خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ
Fiil cümlesidir. خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.
الْاَرْضَ atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. بِالْحَقّ car mecruru خَلَقَ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır.
تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ
تَعَالٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. مَا müşterek ism-i mevsûlu, عَنْ harf-i ceriyle birlikte تَعَالٰى fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يُشْرِكُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُشْرِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُشْرِكُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ lafzından sonra الْاَرْضَ ’ın zikri umumdan sonra husus babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü السَّمٰوَاتِ, tağlib yoluyla الْاَرْضَ ’ı da kapsamaktadır.
خَلَقَ - الْحَقّ kelimeleri arasında ise cinas-ı nakıs sanatı vardır.
Önceki ayetteki müfret mütekellim zamirinden, bu ayette gaib zamire iltifat edilmiştir.
تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَّا, harfi-cerle birlikte تَعَالٰى ’ya müteallıktır. Sılası olan يُشْرِكُونَ, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Allah Teâlâ, göklerin ve yerin hâdis olduğuna dair yaratıp takdir etme ile hüccet getirince, bunun hemen peşinden “O, eş tutmakta oldukları şeylerden yücedir.” buyurmuştur. Bununla şu kastedilmiştir: Göklerin ve yerin kadîm olduğunu söyleyenler, sanki, Allah'ın ezelî ve kadîm olma vasfında müşterek olan bir şeriki, Allah'a ortak koşmuşlardır. Bu sebeple Cenab-ı Hak kendisini bundan tenzih etmiş ve kendisinden başka kadîm bulunmadığını beyan buyurmuştur. Bu izahımızla surenin başındaki, “O, onların eş tutmakta oldukları şeylerden münezzehtir.” (Nahl Suresi, 1) ifadesinden elde edilmek istenen mananın, burada bu kelimenin zikredilmesinden elde edilmek istenen manadan başka olduğu ortaya çıkmış olur. Çünkü bu ifadenin burada zikredilmesinin maksadı, “Putların, azabı kendilerinden def etme hususunda, o kâfirlere şefaatçi olabileceğini" söyleyen kimselerin görüşünü iptal etmektir. Yine bundan maksat, maddelerin kadîm, göklerin ve yerin ezelî olduğunu söyleyenlerin görüşünü iptal etmektir. Böylece Allah Teâlâ ezeliyet ve kadîm oluşta, başkasını kendisine ortak koşmaktan kendisini tenzih etmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)