Kehf Sûresi 9. Ayet

اَمْ حَسِبْتَ اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّق۪يمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً  ...

Yoksa sen, (sadece) Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakîm’i mi bizim ibret verici delillerimizden sandın?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 حَسِبْتَ (mi) sandın? ح س ب
3 أَنَّ sadece
4 أَصْحَابَ sahiplerinin ص ح ب
5 الْكَهْفِ Kehf ك ه ف
6 وَالرَّقِيمِ ve Rakim ر ق م
7 كَانُوا olduklarını ك و ن
8 مِنْ
9 ايَاتِنَا bizim ayetlerimizden ا ي ي
10 عَجَبًا şaşılacak ع ج ب
 
Yüce Allah, kıyametin kopacağını ve âhirette ölülerin diriltileceğini insanların daha kolay kavrayabilmeleri için 9-26. âyetlerde ibret verici bir olaya, “Ashâb-ı Kehf” kıssasına yer vermektedir.
 
 Kehf “dağda bulunan büyük ve geniş mağara”; Ashâb-ı Kehf ise, “mağara arkadaşları” demek olup bir mağarada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar uyandırıldıkları haber verilen kişiler” hakkında kullanılmıştır. Rakîmin ne olduğu hakkında kaynaklarda farklı görüşler yer almaktadır: Sözlükte rakîm “yazılı belge, kitâbe” anlamına geldiği için, “Ashâb-ı Kehf’in adlarının veya maceralarının yazılıp mağaranın kapısına yerleştirilmiş bulunan bir kitâbe, taş veya madenî levhadır” diyenler olduğu gibi, Ashâb-ı Kehf’in içinde bulunduğu vadinin veya dağın ya da memleketlerinin, hatta köpeklerinin adı olduğunu ileri sürenler de vardır (krş. Taberî, XV, 197-199; A. J. Wensinck, “Ashâbü’l-Kehf”, İA, IV, 372; Ömer Faruk Harman, “Ashâb-ı Kehf”, İFAV Ans., I, 167).
 
 Bazı hadis kaynaklarında Ashâb-ı Rakîm’in, Ashâb-ı Kehf’in dışında üç kişilik bir topluluk olup yağmurlu bir günde bir mağaraya sığınan, bir kayanın yuvarlanıp mağaranın ağzını kapatması üzerine yaptıkları iyilikleri anarak Allah’a yakaran ve duaları kabul edilerek mağaradan kurtulan kişiler olduğu da nakledilmektedir (Buhârî, “Enbiyâ”, 52; Müsned, IV, 274). Ancak bu sûredeki anlatım ve olaylar dizisi böyle bir yoruma uygun düşmüyor, söz konusu hadis bir başka olayla ilgili olmalıdır.
 
 Ashâb-ı Kehf’in, Hz. Îsâ’nın dinine mensup gençler olduğuna dair çeşitli rivayetler bulunmakla birlikte (Taberî, XV, 200) Kur’ân-ı Kerîm, bu konuda açıklama yapmamış, ancak ibret alınması için bazı yönleriyle tasvir etmiştir. Olay kısaca şöyledir: Putperest bir kavmin içinde Allah’ın varlığına ve birliğine inanan birkaç genç, bu inançlarını dile getirip putperestliğe karşı çıkmış, onların zulüm ve baskılarından korunmak için bir mağaraya sığınmışlar; yanlarındaki köpekleriyle birlikte mağarada derin bir uykuya dalan bu gençler muhtemelen 309 yıl sonra uyanmışlardır. Burada bir gün veya daha kısa bir süre uyuduklarını sanan gençler, içlerinden birini yiyecek almak üzere şehre gönderdiklerinde, onların durumunu öğrenen insanlar Allah’ın vaadinin hak olduğuna ve kıyametin mutlaka geleceğine inanmışlardır. Kıssanın ana hatları bu olup ileride âyetlerin tefsirinde daha geniş olarak tekrar ele alınacaktır.
 
 Kur’ân-ı Kerîm olayın nerede ve ne zaman meydana geldiğine dair bilgi vermediği gibi, bu gençlerin sayıları hakkındaki iddiaları da, “karanlığa taş atma” yani bir bilgiye dayanmadan gelişigüzel yapılan bir tahmin olarak nitelemekte ve bunu ancak Allah’ın bilebileceğini haber vermektedir (bk. âyet 22).
 
 Ölümden sonra dirilişin bir misali olmak üzere uzun süre uyuyup da yeniden uyanma hadisesi İslâm’ın dışındaki diğer bazı dinlerde de mevcuttur. Hint kutsal kitaplarında bir tek kişinin uzun süre uykuda kalması olayına rastlandığı gibi, yahudilerin kutsal kitabı olan Talmud’da da bir şahsın yetmiş yıl, bir başkasının altmış yıl uyuduktan sonra tekrar uyandıkları anlatılmaktadır. Aynı hadise Hıristiyanlık’ta “Efes’in yedi uyurları” adıyla anılmaktadır (Ömer Faruk Harman, “Ashâb-ı Kehf”, İFAV Ans., I, 167). 
 
Medine’deki yahudi âlimlerinden Ashâb-ı Kehf hakkında bilgi alan Mekkeliler, olayı hayret verici buldular ve Hz. Peygamber’i imtihan etmek için olay hakkında ona sorular sordular. Kıssa bu sorulara cevap olarak nâzil oldu. Allah tarafından Hz. Peygamber’e yöneltilen 9. âyetteki soruya bakıldığında onun da olayı şaşırtıcı bulduğu anlaşılmaktadır. Ancak onun bu durumu olayın niteliğinden yani ilginç oluşundan kaynaklanıyordu.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 538-539
 
Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:” Allah’ım! Bizim için karar verdiğin şeyin âkınetini hayreyle!”
( Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI,147; İbni Mâce, Duâ 4)
 

 Kehefe كَهْف :  كهف  dağda bulunan mağara demektir. Çoğulu كُهُوف şeklinde gelir.  (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Ashab-ı Kehf'dir.                (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

Raqame الرَّقْم :   رقم Kalın hat. Kalın bir şekilde iz/işaret bırakmak, çizmek veya yazmak. Bu kelimenin yazıyı noktalamak olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah’ın şu sözü her iki anlama da hamledilmiştir: Mutaffifin, 83/9 كِتَابٌ مَرْقُومٌۜ  (Müfredat) 

Kelimedeki asıl anlam hangi konuda olursa olsun alamet ve izlerin mevcudiyetidir. Denilir ki: رَقَمْتُ الكِتابَ ‘Kitabı rakamladım yani onu yazdım.’ Yine رَقَمْتُ الثَّوْبَ  yani ‘Elbiseyi işledim.’ Özetle bir şeyi rakamlamak onu bir işaretle ayırdetmektir (temyiz etmek). رَقِيم Oyarak ve yontarak yazılan/rakamlanan şeydir. 
Nakış  نَقْش - Resim رَسْم  - Kitâbe كِتابَة  - Hat خَطّ  kelimeleri arasındaki farklara gelince:
خَطّ’da bizzat çizgilerin kendisi göz önüne alınır. Yani doğru ya da eğri çekilmiş, yazılmış ya da doğal bir izdir. 
كِتابة  ise, anlaşılır bir mana için lafız ve kelimeleri kayıt altına almaktır. 
رَسم  ‘e gelince bu mefhumda eser özelliğinin korunması yönü mülahaza edilir. 
نَقْش ‘da da renklendirme ve süslemeye dikkat çekilir.  (Tahqiq) 

  رَقَمَ :Yazmak, harflerin fonetik değerini işaret etmek. رَقِيم; Rakîm anlamı tartışmalı bir kelimedir. Bir rivayete göre yedi uyurların isimlerinin yazılı olduğu levhanın ismidir. مَرْقُومYazılmış.(John Penrice)
 Kuran’ı Kerim’de iki isim formunda toplam 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekillerirakam, rakım ve Erkam'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اَمْ حَسِبْتَ اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّق۪يمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً

 

اَمْ  munkatı’dır.  بل  ve hemze manasındadır. Yani  بل أحسبت  demektir.

حَسِبْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  sükun üzere mebni, fail olarak mahallen merfûdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  حَسِبْتَ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.  حَسِبْتَ  sanmak manasına gelen kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  حَسِبْتَ  fiili sanmak manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَصْحَابَ  kelimesi  اَنَّ nin ismi olup fetha ile mansubdur.  الْكَهْفِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الرَّق۪يمِ  kelimesi atıf harfi  وَ la  الْكَهْفِ ye matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً  cümlesi  اَنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

مِنْ اٰيَاتِنَا  car mecruru  عَجَباً in mahzuf haline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada baz manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَجَباً  kelimesi, كَانُوا ’nun haberi olup lafzen mansubdur. Mastar olduğu için tekil olarak gelmiştir.  
 

اَمْ حَسِبْتَ اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّق۪يمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Ayete dahil olan  اَمْ  edatı,  بل  ve hemze manasındadır. (Âşûr)

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp ikaz ve inkâr anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَنَّ  ve akabindeki  اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّق۪يمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً  cümlesi, masdar teviliyle iki mef’ûle müteaddi olan  حَسِبْتَ  fiilinin birinci mef’ûlüdür. İkinci mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

الرَّق۪يمِ, bizim kitabe dediğimiz yazılı taş veya maden veya diğer şeylerden levha demektir. Yani kıssaları anlatılacak olan Kehf ve Rakîm sahipleri garip mucizelerden midir? (Elmalılı)

اَنَّ ’nin ismi olan  اَصْحَابَ الْكَهْفِ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

اَنَّ ’nin haberi olan  كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً  cümlesi,  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

عَجَباً  kelimesi  كَان ’nin haberidir.  كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan) Mastar olduğu için tekil olarak gelmiştir.

مِنْ اٰيَاتِنَا  izafetinde takdiri  جملة  [bütün] olan muzaf mahzuftur. Mecrur konumdaki bu terkip,  كَانَ ’nin haberi  عَجَباً ’in mahzuf haline müteallıktır. Muzâfın ve müteallakın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مِنْ اٰيَاتِنَا  sözündeki  مِنْ  harf-i ceri teb’iz (bir kısım) manasındadır. Yani Kehf ehlinin kıssası diğer mucizeler arasından şaşılacak tek şey değil demektir. (Âşûr)

Bu hitap, Resulullah içindir; bundan murat ise Peygamberimizin ümmetinin, bunca büyük ayetten sadece bunun ibrete şayan olduğunu sanmamalarıdır. (Ebüssuûd)


اٰيَاتِنَا  izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ  için tazim ifade eder.

اٰيَاتِنَا  kelimesindeki  نَا  zamiri, Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

اَصْحَابَ الْكَهْفِ  -  الرَّق۪يمِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.