15 Nisan 2025
Kehf Sûresi 35-45 (297. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kehf Sûresi 35. Ayet

وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ قَالَ مَٓا اَظُنُّ اَنْ تَب۪يدَ هٰذِه۪ٓ اَبَداًۙ  ...


Derken kendine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: “Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَدَخَلَ ve girdi د خ ل
2 جَنَّتَهُ bağına ج ن ن
3 وَهُوَ o
4 ظَالِمٌ zulmederek ظ ل م
5 لِنَفْسِهِ kendisine ن ف س
6 قَالَ dedi ق و ل
7 مَا hiç
8 أَظُنُّ sanmam ظ ن ن
9 أَنْ
10 تَبِيدَ yok olacağını ب ي د
11 هَٰذِهِ bunun
12 أَبَدًا ebediyyen ا ب د

وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

دَخَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

جَنَّتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ظَالِمٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

لِ  harf-i ceri zaiddir.  نَفْسِ  lafzen mecrur, mahallen ism-i fail  ظَالِمٌ un mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ظَالِمٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 قَالَ مَٓا اَظُنُّ اَنْ تَب۪يدَ هٰذِه۪ٓ اَبَداًۙ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

Mekulü’l-kavli,  مَٓا اَظُنُّ dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَظُنُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  اَظُنُّ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

تَب۪يدَ  mansub muzari fiildir. İsm-i işaret  هٰذِه۪ٓ  fail olarak mahallen merfûdur. 

اَبَداً  zaman zarfı, تَب۪يد  fiiline müteallıktır.

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ 

 

Ayetin ilk cümlesi,  وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌۚ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıgasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi formunda gelerek sübut ifade eden  وَهُوَ ظَالِمٌ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  دَخَلَ  fiilinin failinin halidir. Itnâb babındandır.

Müsnedin ism-i fail kalıbında gelmesi sübut ve istikrara işaret etmiştir.

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. Bunun manası ihsanın onlarda sabit olduğu, onlardan hiçbir şekilde ayrılmadığıdır.   (Hâlidî, Vakafât s. 80)

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fâil Ve İşlevleri)

Nefsine zulüm eder bir vaziyette girdi çünkü kendini beğenmiş ve inançsız idi. (Beyzâvî)

“Cenab-ı Hak, bu lafzı önce tesniye getirdiği halde, burada müfred  جَنَّتَهُ (bağına) getirmiştir. Bununla, onun mümin müttakilere vadedilen cennetlerden yana bir nasibi ve cenneti olmadığı; onun cennetinin bu dünyada sahip olduğu o şey olduğu; bu iki ifade ile ne iki cennet ne de onlardan birinin murad edilmediği kastedilmiştir. Daha sonra Cenab-ı Hak, [o nefsine zulmeden olduğu halde] buyurmuştur. Bu, iki cümle arasına girmiş olan bir itiraziyye cümledir. Bununla, Cenab-ı Hak şu hususa dikkat çekmek istemiştir: “O kâfir olan taraf, o nimetlerle kendisini üstün hissederek gururlanıp o nimetleri Cenab-ı Hakk'ın, öldükten sonra diriltmeye muktedir olduğunu inkâr etmeye ve küfrân-ı nimette bulunmaya bir vesile edinince o nimetleri, yerinde kullanmamış olur. Böylece de zalim olmuş olur.” (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 

قَالَ مَٓا اَظُنُّ اَنْ تَب۪يدَ هٰذِه۪ٓ اَبَداًۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulül-kavli olan  مَٓا اَظُنُّ اَنْ تَب۪يدَ هٰذِه۪ٓ اَبَداًۙ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَب۪يدَ هٰذِه۪ٓ اَبَداًۙ  cümlesi, masdar tevilinde iki mef’ûle müteaddi olan  اَظُنُّ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar cümlesinde müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi tazim içindir.

ظنّ , ezdattandır. Hem zannetti, hem de yakînen bildi olmak üzere iki zıt anlamı vardır.

تَب۪يدَ - اَبَداًۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî ve cinas-ı nakıs sanatları vardır. 

هٰذِه۪ٓ de tecessüm vardır.
Kehf Sûresi 36. Ayet

وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ وَلَئِنْ رُدِدْتُ اِلٰى رَبّ۪ي لَاَجِدَنَّ خَيْراً مِنْهَا مُنْقَلَباً  ...


“Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndürülsem bile andolsun bundan daha iyi bir sonuç bulurum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve hiç
2 أَظُنُّ zannetmem ظ ن ن
3 السَّاعَةَ kıyametin س و ع
4 قَائِمَةً kopacağını ق و م
5 وَلَئِنْ şayet
6 رُدِدْتُ döndürülsem bile ر د د
7 إِلَىٰ
8 رَبِّي Rabbime ر ب ب
9 لَأَجِدَنَّ bulurum و ج د
10 خَيْرًا daha güzel خ ي ر
11 مِنْهَا bundan
12 مُنْقَلَبًا bir akıbet ق ل ب

وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ 

 

Cümle atıf harfi  وَ la  مَٓا اَظُنُّ  cümlesine atfedilmiştir. مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَظُنُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.

السَّاعَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

قَٓائِمَةًۙ  kelimesi  اَظُنُّ  fiilin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

قَٓائِمَةًۙ  kelimesi, sülasi mücerred olan  قوم  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


وَلَئِنْ رُدِدْتُ اِلٰى رَبّ۪ي لَاَجِدَنَّ خَيْراً مِنْهَا مُنْقَلَباً

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir. 

إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  رُدِدْتُ  şart fiili olup sükun üzere mebni,

meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

اِلٰى رَبّ۪  car mecruru  رُدِدْتُ  fiiline müteallıktır. Mütekellim  ي sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa “اِنْ ” kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  kasem lamıdır.  اَجِدَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  Faili müstetir olup takdiri  أنا dir. 

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

خَيْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْهَا  car mecruru  خَيْراً e müteallıktır. 

مُنْقَلَباً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مُنْقَلَباً  kelimesi, sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan infiâl babının ism-i mef’ûlüdür.

وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ 

 

 

Mekulü’l-kavle dahil olan ayet, önceki ayete matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

Kıyametin kopacağına inanmayan bahçe sahibinin sözlerindeki  قَٓائِمَةًۙ  kelimesindeki tenvin, tahkir ifade etmektedir. 

قَٓائِمَةًۙ , kıyametin kopmasından kinayedir.


 وَلَئِنْ رُدِدْتُ اِلٰى رَبّ۪ي لَاَجِدَنَّ خَيْراً مِنْهَا مُنْقَلَباً

 

وَ ’la gelen cümle makabline matuftur.  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إنْ  şart harfidir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Şart cümlesi olan  رُدِدْتُ اِلٰى رَبّ۪ي  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

رَبّ۪ي  izafeti, mütekellimin Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işaret eder. 

لَاَجِدَنَّ خَيْراً مِنْهَا مُنْقَلَباً  cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır.  لَ  ve nun-u sakile ile tekid edilmiş mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Kasemin cevabının delaletiyle, şartın cevabı hazf edilmiştir. Kasem fiilinin ve şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mezkur şart ve mukadder cevap cümlesinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Bahçe sahibi muhatabını inandırmak için sözlerini mahzuf kaseme delalet eden  لَ  ve  نْ nu sakîle ile tekid ederek söylemiştir. (Âşûr)

Mef’ûl olan  خَيْراً ’deki tenvin kesret, nev ve tazime işaret eder.

