بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَوْمَ تَأْت۪ي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَنْ نَفْسِهَا وَتُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَوْمَ | o gün |
|
2 | تَأْتِي | gelir |
|
3 | كُلُّ | her |
|
4 | نَفْسٍ | nefis |
|
5 | تُجَادِلُ | uğraşır |
|
6 | عَنْ |
|
|
7 | نَفْسِهَا | kendi canı için |
|
8 | وَتُوَفَّىٰ | ve tam karşılığı verilir |
|
9 | كُلُّ | herkese |
|
10 | نَفْسٍ | nefse |
|
11 | مَا |
|
|
12 | عَمِلَتْ | yaptığının |
|
13 | وَهُمْ | onlara |
|
14 | لَا | asla |
|
15 | يُظْلَمُونَ | haksızlık edilmez |
|
يَوْمَ تَأْت۪ي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَنْ نَفْسِهَا
Zaman zarfı يَوْمَ , mahzuf fiilin mef’ûlun bihidir. Takdiri, اذكر (zikret) şeklindedir.
تَأْت۪ي fiili ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَأْت۪ي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
كُلُّ fail olup lafzen merfûdur. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. تُجَادِلُ fiili, كُلُّ نَفْسٍ ’in sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُجَادِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
عَنْ نَفْسِهَا car mecruru تُجَادِلُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُجَادِلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dir.
Mufâale babı fi ile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. تُوَفّٰى elif üzere mukadder damme ile meçhul muzari fiildir.
كُلُّ naib-i fail olup lafzen merfûdur. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası عَمِلَتْ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
عَمِلَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir.
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur. İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَا يُظْلَمُونَ mübtedanın haber olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُظْلَمُونَ fiili, ن ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
تُوَفّٰى sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi وفي ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَوْمَ تَأْت۪ي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَنْ نَفْسِهَا
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin başındaki zaman zarfı يَوْمَ , takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan …تَأْت۪ي كُلُّ نَفْسٍ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تُجَادِلُ عَنْ نَفْسِهَا cümlesi, نَفْسٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
نَفْسٍ ’deki tenvin, kesret ve cins ifade eder.
Ayetteki يَوْمَ (o gün) kelimesi, iki bakımdan mansubdur:
1. İfadenin manası “Gerçekten senin Rabbin bunların ardından, her nefsin kendisi için çalışıp çabaladığı o günde, cidden Gafûr ve Rahîmdir.” yani “Hak Teâlâ rahmet ve mağfiretini, insanın rahmet ve mağfirete en çok muhtaç olduğu o günde verir.” şeklinde olabilir.
2. Ayetin takdiri, “Onlara, şöyle şöyle olan o günü hatırlat. Çünkü Kur'an'ın manası (özü) azamet, inzâr ve vaz'u nasihattir.” şeklinde olabilir. (Yani yevm kelimesi, her iki durumda da mef'ûl olarak mansub olmuş olur) demiştir.
“Nefis” ile bazen canlının bedeni kastedilir, bazen bir şeyin kendisi ve özü murad edilir. Dolayısıyla ilk “nefis” kelimesi, cüsse ve beden; ikincisi ise onun kendisi ve zatıdır. Buna göre sanki şöyle denilmiştir: “O gün her insan gelir, kendini savunur. Onu başkasının durumu ilgilendirmez.” (Zeccac)
Cenab-ı Hak, herkes ne yaptıysa kendisine eksiksiz verilecektir buyurmuştur. Bu ifadede bir hazif vardır ve manası şöyledir: “Her nefse işlediği şeyin karşılığı eksiksiz ve noksansız olarak verilecektir.” (Fahreddin er-Râzî)
Araplar insanı cesed ve ruhtan mürekkep bir bütün olarak algılıyorlardı. Bu bütüne de nefs yani zat diyorlardı. Mütekellim أنا zamiriyle bunu kasteder. İnsanın bunu idrak ettiği bir batinî kuvve vardır. Bu batınî kuvveye de nefs derler. Mantık alimlerinin insana konuşan nefs demeleri de bu yüzdendir. (Âşûr)
وَتُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
وَ’ la makabline atfedilen cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt istimrar ve tecessüm ifade eder.
Masdar harfi مَا ve akabindeki عَمِلَتْ cümlesi masdar teviliyle, تُوَفّٰى fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ cümlesine dahil olan وَ , haliyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidai kelamdır. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Müsnedin menfi muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İlk nefs kelimesiyle beden, ikincisiyle manevi nefs kastediliyorsa bu iki kelime arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
نَفْسٍ kelimesinin üç kez tekrarlanması ayetteki “herkesin kendi derdine düşeceği” anlamını pekiştirmektedir.
نَفْسٍ ve كُلُّ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
تُوَفّٰى ile لَا يُظْلَمُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تُوَفّٰى fiili tef’il bâbındadır. Tefil bâbı fiile teksir manası verir. Bu çokluk fiilde, failde ve mef’ûlde olabilir.
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَضَرَبَ | ve misal verir |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | مَثَلًا | misaliyle |
|
4 | قَرْيَةً | bir kenti |
|
5 | كَانَتْ | idi |
|
6 | امِنَةً | güven |
|
7 | مُطْمَئِنَّةً | huzur içinde |
|
8 | يَأْتِيهَا | kendisine geliyordu |
|
9 | رِزْقُهَا | rızkı |
|
10 | رَغَدًا | bol bol |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | كُلِّ | her |
|
13 | مَكَانٍ | yerden |
|
14 | فَكَفَرَتْ | fakat nankörlük etti |
|
15 | بِأَنْعُمِ | ni’metlerine |
|
16 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
17 | فَأَذَاقَهَا | (bunun üzerine) ona taddırdı |
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | لِبَاسَ | elbisesi |
|
20 | الْجُوعِ | açlık |
|
21 | وَالْخَوْفِ | ve korku |
|
22 | بِمَا | ötürü |
|
23 | كَانُوا | oldukları |
|
24 | يَصْنَعُونَ | yapıyor(lar) |
|
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِنْ كُلِّ مَكَانٍ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ضَرَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
مَثَلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. قَرْيَةً kelimesi مَثَلاً ’den bedel olup lafzen mansubdur. كَانَتْ اٰمِنَةً cümlesi قَرْيَةً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
كَانَتْ nakıs mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هي ’dir. اٰمِنَةً kelimesi كَانَتْ ’in haberi olup lafzen mansubdur. مُطْمَئِنَّةً kelimesi ise كَانَتْ ’in ikinci haberi olup lafzen mansubdur.
يَأْت۪يهَا fiili, كَانَتْ ’in üçüncü haberi olarak mahallen mansubdur. يَأْت۪يهَا fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
رِزْقُهَا fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَغَداً hal olup fetha ile mansubdur. مِنْ كُلِّ car mecruru يَأْت۪يهَا fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. مَكَانٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مُطْمَئِنَّةً kelimesi, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan إفعلَلَّ babının ism-i failidir.
اٰمِنَةً kelimesi sülâsî mücerredi olan أمن fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. كَفَرَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
بِاَنْعُمِ car mecruru كَفَرَتْ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celali muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. اَذَاقَهَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
لِبَاسَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْجُوعِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْخَوْفِ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte اَذَاقَهَا fiiline müteallıktır.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَصْنَعُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. يَصْنَعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ
وَ istînafiyedir. Ayetin ilk cümlesi müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
قَرْيَةً , mef’ûl olan مَثَلاً ’den bedeldir. Bu kelimelerdeki tenvin muayyen olmayan bir cins ve tahkir ifade eder. قَرْيَةً ’in güven verici, mutmain edici ve rızkının bol oluşu özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.
قَرْيَةً için sıfat konumundaki …كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا cümlesi, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اٰمِنَةً ve مُطْمَئِنَّةً kelimeleri, كَانَ ’nin iki haberidir. Üçüncü haberi يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِنْ كُلِّ مَكَانٍ , muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmiş ve hükmü takviye, teceddüt ve zem makamı oluşu sebebiyle de istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
رِزْقُ ’nun, يَأْت۪يهَا fiiline isnadı mecaz-ı aklîdir. Ayrıca tecessüm ifade etmiştir.
رِزْقُهَا için hal olan رَغَداً , anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مَكَانٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
اٰمِنَةً - الْخَوْفِ kelimeleri arasında tıbâk-ı icab sanatı vardır.
Atıfla gelen فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
Veciz anlatım kastıyla gelen, بِاَنْعُمِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan اَنْعُمِ tazim edilmiştir.
كَفَرَتْ fiilinin faili قَرْيَةً ’dir. Aslında küfreden karyenin halkıdır. Şahıs yerine mekânın zikredilmesi hal mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَرْيَةً (memleket)i eminlikle tavsif etmek her ne kadar eminlik onun ahalisine ait ise de caizdir. Çünkü Mekke emniyetin mahalli ve o ahalinin yeridir. Zaman ve mekânlar ise kendilerinin içinde bulunanların sıfatları ile tavsif edilebilirler. Mesela, “Güzel, sıcak ve soğuk yer” denilir. (Fahreddin er-Râzî)
اٰمِنَةً kelimesi emniyete; مُطْمَئِنَّةً kelimesi bu beldenin havası onların mizaçlarına uygun düştüğü, orada itminan bulup yerleştikleri için sıhhate ve رِزْقُ kelimesi de kendisine her bir yandan bol bol gelir ifadesiyle kifayete işarettir.
Burada اَنْعُمِ (nimetler) kelimesi, cem-i kıllettir (azlık ifade eden çoğuldur). Buna göre mana (O beldenin halkı, az nimet çeşitlerine karşı nankörlük ettiler de Allah da onları cezalandırdı) şeklinde olur. Binaenaleyh burada uygun olan, “Onlar Allah’ın büyük nimetlerini inkâr ettiler de böylece azabı hak ettiler.” denilmesi idi. Öyleyse bunun cem-i kıllet olarak getirilmesinin sebebi nedir? diye bir soru sorulabilir. Buna şöyle cevap verilir: Bundan murad, en düşük olan ile en yüce ve büyük olana işaret etmektir yani “Azıcık nimetlere bile nankörlük etmek, azabı gerektirdiğine göre çok ve büyük nimetlere karşı nankörlük haydi haydi azabı gerektirir.” demektir. Dolayısıyla bu, Mekkeliler için bir meseldir. Çünkü onlar, emniyet, itminan ve bolluk içinde idiler. Hak Teâlâ onlara sonra da en büyük nimet olan Hz. Muhammed (sav)’i lütfetti. Ama onlar bu hususta da nankörlük edip, ona çok eziyetler verdiler. Bundan ötürü Cenab-ı Hak onlara belaları musallat kıldı. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetin nüzulü sırasında vaki olan bir durumun mazi sıyga ile ifade edilmesi muhatabın dikkatini çekerek dinlemeye teşvik etmek içindir. Mazi fiilin şimdiki zaman manasında kullanılması kabilindendir. (Âşûr)
كانَتْ آمِنَةً مُطْمَئِنَّةً ifadesinden sonra gelen كَفَرَتْ fiilinin takip ifade eden ف ile gelmesi nimetin hemen akabinde küfrettiklerini ifade içindir. Ancak arkadan gelen فَأذاقَها اللَّهُ لِباسَ الجُوعِ والخَوْفِ ifadesindeki ف harfi örfî manadaki takip manasındadır. Çünkü bir zaman geçtikten sonra vuku bulmuştur. Onlar küfürlerinde ısrarcı olmuşlar, Resul (sav) onları defalarca dine davet etmiş, uyarmış bunun üzerinden çok uzun olmayan bir zaman geçtikten sonra bu ceza gelmiştir. (Âşûr)
فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
فَ , atıf harfidir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaîdini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)
Veciz ifade kastı amacına matuf لِبَاسَ الْجُوعِ ifadesi sıfat tamlaması yerine izafetle gelmiştir. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz. İzafette mevsufun, bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 20, s. 238)
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ’nın sılası, كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, بِ harfiyle beraber, اَذَاقَهَا fiiline müteallıktır.
كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt, zem makamı olması hasebiyle de istimrar ifade eder.
Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s.103)
Bu ayette, لِبَاسَ (elbise) kelimesi açlık ve korku anında insanı kaplayan ızdırap yerine kullanılmış olup اَذَاقَهَا (tattırma) kelimesi de لِبَاسَ kelimesinin (müstearun leh’in) cümledeki manasına uygun olarak zikredilmiştir. Yani libas kelimesiyle uyum arz eden “giymek” fiili yerine, “tattırmak” fiili kullanılmıştır. Müstearun leh’e uygun olan kelime ile yapılan bu istiare, istiare-i mücerrededir.
Açlık, nefisteki kuşatıcı etkisi dolayısıyla elbiseye benzetilmiştir. Zevk de açlıkla ilgili bir sözdür. O da isabet etmek manasında müsteardır. Bu sebeple istiare mücerrededir. Açlığın yüzlerini sararttığı bir deri bir kemik bıraktığı da söylenebilir. Temsîli istiaredir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
مُطْمَئِنَّةً - الْخَوْفِ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اَذَاقَهَا - كَانُوا - ile يَصْنَعُونَ kelimeleri arasında müfred ve cemi olmak bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
كَانَتْ - كَانُوا - مَكَانٍ kelimeleri arasında iştikak cinası, الْجُوعِ - الْخَوْفِ ve رِزْقُهَا - بِاَنْعُمِ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ ifadesi istiare-i mekniyyedir. Elbise çirkinlik hususunda acı bir yiyeceğe benzetilmiştir. Müşebbehün bih (müstear minh) hazf edilmiş ve kendisine onunla ilgili bir şey (lâzımı) olan اإلذاقة [tattırmak] ifadesiyle işaret edilmiştir. Yani “tatmak” zararın tesirini idrak etmek anlamında müstear olarak kullanılmıştır. Korku ve açlık onları kaplayıp kuşatınca müstear leh’e nazaran اإلذاقة [tattırma] ifadesi kullanılmıştır. Zemahşerî de şu açıklamaları yapmaktadır: “Şayet اإلذاقة [tattırma] ve اللباس [elbise] ifadelerinin ikisi de istiaredir. Bunların birlikte gelmeleri nasıl uygun olmuş ve müstear olan “tattırma” ifadesi yine müstear olan “elbise” üzerine nasıl vaki olabilmiştir” derseni şöyle derim: اإلذاقة [tattırma] ifadesi Araplar arasında belaların, sıkıntıların ve bunlardan insanlara dokunan şeyler hakkında yaygın olarak kullanıldığı için onlara göre (mecaz değil) hakikat konumundadır. Dolayısıyla onlar ذَاقَ فُلاَنٌ اَلْبَؤْسَ وَ اَلضَّرَّ (falan kimse sıkıntı ve zararı tattı) ve اَذَاقَهُ اَلْعَذَابُ (ona azabı tattırdı) derler. Böylece zarar ve acının tesirinden idrak edilen şey acı ve iğrenç/kötü tatlı bir yemekten hissedilen şeye benzetilmiştir. Elbiseye gelince o da kendisini giyen kimseyi kuşatması sebebiyle insanı bürüyüp saran, etrafında meydana gelen bir takım olaylar elbiseye benzetilmiştir. اإلذاقة [Tattırma] ifadesinin “açlık ve korku elbisesi” hakkında kullanılmasına gelince bu durum açlık ve korkunun onları kuşatıp bürümesinden ibaret olarak vaki olduğu için “onlara kendilerini kuşatan bir açlık ve korkuyu tattırdı” denilmiş gibi olmaktadır. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
Tatma aslında ağızla olur. Sonra bu kelime mecazî olarak, “bilme-öğrenme” manasında da kullanılmıştır ki bu, denemek-imtihan etmek demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Onları tamamıyla kuşatan açlık, korku ve zararları, insanı örten elbiseye benzetilmiş ve bunun için istiare yoluyla "libas/elbise" kelimesi kullanılmıştır.
Daha önceki kelamda güvenlik, rızıktan önce zikredildiği halde, burada rızıksızlıktan kaynaklanan açlığın güvensizlikten kaynaklanan korkudan önce zikredilmiş olması, tattırmaya daha münasip olmasından dolayıdır. (Bunun için ayetin metnindeki kelimeler diziminde onunla yan yana zikredilmiştir.) Yahut onunla rızkın gelmesi arasındaki münasebetin gözetilmesi içindir. (Ebüssuûd)
اللِّباسُ aslında örten şey için kullanılan bir kelimedir. Ayeti kerimede açlık ve korkuya izafe edilmesi insanı örten, kuşatan hal için müstear olarak kullanıldığına delildir. (Âşûr)
Ayeti kerimede 2 istiare vardır: الإذاقَةِ kelimesindeki istiare, tebeî tasrîhidir. اللِّباسِ kelimesindeki istiare aslî tasrîhidir. İkinciyi birinciye tabi kılmak ve ikinci müstear kelimeyi birincinin mefûlu yapmak harika bir düzenlemedir. Böylece açlık ve korku karye ehlini kuşatan hallerden ikisi olmuştur. Bu iki hal onlardan ayrılmaz ve onlara müthiş bir elem verir. (Âşûr)
وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
جَٓاءَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رَسُولٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْهُمْ car mecruru رَسُولٌ mahzuf sıfatına müteallıktır.
فَ atıf harfidir. كَذَّبُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. اَخَذَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْعَذَاب fail olup lafzen merfûdur.
وَهُمْ ظَالِمُونَ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ظَالِمُونَ haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar. ظَالِمُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبُوهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
وَ istînâfiyye, لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı haziftir. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. قَدْ tekid edilmiş cevap cümlesi وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
قَدْ harfi mazi fiilin önüne geldiğinde tahkik ve takrib (olayın yaklaştığını), muzari fiilin önüne geldiğinde fiilin vuku bulma ihtimalinin azlığını ifade eder. (İtkan, s. 459)
Müsnedün ileyh olan رَسُولٌ kelimesindeki tenvin tazim ifade eder.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan فَكَذَّبُوهُ cümlesi, kasemin cevabına matuftur.
فَ ile فَكَذَّبُوهُ cümlesine atfedilen فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil mazi sıygada gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Vakafat, s. 107)
فَكَذَّبُوهُ fiili tefil babındadır. Tefil babının fiile kattığı anlamlardan biri de teksirdir.
اَخَذَ fiilinin, الْعَذَابُ kelimesine isnadı mecaz-ı aklîdir.
Hal وَ ’ıyla gelen وَهُمْ ظَالِمُونَ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. فَكَذَّبُوهُ ’daki merfû zamirin halini açıklayan bu cümle, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu kelam da önceki ayette verilen misalin devamı olup, onların nimetlere nankörlük etmelerinin, yalnız akla karşı gelmek değil, aynı zamanda Allah'ın insanlar üzerindeki hüccetine de karşı gelmek olduğunu beyan etmektedir.
Bu kelam delalet ediyor ki onlar küfür ve inada tamamen batmışlar ve mûtat her haddi aşmışlardı.
Azabın, peygamberi yalanlamalarına terettüp etmesi, Allah'ın câri sünnetine binaendir. (Ebüssuûd)
فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَكُلُوا | yeyin |
|
2 | مِمَّا |
|
|
3 | رَزَقَكُمُ | size verdiği rızıktan |
|
4 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
5 | حَلَالًا | helal |
|
6 | طَيِّبًا | ve hoş (olarak) |
|
7 | وَاشْكُرُوا | ve şükredin |
|
8 | نِعْمَتَ | ni’metine |
|
9 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
10 | إِنْ | eğer |
|
11 | كُنْتُمْ | ediyorsanız |
|
12 | إِيَّاهُ | O’na |
|
13 | تَعْبُدُونَ | kulluk |
|
Halle حَلّ :
Kelimenin aslı düğümü çözmektir. حَلَلْتُ indim/kondum/konakladım demektir. Bunun aslı her ne kadar inerken yüklerin indirilmesi olsa da sonradan salt anlamda iniş için de kullanılmıştır. حَلِيل ise zevc/ kocadır. Bu ya her birinin diğeri için eteğini indirebildiğinden ya onunla beraber yaşamasından(konaklamasından) ya da birbirlerine helal oluşlarındandır. Son olarak Türkçede de kullanılan mahalle inme /konaklama yeridir. (Müfredat)
Helâl - Mübah Farkı : حَلال- مُباح Helal, mübah olduğu şeriat yoluyla bilinen şeydir. Oysa mübah konusunda şeriat itibara alınmaz. Pazarda yürümek mubahtır denir helaldir denmez. Helal haramın zıddı, mübah ise yapılması arzu edilmeyen davranış türü anlamına gelen mahzurun zıddıdır. Mübahın yapılması durumunda sahibine her hangi bir övgü yada kınama getirmeyen fiil diye tanımlanması caizdir. (Furuk-ul Lugavi)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 51 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri helal, mahal, mahalle, mahalli, halletmek, tahlil, hulle, hulûl (konma-varma), münhal ve inhilâldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Cedele جدل
:جِدالٌ çekişmek, tartışmak ve galip gelmeye çalışmak için yarışmak ya da rekabet etmektir. Kelimenin asıl kökeni ipin ilmeklerini sağlam bükmektir. Türkçede de kullandığımız cidalde bu köktendir; sanki tartışanların herbiri, diğerinin görüşünü ilmek ilmek çözmek istemektedir.(Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 29 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cedelleşme, mücadele, cedel ve cidaldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كنتم تعبدونه فكلوا من رزقه واشكروا نعمته (Eğer O’na kulluk ediyorsanız O’nun rızkından yiyin ve nimeti için O’na şükredin.) şeklindedir.
كُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte كُلُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
رَزَقَكُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ fail olup lafzen merfûdur.
حَلَالاً hal olup fetha ile mansubdur. طَيِّباً ikinci hal olup fetha ile mansubdur.
وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اشْكُرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نِعْمَتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir اِيَّاهُ mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تَعْبُدُونَ fiili كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. تَعْبُدُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ
فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle, takdiri إن أتاكم رزق الله [Eğer size Allah’ın rızkı gelirse] şeklinde olan mahzuf şartın cevabıdır. Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, başındaki harf-i cerle birlikte كُلُوا fiiline müteallıktır. Sılası رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ şeklinde mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
Müsnedün ileyhin ism-i celâlle marife olması, konunun önemini belirtir.
حَلَالاً mahzuf ikinci mef’ûlun hali veya mahzuf masdardan naib, mef’ûlu mutlak olarak mansubdur. طَيِّباًۖ kelimesi حَلَالاً ’in sıfatı veya ikinci haldir.
Aynı üslupla gelerek, …فَكُلُوا cümlesine atfedilen وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, نِعْمَتَ اللّٰهِ izafetinde, نِعْمَتَ kelimesinin Allah lafzına izafesi, onun tazimini ifade eder.
حَلَالاً - طَيِّباً ve نِعْمَتَ - رَزَقَكُمُ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, telezzüz, teberrük ve haşyet duygularını artırmak içindir. Bu tekrarda, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
Fasılla gelmiş istînâfiyyedir. اِنْ , gerçekleşme ihtimali zayıf olan durumlarda kullanılan şart harfidir.
كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi şart cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mansub munfasıl zamir اِيَّاهُ siyaktaki önemine binaen amili olan تَعْبُدُونَ ’ye takdim edilmiştir.
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberi muzari fiil olduğunda, genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Şartın cevabının önceki manadan anlaşılması sebebiyle hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; فكلوا من رزقه واشكروا نعمته [O’nun rızık olarak verdiklerinden yiyin ve O’nun nimetlerine şükredin.] şeklindedir.
Bu takdire göre mezkur şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
Kur'an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Eğer şartın öncesinde cevabın anlaşılmasını sağlayan bir ifade yer alırsa, cevap hazf edilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur'an)
وَاشْكُرُوا - تَعْبُدُونَ kelime grupları arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Bu ifade Kur'an’da 6 yerde geçmiştir. Buna iktibas diyoruz. Kur'an kendi sözünden alıntı yapmıştır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Bu kelam, temsilin neticesiyle bağlantılı olup onları o akıbetin benzerine sürükleyecek davranışlardan alıkoymaktadır. (Ebüssuûd)
اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
2 | حَرَّمَ | haram kıldı |
|
3 | عَلَيْكُمُ | size |
|
4 | الْمَيْتَةَ | ölüyü |
|
5 | وَالدَّمَ | ve kanı |
|
6 | وَلَحْمَ | ve etini |
|
7 | الْخِنْزِيرِ | domuz |
|
8 | وَمَا | ve şeyi |
|
9 | أُهِلَّ | kesilen |
|
10 | لِغَيْرِ | başkasının |
|
11 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
12 | بِهِ | adına |
|
13 | فَمَنِ | kim |
|
14 | اضْطُرَّ | mecbur kalırsa |
|
15 | غَيْرَ |
|
|
16 | بَاغٍ | saldırmadan |
|
17 | وَلَا | ve |
|
18 | عَادٍ | sınırı da aşmadan |
|
19 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
20 | اللَّهَ | Allah |
|
21 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
22 | رَحِيمٌ | esirgeyendir |
|
اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ
اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَلَیۡكُمُ car mecruru حَرَّمَ fiiline müteallıktır. ٱلۡمَیۡتَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الدَّمَ وَلَحْمَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la ٱلۡمَیۡتَةَ ’ye matuftur. الْخِنْز۪يرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl, atıf harfi وَ ‘la الْمَيْتَةَ ’ye matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُهِلَّ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لِغَيْرِ car mecruru اُهِلَّ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِه۪ car mecruru اُهِلَّ fiiline müteallıktır.
فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ
فَ atıf harfidir. مَنِ iki fiili cezm eden şart harfi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. اضْطُرَّ şart fiili olup fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
غَيْرَ hal olup fetha ile mansubdur. بَاغٍ muzâfun ileyh olup mahzuf ي üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Mankus isimdir.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir:
a. Merfu halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdirî îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. İrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَاغٍ kelimesi; sülâsî mücerred olan بغي fiilin ism-i failidir.
عَادٍ kelimesi; sülâsî mücerred olan عدو fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. عَادٍ muzâfun ileyh olup mahzuf ي üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Mankus isimdir.
فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Ta’liliyye olması da caizdir.İsim cümlesidir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ isimleri mübalağa sıygasındandır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّمَا ’daki مَا edatı, اِنَّ ’yi amelden düşüren ma-ül kaffe’dir. (Muhyiddin Derviş, İrab)
Hak Teâlâ, haram olanları (muharremâtı) bu surede bu dört şeye hasretmiştir. Çünkü bu ayet-i kerimenin başındaki اِنَّمَا hasr ifade etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
حَرَّمَ fiili tefil babındadır. Bu babın fiile kattığı asıl anlam teksirdir. Ayette bu anlam öne çıkmaktadır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْكُمُ, siyaktaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.
وَالدَّمَ ve وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ gibi الْمَيْتَةَ ’ye atfedilen müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın atıf sebebi, temâsüldür. Sılası olan اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. اُهِلَّ fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
غَيْرِ اللّٰهِ izafeti غَيْرِ ’nın tahkiri içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Haram kılınan şeyler birer birer sayılmıştır. حَرَّمَ fiilinde cem’, sayılanlarda taksim vardır.
Ayetteki Allah lafızlarında tecrîd vardır. Bu lafızların ve غَيْرِ ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الدَّمَ - لَحْمَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ
İstînâfa matuf olan cümlede فَ atıf harfi, şart harfi olan مَنِ mübtedadır. Haber konumundaki şart cümlesi اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
غَيْرَ hal, بَاغٍ onun muzâfun ileyhidir. Zaid nefy harfinin tekid ettiği عَاد , muzâfun ileyhe matuftur. Bu kelimelerin tenkiri, kıllet ve nev ifade eder.
Şartın cevabının önceki manadan anlaşılması sebebiyle hazfedilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; فلا إثم عليه [Ona günah yoktur.] şeklindedir.
Bu takdire göre mezkur şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda, haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Kur'an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Eğer şartın öncesinde cevabın anlaşılmasını sağlayan bir ifade yer alırsa, cevap hazf edilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur'an)
اضْطُرَّ fiili, اِفْتِعال babındadır. اِفْتِعال babının fiile kattığı, çaba göstermek, ortaya koymak anlamları ayette de mevcuttur.
Ayetin ikinci cümlesi şart ve cevap formundadır. Kim haddi aşmadan, tecavüz etmeden zor durumda kalırsa şartından sonra, “bunlardan yiyebilir” cevabının gelmesi beklenirken ayet, “Allah affedicidir, merhamet edicidir.” cümlesiyle devam etmiştir. Bu, üslub-u hakîm sanatıdır.
عَادٍ - بَاغٍ ve غَيْر - لَا kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Son cümle, önceki şartın mukadder cevabı için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır. غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin birinci, رَح۪يمٌ ikinci haberidir.
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlanan ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | تَقُولُوا | demeyin |
|
3 | لِمَا | ötürü |
|
4 | تَصِفُ | nitelendirmesinden |
|
5 | أَلْسِنَتُكُمُ | dillerinizin |
|
6 | الْكَذِبَ | yalan |
|
7 | هَٰذَا | şu |
|
8 | حَلَالٌ | helaldir |
|
9 | وَهَٰذَا | şu ise |
|
10 | حَرَامٌ | haramdır |
|
11 | لِتَفْتَرُوا | sonra uydurmuş olursunuz |
|
12 | عَلَى | karşı |
|
13 | اللَّهِ | Allah’a |
|
14 | الْكَذِبَ | yalan |
|
15 | إِنَّ | şüphesiz |
|
16 | الَّذِينَ | kimseler |
|
17 | يَفْتَرُونَ | uyduran(lar) |
|
18 | عَلَى | karşı |
|
19 | اللَّهِ | Allah’a |
|
20 | الْكَذِبَ | yalan |
|
21 | لَا |
|
|
22 | يُفْلِحُونَ | iflah olmazlar |
|
وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَقُولُوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَٓا ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte تَقُولُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَصِفُ merfû muzari fiildir. اَلْسِنَتُكُمُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْكَذِبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Mekulü’l-kavli هٰذَا حَلَالٌ ’dur. تَقُولُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsm-i işaret هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. حَلَالٌ haber olup lafzen merfûdur.
هٰذَا حَرَامٌ cümlesi atıf harfi وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur. müteallıktır.
لِ harfi, تَفْتَرُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
تَفْتَرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَى اللّٰهِ car mecruru تَفْتَرُوا fiiline müteallıktır. الْكَذِبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ’nin ismi olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَفْتَرُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَفْتَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَفْتَرُونَ fiiline müteallıktır. الْكَذِبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَا يُفْلِحُونَ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُفْلِحُونَ kelimesi ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’i fail olarak mahallen merfûdur.
يَفْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi فري ’dir. İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا harf-i cerle birlikte لَا تَقُولُوا fiiline müteallıktır. Masdar tevilindeki sılası olan تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
لَا تَقُولُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا حَلَالٌ cümlesi isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edileni belirlemek içindir.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde önceki masdar-ı müevvelden bedeldir. Bedel, ıtnâb babındandır.
الْكَذِبَ ’nin mansub olması لَا تَقُولُوا iledir, هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ da ondan bedeldir ya da قول kelimesi gizlenerek تَصِفُ ’ya mütealliktir. Yani وَلَا تَقُولُواالْكَذِبَۜ لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ demektir. Ya da لَا تَقُولُوا ’nun mef'ûlüdür. الْكَذِبَ de تَصِفُ ile mansubdur. Dillerini yalanla nitelemek konuşmalarının yalan olduğunu mübalağa etmek içindir. Sanki gerçek yalan meçhul idi de dilleri onu bu sözleriyle niteledi ve tanıttı. Bunun içindir ki bu tabir fasih kelam sayılmıştır. (Beyzâvî)
مَا 'nın ism-i mevsûl olması durumunda gerekli olan aid zamiri, karîne kâim olduğu için hazf edilmiştir. Bu; beliğ ve fasih bir kelamdır. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette, yalan vasıflar uydurmanın ne denli kötü olduğu الْكَذِبَۜ kelimesinin üç defa tekrarıyla vurgulanmıştır.
حَلَالٌ ile حَرَامٌ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
هٰذَا حَلَالٌ cümlesiyle, هٰذَا حَرَامٌ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
لِتَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ ibaresinde, iftira yalan demek olduğu için الْكَذِبَۜ kelimesinin tekrar ifade edilmesi, mübalağa için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْكَذِبَ - لِتَفْتَرُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَۜ
Cümle ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi olan لَا يُفْلِحُونَۜ , menfi muzari fiil cümlesi formunda gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
فْلِحُ , maksat ve gayeye vasıl olmak demektir. Buna göre لَا يُفْلِحُونَ tabirinin manası, “O kimse sa’y u gayretinde başarıya ulaşamaz; gayesinde başarıya ulaşamaz. Aksine onun eli boşa çıkar ve hüsrana uğrar.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
لِتَفْتَرُوا - يَفْتَرُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اللّٰهِ - الْكَذِبَۜ - هٰذَا kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Son cümlede, Allah'a iftira edenlerin kurtuluşu olmayacağı kesin bir dille ifade edilmiştir. اِنَّ ile tekid, müsnedin muzari fiil olarak gelmesiyle hükmün takviye edilmesi, teceddüt ve istimrar ifade edişi, felah bulmayacaklarının işaretleridir.مَتَاعٌ قَل۪يلٌۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
مَتَاعٌ قَل۪يلٌۖ
İsim cümlesidir. مَتَاعٌ mahzuf mukaddem haberin muahhar haberidir. Takdiri; لهم متاع (Onlara az bir faydalanma vardır.) şeklindedir.
قَل۪يلٌ kelimesi مَتَاعٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.
وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatı olup merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَتَاعٌ قَل۪يلٌۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Cümle ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَتَاعٌ mahzuf mukaddem haberin muahhar mübtedasıdır. Cümlenin takdiri, لهم متاع قَل۪يلٌۖ [Onlara az bir faydalanma vardır.] şeklindedir. Bu takdire göre mahzuf haberle birlikte cümle, faide-i haber, ibtidai kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
قَل۪يلٌ , mübteda için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Makabline وَ ’la atfedilen وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan عَذَابٌ ‘un nekre gelişi bu azabın tasavvur edilemez nitelikte olduğuna işarettir.
Ayet-i kerimede haber olan لَهُمْ cümlesi, mübtedadan sonra gelmesi gerekirken hasr ifade edebilmek için mübteda olan عَذَابٌ اَل۪يمٌ ’dan önce gelerek, لَهُمْ maksûrun aleyhi, عَذَابٌ اَل۪يمٌ ise maksûr olmuştur. Yani elem verici azabın onların işlemiş oldukları günaha göre tam tamına uygun olarak onlara özel olarak hazırlandığını ifade etmiştir. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Suresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)
Âşûr ise bu takdimin ihtimam sebebiyle olduğu görüşündedir.
اَل۪يمٌ ’le sıfatlanması, bu anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
عَذَابٌ - اَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُۚ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَعَلَى | ve |
|
2 | الَّذِينَ | olanlara da |
|
3 | هَادُوا | Yahudi |
|
4 | حَرَّمْنَا | haram kılmıştık |
|
5 | مَا |
|
|
6 | قَصَصْنَا | anlattıklarımızı |
|
7 | عَلَيْكَ | sana |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | قَبْلُ | bundan önce |
|
10 | وَمَا | değildik |
|
11 | ظَلَمْنَاهُمْ | onlara zulmediyor |
|
12 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
13 | كَانُوا | ediyorlardı |
|
14 | أَنْفُسَهُمْ | onlar kendilerine |
|
15 | يَظْلِمُونَ | zulm |
|
وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُۚ
وَ istînâfiyyedir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, عَلَى harf-i ceriyle birlikte حَرَّمْنَا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası هَادُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
هَادُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
حَرَّمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası قَصَصْنَا عَلَيْكَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
قَصَصْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْكَ car mecruru قَصَصْنَا fiiline müteallıktır. مِنْ قَبْلُ car mecruru قَصَصْنَا fiiline müteallıktır. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
قَبْلَ ve بَعْدَ kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَرَّمْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. ظَلَمْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir.
Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُٓوا’nun dahil olduğu cümle isim cümlesidir. كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ kelimesi يَظْلِمُونَ fiilinin mukaddem mef‘ûlu olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَظْلِمُونَ fiili كَانُٓوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. يَظْلِمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُۚ
وَ istînâfiyyedir. Mazi fiil sıygasında gelen cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin amili حَرَّمْنَا ’dır. Car mecrur, önemine binaen amiline takdim edilmiştir. Bu, takdim-tehir sanatıdır. Îrabdan mahalli olmayan sılası هَادُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
حَرَّمْنَا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Menfi mazi fiil sıygasında gelen وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ cümlesindeki وَ , atıf veya haliyyedir. Cümle, ya istînafiyyeye matuf ya da حَرَّمْنَا fiilinin failinden haldir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ظَلَمْنَاهُمْ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
İstidrak harfinin dahil olduğu وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ cümlesi, وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
كَان ’nin haberi يَظْلِمُونَ şeklinde muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كان ’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidi, Vakafat, s. 112)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اَنْفُسَهُمْ , amili olan يَظْلِمُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Zulüm, Allah’a değil nefislerine hapsolmuştur. Onlar Allah’ın nimetlerini tanımayıp küfür ve inatları sebebiyle sadece nefislerine zulmetmişlerdir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 607)
مَا ظَلَمْنَاهُمْ - يَظْلِمُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
Önceki cümledeki muhatap zamirinden, son cümlede cemi gaib zamire iltifat vardır.
وَمَا ظَلَمُونَا cümlesi ile وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
Ayette farklı konumdaki iki مَا arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
Bu kelam, haram kılınmak konusunda Yahudiler ile diğer ümmetler arasındaki farka dikkat çekmektedir. (Ebüssuûd)
Kıyamet gününde herkes sadece kendisiyle uğraşacak, yalnız kendisini savunacaktır.
Emniyet ve bolluk çok büyük nimetlerdir. Allah bunları mümin kullarına lütfeder.
Korku ve açlık ise oldukça zor ve büyük musibetlerdir. Allah bunlarla kafirlerden intikam alır.
Bir şelale varmış. Yerliler, adına ‘Nasihat Şelalesi’ dermiş. Zira, su sesi çıkarmak yerine, kendisini dinleyenlere nasihatler verirmiş. Nefsini toparlamak için gidenler olduğu gibi, gerçekliğinden emin olmak ya da sadece merakından gelenler de olurmuş.
Düzenli olarak şelaleye giden bir genç varmış. Nasihatleri not alır, sonrasında üzerinde düşünürmüş ve aklında kalması için başkalarına da anlatırmış. Burası onun için manzarasıyla kafasını dinlendirdiği ama söylenenlerle nefsini de terbiye etmek umuduyla geldiği bir yermiş.
Bugün de her zamanki yerine oturup, şelalenin sözlerinin kalbine yerleşmesi sonra da Allah’ın izniyle ömrüne işlenmesi duasıyla kulak kesilmiş:
“Ey insan! İstediğini elde edene dek aklından çıkarmazsın. Kavuştuğunda ise sözünün aksine şükrünü kısa tutarsın. Ahiret nimetlerini aklına getirmeden, dünya nimetleriyle -geçiciliğini unuturcasına - oyalanır durursun.
Ey insan! Eğer yaşadığın hayatın sınırlarını doğru çizersen: haram az, helal ise çoktur. Rabbinin rahmetine giden yolları, şüphesiz azabına ve gazabına gidenlerden daha çoktur. Yeter ki, hangisinde yürümek istediğine karar ver.
Ey insan! Rabbinin; helal kıldığını sev ama ölçülü sev. Verdiği dilinle konuş ama susmasını da bil. Dünya için çalış ama mahşerdeki halini hesaplayarak yaşa. Allah’tan ümidi kesme ama O’nun katındaki yerini ve haddini bil.
Ey insan! Gittiğin her yerde ve bulunduğun her halde; şükrünü, istiğfarını ve duanı bol tut. Gün içerisinde defalarca kalbinle, hareketlerinle ve dilinle; hamd edenlerden, af dileyenlerden ve her isteğini Rabbine arz edenlerden olasın.”
Ey Ğafûr ve Rahîm olan Allahım! Bizi; nankörlüğünden dolayı elindekileri kaybedenler gibi; geçici menfaatler uğruna yanlış adımlar atan ve yanlış kararlar alanlar gibi olmaktan koru. Bizi; gerektiğinde susanlardan ve doğru zamanda doğruyu konuşanlardan; bilmediğinde dürüst olanlardan ve doğrusunu öğrenmeye çabalayanlardan; helal kıldıklarına hamd edenlerden ve haram kıldıklarından uzak duranlardan; şükür, tövbe ve zikir ile kalbiyle ömrünü temiz tutanlardan ve huzuruna rızanı kazanmış olarak çıkanlardan eyle.
Amin.
***
Bulunduğu anı, Allah rızası için değerlendirmek yerine nefsi için yaşamaya odaklanan kişinin; helal nimetlerden faydalanmak ile haksızlığa bulaşmak arasındaki çizgisi çok incedir. Zira istediğini elde etmeye alıştırılmış bir nefsin zorluk algısı değişmiştir ve böylelikle tahammül seviyesi de düşmüştür. İşte bu yüzden aslında, kişinin heveslerine göre sınırlar çizip sonra onları devamlı olarak ihlal etmesindense; Allah’ın çizdiği sınırlara göre yaşamak çok daha kolaydır.
Allah’ın sınırlarından uzaklaşan biri, hayatı kendisine daha da zorlaştırır ve yükünü ağırlaştırır. Yeryüzündeki geçici anları yaşamalıyım hevesiyle hareketlenen kişinin özgürlüğü kısıtlıdır. Zira dünyalıklara olan bağımlılığı giderek artmaktadır. İşte bu bağımlılıklarından dolayı çareyi haksızlıklara bulaşmakla arar. Ruhuna, kalbine, aklına, bedenine, sevdiklerine ve malına haksızlıklar yapar. Dünyalık bir nimetin varlığında ya da yokluğunda aşırıya kaçar. Sanki devamlı, olmayacak bir kontrolü sağlama çabasındadır.
Günümüzde ‘stres’ ifadesi sık sık kullanılmaktadır. Öyle ki her sıkıntılı taşın altında yatandır. Stresin asıl kaynağı genellikle dünyaya olan bağlılıktır. Dünya sevgisini kestirip atmak kolay değildir ve zaten kararında olup şükürle süslendiği zaman kişi için faydalıdır. Buradaki denge kalbi Allah sevgisiyle ve O’nun sevdiklerinin sevgisiyle doldurmakla sağlanır. Allah’ı ve O’nun kelamını, dinini, Rasulunu tanıyarak ve severek; dünyalıklara biçilen değerler aşırılıklardan uzaklaşır. Böylelikle faydasız sevgiler kalbi terk eder.
Ey Allahım! Kendi ellerimizle dünyadaki hayatımızı daha da zorlaştırmaktan ve yükümüzü ağırlaştırmaktan muhafaza buyur. Kulların için çizdiğin sınırlara güvenenlerden ve samimi bir teslimiyet ile emirlerine itaat edenlerden eyle. Rızanın olmadığı aşırılıkları terk edenlerden ve huzuru doğru yerlerde arayanlardan eyle. Hevesleri için anı yaşayanlardan değil, Sana daha da yaklaşmak umuduyla rızanı gözeterek bulunduğu anı doğru şekilde değerlendirmesini bilenlerden eyle.
Rabbim! Bizden razı ol. Günahlarımızı af eyle. Bizi katındaki hakiki huzura kavuşan ve kurtuluşa eren salih kulların arasına kat.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji