وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّهُ | Allah |
|
2 | جَعَلَ | yaptı |
|
3 | لَكُمْ | sizin için |
|
4 | مِمَّا |
|
|
5 | خَلَقَ | yarattıklarından |
|
6 | ظِلَالًا | gölgeler |
|
7 | وَجَعَلَ | ve var etti |
|
8 | لَكُمْ | sizin için |
|
9 | مِنَ |
|
|
10 | الْجِبَالِ | dağlarda |
|
11 | أَكْنَانًا | oturulacak barınaklar |
|
12 | وَجَعَلَ | ve var eyledi |
|
13 | لَكُمْ | sizin için |
|
14 | سَرَابِيلَ | elbiseler |
|
15 | تَقِيكُمُ | sizi koruyan |
|
16 | الْحَرَّ | sıcaktan |
|
17 | وَسَرَابِيلَ | ve elbiseler |
|
18 | تَقِيكُمْ | sizi koruyan |
|
19 | بَأْسَكُمْ | savaşınızda |
|
20 | كَذَٰلِكَ | böyle |
|
21 | يُتِمُّ | tamamlıyor |
|
22 | نِعْمَتَهُ | ni’metini |
|
23 | عَلَيْكُمْ | size |
|
24 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki siz |
|
25 | تُسْلِمُونَ | teslim (müslüman) olursunuz |
|
Yer çekimine rağmen boşlukta durmayı başaran kuşlar aslında Allah’ın başka bir yasasına boyun eğmektedirler. İnsanların meskenlerde barınması; soğuğa, sıcağa vb. olumsuz tabiat şartlarına karşı korunmak için ihtiyaç duyduğu şeyleri gerek tabiatta hazır bularak gerekse Allah’ın en büyük ihsanı olan kendi zihinsel yetenekleri ve becerileriyle kullanışlı hale getirerek elde etmesi de, hep O’nun tabiatta işlettiği yasaları sayesinde mümkün olmaktadır. 81. âyetteki “(Allah) mâruz kalabileceğiniz düşman gücünden sizi koruyacak zırhlar yapma imkânı bahşetti” meâlindeki ifadede, zırh örneği zikredilerek insanın korunmaya çalıştığı tehlikeler arasında onun kendi türünün de sayılması ilgi çekicidir. Gerçekten tarih, insanın en büyük düşmanının yine insan olduğunu göstermektedir. Endülüslü âlim ve düşünür İbn Hazm bu gerçeği şöyle dile getirir: “İnsanın insanlardan çektiği acılar, yırtıcı hayvanlardan, zehirli yılanlardan çektiği acılardan daha fazladır. Çünkü bütün bu söylediklerimizden korunabiliriz; fakat insanlardan tam olarak korunmak mümkün değildir” (el-Ahlâk ve’s-siyer, s. 81). İşte insanın eski dönemlerdeki zırh benzeri çeşitli savunma araçları yaparak hemcinslerinden gelecek zararlardan korunması da âyette Allah’ın ibret alınması gereken bir lutfu olarak gösterilmiştir. 81. âyetin son kısmını açıklarken Taberî’nin de kaydettiği gibi (XIV, 156) Allah Teâlâ bütün bu nimetleri verirken ve bunları hatırlatırken insanlardan sadece şunu istemektedir: Saygıyla Allah’a yönelsinler, birliğini tanıyarak O’na teslim olsunlar, boyun eğsinler ve yalnız O’na kul olsunlar.
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.
جَعَلَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir. لَكُمْ car mecruru جَعَلَ fiiline müteallıktır.
مِمَّا خَلَقَ ’deki مِنْ harf-i ceri ibtidaiyyedir. (Âşûr)
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle birlikte جَعَلَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ ظِلَالاً ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir.
ظِلَالاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لَكُمْ car mecruru جَعَلَ fiiline müteallıktır. مِنَ الْجِبَالِ car mecruru جَعَلَ fiiline müteallıktır.
اَكْنَاناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir. لَكُمْ car mecruru جَعَلَ fiiline müteallıktır. سَرَاب۪يلَ mefûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَق۪يكُمُ fiili, سَرَاب۪يلَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
تَق۪يكُمُ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحَرَّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ
Fiil cümlesidir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili يُتِمُّ olan mahzuf mef’ûlün mutlaka müteallıktır.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
يُتِمُّ merfû muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir.
نِعْمَتَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru يُتِمُّ fiiline müteallıktır.
لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir, لَعَلَّ ’nin ismi olup mahallen mansubdur.
تُسْلِمُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur. تُسْلِمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. تُسْلِمُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إفعال babındandır. Sülâsîsi سلم ’dir.
إفعال babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ
Önceki ayete وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil ilk cümle وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haberin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade eder.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً cümlesi, haber olan … جَعَلَ لَكُمْ cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
ظِلَالاً - اَكْنَاناً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
Aynı üslupla gelerek makabline matuf olan mazi fiil cümlesi وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ , hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.
سَرَاب۪يلَ için sıfat konumundaki تَق۪يكُمُ الْحَرَّ cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ cümlesi ikinci سَرَاب۪يلَ için sıfattır. Sıfatlar mevsufun bir özelliğini bildiren ıtnâb sanatıdır.
Bu ayette sadece الْحَرَّ (sıcak) kelimesi zikredilmiştir. Oysa bu kelimeden sonra akıl burada بَرَدٍ (soğuk) kelimesinin de bulunmasına hükmeder. Zira, bu iki kelimenin her biri diğerini iltizam eder. Bu durumda ayet “sizi sıcaktan ve soğuktan koruyacak elbiseler yarattı” takdirinde olur. Elbiseler, hem sıcaktan hem de soğuktan korumak için giyildiği halde burada بَرَدٍ (soğuk) kelimesinin zikredilmeyip sadece الْحَرَّ (sıcak) kelimesinin zikredilmesinin nedeni; hitabın, ilk etapta elbiseyi ekseriyetle sıcaktan korunmak için giyen çöl halkına olmasındandır. Dolayısıyla الْحَرَّ lafzının zikri burada maksadı hasıl ettiğinden zıddı zikredilmemiştir.
İktifa sanatının en güzel ve en meşhur örneğinin yer aldığı bu ayeti Beyzâvî şu şekilde tefsir eder: “Araplar için sıcaktan korunmak, soğuktan korunmaktan daha önemli olduğu için ayette iki zıttan (الْحَرَّ- بَرَدٍ) birisiyle iktifa edilerek الْحَرَّ kelimesi zikredildi.” Görüldüğü gibi müfessirimiz burada iktifa sanatını açık bir şekilde uygulamıştır. Zemahşerî de benzer açıklamalar yapmakla birlikte iktifa adını zikretmez. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Ayette, yalnız sıcağın zikredilmesi, iki zıttan birinin zikredilmesiyle diğerinin de kastedilmesi kabilindendir. Ya da o diyarlar sıcak olduğundan dolayı onlar için asıl önemli olan şeyin sıcaktan korunmak olduğundan sadece sıcakla iktifa edilmiştir. (Ebüssuûd)
Ayette îcâz-ı hazif vardır. İlk sözden sonra beklenen lafız برد , hazf edilmiştir. Mana; [Yünden ve pamuktan sizin için elbiseler yaptık. Sıcaktan ve soğuktan onunla korunursunuz.] şeklindedir. سَرَاب۪يلَ kelimesi, سربال ’in çoğuludur. İnsanın giydiği elbiselerdir. (Sâbûnî, İbdâu’l Beyan)
Bu ayet-i kerimede Allah Teâlâ’nın insanlar üzerindeki nimetlerinden ikamet ettikleri yerler, giyim ve yaşamlarını kolaylaştırıcı nimetler zikredilmiştir. Birbirine benzer lafızların bir arada kullanıldığı mürâât-ı nazîr sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
جَعَلَ ,سَرَاب۪يلَ ,تَق۪يكُمْ ,لَكُمْ ,مِنَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede, îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ , amili يتمّ olan mahzuf bir mef’ûlü mutlaka müteallıktır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimal, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نِعْمَتَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan نِعْمَتَ , tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ’nın insanlar üzerindeki nimetlerinin sayılması ve ardından tamamlandığının bildirilmesi cem' ma’at-taksim sanatıdır.
لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ
Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ’nin haberi olan تُسْلِمُونَ ’nin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)