بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ 
مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِاٰبَٓائِهِمْۜ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۜ اِنْ يَقُولُونَ اِلَّا كَذِباً 
| Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
|---|---|---|---|
| 1 | مَا | yoktur |
|
| 2 | لَهُمْ | onların |
|
| 3 | بِهِ | bu hususta |
|
| 4 | مِنْ | hiçbir |
|
| 5 | عِلْمٍ | bilgisi |
|
| 6 | وَلَا | ve yoktur |
|
| 7 | لِابَائِهِمْ | atalarının |
|
| 8 | كَبُرَتْ | ne büyük (küstahça) |
|
| 9 | كَلِمَةً | söz |
|
| 10 | تَخْرُجُ | çıkıyor |
|
| 11 | مِنْ | -ndan |
|
| 12 | أَفْوَاهِهِمْ | ağızları- |
|
| 13 | إِنْ |
|
|
| 14 | يَقُولُونَ | onlar söylemiyorlar |
|
| 15 | إِلَّا | başka bir şey |
|
| 16 | كَذِبًا | yalandan |
|
مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِاٰبَٓائِهِمْۜ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır.
بِه۪ car mecruru عِلْمٍ ’in mahzuf haline müteallıktır. مِنْ harf-i ceri zaiddir. عِلْمٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. لِاٰبَٓائِهِمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la لَهُمْ ’ye matuftur.
كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۜ
Fiil cümlesidir. كَبُرَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
كَلِمَةً kelimesi temyiz olup lafen mansubdur. تَخْرُجُ fiili, كَلِمَةً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَخْرُجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir.
مِنْ اَفْوَاهِهِمْ car mecruru تَخْرُجُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنْ يَقُولُونَ اِلَّا كَذِباً
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. كَذِباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِاٰبَٓائِهِمْۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Menfi isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Zaid harf ve takdim kasrı olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan مِنْ عِلْمٍ ’deki مِنْ harfi zaiddir. Tekid ifade eder. Müsnedün ileyh olan عِلْمٍ ‘nin nekre gelişi, taklîl ifade eder. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre umum ifade ederken yine olumsuz cümledeki مِنْ , ‘hiç’ anlamı verir.
وَلَا لِاٰبَٓائِهِمْ , temâsül nedeniyle لَهُمْ ’a atfedilmiştir ve onun gibi mahzuf habere müteallıktır. Bu ibaredeki لَا , olumsuzluğu tekid eden zaid harftir.
Allah'ın evlat edindiğine dair onların hiçbir bilgisi yoktur. Bu, malumun veya imkânının tahkiki varken, onların bunun yolunu ihlal ettikleri anlamında değil, haddi zatında bunun imkânsız olduğu anlamındadır. Keza, onların taklit ettikleri atalarının da buna dair hiçbir bilgileri yoktur! Böylece hepsi cehalet ve dalalet çölünde yollarını şaşırmışlardır. (Ebüssuûd)
كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَلِمَةً ’deki tenvin tahkir içindir.
تَخْرُجُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْ cümlesi, كَلِمَةً için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
كَبُرَتْ كَلِمَةً ifadesinde, كَلِمَةً ’nin büyüklük ile nitelenmesi dolayısıyla istiare vardır. Kastedilen, o sözün manasının fena, mefhumunun büyük (yanlış) olmasıdır. Sözün açılımı كَبُرَتْ كَلِمَةً كَلِمَةً şeklindedir. Burada كَلِمَةً ’in mansub okunmasının iki tevili vardır. Birisi, (fiilin gizli faili olan) zamiri açıklayan öğe (temyiz) olarak mansub okunmasıdır. Diğer tevil de yerme fiiline aktarılmış olan كَبُرَتْ fiilinde temyiz işlevi görmesidir. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
Bu kelime hem temyiz olmak üzere nasb ile كَلِمَةً şeklinde hem de fail olmak üzere ref ile de okunmuştur. Vahidî şöyle der: “Temyiz getirmenin manası şudur: ‘yalan’ ‘cehalet’ veya ‘iftira’ bakımından müthiş bir şey olduğu sanılabilir. Fakat كَلِمَةً demekle diğer ihtimallerden ayırt etmiş olursun. Böylece temyiz olarak mansub olur. Nahivciler ‘Nasb daha kuvvetli ve daha beliğdir.’ demişlerdir. Ayet-i kerimenin üslubunda, taaccüp manası da vardır, buna göre sanki ‘’Bu ne acayip kelime ne çirkin söz!’’ denmek istenmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)
تَخْرُجُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْ “Ağızlarından çıkan…” nitelemesi, bu sözün insanlar nezdinde, gerçekten kötü olduğuna, hoş karşılanmadığına delalet eder. Buna göre Cenab-ı Hak sanki “Onların söylemiş olduğu bu sözü, son derece fasit ve batıl olduğu için kendi akıl ve fikirleri de benimsememiştir. Binaenaleyh bu sanki onların lisanlarının taklit yoluyla söylemiş olduğu bir şeydir. Çünkü onlar, bu sözü söylemelerine rağmen akıl ve fikirleri ise bu sözü kabul etmemiş, aksine bundan nefret etmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)
اِنْ يَقُولُونَ اِلَّا كَذِباً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Fiille mef’ûlü arasındaki kasr, söylediklerinin yalandan başka birşey olmadığını kesin ve etkili şekilde ifade etmiştir.
يَقُولُونَ maksûr/sıfat, كَذِباً maksûrun aleyh/mevsuftur.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef’ûllere değil zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr cümlesinde çoğunlukla olumlu mana açıkça ifade edilirken olumsuz mana zımnen ifade edilir. Bu üslupta îcâz ve mübalağa vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl olan كَذِباً ’deki tenvin, tahkir ifade eder.
Allah Teâlâ onların Allah’ın çocuğu olduğunu söylemelerini “yalan” olmakla nitelemiştir. Böylece biz, onu söyleyen onun vakıaya mutabık olduğunu ister bilsin isterse bilmesin, haber verilen şeye uymayan her haberin yalan olduğunu anlamış oluyoruz. (Fahreddin er-Râzî)
فَلَعَلَّكَ بَاخِـعٌ نَفْسَكَ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ اِنْ لَمْ يُؤْمِنُوا بِهٰذَا الْحَد۪يثِ اَسَفاً 
فَلَعَلَّكَ بَاخِـعٌ نَفْسَكَ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ
فَ istînâfiyyedir. لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. بَاخِـعٌ kelimesi لَعَلَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
نَفْسَكَ kelimesi ism-i fail olan بَاخِـعٌ ’un mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ car mecruru تَارِكٌ ’e müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَاخِـعٌ kelimesi sülâsî mücerred olan بخع fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ لَمْ يُؤْمِنُوا بِهٰذَا الْحَد۪يثِ اَسَفاً
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. لَمْ يُؤْمِنُوا ’ün dahil olduğu fiil cümlesi şart cümlesidir.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُؤْمِنُوا fiili نْ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِهٰذَا car mecruru لَمْ يُؤْمِنُوا fiiline müteallıktır. الْحَد۪يثِ ism-i işaretten bedel olup kesra ile mecrurdur.
اَسَفاً mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَعَلَّكَ بَاخِـعٌ نَفْسَكَ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ
فَ istînâfiyyedir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatab Hz. Peygamberdir.
Vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfi لَعَلَّ ’nin dahil olduğu ayet, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir. Yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub ; لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
Kur'an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri ‘muhakkak ki’ anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 58)
لَعَلَّ ’nin haberi ism-i fail kalıbında gelmiştir.
Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَاخِـعٌ نَفْسَكَ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ (Arkalarından kendini helak edeceksin) cümlesinde istiare-i temsiliyye vardır. Yüce Allah, Resulullah’ın (sav) müşriklerle olan durumunu dostları kendisinden ayrılan ve dolayısıyla onlar için duyduğu üzüntü ve keder yüzünden neredeyse kendini öldürmek veya helak etmek isteyen kimsenin durumuna benzetmiştir. (Safvetü’t Tefasir)
عَلٰٓى mecazî istila manasındadır. (Âşûr)
Ayetteki فَلَعَلَّكَ بَاخِـعٌ [Belki de helak edeceksin/Helak mi edeceksin?] ifadesi istifham-ı inkârî olup nehiy anlamındadır. Yani onların imandan yüz çevirmelerine üzülerek kendini helak etme/tüketme demektir.
Nitekim İbni Âşûr da şöyle demektedir. لَعَلَّ , gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. Zira istenilmeyen bir işin vukuunun beklenilmesi için zaman söz konusu değildir. İşte burada da لَعَلَّ Resulullah’ı (sav), kavminden iman etmeyenlerin imansızlığına kederlenip hüzünlenmekten sakındırmak için kullanılmıştır. Bu, aynı zamanda Hz. Peygambere bir teselli anlamı da taşımaktadır. (Sinan Yıldız, VehbeZuhaylî’nin Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
O kâfir kavmin, Kur'an'a iman etmekten yüz çevirmesinden dolayı, Peygamberimizin (sav) duyduğu şiddetli üzüntü ve hayıflanma, çok sevdiği bir şeyi kaybettikten sonra kendini helak etmesi beklenen bir kimsenin haline benzetilerek, Peygamberin onlardan ayrı düşmesine ve kendisini terk etmelerine olan teessüfü, bu şekilde temsili olarak anlatılmaktadır. Ayetin amacı, Peygamberimizin (sav) bu üzüntüden sakınmasını sağlamaya yöneliktir. (Ebüssuûd)
Onların küfür ve sapkınlıktan dönerek hidayete ermelerini sağlamak üzere gösterdiği bu yoğun çaba ve beklentisi sebebiyle muhatabın hali haberin tekid edilerek verilmesini gerektirmiştir. Allah Teâlâ da söz konusu durumdaki muhatabına, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, insanların doğru yola ancak kendi istemeleri üzerine dönecekleri haberini tekid ederek vermiştir. Muktezâ-i zâhire uygun görünmeyen haber, bu yönüyle muktezâ-i hale mutabık olmaktadır. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
اِنْ لَمْ يُؤْمِنُوا بِهٰذَا الْحَد۪يثِ اَسَفاً
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Şart cümlesi olan اِنْ لَمْ يُؤْمِنُوا بِهٰذَا الْحَد۪يثِ اَسَفاً , menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart cümlesinin cevabı, Kur'an’da çoğu yerde olduğu gibi öncesinin delaletinden mana anlaşıldığı için hazf edilmiştir. فَلَعَلَّكَ بَاخِـعٌ نَفْسَكَ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ cümlesinin delaletiyle cevabın hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mezkur şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
الْحَد۪يثِ ’nin هٰذَا ile işaret edilmesinden murad tazimle birlikte dikkat çekmek ve önemini ortaya koymaktır.
Ayetteki, بِهٰذَا الْحَد۪يثِ ifadesi ile “Kur'an” kastedilmiştir.
Mef’ûlün lieclih olarak mansub olan اَسَفاً ’deki tenvin kesret ifade eder.
اَسَفاً : Zeccâc, bunun “hal” makamında olan bir masdar olarak mansub olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki, “bu söze inanmazlarsa” ifadesi ile “Kur'an” kastedilmiştir. Kâdî şöyle der: “Bu ifade, Kur'an'ın hadis (mahluk) olduğunu söylemeyi gerektirir ki bu da Kur'an'ın kadim olduğunu söyleyenlerin görüşünün yanlış olduğunu gösterir.” Buna şu şekilde cevap veririz: “Bu, Kur'an'ın lafızları manasına hamledilmiştir ki zaten bu lafızlar hadistir.” (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً 
| Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
|---|---|---|---|
| 1 | إِنَّا | şüphesiz biz |
|
| 2 | جَعَلْنَا | yarattık |
|
| 3 | مَا | şeyleri |
|
| 4 | عَلَى | üzerindeki |
|
| 5 | الْأَرْضِ | yer |
|
| 6 | زِينَةً | süs olsun diye |
|
| 7 | لَهَا | kendisine |
|
| 8 | لِنَبْلُوَهُمْ | onları denemek için |
|
| 9 | أَيُّهُمْ | hangisinin |
|
| 10 | أَحْسَنُ | daha güzel |
|
| 11 | عَمَلًا | iş yaptığını |
|
اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
جَعَلْنَا fiili, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekkellim zamiri نَا , fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَى الْاَرْضِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
ز۪ينَةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَهَا car mecruru ز۪ينَةً ’e müteallıktır.
لِ harfi, نَبْلُوَهُمْ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte جَعَلْنَا fiiline müteallıktır.
نَبْلُوَهُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً
اَيُّهُمْ istifham ismi mübteda olarak lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَحْسَنُ haber olup lafzen merfûdur. عَمَلاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَحْسَنُ ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu ayette fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. عَلَى الْاَرْضِ , bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Sebep bildiren masdar ve cer harfi لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِنَبْلُوَهُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte جَعَلْنَا fiiline müteallıktır.
ز۪ينَةً ’deki tenvin tazim veya kesret için olabilir.
“Allah Teâlâ, ezelden ebede kadar olacak bütün cüziyatı (her şeyi) bilir. Binaenaleyh imtihan ve deneme Allah hakkında imkânsızdır. Bu kelimeler, ancak şu manada olmak üzere ayette yer almıştır: “Allah Teâlâ insanlara, aynı muamele başkası tarafından yapıldığında, ‘imtihan’ ve ‘deneme’ denilecek bir muamelede bulunmuştur.” (Fahreddin er-Râzî)
اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً
Beyânî istînâf veya imtihan için tefsiriyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi, اَيُّهُمْ mübtedadır. Müsned olan اَحْسَنُ ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Ayette zikredilen deneme (imtihan), amellerin güzel ve daha güzel olmaları itibarıyla değil, fakat güzel ve çirkin olmaları itibarıyla iki fırkaya da şamil olduğu halde, tafdil kipiyle zikredilmesi (daha güzel denilmesi), bundan asıl gayenin iyilik ehlinin iyiliğinin kemalinin ortaya çıkması olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayetin fasılası, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımadığı için vaz edildiği anlamın dışına çıkmıştır. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
عَمَلاً temyizdir.
وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَع۪يداً جُرُزاًۜ 
وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَع۪يداً جُرُزاًۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
جَاعِلُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , ism-i fail olan جَاعِلُونَ ’nin mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَيْهَا car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
صَع۪يداً kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. جُرُزاً kelimesi صَع۪يداً ’in sıfatı olup lafzen mansubdur.
جَاعِلُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan جعل fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَع۪يداً جُرُزاًۜ
Cümle وَ ’la önceki ayetteki …اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً cümlesine atfedilmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. عَلَيْهَا , bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İsm-i fail vezninde gelerek mef’ûl alması mümkün kılınan müsned لَجَاعِلُونَ , mübalağa ifade etmiştir. لَجَاعِلُونَ ’nin ikinci mef’ûlü olan صَع۪يداً ‘deki tenvin, belirsiz bir ferdi ifade eder.
صَع۪يداً için sıfat olan جُرُزاًۜ dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır.
Önceki ayette fiil sıygasıyla gelen müsned bu ayette isim sıygasıyla gelmiş. Dünyanın ziynetlerle süslenmesi, devam eden tekrarlanan bir durum olduğu için teceddüt ifade eden fiil sıygasıyla kupkuru olup insanların yaşayamayacağı hale gelmesi, bir kerede olup biteceğinden sübut ifade eden isim sıygasıyla gelmiştir.
Bu cümle, geçen cümledeki illeti tamamlamaktadır. Yani “Ey Peygamberim! Kendi kavminin sana indirdiğimiz kitabı yalanladıklarını görünce ona üzülme; çünkü şüphesiz biz, yeryüzündeki çeşitli varlıkları süs kıldık ki onların amellerini deneyelim ve sonunda amellerine göre onlara karşılık verelim ve biz, yakın bir gelecekte yeryüzündeki her şeyi yok edeceğiz ve yaptıklarının cezasını da vereceğiz.” demektir. (Ebüssuûd)
İsm-i fail kalıbında gelen جَاعِلُونَ kelimesi, gelecek zaman manası içermektedir. Yani yeryüzü üzerinde ne var ne yok hepsini yok edeceğiz. Öyle ki, artık onun üzerinde kuru ve çorak topraktan başka hiçbir şey kalmayacak ve yaşamak imkansız hale gelecek. İşte bu, alemin yok olması ve son bulmasıdır. (Âşûr)
صَع۪يداً جُرُزاً ifadesinde istiare vardır. Çünkü buradaki جُرُزاًۜ ile kastedilen bitkisi olmayan kurak yerdir. Bu deyim, Arapların ناقة جروز (obur deve) sözlerinden alınmıştır ki bu deve, çeneleri neredeyse hiç durmadan yem kıran ve ot yiyen obur bir hayvan olduğunda böyle söylenir. Toprağa جُرُزاًۜ (obur) adının verilmesi ise üzerindeki bitkileri, taze ve yetişkin hiçbir şey bırakmadan yemiş olması telakkisine dayanır. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
اَمْ حَسِبْتَ اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّق۪يمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً 
Kehefe كَهْف : كهف dağda bulunan mağara demektir. Çoğulu كُهُوف şeklinde gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Ashab-ı Kehf'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Raqame الرَّقْم : رقم Kalın hat. Kalın bir şekilde iz/işaret bırakmak, çizmek veya yazmak. Bu kelimenin yazıyı noktalamak olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah’ın şu sözü her iki anlama da hamledilmiştir: Mutaffifin, 83/9 كِتَابٌ مَرْقُومٌۜ (Müfredat)
Kelimedeki asıl anlam hangi konuda olursa olsun alamet ve izlerin mevcudiyetidir. Denilir ki: رَقَمْتُ الكِتابَ ‘Kitabı rakamladım yani onu yazdım.’ Yine رَقَمْتُ الثَّوْبَ yani ‘Elbiseyi işledim.’ Özetle bir şeyi rakamlamak onu bir işaretle ayırdetmektir (temyiz etmek). رَقِيم Oyarak ve yontarak yazılan/rakamlanan şeydir.
Nakış نَقْش - Resim رَسْم - Kitâbe كِتابَة - Hat خَطّ kelimeleri arasındaki farklara gelince:
خَطّ’da bizzat çizgilerin kendisi göz önüne alınır. Yani doğru ya da eğri çekilmiş, yazılmış ya da doğal bir izdir.
كِتابة ise, anlaşılır bir mana için lafız ve kelimeleri kayıt altına almaktır.
رَسم ‘e gelince bu mefhumda eser özelliğinin korunması yönü mülahaza edilir.
نَقْش ‘da da renklendirme ve süslemeye dikkat çekilir. (Tahqiq)
رَقَمَ :Yazmak, harflerin fonetik değerini işaret etmek. رَقِيم; Rakîm anlamı tartışmalı bir kelimedir. Bir rivayete göre yedi uyurların isimlerinin yazılı olduğu levhanın ismidir. مَرْقُومYazılmış.(John Penrice)
Kuran’ı Kerim’de iki isim formunda toplam 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekillerirakam, rakım ve Erkam'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَمْ حَسِبْتَ اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّق۪يمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً
اَمْ munkatı’dır. بل ve hemze manasındadır. Yani بل أحسبت demektir.
حَسِبْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ sükun üzere mebni, fail olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, حَسِبْتَ fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur. حَسِبْتَ sanmak manasına gelen kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette حَسِبْتَ fiili sanmak manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصْحَابَ kelimesi اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. الْكَهْفِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الرَّق۪يمِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْكَهْفِ ’ye matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
مِنْ اٰيَاتِنَا car mecruru عَجَباً ’in mahzuf haline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada baz manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَجَباً kelimesi, كَانُوا ’nun haberi olup lafzen mansubdur. Mastar olduğu için tekil olarak gelmiştir.اَمْ حَسِبْتَ اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّق۪يمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Ayete dahil olan اَمْ edatı, بل ve hemze manasındadır. (Âşûr)
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp ikaz ve inkâr anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَنَّ ve akabindeki اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّق۪يمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً cümlesi, masdar teviliyle iki mef’ûle müteaddi olan حَسِبْتَ fiilinin birinci mef’ûlüdür. İkinci mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
الرَّق۪يمِ, bizim kitabe dediğimiz yazılı taş veya maden veya diğer şeylerden levha demektir. Yani kıssaları anlatılacak olan Kehf ve Rakîm sahipleri garip mucizelerden midir? (Elmalılı)
اَنَّ ’nin ismi olan اَصْحَابَ الْكَهْفِ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
اَنَّ ’nin haberi olan كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً cümlesi, كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَجَباً kelimesi كَان ’nin haberidir. كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan) Mastar olduğu için tekil olarak gelmiştir.
مِنْ اٰيَاتِنَا izafetinde takdiri جملة [bütün] olan muzaf mahzuftur. Mecrur konumdaki bu terkip, كَانَ ’nin haberi عَجَباً ’in mahzuf haline müteallıktır. Muzâfın ve müteallakın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنْ اٰيَاتِنَا sözündeki مِنْ harf-i ceri teb’iz (bir kısım) manasındadır. Yani Kehf ehlinin kıssası diğer mucizeler arasından şaşılacak tek şey değil demektir. (Âşûr)
Bu hitap, Resulullah içindir; bundan murat ise Peygamberimizin ümmetinin, bunca büyük ayetten sadece bunun ibrete şayan olduğunu sanmamalarıdır. (Ebüssuûd)
اٰيَاتِنَا izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ için tazim ifade eder.
اٰيَاتِنَا kelimesindeki نَا zamiri, Allah’a ait azamet zamiridir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اَصْحَابَ الْكَهْفِ - الرَّق۪يمِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.اِذْ اَوَى الْفِتْيَةُ اِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَٓا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَداً 
| Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
|---|---|---|---|
| 1 | إِذْ | zaman |
|
| 2 | أَوَى | sığındıkları |
|
| 3 | الْفِتْيَةُ | o gençler |
|
| 4 | إِلَى |
|
|
| 5 | الْكَهْفِ | mağaraya |
|
| 6 | فَقَالُوا | dediler |
|
| 7 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
| 8 | اتِنَا | bize ver |
|
| 9 | مِنْ |
|
|
| 10 | لَدُنْكَ | katından |
|
| 11 | رَحْمَةً | bir rahmet |
|
| 12 | وَهَيِّئْ | ve hazırla |
|
| 13 | لَنَا | bize |
|
| 14 | مِنْ |
|
|
| 15 | أَمْرِنَا | şu işimizden |
|
| 16 | رَشَدًا | bir çıkış yolu |
|
اِذْ اَوَى الْفِتْيَةُ اِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَٓا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً
اِذْ zaman zarfı, عَجَباً ’e müteallıktır.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. ( إِذْ ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. ( إِذْ )’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. ( بَيْنَا ) ve ( بَيْنَمَا )’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. الْفِتْيَةُ fail olup lafzen merfûdur.
اِلَى الْكَهْفِ car mecruru, اَوَى fiiline müteallıktır. اِلٰى harf-i ceri mecruruna yönelme, intiha, tahsis, musahabe, zaman zarfı, mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada yönelme manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı, fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, رَبَّنَٓا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ , muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً ’dır. ءَاتِنَا illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ لَدُنْكَ car mecruru رَحْمَةً ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ibtidaiyye manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَداً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. هَيِّئْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
لَنَا car mecruru هَيِّئْ fiiline müteallıktır. مِنْ اَمْرِنَا car mecruru هَيِّئْ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ibtidaiye manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَشَداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
هَيِّئْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi هيأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِذْ اَوَى الْفِتْيَةُ اِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَٓا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَداً
Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.
Cümleye muzâf olan zaman zarfı اِذْ , takdiri اذكر (hatırla) olan mahzuf fiile müteallıktır.
اِذْ ’in önceki ayetteki عَجَباً ’e müteallık olduğu da söylenmiştir.
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan اَوَى الْفِتْيَةُ اِلَى الْكَهْفِ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Aynı üsluptaki قَالُوا رَبَّنَٓا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً cümlesi, فَ harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبَّنَٓا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
مِنْ harf-i cerinin manası ibtidaiyedir. لَدُنْ kelimesi ise عِنْدَ manasındadır. (Âşûr)
رَبَّـنَا izafeti mütekellimin Allah’ın rububiyet sıfatına sığınma isteğine, nida harfinin hazfi mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üsluptaki وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَداً cümlesi, وَ harfiyle nidanın cevabına atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Birbirine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiş bu iki cümle emir üslubunda gelmiş olmalarına rağmen, dua maksadıyla söylendikleri için vaz edildikleri anlamın dışına çıkmışlardır. Bu nedenle her ikisi de mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
مِنْ اَمْرِنَا sözündeki مِنْ harf-i ceri ibtidaiyye manasındadır. (Âşûr)
Veciz ifade kastına matuf لَدُنْكَ izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan لَدُنْ için tazim ifade eder.
رَشَداً ve رَحْمَةً kelimelerindeki tenvin, kesret, nev ve tazim içindir.
الْفِتْيَةُ çoğul kalıbı, cemi kıllet kalıbıdır. فتيان değil de الْفِتْيَةُ şeklinde gelen bu kalıptan gençlerin sayısının 9’dan fazla olmadığı anlaşılır.
مِنْ اَمْرِنَا رَشَداً ibaresindeki مِنْ harfinde tecrid sanatı vardır. Tıpkı رَاَيْتُ مِنْكَ اَسَدًا (Senden bir aslan gördüm) sözünde olduğu gibi. Ya da bütün işimizi doğruluk eyle manasındadır. تْهَيئ, bir şeyi hazır hale getirmektir. (Beyzâvî)
قَالُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
فَضَرَبْنَا عَلٰٓى اٰذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِن۪ينَ عَدَداًۙ 
فَضَرَبْنَا عَلٰٓى اٰذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِن۪ينَ عَدَداًۙ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ضَرَبْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰٓى اٰذَانِهِمْ car mecruru, ضَرَبْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فِي الْكَهْفِ car mecruru, اٰذَانِهِمْ ’deki zamirin mahzuf haline mütteallıktır.
سِن۪ينَ zaman zarfı, ضَرَبْنَا fiiline müteallıktır. Nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ي ile nasb olurlar.
عَدَداً kelimesi سِن۪ينَ ‘nin sıfatı olup lafzen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَضَرَبْنَا عَلٰٓى اٰذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِن۪ينَ عَدَداًۙ
Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Resulullah (sav)’dir.
Cümle فَ ile önceki ayetteki … فَقَالُوا رَبَّنَٓا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً cümlesine atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder. ضَرَبْنَا fiilindeki نَا zamiri, Allah’a ait azamet zamiridir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
سِن۪ينَ için sıfat olan عَدَداًۙ , masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. معدودة anlamında olduğu için masdara isnad alakasıyla aklî mecazdır.
Ma‘lûm olduğu üzere masdarla vasıflanmak mübâlağa ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 4, s. 112)
Biz de kulaklarının üzerine vurduk ifadesi; duymalarını engelleyecek bir perde çektik demektir. Mana da “Onları seslerin uyandıramayacağı şekilde uyuttuk.’’ şeklindedir. Mef'ûl olan حجابا , hazf edilmiştir. فِي الْكَهْفِ سِن۪ينَ عَدَداًۙ [Mağarada, nice yıllar] kelimeleri ضَرَب fiilinin iki zarfıdır. عَدَداًۙ kelimesi, ذوات عدد (sayılı yıllar) demektir. Yılların bununla nitelenmesi teksire de (çokluğa da), taklile de (azlığa da) muhtemeldir. Çünkü Allah Teâlâ'nın yanında onların kalış süreleri yarım gün gibidir.
فَضَرَبْنَا عَلٰٓى اٰذَانِهِمْ ifadesi temsilî istiaredir. Onların üzerine ağır bir uyku bıraktık manasındadır. Bu derin uyku sebebiyle gözleri ve kulakları hislerini kaybettiler demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
Bu ifade, temsili olarak onları uyutmak anlamındadır. Uyku halinde bütün duyuların şuur ve idraki perdelendiği halde yalnız kulakların zikre tahsis edilmesi, adete göre perdelenmeye muhtaç olan, onlar olduğu içindir. Zira normal olarak uyuyan kişinin, halktan uzak tek başına bulunduğu zaman, uyanma yolu kulaklarıdır. (Ebüssuûd)
Diğer bir görüşe göre ise ayetin ifadesi, kinaye yoluyla ağır uyku demektir. (Ebüssuûd, Âşûr)
ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ اَيُّ الْحِزْبَيْنِ اَحْصٰى لِمَا لَبِثُٓوا اَمَداً۟ 
Hasaye إحْصَاء : حصي sayarak bir sonuç ortaya çıkarmaktır. İf'al formundaki أحْصا fiili saymak manasında kullanılır. Bu kelimenin temel anlamı ufak taşların/çakıl taşlarının adı olan حَصًى dan gelir. Bunun nedeni ise bizim saymak için parmaklarımızı kullanığımız gibi Arapların da taşları kullanmasıdır. (Müfredat)
Bu maddedeki asli anlam, ilmen zabıt altına alıp kavramaktır. Bu kelimenin söylendiği muhtelif kullanım yerlerinin hepsi de içinde bu manayı taşır. الحَصاة kelimesi; bir mahalde yığılıp zabtedilen şeyler için; miskteki sert bir parça için; yine zeka ve akıl için kullanılır. Kelimede hayırlı ve doğru şeyleri muhafaza altına alıp zaptetme itibarıyla olması kastedilir. İlim ve sayma’nın zaptetme ile olan münasebetine gelince; sayma, zapdetmenin mukaddimesi (başlangıcı), ilim ise zabıttaki neticeleri kavrayıp kuşatmaktır. Sözcüğün yasaklama (منع ) ve hakkını verme anlamları da vardır ve bunlar da zabtın levazımındandır. Nitekim zabtedilenin gayrısını men etmek gerekir. (Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ اَيُّ الْحِزْبَيْنِ اَحْصٰى لِمَا لَبِثُٓوا اَمَداً۟
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَعَثْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.vMuttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لِ harfi, نَعْلَمَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte بَعَثْنَاهُمْ fiiline müteallıktır.
نَعْلَمَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ )’den sonra, 5) Vav-ı maiyye ( وَ )’den sonra, 6) Sebep fe ( فَ )’sinden sonra. Burada lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ )’den sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَيُّ الْحِزْبَيْنِ اَحْصٰى cümlesi نَعْلَمَ fiilinin iki mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَيُّ istifham ismi mübteda olarak lafzen merfûdur. الْحِزْبَيْنِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için ي ile mecrurdur.
اَحْصٰى fiili, mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مَٓا ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَمَداً ’in mahzuf haline müteallıktır.
لَبِثُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَمَداً kelimesi اَحْصٰى fiilinin mef’ûlun bihi olarak lafzen mansubdur.ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ اَيُّ الْحِزْبَيْنِ اَحْصٰى لِمَا لَبِثُٓوا اَمَداً۟
Mütekellim Allah Teâlâ, muhatab Resulullah (sav)’dir.
Cümle ثُمَّ ile önceki ayetteki …فَضَرَبْنَا عَلٰٓى اٰذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ cümlesine atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sebep bildiren masdar ve cer harfi لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِنَعْلَمَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde بَعَثْنَاهُمْ fiiline müteallıktır.
Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu ayette fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
بَعَثْنَا fiilindeki نَا zamiri, Allah’a ait azamet zamiridir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اَيُّ الْحِزْبَيْنِ اَحْصٰى cümlesi نَعْلَمَ fiilinin iki mef’ûlu konumdadır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi, اَيُّ الْحِزْبَيْنِ mübtedadır.
Burada bilmek, uyandırmaya gaye ve amaç kılınmıştır. Ancak bunun izahı, bilmeyi mecazi olarak izhar (ortaya çıkarmak) ve temyiz anlamına hamletmek, yahut buradaki bilmeyi, uyandırmaya gaye olabilen ve hadis olan, cezanın taalluk ettiği hali (o hale mahsus) bilgiye hamletmek şeklinde değildir. (Ebüssuûd)
Müsned olan اَحْصٰى , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve sılası olan لَبِثُٓوا اَمَداً۟ cümlesi, masdar tevilindedir. Sılası müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Masdar-ı müevvel, harf-i cerle birlikte اَمَداً ’in mahzuf haline müteallıktır.
اَحْصٰى - اَمَداً۟ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
11. ayetteki فَضَرَبْنَا عَلٰٓى اٰذَانِهِمْ (Kulaklarına perde koyduk) ile ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ (Sonra onları dirilttik) arasında manevi tıbâk vardır. Çünkü birincisinin manası onları uyuttuk ikincisinin manası ise onları uyandırdık şeklindedir. (Safvetü’t Tefasir)نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَاَهُمْ بِالْحَقِّۜ اِنَّهُمْ فِتْيَةٌ اٰمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًىۗ 
| Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
|---|---|---|---|
| 1 | نَحْنُ | biz |
|
| 2 | نَقُصُّ | anlatıyoruz |
|
| 3 | عَلَيْكَ | sana |
|
| 4 | نَبَأَهُمْ | onların haberlerini |
|
| 5 | بِالْحَقِّ | gerçek olarak |
|
| 6 | إِنَّهُمْ | muhakkak onlar |
|
| 7 | فِتْيَةٌ | gençlerdi |
|
| 8 | امَنُوا | inanmış |
|
| 9 | بِرَبِّهِمْ | Rablerine |
|
| 10 | وَزِدْنَاهُمْ | biz de onların artırmıştık |
|
| 11 | هُدًى | hidayetlerini |
|
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَاَهُمْ بِالْحَقِّۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَقُصُّ fiili haber olarak mahallen merfûdur. نَقُصُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. عَلَيْكَ car mecruru نَقُصُّ fiiline müteallıktır.
نَبَاَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْحَقّ car mecruru mef’ûl veya failin haline müteallıktır.
اِنَّهُمْ فِتْيَةٌ اٰمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًىۗ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. فِتْيَةٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. اٰمَنُوا fiili فِتْيَةٌ sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِرَبِّهِمْ car mecruru اٰمَنُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَزِدْنَاهُمْ هُدًى cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
زِدْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. هُدًى ikinci mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
اٰمَنُوا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, if’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَاَهُمْ بِالْحَقِّۜ
Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Resulullah (sav)’dir. İstînâfiyye olarak gelen cümle, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَاَهُمْ بِالْحَقِّۜ cümlesinin azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade etmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ cümlesinde müsnedün ileyh ihsisas için müsnede takdim edilmiştir. Yani ‘’bizden başka hiç kimse onların hikayelerini gerçek olarak anlatmıyor’’ demektir. (Âşûr)
Bu ayetten itibaren “Hani o genç yiğitler mağaraya sığınmışlardı…” ayetinde mücmel olarak geçen kıssanın tafsilatı anlatılmaktadır. (Ebüssuûd, Âşûr)
نَبَاَ ; büyük fayda sağlanan, kendisiyle zann-ı galib oluşan haberdir. Allah Teâlâ’nın burada خبر değil de نَبَاَ fiilini tercih etmesi mana-lafız uyumunun yani teşâbüh-i etrâf sanatının güzel bir örneğidir.
الحَقُّ yani gerçeklik kelimesi burada, الصِّدْقُ yani doğruluk manasında kullanılmıştır. Zaten doğruluk, çoğu zaman ya gerçekten bir parçadır veyahut onun bir türüdür. (Âşûr)
بِ harf-i ceri mülâbese içindir. Yani ayetlerle birlikte anlatılagelen kıssalar, uydurma ve asılsız haberler vermek için değil, yalnızca doğruyu ve hakikati ifade etmek içindir. (Âşûr)
اِنَّهُمْ فِتْيَةٌ اٰمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًىۗ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
إنَّهم فِتْيَةٌ cümlesi, zikredilen kıssa ve içerisinde bildirilen haberin beyanı yani açıklaması içindir. Cümlenin tekid harfiyle başlaması ise inkârı red için değil, yalnızca konunun dikkat ve önem arz etmesi sebebiyledir. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan اٰمَنُوا بِرَبِّهِمْ cümlesi, فِتْيَةٌ için sıfattır. Aynı üslupta gelen وَزِدْنَاهُمْ هُدًىۗ cümlesi, aralarında manen ve lafzen ittifak bulunması sebebiyle, اٰمَنُوا بِرَبِّهِمْ cümlesine atfedilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, بِرَبِّهِمْ izafetinde Rabb ismine muzafun ileyh olan هِمْ zamiri dolayısıyla ashab-ı kehf, şan ve şeref kazanmıştır.
زِدْنَاهُمْ fiilinin, azamet zamirine isnadı dolayısıyla tazimi söz konusudur. Bu fiilin ikinci mef’ûlü olan هُدًىۗ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
بِرَبِّهِمْ sözünden sonra زِدْنَاهُمْ ifadesine geçişte iltifat sanatı vardır.
اٰمَنُوا - هُدًى ve نَبَاَهُمْ - نَقُصُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayet-i kerimede اِنَّهُمْ فِتْيَةٌ اٰمَنُوا ifadesi muhatap tarafından sorulan mukadder suale mebni olarak gelen bir istinaf cümlesi olup burada mütekellim sıygasından gaib sıygasına geçiş şeklinde iltifat yapılmıştır. Yani onlar Rablerinin birliğine iman etmiş, Ondan başka ilâh olmadığına şahitlik etmiş gençlerdi. Biz de bu akideleri üzerinde sebat etme, Allah’a yönelme ve salih amelleri tercih etmek suretiyle hidayete ulaşmaları için muvaffakiyetlerini artırmıştık. Bu ifadede, yoldan çıkan ve batıl dinin derinliklerine batan yaşlılara göre gençlerin hakka daha çok yönelme ve hidayete daha büyük oranda kavuşma kabiliyet ve eğiliminde olduklarına işaret vardır. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
فِتْيَةٌ , genç delikanlı, yiğit demek olan فتى ’nın ondan daha az sayıya delalet eden çoğuludur. Demek ki kıssanın ibret teşkil eden hakikatinde bunların isimleri ve sayıları ve memleketlerinin bellenmesi lazım değildir. Hüviyetleri olmak üzere ehemmiyete değer olan birinci nokta şu vasıflarıdır: Birkaç genç yiğitten oluşan az bir topluluk ki kendilerinin Rabbine iman ettiler ve biz de kendilerine hidayetlerini artırdık. Onların kalplerini metin kıldık. (Elmalılı)
وَرَبَطْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَنْ نَدْعُوَ۬ا مِنْ دُونِه۪ٓ اِلٰهاً لَقَدْ قُلْـنَٓا اِذاً شَطَطاً 
| Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
|---|---|---|---|
| 1 | وَرَبَطْنَا | ve metanet bağlamıştık |
|
| 2 | عَلَىٰ | üstüne |
|
| 3 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinin |
|
| 4 | إِذْ |
|
|
| 5 | قَامُوا | kalktılar |
|
| 6 | فَقَالُوا | ve dediler ki |
|
| 7 | رَبُّنَا | Rabbimiz |
|
| 8 | رَبُّ | Rabbidir |
|
| 9 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
| 10 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
| 11 | لَنْ |
|
|
| 12 | نَدْعُوَ | biz asla demeyiz |
|
| 13 | مِنْ |
|
|
| 14 | دُونِهِ | O’ndan başkasına |
|
| 15 | إِلَٰهًا | Tanrı |
|
| 16 | لَقَدْ | yoksa |
|
| 17 | قُلْنَا | konuşmuş oluruz |
|
| 18 | إِذًا | o zaman |
|
| 19 | شَطَطًا | saçma sapan |
|
وَرَبَطْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. رَبَطْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى قُلُوبِهِمْ car mecruru رَبَطْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذْ zaman zarfı, رَبَطْنَا fiiline müteallıktır.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. ( إِذْ ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. ( إِذْ )’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. ( بَيْنَا ) ve ( بَيْنَمَا )’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَامُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَامُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, رَبُّنَا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
رَبُّنَا mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَبُّ haber olup lafzen merfûdur. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
لَنْ نَدْعُوَ۬ا مِنْ دُونِه۪ٓ اِلٰهاً لَقَدْ قُلْـنَٓا اِذاً شَطَطاً
Fiil cümlesidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. نَدْعُوَ۬ا mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
مِنْ دُونِه۪ٓ car mecruru, اِلٰهاً ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلٰهاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
قُلْـنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olup mahallen merfûdur.
اِذاً cevap harfidir. شَطَطاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَرَبَطْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ
Cümle وَ ’la önceki ayetteki …اٰمَنُوا بِرَبِّهِمْ cümlesine atfedilmiştir. Ayet öncesine, hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Resulullah (sav)’dir.
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
وَرَبَطْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ ifadesinde istiare vardır. (Âşûr) Kalpler düğümlenebilecek bir şeye benzetilmiştir. Onların imandaki sebatlarının derecesi, mübalağalı bir şekilde ifade edilmiştir.
رَبَطْنا fiilinin, vurguya güçlülük ve mübalağa kazandıran isti’la harfi على harf-i ceriyle geçişli kılınmıştır. İsti’la harfi fiildeki sağlamlık ve sabitlik manasında müstear olmuştur. (Âşûr)
اِذْ zaman zarfı, رَبَطْنَا fiiline müteallıktır. Muzâfun ileyh olan قَامُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ cümlesi, فَ harfiyle قَامُوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبُّنَا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Rabb isminin müsnedün ileyh olması ve tekrarlanması, mütekellimin Allah Teâlâ’nın rububiyet vasfına sığınma isteğine işaret eder. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
رَبُّنَا izafeti, muzâfun ileyh olan mütekellim zamirinin aid olduğu kişilere şeref kazandırmıştır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
وَرَبَطْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ ifadesinde istiâre vardır. Çünkü رَبط , bağlamaktır. Bununla شددنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ (Onların kalpleri üzerine düğüm attık) anlamı kastedilmiştir. Tıpkı kapların ağız bağları ile bağlanarak içindekileri muhafaza etmesi, böylece içine konan şeylerin dökülmesinden emin olunması gibi. Buna göre mana “Sabır düğümlerinin çözülmemesi, tahammül kararlılıklarının uçup gitmemesi için onların kalplerine düğüm attık.” demektir. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
قَامُوا (Kalktılar) - قَالُوا (Dediler) kelimeleri arasında cinâs-ı nâkıs vardır. (Safvetü’t Tefasir)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bir görüşe göre ise onların durmalarından murad, cebbar hükümdarın putlara tapmayı reddetmelerinden dolayı onları kınaması karşısında dimdik durup ona aldırış etmemeleridir. Bu görüşe göre bundan sonraki ayet, makabline bağlı olmayıp hükümdarın huzurundan çıktıktan sonra söyledikleri sözlerdir. (Ebüssuûd)
Rabb lafzının tekrarı, Rablerine olan inançlarının kuvvetini ve ona verdikleri önemi işaret ediyor olabilir.
لَنْ نَدْعُوَ۬ا مِنْ دُونِه۪ٓ اِلٰهاً
Önceki cümlenin açıklayıcısı hükmünde, beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümleye dahli olan لَنْ , tekid ifade etmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır. Menfi muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması içindir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
دُونِه۪ٓ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
اِلٰهاً ’deki tenvin nev ifade eder. Menfi siyakta nekre, umuma işarettir.
لَقَدْ قُلْـنَٓا اِذاً شَطَطاً
Cümle mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.. لَ , mahzuf kasemin delilidir. Tahkik harfi قَدْ , tekid ifade eder.
اِذاً cevap harfi, شَطَطاً ise قُلْـنَٓا fiilinin mef’ûlüdür.
Mukadder kasem cümlesi, اِذاً ’den anlaşıldığı üzere, mukadder şart için cevaptır. Yani إن دعوناه فو الله لقد قلنا شططا (Ona dua edersek Allah’a muhakkak yemin ederiz ki saçmalamış oluruz.) demektir.
قَالُوا - قُلْـنَٓا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَطَطاً ’deki tenvin, tahkir içindir.
Ashab-ı Kehf sözlerinin sonunda Allah’tan başkasına dua ettiklerinde, gerçeğe aykırı bir söz söylemiş olacaklarını yeminle ifade etmişlerdir.
Ayetteki “Aksi takdirde and olsun ki hakikatten uzaklaşmış oluruz.” ifadesine gelince bundaki شَطَطاً kelimesi, Arapçada haddi aşmak anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ لَوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِمْ بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍۜ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ 
| Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
|---|---|---|---|
| 1 | هَٰؤُلَاءِ | şunlar |
|
| 2 | قَوْمُنَا | şu kavmimiz |
|
| 3 | اتَّخَذُوا | edindiler |
|
| 4 | مِنْ |
|
|
| 5 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
| 6 | الِهَةً | tanrılar |
|
| 7 | لَوْلَا | gerekmez mi? |
|
| 8 | يَأْتُونَ | getirmeleri |
|
| 9 | عَلَيْهِمْ | onların |
|
| 10 | بِسُلْطَانٍ | bir delil |
|
| 11 | بَيِّنٍ | açık |
|
| 12 | فَمَنْ | kim olabilir? |
|
| 13 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
| 14 | مِمَّنِ |
|
|
| 15 | افْتَرَىٰ | uydurandan |
|
| 16 | عَلَى | karşı |
|
| 17 | اللَّهِ | Allah’a |
|
| 18 | كَذِبًا | yalan |
|
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret هٰٓؤُ۬لَٓاءِ mübteda olarak mahallen merfûdur.
قَوْمُنَا ism-i işaretten bedel veya atf-ı beyân olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّخَذُوا fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِه۪ٓ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰلِهَةً birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir. Ayetteki اتَّخَذُوا bu anlamdadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّخَذُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
لَوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِمْ بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍۜ
لَوْلَٓا cezm etmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘’olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
يَأْتُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru سُلْطَانٍ ’nin mahzuf haline müteallıktır. بِسُلْطَانٍ car mecruru, يَأْتُونَ fiiline müteallıktır.
بَيِّنٍ kelimesi, سُلْطَانٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ
فَ istînâfiyyedir. مَنْ istifham ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَظْلَمُ haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil, اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. Burada ال ’sız مِنْ ’li gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَظْلَمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
افْتَرٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru, افْتَرٰى fiiline müteallıktır. الْكَذِبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
افْتَرٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dır.
İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İftiale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ
Faide-i haber, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle olan هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً , lâzım-ı haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Mütekellim Ashab-ı Kehf’tir.
Müsnedün ileyhin işaret ismi olarak gelmesi kavmi tahkir içindir. قَوْمُنَا , işaret isminden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatıdır.
Mübtedanın haberi اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Car mecrur مِنْ دُونِه۪ٓ , müsnedin mahzuf olan ikinci mef’ûlüne müteallıktır.
Birinci mef’ûl اِلٰهاً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Menfi siyakta nekre, umuma işarettir.
دُونِه۪ٓ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
Ayetteki اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ cümlesiyle önceki ayetteki لَنْ نَدْعُوَ۬ا مِنْ دُونِه۪ٓ اِلٰهاً
cümlesi arasında mukabele vardır. Ayrıca bu iki ibare arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayetteki, هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ [Şunlar, şu bizim kavmimiz, O'ndan başka tanrılar edindiler.] ifadesi de Ashab-ı Kehf'in sözlerindendir. Bununla Dikyanus zamanında putlara tapan kimseleri kastetmişlerdir. (Beyzâvî)
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً [Şu bizim kavmimiz, Allah'tan başka ilahlar edindiler.] sözü Beyzâvî’ye göre inkâr ve tehekküm anlamı içeren bir haber cümlesidir.
Bu haber cümlesini dillendiren gençlerin maksatları ne bu cümlenin içerdiği hükmü bildirmek (faide-i haber) ne de onların kavimlerinin birtakım ilahlar edindiğini bildiklerini muhataba ifade etmektir (lâzım-ı faide). Bilakis maksatları soydaşlarını kınamak ve bulaştıkları şirk inancını reddettiklerini bildirmektir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
لَوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِمْ بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Gençlerin sözlerine dahil olan cümlelerdeki لَوْلَٓا harfi, هلا manasındadır. (Âşûr)
Tahdid harfi لَوْلَٓا ’nın dahil olduğu cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَوْلاَ “Meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya” manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak “teşvik” anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
بِسُلْطَانٍ ’deki tenvin, herhangi bir tür ifade eder.
بَيِّنٍ , car mecrur şeklinde gelen بِسُلْطَانٍ için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Daha sonra Cenab-ı Hak, “Allah'a karşı yalan yere iftira edenlerden daha zalim kimdir?” buyurmuştur. Bu, “Kendisine delalet edecek bir delil olmadığı halde bir şeyin mevcut olduğuna hükmetmek bir zulüm, Allah'a karşı bir iftira ve bir yalandır.” demektir. Bu, taklide tutunmak gerektiğini savunan görüşün yanlışlığını gösteren en büyük delillerden biridir. (Fahreddin er-Râzî)
لَوْلا يَأْتُونَ عَلَيْهِمْ بِسُلْطانٍ بَيِّنٍ cümlesi, inkâr manasında gelmesi itibarıyla kendinden önceki cümleyi tekid eder. (Âşûr)
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ
Son cümlede فَ istinafiyye, مَنْ istifham edatıdır. İstifham üslubunda, talebî inşâî isnad olan bu cümle gençlerin sözlerine dahildir. Bu sözlerle asıl kastettikleri soru sormak değil, taaccüp ve inkârlarını ifade etmektir. Bu nedenle terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca bu üslup tecâhül-i ârif sanatıdır.
Bu istifham, inkâr ve taciz (aciz bırakmak) anlamındadır. Yani şu bizim kavmimiz, kendi taptıkları varlıkların ilah olduklarına dair onları ilah edinmenin doğru olduğu hakkında, iddialarına açıkça delalet eden bir delil getirmeleri gerekmez mi?
Bu kelam, onları susturmak içindir. (Ebüssuûd)
İsim cümlesi formunda gelen cümlede istifham ismi مَنْ mübteda, اَظْلَمُ haberdir.
Haberin ism-i tafdil kalıbında gelmesi mübalağa ifade etmiştir.
Mecrur mahalde اَظْلَمُ ’ya müteallık olan müşterek ism-i mevsûl مَّنِ ’in sılası, mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. افْتَرٰى fiilini tekid için gelen كَذِباًۜ , mef’ûlu mutlaktır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
افْتَرٰى - كَذِباًۜ ve اٰلِهَةًۜ - اللّٰهِ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı, ism-i mevsûl olan مَنْ ile istifham harfi olan مَنْ arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.Bazen bir halin içine düşer insan. Hiçbir tarafta çıkış tabelası göremez. Her şeyin biteceğini bildiği alemde, sanki zaman durur iç dünyasında. Duygu ve düşünceleri de ağırlaşır, ihtiyacı olanlar hatırına gelmez olur.
Bazen bir karanlık çöker insanın yüreğine. Daraldıkça daralır, aklına geleni bile söylemeye üşenir. Çekildikçe çekilir, kalabalıklar içinde yalnızlaşır. Olumsuza dair her şey kendisiyle eğlenir, olumlular ise sanki uykudadır.
Allah’a olan teslimiyetiyle tutunmaya çalışır, kelamına koşar ve sıkıca sarılır. Allah’ın rahmetini içine çeker, Kur’an-ı Kerim ne güzel hatırlatıcıdır. Olumsuzluklar zincirini dualarıyla kırar, olumluların dirilişine şahit olur.
Kendisine belirsiz görünen her şeyin, Rahman’ın katında belirsiz olmayışına tebessüm eder. Nefsi ne kadar yalnızım dese de, halini bilen Rabbinin yanında oluşuna sığınır. Kalbine kulak verir, davetine icabet eder.
Her derdin ve sıkıntının, bir gün biteceği üzerine düşünür. Kimi yaşadıklarını seçemeyen insan, eninde sonunda bitecek olan zamanını, değerlendirmenin elinde oluşunu idrak eder. Ashab-ı Kehf misali, harekete geçmeye karar verir.
Benliğini, çekiştirerek mücadeleye çağırır. Mağaraya saklanan Ashab-ı Kehf misali, uzatılan yardım ellerini tutar. Hatırına duaları gelir: Rabbim! Bize katından rahmet gönder ve bize bu durumumuzdan bir çıkış yolu göster.
Sahibi olan Allah’ın rahmeti ve yardımıyla, karanlıklar yerini aydınlıklara bırakır. Karşısındaki ferahlığa doya doya bakarken, çıkış tabelasını görür. Şüphesiz; önceden görmeyip de, şimdi görmesindeki hayra tüm kalbiyle iman eder.
Ey dertlinin dermanını veren ve darda olanı kurtaran Allahım! Dünyalık vesveselere kapılan nefsimin sesini, hakikate çağıran kalbimin sesiyle bastır. İmanımın cesareti karşısında, dünyalık korkuların hepsini sustur. Ahiret için çabalamak dururken, dünyaya kapılan benliğimi sakinleştir. Beni bir an olsun nefsimle yalnız bırakma; nefsine teslim olanlardan değil, mücadele edenlerden eyle. Beni; Sana yaklaştıracak ve katında derecemi yükseltecek amellerle meşgul ettir. Her çabamın karşılığını merhametin ile ver ve beni iki cihanda da gönüllerini sevindirdiğin, gözlerini de aydınlattığın kullarından eyle.
Amin.
***
Akıl ya da nefis; geleceğe dair hayallere kapıldığı zaman genellikle hoş olmayan duyguları çağırır. Üzüntülerin, endişelerin yani genel anlamda sıkıntı veren hallerin kaynağı çoğunlukla geleceğe dair olasılıklar zinciridir. Kişiyi bulunduğu andan uzaklaştırıyorsa ya da daha iyi bir insan ve kul olmaya teşvik etmiyorsa, zararı olmadığı zamanlarda bile faydasızdır ve yorucudur.
Ashab-ı Kehf, yaşadıkları zamanın fitnelerinden korunmak için Allah’a dua etmiş ve bir çıkış kapısı dilemişlerdir. Allah Teâlâ dualarını kabul buyurmuş ve onları yıllar boyu süren derin bir uykuya daldırmıştır. Çözümlerinin dünyadaki şekli belki de tedirgin edicidir ve birçok soruya kapı açıcıdır. Ne kadar süre uyku, açlık ve sağlık durumları, tanıdıkların ölmesi gibi birçok ihtimal akla gelebilir.
Olasılıklara kafa yorulduğu zaman bulunulan anın tadı kaçar ve o anı doğru şekilde değerlendirme fırsatı gider. Geçmişteki üzüntüleri ve gelecekteki olasılıkları Allah’a arzedip yola devam etmelidir. Bunu uygulamak, bilmek kadar kolay değildir ama bilmenin bile tek başına verdiği bir huzur vardır. Kişi vesveselere kapıldığını hissettiği anda: Peki şu an ben Allah rızası için ne yapabilirim? diye harekete geçmelidir.
Her zaman için nefsin kurguladığı olasılıklar, yaşananlara kıyasla daha korkunçtur ve aslında gerçek değildir. Ashab-ı Kehf uyanınca ne kadar uyuduklarından habersiz olarak kalkıp yemek ihtiyaçlarını düşünürler ve bedenleri de rahatlıkla hareket edecek kadar sağlamdır. Demekki koruyan ve kollayan Allah’tır. Ömrümüzü ve rızkımızı bilen O’dur. Kula düşen, vesveselerden Allah’a kaçarak, bugünkü çabasına dönmektir. Böylece Allah’ın yardımıyla nefsi terbiye olacaktır.
Ey Allahım! Geçmişin üzüntülerini, pişmanlıklarını ve geleceğin hırslarını, endişelerini Sana arzederiz. Vesveselere dalan akıllarımızı ve kalplerimizi uyandır. Nefsimizin bitmek bilmeyen sorularının ve iştahının zararından muhafaza buyur. Bize iki cihanda da afiyet ve iyilik ver. Kalplerimizi, akıllarımızı ve bedenlerimizi afiyet ile Seninle ve bize Senin rızanı kazandıracak salih amellerle meşgul eyle. Bizi Sana hakiki manada güvenen ve teslim olan kullarından eyle. Amellerimizi kolaylaştır ve bizi rahmetin ile kuşattığın Sana kavuşan salih kullarından eyle.
Amin.