بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِـعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاصْبِرْ | tut (sabret) |
|
2 | نَفْسَكَ | nefsini |
|
3 | مَعَ | beraber |
|
4 | الَّذِينَ |
|
|
5 | يَدْعُونَ | yalvaranlarla |
|
6 | رَبَّهُمْ | Rablerine |
|
7 | بِالْغَدَاةِ | sabah |
|
8 | وَالْعَشِيِّ | akşam |
|
9 | يُرِيدُونَ | isteyerek |
|
10 | وَجْهَهُ | rızasını |
|
11 | وَلَا | ve |
|
12 | تَعْدُ | sapmasın |
|
13 | عَيْنَاكَ | gözlerin |
|
14 | عَنْهُمْ | onlardan |
|
15 | تُرِيدُ | isteyerek |
|
16 | زِينَةَ | süsünü |
|
17 | الْحَيَاةِ | hayatının |
|
18 | الدُّنْيَا | dünya |
|
19 | وَلَا | ve |
|
20 | تُطِعْ | itaat etme |
|
21 | مَنْ | kişiye |
|
22 | أَغْفَلْنَا | alıkoyduğumuz |
|
23 | قَلْبَهُ | kalbini |
|
24 | عَنْ |
|
|
25 | ذِكْرِنَا | bizi anmaktan |
|
26 | وَاتَّبَعَ | ve tâbi olan |
|
27 | هَوَاهُ | keyfine |
|
28 | وَكَانَ | ve olan |
|
29 | أَمْرُهُ | işi |
|
30 | فُرُطًا | aşırılık |
|
Aşeye عشي :عَشِيٌّ güneşin batışı ile sabah vakti aralığındaki süredir. عِشَاء ise akşam namazından yatsıya kadar olan süredir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 14 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اصْبِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
نَفْسَكَ mef’ûlun bih olup fetha üzere mebnidir. Muttasıl zamir ك muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَعَ zaman zarfı, اصْبِرْ fiiline müteallıktır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يَدْعُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَدْعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
رَبَّهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْغَدٰوةِ car mecruru يَدْعُونَ fiiline müteallıktır. الْعَشِيِّ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ
يُر۪يدُونَ cümlesi يَدْعُونَ ’deki failinin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُر۪يدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَجْهَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْدُ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
عَيْنَاكَ fail olup müsenna olduğu için elif ile merfûdur. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazf edilmiştir. Muttasıl zamir ك muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنْهُمْ car mecruru تَعْدُ fiiline müteallıktır.
يُر۪يدُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi ورد ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
يُجَادِلُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِـعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطاً
Cümle عَيْنَاكَ ’deki muhatap zamirinden haldir. Fiil cümlesidir. تُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
ز۪ينَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْحَيٰوةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُطِـعْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَغْفَلْنَا ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَغْفَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
قَلْبَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنْ ذِكْرِنَا car mecruru اَغْفَلْنَا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. اتَّبَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
هَوٰيهُ mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. كَانَ fetha üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. اَمْرُهُ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فُرُطاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
تُطِـعْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi طوع ’dir.
اَغْفَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi غفل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اتَّبَعَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ
Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. وَ atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki …وَاتْلُ cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَعَ ile bilikte اصْبِرْ fiiline müteallık olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ şeklinde müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sabah akşam Rabblerini ananlara ait olan هُمْ zamirine رَبَّ lafzının muzâf olması onları tazim ve tekrim içindir.
بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ [Sabah akşam] ifadesi “her zaman”dan kinayedir.
Rablerini andıkları vakitlerin sabah ve akşam olarak sayılması taksim sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ cümlesi, يَدْعُونَ ’nin failinden hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi onların bu hallerinin sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.
صْبِرْ [Sabır] kelimesinin asıl manası, engellemek, alıkoymak, hapsetmektir. Hz. Peygamberin (sav) insanları “masbûre”den nehyetmesi de bu manadadır. Masbûre ise bir yere hapsedilip geriden bir şey atılarak öldürülen hayvan demektir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ [Kendini tut] ibaresi onu hapset ve sabit kıl, مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ [Sabah akşam Rablerine dua edenlerle] ibaresi bütün vakitlerinde yahut gündüzün iki ucunda demektir. (Beyzâvî)
الْغَدٰوةِ (Sabah) - الْعَشِيِّ (Akşam) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)
Kureyş'in ileri gelenleri bir araya geldiler ve Hz. Peygambere (sav), “Sana iman etmemizi istiyorsan şu fakirleri yanından kov. Biz geldiğimizde onlar bulunmasınlar. Onlar için yanına gelecekleri ayrı bir vakit ayır.” dediler. Allah Teâlâ bunun üzerine, “Sabah akşam Rablerine dua edenleri, yanından kovma.” ayetini indirdi ve “Onları kovmanın caiz olmayacağını belirterek aksine onlarla otur, onlarla uyum içinde ol, onlara kıymet ver. Kâfirlerin sözlerine aldırma. Kâfirlere, yanına gelseler de gelmeseler de değer verme.” buyurmuştur. Binaenaleyh bu hadise, kendinden önceki ayetlerde anlatılanlardan ayrı, başlı başına bir şeydir. Bu ayetin bir benzeri de En'am Suresindeki, “Sabah akşam Rablerine dua edenleri yanından kovma.” ayetidir. Cenab-ı Hak o ayette, Hz. Peygamberin o kimseleri kovmasını yasaklamış, bu ayette ise onlarla beraber oturmayı, onlara karşı sabır göstermeyi emretmiş ve “Candan sebat et.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِـعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطاً
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle وَ ’la …وَاصْبِرْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا cümlesi, عَيْنَاكَ ‘deki zamirden haldir. Muzâfun ileyhten hal, mümkün olmuştur. Çünkü muzâf, muzâfun ileyhin cüzüdür.
Cümle, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi onların bu hallerinin sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.
يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ cümlesiyle تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Allah Teâlâ sonra, وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ [Gözlerini onlardan ayırma.] buyurmuştur. Bu fiil عَنْ harf-i ceri ile müteaddi olur. Bu harf-i cer, uzaklık manası taşır. (Fahreddin er-Râzî)
Fiilin faili, iki gözdür. ك zamirine muzâf olduğu için tesniye ن 'u düşmüştür.
وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ ve ولاتُعَدِ şeklinde de okunmuştur. (Beyzâvî)
Aynı üslupta gelen …وَلَا تُطِـعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ cümlesi, وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.
لَا تُطِـعْ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara (Hâlidî, Vakafât, s. 107), fiilin azamet zamirine isnadı tazime işaret etmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen ذِكْرِنَا izafetinde ذِكْرِ kelimesinin azamet zamirine izafesi, onun şeref ve itibarının yüksekliğini göstermiştir.
وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ cümlesi, sıla cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yine sılaya matuf olan وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطاً cümlesi ise كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlelerin sılaya atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اَغْفَلَنَا şeklinde de okunmuştur ki o zaman fiil kalbe isnat edilir, mana da kalbi bizi onu unutup da sorumlu tutmayacağımızı zannetti şeklinde olur. (Beyzâvî)
Cenab-ı Hak تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا [Dünya hayatının zinetini arzu ederek] buyurmuştur. Bu, hal cümlesidir. [Kalbini bizi anmaktan gaflet verdiğimiz] buyruğundan, haktan yüz çevirmek, [heva ü hevesine uyanı] buyruğunda ise halka yönelmek kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
الْغَدٰوةِ - الْعَشِيِّ , الْحَيٰوةِ - الدُّنْيَا , قَلْبَهُ - عَيْنَاكَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَا تُطِـعْ - وَاتَّبَعَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, وَاصْبِرْ - فُرُطاً kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
فُرُطاً , haddi aşan demektir. Leys, “فرط : Aşırı demektir. Nitekim Arapçada, ‘شان فلان فرط (Falancanın her işi fart'dır yani aşırılıktır.) denir demiştir.” (Fahreddin er-Râzî)
يُر۪يدُونَ - تُر۪يدُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak, يَدْعُونَ - تَعْدُ kelimelerinde ise cinas-ı nakıs vardır. Ayrıca bu kelime grupları arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Hz. Peygamberin boyun eğmemesi gereken kimselerin; kalplerinin gafil kılınmış olması, boş arzularına uymaları ve işlerinin aşırılık olduğu özelliklerin sayılması taksim sanatıdır.
Bu kelam, şu hususa dikkat çekmektedir: O kodaman kâfirlerin Peygamberimize bu teklifte bulunmalarının sebebi, onların kalplerinin, Allah'tan ve O'nun cihetinden gafil olması ve hissiyata tamamen dalmalarıdır. Bundan dolayı da onlar, gerçek şerefin, bedenin süsü ile değil fakat ruhun ziyneti ile olduğunu kavrayamamışlardır. (Ebüssuûd)
Ebu Said el-Hudri (ra) şöyle demiştir: “Ben bir grup fakir ve zayıf muhacirle oturuyordum. Çıplaklıklarından dolayı birbirlerine siper olmuşlardı. İçlerinden birisi Kur'an okuyordu. Derken, Allah'ın Resulü (sav) çıkageldi ve ‘Ne yapıyorsunuz?’ dedi. Biz de “Ya Resulullah, birisi Allah'ın kitabından okuyor, biz de onu dinliyoruz.’ dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), ‘Ümmetimden, kendileri ile oturup kalkmam ve beraberliklerine sabretmem emredilen kimseler nasip eden Allah'a hamdolsun.’ buyurdu. Sonra da ortamıza oturarak ‘Ey fakir muhacirler, kıyamet günü (sizin olacak) mükemmel nurdan dolayı sevinin. Sizler, cennete zenginlerden elli bin sene (Ebu Davud'daki rivayete göre yarım gün yani beş yüz sene) önce gireceksiniz.’ buyurdu.” (Ebu Davud, İlim, 13, 37323), (Fahreddin er-Râzî)
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَاراًۙ اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ وَاِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۜ بِئْسَ الشَّرَابُۜ وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقُلِ | de ki |
|
2 | الْحَقُّ | bu gerçek |
|
3 | مِنْ | -dendir |
|
4 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz- |
|
5 | فَمَنْ | artık kimse |
|
6 | شَاءَ | dileyen |
|
7 | فَلْيُؤْمِنْ | inansın |
|
8 | وَمَنْ | ve kimse |
|
9 | شَاءَ | dileyen |
|
10 | فَلْيَكْفُرْ | inkar etsin |
|
11 | إِنَّا | çünkü biz |
|
12 | أَعْتَدْنَا | hazırladık |
|
13 | لِلظَّالِمِينَ | zalimlere |
|
14 | نَارًا | bir ateş |
|
15 | أَحَاطَ | kuşatmıştır |
|
16 | بِهِمْ | onları |
|
17 | سُرَادِقُهَا | çadırı |
|
18 | وَإِنْ | ve eğer |
|
19 | يَسْتَغِيثُوا | feryad edip yardım isteseler |
|
20 | يُغَاثُوا | kendilerine yardım edilir |
|
21 | بِمَاءٍ | bir su ile |
|
22 | كَالْمُهْلِ | erimiş maden gibi |
|
23 | يَشْوِي | haşlayan |
|
24 | الْوُجُوهَ | yüzleri |
|
25 | بِئْسَ | o ne kötü |
|
26 | الشَّرَابُ | bir içecektir |
|
27 | وَسَاءَتْ | ve ne kötü |
|
28 | مُرْتَفَقًا | ağırlanmadır |
|
Mehele مهل : مَهْلٌ bir işi acele etmeden teenî ile yapmak ve sakin olmaktır. Bu köke ait if'al formundaki أمْهَلَ fiili nazikçe/yumuşakça davranmak; acele edipte onu sıkıştırmamak, ona biraz mühlet vermek demektir. مُهْلٌ kelimesi ise zeytinyağının tortusudur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri mühlet ve mehildir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
Mekulü’l-kavli, الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ ’dur. قُلِ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
الْحَقُّ mübteda olup lafzen merfûdur. مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
شَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mef’ûlun bihi mahzuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. ل emir lamıdır. يُؤْمِنْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
شَٓاءَ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mef’ûlu mahzuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. ل emir lamıdır. يَكْفُرْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَاراًۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَعْتَدْنَا fiil cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَعْتَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لِلظَّالِم۪ينَ car mecruru اَعْتَدْنَا fiiline müteallıktır. اَلظَّالِم۪ينَ ’nin cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
نَاراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَلظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْتَدْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi عتد ‘dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ
Fiil cümlesidir. اَحَاطَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِهِمْ car mecruru اَحَاطَ fiiline müteallıktır.
سُرَادِقُهَا fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur
اَحَاطَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حوط ‘dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يَسْتَغ۪يثُوا şart fiili olup نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ karinesi olmadan gelen يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ cümlesi şartın cevabıdır.
يُغَاثُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i faili olarak mahallen merfûdur.
بِمَٓاءٍ car mecruru يُغَاثُوا fiiline müteallıktır. كَالْمُهْلِ car mecruru مَٓاءٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَشْوِي fiili, مَٓاءٍ ’in ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَشْوِي fiili, ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْوُجُوهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَسْتَغ۪يثُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi غوث ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
يُغَاثُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi غوث ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
بِئْسَ الشَّرَابُۜ
بِئْسَ camid fiil olup zem fiillerindendir. الشَّرَابُ kelimesi بِئْسَ ’nin faili olup damme ile merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri; الماء الذي كالمهل (Erimiş maden gibi olan su) şeklindedir.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. سَٓاءَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis içindir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Zem fiillerindendir. سَٓاءَتْ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; جهنم ’dir. مُرْتَفَقاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُرْتَفَقاً kelimesi sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiilin ism-i mef’ûludür.
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ
Mütekellim Allah Teâlâ, muhatab Hz. Peygamberdir. وَ atıftır. Cümle, önceki ayetteki …وَاصْبِرْ نَفْسَكَ cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ رَبِّكُمْ , mübteda olan الْحَقُّ ’nun mahzuf haberine müteallıktır.
فَ atıf harfiyle makabline atfedilen فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ cümlesinde مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi olan مَنْ شَٓاءَ , faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasındaki شَٓاءَ cümlesi مَنْ ’in haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) شَٓاءَ fiilinin mef’ûlünün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi olan فَلْيُؤْمِنْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ cümlesi, tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir.
فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ cümlesiyle, وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
فَلْيَكْفُرْۙ - فَلْيُؤْمِنْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَمَنْ - شَٓاءَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah Teâlâ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ [Hak, Rabbinizdendir.] ifadesiyle, kulun kendi keyfine göre hareket etmesinin doğru olmadığını ima etmekle birlikte فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ [Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.] cümlesiyle muhatabın iman veya küfrü tercih etme hususunda muhayyer olduğunu beyan etmektedir. (Beyzâvî, III, 494)
Görüldüğü gibi ayetteki فَلْيُؤْمِنْ - فَلْيَكْفُرْۙ emir fiilleri muhatabın iki durumdan birini tercih etmede muhayyer olduğunu belirtmek üzere kullanılmıştır.
“De ki: Hak Rabbinizdendir.” Yani hak Allah tarafından olandır; keyfin istediği şey değildir. Hakk'ın mahzuf mübtedanın haberi ve مِنْ رَبِّكُمْ de hal olması da caizdir. (Beyzâvî)
Bu ayet-i kerimede ibhamdan sonra açıklamak maksadıyla mef’ûl hazf olmuştur. Çünkü فَمَنْ شَٓاءَ denildiğinde birşey istendiği bellidir ama istenen şey müphemdir. Şartın cevabı gelince bu müphemlik ortadan kalkar. Birinci bölümde bunun iman, ikinci bölümde ise küfür olduğu anlaşılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Artık dileyen…” ifadesi, açıkça onlar için bir tehdittir ve onların imanına ihtiyaç olmadığını, kendilerinin ve imanlarının olup olmamasına aldırmadığını bildirmektedir. (Ebüssuûd)
اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَاراًۙ اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümlenin önceki cümle için ta’liliyye olduğu da söylenmiştir.
اِنَّٓ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّٓ ’nin haberi olan اَعْتَدْنَا mazi sıygada fiil cümlesidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
O kâfirlerin zalim olarak ifade edilmeleri, küfrü tercih etmenin ve seçmenin haddi aşmak ve eşyanın yerini haksız olarak değiştirmek olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
Zalimlerden maksat, müşriklerdir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki şirk büyük zulümdür.” (Âşûr)
اَعْتَدْنَا fiilinin mef’ûlü olan نَاراًۙ ’deki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ cümlesi, نَاراًۙ için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Nekre isimden sonra gelen cümleler sıfat olurlar.
Cümlede tasrihi istiare vardır. Onları çevreleyen ateş her yanı kaplayan çadıra benzetilmiştir. Çadır nasıl içindekileri çevreler, kaplarsa ateş de onları çepeçevre saracaktır. Câmi her ikisindeki çepeçevre sarma özelliğidir. Müşebbehün bih yani müstearun minh zikredildiği için istiare-i tasrîhiyyedir.
Bu kelam, ağır bir azap vaadidir; mezkûr tehdide de tekiddir ve onun ifade ettiği küfür zecrinin (küfürden caydırmanın) illetinin beyanıdır yahut muhayyer bırakmanın zahirinden anlaşılan, onların küfrüne aldırmamanın ve kendilerini küfürden caydırmaya da pek önem verilmemesinin sebebini beyan etmektedir. Çünkü küfrün cezasını hazırlamak, kendilerine mühlet verilmesinin sebeplerindendir. (Ebüssuûd)
سُرَادِقُهَا , kıl çadırın etrafında bulunan engel ve mânia anlamındadır. Buna göre Cenab-ı Hak, cehennemin, o cehennemlikleri bütün yönden saran çadır benzeri birşey olduğunu haber vermiştir ki bundan maksat, onların o cehennemden kurtuluşlarının olmadığını ve cehennemin dışında kalan şeylere sapmak suretiyle ferahlayacakları bir alanın ve boşluğun bulunmadığını; tam aksine cehennemin onları her yönden kuşattığını açıklamaktır. (Fahreddin er-Râzî)
وَاِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۜ
…اَحَاطَ cümlesine matuf olan cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. يَسْتَغ۪يثُوا şart, يُغَاثُوا cevap cümlesidir. Her ikisi de müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği olayı göz önünde canlandırır ve muhatabı etkiler.
Şart ve cevap cümleleri arasında muvazene ve müşâkele sanatları vardır.
بِمَٓاءٍ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
Car mecrur كَالْمُهْلِ , nekre isim بِمَٓاءٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَشْوِي الْوُجُوهَۜ cümlesi, بِمَٓاءٍ için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يَسْتَغ۪يثُوا - يُغَاثُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا [Eğer susarlarsa sulanırlar] ifadesinin ardından serinlik ve içecek arzusunu karşılayan su zikredilip, sonrasında içilemeyecek bir şey verilmesi, onlara olan zemmi tekid etmiştir. Bu, tekidü’z-zem bima yeşbihu’l-medh sanatıdır.
يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ ifadesi ile onların umut besleyecekleri bir zemin oluşmuş fakat devamındaki ifadeler gerçeğin bunun tam tersi olduğunu göstermiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
Ebu Ubeyde ve Ahfeş, “Altın, bakır ve gümüş kabilinden eritmiş olduğun her şey, الْمُهْل 'dür” demişlerdir. Bunun, cehennemliklerden akan irin ve kan olduğu veya bir çeşit katran olduğu da ileri sürülmüştür. (Fahreddin er-Râzî)
بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ [Erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile yardım edilir.] cümlesinde teşbih vardır. Benzetme edatı ile benzetme yönü anlatıldığı için buna mürsel mufassal teşbih denir. (Safvetü’t Tefasir)
Zuhaylî, ayet-i kerimenin كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ kısmında teşbih edatı ve benzetme yönü zikredildiği için “teşbîh-i mürsel mufassal” bulunduğunu söylemektedir. Yani bu zalim kâfirler cehennem ateşinin sıcaklığı dolayısıyla susuzluklarını gidermek için ateşte oldukları sırada medet dileyip yardım ve su isteyecek olurlarsa yağ tortusu yahut kan ve irini andıran katılaşmış bir su ile imdatlarına koşulur. Kâfir içmek için yaklaştığında o su yüzünü kavurur, öyle ki yüz derileri dökülür.
Burada aynı zamanda bir tehekküm ve istihza üslubu söz konusudur.
İbni Âşûr bunu şöyle ifade ediyor: Buradaki ‘yardımlarına yetişilir’ anlamındaki يُغَاثُوا ifadesi, kendisi sebebiyle yardım talep edilen şeyin artırılması anlamında müsteâr olarak kullanılmış olup tehekküm üslubuyla gelmiştir. Bu, bir şeyin zıddına benzer bir şey ile tekit edilmesi kabilindendir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
بِئْسَ الشَّرَابُۜ وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً
Ayetin istînâfiyye olarak fasılla gelen son iki cümlesi, gayri talebî inşâî isnaddır.
بِئْسَ , zem anlamı taşıyan camid fiildir. الشَّرَابُۜ , failidir. Takdiri هو olan mahsusu mahzuftur. Yani cümlenin aslı الماء الذي كالمهل şeklindedir.
Aynı üsluptaki وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً cümlesi, makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen ittifak vardır.
Müstetir zamir هي yani نَاراًۙ , zem fiili سَٓاءَتْ ’in failidir. مُرْتَفَقاً , temyizdir.
يُغَاثُوا - مَٓاءٍ - الشَّرَابُ ile يَشْوِي - نَاراًۙ ve بِئْسَ - سَٓاءَتْ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayet, kasıt (irade) ve sebep (dâî) olmaksızın, herhangi bir failden herhangi bir fiilin sadır olmasının imkânsız olduğuna delalet eder. Bu ayette iki istiâre bulunmaktadır.
Birincisi: yukarıda bahsedildiği gibi اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ [Ateş duvarları/çadırları zalimleri sarmıştır] ifadesidir.
Diğer istiare de وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً [Ne kötü ikametgâh yeridir!] sözüdür. مُرْتَفَق [üzerine dirsekle dayanılan yastık] demektir. Koltuk yastığı demek olan mirfeka da bu anlamla ilgilidir. Bunun benzeri وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ۟ [Onların barınağı cehennemdir, o ne kötü döşektir! (Rad Suresi, 18)] ayetidir. Burada Yüce Allah, çadırları (سُرَادِقُ ) zikredince, sözün cüzleri birbirine benzesin, dizimi muntazam olsun diye yastıkları (مُرْتَفَق) da ardından zikretmiştir. Bir görüşe göre buradaki مُرْتَفَق , toplanma yeri yani müctema anlamında olup sanki bu görüşün sahibi, ifadenin ve ساءت مرافقة (Cehennem arkadaşlık/dostluk bakımından ne kötüdür!) anlamında olduğunu belirtmek istiyor. Çünkü arkadaşlık/dostluk, bir insan topluluğunun bir araya gelmesiyle oluşur. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
Bazı kimseler şöyle demiştir: “Ateş, arkadaşlık gayesiyle bir araya toplanmak ve konaklamak açısından ne kötü bir yerdir. Çünkü cehennemlikler de tıpkı cennetliklerde olduğu gibi arkadaşlık etmek için bir araya toplanırlar. Nitekim, Allah Teâlâ cennetlikler hakkında, ‘Onlar ne iyi arkadaştır!’ buyurmuştur. Cehennemdeki arkadaşlar ise kâfirler ve şeytanlardır. Buna göre ayetin manası, ‘O arkadaşlar ve arkadaşlığın yapıldığı o yer, ne kötüdür.’ şeklinde olur. Bu tıpkı, ‘Cennetteki arkadaşları ile o arkadaşlığın yapıldığı cennet, ne güzel yerdir.’ denilmesine benzer.” (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ مَنْ اَحْسَنَ عَمَلاًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | onlar ki |
|
3 | امَنُوا | inandılar |
|
4 | وَعَمِلُوا | ve yaptılar |
|
5 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
6 | إِنَّا | elbette biz |
|
7 | لَا | asla |
|
8 | نُضِيعُ | zayi etmeyiz |
|
9 | أَجْرَ | ecrini |
|
10 | مَنْ | kimsenin |
|
11 | أَحْسَنَ | güzel yapan |
|
12 | عَمَلًا | işi |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ مَنْ اَحْسَنَ عَمَلاًۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası آمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
اِنَّا لَا نُض۪يعُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نا mütekellim zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا نُض۪يعُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نُض۪يعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Tazim içindir.
اَجْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müşterek ism-i mevsûl, مَنْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اَحْسَنَ عَمَلاً ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
اَحْسَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَمَلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
آمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi امن ’dir.
نُض۪يعُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi ضيع ’dir.
اَحْسَنَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حسن ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
الصَّالِحَاتِ kelimesi sülâsî mücerred olan صلح fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ مَنْ اَحْسَنَ عَمَلاًۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilen ayet, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut, medh makamında olması sebebiyle de istimrar (devamlılık) ifade eder.
اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ مَنْ اَحْسَنَ عَمَلاًۚ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. اِنَّ ’nin haberinin de اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi olması tekidi iki kat artırmıştır.
Bu haber cümlesinde, müsnedin, menfi muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَجْرَ ’nin muzâfun ileyhi olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası اَحْسَنَ عَمَلا , müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl olan عَمَلاًۚ ’deki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.
Bu kelam, mezkûr muhayyer bırakma ifadesinden anlaşılan imanı teşvik etmenin illeti gibidir. (Ebüssuûd)
İman edip de güzel güzel amellerde bulunanlara gelince ifadesi, salih amelin imandan başka olduğuna delalet eder. Çünkü ayetteki atıf, başkalığı gerektirir.
‘’Biz şüphesiz iyi amel ve hareket edenin mükâfatını zayi etmeyiz’’ ifadesinin zahiri, mümin kimsenin amelinin güzel olması sebebiyle Allah'tan bir alacağı bulunduğunu iktiza etmektedir. Alimlerimize göre alacaklı olmak, Cenab-ı Hakk'ın vaadinden dolayıdır. (Fahreddin er-Râzî)
وَعَمِلُوا - عَمَلاًۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, اَحْسَنَ - الصَّالِحَاتِ ve الَّذ۪ينَ - مَنْ gruplarındaki kelimeler arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ ’de cem’, اٰمَنُوا ve عَمِلُوا kelimelerinde ise taksim vardır.اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَاباً خُضْراً مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۜ نِعْمَ الثَّوَابُۜ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقاً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أُولَٰئِكَ | onlar öyle kimselerdir ki |
|
2 | لَهُمْ | kendileri için vardır |
|
3 | جَنَّاتُ | cennetleri |
|
4 | عَدْنٍ | Adn |
|
5 | تَجْرِي | akar |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | تَحْتِهِمُ | altlarından |
|
8 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
9 | يُحَلَّوْنَ | bezenirler |
|
10 | فِيهَا | orada |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | أَسَاوِرَ | bileziklerle |
|
13 | مِنْ | -dan |
|
14 | ذَهَبٍ | altın- |
|
15 | وَيَلْبَسُونَ | ve giyerler |
|
16 | ثِيَابًا | giysiler |
|
17 | خُضْرًا | yeşil |
|
18 | مِنْ |
|
|
19 | سُنْدُسٍ | ince ipekten |
|
20 | وَإِسْتَبْرَقٍ | ve kalın ipekten |
|
21 | مُتَّكِئِينَ | yaslanırlar |
|
22 | فِيهَا | orada |
|
23 | عَلَى | üzerine |
|
24 | الْأَرَائِكِ | koltuklar |
|
25 | نِعْمَ | ne güzel |
|
26 | الثَّوَابُ | sevap |
|
27 | وَحَسُنَتْ | ve ne güzel |
|
28 | مُرْتَفَقًا | ağırlanma |
|
Sendese سندس : سُنْدُسٌ astarlık olarak kullanılan ince ipek brokar kumaştır.(Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 3 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli sündüs (parlak renkli çiçekli ve nakışlı ipek kumaş) dür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ جَنَّاتُ haber olup mahallen merfûdur.
لَهُمۡ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
جَنَّاتُ kelimesi muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. عَدْنٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
تَجْر۪ي fiili, ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهِمُ car mecruru تَجْر۪ي fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَارُ fail olup lafzen merfûdur.
يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَاباً خُضْراً مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۜ
Fiil cümlesidir. يُحَلَّوْنَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru يُحَلَّوْنَ fiiline müteallıktır. مِنْ اَسَاوِرَ car mecruru يُحَلَّوْنَ fiiline müteallıktır. اَسَاوِرَ kelimesi müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ ذَهَبٍ car mecruru اَسَاوِرَ ’nın mahzuf sıfatına müteallıktır. وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَلْبَسُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
ثِيَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. خُضْراً kelimesi ثِيَاباً sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ سُنْدُسٍ car mecruru ثِيَاباً ’ın mahzuf ikinci sıfatına müteallıktır.
اِسْتَبْرَقٍ kelimesi atıf harfi و ’la makabline matuftur.
مُتَّكِـ۪ٔينَ kelimesi يَلْبَسُونَ ’deki failinin hali olup nasb alameti ى ’dır. Çünkü cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪يهَا car mecruru مُتَّكِـ۪ٔينَ ’nin zamirinden haline müteallıktır.
عَلَى الْاَرَٓائِكِ car mecruru مُتَّكِـ۪ٔينَ ’ye müteallıktır.
يُحَلَّوْنَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi حلى ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
نِعْمَ الثَّوَابُۜ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقاً۟
نِعْمَ camid fiil olup medih fiillerindendir. الثَّوَابُ kelimesi نِعْمَ ’nin faili olup lafzen merfûdur.
نِعْمَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; الجنّة şeklindedir.
وَ atıf harfidir. حَسُنَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
حَسُنَتْ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; جنات ’dir. مُرْتَفَقاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُرْتَفَقاً kelimesi sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i mekânıdır.
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَاباً خُضْراً مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۜ
Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi, isim cümlesi formunda gelmiştir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, tazim ifade eder. Uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi olması işaret edilenlerin mertebesinin yüksekliğine işaret etmek ve cennet ehlini önemseyerek dikkatleri onlarda yoğunlaştırmak içindir.
Haber olan لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ cümlesi, اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberidir. Aynı üsluptaki يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ cümlesi de üçüncü haberidir.
…يُحَلَّوْنَ cümlesine matuf olan وَيَلْبَسُونَ ثِيَاباً خُضْراً مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۜ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hükümde ortaklık nedeniyle birbirine atfedilen üç cümlede de fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اَسَاوِرَ ’daki مِنْ ibtidaiyye, ذَهَبٍ ’deki ise اَسَاوِرَ ’nın sıfatını açıklamak için beyaniyyedir.
اَسَاوِرَ ,ثِيَاباً ve اِسْتَبْرَقٍ ’deki tenvin, nev ve tazim ifade ederek güzelliklerinin tarif edilemeyecek evsafta olduğunun işaretidir.
يَلْبَسُونَ ’nin failinden hal olan مُتَّكِـ۪ٔينَ , ıtnâb sanatıdır.
خُضْراً [Yeşil] ثِيَاباً için birinci, مِنْ سُنْدُسٍ ikinci sıfattır. مِنْ , sıfatı açıklamak için beyaniyyedir.
Ayetteki اُو۬لٰٓئِكَ kelimesi, اِنَّ ’nin haberi olup ‘’biz zayi etmeyiz’’ cümlesi de mutarıza, ara cümledir. Sen, hem biz zayi etmeyiz ifadesini hem de onlar ifadesini, اِنَّ ’nin iki ayrı haberi kabul edebileceğin gibi اُو۬لٰٓئِكَ ifadesini, önceki ayette müphem bırakılan اَجْرَ (mükâfat) kelimesini beyan eden müstenef bir kelam da kabul edebilirsin. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette cennetin çeşitli özellikleri sayılmıştır. Bu bedî’ sanatlardan taksim üslubudur.
تَجْر۪ي - الْاَنْهَارُ ve يُحَلَّوْنَ - اَسَاوِرَ - ذَهَبٍ ve وَيَلْبَسُونَ - ثِيَاباً - سُنْدُسٍ اِسْتَبْرَقٍ ve نِعْمَ - حَسُنَتْ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Renkler içinden yeşil rengin tahsis edilmiş olması, bütün renklerin en güzeli ve en zarifi olduğu içindir.
Ayette hem ince dibanın hem de kalın dibanın zikredilmesi, nefislerin arzuladığı ve gözlerin zevk aldığı her şeyin cennette mevcut olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Renkler içinden yeşil rengin tahsis edilmiş olması, bütün renklerin en güzeli ve en zarifi olduğu içindir. (Âşûr)
Dünyadakilerin elbiseleri ya zinet elbisesidir ya da tesettür, giyinip örtünme elbisesidir. Zinet elbisesi hakkında Cenab-ı Hak, “Orada altın bileziklerle bezenecekler.” buyurmuştur. Bu, “Allah onları bu şekilde bezer ve süsler.” veya “Melekler onları bu şekilde süsler.” anlamındadır.
Bazı kimseler de, onların her birinin üzerinde üç çeşit bilezik bulunduğunu; tefsirini yapmakta olduğunuz ayetten dolayı altın bilezikler, “Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir.” (İnsan Suresi, 21) ayetinden dolayı gümüş bilezikler. “...incilerle…” (Hac Suresi, 23) ayetinden dolayı da inciden yapılma bilezikler bulunduğunu söylemişlerdir
Örtünme için giydikleri elbiseler ise bu da “İnce ipek kumaştan, kalın ipekten yeşil elbiseler giyeceklerdir.” ayetinin ifade ettiği husustur ki bunlarla ahiretteki ince ipek kumaş ile kalın ipek kumaş kastedilmiştir. Birincisi سُنْدُسٍ (sündüs), ince ipek demektir. İkincisi de اِسْتَبْرَقٍ kalın ipek demek olup bu kelimenin aslının Farsça olduğu daha sonra Arapçalaştığı da ileri sürülmüştü. Kelimenin Farsçadaki aslı ise “kalın” anlamında olan (اِسْتَبْرَقٍ)dır. (Fahreddin er-Râzî)
نِعْمَ الثَّوَابُۜ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقاً۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelen نِعْمَ الثَّوَابُۜ cümlesi gayri talebî inşâî isnaddır.
نِعْمَ, medh anlamı taşıyan camid fiildir. الثَّوَابُۜ , failidir. Takdiri هي olan mahsusu mahzuftur. Yani cennettir.
Aynı üsluptaki وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقاً۟ cümlesi, makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen ittifak vardır.
Müstetir zamir هي , medh fiili حَسُنَتْ ’in failidir. مُرْتَفَقاً , temyizdir.
Cennet ehline, cennette verilecek nimetlerin sayıldığı önceki cümlede taksim, son iki cümlede ise cem’ sanatı vardır.
نِعْمَ الثَّوَابُۜ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقاً۟ [O, ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeridir] ayetinin ifade ettiği Cennet ile, بِئْسَ الشَّرَابُۜ وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً [Ne kötü bir içecek ve ne kötü bir kalma yeridir] ayetinin ifade ettiği Cehennem arasında güzel bir mukabele sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً رَجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعاًۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاضْرِبْ | ve anlat |
|
2 | لَهُمْ | onlara |
|
3 | مَثَلًا | misal olarak |
|
4 | رَجُلَيْنِ | şu iki adamı (ki) |
|
5 | جَعَلْنَا | vermiştik |
|
6 | لِأَحَدِهِمَا | ikisinden birine |
|
7 | جَنَّتَيْنِ | iki bağ |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | أَعْنَابٍ | üzüm |
|
10 | وَحَفَفْنَاهُمَا | ve onların etrafını çevirmiştik |
|
11 | بِنَخْلٍ | hurmalarla |
|
12 | وَجَعَلْنَا | ve bitirmiştik |
|
13 | بَيْنَهُمَا | ortalarında da |
|
14 | زَرْعًا | ekin |
|
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً رَجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir.
اضْرِبْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
لَهُمْ car mecruru اضْرِبْ fiiline müteallıktır.
مَثَلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
رَجُلَيْنِ kelimesi مَثَلَ ’den bedel olup müsenna olduğu için ي ile mansubdur.
جَعَلْنَا fiili, رَجُلَيْنِ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لِاَحَدِهِمَا car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. Muttasıl zamir هِمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَنَّتَيْنِ mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için ي ile mansubdur.
مِنْ اَعْنَابٍ car mecruru جَنَّتَيْنِ kelimesine müteallıktır.
حَفَفْنَاهُمَا cümlesi قد takdiriyle جَنَّتَيْنِ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. حَفَفْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِنَخْلٍ car mecruru حَفَفْنَا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
بَيْنَهُمَا zaman zarfı, جَعَلْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
زَرْعاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً رَجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعاًۜ
وَ istînâfiyyedir.
Hz. Peygambere emirle başlayan ayet, emir üslubunda talebi inşâi isnaddır.
Car mecrur لَهُمْ , mef’ûl olan مَثَلاً ’e, ihtimam için takdim edilmiştir. رَجُلَيْنِ , mef’ûl olan مَثَلاً ’den bedeldir. Bedel ıtnâb sanatıdır.
رَجُلَيْنِ için sıfat konumundaki جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِاَحَدِهِمَا ’nın müteallakı olan ikinci mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
جَنَّتَيْنِ ’nin mahzuf sıfatına müteallık olan car mecrur مِنْ اَعْنَابٍ ’deki tenvin, nev, kesret ve tazim ifade eder. Bu ibaredeki مِنْ , sıfatı açıklayan beyaniyyedir.
“Cennet” lafzının kullanılması, bağ ve bahçede bulunan ağaçların, gölgeleriyle içindekileri gizleyip örttüğü içindir. Bu kelimenin aslı, “örtmek ve bürümek” manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)
قد takdiriyle hal konumundaki وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ cümlesi de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
حَفَفْ kelimesi, bir şeyin tarafı, yanı anlamına gelip kelimenin çoğulu الأحِفَّةُ 'dir ve o şeyin tarafları demektir. Keşşâf sahibi ise şöyle der: “Onlar bir şeyi kuşatıp onu tavaf ettiklerinde, etrafını dolaştıklarında, bunu ifade etmek için حفَفْتُ ; Onları onun etrafında dolaştırdım anlamında da حففتُه بهم denir. O halde bu fiil, (aslında) bir mef'ûl alır. بِ harf-i ceri ona ikinci bir mefûl kazandırır. Bu, mesela bir kimsenin, “Onu bürüdüm, örttüm; onu, onunla bürüdüm.” demesi gibidir o, sözüne devamla şöyle der: “Bu özellik, zengin ve varlıklı kimselerin, bağları ve bahçeleri hakkında tercih ettikleri bir vasıf olup bu da onların o (üzüm) bağlarını, meyve veren ağaçlarla çepeçevre kuşatmalarıdır. Bunun aynı zamanda manzarası da çok güzeldir. (Fahreddin er-Râzî)
Aynı üsluptaki وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعاًۜ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle hal cümlesine atfedilmiştir.
Ayetteki “Ortalarında da bir ekinlik yapmıştık.” cümlesinden şunlar kastedilmiştir:
O arazinin, her türlü besin ve meyveyi ihtiva etmesi, sınırlarının geniş ve sahasının da fazla olması aynı zamanda o arazinin içinde onu birbirinden bölüp ayıracak (tepeler ve vadiler vb.) de bulunmamasıdır.
Bu arazi, her zaman başka menfaatler de temin eder ki bu da başka mahsül ve başka meyveler demektir. Böylece menfaat ve faydası kesintisiz olup hepsi ardarda gelir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki اضْرِبْ hariç diğer bütün fiiller azamet zamirine isnad edilmiş, mazi fiildir. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara (Hâlidî, Vakafât, s. 107), fiillerin azamet zamirine isnadı tazime işaret etmiştir.
زَرْعاًۜ , بِنَخْلٍ ,مَثَلاً kelimelerinin tenkiri nev, kesret ve tazim ifade eder.
هِمَا - جَعَلْنَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
جَنَّتَيْنِ - اَعْنَابٍ - نَخْلٍ - زَرْعاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayetlerin maksadı şudur: kâfirler, mallarıyla, taraftar ve yardımcılarıyla Müslüman fakirlere karşı övünüyorlardı. Böylece Allah Teâlâ, fakirin zengin, zenginin de fakir olması ihtimalinden dolayı, bunun iftiharı gerektiren şeyler nevinden olmadığını beyan buyurmuştur. Kendisiyle fahretmenin gerekli olduğu şeye gelince bu, Allah'a itaat ve O'na ibadettir ki bu da fakir müminlerde bulunmaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayet, kâfir ve müminin hali hakkında gelmiş bir mesel ayetidir. Mümin, Rabbine şükreden bir bahçe sahibine benzetilmiştir. Bu mümin Rabbinin nimetlerine şükreden, hikmet sahibi, güzel davranışları olan, Allah’ın kendi üzerindeki faziletini itiraf eden bir mümindir. Kâfir ise Allah’ın üzerindeki faziletini inkar eden bir başka bahçe sahibine benzetilmiştir. Bu kişi nimetleri inkâr eder, kibirlidir. Sure bu kâfiri, iki bahçe sahibi olarak tasvir etmiştir. Mürekkeb, mürekkebe benzetilmiştir, müşebbeh hazf edilmiştir. İstiâre-i temsîliyye olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Misal olarak verilen iki adam, İsrailoğullarından iki kardeş veya iki ortak idi. Kâfir olanın adı Katrûs, mümin olanın adı da Yehûzâ idi. Bunlar sekiz bin dirhemi aralarında bölüştüler. Kâfir olan, kendi payı ile arazı ve bağ bahçe satın aldı. Mümin olan ise kendi payını hayır işlerine harcadı. Sonra ayette anlatılanlar oldu. (Ebüssuûd)
كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ اٰتَتْ اُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـٔاًۙ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَراًۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كِلْتَا | her iki |
|
2 | الْجَنَّتَيْنِ | bağ (da) |
|
3 | اتَتْ | vermişti |
|
4 | أُكُلَهَا | yemişini |
|
5 | وَلَمْ | ve |
|
6 | تَظْلِمْ | eksik etmemişti |
|
7 | مِنْهُ | ondan |
|
8 | شَيْئًا | hiçbir şey |
|
9 | وَفَجَّرْنَا | ve akıtmıştık |
|
10 | خِلَالَهُمَا | aralarından |
|
11 | نَهَرًا | bir ırmak |
|
كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ اٰتَتْ اُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـٔاًۙ
كِلْتَا kelimesi mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Kelime ismi maksûrdur. الْجَنَّتَيْنِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için ي ile mecrurdur.
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiren îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَتْ اُكُلَهَا cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اٰتَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
اُكُلَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَظْلِمْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. مِنْهُ car mecruru تَظْلِمْ fiiline müteallıktır.
شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَراًۙ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَجَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
خِلَالَهُمَا mekân zarfı, فَجَّرْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَهَراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَجَّرْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فجر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ اٰتَتْ اُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـٔاًۙ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَراًۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Iki bahçe sahibi kıssasının devamı olan ayetin ilk cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ , veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir. اٰتَتْ اُكُلَهَا cümlesi, müsneddir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Mübteda tesniye olduğu halde haberde müfrede iltifat edilmiştir.
وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـٔاًۙ menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olup haber cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
شَيْـٔاًۙ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Olumsuz cümlede nekre umuma işaret eder, مِنْ hiç manası verir.
Ayetin fasılası olan وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَراًۙ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir. Cümle, قد takdiriyle haldir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tnâb sanatıdır.
اُكُلَهَا - الْجَنَّتَيْنِ - نَهَراًۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ظْلِمْ الْجَنَّة ifadesinde istiare vardır. Çünkü buradaki ظْلِمْ , ne sözlükteki ne de din örfündeki asli anlamdadır. ظْلِمْ sözlükte, bir şeyi konulması gereken yerin dışında bir yere koymak anlamında isim; din dilinde ise yarar sağlamak, zararı savmak gayesiyle olmaksızın, haksız yere verilmiş zarar anlamında kullanılan isimdir. Burada kastedilen mana ise (bahçe) sahibinden hiçbir şey esirgemedi şeklindedir ki bu anlamın ظْلِمْ ismiyle ifade edilmesi güzel düşmüştür. Çünkü meyve bahçesi olan o bahçenin meyveleri, bahçe sahibinin hak ettiği şey konumundadır. Bu sebeple bahçe o hak edileni tam ve noksansız olarak çıkardığında sahibine hiçbir şekilde zulmetmedi; yani onun hak ettiği hiçbir şeyi esirgemedi denilmesi güzel düşmüştür. Buna göre şayet bahçe ekinlerini eksik bırakır, beklenen meyveleri vermezse, böylece sahibini zarara sokarsa zalim hükmünde olur. Burada اٰتَتْ اُكُلَهَا [Yemişlerini verdi] ifadesi de bu manayı teyit etmektedir. Çünkü (ayet) اٰتَتْ (vermek) lafzını getirince ardından ظْلِمْ (hakkını vermeme) lafzını getirmesi güzel olmuştur. Zira ظْلِمْ ’ün buradaki manası men (vermemek)’dir. Buna göre sanki burada Allah Teâlâ, “Bahçe, sahibinin hak ettiği her şeyi verdi, ondan hiçbir şeyi esirgemedi.” buyurmuştur. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
Gerçekleşme sırasına göre ürünlerin yetişmesi, ırmakların fışkırmasından sonra olduğu halde burada bu sıranın aksinin zikredilmesi, iki bağın güzelliklerinin tamamlanmasında her ikisinin ayrı ayrı unsurlar olduklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌۚ فَقَالَ لِصَاحِبِه۪ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً وَاَعَزُّ نَفَراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَانَ | ve vardı |
|
2 | لَهُ | O(adam)ın |
|
3 | ثَمَرٌ | ürünü |
|
4 | فَقَالَ | dedi ki |
|
5 | لِصَاحِبِهِ | arkadaşı |
|
6 | وَهُوَ | ve o |
|
7 | يُحَاوِرُهُ | konuşurken |
|
8 | أَنَا | ben |
|
9 | أَكْثَرُ | zenginim |
|
10 | مِنْكَ | senden |
|
11 | مَالًا | malca |
|
12 | وَأَعَزُّ | ve güçlüyüm |
|
13 | نَفَرًا | adamca da |
|
Havera حور : Hûr حُور hâricî bir cereyanla ayrılmak ve daha iyi veyâ kötü olarak başka bir hâle dönmektir. Maddî ya da ma’nevî olabilir. Amaç önceki hâlden farklı olmaktır. Bu ma’nâda elbisenin kirden temizlenmesi ve beyazlatılması için kullanılır. Mütekellime (konuşmacı) i’tirâz sâdedinde de kullanılır.
Havarî حَوارِِي kelimesinin manası da bu şekilde kavminin dîninden ayrılıp yeni bir dîne dönmek/bağlanmaktır.
Hûr حُور kelimesi melekler âleminden ayrılıp insanlarla yaşayabilecek hâle gelmeyi de ifâde eder. (Tahqiq)
Bu kökün üç asli anlamı vardır: Renk, geri dönmek, dönüp durmak. (Makâyıs)
Kur’ân-ı Kerim'de geldiği mânâlar:
1- Dönmek : İnşikak/14
2- Tartışmak : Kehf/34
3- Huri : Vakıa /56
4- Havari : Al-i İmran/ 52, Maide/112, Saff/14, 111. (Kur’ân’da Çok Anlamlılık).
حَوْرٌ ya bi zâtihi ya da fikirde tereddüt ve gidip gelmedir. Aynı köke ait مُحاوَرَة sözcüğü birine sözü geri döndürmek; biriyle atışmak veyahut konuşmaktır. Kuran-ı Kerim'de de geçen تَحاوُرٌ kullanımı da buradan gelir. Ayeti kerimelerde geçen bizim de Türkçede hûri olarak kullandığımız حَوَرٌ kelimesinin asıl manası ise gözdeki siyahlığın içindeki küçük beyazlığın iyice görünmesidir ve bu gözün güzelliğinin en mükemmel şeklidir. Son olarak حَوارِيُّون 'a gelince onlar Hz. İsa'nın yardımcıları/havarileridir.(Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hûri, havari, muhavere, mihver ve havradır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌۚ
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. لَهُ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
ثَمَرٌ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
فَقَالَ لِصَاحِبِه۪ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً وَاَعَزُّ نَفَراً
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لِصَاحِبِه۪ car mecruru قَالَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هُوَ يُحَاوِرُهُٓ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur. Haliyyedir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُحَاوِرُهُ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يُحَاوِرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Mekulü’l-kavli اَنَا۬ اَكْثَرُ ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَكْثَرُ haber olup lafzen merfûdur. مِنْكَ car mecruru اَكْثَرُ ’ye müteallıktır. مَالاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعَزُّ نَفَراً atıf harfi و ’la makabline matuftur.
يُحَاوِرُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi حور ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
اَعَزُّ - اَكْثَرُ kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌۚ فَقَالَ لِصَاحِبِه۪ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً وَاَعَزُّ نَفَراً
وَ istînâfiyyedir. Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ car-mecruru, كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. ثَمَرٌۚ , nakıs fiil كَانَ ‘nin muahhar ismidir.
Müsnedün ileyhin nekre gelişi teksir, nev ve tazim ifade eder.
ثَمَرٌۚ “Çeşitli mallar” demektir. Bu, Arapların, mal çoğaldığı zaman söyledikleri sözlerdendir. Mücahid'in bu ifadeye, altın ve gümüş manası verdiği de rivayet edilmiştir. Buna göre ayetin manası, “O iki bahçenin yanı sıra pek çok nakit para da bulunuyordu.” şeklinde olur.
Makabline matuf olan … فَقَالَ لِصَاحِبِه۪ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَ ’la gelen وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ cümlesi haldir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda olan اَنَا۬ ’nin haberi اَكْثَرُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. مَالاً , temyizdir.
وَاَعَزُّ نَفَراً , haber olan اَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً ’e atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür.
İsm-i tafdil veznindeki اَعَزُّ mübalağa ifade etmiştir. نَفَراً , temyizdir.
Arapçada bir kelime veya cümle ifade edilişi itibarıyla bir ek açıklamaya ihtiyaç duyabilir. Açıklanmaya ihtiyaç duyan müphem isim veya cümleye yapılan ek izahat, o müphem kelime veya cümlenin açıklayıcısı manasında temyizi, başka bir deyişle mümeyyizi olur. (Halil İbrahim Karaöz, Arap Dili Gramerinde Temyiz, Y.L. Tez.)
ثَمَرٌ - مَالاً ile اَعَزُّ - اَكْثَرُ ve يُحَاوِرُهُٓ - قَالَ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Bizi; sabah akşam Sana dua edenlerle beraber olmaya çalışanlardan ve onlar gibi yaşayanlardan eyle. Bizi; malıyla evlatlarıyla övünenlere, bunlarla üstünlük sağlamaya çalışanlara ve dostlarını da maddi gerekçelerle seçenlere benzemekten koru. Maddi ve manevi alemde, Senden uzak olan ve yalnız hevesleri için yaşayanlardan bedenlerimizi ve gönüllerimizi uzaklaştır. Bizi; dünya işlerinde, onların gösterişlerine kapılmaktan ve onlara meyil etmekten koru. Gün içerisinde, hep Seni ananlardan ve Sana hamd edenlerden olmamız için yardım et.
Ey cenneti ve cehennemi yaratan Allahım! Bizi; iman edenlerden ve Senin rızan için iyi işler yapanlardan eyle. Cehennem azabını bilmekten, cehennemliklerin sesini işitmekten ve içecekleriyle yiyeceklerinin dehşetini hissetmekten Sana sığınırız. Bizi; emirlerine itaat edenlerden ve iki cihanı da kazandıracak hayırlı bir ömür yaşayanlardan eyle. Cennet nimetlerinin tadına varanlardan, cennet kıyafetlerine ve mücevherlerine bürünenlerden, cennet tahtından cennet nimetlerini ve komşularını izleyenlerden olmamızı nasip et.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji