تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تُسَبِّحُ | tesbih ederler |
|
2 | لَهُ | O’nu |
|
3 | السَّمَاوَاتُ | gök |
|
4 | السَّبْعُ | yedi |
|
5 | وَالْأَرْضُ | ve yeryüzü |
|
6 | وَمَنْ | ve kimseler |
|
7 | فِيهِنَّ | bunların içindeki |
|
8 | وَإِنْ | ve yoktur |
|
9 | مِنْ | hiçbir |
|
10 | شَيْءٍ | şey |
|
11 | إِلَّا |
|
|
12 | يُسَبِّحُ | tesbih etmeyen |
|
13 | بِحَمْدِهِ | hamd ile |
|
14 | وَلَٰكِنْ | ama |
|
15 | لَا |
|
|
16 | تَفْقَهُونَ | siz anlamazsınız |
|
17 | تَسْبِيحَهُمْ | onların tesbihlerini |
|
18 | إِنَّهُ | şüphesiz O |
|
19 | كَانَ |
|
|
20 | حَلِيمًا | halimdir |
|
21 | غَفُورًا | çok bağışlayandır |
|
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ
Fiil cümlesidir. تُسَبِّحُ merfû muzari fiildir. لَهُ car mecruru تُسَبِّحُ fiiline müteallıktır.
السَّمٰوَاتُ faildir. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. السَّبْعُ kelimesi السَّمٰوَاتُ ’nun sıfatı olup lafzen merfûdur.
الْاَرْضُ kelimesi atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتُ ’ye matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتُ ’ye matuftur. ف۪يهِنَّ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
تُسَبِّحُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi سبح ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
وَ atıf harfidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مِنْ harf-i ceri zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. يُسَبِّحُ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُسَبِّحُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِحَمْدِه۪ car mecruru failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَفْقَهُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَسْب۪يحَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. حَل۪يماً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. غَفُوراً kelimesi كَانَ ’nin ikinci haberi olup fetha ile mansubdur.
حَل۪يماً - غَفُوراً kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ
Ta’lil hükmünde istînâf cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber, ibtidâî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.
Car mecrur لَهُ , faile takdim edilmiştir. Tahsis ifade eder. ‘Sadece onu tesbih ederler, başkasını değil’ manası vardır.
Faile matuf olarak merfû mahaldeki müşterek ism-i mevûl مَنْ ’in sılası mahzuftur. ف۪يهِنَّ , bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Tesbih edenlerin semavat, arz ve oradaki herkes olarak sayılması taksim sanatıdır.
السَّمٰوَاتُ - الْاَرْضُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
Yedi gök, yer ve bunlarda olan melekler, insanlar ve cinler, O'nu tesbih ederler. Buna göre tesbihten murad, umumi bir mecaz yoluyla söz lisanını da hal lisanını da kapsayan bir manadır. (Ebüssuûd)
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
Cümle وَ ’la …تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar iade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh konumundaki شَيْءٍ ’e dahil olan مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir.
Müspet muzari fiil sıygasındaki يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ cümlesi haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنْ nefy harfi ve اِلَّا hasr harfi ile oluşmuş kasr, mübteda ve haber arasındadır.
شَيْءٍ maksûr/mevsuf, يُسَبِّحُ maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder. Menfi siyakta tenkir, umuma işarettir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade eder. Bu cümle, اِنَّ , isim cümlesi, isnadın tekrar edilmesi, zaid harf ve kasr sebebiyle birden çok unsurla tekid edildiğinden çok muhkem/sağlam bir ifadedir.
بِحَمْدِه۪ izafetinde, Allah Teâlâya ait zamire muzâf olması حَمْدِ için tazim ve tekrim ifade eder.
يُسَبِّحُ - بِحَمْدِه۪ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu, onların Allah'ı tesbih ettiklerine, ama onların tesbihlerinin bizlerce anlaşılamayacağına delalet eder. Dolayısıyla bu ayette bahsedilen tesbihin, o varlıkların Allah'ın kudret ve hikmetine delalet etmesinden başka birşey olması gerekir. Kâfirler her ne kadar dilleri ile alemin bir ilâhı olduğunu söylüyorlarsa da onun varlığına delalet eden çeşitli deliller üzerinde tefekkür etmiyorlar.
Ayetteki yedi gökle, yer ve bunların içinde bulunanlar onu tesbih ederler cümlesi, bu tesbihin göklere, yere ve orada bulunan mükelleflere ait olduğunu açıkça göstermektedir. Halbuki biz, cansızlara izafe edilen tesbihin ancak Allah'ın münezzeh olduğuna delalet eden şeyler manasında olduğunu söylemiştik. Tesbihi, bu manaya almak mecazdır. Fakat mükelleflerden sadır olan ve onların bizzat dilleriyle subhanallah demeleri manası ise tesbihin hakiki manasıdır. Binaenaleyh bu durumda bir “tesbih” lafzının, aynı anda hem hakiki hem de mecazi manada kullanılmış olması gerekir ki bu, fıkıh usulünün delillerine göre batıldır, caiz değildir. Dolayısıyla bu tesbihi, böyle bir mahzur meydana gelmemesi için, insanlar hakkında değil de yerde ve gökte bulunan cansızlar hakkında mecazi manaya hamletmek daha evladır. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ
Cümle وَ ’la öncesine atfedilmiştir. لٰكِنْ , istidrak harfidir.
Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Menfi muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması içindir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İstidrak, önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrak ise aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Ayetteki مَنْ ism-i mevsûluyle مِنْ harf-i ceri arasında ve يُسَبِّحُ - تَسْب۪يحَهُمْ kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan كَانَ ’nin dahil olduğu كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin iki haberi olan حَل۪يماً غَفُوراً kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında وَ olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir.
اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً cümlesi istînâfiyyedir. Şayet Allah onlara hoşgörülü davranıp mühlet vermeseydi, bu sözleri dünyada onlar için acele bir cezayı gerektirirdi. Allahın onları affetmesi için bu sözlerini terk etmelerine yönelik bir tarizdir. (Âşûr)