فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِياًّ
Şevera شور : شُوارٌ evin görünen eşyası demektir. Kinaye yoluyla ferc/edep yeri anlamında kullanılır. Tef'il babındaki شَوَّرَ formu ise ona utanacağı bir şey yapmak manasındadır. Burada sanki onun fercini açığa çıkardığı söylenmek istenir. تَشاوُر - مُشاوَرَة - مَشُوَرَة kelimeleri birbiriyle müşaverede bulunarak, konuşarak ve danışarak bir düşünceyi ortaya çıkarmaktır. Son olarak Türkçede de kullandığımız شُورَى şûrâ sözcüğü kendisiyle ilgili müşaverede bulunulan iş/meseledir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şûrâ, işaret, müşir, müşavir, meşveret, istişare ve müsteşardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِياًّ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اَشَارَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir. اِلَيْهِ car mecruru اَشَارَتْ fiiline müteallıktır.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli كَيْفَ نُكَلِّمُ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كَيْفَ istifham harfi hal olarak mahallen mansubdur. نُكَلِّمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ فِي الْمَهْدِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانَ tam fiil olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
فِي الْمَهْدِ car mecruru كَانَ fiiline müteallıktır. صَبِياًّ hal olup fetha ile mansubdur.
اَشَارَتْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi شور ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
نُكَلِّمُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كلم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü
herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠
ف istînâfiyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِياًّ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
قَالُوا fiilinin mef’ûlu olan mekulü’l-kavl cümlesi كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِياًّ şeklinde, kavmin şaşkınlığını anlatan istifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
كَيْفَ istifham harfi, hal konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle istifham üslubuyla gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amaçlı olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mef’ûl olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانَ, bu cümlede tam fiildir.
صَبِياًّ hal olarak mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
كَانَ ’nin burada nakıs fiil olması da caizdir. O takdirde صَبِياًّ kelimesi كَانَ ’nin haberi olur.
Kavmi Meryem'e bu sözleri söyleyince Meryem onlara, “Konuşmama orucu tuttuğunu ve dolayısıyle kendileriyle konuşamayacağını beyan etmiş buna rağmen kavmi onu konuşturmakta ısrar etmiş, Meryem de henüz kucağında bir çocuk olan Hz. İsa'ya işaret ederek onunla konuşmalarını istemiş, onlar ise Hz. Meryem'in kendilerini alaya aldığını sanmışlar ve “Biz, beşikteki bir çocukla nasıl konuşabiliriz?” demişlerdir.
Hz. Meryem, kucağındaki bebeğin kavmiyle konuşabileceğini, Allah Teâlâ'nın kendisine ilham etmesiyle veya yolda gelirken Hz. İsa'nın konuşmasıyla yahut Cebrail'in onun konuşabileceğini haber vermesiyle bilmişti. (Taberî)