قَالَ اَرَاَيْتَ اِذْ اَوَيْنَٓا اِلَى الصَّخْرَةِ فَاِنّ۪ي نَس۪يتُ الْحُوتَۘ وَمَٓا اَنْسَان۪يهُ اِلَّا الشَّيْطَانُ اَنْ اَذْكُرَهُۚ وَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِۗ عَجَباً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | (Uşağı) dedi |
|
2 | أَرَأَيْتَ | gördün mü? |
|
3 | إِذْ | vakit |
|
4 | أَوَيْنَا | sığındığımız |
|
5 | إِلَى |
|
|
6 | الصَّخْرَةِ | kayaya |
|
7 | فَإِنِّي | gerçekten ben |
|
8 | نَسِيتُ | unuttum |
|
9 | الْحُوتَ | balığı |
|
10 | وَمَا | fakat |
|
11 | أَنْسَانِيهُ | bana unutturmadı |
|
12 | إِلَّا | başkası |
|
13 | الشَّيْطَانُ | şeytandan |
|
14 | أَنْ |
|
|
15 | أَذْكُرَهُ | onu söylememi |
|
16 | وَاتَّخَذَ | ve tuttu |
|
17 | سَبِيلَهُ | yolunu |
|
18 | فِي | içinde |
|
19 | الْبَحْرِ | denizin |
|
20 | عَجَبًا | şaşılacak biçimde |
|
قَالَ اَرَاَيْتَ اِذْ اَوَيْنَٓا اِلَى الصَّخْرَةِ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli, اَرَاَيْتَ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. اَ istifham harfi, رَاَيْتَكَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri; أرأيت حالنا (Halimizi gördün mü?) şeklindedir.
اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır.
اَوَيْنَٓا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. إِذْ mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. إِذْ ‘den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. بَيْنَا ve بَيْنَمَا ‘dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَى الصَّخْرَةِ car mecruru اَوَيْنَٓا fiiline müteallıktır.
فَاِنّ۪ي نَس۪يتُ الْحُوتَۘ
İsim cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
نَس۪يتُ fiili, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. نَس۪يتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamiri تُ fail olarak mahallen merfûdur.
الْحُوتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَمَٓا اَنْسَان۪يهُ اِلَّا الشَّيْطَانُ اَنْ اَذْكُرَهُۚ
Fiil cümlesidir. وَ itiraziyyedir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْسَان۪يهُ mukadder fetha üzere mebni fiildir.
Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir هُ ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, اَنْسَان۪يهُ ‘deki zamirden bedel-i iştimâl olarak mahallen mansubdur.
اَذْكُرَهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِۗ عَجَباً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اتَّخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
سَب۪يلَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فِي الْبَحْرِ car mecruru سَب۪يلَ ‘nin mahzuf haline müteallıktır.
عَجَباً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّخَذَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
قَالَ اَرَاَيْتَ اِذْ اَوَيْنَٓا اِلَى الصَّخْرَةِ
Kehf suresindeki üç kıssadan ikincisi olan Musa (as)’ın kıssası devam etmektedir.
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulül-kavli olan اَرَاَيْتَ اِذْ اَوَيْنَٓا اِلَى الصَّخْرَةِ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَرَاَيْتَكُمْ , dikkat çekme tabirlerinden biridir. اَرَاَيْتَ ve benzerlerindeki تَ zamiri faildir.
Bu kez mekulü’l-kavl Musa (as)’ın yol arkadaşının sözleridir.
