Nahl Sûresi 3. Ayet

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ  ...

Allah, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden yücedir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَلَقَ yarattı خ ل ق
2 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
3 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
4 بِالْحَقِّ hak ile ح ق ق
5 تَعَالَىٰ yücedir ع ل و
6 عَمَّا -ndan
7 يُشْرِكُونَ ortak koştukları- ش ر ك
 
Sûrenin ilk âyetinde yüce Allah’ın, putperestlerce ileri sürülen ortaklardan münezzeh olduğu, 2. âyetinde O’ndan başka tanrı bulunmadığı ifade buyurulduktan sonra 18. âyete kadar olan bölümde de bu gerçeği kanıtlamak üzere O’nun varlığının, birliğinin ve yaratıcı kudretinin bazı delilleri gösterilmekte, insanın yararlanmakta olduğu ilâhî lutuf ve nimetler hatırlatılmakta, nimetin sahibini tanıyıp O’na şükretmek gerektiği uyarısında bulunulmaktadır. 
 Tasavvuf ve felsefe kültüründe “büyük âlem” denilen yer ve göklerle “küçük âlem” denilen insanın yaratılması ve yaratılış keyfiyeti, insanı kuşatan canlı ve cansız tabiatın ona yararlı olacak şekilde nimet ve imkânlarla donatılması hep Allah’ın varlığına ve hikmetli yaratıcılığına delâlet etmektedir. 8. âyette Allah’ın, burada sayılanlar dışında, o günkü insanların veya her devirde yaşayanların bilmedikleri daha başka şeyler de yaratmakta olduğu ifade edilmek suretiyle hem yaratılışın akıp giden bir süreç olduğu belirtiliyor hem de insanlarda, gördükleriyle yetinmeyip tabiatın gizliliklerini keşfetme merakı uyandırılması hedefleniyor, bu keşiflerin Allah inancının gelişip güçlenmesine katkıda bulunacağına işaret ediliyor.
 Yeryüzünde insandan başka hiçbir varlık Allah’a karşı gelme gücüne ve özgürlüğüne sahip değildir. Bu sebeple 3. âyette insanın yaratılış sürecine dikkat çekilerek (bu hususta geniş bilgi için bk. Mü’minûn 23/12-14), “bir damla su”dan, bir spermden yaratılan insanın, yaratanına karşı çıkacak kadar irade ve eylem gücüyle, özgürlüğüyle donatıldığına, “alelâde bir nesne iken böylesine yüksek ve şerefli bir düzeye ulaşması”na (Râzî, XIX, 226); bunun da ilim ve hikmet sahibi yüce yaratıcının varlığı, birliği ve ulu kudretinin delili olduğuna dikkat çekilmesi son derece anlamlıdır. 
Müfessirler, 5 ve 6. âyetlerde, diğer maddî ve psikolojik faydaları yanında bilhassa tüylerinden, sütlerinden ve etlerinden istifade edilmek üzere yaratıldığı bildirilen ve en‘âm kelimesiyle ifade edilen hayvanların koyun, keçi, sığır ve deveden ibaret olduğunu belirtirler. 8. âyette ise at, katır ve eşek cinsinin diğerlerinden ayrı zikredilmiş; bunların taşıma aracı ve ziynet olarak yaratıldığı bildirilirken etlerinden ve sütlerinden söz edilmemiştir. Bazı fakihler bu ifadeleri de dikkate alarak, bu üç hayvanın etlerinin ve sütlerinin haram olduğunu belirtmişlerdir. Ancak âlimlerin çoğunluğu bu âyetlerin Allah’ın yaratıcılığı ve nimetleriyle ilgili olduğu, buradan hareketle etleri yenen ve yenmeyen hayvanlar hakkında hüküm çıkarmanın isabetli olmayacağı kanaatindedirler (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1145 vd.; Râzî, XIX, 229-230; İbn Âşûr, XIV, 107-110).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 379-380
 

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ

 

Fiil cümlesidir.  خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

السَّمٰوَاتِ  mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

الْاَرْضَ  atıf harfi  وَ la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.  بِالْحَقّ  car mecruru  خَلَقَ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır.


تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

تَعَالٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَعَالٰى  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يُشْرِكُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يُشْرِكُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ  lafzından sonra  الْاَرْضَ ’ın zikri umumdan sonra husus babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü  السَّمٰوَاتِ, tağlib yoluyla  الْاَرْضَ ı da kapsamaktadır.

خَلَقَ - الْحَقّ  kelimeleri arasında ise cinas-ı nakıs sanatı vardır.

Önceki ayetteki müfret mütekellim zamirinden, bu ayette gaib zamire iltifat edilmiştir.


 تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَّا, harfi-cerle birlikte تَعَالٰى ’ya müteallıktır. Sılası olan  يُشْرِكُونَ, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. 

Allah Teâlâ, göklerin ve yerin hâdis olduğuna dair yaratıp takdir etme ile hüccet getirince, bunun hemen peşinden “O, eş tutmakta oldukları şeylerden yücedir.” buyurmuştur. Bununla şu kastedilmiştir: Göklerin ve yerin kadîm olduğunu söyleyenler, sanki, Allah'ın ezelî ve kadîm olma vasfında müşterek olan bir şeriki, Allah'a ortak koşmuşlardır. Bu sebeple Cenab-ı Hak kendisini bundan tenzih etmiş ve kendisinden başka kadîm bulunmadığını beyan buyurmuştur. Bu izahımızla surenin başındaki, “O, onların eş tutmakta oldukları şeylerden münezzehtir.” (Nahl Suresi, 1) ifadesinden elde edilmek istenen mananın, burada bu kelimenin zikredilmesinden elde edilmek istenen manadan başka olduğu ortaya çıkmış olur. Çünkü bu ifadenin burada zikredilmesinin maksadı, “Putların, azabı kendilerinden def etme hususunda, o kâfirlere şefaatçi olabileceğini" söyleyen kimselerin görüşünü iptal etmektir. Yine bundan maksat, maddelerin kadîm, göklerin ve yerin ezelî olduğunu söyleyenlerin görüşünü iptal etmektir. Böylece Allah Teâlâ ezeliyet ve kadîm oluşta, başkasını kendisine ortak koşmaktan kendisini tenzih etmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)