خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ
خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ
Fiil cümlesidir. خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْاِنْسَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ نُطْفَةٍ car mecruru خَلَقَ fiiline müteallıktır.
فَ atıf harfidir. اِذَا isim cümlesine dahil olduğunda mufacee harfi olur. “Birdenbire, aniden” anlamı verir.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَص۪يمٌ haber olup lafzen merfûdur.
مُب۪ينٌ kelimesi خَص۪يمٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.
مُب۪ينٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ cümlesi istînâfa فَ ile atfedilmiştir. Cümleye dahil olan اِذَا, mufacee harfidir. Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مُب۪ينٌ kelimesi خَص۪يمٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ (Apaçık aşırı düşman) lafızları mübalağa ifade eden kalıplardandır. (Safvetü't Tefasir)
الْاِنْسَانَ ’deki marifelik, bilinen cinsi ifade eder. Ahd-i zihnîdir. (Âşûr)
نُطْفَةٍ ’deki tenvin azlık ve tahkir için olabilir.
اِذَا harfi isim cümlesinin önüne geldiğinde mufacee harfi olur. Yani ‘birdenbire, bir de bakarsın ki…’ anlamına gelir. فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ cümlesindeki فَ takip ifade eder. İnsanın, nutfenin yaratılmasından hemen sonra hasım oluşu, onun daha sonraki haline işaret eder. Kevniyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Aynı Yusuf’un (as) kıssasındaki “Kendimi şarap sıkarken görüyorum.” sözü gibi. (Muhyiddin Derviş, Îrab)
Düşünmeli ki bir nutfe, bir sperma damlası ne kadar değersiz bir sıvı, ne güçsüz ve zayıf bir şeydir ve ondan bir insan yaratmak ne büyük bir kudrettir. Maddesine bakınca böyle bir damla sümükten oluşan insan, yalnız yüce Allah'ın kudretiyle Allah'ın ona üfürdüğü ruh ile duyu ve irade, konuşma ve fikirlerini açıklamaya sahip kuvvetli bir insan kılığına girer de bir de ne bakarsın o, bir damla spermadan yaratılan mahluk apaçık bir mücadeleci kesilir. Kendini savunma yolunda çok konuşan bir tartışmacı ve mücadeleci haline gelir. Veya aslını unutur da yaratıcısına karşı bile açık bir düşman olur. Ona karşı ortak koşmaya, mantık ve felsefeden bahsetmeye kalkışır. Ve bundan dolayı bütün bu âlemde haksızlık yalnız insanlarda bulunur. Ve onun içindir ki uyarı emri de insanlara yönelir. (Elmalılı)
Felekler ve yıldızlardan sonra maddelerin en kıymetlisi insandır. Binaenaleyh Allah Teâlâ, hakîm bir ilahın varlığına, feleklerin kütlelerini delil getirince, bunun peşinden aynı şeye, insanın yaratılışını da delil olarak zikretmiştir.
Bil ki insan, beden ve ruhtan meydana gelmiştir. O halde Allah'ın “İnsanı bir damla sudan yarattı. O buyruğu hakîm bir yaratıcının varlığına, insanın bedeniyle; “(Böyle iken) bakarsın ki o, apaçık bir hasım kesilmiştir.” ifadesi de böyle bir yaratıcının varlığına insanın halleriyle istidlalde bulunmaya bir işarettir.
Bunu şu şekilde izah edebiliriz: Nutfenin, gerek maddi gerekse müşahedeye göre parçaları birbirine benzeyen bir madde olduğunda şüphe yoktur. Ancak ne var ki bazı tabipler, onun parçalarının gerçekte farklı olduğunu söylemektedirler. Bu böyledir, zira nutfe, dördüncü hazımın neticesinden meydana gelmektedir. Çünkü gıdanın, midede bulunması ilk hazım; ciğerde bulunması ikinci hazım; damarlara geçmesi üçüncü hazım, diğer organlara geçmesi ise dördüncü hazımdir. İşte bu noktada, bir kısım gıdalar, kemiklere geçer ve o kemikte, eşsiz bir tabiat harikası meydana gelir. Et, sinir, damar ve diğerleri hakkındaki sözümüz de aynıdır. Şehvet tahrik olunduğunda, bedeni istila eden o hareket esnasında bütün uzuvlardan bir sıvı çıkar gelir ki işte nutfe budur. Böyle olması halinde nutfe, parçaları ve cüzleri farklı farklı olan bir madde olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)