اَرَاَيْتَ ifadesindeki hemze, istifham hemzesidir ve bu fiil asıl manası olan görme anlamındadır. Bu ifade, insanlar arasında bilinen (kullanılan) şekli ile yer almıştır. Çünkü bir insanın başına, dikkate değer bir iş geldiğinde, "Başıma geleni gördün mü" der. İşte ayette de bu manayadır. O genç adam: ‘’Kayaya sığındığımız vakit başıma geleni gördün mü?’’ demiştir. Buna göre fiilin mef'ûlü hazf edilmiştir. Çünkü, daha sonra gelen, فَاِنّ۪ي نَس۪يتُ الْحُوتَۘ [Balığı unutmuşum] cümlesi, bu mef'ûle işaret etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu soru cümlesinde tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bundan önce iki kez, iki deniz kavşağı olarak zikredildiği halde burada kayanın dibine çekildikleri yer olarak zikredilmesi, hadise mahallini iyice tayin etmek içindir. Zira iki deniz kavşağı, geniş bir yer olup o hadiseye göre mezkûr muradı gerçekleştirmek için gerekli asıl yer değildir.
Bir de, özrü açıklamak içindir; çünkü kayanın dibine çekilip uyumak normal olarak unutmaya sebep olur. Hazret-i Yûşa'nın bu söylediklerinden muradı, orada başından geçeni unutmadan Hazret-i Musa'ya taaccüp ettirmektir. Zira arada gördüğü büyük gariplikler, unutulacak şeyler olmadığı halde ve balığın kaybolması, matlubun bulunmasına işaret olarak belirlenmesine rağmen bu unutma olmuştu. Bu üslup, insanlar arasında mutat bir üsluptur; bir kimsenin başından büyük bir hadise geçince:
"Başıma gelenleri gördün mü?" der. Bundan muradı, hadisenin korkunçluğunu anlatmak, arkadaşına taaccüp ettirmek ve bunun alışılmış bir vaka olmadığını bildirmektir. Yoksa bazı kimselerin dediği gibi bundan murad, hadiseyi haber vermek değildir. (Ebüssuûd)
فَاِنّ۪ي نَس۪يتُ الْحُوتَۘ
فَ , istînâfiyyedir. Mütekellim başlarına gelen şeyi açıklamaktadır. اِنّ۪ ile tekid edilen cümle faide-i haber inkarî kelamdır. Haberin mazi fiille gelmesi, hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
وَمَٓا اَنْسَان۪يهُ اِلَّا الشَّيْطَانُ اَنْ اَذْكُرَهُۚ وَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِۗ عَجَباً
وَ , itiraziyedir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.
مَٓا ve اِلَّٓا ile oluşan kasr, fiille fail arasındadır. اَنْسَان۪يهُ maksûr/sıfat, fail olan الشَّيْطَانُ , maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
اَنْ ve akabindeki اَذْكُرَهُۚ cümlesi, masdar teviliyle اَنْسَان۪يهُ fiilinin mef’ûlünden bedeldir. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Unutmasının sebebini kasr üslubuyla söylemiştir. Bu üslupla söylemesinin sebebi, muhatabını inandırmak kastı veya durum karşısındaki üzüntü ve şaşkınlığının verdiği ruh hali olabilir.
İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itirâziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
فَاِنّ۪ي نَس۪يتُ الْحُوتَۘ cümlesine وَ ’la atfedilen son cümle وَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِۗ عَجَباً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Matuf ve matufun aleyh arasında lafzen ve manen ittifak mevcuttur. Yani aralarında, haberî olmak bakımından mutabakat ve anlam bütünlüğü vardır.
Mef’ûl olan عَجَباً ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder. Bu kelimenin mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olması da caizdir.
عَجَباً lafzı, mahzuf bir masdarın sıfatı olup ‘’Şaşılacak bir yol tutuşla’’ takdirindedir. Bu işin şaşılacak bir şey olması ise o balığın gencin zenbilinden (torbasından) sağ olarak çıkıp, onların haberi olmadan denize atlamasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
نَس۪يتُ (Unuttum) - اَذْكُرَهُ (Hatırlarım) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
نَس۪يتُ - اَنْسَان۪يهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, الْبَحْرِ - الْحُوتَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
61-62-63 ayet sonlarının سَرَباً , نَصَباً , عَجَباً şeklinde birbirine benzer olarak gelmesinde seci sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsîr)