İsrâ Sûresi 13. Ayet

وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَاباً يَلْقٰيهُ مَنْشُوراً  ...

Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكُلَّ her ك ل ل
2 إِنْسَانٍ insanın ا ن س
3 أَلْزَمْنَاهُ bağladık ل ز م
4 طَائِرَهُ kuşunu (kaderini) ط ي ر
5 فِي
6 عُنُقِهِ boynuna ع ن ق
7 وَنُخْرِجُ ve çıkarırız خ ر ج
8 لَهُ onun için
9 يَوْمَ günü ي و م
10 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
11 كِتَابًا bir Kitap ك ت ب
12 يَلْقَاهُ bulacağı ل ق ي
13 مَنْشُورًا açılmış olarak ن ش ر
 
“Sorumluluk” diye çevirdiğimiz 13. âyetteki tâir kelimesi sözlükte “kuş” demek olup burada mecaz olarak sorumluluk anlamında kullanılmıştır. İslâm’dan önce Araplar, bir işi yapmanın hayırlı olup olmayacağını anlamak için bir kuşu salıverirlerdi. Kuşun sağ tarafa doğru uçması hayra, sol tarafa doğru uçması şerre işaret sayılırdı. Bu sebeple tâir kelimesi “şans, uğur, talih” anlamında da kullanılmaya başlandı. Buradan hareketle tefsirlerde tâir kelimesine  “kader” mânası verildiği gibi, “hayır ve şer, mutluluk ve mutsuzluk, amel, rızık, yükümlülük” gibi değişik açıklamalar da getirilmiştir (bk. Kurtubî, X, 233-234). Bize göre bunlar içinde tercihe en uygun olanı “amel ve yükümlülük” anlamıdır; bunu “sorumluluk” diye ifade etmek daha uygun düşmektedir. Âyetin devamında gelen “kitap” yani amel defteri kavramı da bunu desteklemektedir. Buna göre herkes kendinden sorumludur; her insan yaptığı ile kendini bağlamış, sorumluluk altına girmiştir, sonucunu da önüne amel defteri konularak görecektir.
 
 Bundan önceki âyetlerde İsrâiloğulları’nın tutumlarına, ardından da Kur’an’ın işlevine atıfta bulunuldu; İslâmî literatürde tevhid, nübüvvet ve âhiret şeklinde özetlenen dinî hakikatler üzerinde durularak inanıp iyi işler yapanların büyük ecir alacakları, inanmayanları da “elem verici bir azap” beklediği; Allah’ın, bildirilmesi gerekli her konuyu ayrıntılarıyla açıkladığı ifade edildi. Bütün bunlardan sonra 13. âyette artık insanlar için mazeret kalmadığı belirtilmek üzere, mahşer meydanında toplanan herkesin sorumluluğunun kendi omuzunda olacağı; 14. âyette de her insana, “Oku şimdi kitabını! Bugün kendini yargılamak üzere kendi nefsin yeter!” denileceği bildirilmektedir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 469
 
Riyazus Salihin, 112 Nolu Hadis
Saîd İbni Abdülazîz’in Rebîa İbni Yezîd’den; Rebîa’nın Ebû İdrîs el-Havlânî’den, onun Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde radıyallahu anh’den; Ebû Zer’in Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den; onun da Allah Tebâreke ve Teâlâ hazretlerinden rivayet ettiğine göre Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.
Kullarım! Benim hidâyet ettiklerim dışında hepiniz sapıtmışsınız. O halde benden hidâyet dileyin ki sizi doğruya ileteyim.
Kullarım! Benim doyurduklarım hariç, hepiniz açsınız. Benden yiyecek isteyin ki sizi doyurayım.
Kullarım! Benim giydirdiklerim hariç, hepiniz çıplaksınız. Benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim.
Kullarım! Siz gece-gündüz günah işlemektesiniz, bütün günahları afveden de yalnızca benim. Benden af dileyin ki sizi bağışlayayım.
Kullarım! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, zarar verebilesiniz. Bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz.
Kullarım! Evveliniz ahiriniz, insanınız cinleriniz, en müttaki bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümde herhangi bir şey arttırmaz.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz, en günahkâr bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümden en küçük bir şey eksiltmez.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz bir yerde toplanıp benden istekte bulunacak olsalar, ben de her birine istediğini versem, bu benim mülkümden ancak, iğne denize daldırılıp çıkarıldığında denizden ne kadar eksiltebilirse işte o kadar azaltır. (Yani hiç bir şey eksiltmez.)
Kullarım! İşte sizin amelleriniz. Onları sizin için saklar, sonra onları size iâde ederim. Artık kim bir hayır bulursa Allah’a hamd etsin. Kim de hayırdan başka bir şey bulursa öz nefsinden başka kimseyi ayıplamasın.”
Saîd İbni Abdülaziz dedi ki, Ebû İdris el-Havlânî bu hadisi rivâyet ettiği zaman dizleri üzerine çöküverdi. 
(Müslim, Birr 55)
 
  Aneqa عُنُق  : عنق bir organ olan boyundur. Çoğulu أعْناق şeklinde gelir. Yine bir kavmin eşrafına da أعْناق denmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece isim formunda 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ünüğünü (sıkmak) ve Anka  (kuşu)dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ 

 

Cümle atıf harfi و ’la makabline matuftur. 

كُلَّ  mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, ألزمنا  şeklindedir.

اِنْسَانٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

اَلْزَمْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir.  Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

طَٓائِرَهُ  mef’ulun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ف۪ي عُنُقِه۪  car mecruru  اَلْزَمْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَلْزَمْنَاهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لزم ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

طَٓائِرَهُ  kelimesi sülâsî mücerred olan  طير  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَاباً يَلْقٰيهُ مَنْشُوراً

 

Fiil cümlesidir.  نُخْرِجُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.

لَهُ  car mecruru  نُخْرِجُ  fiiline müteallıktır. 

يَوْمَ  zaman zarfı olup  نُخْرِجُ  fiiline müteallıktır.  Aynı zamanda muzâftır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَوْمَ  hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

كِتَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  يَلْقٰيهُ  fiili  كِتَاباً in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

يَلْقٰيهُ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَنْشُوراً  kelimesi gaib zamirden hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

مَنْشُوراً  kelimesi sülâsî mücerred olan fiilinin نشر  ism-i mef’ûludur.
 

وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ

 

Hükümde ortaklık sebebiyle  وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilen cümlede, îcâzı hazif sanatı vardır.  كُلَّ , takdiri  اَلْزَمْنَا  [bağladık] olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنْسَانٍ ’deki tenvin, belirsiz bir ferdi ifade eder. 

اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪  cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Önceki cümleyi bir başka lafızla açıklayan tefsîriyye cümlesi, öncesinden ne kastedildiğini açıklayan beyan cümlesidir.

ف۪ي عُنُقِه۪  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  عُنُقِ  ile  طَٓائِرَ  arasındaki irtibat, zarf ve mazrûf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Bilindiği gibi ف۪ي  harfi, zarfiyedir. Bağlama işi boynun içinde değil dışında olur. Dolayısıyla burada علي harfi olmalıydı. Çünkü  عُنُقِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür.  ف۪ي  harfi mübalağa ifadesi için kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

Amellerin boyna dolanması, kendisine şiddetle bağlı ve son derece irtibatlı olduğunu tasvir etmek içindir. Yani biz yaptıklarını kendisine öyle sımsıkı bağlı kıldık ki ebedi olarak onu bırakmayacak; tıpkı boyundaki gerdanlık ve demir halka misali, her halükârda ondan ayrılmayacaktır. (Ebüssuûd, İrşad)

طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ  [Kuşunu boynuna bağlarız.] Burada latif bir istiare vardır. Kuş manasına gelen طَٓائِرَ  kelimesi, insanın ameli için müstear olarak kullanılmıştır. Araplar kuşun uçuşundan uğurluluk veya uğursuzluk umdukları için, hayrın ve şerrin kendisine istiare yoluyla kuş ismine verdiler. (Safvetü't Tefasir-Fahreddin er-Râzî) 

İnsanın boynuna asılan طَٓائِرَ [kuş] kelimesi mecazî bir kullanımdır. Burada lafzın hakikat manasında kastedilen kuş değil, mecazi anlamda kullanılan  طَٓائِرَ  kelimesinin, geçmişte mevcut bir inanışı ödünç alan bir alakası vardır. Araplarda yolculuğa çıkan kişi kuşları uçurur, kuşlar sağa doğru uçarlarsa buradan yapılacak yolculuğun  تفاعل /uğurluluk getireceğine; şayet kuşlar sola doğru uçarlarsa bunun da  تشاعم (uğursuzluk) getireceğine inanılırdı. Gelecekte olacak olayın hayırlı veya şerli olacağını kuşlara nispet ederlerdi. Bu anlayışın zihinlerdeki kalıbından hareketle Allah’ın takdiri olan hayır ve şer, sebebe nispet edilerek istiare sanatıyla burada takdim edilmiştir. Allah’ın takdiri olan hayır ve şer, sebep nispet edilerek istiare yapıldı. Ya da diğer bir bakışla kulun işlediği amel, rahmet ve yokluk için sebep kılındı ve bu nedenle derler ki bu senin sebebinle (طائرتك) değil, Allah’ın lütfuyla (طائرلله) bir nimettir. Yani bu, Allah’ın takdiriyledir, sizin uğurlu veya uğursuz saydığınızdan dolayı değildir. (ez-Zemahşeri, Ebu’l Kasım Carullah Mahmud b.Ömer, el-Keşşaf an Hakaiki’t Tenzil)


وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَاباً يَلْقٰيهُ مَنْشُوراً

 

ألزمنا كلّ اِنْسَانٍ  cümlesine matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi sıygadan muzariye geçilerek iltifat yapılmıştır. 

Mef’ûl olan  كِتَاباً ’deki tenvin nev ifade eder.

كِتَاباً  için sıfat konumundaki  يَلْقٰيهُ مَنْشُوراً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

كِتَاباً  mef'ûl olarak mansubdur ya da mahzûf mef’ûlden yani  طَٓائِرَ ’e râci zamirden haldir.  مَنْشُوراً  ise mef’ûlundan hal’dir. (Beyzâvi)

يَلْقٰيهُ ’daki mansub gaib zamirden hal olan  مَنْشُوراً , tetmîm yoluyla yapılan ıtnâb sanatıdır.

Kelamda kastedilen manadan başkasını çağrıştırmayacak bir fazlalığın mübalağa veya benzeri bir nükteden dolayı getirilmesine tetmîm denir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

يَلْقٰيهُ  (onu yakalar) fiili  يَجِدُهُ  (onu bulur) anlamında müsteardır. Bulmak; bir kişiyi yakalamaya nispet edilerek teşbih yapılmıştır.  النَّشْرُ , yaptığı her şeye süratle muttali omasından kinayedir. Çünkü kitap, sahibiyle kavuşmadan önce okunması için hazırlanmıştır. (Âşûr)