 خِلَالَ aralarına girip خ ل ل
14 الدِّيَارِ evlerin د و ر
15 وَكَانَ idi ك و ن
16 وَعْدًا bir va’d و ع د
17 مَفْعُولًا yapılması gereken ف ع ل
Hz. Mûsâ’nın ölümünden sonra İsrâiloğulları’nın Filistin’deki çeşitli putperest toplulukların tesirinde kalarak bir yandan tevhide dayalı inançlarını bozarken bir yandan da Tevrat’ın ilkelerinden sapıp kötülüklere bulaşıyorlardı (bk. Hâkimler, 2/11-13). Azgınlıklarını peygamberlerini öldürmeye kadar götürmeleri neticesinde “ilk vaad” gerçekleşmiştir. Tefsirlerde bu ilk vaad hakkında, Bâbil esaretinin de dahil olduğu farklı olaylardan söz edilmiştir (bk. Şevkânî, III, 237). Tarihî bilgilere göre ise bu ilk vaad, milâttan önce VI. yüzyılda Bâbilliler’in Kudüs’ü işgal etmeleri ve Süleyman Mâbedi’ni (Birinci Mâbed) yıkmalarıyla başlayan sürgün ve esaret sürecini ifade etmektedir. 6. âyette, zamanın Pers Kralı Kyros’un milâttan önce 539’da Bâbil’i ele geçirdikten sonra İsrâiloğulları’nın ülkelerine dönmelerine izin vermesiyle başlayan ve milattan önce 63 yılına kadar süren millî birliğin yeniden kurulması, İkinci Mâbed’in inşası, Kudüs’ün imarı, dinî ve kültürel hayatın yeniden canlanması gibi olumlu gelişmelerin yaşandığı döneme işaret edildiği anlaşılmaktadır. 7. âyette ise bu parlak dönemin ardından girilen yeni bir dinî, kültürel, siyasî kriz ve yıkım dönemine atıfta bulunulduğu görülmektedir. Bu dönemde önce yahudiler arasında çeşitli fikrî ve siyasî ihtilâflar ve iç karışıklıklar başlamış; ardından iktidar mücadelesi veren bir yahudi grubunun iş birliği yaptığı Romalılar Kudüs’ü ele geçirerek şehri tahrip etmiş, yahudilerin bağımsızlığına son vermişler (m.ö. 63); bu arada on binlerce yahudi öldürülmüş ve nihayet 70 yılında İkinci Mâbed de Romalılar tarafından yıkılmıştır (konuyla ilgili tarihî bilgiler için bk. Moshe Sevilla-Sharon, s. 29-76). Tefsirlerde yahudilerin ikinci bozgunculuklarıyla ilgili olarak zikrettikleri Hz. Yahyâ’yı öldürmeleri olayı da bu dönemde vuku bulmuştur. Bundan sonra 1948’e kadar Filistin’de yahudi hâkimiyeti kurulamamıştır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 463-464 

فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ اُو۫لٰيهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَاداً لَنَٓا اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

جَٓاءَ وَعْدُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  وَعْدُ  fail olup lafzen merfûdur.

اُو۫لٰيهُمَا  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَ  karinesi olmadan gelen  بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ  cümlesi şartın cevabıdır. بَعَثْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  بَعَثْنَا  fiiline müteallıktır.  عِبَاداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtdr. 

لَنَٓا  car mecruru  عِبَاداً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.  اُو۬ل۪ي  ikinci sıfat olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dir.  بَأْسٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  شَد۪يدٍ  kelimesi  بَأْسٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. جَاسُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. خِلَالَ  mekân zarfı, جَاسُوا  fiiline müteallıktır. الدِّيَارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

  وَكَانَ وَعْداً مَفْعُولاً

 

وَ  itiraziyyedir. Haliyye olması da caizdir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir  هو  zamiri olup mahallen merfûdur.  وَعْداً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. مَفْعُولاً  kelimesi ise  وَعْداً ’in sıfatı olup lafzen mansubdur.

مَفْعُولاً  kelimesi sülâsî  mücerred olan  فعل  fiilinin ism-i mef’ûludur.

فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ اُو۫لٰيهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَاداً لَنَٓا اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِۜ 

 

فَ  atıf harfidir.  اِذَا; şart fiilinin gerçekleşme ihtimalinin kuvvetli olduğunu ifade eden şart edatıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  جَٓاءَ وَعْدُ اُو۫لٰيهُمَا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَاداً لَنَٓا اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı zamanda zaman zarfı  اِذَا ’nın müteallakıdır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

وَعْدُ, mef’ûl manasında masdardır. (Âşûr)

اُو۬ل۪ي  için muzâfun ileyh olan  بَأْسٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.

بَأْسٍ ’in sıfatı olan  شَد۪يدٍ, sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mef’ûl olan  عِبَاداً ’deki tenvin, tazim içindir.

الدِّيَارِ ’daki marifelik ahd içindir. (Âşûr)

بَعَثْنَا  cümlesine matuf olan  فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِ  cümlesi, aynı üslupta gelmiştir.

عَلَيْكُمْ  ve  لَنَٓا  ifadelerindeki harfler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Müfessirler  جَاسُ  fiilinin manası ile ilgili değişik izahlarda bulunmuşlardır: İbni Abbas’ın (r.a.) buna, “Araştırdılar, teftiş ettiler.” şeklinde mana verdiği rivayet edilmiştir. Ebu Ubeyde, “Orada bulunan kimseleri araştırdılar.” manasını verirken İbni Kuteybe, “Orada fesat ve kargaşa çıkardılar.” manasını vermiştir. Zeccâc, “Bu, ‘öldürmedikleri kimse kaldı mı diye evlerin arasını dolaştılar’ manasındadır.” demiştir. Vahidî, “Cevs: dolaşmak, astırmak” demektir, der. Bu kelime, söylenen bütün bu manalara muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَكَانَ وَعْداً مَفْعُولاً

 

Cümle itiraziyye olarak fasılla gelmiştir.  كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir.

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

وَعْداً - مَفْعُولاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cümle itiraz yoluyla yapılmış ıtnâb sanatıdır.

Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itirâziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

اُو۬ل۪ي - اُو۫لٰيهُمَا  ve  وَعْدُ - وَعْداً  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin sonundaki cümleye  كَانَ ’nin dahil olması vaadin kesinlikle gerçekleşeceğinin işaretidir.

 
İsrâ Sûresi 6. Ayet

ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَاَمْدَدْنَاكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَجَعَلْنَاكُمْ اَكْثَرَ نَف۪يراً  ...


Sonra onlara karşı size tekrar egemenlik verdik. Mallar ve çocuklarla sizi güçlendirdik; sayınızı daha da çoğalttık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 رَدَدْنَا verdik ر د د
3 لَكُمُ size
4 الْكَرَّةَ tekrar ك ر ر
5 عَلَيْهِمْ onları yenme imkanı
6 وَأَمْدَدْنَاكُمْ ve sizi destekledik م د د
7 بِأَمْوَالٍ mallarla م و ل
8 وَبَنِينَ ve oğullarla ب ن ي
9 وَجَعَلْنَاكُمْ ve yaptık sizi ج ع ل
10 أَكْثَرَ daha çok ك ث ر
11 نَفِيرًا savaşçılarınızı ن ف ر
 Kerra كرّ : Bir şey üzerine bizzat ya da fiille saldırmak anlamına gelen كَرٌّ sözcüğü, aynı zamanda güçlü/dayanıklı ve bükülmüş ip manasını da taşır. (Müfredat)                                                                                                       Kuran’ı Kerim’de bir isim formunda 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kere, kerrat, tekrar, mükerrer, tekerrürdür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَاَمْدَدْنَاكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَجَعَلْنَاكُمْ اَكْثَرَ نَف۪يراً

 

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رَدَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

لَكُمُ  car mecruru  رَدَدْنَا  fiiline müteallıktır.  الْكَرَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  رَدَدْنَا  fiiline müteallıktır.

وَاَمْدَدْنَاكُمْ بِاَمْوَالٍ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  وَاَمْدَدْنَاكُمْ ’e atfedilmiştir.

اَمْدَدْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاَمْوَالٍ  car mecruru  اَمْدَدْنَاكُمْ  fiiline müteallıktır.

بَن۪ينَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  اَمْوَالٍ ’ye matuf olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti  ى ’dir.

وَ  atıf harfidir.  جَعَلْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَكْثَرَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  نَف۪يراً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَاَمْدَدْنَاكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَجَعَلْنَاكُمْ اَكْثَرَ نَف۪يراً

 

Ayet, önceki ayetteki  بَعَثْنَا  cümlesine, terahi ifade eden  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. İlk cümle müspet mazi fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelerek  بَعَثْنَا  cümlesine atfedilen müteakip cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Ayetteki fiiller mazi sıygada gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

اَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ  kelimeleri nekre gelerek kesret ve nev ifade etmiştir.

İsm-i tafdil kalıbında gelen  اَكْثَرَ, mübalağa ifade etmiştir.

رَدَدْنَا - اَمْدَدْنَاكُمْ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.

اَمْدَدْنَاكُمْ ’de cem’,  اَمْوَالٍ  ve  بَن۪ينَ ’de taksim vardır.

كُمْ ’lerin üç fiilde de tekrarı ile yapılan ıtnâb, muhatabın dikkatini celbetmek için olabilir.

بَن۪ينَ - اَمْوَالٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsrâ Sûresi 7. Ayet

اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ وَاِنْ اَسَأْتُمْ فَلَهَاۜ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ لِيَسُٓؤُ۫ا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يراً  ...


İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz. İkinci bozgunculuğun zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide (Beyt-i Makdis’e) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yerle bir etsinler diye (üzerinize yine düşmanlarınızı gönderdik.)

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ eğer
2 أَحْسَنْتُمْ iyilik ederseniz ح س ن
3 أَحْسَنْتُمْ iyilik etmiş olursunuz ح س ن
4 لِأَنْفُسِكُمْ kendinize ن ف س
5 وَإِنْ ve eğer
6 أَسَأْتُمْ kötülük ederseniz س و ا
7 فَلَهَا o da aleyhinizedir
8 فَإِذَا ne zaman ki
9 جَاءَ gelince ج ي ا
10 وَعْدُ zamanı و ع د
11 الْاخِرَةِ sonuncusunun ا خ ر
12 لِيَسُوءُوا kötü duruma soksunlar diye
13 وُجُوهَكُمْ yüzlerinizi و ج ه
14 وَلِيَدْخُلُوا ve girsinler diye د خ ل
15 الْمَسْجِدَ Mescid’e (Kudüs’e) س ج د
16 كَمَا gibi
17 دَخَلُوهُ girdikleri د خ ل
18 أَوَّلَ ilk ا و ل
19 مَرَّةٍ kez م ر ر
20 وَلِيُتَبِّرُوا ve mahvetsinler diye ت ب ر
21 مَا şeyleri
22 عَلَوْا ele geçirdikleri ع ل و
23 تَتْبِيرًا helak ederek ت ب ر

اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ وَاِنْ اَسَأْتُمْ فَلَهَاۜ 

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  صَبَرْتُمْ ’ün dahil olduğu fiil cümlesi şart cümlesidir. 

اَحْسَنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ  cümlesi şartın cevabıdır.

اَحْسَنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

لِاَنْفُسِكُمْ  car mecruru  ikinci  اَحْسَنْتُمْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  اَسَأْتُمْ ’ün dahil olduğu fiil cümlesi şart cümlesidir. 

اَسَأْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَهَا  car mecruru mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri,  إساءتكم (kötülükleriniz) şeklindedir. 

اَحْسَنْتُمْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  حسن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ لِيَسُٓؤُ۫ا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يراً

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

وَعْدُ الْاٰخِرَةِ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  وَعْدُ  fail olup lafzen merfûdur.  الْاٰخِرَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

لِ  harfi,  يَسُٓؤُ۫ا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mukadder şartın cevabına müteallıktır. Takdiri,  بعثنا  şeklindedir.  يَسُٓؤُ۫ا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.   

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan  حَتّٰٓى ’dan sonra 2) Atıf olan اَوْ  ’den sonra 3) Lam-ı cuhûddan sonra 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وُجُوهَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِ  harfi,  يَدْخُلُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte önceki masdar-ı müevvele müteallıktır.  يَدْخُلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْمَسْجِدَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

كَ  harf-i cerdir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri,  دخول كدخولهم أوّل مرة şeklindedir.

دَخَلُوهُ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَوَّلَ  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur.  مَرَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لِ  harfi,  يُتَبِّرُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte önceki masdar-ı müevvele müteallıktır.  يُتَبِّرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  عَلَوْا تَتْب۪يراً dir. Îrabdan mahalli yoktur.

عَلَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  تَتْب۪يراً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

يُتَبِّرُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi تبر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ وَاِنْ اَسَأْتُمْ فَلَهَاۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, şart üslubunda haberi isnaddır.  اِنْ, vukuu şüpheli durumlarda kullanılan şart harfidir.

Şart cümlesi olan  اَحْسَنْتُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لِاَنْفُسِكُمْ  ifadesinde tecrîd sanatı vardır.

اَحْسَنْتُمْ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. 

وَ ’la istînafa atfedilen  وَاِنْ اَسَأْتُمْ فَلَهَا  cümlesi de şart üslubunda gelmiştir. Şart cümlesi olan  اَسَأْتُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesinde  لَهَا, mahzuf mübtedanın mahzuf haberine  müteallıktır. Mukadder mübtedanın takdiri,  إساءتكم  [kötülükleriniz] şeklindedir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müfessirimiz,  فَلَهَا  lafzının  عَلَيْهَا  şeklinde  عَلٰى  harf-i ceri ile değil de  لَ  harf-i ceri ile gelmiş olmasını müzâvece sanatına bağlar. Konuyla ilgili görüşü şöyledir:  لاَنَّهُ ثَوَابَهُ لَهَا وَ بَالَهُ عَلَيْهَا وَ اِنَّمَا ذَكَرَهَا بِلامِ اِزْدَوَاجًا  (İyiliğin  sevabı sizedir, kötülüğün vebali de sizin üzerinizedir).  لَهَاۜ  lafzının  لَ  harfiyle gelmesi izdivac sanatı sebebiyledir. Yani normalde bu ifadenin  عَلَيْهَاۜ şeklinde gelmesi beklenirdi. Ancak birinci cümledeki  لِاَنْفُسِكُمْ  lafzına uyması için  عَلٰى  harfi terk edilerek  لَ  harfiyle  لَهَاۜ  şeklinde gelmiştir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

Şart üslubunda gelen bu cümlede ihtibak sanatı vardır.

İhtibâk bir belâgat terimi olarak; “ikinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)

اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ  cümlesiyle  وَاِنْ اَسَأْتُمْ فَلَهَاۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اَحْسَنْتُمْ  (İyilik yaptınız) ile  اَسَأْتُمْ  (Kötülük yaptınız) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetu’t Tefasir)


فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ لِيَسُٓؤُ۫ا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يراً

 

فَ  atıf harfi,  اِذَا  şart fiilinin gerçekleşme ihtimalinin kuvvetli olduğunu ifade eden şart edatıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  … جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

اِذَا  edatı  اِنْ  edatının aksine kesinlik, zan ve vukuu çokça olan cümlelerde bulunma özelliğine sahiptir.  اِنْ  edatı şüphe, vehim ve vukuu nadir olan cümlelerde bulunur. (Itkan c. 1, s. 407)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 5. ayetteki şart cümlesi …فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ ’nın delaletiyle, cevap cümlesi hazf edilmiştir. Takdiri,  بعثنا عليكم عبادا  [Size kullar gönderdik] şeklindedir.

Bu takdire göre şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَسُٓؤُ۫ا وُجُوهَكُمْ  cümlesi,  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde, şartın mukadder cevabına yani  بعثنا  fiiline müteallıktır.

Cenab-ı Hakk, üzülme işini yüzlere nispet etmiştir. Çünkü kalpte mevcut olan ruhî hallerin emaresi yüzde belirir. Binaenaleyh eğer kalpte bir sevinç ve sürur hasıl olursa, yüzde parlaklık, güleçlik ve aydınlık zuhur eder. Yok, eğer kalpte bir hüzün ve bir korku bulunursa o zaman yüzde bir ekşime, rengin atması ve bir morarma meydana gelir. İşte bu sebepten dolayı bu ayette, kötülük, yüzlere nispet edilmiştir. Bunun benzeri olan manalar, Kur'an'da pek çoktur. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki ikinci masdar-ı müevvel cümlesi  وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ, önceki masdar-ı müevvele matuftur.

Bu cümlede teşbih harfi  كَ  nedeniyle mecrur mahaldeki masdar harifi  مَا  ve sılası olan  دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ, masdar teviliyle, mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

işaret eden cümledeki teşbih, teşâbüh kabilindendir. 

Üçüncü masdar-ı müevvel cümlesi  وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يراً, sebep bildiren masdar harfi  لِ  nedeniyle masdar tevilinde, ilk masdar-ı müevvele matuftur.

لِيُتَبِّرُوا  fiilinin mefulü konumundaki ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  عَلَوْا تَتْب۪يراً  cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

اَسَأْتُمْ  - يَسُٓؤُ۫ا  ve  يَدْخُلُوا - دَخَلُوهُ   kelime grupları arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Günün Mesajı

Miraç, Allah Rasülü'nün risaleti açısından bir dönüm noktası olarak da hususi bir öneme sahiptir.

Allah Rasülü sav, Miraç'ta bütün peygamberler, bilhassa Hz. Musa başta olmak üzere İsrailli peygamberlerle görüşmüş ve Cenab-ı Allah'ın en büyük âyetlerini müşahede etmenin yanısıra, kendisinin de varlığın bütün boyutlarında bütün âyetlerin en büyüğü olduğunu ortaya koymuştur. Miraç ile, O'nun önceki peygamberlerin tamamının mirasçısı olduğu gerçeği de tebarüz ettirilmiştir.

Önceki peygamberler içinde misyonu açısından Allah Rasülü'ne en çok benzeyen Hz. Musa'dır. Hz. Musa'nın (a.s.) ömrü, misyonunun bütün muhtevasını ortaya koymaya yetmemiş ve bunu sonraki peygamberler, bilhassa Hz, Davud ve Hz. Süleyman tamamlamış da olsa, bu misyon ile Peygamber Efendimiz'in misyonu birbirine çok yakındır.

Bu gerçek, “Size, Üzerinizde şahit olarak bir rasül gönderdik; nitekim Firavun'a da bir rasül göndermiştik.” (Müzzemmil Söresi/75; 15) âyetinde açıkça ifade edilmiştir.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Koşuyorum. Karanlıktan aydınlığa kaçıyorum. Dünyaya düşkünlüğümden, ahiret özgürlüğüne kavuşmak için.

Kaçıyorum. Pişmanlıklarımdan, affedilme umuduna koşuyorum. Dünya sevdamdan dolayı yapamadıklarımla yüzleşmemek için.

Kulaklarımda patlayan gürültüyle, bacaklarım birbirine karışınca kendimi yerde buluyorum. Toparlanıp kalkmaya çalışırken ensemde birinin nefesini hissediyorum. Şehit kanlarının kokusunu aldığım anda anlıyorum nefesin kime ait olduğunu. 

Korkudan içime kaçmış sesimle 'Allah!' diyerek gözlerimi kaldırıyorum, ta ki onunla gözgöze gelene dek. Mescid-i Aksa bünyesindeki her taşla ayaklanmış, dünya üzerinde zulüm altındaki müslümanları temsilen karşımda duruyordu. 

Yakama yapışıp "Her hakkın ödeneceği günden kork!" diyor. O kadar kısık bir sesle söylüyor ki zor duyuyorum ama söylenenin ağırlığı altında eziliyorum. Dehşetten kusmak istiyorum. Ellerinden bedenime akan şehit kanlarına baktığımı farkedince "Şehitliği istemesi kolay, zor olan seni çağırdığında davetine icabet etmek." 

Bakışlarının keskinliğini, varlığını bile bilmediğim derinliğimde hissediyorum. Beni tekrar yere bıraktığında sessizlik çöküyor her yere. Ve o zaman her bir şehit kanının sesini duyuyorum. Daha soramadan, beni koşmam için itiyor.

Koşuyorum. Yalnızlıktan kardeşliğe kaçıyorum. Bölünmeyi normalleştirenlerin zulmünden, İslam bayrağının gölgesinde sevdiklerimle buluşmak için.

Kaçıyorum. Korkularımdan cesarete koşuyorum. Her türlü vesveselerden sıyrılarak şehitliğe layık olabilmek için. 

Koşuyorum. Tekbir ve şehadetlerin arasında şehit kanlarını dinleyerek. "Bir-ruh, bid-dam, nafdika ya Islam. Bir-ruh, bid-dam, nafdika ya Aqsa. - Canımız, kanımız, senin için ey İslam. Canımız, kanımız, senin için ey Aksa." demelerine ortak olmayı dileyerek.

Ey Rabbim! Bir gece, Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksa’ya götürdüğün Rasulune salat ve selam olsun; Senin rızan için Senin yolunda ölen her şehidine selam olsun. Zulüm karşısında dilsiz ve kör kalmaktan; zalimlerin ekmeğine yağ sürmekten; mazlumları umursamaz katı kalbe sahip olmaktan; mahşer günü şehitlerinin şikayetinden Sana sığınırız. Bizi affet! Bizi ve nesillerimizi; ayrım yapmadan adaleti sevenlerden ve adaleti uygulayanlardan ve uygulatanlardan eyle.

Amin.

***

Öğrencilerine önümüzdeki hafta Mescid-i Aksa’ya gideceğini söyledi. Belki aralarında bilmeyen olur düşüncesiyle anlatmaya başladı:

Rivayetlere göre hz. Davud (as), Allah’ın emriyle mescidi inşa etmeye başladı ancak bitirmeye ömrü yetmedi. Oğlu hz. Süleyman (as) inşaati devam ettirdi ve mescidi tamamladı. Bu topraklar tarih boyunca çeşitli saldırılara uğradı ama Allah’ın izniyle günümüze kadar varlığını sürdürdü. 

Mescid-i Aksa; geçmişinden dolayı Hristiyan, Musevi ve İslam dünyasında önemli bir yere sahiptir. Diğer iki dinden farklı olarak dinimizdeki maddi manevi yerinin önemli olmasının başlıca sebepleri şunlardır: Müslümanların ilk kıblesidir. İsra hadisesinin bitiş, Miraç hadisesinin ise başlangıç noktasıdır. Ayrıca Mescid-i Aksa, yeryüzündeki üç büyük mescidden birisidir. İlki Mescid-i Haram yani Kabe ve ikincisi Medine’deki Mescid-i Nebevi’dir.  Zira Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

“(Ziyâret maksadıyla) ancak üç mescide seyahat edilebilir: Mescid-i Harâm, benim şu mescidim ve Mescid-i Aksâ.” (Buhârî, Fedâilü’s-Salât, 6; Müslim, Hacc, 288/827)

İşte bu yüzden, müslümanlar orayı korumaya çalışmıştır ve ziyarete de devam etmiştir.

Boş meselelere kafa yormanın ve asıl önemli olan işlere boş vermenin daha da kolaylaştığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu yüzden dinimizde önemli bir yere sahip olan her şeyin farkındalığıyla yaşamak önemlidir. Ancak o zaman akıl ve kalp doğru düşüncelerle ve doğru duygularla dolar. Ancak o zaman insan, dünyalık hallerden sıyrılarak salih amellerle meşgul olmayı arzular ve onları yapmak kendisine kolaylaşır. Ancak o zaman gerçek manada yaşadığını ve özgürleştiğini hisseder.

Ey Allahım! Bizi İslam’ın gerekliliklerini, Kur’an-ı Kerim’i ve Rasulullah (sav)’in hayatıyla sünnetini doğru düzgün öğrenenlerden; öğrendikleri ile Sana hakkıyla itaat edenlerden ve Senin sevdiklerini sevenlerden eyle. Günahlarından af dileyen ve kusurlarını düzeltmeye çalışanlardan eyle. Akıllarımızı ve kalplerimizi; gerekli ve faydalı düşüncelerle ve duygularla doldur; gereksiz olanlarından ise arındır. Faydasız korkuları, üzüntüleri, kızgınlıkları ve diğer nefsani hisleri Sana arzeder ve Senden yüklerimizi hafifletmeni niyaz ederiz. Benliklerimizi; Sana kul olmanın coşkusuyla, Sana teslim olmanın muhabbetiyle ve Sana tevekkül etmenin huzuruyla doldur. Bize salih amellerini sevdir, onları kolaylaştır ve yaptıklarımız ile niyet aldıklarımızı bizden kabul buyur. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji