بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَكَذٰلِكَ اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُٓوا اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۚ اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناًۜ رَبُّهُمْ اَعْلَمُ بِهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَذَٰلِكَ | ve böylece |
|
2 | أَعْثَرْنَا | buldurduk |
|
3 | عَلَيْهِمْ | onları |
|
4 | لِيَعْلَمُوا | bilsinler diye |
|
5 | أَنَّ | şüphesiz |
|
6 | وَعْدَ | va’dinin |
|
7 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
8 | حَقٌّ | gerçek olduğunu |
|
9 | وَأَنَّ | ve şüphesiz |
|
10 | السَّاعَةَ | saatin(geleceğinde) |
|
11 | لَا | asla olmadığını |
|
12 | رَيْبَ | şüphe |
|
13 | فِيهَا | onda |
|
14 | إِذْ | o sırada |
|
15 | يَتَنَازَعُونَ | tartışıyorlardı |
|
16 | بَيْنَهُمْ | kendi aralarında |
|
17 | أَمْرَهُمْ | onların durumlarını |
|
18 | فَقَالُوا | dediler |
|
19 | ابْنُوا | bina edin |
|
20 | عَلَيْهِمْ | onların üstüne |
|
21 | بُنْيَانًا | bir bina |
|
22 | رَبُّهُمْ | Rableri |
|
23 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
24 | بِهِمْ | onları |
|
25 | قَالَ | dediler ki |
|
26 | الَّذِينَ |
|
|
27 | غَلَبُوا | gâlip gelenler |
|
28 | عَلَىٰ |
|
|
29 | أَمْرِهِمْ | onların işine |
|
30 | لَنَتَّخِذَنَّ | mutlaka yapacağız |
|
31 | عَلَيْهِمْ | onların üstüne |
|
32 | مَسْجِدًا | bir mescid |
|
Ğalebe غلب : غَلَبَة gâlip ve üstün gelmek, cebir ve kuvvetle yenmek, zorla boyun eğdirmek ya da hâkim olmaktır. أغْلَب kelimesi ise boynu kalın demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 31 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri gâlip, mağlup, galebe çalmak, galiba, tegallüp ve kalabalıktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَكَذٰلِكَ اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُٓوا اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ
وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare amili اَعْثَرْنَا olan mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harftir. ك hitap zamiridir.
اَعْثَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru اَعْثَرْنَا fiiline müteallıktır.
لِ harfi, يَعْلَمُٓوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَعْثَرْنَا fiiline müteallıktır.
يَعْلَمُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
ا اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir.
Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1. İki mef’ûl alanlar,
2. İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar,
3. İki mef’ûlü hazif olanlar.
Bu ayette يَعْلَمُٓوا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur, cümleye masdar anlamı verir.
وَعْدَ اللّٰهِ kelimesi, اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَقٌّ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
اَعْثَرْنَا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi عثر ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur, cümleye masdar anlamı verir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, önceki masdar-ı müevvele matuf olup mahallen mansubdur.
السَّاعَةَ kelimesi, اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَا رَيْبَ ف۪يهَا cümlesi اَنَّ haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harftir. رَيْبَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.
ف۪يهَا car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناًۜ
اِذْ zaman zarfı, اَعْثَرْنَا fiiline müteallıktır.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükun üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَنَازَعُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَنَازَعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بَيْنَهُمْ mekân zarfı, اَمْرَهُمْ ’un mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَمْرَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناً ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ابْنُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. بُنْيَاناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَتَنَازَعُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi نزع ’dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur( görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.
رَبُّهُمْ اَعْلَمُ بِهِمْۜ
İsim cümlesidir. رَبُّهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَعْلَمُ haber olup lafzen merfûdur. بِهِمْ car mecruru اَعْلَمُ ’ye müteallıktır. اَعْلَمُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ الَّذ۪ينَ غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِداً
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
غَلَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلٰٓى اَمْرِهِمْ car mecruru غَلَبُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli mukadder kasem cümlesidir. قَالَ fiilinin mef‘ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. نَتَّخِذَنَّ fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fetha üzere mebni, muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
عَلَيْهِمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.
مَسْجِداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَكَذٰلِكَ اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُٓوا اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ
Mükellim Allah Teâlâdır. وَ istînâfiyyedir. كَذٰلِكَ , amili اَعْثَرْنَا olan mahzuf mef’ûlün mutlaka müteallıktır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
كَذٰلِكَ ’deki كَ harfi, mahzuf bir mastarın sıfatıdır. Yani bu ibare وكما أنمناهم وبعثناهم أطلعنا عليهم قومهم والمؤمنين (Onları uyuttuğumuz ve tekrar uyandırdığımız gibi mümin kavmi de onlara muttali kılarız.) manasındadır. ( Muhyiddin Derviş, İrab)
Müstenefe olan …اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُٓوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim, mazi fiil sıygasında olması sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Sebep bildiren masdar ve cer harfi لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı يَعْلَمُٓوا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte اَعْثَرْنَا fiiline müteallıktır. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesi, masdar teviliyle يَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh وَعْدَ اللّٰهِ , veciz ifade kastına binaen, izafet formunda gelmiştir.
وَعْدَ kelimesinin Allah lafzına izafeti, vaade dikkat çekip önemini vurgulamak içindir.
Muttali kıldık manasında اَعْثَرْنَا fiili gelmiştir. Alimler, bunun şu anlama geldiğini söylemişlerdir: Bir şeyden gafil olup sonra da tökezlerse ona bakar ve onu öğrenmiş olur. Böylece tökezlemek (عْثَار) da bu bilmenin ve anlamanın sebebi olur. Bundan dolayı sebebin ismi, müsebbebe (neticeye) verilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
عْثَار ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen -Allahu a’lem- “Böylece insanların onlardan haberdar olmalarını sağladık.” manasıdır. Ancak عْثَار lafzında bir ayrıntı vardır. O da عْثَار ‘ın, bir şeye, görmeden, farkında olmadan rastlamak anlamına gelmesidir. Çünkü bu, sürçmek anlamındaki عْثَار ‘dan اِفعال kalıbında sürçtürmek anlamında masdardır. Bu deyimin aslı, yolda giden kimsenin ayağına bir şey çarptığı veya parmağına bir şey battığında durup ona bakması ve onu incelemesidir ki böylece adeta önceden hakkında bilgisi olmaksızın o nesnenin bilgisine ermiş olmaktadır. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları)
Yani onların kesin iman mertebelerinin daha da yücelmesi için biz, onları uyuttuğumuz ve uyandırdığımız gibi insanları onlardan haberdar ettik ki insanlar, onlarda görecekleri acayip haller sebebiyle Allah'ın, yeniden diriltme vaadinin yahut bu vaadinin de öncelikle dahil olduğudur. (Ebüssuûd)
وَاَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۚ
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu وَاَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَا cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Masdar-ı müevvel, önceki masdar cümlesine atfedilmiştir. İki cümle arasında manen ve lafzen ittifak mevcuttur.
لَا رَيْبَ ف۪يهَا cümlesindeki لَا cinsini nefyeden harftir. İsim cümlesine dahil olur, ismini nasbeder. اَنَّ ’nin haberi olan bu cümlede لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur ف۪يهَا bu mahzuf habere müteallıktır.
ف۪يهَاۚ ’daki ف۪ي harfinde istiare vardır. Mecrur mahaldeki هَاۚ , Allahın vadettiği zamana aiddir. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla السَّاعَةَ, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. السَّاعَةَ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Konunun kesinliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناًۜ
Cümleye muzâf olan اِذْ zaman zarfı, اَعْثَرْنَا fiiline müteallıktır.
Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan يَتَنَازَعُونَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناً cümlesi فَ ile makabline matuftur. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناً cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ابْنُوا - بُنْيَاناً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ ibaresinde meknî istiare vardır. اَمْرَهُمْ kelimesiyle işler, hakkında çok tartışma olan bir şeye benzetilmiş, sonra şey kelimesi hazf edilmiş ve etrafında tartışma olduğu manasını yerine getirmek için niza’ kelimesi müstear olmuştur.
اَمْرَهُمْ ’deki zamirin Kehf ehline ait olması caizdir. Buradaki emir durum manasındadır. (Âşûr)
رَبُّهُمْ اَعْلَمُ بِهِمْۜ
Ta’liliyye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh رَبُّهُمْ , veciz ifade için izafetle gelmiştir. Bu izafette Rabb ismine muzâfun ileyh olan هُمْ zamiri dolayısıyla Ashab-ı Kehf, şan ve şeref kazanmıştır.
Müsned olan اَعْلَمُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
قَالَ الَّذ۪ينَ غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِداً
Bunu söyleyenler, hükümdar ile Müslümanlar idi. (Ebüssuûd)
İstînâfiyye olarak fasılla gelen …قَالَ الَّذ۪ينَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin müsnedi الَّذ۪ينَ , sonraki habere dikkat çekmek üzere ism-i mevsûlle marife olmuştur. Sılası olan غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِداً cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kasem üslubunda gayrı talebî inşaî isnad olan, mahzuf kasem ve cevabından müteşekkil terkip, aynı zamanda قَالَ fiilinin mekulü’l-kavlidir.
مَسْجِداً ’deki tenvin tazim ifadesi içindir.
قَالُوا - قَالَ ve لِيَعْلَمُٓوا - اَعْلَمُ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَلَيْهِمْ - اَنَّ اَمْرِهِمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr, حَقٌّ - رَيْبَ ve وَعْدَ - السَّاعَةَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, اَعْثَرْنَا - يَعْلَمُٓوا kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
اَعْثَرْنَا fiilindeki نَا zamiriyle başlayan ayet, رَبُّهُمْ kelimesindeki gaib zamire iltifat etmiştir.سَيَقُولُونَ ثَلٰثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْۚ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْماً بِالْغَيْبِۚ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْۜ قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ مَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا قَل۪يلٌ۠ فَلَا تُمَارِ ف۪يهِمْ اِلَّا مِرَٓاءً ظَاهِراًۖ وَلَا تَسْتَفْتِ ف۪يهِمْ مِنْهُمْ اَحَداً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سَيَقُولُونَ | diyecekler |
|
2 | ثَلَاثَةٌ | onlar üçtür |
|
3 | رَابِعُهُمْ | dördüncüleri |
|
4 | كَلْبُهُمْ | köpekleridir |
|
5 | وَيَقُولُونَ | ve diyecekler |
|
6 | خَمْسَةٌ | beştir |
|
7 | سَادِسُهُمْ | altıncıları |
|
8 | كَلْبُهُمْ | köpekleridir |
|
9 | رَجْمًا | taş atar gibi |
|
10 | بِالْغَيْبِ | görülmeyene |
|
11 | وَيَقُولُونَ | ve diyecekler |
|
12 | سَبْعَةٌ | yedidir |
|
13 | وَثَامِنُهُمْ | sekizincileri |
|
14 | كَلْبُهُمْ | köpekleridir |
|
15 | قُلْ | de ki |
|
16 | رَبِّي | Rabbim |
|
17 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
18 | بِعِدَّتِهِمْ | onların sayısını |
|
19 | مَا | yoktur |
|
20 | يَعْلَمُهُمْ | onları bilen |
|
21 | إِلَّا | dışında |
|
22 | قَلِيلٌ | azı |
|
23 | فَلَا |
|
|
24 | تُمَارِ | münakaşaya girme |
|
25 | فِيهِمْ | onlar hakkında |
|
26 | إِلَّا | dışında |
|
27 | مِرَاءً | tartışma |
|
28 | ظَاهِرًا | sathi |
|
29 | وَلَا | ve |
|
30 | تَسْتَفْتِ | bir şey sorma |
|
31 | فِيهِمْ | onlar hakkında |
|
32 | مِنْهُمْ | bunlardan |
|
33 | أَحَدًا | hiçbirine |
|
سَيَقُولُونَ ثَلٰثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْۚ
Fiil cümlesidir. سَيَقُولُونَ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
سَيَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, ثَلٰثَةٌ ’dur. سَيَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ثَلٰثَةٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; هم şeklindedir.
رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ cümlesi ثَلٰثَةٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَابِعُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَلْبُهُمْ haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْماً بِالْغَيْبِۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir.
يَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ ’dur. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
خَمْسَةٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; هم şeklindedir.
سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ cümlesi خَمْسَةٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
سَادِسُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَلْبُهُمْ haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَجْماً hal olup fetha ile mansubdur. بِالْغَيْبِ car mecruru رَجْماً ’e müteallıktır
وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir.
يَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, سَبْعَةٌ ’dur. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
سَبْعَةٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; هم şeklindedir.
وَ atıf harfidir.
ثَامِنُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَلْبُهُمْ haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ مَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا قَل۪يلٌ۠
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavl, رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ ’dır. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
رَبّ۪ٓي mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ی muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَعْلَمُ haber olup lafzen merfûdur. بِعِدَّتِهِمْ car mecruru اَعْلَمُ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُهُمْ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. قَل۪يلٌ fail olup lafzen merfûdur.
فَلَا تُمَارِ ف۪يهِمْ اِلَّا مِرَٓاءً ظَاهِراًۖ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن حدّثت عنهم (onlardan bahsedersen) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تُمَارِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
ف۪يهِمْ car mecruru تُمَارِ fiiline müteallıktır.
اِلَّا hasr edatıdır. مِرَٓاءً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. ظَاهِراً kelimesi مِرَٓاءً ’in sıfatı olup lafzen mansubdur.
تُمَارِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi مري ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef'ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَسْتَفْتِ ف۪يهِمْ مِنْهُمْ اَحَداً۟
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَسْتَفْتِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
ف۪يهِمْ car mecruru اَحَداً ’in mahzuf haline müteallıktır.
مِنْهُمْ car mecruru تَسْتَفْتِ fiiline müteallıktır. اَحَداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تَسْتَفْتِ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi فتي ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
سَيَقُولُونَ ثَلٰثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْۚ
Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümleye dahil olan istikbal harfi سَ tekid ifade eder. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ثَلٰثَةٌ kelimesi takdiri هم olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre cümle, zamandan bağımsız, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ cümlesi ثَلٰثَةٌ için sıfatttır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْماً بِالْغَيْبِۚ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْۜ
Cümle وَ ’la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavlinde خَمْسَةٌ takdiri هم olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Zamandan bağımsız, sübut ifade eden isim cümlesidir. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ cümlesi, خَمْسَةٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir.
رَجْماً haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Aynı üslupta gelen وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْۜ cümlesi makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
ثَلٰثَةٌ - رَابِعُهُمْ - خَمْسَةٌ - سَادِسُهُمْ - سَبْعَةٌ - ثَامِنُهُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَابِعُهُمْ - سَادِسُهُمْ - ثَامِنُهُمْ kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.
Recm kelimesinin asıl anlamı taş ve benzeri şeyleri atmaktır. Kelamı atmak şeklinde düşünmeksizin ve delilsiz konuşmak manasında mecaz anlamda kullanılmaktadır. (Âşûr)
“Sekizincileri de köpekleridir.” anlamındaki ayetin başına gelen “vav” harfi, nahivcilere göre sayılarına dair verilen haberin sonuna gelmiş bir atıf "vav"ıdır ki bu da onların durumunu açıklamak ve bu sayının haklarında söylenen nihai sayı olduğuna delâlet etmek içindir. Eğer bu “vav” kullanılmayacak olsaydı bile yine ifade doğru olurdu. Aralarında İbni Haleveyh'in de bulunduğu bir kesim ise bu vav'ın “vav-ı semaniye (sekiz vavı)” olduğunu da söylemişlerdir. (Kurtubî)
Gayba taş atmak demek, bilinmeyen bir haberi savurmak ve bunu delil olarak getirmek demektir. Gaybı taşlıyorlar sözünde olduğu gibi.
Yani bilinmeyeni delil olarak getiriyorlar. Ya da taşlamayı zannın yerine koyuyorlar. Onlar çok defa zan kelimesi yerine zanla taşlamak kelimesini kullanıyorlar. Hatta onlara göre bu iki ibare arasında hiçbir fark bulunmuyor. Üçüncü cümle üzerine dahil olan vav ise nekrenin sıfatı olarak vaki olan cümleye dahil olan vavdır. Marife üzerine dahil olduğunda hal olduğu gibi. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَبّ۪ٓي isminin Peygamberimize ait olan zamire muzâf olması, Resulullah'a (sav) destek ve şeref içindir.
Müsned olan اَعْلَمُ , ism-i tafdil vezninde gelerek, mübalağa ifade etmiş ve car mecrur بِعِدَّتِهِمْ ’in de mütallakı olmuştur.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Rableri onları daha iyi bilendir.” buyurmuştur. Bu hususta şu iki izah yapılmıştır:
1) Bu cümle, o çekişenlerin sözlerindendir. Buna göre sanki onlar, Ashab-ı Kehf'in durumunu müzakere edip isimleri, halleri ve ne kadar uyudukları hususunda karşılıklı fikirler ileri sürüp işin hakikatine ulaşamayınca bunu elde edemeyince “Rableri onları daha iyi bilendir.” demişlerdir.
2) Bu cümle, Cenab-ı Hakk'a ait olup bunu, münakaşa eden o kimseleri Ashab-ı Kehf hususunda bilgisizce ileri geri konuşmaktan alıkoymak için söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
مَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا قَل۪يلٌ۠
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir. مَا ve اِلَّٓا ile oluşan kasr, fiille fail arasındadır. يَعْلَمُهُمْ maksûr/sıfat, قَل۪يلٌ maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
Müsnedün ileyh olan قَل۪يلٌ۠ ’daki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Menfî siyakta nekre, umuma işarettir.
فَلَا تُمَارِ ف۪يهِمْ اِلَّا مِرَٓاءً ظَاهِراًۖ وَلَا تَسْتَفْتِ ف۪يهِمْ مِنْهُمْ اَحَداً۟
فَ rabıtadır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِ cümlesi, takdiri … إن حدّثت عنهم [onlardan bahsedersen] olan mahzuf şartın cevabıdır.
Mahzuf şart ve mezkur cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cümle kasrla tekid edilmiştir. لَا ve اِلَّٓا ile oluşan kasr, fiille mef’ûlü mutlak arasındadır. يَعْلَمُهُمْ maksûr/sıfat, قَل۪يلٌ maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
ظَاهِراً , mef’ûlü mutlak olan مِرَٓاءً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Yine nehiy üslubunda gelen وَلَا تَسْتَفْتِ ف۪يهِمْ مِنْهُمْ اَحَداً۟ cümlesi, şartın cevabına hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
Mef’ûl olan اَحَداً۟ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Menfî siyakta nekre, umuma işarettir.
اَعْلَمُ - يَعْلَمُهُمْ ile يَقُولُونَ - قُلْ ve تُمَارِ - مِرَٓاءً kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, يَقُولُونَ , اِلَّا , كَلْبُهُمْۚ kelimelerinin tekrarında da reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِالْغَيْبِ - اَعْلَمُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
ف۪يهِمْ ’deki هُمْ zamiri Ashab-ı Kehf hakkında tartışanlara, مِنْهُمْ ’daki هُمْ ise Ashab-ı Kehf’e aittir. هُمْ zamirleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetle ilgili birkaç bahis daha bulunmaktadır:
Birinci Bahis: Ayetin takdiri, “سيقولون (diyecekler) ki: Onlar üçtür.” şeklindedir. هم (onlar) kelimesi mahfuzdur. Sözden anlaşıldığı için mübtedâ olan هم (onlar) kelimesi hazf edilmiştir.
İkinci Bahis: İlk fiil, istikbal sıygasıyla سَيَقُولُونَ (diyecekler) şeklinde gelmiştir. Bunun sebebi atıf harfinin, son iki görüşün, birincisine dahil olmasını gerektirmiş olmasıdır.
Üçüncü Bahis: رَجْماً , atmak demektir. الْغَيْبِ ise insanın göremediği, bilemediği şeydir. Binaenaleyh ayetteki رَجْماً بِالْغَيْبِۚ deyimi, “bilemediği, göremediği şeyi (bilir gibi) ortaya atmaktır.” Nitekim Arapçada “düşünmeden konuşuyor manasında, ‘falanca atıyor’ denir.” (Fahreddin er-Râzî)وَلَا تَقُولَنَّ لِشَايْءٍ اِنّ۪ي فَاعِلٌ ذٰلِكَ غَداًۙ
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَايْءٍ اِنّ۪ي فَاعِلٌ ذٰلِكَ غَداًۙ
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقُولَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki ن , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
لِشَيْءٍ car mecruru تَقُولَنَّ fiiline müteallıktır.
Mekulü’l-kavl اِنّ۪ي فَاعِلٌ ذٰلِكَ غَداًۙ ’dir. تَقُولَنَّ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. فَاعِلٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
İsm-i işaret ذٰلِكَ , ism-i fail olan فَاعِلٌ ’un mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
غَداً zaman zarfı, فَاعِلٌ ’e müteallıktır.
فَاعِلٌ kelimesi sülâsî mücerred olan فعل fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَايْءٍ اِنّ۪ي فَاعِلٌ ذٰلِكَ غَداًۙ
Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.
فَلَا تُمَارِ cümlesine وَ ’la atfedilen cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Car mecrur لِشَايْءٍ ’in takdimi ihtimam içindir. Bu kelimedeki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Menfî siyakta nekre, umuma işarettir.
اِنّ۪ي فَاعِلٌ ذٰلِكَ غَداًۙ cümlesi, لَا تَقُولَنَّ fiilinin mekulü’l-kavli olarak nasb mahallindedir. اِنّ۪ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
Müsnedin ism-i fail vezninde gelmesi mübalağa ifade etmiştir.
Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
غَداً (Yarın) mecazen gelecek zaman için kullanılır ve غَداً (yarın) kelimesi o günü takip eden gün anlamına gelmez. اليَوْمُ (Bugün) kelimesinin şimdiki zaman, الأمْسُ (dün) kelimesinin ise geçmiş zaman anlamında kullanılması gibidir. (Âşûr)
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنّ۪ ’nin haberi فَاعِلٌ ’a müteallık olan zaman zarfı غَداًۙ, cüz zikredilip, kül kastedilmesi babında mecaz-ı mürseldir.
لِشَايْءٍ ’deki لِ harfi, sebebiyet ifade eder.
Burada “yarın”dan murad, mutlak olarak gelecek zamandır ve yarın da öncelikle buna dahil olmaktadır. (Ebüssuûd)
Ayette ism-i fail فَاعِلٌ kelimesi الْ takısı olmadan gelmiştir. Öyle ise fail alabilmesi için dayanak şartlarından birisinin olması lazımdır. Ayete bakıldığı zaman ism-i fail kalıbının aslında mübteda olan اِنّ۪ ’nin ismine itimat ettiği görülmektedir. Bunlara ek olarak mef’ûl alması için zamanın da şimdiki zaman ya da gelecek zaman olması gerekmektedir. غَداً kelimesi ise bu delalete karinedir. İtimat ve zamana delalet şartlarını bulundurduğu için her iki mamülünde de amel etmiştir.
İsm-i failin muzari fiile benzerliğini kuvvetlendirmek için dayanacağı edat ve durumlar şunlardır: İsm-i fail olumsuzluk edatından sonra gelerek olumsuzluk (nefy) harfine itimat edebilir.
Bu ayette olduğu gibi tenvin gelecek zamana delalet etmektedir. “Mazi olsaydı yarın anlamındaki غَداًۙ kelimesinin bir anlamı olmazdı.” diyerek izafetin, anlama etkisini ifade etmiştir.
Kisâî’ye göre ism-i fâil mazi fiil manasında da olsa amel eder, ism-i failin hal ve istikbale delalet etmesi ona göre şart değildir. (Hasan Duran, Kur'an-ı Kerim’de Teceddüt ve Sübût Manası İçin Yapılan Udûl Çeşitleri)
İsmi işaret olan ذٰلِكَ müsnedin mef'ûlüdür. Nasb mahallindedir.اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۘ وَاذْكُرْ رَبَّكَ اِذَا نَس۪يتَ وَقُلْ عَسٰٓى اَنْ يَهْدِيَنِ رَبّ۪ي لِاَقْرَبَ مِنْ هٰذَا رَشَداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِلَّا | ancak |
|
2 | أَنْ |
|
|
3 | يَشَاءَ | dilerse |
|
4 | اللَّهُ | Allah |
|
5 | وَاذْكُرْ | ve an (hatırla) |
|
6 | رَبَّكَ | Rabbini |
|
7 | إِذَا | zaman |
|
8 | نَسِيتَ | unuttuğun |
|
9 | وَقُلْ | ve de ki |
|
10 | عَسَىٰ | umarım |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يَهْدِيَنِ | beni ulaştırmasını |
|
13 | رَبِّي | Rabbimin |
|
14 | لِأَقْرَبَ | daha yakın |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | هَٰذَا | bundan |
|
17 | رَشَدًا | bir doğruya |
|
اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۘ
اِلَّٓا istisna edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, munkatı’ istisna olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri; إلّا وقت مشيئة الله (Allah'ın dilediği zamana kadar) şeklindedir.
يَشَٓاءَ mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
وَاذْكُرْ رَبَّكَ اِذَا نَس۪يتَ وَقُلْ عَسٰٓى اَنْ يَهْدِيَنِ رَبّ۪ي لِاَقْرَبَ مِنْ هٰذَا رَشَداً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اذْكُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
رَبَّكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum Muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَس۪يتَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَس۪يتَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavl عَسٰٓى اَنْ يَهْدِيَنِ رَبّ۪ي ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
عَسٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni tam mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
اَنْ ve masdar-ı müevvel عَسٰى ‘nın faili olarak mahallen merfûdur.
يَهْدِيَنِ mansub muzari fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Burada bir ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
رَبّ۪ي fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِاَقْرَبَ car mecruru يَهْدِيَنِ fiiline müteallıktır. اَقْرَبَ kelimesi أفعل vezninde gayri munsarif kalıbında olduğu için esre almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ هٰذَا car mecruru اَقْرَبَ ’ye müteallıktır. رَشَداً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۘ
Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Fasılla gelen ayette اِلَّٓا istisna, masdar harfi اَنْ ve müteakip … يَشَٓاءَ اللّٰهُۘ cümlesi, masdar teviliyle önceki ayetten istisna edilendir.
Ayetteki اَنْ ve akabindeki muzari fiil sıygasındaki يَشَٓاءَ اللّٰهُۘ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, müstesna konumundadır.
Genel olarak شَٓاء fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah lafzının müsnedün ileyh olarak gelmesi, hükmün kesinliğini ifade eder.
اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۘ [Meğer ki Allah dilemiş ola] ayetinde, zahiri ifadenin gerektirdiği ve îcaz (veciz söz söyleme) nin güzel kıldığı bir hazf de vardır ki ifadenin takdiri; إلا أن تقول إلا أن يشاء اللّه [Meğer ki Allah dilemiş ola demedikçe] yahut da إلا أن تقول إن شاء اللّه [Allah dilerse demen müstesna] takdirindedir. O halde ayet; Allah'ın dilemesini söz konusu etmedikçe anlamındadır. Buna göre “Allah'ın dilemesi müstesna (inşaallah)” şeklinde söylenen sözler, yasak kılınmış sözlerden değildir. (Kurtubî)
وَاذْكُرْ رَبَّكَ اِذَا نَس۪يتَ
Önceki ayetteki …وَلَا تَقُولَنَّ لِشَايْءٍ cümlesine matuf olan bu cümle, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Şart manalı zaman zarfı اِذَا bu cümlede şarttan mücerrettir. اذْكُرْ fiiline müteallıktır. Müspet mazi fiil sıygasındaki نَس۪يتَ cümlesi, اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
رَبَّكَ izafetinde Rabb isminin Resulullah’a (sav) ait olan zamire muzâf olması, Hz. Peygambere tazim ve ihtimam içindir.
وَقُلْ عَسٰٓى اَنْ يَهْدِيَنِ رَبّ۪ي لِاَقْرَبَ مِنْ هٰذَا رَشَداً
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle yine aynı üsluptaki اذْكُرْ cümlesine atfedilmiştir. İki cümle arasında hükümde ortaklık ve inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, terecci manalı nakıs fiil عَسَى ’nın dahil olduğu …عَسٰٓى اَنْ يَهْدِيَنِ cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. عَسٰٓى bu cümlede tam fiildir.
Tereccî, husûlu arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
عَسَىٰۤ muzarisi olmayan bir fiildir. Sadece mazisi çekilir. Bunun mazisinden de özellikle عَسَيْتُمَا , عَسَيْتُمْ şekilleri kullanılır. Kendisinden sonra gelen isim merfû kılınır. (Fahreddin er-Râzî)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَهْدِيَنِ رَبّ۪ي لِاَقْرَبَ مِنْ هٰذَا رَشَداً cümlesi, masdar teviliyle عَسٰى ‘nın faili konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبّ۪ي izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.
قُلْ emrinden sonra gelen mekulül’l-kavl cümlesi Allah Teâlâ’nın Peygamber Efendimize öğrettiği duadır. يَهْدِيَنِ fiilinin sonundaki esre, mahzuf mütekellim zamirinin naibidir.
Mecrur mahaldeki işaret ismi, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden لِاَقْرَبَ ’ye müteallıktır. رَشَداً ise temyiz olarak mansubdur.
اذْكُرْ - نَس۪يتَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
رَبّ۪ي - اللّٰهُۘ يَهْدِيَنِ - رَشَداً kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kul, “Ben falanca işi yapacağım. Ancak ne var ki Allah'ın iradesi, bunun aksine olursa, ben bu durumda onu yapamam. Çünkü Allah'ın iradesi, benim irademe galiptir. Galip olan bir mania bulunduğunda ise ben onu yapamam.” demiş olur.
Cenab-ı Hakk'ın [Unuttuğun zaman Rabbini an.] emri daha önceki cümlelerle alakası bulunmayan, bilakis müstenef bir sözdür. “İnşallah demeyi unuttuğunda, tesbih ve istiğfar ile Rabbini zikret!” demektir ki bundan murad, inşallah demeye ihtimam ve itina göstermeye teşvikte bulunmaktır. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَبِثُوا ف۪ي كَـهْفِهِمْ ثَلٰثَ مِائَةٍ سِن۪ينَ وَازْدَادُوا تِسْعاً
وَلَبِثُوا ف۪ي كَـهْفِهِمْ ثَلٰثَ مِائَةٍ سِن۪ينَ وَازْدَادُوا تِسْعاً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَبِثُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي كَـهْفِهِمْ car mecruru لَبِثُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثَلٰثَ zaman zarfı, لَبِثُوا fiiline müteallıktır. مِائَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. سِن۪ينَ kelimesi ثلاث مائة ’den bedel veya atf-ı beyan olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için harfle îrablanırlar.
وَ atıf harfidir. ازْدَادُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. تِسْعاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ازْدَادُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi زيد ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَبِثُوا ف۪ي كَـهْفِهِمْ ثَلٰثَ مِائَةٍ سِن۪ينَ وَازْدَادُوا تِسْعاً
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَازْدَادُوا تِسْعاً cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Fiiller mazi sıygada gelerek sebat, temekkün ve istikrar işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Cenab-ı Hak onlar mağaralarında üçyüz (...ثَلٰثَ مِائَةٍ) eğleştiler buyurduğunda, bunun gün mü, ay mı, yoksa yıl mı olduğu anlaşılmaz. Ama O, سِن۪ينَ deyince bu ifade, O’nun ifadesinin bir beyanı olmuş olur. Binaenaleyh سِن۪ينَ -yıllar- kelimesi, atf-ı beyandır. (Fahreddin er-Râzî)
Bu cümle, daha önce mücmel olarak zikredilen ve pek büyük bir hadise olduğuna işaret edilen konuyu açıklamaktadır. Diğer bir görüşe göre ise bu ifade, Ehl-i Kitab'ın kelamının hikâyesidir. Zira onlar, bu zatların sayıları hakkında ihtilaf ettikleri gibi mağaralarında kaldıkları müddet konusunda da ihtilaf etmişlerdir. Bazıları böyle demişlerdi; bazıları ise üç yüz sene kaldıklarını söylemişlerdi. (Ebüssuûd)
İbni Aliyye der ki: Buna göre yüce Allah'ın (bu ayetteki) birinci: لَبِثُوا [kaldılar] ayeti ile mağaradaki uykuyu kastetmektedir.
İkinci لَبِثُوا [kaldıkları] ifadesi ile de onların yerlerinin bilinmesinden Hz. Muhammed’e (sav) kadar geçen süreyi, yahut da cesetleri çürüyerek ortadan kalktıkları süreye kadar geçen süreyi kastetmektedir.
Mücahid: Kur'an'ın indiği süreye kadar, diye açıklarken, ed-Dahhâk: Öldükleri vakte kadar, diye açıklamıştır. Kimi tefsir alimi de şöyle demektedir: Yüce Allah: “(Buna) dokuz daha kattılar.” diye buyurunca insanlar bu dokuzun saat mi, gün mü, hafta mı, ay mı, yıl mı olduğunu bilemediler. İsrailoğulları da buna göre görüş ayrılığına düştüler. (Kurtubî)
ثَلٰثَ - مِائَةٍ - تِسْعاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ازْدَادُوا fiili اِفْتِعال babındadır. اِفْتِعال babının تِ si, زْ ’den sonraki دَ harfine ibdâl edilmiştir. Bu ibdâl, اِفْتِعال babının bir özelliğidir.قُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ لَهُ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِـعْۜ مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلِ | de ki |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
4 | بِمَا | ne kadar |
|
5 | لَبِثُوا | kaldıklarını |
|
6 | لَهُ | O’nundur |
|
7 | غَيْبُ | gaybı |
|
8 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
9 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
10 | أَبْصِرْ | ne güzel görendir |
|
11 | بِهِ | onu |
|
12 | وَأَسْمِعْ | ne güzel işitendir |
|
13 | مَا | yoktur |
|
14 | لَهُمْ | onların |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
17 | مِنْ | hiçbir |
|
18 | وَلِيٍّ | yardımcısı |
|
19 | وَلَا | ve |
|
20 | يُشْرِكُ | O ortak etmez |
|
21 | فِي |
|
|
22 | حُكْمِهِ | kendi hükmüne |
|
23 | أَحَدًا | kimseyi |
|
قُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ
Fiil cümlesidir. قُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavl, اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ ’dır. قُلِ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ mübteda olup lafzen merfûdur. اَعْلَمُ haber olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ ’ya müteallıktır. İsmi-i mevsûlun sılası لَبِثُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
لَبِثُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
İsim cümlesidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
غَيْبُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler harekeler hareke ile îrablanır.
الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِـعْۜ
Fiil cümlesidir. اَبْصِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بِه۪ car mecruru اَبْصِرْ fiiline müteallıktır. وَاَسْمِـعْ fiili atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اَبْصِرْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi بصر ’dir.
اَسْمِـعْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi سمع ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَداً
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنْ دُونِه۪ car mecruru وَلِيٍّۘ ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. وَلِيٍّۘ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُشْرِكُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
ف۪ي حُكْمِه۪ٓ car mecruru يُشْرِكُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَحَداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
قُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette, mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اللّٰهُ اَعْلَمُ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan اَعْلَمُ , ism-i tafdil vezninde gelerek, mübalağa ifade etmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَعْلَمُ ’ya müteallık olan mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ’nın sılası olan لَبِثُواۚ , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Car mecrur بِمَا , haber olan اَعْلَمُ ’ya müteallıktır. اَعْلَمُ ’nun ism-i tafdil vezninde olması müteallık almasını mümkün kılmıştır.
لَهُ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandırlar.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Cümledeki takdim kasr ifade etmiştir. Mübteda olan غَيْبُ kelimesinin, haber makamında olan لَهُ ’nun müteallakına olan kasrıdır. غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ maksûr, لَهُ maksûrun aleyhtir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّمٰوَاتِ‘tan sonra الْاَرْضِۜ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında, Allah’ın kudretini bildirmede tekid amacına matuf ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. غَيْبُ - اَعْلَمُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِـعْۜ
Mekulü’l-kavle dahil olan cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اَبْصِرْ بِه۪ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fail makamındaki ه۪ zamirindeki بِ , tekid ifade eden zaid harftir.
Cümle emir üslubunda geldiği halde, taaccüp ve mübalağa kastı taşıdığı ve haber manalı olduğu için vaz edildiği anlamdan ayrılmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Aynı üsluptaki وَاَسْمِـعْۜ cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen ittifak vardır.
اَبْصِرْ ve اَسْمِـعْ emir sıygası üzere gelmiş mazi fiillerdir. Bu; haber manasında taaccüp sıygasıdır. بِ harfi faille beraberliği ifade eder.
اَبْصِرْ - اَسْمِـعْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır.
اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِـعْ şeklinde taaccüp sıygası ile ifade etmesi, işin kulak ve gözle idrak edilemeyecek kadar ince olduğunu göstermek içindir. (Beyzâvî)
Cenab-ı Hak [O, ne güzel görür ne güzel işitir.] buyurmuştur. Bu sıygalar taaccüp için kullanılan ifadeler olup mana bakımından ise “O, ne güzel görür ne güzel işitir!” anlamındadır.
Ayette, önce görmenin zikredilmiş olması, sadedinde olduğumuz şeyin, görülenler kabilinden olmasından dolayı olmalıdır. (Ebüssuûd)
مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
Sübut ifade eden menfi isim cümlesidir. İsim cümlesi, zaid harf ve takdim kasrı olmak üzere birden fazla unsurla tekid edilen, faide-i haber inkârî kelamdır. (Kasr iki tekid yerindedir.)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مَا لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Cümledeki takdim kasr ifade etmiştir. Onlara Allah’tan başka hiç bir yardımcı olmadığı tekitli bir dille ifade edilmiştir.
مِنْ دُونِه۪ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
وَلِيٍّۘ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Muahhar mübteda وَلِيٍّۘ ’deki مِنْ harfi zaiddir. Bu zaid harf kelimeye hiçbir manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَا لَهُمْ [Onlar için yoktur] ibaresindeki zamir gökler ve yer halklarına racidir. (Beyzâvî)
مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ sözündeki çoğul zamir de kendileriyle konuşan müşriklere işaret etmektedir. مِنْ zaid harfi, olumsuz nekraya dahil olduğunda umumi olumsuzluk yoluyla ilâhlarının dostluğunu geçersiz kılar. (Âşûr)
وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَداً
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle mekulü’l-kavle dahildir. Ta’lil cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
حُكْمِه۪ٓ kelimesinin Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması hükmün kadri ve kıymetini yüceltmek içindir. Hükmün şanı içindir.
ف۪ي حُكْمِه۪ٓ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır.
Bu cümlede Kazvînî harfin dahil olduğu kelimeyi yani حُكْمِ ’ü zarfa benzetir. Câmi’ her ikisinde de mevcut olan mutlak irtibat ve alakadır. Bu teşbihe delalet eden şey, de ف۪ي harfidir. Bu harf, müşebbehün bihin levazımından olan zarftır. Cumhur ise nimetle sahibi arasında hasıl olan irtibatı, zarfla mazrûf arasındaki irtibata benzetir. Bundan yola çıkarak; müşebbehün bihin fertlerinden olan ف۪ي lafzını, müşebbehin fertlerinden biri yaparak istiareyi kurar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Mef’ûl olan اَحَداً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.وَاتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَۚ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاتْلُ | oku |
|
2 | مَا | şeyi |
|
3 | أُوحِيَ | vahyedilen |
|
4 | إِلَيْكَ | sana |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | كِتَابِ | Kitabı’ndan |
|
7 | رَبِّكَ | Rabbinin |
|
8 | لَا | yoktur |
|
9 | مُبَدِّلَ | değiştirecek |
|
10 | لِكَلِمَاتِهِ | O’nun sözlerini |
|
11 | وَلَنْ | ve |
|
12 | تَجِدَ | bulamazsın |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
15 | مُلْتَحَدًا | sığınılacak bir kimse |
|
وَاتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اتْلُ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫حِيَ اِلَيْكَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُو۫حِيَ meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir. اِلَيْكَ car mecruru اُو۫حِيَ fiiline müteallıktır.
مِنْ كِتَابِ car mecruru naib-i failin mahzuf haline müteallıktır. رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُو۫حِيَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَداً
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. مُبَدِّلَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.
لِكَلِمَاتِه۪ car mecruru مُبَدِّلَ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri, موجود şeklindedir.
مُبَدِّلَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren harftir. Tekid ifade eder.
تَجِدَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
مِنْ دُونِه۪ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُلْتَحَداً birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مُلْتَحَداً sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i mef’ûludür.وَاتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَۚ
Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. وَ istînâfiyyedir. Resulullah’a emirle başlayan cümle talebî inşaî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan اُو۫حِيَ اِلَيْكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اُو۫حِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
قَرَأَ fiili değil de اتْلُ fiilinin kullanılması lafız mana uyumu gözetilerek yapılan bir tercihtir. Çünkü تلا fiilinin asıl manası izlemek uymaktır. Tilavet de okumak, manayı düşünmek, izlemektir. (Müfredat) Bu Kur'anî incelik, mürâât-ı nazîr sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, كِتَابِ رَبِّكَۚ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir. Yine bu izafet Rabb isminin muzâfı olan كِتَابِ ’ye tazim ifade eder.
Ayetteki اتْلُ emri, hem okumayı, hem de ona uymayı ifade eder. ’ mana, [Sana vahyedilen kitabı okumaya ve onunla amel etmeye devam et.] şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
Kur'an-ı Kerim’in, Peygamberimize göre gizli bilgilerden olan Ashab-ı Kehf kıssasını ihtiva etmesi, onun mucize bir vahiy olduğuna delâlet ettiği için Allah, Peygamberimize, devamlı Kur'an okumasını emir buyurmuştur. (Ebüssuûd)
لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَداً
Fasılla gelen cümle كِتَابِ ’nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Cinsini nefyeden nefy harfi لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede لِكَلِمَاتِه۪ۚ ’nin müteallakı olan لَا ’nın haberinin hazfi dolayısıyla îcaz-ı hazif sanatı vardır.
لِكَلِمَاتِه۪ۚ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması كَلِمَاتِ ’ye tazim ifade etmiştir.
وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِه۪ cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzarinin manasını menfî istikbale çevirerek asla manası kazandıran لَنْ edatı, tekid ifade eder.
İki mef’ûle müteaddi olan تَجِدَ fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne müteallık olan مِنْ دُونِه۪ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
Mef’ûl olan مُلْتَحَداً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.
كِتَابِ - لِكَلِمَاتِه۪ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.İnsan, kimi zaman, anlatılanların veya yaşananların içinde gereksiz detaylara takılır ve cevapsız sorularla meşgul olur. Misal; ne yapmış sorusunun cevabı önemliyken, ne giyinmiş’in cevabını arayışa geçer. Ancak yalanlanamayacak veya doğrulanamayacak detayların peşinden koşmanın zararı çoktur. Zaman kaybına ve alınması gereken ibretlerin veya öğrenilmesi gereken bilgilerin kaybına sebep olur.
Ashab-ı Kehf’in kaç kişi olduklarının, isimlerinin ne olduklarının veya tam olarak ne kadar uyuduklarının bize getireceği fayda nedir? Halbuki, onların kıssalarında alınacak daha müthiş ibretler mevcuttur. Herhangi bir halin içindeyken; önce Allah’ın yardımını dilemek, sonra yapabileceklerini değerlendirip harekete geçmek. Bulunduğumuz halden haberdar olan Allah’tır ve bizi o halden çıkaracak olan da Allah’tır. Sapkınlıklardan Allah’a hicret etmek ve Allah’ın rızasını, dünya kolaylıklarına tercih etmek ve daha nicesi.
Ey her şeyi işiten ve gören Allahım!
Beni ilmini arttırdıklarından, zihnini dinçleştirdiklerinden, bildiklerine hamd edenlerden ve bilemediklerine de rıza gösterenlerden eyle. Bilmediklerimi konuşmaktan ve bilemeyeceklerimi de araştırmaktan Sana sığınırım.
Beni bilmediğim bir mesele karşısında: “Allah daha iyi bilir, göklerin ve yerin gizli bilgisi O’na aittir.” diyenlerden eyle. Bilmediği meselede, işin ehline göndermek yerine bilir gibi görünmeye çalışmaktan ve şöhret için bilgi edinmekten Sana sığınırım.
Beni yapması gerekenleri gününde yapanlardan ve her gününü değerlendirmeye çalışanlardan eyle. Dünyevi ve uhrevi sorumluluklarını yarına erteleyenlere benzemekten ve unutmaktan Sana sığınırım.
Amin.
***
Ne kadar kararlı olduğunu göstermek için insan net ve kesin ifadelerle yapacaklarını ya da yapmayacaklarını dile getirmeyi sever. Belki de bu kendisine bir kontrol duygusu verir ve geleceği bilmenin huzurunu getirir. Belki de olası başarılarını ya da aldığı akıllıca kararlarını en başından sahiplenmek hoş gelir. Halbuki hayat yaşanan ve öngörülen anlardan ibaret değildir. Şartlar ve fikirler, her an değişime müsaittir.
Kehf Suresinin 23. ayetinde şöyle buyrulur: “Allah izin verirse” demeden hiçbir şey için “şu işi yarın yapacağım” deme!
Bu ayet, insanın iç dünyasında yeni bir kapı açar. Yapmayı ya da yapmamayı istediği her şey için önce Allah’ı hatırlamalıdır. Yapabildiklerinin kendisinden değil de, Allah’tan geldiğini bilmelidir. Olanları ve olmayanları, Allah’a güvenerek karşılamaya çalışmalıdır. Hayatının her anında dününde, bugününde ve yarınında; estağfirullah, elhamdulillah ve inşaallah diyerek kendisini ve alemi yaratan Allah’ı anmalıdır.
Ancak o zaman nereden geldiğini, ne için yaşadığını ve nereye döneceğini hakiki manada idrak eder de ayağını denk alır. Yapmaya niyetlendiği işin, Allah’ın rızasına uygun olup olmadığını değerlendirir. Umduğu huzurun dünyalık hesaplardan değil de, Allah’a teslim olmaktan geldiğini öğrenir. Her işini dünyalık sebeplere hizmet için değil de, Allah’ın rızasını kazanma umuduyla yerine getirir.
Ey bildiğimiz ve bilmediğimiz her şeyin sahibi olan Allahım! Senin iznin ve yardımın ile niyetini aldığımız işleri kolaylıkla rızana uygun şekilde tamamlamayı nasip eyle. Bizi her anında Seni anan ve her anını Sana kul olduğunu hatırlayarak yaşayan kullarından eyle. Bizi iki cihanda da razı olduğun ihlas ve takva sahibi kullarının arasına kat. Nihai hedefimizi Sana ve Senin rızana kavuşmak eyle. Bizi de bu kutlu hedefe ulaşanlardan eyle.
Amin.