مُنْقَلَباً , temyizdir. Arapçada bir kelime veya cümle ifade edilişi itibariyle ek bir açıklamaya ihtiyaç duyabilir. Açıklanmaya ihtiyaç duyan müphem isim veya cümleye yapılan ek izahat, o müphem kelime veya cümlenin açıklayıcısı manasında temyizi, başka bir deyişle mümeyyizi olur. (Halil İbrahim Karaöz, Arap Dili Gramerinde Temyiz Y.L.Tez.)

ظنّ  iki mef'ûl alan fiillerdendir. Ayrıca kesin bilmek ve zannetmek şeklinde iki zıt anlama sahiptir.

السَّاعَةَ  kıyamet gününün isimlerindendir.

رُدِدْتُ - مُنْقَلَباً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Onun, Rabbine döndürüldüğü takdirde de dünyadaki bağlarından daha hayırlısını bulacağını umması ve yalan yemini, dünyadaki servetine, zatî liyakatinden ve Allah katındaki üstünlüğünden dolayı sahip olduğuna inanmasından ve dünyevî imkânların kendisi için istidrac (azabının artırılması, tedricî olarak azaba yaklaştırılması) olduğunu idrak etmemesinden dolayıdır. (Ebüssuûd) 

مُنْقَلَباً  kelimesi, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  قَلَب  fiilinin ism-i mef’ûlüdür.

 
Kehf Sûresi 37. Ayet

قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَكَفَرْتَ بِالَّذ۪ي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوّٰيكَ رَجُلاًۜ  ...


Arkadaşı, ona cevap vererek dedi ki: “Seni topraktan, sonra bir damla döl suyundan yaratan, sonra da seni (eksiksiz) bir insan şeklinde düzenleyen Allah’ı inkâr mı ediyorsun?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 لَهُ ona
3 صَاحِبُهُ arkadaşı ص ح ب
4 وَهُوَ kendisiyle
5 يُحَاوِرُهُ konuşan ح و ر
6 أَكَفَرْتَ inkar mı ediyorsun? ك ف ر
7 بِالَّذِي
8 خَلَقَكَ seni yaratanı خ ل ق
9 مِنْ
10 تُرَابٍ topraktan ت ر ب
11 ثُمَّ sonra
12 مِنْ
13 نُطْفَةٍ nutfe (sperm)den ن ط ف
14 ثُمَّ sonra da
15 سَوَّاكَ seni biçimlendireni س و ي
16 رَجُلًا bir adam olarak ر ج ل

قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَكَفَرْتَ بِالَّذ۪ي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوّٰيكَ رَجُلاًۜ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُ  car mecruru  قَالَ  fiiline müteallıktır. 

صَاحِبُهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

Mekulü’l-kavli, اَكَفَرْتَ dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُحَاوِرُهُٓ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُحَاوِرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifhâm harfidir.  كَفَرْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle birlikte  كَفَرْتَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَكَ dir. Îrabdan mahalli yoktur.

خَلَقَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنْ تُرَابٍ  car mecruru  خَلَقَكَ ye müteallıktır.

ثُمَّ   tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

مِنْ نُطْفَةٍ  car mecruru atıf harfi  ثُمَّ  ile  مِنْ تُرَابٍ e matuftur. 

سَوّٰيكَ  fiili atıf harfi  ثُمَّ  ile  مِنْ نُطْفَةٍ e matuftur.  سَوّٰيكَ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.  Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

رَجُلاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يُحَاوِرُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  حور ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَكَفَرْتَ بِالَّذ۪ي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوّٰيكَ رَجُلاًۜ

 

Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bahçe sahibinin arkadaşının sözlerini Resulullah’a bildirir. 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَكَفَرْتَ بِالَّذ۪ي خَلَقَكَ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Buradaki soru azarlama için gelen inkâri istifhamdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi, Âşûr)

Harf-i cerle bilikte  اَكَفَرْتَ  fiiline müteallık has ism-i mevsûl  بِالَّذ۪ي nin sılası …خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

مِنْ نُطْفَةٍ , terahi ifade eden atıf harfi  ثُمَّ  ile  مِنْ تُرَابٍ e atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür. Kelimelerdeki tenvin nev ve tazim içindir.

مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ  sözündeki  مِنْ  harfi, ibtidaiyyedir. (Âşûr)

Müspet mazi fiil sıygasında sebat, temekkün ve istikrar ifade eden  ثُمَّ سَوّٰيكَ رَجُلاًۜ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesine  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. رَجُل ’in tenkiri, nev ve tazim ifade eder.

Bahçe sahibinin hali olan  وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ  cümlesi, 34. ayette de geçmişti. Aralarında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.

Ayette, وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ  [onunla karşılıklı konuşurken] denilmesi, söylenecek kelamın muhavere için söylenen önemli bir kelam olduğuna baştan dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Mekulü’l-kavl olan cümle istifhâm üslubuyla gelmiştir. Fakat tevbih amaçlanmış bir cümle olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اَكَفَرْتَ بِالَّذ۪ي خَلَقَكَ  sözündeki istifham inkâr ve taaccüp için kullanılmıştır. Hakiki anlamda değildir. Çünkü arkadaşı onun müşrik olduğunu biliyordu. Bunun delili  وَلَٓا اُشْرِكُ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً  sözüdür. (Âşûr)

Ayette kâfir olan, kıyametin de kopacağını sanmıyorum demiş, mümin olan da onu küfre nisbet ederek, Seni, bir topraktan yaratanı inkâr mı ettin? demiştir ki bu da öldükten sonra dirilmenin olacağına dair şüphe duyan kimsenin kâfir olduğuna delâlet eder. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ayet, ölüm sonrası dirilişin deliline de işaret etmektedir. Nitekim diğer bir ayette de şöyle denilmektedir: “Ey insanlar! Eğer ölüm sonrası diriliş hakkında şüpheniz varsa düşünün ki Biz sizi muhakkak ki topraktan yaratmışızdır.” (Hac Suresi, 5)

(Ebüssuûd)

الَّذ۪ي den sonra yaratılış merhaleleri sayılmıştır. Bu üslup taksim sanatıdır.

Bu ayette bir müminin, kâfir olan arkadaşına aslının adi bir şey olduğunu hatırlatması rivayet edilirken  تُرَابٍ  kelimesi seçilmiştir. (Kur'an’ın Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

طين  değil de  تُرَابٍ  kelimesinin tercih edilmesi teşâbüh-i etrâf sanatının bir örneğidir. Çünkü  تُرَابٍ  toprağın en basit halidir.
Kehf Sûresi 38. Ayet

لٰكِنَّا۬ هُوَ اللّٰهُ رَبّ۪ي وَلَٓا اُشْرِكُ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً  ...


“Fakat O Allah benim Rabbimdir. Ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَٰكِنَّا fakat
2 هُوَ O
3 اللَّهُ Allah
4 رَبِّي benim Rabbimdir ر ب ب
5 وَلَا ve asla
6 أُشْرِكُ ben ortak koşmam ش ر ك
7 بِرَبِّي Rabbime ر ب ب
8 أَحَدًا hiç kimseyi ا ح د

لٰكِنَّا۬ هُوَ اللّٰهُ رَبّ۪ي وَلَٓا اُشْرِكُ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً

 

لٰكِنَّ  istidrak harfidir. Mütekellim zamiri  أنا , mübtedadır. هُوَ  ise şan zamiri olarak mübteda sanidir. Dilciler şöyle demişlerdir: لٰكِنَّا۬ nın aslı, لكنْ أنا  şeklindedir.

Bu demektir ki  أنا deki hemze hazf edilmiş, harekesi  لكنْ  nûnuna verilmiş ve iki nun bir araya geldiği için de nûnu, لكنْ in kendisinden sonra gelen nûna idgâm edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

لٰكِنَّ  istidrak harfidir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  أنا  mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُوَ اللّٰهُ رَبّ۪ي  cümlesi munfasıl zamir  أنا  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

Şan zamiri هُوَ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهُ  üçüncü mübteda olup lafzen merfûdur.  

اللّٰهُ رَبّ۪ي  kelimesi şan zamiri  هُوَ nin  haberi olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اُشْرِكُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا dir. 

بِرَبّ۪ٓي  car mecruru  اُشْرِكُ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اُشْرِكُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

لٰكِنَّا۬ هُوَ اللّٰهُ رَبّ۪ي وَلَٓا اُشْرِكُ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً

İsti’naf cümlesidir. Bahçe sahibinin arkadaşının sözlerinin devamıdır.

لٰكِنَّ  istidrak harfidir. Mütekellim zamiri  أنا , mübtedadır.  هُوَ  ise şan zamiri olarak ikinci mübtedadır. Lafza-i celâlin mübteda olduğu  اللّٰهُ رَبّ۪ي  cümlesi, mübteda olan أنا ‘nin haberidir. Veya  اللّٰهُ  lafzı üçüncü mübteda,  رَبّ۪ي  haberdir. Ya da  اللّٰهُ  lafzı, هُوَ’den bedeldir.

Dilciler şöyle demişlerdir: لٰكِنَّا۬ nın aslı, لكنْ أنا  şeklindedir.

Bu demektir ki  أنا deki hemze hazf edilmiş, harekesi  لكنْ  kelimesinin nûnuna verilmiş ve iki nun bir araya geldiği için de nûnu,  لكنْ in kendisinden sonra gelen nûna idgâm edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Burada yaratıcının birliği, dört ayrı yolla tasdik edilip teyit edilmiştir; İlki, ayette iki farklı isim cümlesinin kullanılması, ikincisi,  لٰكِنَّا۬ هُوَ اللّٰهُ رَبّ۪ي  sözündeki şan zamiri, üçüncüsü اللَّهَ رَبِّي  ifadesinde müsned ve müsnedün ileyhin marife gelerek kasr ifade etmesidir. Allah’ın Rububiyet sıfatı mütekellimin zatına nispet edilmesi, muhataba nispetle olduğu için izâfi kasrdır. Yani sen hariç demektir. Çünkü sen Allah’tan gayrına kulluk ediyorsun. Kasr iki kat tekid ifade eder. Daha sonra da وَلَٓا اُشْرِكُ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً  şeklinde lafzi tekid yapılmıştır. (Âşûr) 

Müsnedin  رَبّ۪ي  olarak izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.

Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبّ۪ي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla mümin bahçe sahibi, şan ve şeref kazanmıştır.   

وَ ’la makabline atfedilen  وَلَٓا اُشْرِكُ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَحَداً ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi menfî siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

Bahçe sahibinin arkadaşı, muhatabının inkârı karşısında sözlerini iki tekidle muhatabına iletmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.

Mütekellimin Allah lafzından sonra Rabb ismini telaffuz etmesi, rabbine olan sevgi, mehabet ve ihtimamına işarettir.  رَبّ۪ي  sözünü tekrarlaması, Allah’ın rububiyet vasfına ihtiyacın göstergesidir.

رَبّ۪ي  sözünün tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadrرَبّ۪ي  ve  اللّٰهُ  lafızlarında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 


Kehf Sûresi 39. Ayet

وَلَوْلَٓا اِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِۚ اِنْ تَرَنِ اَنَا۬ اَقَلَّ مِنْكَ مَالاً وَوَلَداًۚ  ...


39-40. Ayetler Meal  :   
“Bağına girdiğinde ‘Mâşaallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır’ deseydin ya!. Eğer benim malımı ve çocuklarımı kendininkilerden daha az görüyorsan, belki Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir. Seninkinin üzerine de gökten bir afet indirir de bağ kupkuru ve yalçın bir toprak hâline geliverir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْلَا gerekmez miydi?
2 إِذْ zaman
3 دَخَلْتَ girdiğin د خ ل
4 جَنَّتَكَ bağına ج ن ن
5 قُلْتَ demen ق و ل
6 مَا ne
7 شَاءَ dilerse ش ي ا
8 اللَّهُ Allah
9 لَا yoktur
10 قُوَّةَ kuvvet ق و ي
11 إِلَّا başka
12 بِاللَّهِ Allah’tan
13 إِنْ gerçi
14 تَرَنِ sen görüyorsun ر ا ي
15 أَنَا beni
16 أَقَلَّ daha az ق ل ل
17 مِنْكَ senden
18 مَالًا malca م و ل
19 وَوَلَدًا ve evlatça و ل د
Riyazus Salihin, 1446 Nolu Hadis
Ebû Mûsâ radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana hitâben:
- “Cennet hazinelerinden bir hazineyi sana bildireyim mi?” buyurdu. Ben de:
- Evet, Yâ Resûlallah, bildir, dedim. Şöyle buyurdu:
- “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh: Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak Allah’ın yardımıyla kazanılabilir.”
(Buhârî, Megâzî 38, Daavât 50, Kader 7, Tevhîd 9; Müslim, Zikir 44-46)

وَلَوْلَٓا اِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ 

 

وَ  atıf harfidir. لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

Zaman zarfı  اِذْ , takdiri أذكر  olan mahzuf fiile müteallıktır.

(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a. (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b. (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c. (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

دَخَلْت  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

دَخَلْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  جَنَّتَكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قُلْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  مَا شَٓاءَ اللّٰهُ dir.  قُلْتَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

شَٓاءَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri;  كان أو وقع di veya vuku buldu) şeklindedir.


  لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِۚ اِنْ تَرَنِ اَنَا۬ اَقَلَّ مِنْكَ مَالاً وَوَلَداًۚ

 

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  قُوَّةَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.

اِلَّا  hasr edatıdır.  بِاللّٰهِ  car mecruru  لَا nın mahzuf haberine müteallıktır. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  تَرَنِ  şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bir  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa “اِنْ ” kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنَا۬  fasıl zamiridir. اَقَلَّ  kelimesi  تَرَنِ  fiilinin ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. مِنْكَ  car mecruru  اَقَلَّ ye müteallıktır.

مَالاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.  وَلَداً  atıf harfi وَ la makabline matuftur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَقَلَّ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَوْلَٓا اِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ 

 

 

Mütekellim bahçe sahibinin arkadaşı, muhatap bahçe sahibidir. Ayet önceki ayetteki mekulü’l-kavle dahildir. 

لَوْلَٓا  burada teşvik ve pişmanlık ifade eder. Keşke manasındadır.

قُلْتَ  fiiline müteallık olan  اِذْ , maziye dönük zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  دَخَلْتَ جَنَّتَكَ  cümlesine muzâf olmuştur. 

قُلْتَ  cümlesi  وَ ’la  لَوْلَٓا ’dan önceki istînâfa matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ  cümlesi,  قُوَّةَ  fiilinin mekulü’l-kavlidir.

Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesinde, şart ismi  مَا  mübteda,  شَٓاءَ اللّٰهُۙ cümlesi haberdir. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelişi telezzüz teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak ve hükmün kesinliğini ifade içindir. Takdiri  وقع  [olur] olan cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ , bu, Allah'ın dilemesiyle hasıl olan bir kemâl ve güzelliktir, demektir yahut Allah'ın dilediği şey, mutlaka gerçekleşir, demektir. (Ebüssuûd)

مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ  ifadesi ile ilgili iki açıklama yapılmıştır:

a) Bunun başındaki  مَا , şartiyyedir, cevabı ise mahzuftur. Buna göre manası, [Allah ne dilerse o olur] şeklinde olur.

b) Bu  مَا , mevsûledir ve mahzuf bir mübtedanın haberi olmak üzere mahallen merfûdur. Buna göre manası, “İş, Allah'ın dilediğidir.” şeklinde olur. Alimlerimiz, Allah'ın dilediği herşeyin vuku bulacağının, irade etmediği şeyin ise meydana gelemeyeceğine bu ifadeyi delil getirmişlerdir. “Bu bostanda mevcut olan şu şeyler, Allah'ın dilediği şeylerdir.” demek gibidir. (Fahreddin er-Râzî)

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِۚ 

 

Cinsini nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahil olan cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  بِاللّٰهِۚ , cinsini nefyeden  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.

لَا  ve  اِلَّا  ile oluşmuş kasr, kuvvetin sadece Allah'a ait olduğunu şüpheye yer vermeyecek şekilde kesin bir dille belirtmiştir. Maksûr  قُوَّةَ , maksûrun aleyh  بِاللّٰهِۚ dir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


اِنْ تَرَنِ اَنَا۬ اَقَلَّ مِنْكَ مَالاً وَوَلَداًۚ

 

Ayetin son cümlesi şart üslubuyla gelmiş isti’naf cümlesidir. Şartın cevabı bir sonraki ayettedir. Şart cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تَرَنِ  fiilinin sonundaki  نِ , nunu vikayedir. Mef'ûl olan  ي  zamiri mahzuftur. Esre bu hazfın delilidir.

Cümledeki  اَنَا۬ , tekid için gelmiş, fasıl zamiridir. Bu kelimeyi,  أقَلُّ  şeklinde merfû okuyan kıraat  اَنَا۬  lafzını mübteda,  أقَلُّ  kelimesini haber kabul etmiş ve mübteda haber cümlesini, fiilin mef'ulü saymışlardır. Bil ki burada  وَلَداًۚ  ifadesinin getirilmesi, daha önce geçen (Toplumca da senden kuvvetliyim) ifadesindeki نَفَر  kelimesi ile, taraftarları ve çoluk-çocuğunun kastedildiğine delalet eder. Buna göre sanki mümin kardeş, “Eğer sen beni bu fani dünyada mal, evlat ve taraftar bakımından daha güçsüz görüyorsan, (bil ki) Rabbimin bana senin bağından daha hayırlısını (ya bu dünya da ya da ahirette) vermesi, (seninkinin) üstüne ise gökten yıldırımlar göndererek, (onu harab etmesi) muhtemeldir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Temyiz olan  مَالاً  , وَلَداًۚ  kelimeleri temâsül nedeniyle birbirine atfedilmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı, Allah lafzının tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kehf Sûresi 40. Ayet

فَعَسٰى رَبّ۪ٓي اَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْراً مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَاناً مِنَ السَّمَٓاءِ فَتُصْبِحَ صَع۪يداً زَلَقاًۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَعَسَىٰ umulur ki ع س ي
2 رَبِّي Rabbim ر ب ب
3 أَنْ
4 يُؤْتِيَنِ bana verebilir ا ت ي
5 خَيْرًا daha iyisini خ ي ر
6 مِنْ
7 جَنَّتِكَ senin bağından ج ن ن
8 وَيُرْسِلَ ve gönderir ر س ل
9 عَلَيْهَا onun üzerine
10 حُسْبَانًا yıldırımlar ح س ب
11 مِنَ -ten
12 السَّمَاءِ gök- س م و
13 فَتُصْبِحَ böylece kesilir ص ب ح
14 صَعِيدًا bağın ص ع د
15 زَلَقًا kupkuru bir toprak ز ل ق

فَعَسٰى رَبّ۪ٓي اَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْراً مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَاناً مِنَ السَّمَٓاءِ فَتُصْبِحَ صَع۪يداً زَلَقاًۙ

 

فَعَسٰى رَبّ۪ٓي  cümlesi önceki ayetteki  اِنْ تَرَنِ  şart cümlesinin cevabıdır. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

عَسٰى  nakıs, mebni mazi fiildir.  رَبّ۪ٓي  kelimesi  عَسٰى nın ismi olarak mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  عَسٰى nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

يُؤْتِيَنِ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bir  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 

خَيْراً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْ جَنَّتِكَ  car mecruru  خَيْراً  ‘müteallıktır.

يُرْسِلَ  fiili, atıf harfi  وَ la  يُؤْتِيَنِ ye matuftur.  يُرْسِلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.  عَلَيْهَا  car mecruru  يُرْسِلَ  fiiline müteallıktır.

حُسْبَاناً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  حُسْبَاناً nin mahzuf sıfatına müteallıktır. 

تُصْبِحَ  fiili, atıf harfi  فَ  ile  يُرْسِلَ ye matuftur.  تُصْبِحَ  nakıs, mansub muzari fiildir.  تُصْبِحَ ’nun ismi müstetir olup takdiri  هى dir.

صَع۪يداً  kelimesi  تُصْبِحَ nun haberi olup fetha ile mansubdur. زَلَقاً  kelimesi  صَع۪يداً nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

زَلَقاًۙ  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُرْسِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

فَعَسٰى رَبّ۪ٓي اَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْراً مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَاناً مِنَ السَّمَٓاءِ فَتُصْبِحَ صَع۪يداً زَلَقاًۙ

 

 

Mütekellim bahçe sahibinin arkadaşı, muhatap bahçe sahibidir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Fasıl, kemal-i ittisâl sebebiyledir.

Önceki ayet, şartın cevabıdır.Terecci manalı nakıs fiil  عَسَى ’nın dahil olduğu cevap  cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Tereccî: husûlu arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

عَسٰى  Allah Teâlâ’nın kelamında gereklilik, kulların kelamında ise umut ve arzu ifade eder.

رَبّ۪ٓي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  ي  zamiri dolayısıyla mütekellim, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet, Allah’ın rububiyet vasfıyla sığınma isteğinin işaretidir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki   يُؤْتِيَنِ خَيْراً مِنْ جَنَّتِكَ  cümlesi, masdar teviliyle  عَسٰى ’nın haberi konumundadır. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُؤْتِيَنِ  fiilinin sonundaki  نَ , nûnu vikayedir, esre ise mef'ûl olan mütekellim  ي ’sından ivazdır. Mef’ûl olan  خَيْراً ’deki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.

Hükümde ortaklık sebebiyle makabline atfedilen  وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَاناً مِنَ السَّمَٓاءِ  cümlesi, matufun aleyhle aynı üsluptadır.

يُرْسِلَ  fiilinin mef’’ûlü olan  حُسْبَاناً ’deki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.

حُسْبَاناً , tıpkı hesap manasında  بُطْلان  ve  غُفْران  vezninde bir masdardır. Yani ‘Allah'ın takdir ettiği ve hesabettiği miktarda bir azap göndermesi’ demektir. Bu ise o bahçenin harap edilmesine hükmedilmesi manasınadır. Zeccâc  حُسْبَاناً ’ın azap manasına kullanıldığını söylemiştir. Bunun, atılan şeyler (oklar) manasında olduğu müfredinin ise  حُسْبانَةٌ  şeklinde olduğu ve yıldırım manasına geldiği de söylenmiştir.

فَ  ile makabline atfedilen  فَتُصْبِحَ صَع۪يداً زَلَقاًۙ  cümlesindeki  تُصْبِحَ  nakıs fiildir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinde  صَع۪يداً , nakıs fiil  تُصْبِحَ ’nın haberidir.  

Masdar veznindeki  زَلَقاًۙ , müsned olan  صَع۪يداً  için sıfattır. 

Malum olduğu üzere masdarla vasıflanmak mübalağa ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 4, s. 112)

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

صَع۪يداً , yeryüzü (toprak) demektir.  زَلَقاًۙ ’da yerin, insanın ayağının kayacağı bir hale gelmesidir. (Fahreddin er-Râzî)
Kehf Sûresi 41. Ayet

اَوْ يُصْبِحَ مَٓاؤُ۬هَا غَوْراً فَلَنْ تَسْتَط۪يعَ لَهُ طَلَباً  ...


“Ya da suyu çekiliverir de (bırak bir daha bulmayı) artık onu arayamazsın bile.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 يُصْبِحَ çekilir ص ب ح
3 مَاؤُهَا suyu م و ه
4 غَوْرًا dibe غ و ر
5 فَلَنْ bir daha
6 تَسْتَطِيعَ gücün yetmez ط و ع
7 لَهُ onu
8 طَلَبًا aramaya ط ل ب

اَوْ يُصْبِحَ مَٓاؤُ۬هَا غَوْراً فَلَنْ تَسْتَط۪يعَ لَهُ طَلَباً

 

Fiil cümlesidir. اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُصْبِحَ   nakıs, mansub muzari fiildir. مَٓاؤُ۬هَا  kelimesi  يُصْبِحَ nun ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  غَوْراً kelimesi  يُصْبِحَ nun haberi olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.

تَسْتَط۪يعَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

لَهُ  car mecruru  طَلَباً ’e müteallıktır.  طَلَباً   mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

تَسْتَط۪يعَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi   طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

اَوْ يُصْبِحَ مَٓاؤُ۬هَا غَوْراً فَلَنْ تَسْتَط۪يعَ لَهُ طَلَباً

 

Bu ayet önceki ayetin devamıdır,  اَوْ  harfiyle ona atfedilmiştir. Bahçe sahibinin arkadaşının konuşmasının devamıdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

يُصْبِحَ  isim cümlesine dahil olarak haberi olan  غَوْراً ’ı nasb etmiştir. 

اَوْ يُصْبِحَ مَٓاؤُ۬هَا غَوْراً [Veya bağın suyu yerin dibine çekilir de] ayetinde ism-i fail yerine masdar kullanılarak mübdlağa yapılmıştır. (Safvetü’t Tefasir)

يُصْبِحَ ’nın haberi olan  غَوْراً  kelimesi, muktezâ-i zâhirin dışında kullanılması sebebiyle mecaz-ı mürseldir.

غائِراً في الارْض (Ya da suyu dibe çekilir) demektir. غَوْر  masdardır, sıfat olarak kullanılmıştır, tıpkı önceki ayetteki  زَلَقاًۙ  gibidir.

Ayetin ikinci cümlesi olan  فَلَنْ تَسْتَط۪يعَ لَهُ طَلَباً , makabline  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi cümleler arasındaki lafzen ve manen ittifaktır.  لَنْ  edatıyla tekid edilmiş, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ ’nun, amili olan  طَلَباً ’e takdimi de önemi sebebiyledir.
Kehf Sûresi 42. Ayet

وَاُح۪يطَ بِثَمَرِه۪ فَاَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلٰى مَٓا اَنْفَقَ ف۪يهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُشْرِكْ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً  ...


Derken bütün serveti helâk edildi. (Yıkılmış) çardakları üzerine çökmüş hâldeki bağına yaptığı harcamalar karşısında ellerini oğuşturuyor ve şöyle diyordu: “Keşke Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmasaydım..”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأُحِيطَ derken yok edildi ح و ط
2 بِثَمَرِهِ ürünü ث م ر
3 فَأَصْبَحَ ve başladı ص ب ح
4 يُقَلِّبُ oğuşturmağa ق ل ب
5 كَفَّيْهِ ellerini ك ف ف
6 عَلَىٰ üzerine
7 مَا şeyler
8 أَنْفَقَ harcadıkları ن ف ق
9 فِيهَا ona
10 وَهِيَ ve o
11 خَاوِيَةٌ yıkılmıştı خ و ي
12 عَلَىٰ üzerine
13 عُرُوشِهَا çardakları ع ر ش
14 وَيَقُولُ ve diyordu ق و ل
15 يَا لَيْتَنِي keşke ben
16 لَمْ
17 أُشْرِكْ ortak koşmasaydım ش ر ك
18 بِرَبِّي Rabbime ر ب ب
19 أَحَدًا kimseyi ا ح د

وَاُح۪يطَ بِثَمَرِه۪ فَاَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلٰى مَٓا اَنْفَقَ ف۪يهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُشْرِكْ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً

 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اُح۪يطَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو dir.بِثَمَرِ   car mecruru  اُح۪يطَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

فَ  atıf harfidir.  اَصْبَحَ  nakıs,mebni mazi fiildir.  اَصْبَحَ ’nın ismi müstetir olup takdiri  هو dir.  يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ  cümlesi  اَصْبَحَ ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

يُقَلِّبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.

كَفَّيْهِ  mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için  ي  ile mansubdur. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl,  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  يُقَلِّبُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْفَقَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَنْفَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.  ف۪يهَا  car mecruru  اَنْفَقَ  fiiline müteallıktır. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

خَاوِيَةٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

عَلٰى عُرُوشِ car mecruru  خَاوِيَةٌ ’e müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  يَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

Mekulü’l-kavli,  يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُشْرِكْ ’dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَا  tenbih edatıdır. Temenni ifade eden  لَيْتَن۪ي  harfi,  اِنَّ  gibi isim cümlesine dahil olur, ismini nasb haberini ref yapar. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  harfi    لَيْتَ nin ismi olup mahallen mansubdur.  لَمْ اُشْرِكْ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً  cümlesi,  لَيْتَن۪ي ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  اُشْرِكْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. 

بِرَبّ۪ٓي  car mecruru  اُشْرِكْ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ی  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَاُح۪يطَ بِثَمَرِه۪ فَاَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلٰى مَٓا اَنْفَقَ ف۪يهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَا 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilmiştir.

Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

İstînâfa matuf olan  فَاَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلٰى مَٓا اَنْفَقَ ف۪يهَا  cümlesi, nakıs fiil  اَصْبَحَ ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَصْبَحَ ’nın haberi olan …يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ  cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

عَلٰى  harfiyle bilikte  يُقَلِّبُ  fiiline müteallık müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  اَنْفَقَ ف۪يهَا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Nakıs fiil  اَصْبَحَ ’nın haberinin fiil olarak gelmesi hükmü takviye etmiştir. Ayrıca fiilin muzari oluşu teceddüt ifade ederek bahçe sahibinin viran olmuş bahçesi önünde ellerini sürekli oğuşturduğunu gözümüzün önünde canlandırmıştır.

Arka arkaya üç ayette  اَصْبَحَ  fiili kullanılmıştır. İlk ikisinde bahçe sahibinin arkadaşının sözlerinde muzari sıygasıyla üçüncü kez bu ayette Allah Teâlâ’nın sözlerinde mazi sıygasıyladır. Bu ifadelerde fiil sıygalarının anlamla uyumu dikkat çekicidir. Bu fiillerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. 

Burada ise avuçlarını ovuşturmak manasındaki  يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ  terkibi pişmanlık ve şaşkınlıktan kinayedir. Bunlar arasındaki alaka; pişmanlığın ve ayetlerde geçen ifadelerin vücut dili olmasıdır. Yani utanan insanın yüzünün kızarması gibi gadablanan insanın kaşlarını çatması veya suratını asması gibi pişmanlık duyan insan da gayri ihtiyarî olarak bu hareketleri yapar. Mecaz ve istiare üslupları kinayeden farklıdır. Çünkü onlarda hakiki mananın kastedilmediğine dair karîne vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَا  cümlesi  ف۪يهَا ’daki zamirin yani bahçenin, halidir. Nasb mahallindedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Burada hurma ve ekinlerin durumu zikredilmemiş, bağın durumu zikre tahsis edilmiş, çünkü asıl umde odur; hurma ile ekin onun tamamlayıcılarıdır. Yahut bunun zikredilmesi, diğerlerinin zikrine ihtiyaç bırakmaz; Çünkü bağ çardaklarla tahkim edilmişken onun yok olması, diğerlerinin önceden yok olması demektir.

(Ebüssuûd)


وَيَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُشْرِكْ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً

 

اَصْبَحَ ’nın haberine  وَ ’la atfedilen son cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlede Allah Teâlâ, bahçe sahibinin sözünü aktarmaktadır. 

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُشْرِكْ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَا  harfinin, tenbih için olduğu da söylenmiştir. Nidanın cevabı,  لَيْتَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, temenni üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

لَيْتَ ’nin haberi  لَمْ اُشْرِكْ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Nida harfi, telehhüf (kaybolan bir şey için üzülme, hayıflanma) manasında kullanılmıştır. لَيْتَن۪ي  ise temenni harfidir ve burada kendisinden kastedilen pişmanlıktır.  يَا لَيْتَن۪ي  sözünün aslı ise, söylenecek sözün akledecek kişinin seviyesine tenzili ile muhataba sunulmasıdır. (Âşûr)

Temenni: Husûlü arzu edilmekle ve sevilmekle birlikte imkânsız ya da ihtimali çok zayıf bir şeyin olmasını istemektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَحَداً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Olumsuz siyaktaki nekre umuma işarettir.
Kehf Sûresi 43. Ayet

وَلَمْ تَكُنْ لَهُ فِئَةٌ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَمَا كَانَ مُنْتَصِراًۜ  ...


Onun, Allah’tan başka kendisine yardım edebilecek kimseleri yoktu. Kendi kendini kurtaracak güçte de değildi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمْ ve
2 تَكُنْ olmadı ك و ن
3 لَهُ onun
4 فِئَةٌ bir topluluğu ف ا ي
5 يَنْصُرُونَهُ kendisine yardım eden ن ص ر
6 مِنْ
7 دُونِ başka د و ن
8 اللَّهِ Allah’tan
9 وَمَا ve
10 كَانَ olmadı ك و ن
11 مُنْتَصِرًا kendisinine yardım edilen ن ص ر

وَلَمْ تَكُنْ لَهُ فِئَةٌ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَمَا كَانَ مُنْتَصِراًۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تَكُنْ  nakıs, meczum muzari fiildir.  لَهُ  car mecruru  تَكُنْ ’ün mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. فِئَةٌ  kelimesi  تَكُنْ ’ün ismi olup lafzen merfûdur.  يَنْصُرُونَ  fiili  فِئَةٌ ’nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَنْصُرُونَ   fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنْ دُونِ  car mecruru  يَنْصُرُونَ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَان ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو dir.  مُنْتَصِراً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.

مُنْتَصِراً  kelimesi sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَمْ تَكُنْ لَهُ فِئَةٌ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ

 

Mütekellim Allah Teâlâdır.  وَ  istînâfiyye,  لَمْ  muzariye dahil olan cezm edatıdır. Fiilin zamanını maziye çevirir.

Menfi muzari sıygadaki  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  فِئَةٌ , muahhar mübtedadır.

فِئَةٌ  (cemaat) kelimesi, manası itibariyle çoğuldur. Binaenaleyh zamirinden önce geldiği için fiilin müzekker olarak gelmesi caizdir. Bunda, aynı zamanda manayı gözetme vardır. (Çünkü  فِئَةٌ  kelimesi mana itibariyle çoğuldur). Diğer kıraat imamları ise fiili  ت  ile  تَكُنْ  şeklinde okumuşlardır. Çünkü bu durumda fail zamiri  فِئَةٌ  kelimesinin lafzına raci olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî) 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  cümlesi  فِئَةٌ  kelimesinin sıfatı olarak merfû mahaldedir. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

يَنْصُرُونَهُ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Veciz ifade kastıyla gelen  دُونِ اللّٰهِ  izafeti gayrının tahkiri içindir.


وَمَا كَانَ مُنْتَصِراًۜ

 

İstînafa hükümde ortaklık sebebiyle atfedilen cümle, menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مَا كَانُ li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)

كَانَ ’nin haberi olan  مُنْتَصِراًۜ , ism-i fail veznindedir.

Onun şirkinden pişmanlık duymasının sebebi sadece tevhid ehlinden olması halinde çiftliğinin güzelce devam edeceğine inanması idi. İşte dini, sırf dünyalık için arzu etmesi yüzünden onun imanı Allah katında makbul olmamıştır. (Fahreddin er-Râzî)

يَنْصُرُونَ - مُنْتَصِراً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,  اللّٰهِ  lafzında ise tecrîd sanatı vardır.
Kehf Sûresi 44. Ayet

هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلّٰهِ الْحَقِّۜ هُوَ خَيْرٌ ثَوَاباً وَخَيْرٌ عُقْباً۟  ...


İşte bu durumda velayet (himaye ve koruyuculuk) yalnızca hak olan Allah’a mahsustur. O’nun mükâfatı da daha hayırlıdır, vereceği sonuç da daha hayırlıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُنَالِكَ işte o durumda
2 الْوَلَايَةُ velilik (koruyuculuk) و ل ي
3 لِلَّهِ yalnız Allah’a mahsustur
4 الْحَقِّ hak olan ح ق ق
5 هُوَ O’dur
6 خَيْرٌ en iyi olan خ ي ر
7 ثَوَابًا mükafatı ث و ب
8 وَخَيْرٌ ve daha hayırlıdır خ ي ر
9 عُقْبًا akıbet ع ق ب

هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلّٰهِ الْحَقِّۜ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هُنَالِكَ  mekân zarfı,  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

الْوَلَايَةُ  mübteda muahhar olup lafzen merfûdur. 

لِلّٰهِ  car mecruru  الْوَلَايَةُ nin mahzuf haline müteallıktır.

الْحَقّۜ  kelimesi  لِلّٰهِ  lafza-i celâlin sıfatı olup lafzen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 هُوَ خَيْرٌ ثَوَاباً وَخَيْرٌ عُقْباً۟

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. خَيْرٌ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur'an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثَوَاباً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

خَيْرٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  عُقْباً  temyiz olup fetha ile mansubdur.


هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلّٰهِ الْحَقّ


Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Peygamberdir (sav). İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Uzak için kullanılan ism-i işaret, hali -sahibini çevrelediği için- mekana benzetmek suretiyle acayip duruma işaret etmek manasında müstear olmuştur. Garipliğin uzaklığa benzetilmesi nadiren meydana gelir. Mana, “Böyle bir durumda velayet Allah’a mahsustur.” anlamındadır. (Âşûr) 

Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Mekân zarfı  هُنَالِكَ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْوَلَايَةُ  muahhar mübtedadır.

Car mecrur  لِلّٰهِ ’nin müteallakı  الْوَلَايَةُ ’nun mahzuf halidir.  الْحَقّ  kelimesi  لِلّٰهِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ebu Amr, Hamze ve Kisâî ref ile  الحقُّ  okumuşlardır ki  الْوَلَايَةُ ’nün sıfatı olur. Tekid eden masdar olmak üzere de nasb ile  الحقَّ  şeklinde okunmuştur. (Beyzâvî)

Mezkûr  وَلَايَةُ  kelimesi,  وِلاية  olarak da okunmuştur. Buna göre hakimiyet ve saltanat yegâne olan Allah'ındır manasına gelir. (Ebüssuûd)


هُوَ خَيْرٌ ثَوَاباً وَخَيْرٌ عُقْباً۟ 


Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ثَوَاباً  ve  عُقْباً۟  kelimeleri, temyiz olarak mansubdur.

خَيْرٌ  kelimesinin tekrarının sebebi; manayı muhatabın nefsinde pekiştirmek, hayrın azametini muhataba hissettirmek olabilir. 

Ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,  خَيْرٌ - ثَوَاباً  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


Kehf Sûresi 45. Ayet

وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَش۪يماً تَذْرُوهُ الرِّيَاحُۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُقْتَدِراً  ...


Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاضْرِبْ ve anlat ض ر ب
2 لَهُمْ onlara
3 مَثَلَ misalini م ث ل
4 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
5 الدُّنْيَا dünya د ن و
6 كَمَاءٍ bir su م و ه
7 أَنْزَلْنَاهُ indirdik ن ز ل
8 مِنَ -ten
9 السَّمَاءِ gök- س م و
10 فَاخْتَلَطَ karıştı خ ل ط
11 بِهِ onunla
12 نَبَاتُ bitkisi ن ب ت
13 الْأَرْضِ yerin ا ر ض
14 فَأَصْبَحَ ve haline geliverdi ص ب ح
15 هَشِيمًا çöp kırıntıları ه ش م
16 تَذْرُوهُ savurduğu ذ ر و
17 الرِّيَاحُ rüzgarların ر و ح
18 وَكَانَ ve ك و ن
19 اللَّهُ Allah
20 عَلَىٰ üzerine
21 كُلِّ her ك ل ل
22 شَيْءٍ şey ش ي ا
23 مُقْتَدِرًا kadirdir ق د ر
Mekkeli bazı zenginler, mallarının ve oğullarının çokluğu sebebiyle şımardıkları için tevhid dinine girmeye tenezzül etmiyor (Kalem68/14-15), hayatın sadece dünyadan ibaret olduğunu iddia ediyorlardı (bk. Câsiye 45/24). Yüce Allah, onların şımarmasına sebep olan dünya hayatının durumunu; insanın içini açan bitki örtüsüne hayat vermekte olan suya benzetiyor; ama bir süre sonra su çekiliyor, bitkiler kuruyor ve toza toprağa karışıyor. Bu ibretli benzetmeye göre, insanları aldatan dünya hayatı fânidir, mal ve çocuklar da bu dünyanın süsüdür; kısa bir süre sonra fâni olan gidecek, sâlih amel kalacaktır. “İyi davranışlar” diye çevirdiğimiz ve kalıcı olduğu açıklanan sâlihâthem inanmayı hem de İslâm’ın yapılmasını emrettiği ve hoş karşıladığı, ahlâkî değerlere uygun işleri ve güzel davranışları ifade etmektedir. Allah’ı zikretmek, namaz, oruç, hac, zekât ve benzeri bütün ibadetler; cihad etmek, iyiliğe yöneltmek, kötülükten sakındırmak, ana babaya, akrabaya ve komşulara iyi davranmak, adalet, ihsan vb. Kur’an’ın öngördüğü bütün iyi işler dünyada insanlara fayda verecek ve âhirette de kurtuluşa vesile olacak sâlih amellerdir. İnsana yakışan, dünya hayatında yapacağı iyi işlerle ebedî saadetini kazanmaktır. Bununla beraber İslâm, helâl mal kazanmayı ve dünya nimetlerinden istifade etmeyi de yasaklamamıştır: “De ki: Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar dünya hayatında müminlere yaraşır; kıyamet gününde ise yalnız onlara mahsus olacaktır” (A‘râf7/32). Ancak İslâm bu nimetlerin fakirlere karşı kibir ve gurur vesilesi edilmesini, maddî ve psikolojik baskı aracı yapılmasını hoş görmez.

Heşeme  هشم :  هَشْم  kuru ot ya da bitki gibi yumuşak ve kırılgan şeylerin ufalanması/kırılmasıdır. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de isim formunda sadece 2 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hâşim ve Hâşimî'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اضْرِبْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

لَهُمْ  car mecruru  اضْرِبْ  fiiline müteallıktır.

مَثَلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الدُّنْيَا  kelimesi,  الْحَيٰوةَ nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَمَٓاءٍ  car mecruru  اضْرِبْ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlün bihine müteallıktır.

اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ  cümlesi  مَٓاءٍ in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir.  Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline müteallıktır.


 فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَش۪يماً تَذْرُوهُ الرِّيَاحُۜ 

 

Fiil cümlesidir. فَ  atıf harfidir.  اخْتَلَطَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  بِه۪  car mecruru   اخْتَلَطَ  fiiline müteallıktır.

نَبَاتُ  fail olup lafzen merfudur. Aynı zamanda muzâftır.  الْاَرْضِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَصْبَحَ  atıf harfi  فَ  ile  اخْتَلَطَ ’ya matuftur.  اَصْبَحَ  fetha üzere mebni nakıs mazi fiildir. كَانَ  gibi isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

اَصْبَحَ ’nın ismi müstetir olup takdiri هو dir. هَش۪يماً  kelimesi  اَصْبَحَ ’nın haberi olup fetha ile mansubdur.  تَذْرُوهُ  fiili,  هَش۪يماً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

تَذْرُوهُ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الرِّيَاحُ  fail olup lafzen merfûdur.

اخْتَلَطَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  خلط ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُقْتَدِراً

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  fetha üzere mebni, nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

اللّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

عَلٰى كُلِّ  car mecruru  مُقْتَدِراً ’a müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مُقْتَدِراً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.

مُقْتَدِراً  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette car-mecrur  لَهُمْ, mef’ûle ihtimam için takdim edilmiştir.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır.  اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ  cümlesi de  مَٓاءٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sıfat cümlesinde azamet zamirine isnad edilerek tazim ifade edilmiştir. 

Teşbih edatını, müşebbehün bih mürekkeb olduğu zaman müfred bir kelime de takip edebilir. Bu ayette olduğu gibi müfredin, mürekkeb müşebbehün bih ile sıkı bir bağlantısı vardır.

Bu teşbihten murad, dünya hayatını suya benzetmek değildir. Murad; dünya hayatının güzelliğini sonra da helak oluşunu; şiddetli bir yağmurun ardından yeşeren ve güzelleşen bitkilerin daha sonra kuruyup rüzgârın uçurduğu ve sanki hiç orada bulunmamış gibi olma halinden oluşan bir heyete benzetmektir. Vech-i şebeh; mükemmel bir halin akabinde helak olmaktır. Burada teşbih harfi müşebbehün bihe (ki nebattır) değil, nebatın, yapraklarının, meyvelerinin oluşmasında önemli bir unsur olan su lafzına dahil olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi - Ebüssuûd)

بِه۪ ’deki  بِ , sebebiyyedir ve zamir  مَٓاءٍ ’ne aittir. Yani yeryüzünün bitkileri su sebebiyle ihtilat etmiş, birbirine karışmıştır.  بِ  harf-i ceri  اخْتَلَطَ  fiilinin mef’ûl’e olan geçişliliği için gelmemiştir, zira bu şekilde mana açık olmayacaktır. Yeryüzünün, gökyüzünden sonra zikredilmesi ise tıbâk sanatını daha da güzel hale getirmiştir ve

اَصْبَحَ  fiili, yaygın olduğu üzere  صارَ  manasına gelecek şekilde kullanılmıştır. (Âşûr)


 فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَش۪يماً تَذْرُوهُ الرِّيَاحُۜ 

 

Cümle  فَ  ile önceki ayetteki …اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi cümleler arasındaki anlam bütünlüğüdür.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiillerin mazi sıygası hudûs, sebat, temekkün ve istikrara işaret etmektedir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Cümlede car mecrur  بِه۪ , faile takdim edilmiştir. Bu takdim car mecrurun cümledeki önemine binaendir.

Nakıs fiil  اَصْبَحُ ’nun dahil olduğu isim cümlesi  فَاَصْبَحَ هَش۪يماً تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ , makabline  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَذْرُوهُ  cümlesi,  اَصْبَحَ ’nın haberi olan  هَش۪يماً  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Müşebbehün bih su değildir, suyun hali de değildir; bilakis toplamdan çıkarılan durumdur ki o da su ile gelişen bitkinin halidir. Yeşerdi, sürgün verdi, sonra da rüzgârın savurduğu kırıntı haline geldi, hiç olmamış gibi oldu. (Beyzâvî)


وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُقْتَدِراً

 

Cümle makabline matuftur.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetin sonundaki bu cümle itiraziyyedir. (Âşûr)

Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin  كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِكُلِّ شَيْءٍ  amili olan  مُقْتَدِراً ’e takdim edilmiştir. Bu takdim Allah’ın her şeye muktedir olduğu, kudret gücünün, umuma şamil olduğunu vurgulamıştır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

İsm-i fail, kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-İ Fâil Ve İşlevleri)

Allah Teâlâ’nın azamet ve kudretini muhatapların zihninde yerleştirmek ve önceki cümlelerin manasını pekiştirmek için ıtnâb yapılmıştır.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَnin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

الْاَرْضِ - السَّمَٓاءِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı,  مَٓاءٍ - الدُّنْيَا - الْاَرْضِ - السَّمَٓاءِ - الرِّيَاحُۜ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Günün Mesajı
1. İnsana ancak imanı ve salih ameli fayda verir. Mala, evlada, dünya metaından herhangi bir şeye aldanıp gurura kapılmak caiz değildir.
2. Dünya nimetleri devamlı değildir. Günler değişkendir. Bugünlerde bizim ahiret için çalışmamız gerekir.
3. Malın, ailen ya da çocuğun hoşuna gidecek olursa 'maşaallah lâ kuvvete illa billah' de. O takdirde sen onlarda ölüm dışında bir şer görmezsin. Çünkü ölüm her canlı için mukadderdir.
4. Lâ havle ve lâ kuvvete illa billah, cennet hazinelerinden bir hazinedir. Bu sebeple bu zikri gizli ve açık -ona kesin bir iman ile birlikte- çokça tekrarlamalıyız.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Söylemek ve yapmak istediklerim var. Gönlümün içinde çıkmak istediğim yollarım ve hissetmek istediğim duygularım var.

Okumak ve yazmak istediklerim var. Zihnimin içinde keşfetmek istediğim daha önce ayak basılmamış düşünce diyarlarım var. 

Yardım etmek ve kurtarmak istediklerim var. "Allahuekber"in anlamını damarlarımda hissederek söyleme isteğim var. Kalbini imanla doldurmuş, cesareti kılıcına işlenmiş kahramanlar gibi tarihte iz bırakasım var.

Anlamak ve öğrenmek istediklerim var. Cahilliğimin bilincinde, susuz kalmış insan gibi ilimden kana kana içesim var. Asla tamam yeter demeden ilim dağını tırmanmaya devam edesim var.

Ulaşmak istediğim basamaklar var. Her şey Allah'tan diyerek, ne kadar ilerlediğinin farkında olmadan, geride kalana kibirlenmeden, önümde olana imrenmeden ilerleyebildiğim kadar ilerleyesim var. 

Dünya avuçlarımın arasında, ölüm bir adım arkamda, her an yakalamak üzereymiş gibi yaşama isteğim var. Yaşadım, yazdım, yaptım, okudum demek için değil; verilen her saniyeyi en hayırlı şekilde değerlendirme niyetim var.

Kimsenin sahip olduğu kendinden değil. İnsanın malı da, mevkisi de, ilmi de dahil her şeyi elinden alınabilir ve alınma anında karşı koyacak kuvveti yoktur. Şükretme sebeplerine bakarken daima "mâ-şâAllahu la guvvete illa billah" diyesim var. 

Ey dilediğine dilediğini veren Allahım! Bizi; sahip olduğumuz her şeyin Senden geldiğini, hakiki sahibinin Sen olduğunu ve dünya malının geçiciliğini idrak edenlerden; verilenin ya da verilmeyenin bir hayır veya bir imtihan vesilesi olduğu bilinciyle yaşayanlardan; hamd edilesi her nimetle gözgöze geldiğinde Seni ananlardan eyle. Büyüklenmenin ve üstünlük taslamanın her derecesinden Sana sığınırız.

Dünya nimetlerini, Allah’ın rızasına uygun şekilde değerlendirenlerden ve iki cihanını da kazanmaya vesile kılanlardan olmak duasıyla.

Amin.

***

Yeryüzündeki halinden memnun olan insanlardan kimisi vardır; Allah’a şükür yerine, nankörlüğü seçerler. Ellerindeki her şeye, kendileri hakkettiği için sahip oldukları yanılgısındadırlar. Bu yüzden de zor şartlarda yaşamaya çalışanlara farklı bir küçümsemeyle bakarlar ama iyi birer insan oldukları için de şanslarını döndürmeleri için onlara değişik tavsiyelerde bulunurlar. Şükürsüz ya da memnuniyetsiz görünmemek için bazen diğer yaratılmışlara teşekkürü bir borç bilirler. Görüldüğü gibi hesapları dünyalıklarla sınırlıdır. Bu boşluğun getirdiği huzursuzluktan tam anlamıyla kurtulamazlar ve dünyaya daha da sıkı sarılırlar.

Dünyaya dağılan mültecilerin kaybettikleri itibarlarına ve mallarına; doğal afetlerin süpürdüklerine; sağlığını ve sevdiğini yitirenlere bakıldığında işlerin zannettikleri gibi yürümediği bellidir. 

Her şeyin Allah’tan geldiğini bilerek iman edenlerin hali ne güzeldir. Onlar, arkasındaki hikmeti bilmedikleri dünyalık hesapları yaparak kendilerini şımartmaktan ya da korkutmaktan; sınırlı bilgisiyle yaptığı değerlendirmelerle bir başkasını yüceltmekten ya da küçümsemekten Allah’a sığınırlar. Dünyanın bir son olmadığını ve bugünün de yarını olduğunu bilerek zorluklara aşırı üzülmekten ya da kolaylıklara aşırı sevinmekten sakınırlar. Üzüntülerini, sevinçlerini ve her türlü isteklerini Allah’a arzederler. Zira hakiki dostluk ve yardım Allah’tandır. Kullarının halini ve ihtiyacını en iyi bilen O’dur. Şüphesiz ki, güç yalnız Allah’ındır.

Ey Allahım! Her şeyin sahibi Sensin. Bizi nankörlükten ve şımarıklıktan muhafaza buyur. Hakiki dost ve yardımcı Sensin. Bizi yalnızlıktan ve çaresizlikten muhafaza buyur. Güç yalnız Senin’dir. Bizi şükür etmesini ve Senden istemesini bilenlerden eyle. Maddi ve manevi; fiziksel ve psikolojik zorluk içerisinde olan her kulunun dostu, yardımcısı ve yol göstericisi ol. Gönüllerimize ve benliklerimize, katından nur ve huzur indir. Akıllarımızı, kalplerimizi ve bedenlerimizi katından şifa ve afiyet ile iyileştir.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji