İsrâ Sûresi 37. Ayet

وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحاًۚ اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً  ...

Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 تَمْشِ yürüme م ش ي
3 فِي
4 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
5 مَرَحًا kabara kabara م ر ح
6 إِنَّكَ çünkü sen
7 لَنْ
8 تَخْرِقَ yırtamazsın خ ر ق
9 الْأَرْضَ yeri ا ر ض
10 وَلَنْ ve
11 تَبْلُغَ erişemezsin ب ل غ
12 الْجِبَالَ dağlara ج ب ل
13 طُولًا boyca ط و ل
 
On ikinci ödev büyüklük taslamaktan sakınmaktır. Âyet bunu “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma!” diye ifade eder. Çünkü bu boş kuruntudan başka bir şey değildir. Resûlullah, kibrin ne kadar kötü bir huy olduğunu vurgulamak üzere, kalbinde zerre kadar kibir bulunanın cennete giremeyeceğini bildirmiştir (Müslim, “Îmân”, 147-149; Müsned, I, 399, 412, 416, 451). Gerçekten değerli, akıllı, bilgili ve erdemli insanlar daima alçak gönüllü, ağır başlı olurlar. Bunun en güzel örneği de Peygamber efendimizdir. Kibirden nefret eden Resûlullah, bütün müslümanlar karşısında mütevazi olmayı değişmez bir davranış kuralı olarak özenle korumuş; müslümanların kendisini “Anam babam sana feda olsun yâ Resûlellah!” diyecek kadar çok sevmelerinde de alçak gönüllülüğünün büyük bir rolü olmuştur. Bu sebeple İslâm ahlâk geleneğinde tevazu bir peygamber sıfatı olarak değerlendirilir. Furkan sûresinde (25/63) Allah’ın iyi kullarının başlıca hasletlerinden söz edilirken ilk olarak tevazu erdemine yer verilmiştir.
 
 Yukarıdaki âyetlerde geçen dinî ve ahlâkî buyrukları şöylece sıralamak mümkündür:
 
 1. Allah’ın birliğini tanımak, bir olan Allah’a inanmak,
 2. Ana babaya iyi davranmak,
 3. Akrabaya ve muhtaçlara iyilik etmek, hayır yapmak,
 4. Hem cimrilikten hem israftan sakınmak,
 5. Çocukların hayatını korumak, 
 6. Zinadan, fuhuştan kaçınmak, 
 7. Adam öldürmemek,
 8. Yetim malı yememek,
 9. Verilen sözü tutmak, 
10. Ölçüyü ve tartıyı tam yapmak, 
11. Bilmediği şeyin peşine düşmemek, bilgisiz hüküm vermemek, 
12. Büyüklük taslamaktan sakınmak.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 482-483 
 
Riyazus Salihin, 620 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Vaktiyle kendini beğenmiş bir adam güzel elbisesini giymiş, saçını taramış, çalım satarak yürüyordu. Allah Teâlâ  onu yerin dibine geçiriverdi. O şahıs kıyamete kadar debelenerek yerin dibini boylamaya devam edecektir.”
(Buhârî, Enbiyâ 54, Libâs 5; Müslim, Libâs 49, 50. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 47; Nesâî, Zînet 101)
 
 Tavele طُولٌ : طول uzun olmak, uzamak, uzunluk ve boy anlamına gelir. Tefâul babındaki تَطاول fiili falan kişi uzunluğunu, boyunu, üstünlüğünü ve lutfunu izhar etti demektir. Bu köke ait طَوْلٌ formu özellikle üstünlük, iyilik, lutuf ve ihsan manası ifade eder. (Müfredat)                                                                                                       Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli tûl-i emeldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  
 

وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحاًۚ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.

تَمْشِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  تَمْشِ  fiiline müteallıktır.

مَرَحاً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً

 

İsim cümlesidir.  اِنّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamir  اِنّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَنْ تَخْرِقَ  cümlesi  اِنّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.  تَخْرِقَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت  ’dir.

الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

لَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ  atıf harfi و ’la makabline matuftur.  طُولاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحاًۚ 

 

Cümle  وَ ’la önceki ayetteki …وَلَا تَقْفُ  cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

مَرَحاً  haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Masdar kalıbıyla gelen  مَرَحاًۚ mübalağa ifade etmiştir.

فِي  harfinde istiare vardır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir.  الْاَرْضِ , içine girilecek bir şeye benzetilmiştir.

مَرَحاًۚ , aşırı sevinme ve şımarıklık demektir. Ayetteki manası, insanı kibrini ve azametini gösterecek şekilde yürümekten nehyetmektir. (Fahreddin er-Râzî)

مَرَحًا  kelimesi  تَمْشِ  fiilini açıklayan bir mef’ûlu mutlaktır. Çünkü yürümenin çeşitleri vardır ve sahibinin şımarıklığına delalet eden yürüme de bunlardan biridir. Bu kelimenin yürümeye isnad edilmesi aklî mecazdır. Bu yürüme serttir, yere şiddetli basmaktır ve yürüyenin vücudunu yorar. (Âşûr)

  

 اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümle birden çok unsurla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ , tekid ifade eden nefy harfi  لَنْ ’in dahil olduğu muzari fiil sıygasında gelmiştir.

Aynı üslupta gelerek  اِنَّ ’nin haberine atfedilen  وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً  cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.

طُولاً , temyizdir. Temyiz ıtnâb babındandır. (Ali Bulut, Kur'an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)

لَنْ - الْاَرْضِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı,  الْجِبَالَ - الْاَرْضَ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Yeryüzünde kibirle yürümemenin sebeplerinin sayıldığı ayette taksim sanatı vardır.