Nahl Sûresi 48. Ayet

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ  ...

Allah’ın yarattığı şeyleri görmüyorlar mı? Onların gölgeleri Allah’a secde ederek ve tevazu ile boyun eğerek sağa ve sola dönmektedir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَرَوْا görmediler mi? ر ا ي
3 إِلَىٰ
4 مَا şeyleri
5 خَلَقَ yarattığı خ ل ق
6 اللَّهُ Allah’ın
7 مِنْ
8 شَيْءٍ her şeyden ش ي ا
9 يَتَفَيَّأُ döndüğünü ف ي ا
10 ظِلَالُهُ gölgelerinin ظ ل ل
11 عَنِ
12 الْيَمِينِ sağdan ي م ن
13 وَالشَّمَائِلِ ve soldan ش م ل
14 سُجَّدًا secde ederek س ج د
15 لِلَّهِ Allah’a
16 وَهُمْ ve onlar
17 دَاخِرُونَ sürünerek د خ ر
 
Sözlükte secde terimi hem müminlerin namazda yaptıkları gibi, “Allah’a şuurlu ibadet” hem de “Allah’ın iradesine boyun eğip teslim olma (inkıyad) hali” anlamında kullanılır. Bir sonraki âyette canlılardan ve meleklerden söz edilmesine bakılırsa 48. âyetin metninde geçen “mâ” kelimesiyle cisimler kastedilmiş olmalıdır, o halde bu âyetteki secde kelimesi ikinci anlamda kullanılmıştır.
 Burada tabiatın ilâhî iradeye boyun eğişine bir örnek olmak üzere basit bir olay gibi görünen gölgenin hareketine dikkat çekilmektedir. Kâinattaki bütün oluşlar Allah’ın iradesine bağlıdır; cisimlerin gölgesinin daimî bir değişme içinde olması da bu iradenin tabiata müdahalesinin sürekliliğini kanıtlayan, herkesin görüp durduğu en ilginç örneklerden biridir. Tabiat kanunları dediğimiz düzenli sebep-sonuç ilişkileri Allah’ın özgür iradesiyle işlettiği yasalardır; yoksa tabiat kendi kendine yasalar koyan bilinçli, iradeli bir güç değildir. Esasen dış dünyada tabiat diye ayrı, bağımsız, gerçek bir varlıktan değil, sadece tek tek varlıklardan söz edilebilir; tabiat ise bu varlıkların tamamı için kullanılan isimden, kelimeden başka bir şey değildir. Şu halde var olmayan bir şeye fiil ve yaratma gibi etkinlikler de isnat edilemez. Bu durumda gölgeyi sürekli hareket halinde bulunduran sonsuz güç, diğer bütün olayları da kesintisiz sürdürmekte, bütün oluş ve bozuluş (kevn ve fesad) bu iradeyle gerçekleşmektedir. İşte hakiki iman budur; yoksa Mekke müşriklerinin putları Allah’a ortak tanıması –bir Allah inancı söz konusu olsa bile– O’nun yanında başka güçler tanıyıp o güçlere Allah’ı, O’nun iradesini ve gücünü dışlayan işlevler yüklemesi makbul bir Allah inancı değildir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 405
 

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ

 

 

Hemze istifham harfi,  وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَرَوْا  fiili  نْ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  اِلٰى  harf-i ceriyle birlikte  يَرَوْا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ اللّٰهُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

مِنْ شَيْءٍ  car mecruru mahzuf aid zamirinin haline müteallıktır.

يَتَفَيَّؤُ۬ا  cümlesi  شَيْءٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَفَيَّؤُ۬ا  merfû muzari fiildir.  ظِلَالُهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَنِ الْيَم۪ينِ  car mecruru  يَتَفَيَّؤُ۬ا  fiiline müteallıktır.  الشَّمَٓائِلِ  kelimesi atıf harfi وَ  ’la  الْيَم۪ينِ matuftur.

سُجَّداً  kelimesi  ظِلَالُهُ ’nun hali olup lafzen mansubdur. 

لِلّٰهِ  car mecruru  سُجَّداً ’e müteallıktır.

وَهُمْ دَاخِرُونَ  cümlesi hal olarak mansubdur. وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  دَاخِرُونَ  haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.  دَاخِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan دخر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَفَيَّؤُ۬ا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  فيأ ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham harfi hemze, inkârî manadadır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikaz ve azarlama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

اَوَلَمْ يَرَوْا  [Görmediler mi…] istifham-ı inkarîdir. Yani; ‘görmemiş olamazlar, muhakkak gördüler’ anlamındadır.

Bu ayetteki istifhamı Beyzâvî şöyle izah eder: “Ayette atıf harfi olan  وَ ’dan önce gelen istifham edatı hemze, inkâr anlamı içermektedir. Yani onlar (kâfirler) mutlaka bu gibi nesnelerin benzerlerini görmüşlerdir. O halde onlara ne oluyor da Allah’ın sonsuz güç ve kuvveti kendileri için görünür bir hal alsın ve böylece Allah’tan korksunlar diye bu nesneler (yaratıklar) üzerinde düşünmüyorlar?” (Süleyman Gür, Kādî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

Cümlenin menfi muzari fiil sıygasında gelmesi hudûs, teceddüt ve medih makamı sebebiyle istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl,  اِلٰى  harfiyle birlikte  يَرَوْا  fiiline müteallıktır. Sılası olan  خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَيْءٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ  cümlesi  شَيْءٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Sübut ifade eden isim cümlesi  وَهُمْ دَاخِرُونَ, akıllı menziline konulan  ظِلَالُهُ  için haldir. Çünkü secde akıllıların vasfıdır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

الْيَم۪ينِ  (Sağ) ile  الشَّمَٓائِلِ  (sol taraflar) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ  ibaresi istiaredir. Çünkü bununla gölgelerin bir yerden bir yere dönmesi kastedilmiştir. Oysa gerçekte gölgeler dönmez ve hareket etmez. Gölgelerin üstüne güneş vurur, böylece gölge kaymış gibi olur. Güneşin ayrıldığı yerlerde de gölgeler önceki haline dönerler. Şu halde gölgeler aslında oldukları gibi kalmakta olup asıl yer değiştiren şey gölgelerin üstüne vuran güneştir. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

Zeccâc der ki: Bu ayet cismin secde etmesini kastetmektedir. Cismin secde etmesi ise emre itaat etmesi ve ilâhi sanatın etkilerinin görülmesi demektir. Bu da bütün cisimler hakkında umumidir. (Kurtubî)

Ayetteki  ظِلَالُهُ  kelimesinde  ظِلَالُ  müfred olan  هُ  zamirine muzâf kılınmıştır ki bu aslında, “Onun gölgesi” manasında değil, “gölgeli” manasınadır. Bu şekilde muzâf kılış, güzel ve yerinde olmuştur. Çünkü bu zamirin ait olduğu, “Allah'ın yarattığı her bir şey” tabirindeki  مَا  edatı, lafzen müfred ise de mana bakımından çoğuldur. (Fahreddin er-Râzî)

يَتَفَيَّؤُ۬ا  fiili,  فَيْء  masdarından, tefe'ul vezninde bir fiildir, Arapçada güneşin ışığının gölgeyi yok ettikten sonra tekrar geri gelip döndüğünde, gölge hakkında “Gölge geldi” denir,  فَيْء  aslında dönmek, geri gelmek manasınadır. Îlâ yapan kişinin hanımına dönmesi manasında  فَيْء  denilmesi de bu manadadır. Gayr-ı müslimlerin mallarından Müslümanların eline geçen şeylere  فَيْء  denmesi de o malların Müslümanlara dönmesinden dolayıdır. Hakk Teâlâ'nın “Onlardan, Allah'ın, Resulüne verdiği  فَيْء…” (Haşr Suresi, 7) ayetindeki  فَيْء ’de bu manadadır. Binaenaleyh bütün bunların esası, “dönme” manasına dayanır. (Fahreddin er-Râzî)

مَا  edatı mevsûledir, müphemdir, açıklaması da  يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ  [gölgeleri döner] kavlidir yani  “Dönen gölgeleri olan şeylere bakmadılar mı?” demektir.  عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ  [Sağdan ve sollardan] sağlarından ve sollarından demektir ya da her birinin iki tarafından demektir. İnsanın sağından ve solundan, istiare ile alınmıştır.  الْيَم۪ينِ ’in tekil olup  الشَّمَٓائِلِ ’in çoğul olması lafız ve mana itibariyledir. Mesela,  ظِلَالُهُ ’daki zamirin tekil ve  سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ  kavlinde cemi olması gibi.

الْيَم۪ينِ  ile الشَّمَٓائِلِ  kelimeleri arasında müfred ve cemi şeklinde güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ  ifadeleri  ظِلَالُهُ ’daki zamirden haldir. Secdeden maksat teslim olmaktır, ister tabiatıyla olsun isterse iradesiyle olsun.  سجدت النخلة  denir ki hurma ağacının meyve yükünden eğilmesini ifade eder. Ya da  سُجَّداً  kelimesi  ظِلَالُ ’dan hal’dir,  وَهُمْ دَاخِرُونَ  ise zamirden haldir. (Beyzâvî)

44. ayet  يَتَفَكَّرُونَ  (Düşünürler) 45. ayet,  يَشْعُرُونَ   (Bilirler), 48. ayetteki  دَاخِرُونَ  (Küçülerek boyun eğenler) kelimeleri arasında seci vardır. (Safvetu't Tefasir)

ظِلَالُ  (gölgeler), akıllılar cinsinden değildir,  bunun hali olan  دَاخِرُونَ  kelimesi, vâv-nûn ile (yani cemi müzekkeri salim sıygası üzere) cemi olarak gelmiştir. “Çünkü Allah Teâlâ, onları itaat eden, boyun eğen, zelil olan diye vasfedince sanki akıllı varlıklara benzetmiş oldu.” (Fahreddin er-Râzî)

Ayette,  الْيَم۪ينِ (sağ) lafzının müfred,  الشَّمَٓائِلِ (sollar) lafzının ise cemi olarak getirilmesindeki hikmet şudur;  الْيَم۪ينِ (sağ) lafzı müfred getirilmiş ama cemi manası murad edilmiştir. Araplar, iki cemi sıygayı peşpeşe getirmek istediklerinde, birini müfred ikincisini cemi olarak getirirler. Mesela, [(Allah) zulümatı ve nuru yarattı. (Enam Suresi, 1)] ve [Allah onların kalplerini ve kulağını mühürledi. (Bakara Suresi, 7)] ayetlerinde olduğu gibi.  الْيَم۪ينِ (sağ) lafzını, “doğu” manasına aldığımızda, güneşin doğusu olan o nokta, tek olmuş olur. Dolayısı ile  الْيَم۪ينِ  tek olur.  الشَّمَٓائِلِ  lafzı ise gölgelerde, yeryüzüne düştükten sonra meydana gelen çeşitli değişiklikleri ifade eder. Bu değişiklikler çoktur. İşte bundan ötürü Allah Teâlâ, bunu cemi sıygası ile getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)