10 Nisan 2025
Kehf Sûresi 16-20 (294. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kehf Sûresi 16. Ayet

وَاِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ فَأْوُٓ۫ا اِلَى الْكَهْفِ يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً  ...


(İçlerinden biri şöyle dedi:) “Mademki onlardan ve Allah’tan başkasına tapmakta olduklarından yüz çevirip ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve içinde bulunduğunuz durumda yararlanacağınız şeyler hazırlasın.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذِ madem ki
2 اعْتَزَلْتُمُوهُمْ siz onlardan ayrıldınız ع ز ل
3 وَمَا ve şeylerden
4 يَعْبُدُونَ taptıkları ع ب د
5 إِلَّا başka
6 اللَّهَ Allah’tan
7 فَأْوُوا o halde sığının ا و ي
8 إِلَى
9 الْكَهْفِ mağaraya ك ه ف
10 يَنْشُرْ yaysın (bollaştırsın) ن ش ر
11 لَكُمْ size
12 رَبُّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
13 مِنْ
14 رَحْمَتِهِ rahmetini ر ح م
15 وَيُهَيِّئْ ve hazırlasın ه ي ا
16 لَكُمْ size
17 مِنْ
18 أَمْرِكُمْ (şu) işinizden ا م ر
19 مِرْفَقًا yararlı bir şey ر ف ق

Azele  عزل :  عَزَلَ fiili ayrıldı/uzaklaştı demektir. إعْتَزَلَ  beden ya da kalple bir şeyden uzak durarak kaçınmaktır. Bu şey yapılan bir işin ücreti, bir borçtan veya suçtan muaf olduğuna dair bir yazı da olabilir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri azletmek, azil, uzlet, ma'zul ve muteziledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ فَأْوُٓ۫ا اِلَى الْكَهْفِ يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِذْ  zaman zarfı, mahzuf olan  اذكروا fiiline müteallıktır.

إِذْ : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükun üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اعْتَزَلْتُمُوهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اعْتَزَلْتُمُوهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  اعْتَزَلْتُمُوهُمْ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  mef’ûle matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَعْبُدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَعْبُدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَّا  istisna edatıdır. اللّٰهَ  lafza-i celâli, müstesna olup fetha ile mansubdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن اعتزلتم الكافرين (Kâfirlerden ayrılırsanız) şeklindedir. 

أْوُٓ۫ا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَى الْكَهْفِ  car mecruru  أْوُٓ۫ا  fiiline müteallıktır.

يَنْشُرْ  talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir.  رَبُّكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَكُمْ  car mecruru يَنْشُرْ  fiiline müteallıktır. 

مِنْ رَحْمَتِه۪  car mecruru  يَنْشُرْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اعْتَزَلْتُمُوهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  عزل ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  يُهَيِّئْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  لَكُمْ  car mecruru  يُهَيِّئْ  fiiline müteallıktır.   

مِنْ اَمْرِكُمْ  car mecruru  يُهَيِّئْ  filine müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   

مِرْفَقاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يُهَيِّئْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  هيأ ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَاِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ فَأْوُٓ۫ا اِلَى الْكَهْفِ يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً

 

وَ  istînâfiye, ayet müstenefedir. Müfessirlerin çoğu mütekellimin Ashab-ı Kehf olduğunu belirtmiş, onların birbirlerine söyledikleri sözdür demiştir.

Zaman zarfı  اِذْ , takdiri قال بعضهم لبعض  [Onlardan bir kısmı diğerlerine dedi.] olan mahzufa müteallıktır. 

Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan  اعْتَزَلْتُمُوهُمْ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

Mef’ûle atfedilen müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  يَعْبُدُونَ  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اِلَّا  istisna harfidir. İstisnanın munkatı’ veya muttasıl olması mümkündür. Lafza-i celâl, müstesnadır.

فَ  rabıtadır. Bu cümleden önce mahzuf bir şart olduğuna işaret eder. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  فَأْوُٓ۫ا اِلَى الْكَهْفِ  cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır.

Takdiri …إن اعتزلتم الكافرين  (kâfirlerden ayrılırsanız)’dir. Mahzuf şart ve mezkur cevabından oluşan, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faidei haber ibtidaî kelam olan  يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪  cümlesi,  فَ  karinesi olmadan gelmiş cevap cümlesidir. Şartın takdiri …إن تأووا  [eğer sığınırsanız] şeklindedir.

Aynı üslupta gelen  وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً  cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle şartın cevabına atfedilmiştir.

رَبُّكُمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle  كُمْ  zamirinin ait olduğu kişiler, şan ve şeref kazandırmıştır.

رَحْمَتِه۪  izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  رَحْمَتِ ’ye tazim ifade etmiştir.

Mef’ûl olan  مِرْفَقاً ’daki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً  ibaresindeki  مِنْ  harfinde tecrîd vardır.

Ayetteki,  يَنْشُرْ لَكُمْ  ifadesi “Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin yani orayı sizin için genişletsin.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

نشر الرَحْمَة  ve  اَمْرِ مِرْفَاق  ifadelerinde istiâre vardır.  يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪  [Rabbiniz size rahmetini yaysın.] cümlesinde rahmet kelimesi nimet anlamındadır. Ancak nimette dürülmüş bir şey yok ki serilip yayılsın, gizlenmiş bir şey yok ki açılıp ortaya dökülsün. O yüzden bu ifade ile “Allah, nimetini gizleyip saklamadan açık ve yaygın biçimde sizin üzerinize bolca ihsan etsin.” anlamı kastedilmiştir. Ayette bu durum, katlanıp dürülmüş elbisenin açılıp yayılması; gizli bir şeyin mahiyeti şuyu bularak, hakkında bilgiler yaygınlaşacak biçimde açığa çıkarılması gibi olmaktadır. 

Diğer istiâre,  وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً  [Sizin için kolaylık sağlasın.] ifadesinde, kolaylık anlamındaki المِرْفَاق ’ın asıl anlamı yaslanılan şeydir. Bu da “dirsekle üzerine yaslanılan yastık” anlamındaki المِرْفَق  kelimesinden alınmıştır. Buna göre sanki Yüce Allah “İşleriniz için kendisine dayanacağınız  ve yaslanacağınız, sırtlarınıza dayanak ve pazularınıza destek olacak şeyler hazırlasın.” demektedir. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

Dini inanç olarak onlardan ayrıldığınıza, göre cismani olarak da onlardan ayrılın ve o mağaraya sığının ki Rabbiniz, her iki cihanda da rahmetini size yaysın, size olan rahmetini genişletsin ve dininizden dolayı olan bu kaçma işinizde sizin için kolaylıklar hazırlasın, demişlerdi. (Ebüssuûd)

 
Kehf Sûresi 17. Ayet

وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟  ...


(Orada olsaydın) güneş doğduğunda onun; mağaralarının sağ tarafına kaydığını, batarken de onlara dokunmadan sol tarafa gittiğini görürdün. Kendileri ise mağaranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah’ın mucizelerindendir. Allah, kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَرَى ve görürsün ر ا ي
2 الشَّمْسَ güneşi ش م س
3 إِذَا zaman
4 طَلَعَتْ doğduğu ط ل ع
5 تَزَاوَرُ eğiliyor ز و ر
6 عَنْ
7 كَهْفِهِمْ mağaralarından ك ه ف
8 ذَاتَ
9 الْيَمِينِ sağa doğru ي م ن
10 وَإِذَا ve zaman
11 غَرَبَتْ battığı غ ر ب
12 تَقْرِضُهُمْ onları makaslayıp geçiyor ق ر ض
13 ذَاتَ
14 الشِّمَالِ sola doğru ش م ل
15 وَهُمْ ve onlar
16 فِي içindedirler
17 فَجْوَةٍ bir dehlizin ف ج و
18 مِنْهُ onun (mağaranın)
19 ذَٰلِكَ bu (durum)
20 مِنْ
21 ايَاتِ ayetlerindendir ا ي ي
22 اللَّهِ Allah’ın
23 مَنْ kime
24 يَهْدِ hidayet verirse ه د ي
25 اللَّهُ Allah
26 فَهُوَ o
27 الْمُهْتَدِ yolu bulmuştur ه د ي
28 وَمَنْ ve kimi de
29 يُضْلِلْ sapıklıkta bırakırsa ض ل ل
30 فَلَنْ artık
31 تَجِدَ bulamazsın و ج د
32 لَهُ onun için
33 وَلِيًّا bir dost و ل ي
34 مُرْشِدًا yol gösteren ر ش د
Âyetlerin tasvirinden anlaşıldığına göre mağaranın ağzı kuzey ile kuzeybatı arasında bir noktaya bakmaktadır. Zira sabah güneşi sağ tarafından doğmakta ve batıncaya kadar güneş ışınları mağaranın içine düşmemektedir. Ancak akşam güneşi, çok kısa bir süre mağaranın kapısından içeri vurmakta, fakat onlar mağaranın ortasında oldukları için bundan etkilenmemektedirler.Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 542
Resûl-i Ekrem konuşacağı zaman, asıl konuya girmeden önce yaptığı kısa bir girişte bu âyetten de faydalanarak şöyle derdi:” Allah kime doğru yolu göstermişse , hiç kimse onu saptıramaz ; kimi de saptırırsa, hiç kimse ona doğru yolu gösteremez. 
( Ebu Dâvûd, Nikâh 33; Tirmizi, Nikâh 17; Nesâi, Cum’a 24)

   Vezera زور :   زَوْرٌ göğüs demektir. زَوَرٌ ise göğüs üstündeki meyil, eğrilik veya çarpıklıktır. Yalana زُورٌ denmiştir. Bunun nedeni yönelmesi gereken cihetinden veya amacından başka bir yöne, tarafa meyletmiş olmasıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ziyaret, mezar, müzevir, ve zor (Farsça'dan)dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  تَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.

الشَّمْسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku  bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

طَلَعَتْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

طَلَعَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.

تَزَاوَرُ  cümlesi  تَرَى ’deki failinden hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَزَاوَرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى’dir.

عَنْ كَهْفِهِمْ  car mecruru  تَزَاوَرُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

ذَاتَ  mekân zarfı,  تَزَاوَرُ  fiiline müteallıktır. الْيَم۪ينِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. تَزَاوَرُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi زور dir.

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur (görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak, aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.  


وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. وَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku  bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

غَرَبَتْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. غَرَبَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.

تَقْرِضُهُمْ  cümlesi  تَرَى ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.  تَقْرِضُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ذَاتَ  mekân zarfı,  تَقْرِضُهُمْ  fiiline müteallıktır.  الشِّمَالِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

ف۪ي فَجْوَةٍ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.  مِنْهُ  car mecruru  فَجْوَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. 


 ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ

 

İsim cümlesidir.  ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni,mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

مِنْ اٰيَاتِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ 

 

مَنْ   iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يَهْدِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda mahallen merfûdur.  الْمُهْتَدِ  haber olup tahfif için mahzuf olan  ى  üzere mukadder damme ile merfûdur.

الْمُهْتَدِ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟

 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يُضْلِلْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.

تَجِدَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

لَهُ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.

وَلِياًّ  kelimesi  تَجِدَ  fiilinin birinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. مُرْشِداً  kelimesi  وَلِياًّ ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُضْلِلْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  ضلل ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

مُرْشِداً۟  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Şart manalı zaman zarfı  اِذَا  bu cümlede şarttan mücerret olabilir. Müspet mazi fiil sıygasındaki  طَلَعَتْ  cümlesine muzâf olmuştur. Müteallakı  تَرَى  fiilidir. 

تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ  cümlesi  تَرَى  fiilinin failinden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ  cümlesi, tezat nedeniyle …اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ  cümlesine atfedilmiştir.

Müfessirler tarafından,  اِذَا ’nın şart anlamı olduğu da söylenmiştir. O takdirde تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ  cümlesi cevap ve  اِذَا ’nın müteallakı olur.

Güneşi görürsün ifadesinde hitap Resulullah’a veya herkesedir. (Beyzâvî)

الشِّمَالِ - الْيَم۪ينِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

Cenab-ı Hak, “Ey muhatap, sen doğduğu zaman güneşi, onların mağaralarından saptığını (uğramadığını) görürsün.” demiştir. Bununla “Bu ifadenin kendisine yöneltildiği kimse bunu görür.” manası kastedilmemiştir. Fakat hitaplarda bu tarzı kullanmak âdet olup bu, “Eğer sen onu görseydin, böyle görürdün.” demektir. Ayetteki, ذَاتَ الْيَم۪ينِ  deyimi [sağ tarafa] demektir. ذَاتَ , aslında mevsufun yerine geçmiş bir sıfattır. Çünkü bu kelime, Arapların (Mal sahibi adam ve kadın) şeklindeki sözlerindeki  ذو ’nun müennesidir. Buna göre ifadenin takdiri “taraf yönüne” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

تَزَاوَرُ الشَّمْسَ  ve  تَقْرِضُ الشَّمْسَ  ifadelerinde istiare vardır. Birincisi, Allah Teâlâ’nın güneş hakkındaki  تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ  [Mağaralarının sağ tarafına meyleder.] sözüdür. Çünkü تَزَاوَرُ  kelimesinin asıl anlamı meyletmektir. Bu تَزَاوَرُ , göğüs manasındaki زور ‘den alınmıştır. Buna göre sanki Yüce Allah, (yönünü bir şeyden (başka tarafa) çeviren kişinin göğsü ve yüzüyle dönmesi gibi güneş de o yerden (sağ tarafa) meyleder)  buyurmuştur. Bu ifadeyle söz konusu mağaranın doğu ve batı cihetlerinden konumunu; ayrıca güneş doğarken ışıkların mağarayı kaplamadığını, batarken de mağaraya düşen renginin solmadığını açıklamış olur. 

Diğer istiare ise  وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ  [Batarken de sol taraftan (onlara isabet etmeden) makaslayıp geçer.] ifadesidir. Bu konuda iki yorum vardır. Birincisi: güneşin onları sol cihetten (makas açısıyla) kesmesi yani ışık huzmelerini onlardan meylettirerek kendilerini geçmesidir. İkinci yoruma göre ise anlam şöyledir: Güneş onlara uğradığı zaman kendilerine az ışık verir, onlardan ayrılırken de o ışığı geri alır. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

طَلَعَتْ (Doğdu) - غَرَبَتْ (Battı) ve  يَهْدِ  (Doğru yola iletir) - يُضْلِلْ  (Saptırır) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir) 

تَزَاوَرُ , meyletmek, dönmek demektir. Nitekim, “O şeye meyletti.” manasında, زاره denilir. زور (yalan) da doğrudan sapma ve meyletmedir. (Fahreddin er-Râzî)

فَجْوَةٍ  geniş yer demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Burada, Ashab-ı Kehfin o mağaraya sığındıktan sonraki halleri beyan edilmektedir. Bunun sarahatle zikredilmemesi, buna ihtiyaç olmadığını bildirmek içindir. 

Onlar mağaranın genişçe bir yerinde oldukları için kudret elinin müdahalesi olmasa da onlara isabet ederdi. (Ebüssuûd)

 

ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ 

 

İstînâfiyye olarak gelen cümle, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede  مِنْ اٰيَاتِ ’nin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  ذٰلِكَ mübtedadır.

Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuş ve tazim ifade etmiştir. İşaret ismi işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif  edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder.

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 119)

İşaret isminde istiare vardır. Ayette, Ashab-ı Kehf’in haberlerine işaret edilmiştir.  Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

Veciz ifade kastıyla gelen  اٰيَاتِ اللّٰهِۜ  izafetinde, ayetlerin lafza-i celâle muzaf olması, bu ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Bu cümle itiraziyyedir. (Âşûr)

Allah Teâlâ sonra,  ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ  [Bu, Allah'ın ayetlerindendir.] buyurmuştur. “Allah'ın bu uzun müddet içinde onları o mağarada muhafaza edişi, O'nun yüce kudretine ve güzel hikmetine delalet eden ayetlerdendir.” (Fahreddin er-Râzî)


مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.

مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ , sübut ifade eden isim cümlesidir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَهْدِ اللّٰهُ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada zamir makamında müsnedün ileyh olarak ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek, mehabeti ve muhabbeti artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  هُوَ الْمُهْتَد۪يۚ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الْمُهْتَد۪  [Hidayete eren kimse] kelimesinin tekil olması, hidayet yolunun bir, dalalet yollarının ise çok olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Araf Suresi 178)

يَهْدِ - الْمُهْتَدِۚ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَنْ , ذَاتَ , اِذَا  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ Sözünden murad, onların matluba isabet etmeleriyle ve umdukları geniş rahmet ve kolaylığın gerçekleştirildiğini haber vermekle onları övmek ve kendilerine şahitlik etmektir. Yahut bu gibi ayetlerin çok olduklarına, fakat ancak Allah’ın ibret almak için muvaffak kıldığı kimselerin bunlardan faydalandıklarına dikkat çekmektir. (Ebüssuûd)


وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟

 

Cümle  وَ ’la önceki ayetteki …مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ  cümlesine atfedilmiştir. 

Şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi tezattır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. 

Şart cümlesi olan  مَنْ يُضْلِلْ , sübut ifade eden isim cümlesidir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُضْلِلْ  cümlesi,  مَنْ ’in haberidir. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَ  karinesiyle gelen  فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟  şeklindeki cevap cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  لَنْ  tekid ifade eder.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır.

وَلِياًّ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Menfî siyakta nekre umuma işarettir.

مُرْشِداً۟  kelimesi  وَلِياًّ  için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ  cümlesiyle  وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

وَلِياًّ - مُرْشِداً۟ - الْمُهْتَدِۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı  nazîr, 

يَهْدِ [Hidayete erdirirse] - يُضْلِلْ  [Saptırırsa] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)
Kehf Sûresi 18. Ayet

وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً وَهُمْ رُقُودٌۗ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ لَوِ اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً  ...


Uykuda oldukları hâlde, sen onları uyanık sanırsın. Biz onları sağa sola çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın girişinde iki kolunu uzatmış (yatmakta idi.) Onları görseydin, mutlaka onlardan yüz çevirip kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَحْسَبُهُمْ sen onları sanırsın ح س ب
2 أَيْقَاظًا uyanıklar ي ق ظ
3 وَهُمْ onlar
4 رُقُودٌ uyudukları halde ر ق د
5 وَنُقَلِّبُهُمْ ve onları (uykuda) çeviririz ق ل ب
6 ذَاتَ
7 الْيَمِينِ sağlarına ي م ن
8 وَذَاتَ ve
9 الشِّمَالِ sollarına ش م ل
10 وَكَلْبُهُمْ ve köpekleri de ك ل ب
11 بَاسِطٌ uzatmış vaziyettedir ب س ط
12 ذِرَاعَيْهِ ön ayaklarını ذ ر ع
13 بِالْوَصِيدِ girişte و ص د
14 لَوِ eğer
15 اطَّلَعْتَ görseydin ط ل ع
16 عَلَيْهِمْ onların durumunu
17 لَوَلَّيْتَ mutlaka dönüp و ل ي
18 مِنْهُمْ onlardan
19 فِرَارًا kaçardın ف ر ر
20 وَلَمُلِئْتَ ve içine dolardı م ل ا
21 مِنْهُمْ onlardan
22 رُعْبًا korku ر ع ب
Yerleşim alanlarından uzak bir yerde karanlık bir mağarada birkaç genç insan derin bir uykuya dalmışlar, fakat uyanık gibi görünmektedirler. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta ve sanki onları korumaktadır. Belki de köpeği, kendilerini vahşi hayvanlara karşı koruması için yanlarına almışlardı. Saç ve sakallarının uzaması gibi bazı fiziksel değişiklikler, dışarıdan bakanları korkutacak bir manzara oluşturmuş, uzun uykuları müddetince bedenlerinin zarar görmemesi için Allah tarafından sağa sola döndürülmüşlerdir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 542

Yeqaza يقظ  :  Kur'an-ı Mecid'de رُقُودٌ sözcüğünün mukabili olarak kullanılan يَقِظٌ kelimesinin çoğulu أيْقاظٌ 'dır. Kelimenin temeldeki manası uyanıklık, tetikte olmak, idrakı açık ve hareket halinde olmaktır. Bu da bedenen ve fikren istikrar ve istirahat demek olan رُقُودٌ un zıddıdır. (Tahqiq)

Kuran’ı Kerim’de sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri yakaza, teyakkuz, müteyakkız ve ikazdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً وَهُمْ رُقُودٌۗ 

 

Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَحْسَبُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَيْقَاظاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. وَ  haliyyedir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

رُقُودٌ  haber olup lafzen merfûdur.  


 وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  نُقَلِّبُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.

Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ذَاتَ  mekân zarfı,  نُقَلِّبُهُمْ  fiiline müteallıktır. الْيَم۪ينِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ذَاتَ الشِّمَالِ  atıf harfi و ’la  makabline matuftur.

نُقَلِّبُهُمْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  قلب dir.

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur (görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar. 


وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  كَلْبُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur.  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَاسِطٌ  haber olup lafzen merfûdur.

ذِرَاعَيْهِ  ism-i fail olan  بَاسِطٌ ’un mef’ûlun bihi olup müsenna olduğu için  ي  ile mansubdur. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. 

Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِالْوَص۪يدِ  car mecruru  بَاسِطٌ  kelimesine müteallıktır.

بَاسِطٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  بسط  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  لَوِ اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً

 

لَوْ   gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. 

اطَّـلَعْتَ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  اطَّـلَعْتَ  fiiline müteallıktır.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıta harfidir.

وَلَّيْتَ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  وَلَّيْتَ  fiiline müteallıktır.

فِرَاراً  mef’ûlu mutlak naibi olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. لَ  harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

مُلِئْتَ  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  مُلِئْتَ  fiiline müteallıktır.  رُعْباً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً وَهُمْ رُقُودٌۗ 

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Peygamber (sav) veya herkestir.

Cümle  وَ ’la önceki ayetteki …وَتَرَى الشَّمْسَ  cümlesine atfedilmiştir.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. İki mef’ûle müteaddi olan  تَحْسَبُهُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlu olan  اَيْقَاظاً ’deki tenvin nev ifade eder.

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُمْ رُقُودٌ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden itnâb sanatıdır.

اَيْقَاظاً  ile  رُقُودٌۗ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً  cümlesi ile  وَهُمْ رُقُودٌۗ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Ayetteki  رُقُودٌۗ , masdar olup ism-i mef'ul مرقُودٌۗ  manasınadır. Nitekim “Rükû eden, oturan ve secde eden topluluk” denir.  رُقُودٌۗ  kelimesinin,  راقد in cemisi olduğunu söyleyenler yanılmışlardır. Çünkü  فاعل  veznindeki kelime,  ففُعول  vezni üzere cemi olmaz. (Fahreddin er-Râzî) Mef’ûliyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

Burada zikredilen “Onlar uykuda oldukları halde” ifadesi, daha önce kulaklarına perde vurulmasının zikrine dayanılarak zikredilmeyen hususun izahıdır. (Ebüssuûd)

تَحْسَبُهم  fiilinin muzari olarak gelmesi bunun uzun süre tekrarlandığına delalet içindir. (Âşûr)


 وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ 

 

Cümle  وَ ’la önceki ayetteki …وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

نُقَلِّبُهُمْ  fiili, azamet zamirine isnad edilerek tazim edilmiştir.

الشِّمَالِۗ - الْيَم۪ينِ  kelimeleri arasında mürâât-ı  nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

Ayetteki, ذَاتَ  lafzı, zarf olarak mansubdur. Çünkü bunun manası, “Biz onları sağ tarafta veya sağ taraf üzerine çeviriyorduk.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

التَّقْلِيبُ ; bir şeyi içini dışına çevirmektir. Muzari olarak gelmesi zamana bağlı olarak teceddüdünü ifade içindir. Bu teceddüdün ayetin nüzulü sırasında olması gerekmez. (Âşûr)


 وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ

 

Cümle  وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedi  بَاسِطٌ , ism-i fail kalıbında gelmiştir. Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)  

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذِرَاعَيْهِ  izafeti  بَاسِطٌ ’un mef’ûlüdür.  بَاسِطٌ ’un ism-i fail kalıbında olması, mef’ûl almasını mümkün kılmıştır. 

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, Arapçada İsm-İ Fâil Ve İşlevleri, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10, (2007) s. 55-90)

Bu ayetteki  بَاسِطٌ  kelimesi isim halinde gelen bir müsneddir ve süreklilik ifade eder. Yani ayakları uzanmış bir haldeki yatma eylemindeki devamlılığı göstermektedir. Eğer bu  يَبْسُطُ  şeklinde fiil olarak gelseydi süreklilik manası kaybolacak ve köpeğin uzanma eylemini tekrarlama anlamı ortaya çıkacaktı ki bu, köpeğin bu fiili açısından uygun olmayacaktı. Yani köpek ayaklarını bir uzatıp bir çekip sonra tekrar uzatıp yatması anlamı olacaktı ve köpek bunu sürekli tekrar eder bir vaziyette olacaktı ki bu garip bir durumu ortaya çıkaracaktı. Bu nedenle köpeğin içinde bulunduğu durumu bildirmek açısından ifadenin isim olarak gelmesi gerekmiştir. (Cürcânî, Delâilü’l İ’câz Söz Dizimi ve Anlambilim)

Ayrıca ismi fail olmasıyla da geçmiş hal hikâye edilmiş olur. İbn Aşûr, bu duruma dikkat çekmiş ve köpeklerin bu halinin devamlı olduğunun anlatılması için ifadenin bu şekilde geldiğini belirtmiştir. Ayrıca mağarada uyuyanların farklı taraflara çevrildiğinin anlatılması da  نُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ  cümlesinde fiil olarak gelmiş, böylece olayın gerçekleştiği an hikâye edilmiştir. Köpeklerinin dönmediği ve ayakları üzerinde sürekli kaldığı da müsnedin isim olarak gelmesiyle gösterilmiştir. (Ali Karataş, Kur'an’daki Yüklemlerin (Müsnedlerin) İsim Ve Fiil Olarak Kullanımları Ve Bazı Meallere Yansıma Sorunu) 

İsm-i failin geçmiş zamana delaletine gelince; tenvinle kullanılan ism-i fail amel etme şartları bulunduğunda, anlam bakımından aynı muzari fiil gibidir. Bu sebeple tenvinli ism-i failin geçmiş zamana delaleti şimdiki zamanın hikâyesi ile mümkündür.

Şimdiki zamanın hikâyesi aynı şimdiki zaman gibidir. Şimdiki zamanın hikâyesi iki şekilde mümkündür. Birincisinde kişi kendisini olayın olduğu zamanda var kabul edip öyle düşünmesi iken, ikincisi olayın olduğu zamanı şu anda var kabul etmektir. 

Bu ayette  بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ  ism-i fail ve muzâfun ileyhi, zaman bakımından şimdiki zamanın hikâyesidir. İsm-i failin geçmiş zamana delalet ettiği yerlerden birisi de amel etme şartları bulunmadığında isim tamlaması olduğu zamandır. Böyle ism-i failin izafeti manevi izafet olduğu için geçmiş zaman ifade etmektedir. (Hasan Duran, Kur'an-ı Kerim’de Teceddüt ve Sübût Manası İçin Yapılan Udûl Çeşitleri)  

Kollarını eşiğe yaymıştı ifadesi geçmiş zamanın hikâyesidir, bunun içindir ki ism-i fail amel etmiştir.  فِرَاراً  kelimesinin masdar olma ihtimali de vardır, çünkü o da bir nevi arka dönmektir, mef’ûlün leh ve hal olma ihtimali de vardır. (Beyzâvî)

بِالْوَص۪يدِۜ [Mağaranın girişinde] demektir. Zeccâc:  وَص۪يدِۜ, evin ve odanın giriş yeri, avlusu manasına olup çoğulu  وصائد  ve  وُصود ’dur, demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

بِالْوَص۪يدِ “Mağaranın girişinde” demektir. Zeccâc:  ص۪يدِۜ , evin ve obanın giriş yeri, avlusu manasına olup çoğulu  وصائد  ve  وُصود ’dur demiştir. (Fahreddin er-Râzî)


لَوِ اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiş, şart üslubunda haberî isnaddır.

Müspet mazi fiil sıygasındaki  اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ  cümlesi, şarttır.

Lam-ı rabıtanın dahil olduğu, yine mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber talebî kelam olan  لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır.  فِرَاراً  mahzuf mef’ûlü mutlakın müradifi olarak ondan naibdir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber talebî kelamdır.

Aynı üslupla gelen  وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً  cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle şartın cevabına atfedilmiştir.

Temyiz veya mef’ûl olan  رُعْباً ’deki tenvin, kesret ifade eder.

Cümlelerdeki fiillerin hepsi mazi sıygada gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

لَمُلِئْتَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

لَوَلَّيْتَ - وَنُقَلِّبُهُمْ - فِرَاراً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اطَّـلَعْتَ - لَوَلَّيْتَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

Ayette “İçin korkuyla dolardı.” cümlesinin “geri dönüp kaçardın” cümlesinden sonra zikredilmesi, her birinin ayrı bir sonuç olarak terettüp ettiğini bildirmek içindir. Çünkü eğer bu iki hal (dönüp kaçma ile içine korku dolması), mevcudun aksi olan gerçekleşme, sırasına göre zikredilmiş olsaydı, ilk akla gelen, her ikisinin bir tek sonuç olarak terettüp etmesi olurdu. Bir de zikredilen tertip, kaçmakla da korkunun gitmediğini zımnen bildirmek içindir. Nitekim normal olan kaçmakla korkunun kalkmasıdır. (Ebüssuûd)

الِاطِّلاعُ ; bir şeye nezaret etmek ve onu yüksek bir yerden görmek demektir; çünkü طَلَعَ  fiilinin  افْتِعالٌ  babında gelmesi; dağa çıkıp oradan görmeyi ifade eder. Bu bab; mübalağa ifade eder.  عَلى harfiyle gelmiştir. Sonra kimsenin görmediği bir şeyi görmek için iyi bilinen bir metafor olarak kullanılmıştır. مُلِّئْتَ  kelimesinde de temsilî istiare vardır.  الرُّعْبَ  kelimesi temyiz olarak gelmiştir. Mana olarak faildir. Fiil icmali mana için meçhul bina edilince hakkı fail olan kelime temyiz olmuştur. Bu; eşsiz bir isnaddır. Bununla icmalden sonra tafsil meydana gelmiştir. (Âşûr)

 
Kehf Sûresi 19. Ayet

وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَاماً فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَداً  ...


Böylece biz, birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: “Ne kadar kaldınız”? dedi. (Bir kısmı) “Bir gün, ya da bir günden az”, dediler. (Diğerleri de) şöyle dediler: “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; (şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise ondan size bir rızık getirsin. Ayrıca, çok nazik davransın (da dikkat çekmesin) ve sizi hiçbir kimseye sakın sezdirmesin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ yine böyle
2 بَعَثْنَاهُمْ onları dirilttik ب ع ث
3 لِيَتَسَاءَلُوا sormaları için س ا ل
4 بَيْنَهُمْ kendi aralarında ب ي ن
5 قَالَ dedi ki ق و ل
6 قَائِلٌ konuşan biri ق و ل
7 مِنْهُمْ içlerinden
8 كَمْ ne kadar?
9 لَبِثْتُمْ kaldınız ل ب ث
10 قَالُوا dediler ق و ل
11 لَبِثْنَا kaldık ل ب ث
12 يَوْمًا bir gün ي و م
13 أَوْ ya da
14 بَعْضَ bir parçası (kadar) ب ع ض
15 يَوْمٍ günün ي و م
16 قَالُوا dediler ق و ل
17 رَبُّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
18 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
19 بِمَا ne kadar
20 لَبِثْتُمْ kaldığınızı ل ب ث
21 فَابْعَثُوا gönderin ب ع ث
22 أَحَدَكُمْ birinizi ا ح د
23 بِوَرِقِكُمْ gümüş (para) ile و ر ق
24 هَٰذِهِ şu
25 إِلَى
26 الْمَدِينَةِ şehre م د ن
27 فَلْيَنْظُرْ baksın ن ظ ر
28 أَيُّهَا hangi
29 أَزْكَىٰ daha temiz ise ز ك و
30 طَعَامًا yiyecek ط ع م
31 فَلْيَأْتِكُمْ size getirsin ا ت ي
32 بِرِزْقٍ bir azık ر ز ق
33 مِنْهُ ondan
34 وَلْيَتَلَطَّفْ ve dikkatli davransın ل ط ف
35 وَلَا sakın
36 يُشْعِرَنَّ sezdirmesin ش ع ر
37 بِكُمْ sizi
38 أَحَدًا birisine ا ح د
Yüce Allah’ın, mağaradaki gençleri hiçbir gıda almadıkları halde bedenlerinde herhangi bir bozulma olmadan uzun süre uyuttuktan sonra tekrar uyandırması, O’nun insanları öldükten sonra tekrar diriltebileceğine dair bir misal ve delildir. Uyandıktan sonra gençler uykuda geçirdikleri süre hakkında birbirleriyle tartışmışlar; geçen süreyi ve dünyada meydana gelen değişiklikleri bilmedikleri için inkârcıların kendileri hakkındaki tehditlerinin devam ettiğini sanmışlardı. Bu sebeple yiyecek almak üzere şehre gönderdikleri arkadaşlarını dikkatli olması hususunda uyarmışlardı. Ancak gencin asırlar öncesine ait kıyafeti, elindeki para ve konuşmasındaki farklılık onu ele verdi. Rivayetlerde anlatıldığına göre şehre gönderilen genç, elindeki parayı harcamak isteyince şehir halkı paranın üzerinde Kral Dakyanus’un (Decius) resmini görmüş ve adamın bir hazine bulduğunu sanarak kendisini devrin hükümdarına götürmüşlerdi. Ancak aradan uzun zaman geçmiş ve Hıristiyanlık yayılmıştı; mevcut hükümdar da tevhid inancına sahip bir hıristiyandı. Genç adam başlarından geçeni krala anlattı; birlikte mağaraya gittiler ve gencin anlattıklarının doğru olduğunu gördüler (bk. Taberî, XV, 142-143).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 544-545

Letafe لطف :  Bir cisim lâtif لَطِيف sözcüğüyle nitelendirildiğinde onun katı, sert ve ağır anlamlarının zıddı bir özellikte olduğunu gösterir. Öte yandan nezaket, hafif hareket ve ince işlerle uğraşma lâtif لَطِيف ve letâfet لَطافَة kelimeleriyle ifade edilir. Yine duygunun algılayamadığı şeyler için de bazen lâtif sözcüğüyle kullanılabilir. Yüce Allah'ın bu sıfatla isimlendirilmesinin nedeni ise bu sebep veya işlerin inceliklerini bilmesi ya da kullarını hidayete erdirme noktasında onlara rıfkla muamele etmesi olabilir denmiştir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri lütuf, lâtif, letafet, taltif, lütfen, Abdullatif, Lütfü ve Lâtife'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل ; “gibi” demektir. Bu ibare amili  بَعَثْنَاهُمْ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harftir.  ك  hitap zamiridir.

بَعَثْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لِ  harfi,  يَتَسَٓاءَلُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  بَعَثْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır.

يَتَسَٓاءَلُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

بَيْنَ  mekân zarfı,  يَتَسَٓاءَلُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَتَسَٓاءَلُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  سأل ’dir.

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhür( görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar. 


 قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  قَٓائِلٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  قَٓائِلٌ un mahzuf sıfatına müteallıktır.

Mekulü’l-kavl  كَمْ لَبِثْتُمْ dir.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlun  bihi olarak mahallen mansubdur.

كَمۡ  soru harfi,  لَبِثْتُمْ  fiiline müteallıktır. Mümeyyizi mahzuftur. Takdiri,  كم يوما  (Ne kadar gün ) şeklindedir. 

لَبِثْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olup mahallen merfûdur.

قَٓائِلٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  قول  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ 

 

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  لَبِثْنَا يَوْماً dir.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَبِثْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur.  یَوۡمًا  zaman zarfı,  لَبِثْنَا  fiiline müteallıktır.

أَوۡ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بَعۡضَ  kelimesi  یَوۡمًا e müteallıktır.  یَوۡم  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


 قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl  رَبُّكُمْ اَعْلَمُ dur.  قَالُوا  fiilinin mef‘ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

رَبُّ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur.  مَا  müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ ya müteallıktır. İsmi-i mevsûlun sılası  لَبِثْتُمْ dur. Îrabdan mahalli yoktur.

لَبِثْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olup mahallen merfûdur.


 فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ 

 

Fiil cümlesidir. Cümle, takdiri  اهتمّوا بأمر طعامكم [Yediğinize dikkat edin.] olan mukadder istînâfa matuftur.  

ابْعَثُٓوا  damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَحَدَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بِوَرِقِكُمْ  car mecruru  اَحَدَكُمْ un mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

هٰذِه۪  ism-i işaret  وَرِقِكُمْ den bedel veya atfı beyan olarak mahallen mecrurdur.

اِلَى الْمَد۪ينَةِ  car mecruru  ابْعَثُٓوا  fiiline müteallıktır. 


فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَاماً فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَداً

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  ل  emir lamıdır. لْيَنْظُرْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

Müşterek ism-i mevsûl  اَيُّ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir  هَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَزْكٰى طَعَاماً dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَزْكٰى  mahzuf mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Takdiri; هو  şeklindedir.  طَعَاماً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir. ل  emir lamıdır.  لْيَأْتِكُمْ   illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِرِزْقٍ  car mecruru  يَأْتِكُمْ  fiiline müteallıktır.  مِنْهُ  car mecruru  بِرِزْقٍ in mahzuf haline müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir. ل  emir lamıdır.  يَتَلَطَّفْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

وَ  atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  يُشْعِرَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  ن , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri هوdir. 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

بِكُمْ  car mecruru  يُشْعِرَنَّ  fiiline müteallıktır.  اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يَتَلَطَّفْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  لطف ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

يُشْعِرَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  شعر ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ 

 

Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Ayette Ashab-ı Kehf’in konuşmaları aktarılmaktadır.

Ayet istînâf cümlesiyle başlamıştır.

كَذٰلِكَ , amili  بَعَثْنَاهُمْ  olan mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır.

كَ , harfi mahzuf bir masdarın sıfatıdır. Yani bu ibare  كما أنمناهم هذه النومة الطويلة كذلك (Onları bu uzun uykuyla uyuttuğumuz gibi uyuttuk) manasındadır. (İrab, Muhyiddin Derviş)

كَذٰلِكَ  burada ‘böylece’ manasındadır. (Beyzâvî)

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ  (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali (kullanımı), işaret edilen nimetin fazilet mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Azamet zamirine isnad edilmiş  بَعَثْنَاهُمْ  fiili tazim ifade eder.

Sebep bildiren masdar ve cer harfi  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, başındaki harf-i cerle birlikte  بَعَثْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır. 

لِيَتَسَٓاءَلُوا  fiili,  تفاعل  babındadır. Bu bab fiile müşareket, tekellüf, tedrîc, mutavaat anlamları katar.

لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْ  [Aralarında soruşsunlar diye…] Anlatılan konunun aklî bir şekilde açıklanmasının yerine içinde bulunulan ruh halinin etkisi altında hayalî bir izah tarzıdır. Muhatabın bu sebebe inanması aynı duyguları paylaşması sebebiyle olur. Bu üslup  hüsn-i ta’lil sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Daha önce onların uyandırılmalarının gayesinin onları denemek olduğu belirtildiği halde burada onların birbirlerine soru sormalarının buna gaye kılınması, denemenin soruşmalarına terettüp eden hükümlerden olması itibarıyladır. Bununla iktifa edilmesi, diğer sonuçlarını da gerektirmesinden dolayıdır. (Ebüssuûd)


قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  كَمْ لَبِثْتُمْ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Soru harfi  كَمْ , zarfiyye ve mümeyyiz olmak üzere  لَبِثْتُمْ  fiiline müteallıktır. كَمْ ’in temyizi mahzuftur. Takdiri;  يوما  (gün) şeklindedir. Temyizin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Kendi durumunu bilmek her şeyden önce geldiği için uyandırılmalarının ilk hikmeti kendi durumlarını anlamak için şu şekilde birbirlerine sormaları oldu: قَالَ قَاۤئِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ  [Bunun için içlerinden biri: “Ne kadar durdunuz?” dedi.] “Bir gün veya daha az bir zaman kaldık.” dediler. Kimi öyle dedi kimi de öyle. Nasıl ki kıyamette uyandırılarak haşre gönderilecek olanlar hep böyle sanacaklar. Bu karşılıklı konuşma esnasında kimi de fazla durulduğunu sezerek anlaşmazlığa son vermek için ne kadar kaldığımızı Rabbimiz daha iyi bilir, dediler. (Elmalılı Hamdi Yazır)


قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ 

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَبِثْنَا يَوْماً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ - قَٓائِلٌ - قَالُوا  ve  لَبِثْتُمْ - لَبِثْنَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبُّكُمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla muhataplar şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca müsnedün ileyh konumundaki bu izafet, Allah’ın rububiyet vasfıyla onlara destek olduğunun işaretidir. Müsned olan  اَعْلَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

بِمَا  car mecruru  اَعْلَمُ ya müteallıktır. Masdar harfi  مَا ’nin sılası olan  لَبِثْتُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

يَوْمٍۜ - لَبِثْتُمْ - قَالُوا  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ 

 

Cümle, takdiri …اهتمّوا بأمر طعامكم [Yediğinize dikkat edin] olan mukadder istînâfa matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İzafet formundaki  بِوَرِقِكُمْ  car mecruru,  اَحَدَكُمْ ’un mahzuf haline müteallıktır.

Cümlede, mahzuf unsurlar nedeniyle îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

İşaret ismi  هٰذِه۪ٓ ’nin mevsufu olan  بِوَرِقِكُمْ ’a dahil olan  بِ  harfi mülabeset içindir.

بَعَثْنَاهُمْ - ابْعَثُٓوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Onların bunu söylemeleri, konunun derinliğine dalmayıp o anda kendileri için en önemli olan konuya yönelmek içindir. “Şu paranızla…” denilmesi, konuşanın, o günkü yiyeceklerini almaları için parayı bazı arkadaşlarına uzattığını zımnen bildirmektedir. Onların yanlarında para taşımaları, azık için hazırlık yapmanın, Allah'a tevekkül etmeye ters düşmediğine delildir. (Ebüssuûd)


 فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَاماً فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَداً

 

Cümle  فَ  ile  …فَابْعَثُٓوا  cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَلْيَنْظُرْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki ism-i mevsûl  اَيُّهَٓا ’nın sıla cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَزْكٰى , takdiri  هو  olan mahzuf mübtedanın haberidir. İsm-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.  طَعَاماً  temyizdir.

اَيُّهَٓا ’nın ism-i istifham olması da caizdir. O takdirde  اَزْكٰى , onun haberi ve istifham üslubundaki cümle takdir edilen  إلى  harfiyle birlikte  فَلْيَنْظُرْ  fiilinin mamulü olur.

Yine emir üslubunda gelerek makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen  فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ  cümlesinde,  بِرِزْقٍ ’daki tenvin, nev ve tazim ifade eder. 

أتى , gelmek manasındadır.  بِ  harf-i ceriyle kullanıldığında getirmek manasına gelir. Fiiillerin harflerle yeni anlam kazanması, tazmin sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  وَلْيَتَلَطَّفْ  cümlesi, …فَلْيَنْظُرْ  cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

وَلْيَتَلَطَّفْ  fiili,  تفعّل  babındadır. Bu babın fiile kattığı anlamlar: Dönüşlülük, tekellüf, ittihaz, tedrîc ve taleptir. 

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَداً  cümlesi, makabline matuftur.  اِفعال  babındaki fiil, şeddeli nunla tekid edilmiştir.

Mef’ûl olan  اَحَداً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Menfî siyakta tenkir, umuma işarettir.

Birbirine atfedilen ve talep ifade eden cümleler inşâî olmak bakımından mutabıktır.

لَا يُشْعِرَنَّ - اَعْلَمُ  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.

طَعَاماً - بِرِزْقٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Şimdi siz içinizden birini şu paranızla şehre gönderin de kimin yemeği daha temiz, baksın ve ondan size erzak getirsin. Bir de dikkatli davransın ve sakın kimseye sezdirmesin.] şeklindeki sözleri, konunun derinliğine dalmayıp o anda kendileri için en önemli olan konuya yönelmek içindir. 

Şu paranızla... denilmesi, konuşanın, o günkü yiyeceklerini almaları için parayı bazı arkadaşlarına uzattığını zımnen bildirmektedir. Onların yanlarında para taşımaları, azık için hazırlık yapmanın, Allah'a tevekkül etmeye ters düşmediğine delildir. (Ebüssuûd)

فَلْيَأْتِكم  ve  لِيَتَلَطَّفْ  emir sıygaları; vekil olacak belirsiz bir kişiye yöneliktir. (Âşûr)

 
Kehf Sûresi 20. Ayet

اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذاً اَبَداً  ...


“Çünkü onlar sizi ele geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler, yahut kendi dinlerine döndürürler. O zaman da bir daha asla kurtuluşa eremezsiniz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّهُمْ çünkü onlar
2 إِنْ eğer
3 يَظْهَرُوا ellerine geçirirlerse ظ ه ر
4 عَلَيْكُمْ sizi
5 يَرْجُمُوكُمْ taşlayarak öldürürler ر ج م
6 أَوْ yahut
7 يُعِيدُوكُمْ döndürürler ع و د
8 فِي
9 مِلَّتِهِمْ kendi dinlerine م ل ل
10 وَلَنْ ve asla
11 تُفْلِحُوا iflah olamazsınız ف ل ح
12 إِذًا o takdirde
13 أَبَدًا asla ا ب د

اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذاً اَبَداً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اِنْ يَظْهَرُوا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يَظْهَرُوا  fiili şart fiili olup  ن un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْكُمْ car mecruru  يَظْهَرُوا  fiiline müteallıktır.

فَ  karinesi olmadan gelen   يَرْجُمُوكُمْ  cümlesi şartın cevabıdır. 

يَرْجُمُوكُمْ  fiili,  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُع۪يدُوكُمْ  fiili,  ن un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪ي مِلَّتِهِمْ  car mecruru   يُع۪يدُوكُمْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.

تُفْلِحُٓوا  kelimesi  ن un hazfıyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.  

اَبَداً  zaman zarfı,  تُفْلِحُٓوا  fiiline müteallıktır. 

يُع۪يدُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  عود’dir.

تُفْلِحُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  فلح ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذاً اَبَداً

 

Mütekellim ve muhatap, Ashab-ı Kehf’dir. Ayet, Ashab-ı Kehf'in aralarındaki konuşmanın devamıdır. Ta’lil cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilen, sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelmiş şart cümlesi, şartın cevabı ise yine muzari sıygadaki  ف۪  karinesi olmadan gelen  يَرْجُمُوكُمْ  cümlesidir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı zamanda  اِنَّ ’nin haberidir.

Mütekellim sözlerini  اِنَّ  ile tekid etmiştir. Ayrıca müsned de şart cümlesi üslubunda gelmiştir. Bunlar Ashab-ı Kehf’in kavimlerinden ne kadar çok çekindiklerinin, inançlarını korumakta ne denli titiz davrandıklarının göstergesidir.

ظهر  aslında görünmek ortaya çıkmak anlamındadır.  على ile kullanıldığında üstün gelmek, farkına varmak, bilgisini edinmek manalarına gelir. (Arapça-Türkçe Sözlük, Serdar  Mutçalı) Bu tazmindir.

Aynı üslupta gelerek, muhayyerlik bildiren  اَوْ  atıf harfiyle şartın cevabına atfedilen اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

ف۪ي مِلَّتِهِمْ  ibaresinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  مِلَّتِ , içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır.  مِلَّتِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Durumun önemine vurgu yapmak üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Şartın cevabına matuf  وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذاً اَبَداً  cümlesine dahil olan  لَنْ  harfi, muzari fiilin önüne gelir, fiilin manasını olumsuz müstakbel yapar ve asla manası vererek tekid bildirir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. 

Cevap harfi olan  اِذاً, bu cümlede amel etmemiştir.  تُفْلِحُٓوا  fiiline müteallık, zaman zarfı  اَبَداً ’deki tenvin kesret ifade eder. 

Cümlelerde fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Görmekle veya tanımakla ilgili bir fiil değil de ظهر  fiilinin ve yine öldürmek veya yok etmekle ilgili bir fiilin değil de  رجم  fiilinin kullanılması, kelimelerin manalarının siyaka uyumu bakımından dikkate şayandır.

يَرْجُمُوكُمْ  kelimesi, “sizi öldürürler” anlamındadır.  رجم  kelimesinin, Kur'an'da öldürme anlamında gelmesi çoktur.

Ayetteki  اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ  ifadesi, [sizi kendi dinlerine döndürürler] manasındadır.

Kādî de şöyle demiştir: “Dini yüzünden firar eden mümin için şu iki şeyden daha ileri ve büyük bir akıbet yoktur. Bunlardan birincisi, ya dini uğrunda canını vermesidir ki bu ölümlerin en kötüsü olan taşlanarak öldürülmektir veya kâfirlerin onu küfre döndürmesi neticesinde, dinini helak etmesidir.” (Fahreddin er-Râzî)

Önce taşlanarak öldürülmeleri zikredilmiştir, çünkü onların zahir haline göre dinlerinde sebat edeceklerdi. (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı
7. ayetten anlaşıldığına göre, Kehf ashabının gözleri açıktı. Vücutları ve elbiseleri çürümesin, ayrıca vücutları hayatiyetini de kaybetmesin diye Cenab-ı Allah onları sağa-sola çeviriyordu. Dışarıdan bir kimse, dağ başında böyle geniş bir nuğarafa gözü açık, sağa-sola dönerek uyuyan ve mağaranın ağzında da köpekleri yatan kişileri gördüğünde ürperir. Şu kadar ki, Ashabi Kehf'le ilgili olarak ürpertiyi artıracak başka faktörler de vardı. Çünkü âyet, onları görünce kaçmayı korkuya bağlamamakta ve kaçma ile korkuyu onların hallerine muttali olmanın iki neticesi olarak zikretmektedir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey tapılmaya layık tek ilah olan Allahım! Dünyanın yalanlarından, heveslerinden, sapkınlıklarından ve haksızlıklarından; Ashab-ı Kehf’in mağaraya sığındığı gibi İslam’a sığınanlardan olmamızı nasip et. Çaresizliğe teslim olup, zamana kapılmaktansa; Senin yolunda, Senin rızan için elinden geleni yapanlardan olmamız için yardım et. Avuç doldurmayacak bahanelerle kendimizi kandırmaktansa; Sana teslim yaşayanlardan ve Sana teslim son nefesini verenlerden olmamızı nasip et. Rahmetinle doldur gönüllerimizi, evlerimizi, işlerimizi ve yollarımızı. Kolaylaştır her halimizi, hayırla sonuçlandır her çabamızı. 

Ey her kulunu koruyan ve gözeten Allahım! Biz yaşadıklarımızı bulunduğumuz ana göre değerlendirdiğimiz için; sıkıntılarla açılan rahmet kapılarından ve şer görünümlü nice hayırlarından habersiziz. Bu yüzden nefsimizin aceleci ve cahil halinden korumana muhtacız. Bizi; Senin en iyisini bildiğinin huzuruyla yaşayanlardan ve doğruya yönelttiklerinden; nefsini terbiye edenlerden ve yolunda yürüyenlerden; Sana şeksiz güvenenlerden ve samimiyetle teslim olanlardan; imanını güçlendirdiklerinden ve ibadetlerini halisleştirdiklerinden; yapabildiklerine bakanlardan ve doğru seçim yapanlardan; kurtuluşuna, rahmetine, rızana ve affına mazhar olanlardan eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji