بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَكُل۪ي وَاشْرَب۪ي وَقَرّ۪ي عَيْناًۚ فَاِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ اَحَداًۙ فَقُول۪ٓي اِنّ۪ي نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْماً فَلَنْ اُكَلِّمَ الْيَوْمَ اِنْسِياًّۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَكُلِي | ye |
|
2 | وَاشْرَبِي | ve iç |
|
3 | وَقَرِّي | ve aydın olsun |
|
4 | عَيْنًا | gözün |
|
5 | فَإِمَّا | eğer |
|
6 | تَرَيِنَّ | görürsen |
|
7 | مِنَ | -dan |
|
8 | الْبَشَرِ | insanlar- |
|
9 | أَحَدًا | birini |
|
10 | فَقُولِي | de ki |
|
11 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
12 | نَذَرْتُ | adadım |
|
13 | لِلرَّحْمَٰنِ | Rahman için |
|
14 | صَوْمًا | oruç |
|
15 | فَلَنْ | asla |
|
16 | أُكَلِّمَ | konuşmayacağım |
|
17 | الْيَوْمَ | bugün |
|
18 | إِنْسِيًّا | hiçbir insanla |
|
Şerabe شرب : شُرْب ister su ister başkası olsun her türlü sıvıyı içmektir. شِرْب su payı/hissesidir. مَشْرَب sözcüğü ise mastardır ve içme zamanı ve yeri anlamında شُرْب kelimesinin ismi zaman ve ismi mekanıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 39 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şarap, şurup, şerbet, meşrubat, meşrep, maşrapa ve çorbadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَكُل۪ي وَاشْرَب۪ي وَقَرّ۪ي عَيْناًۚ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا هززت فتساقطت فكلي (Salladığın zaman onlar dökülür hemen ye) şeklindedir.
كُل۪ي fiili, ن ’un hazfi ile mebni emir fiildir. Muttasıl zamir ى fail olup mahallen merfûdur.
اشْرَب۪ي atıf harfi و ’la makabline matuftur. اشْرَب۪ي fiili, ن ’un hazfi ile mebni emir fiildir. Muttasıl zamir ى fail olup mahallen merfûdur.
قَرّ۪ي atıf harfi و ’la makabline matuftur. قَرّ۪ي illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Muttasıl zamir ي fail olarak mahallen merfûdur. عَيْناً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ اَحَداًۙ
فَ istînâfiyyedir. اِمَّا lafzında, şart harfi olan اِنْ harfi, مَا ’ya idgam edilmiştir. مَا, zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki نَّ da fiili tekid etmektedir.
اِمَّا ’daki اِنْ şartıyedir, مَا ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden نَّ ’u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi 23)
اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî talebî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyîr ve ibâha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)
تَرَيِنَّ şart fiili olup , نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir ى fail olarak mahallen merfûdur. Fiilin sonundaki ن tekid ifade eder.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
مِنَ الْبَشَرِ car mecruru اَحَداً ’in mahzuf haline müteallıktır. اَحَداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَقُول۪ٓي اِنّ۪ي نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْماً فَلَنْ اُكَلِّمَ الْيَوْمَ اِنْسِياًّۚ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قُول۪ٓي fiili, ن ’un hazfi ile mebni emir fiildir. Muttasıl zamir ى fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli اِنّ۪ي نَذَرْتُ ’dur. فَقُول۪ٓي fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
نَذَرْتُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. نَذَرْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. لِلرَّحْمٰنِ car mecruru نَذَرْتُ fiiline müteallıktır.
صَوْماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
اُكَلِّمَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. الْيَوْمَ zaman zarfı, اُكَلِّمَ fiiline müteallıktır. اِنْسِياًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اُكَلِّمَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كلم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَكُل۪ي وَاشْرَب۪ي وَقَرّ۪ي عَيْناًۚ
فَ, takdiri إذا هززت فتساقطت (Salladığın zaman onlar dökülür) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.
Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesi olan كُل۪ي, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen وَاشْرَب۪ي ve وَقَرّ۪ي عَيْناًۚ cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilmiştir.
وَقَرّ۪ي عَيْناًۚ sükûnet ve nefsin huzurundan kinayedir. عَيْناًۚ kelimesi, قَرّ۪ي fiilindeki failin halinden temyizdir.
Cenab-ı Hakk bu ayette yemeyi içmeden önce zikretmiştir. Çünkü doğum yapan kadınlar taze ve olgun hurmayı yemeye, suyu içmeden daha fazla muhtaçtırlar. Zira alabildiğine kan kaybetmişlerdir. Daha sonra da Cenab-ı Hakk, “Gözün aydın olsun.” demiştir. Burada şöyle bir soru sorulabilir: Korkunun zararı, açlık ve susuzluğun verdiği zarardan daha fazladır. Neden yeme içme, huzura takdim edilmiş? Bunun nedeni şu iki husustur. Bu korku, o denli fazla değildi. Çünkü Cebrail’in (a.s.) müjdesi, daha önce verilmişti. Binaenaleyh Hz. Meryem, bunun yeniden hatırlatılmasına ihtiyaç hissetmemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
فَاِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ اَحَداًۙ فَقُول۪ٓي اِنّ۪ي نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْماً فَلَنْ اُكَلِّمَ الْيَوْمَ اِنْسِياًّۚ
Cümleye dahil olan فَ istînâfiyye, إن şartiye, ما ise zaid bir harftir.
Müspet muzari fiil sıygasında gelmiş اِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ اَحَداًۙ cümlesi şarttır. Cümle zaid harf ve fiilin sonundaki şeddeli nunla tekid edilmiştir. اَحَداً ’deki tenvin, cins ifade eder.
فَ karinesiyle gelen فَقُول۪ٓي اِنّ۪ي نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْماً cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebi inşâî isnaddır.
قُول۪ٓي fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنّ۪ي نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْماً cümlesi, اِنّ۪ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber, inkârî kelamdır. اِنّ۪ ’nin haberi نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْماً, mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mekûlü’i-kavl cümlesi olan ….اِنّ۪ي نَذَرْتُ , Hz.Meryem’in kavminden birisiyle karşılaşacağı zaman söyleyeceği, Allah Teâlâ’nın ona öğrettiği sözlerdir.
Ayetin son cümlesi olan فَلَنْ اُكَلِّمَ الْيَوْمَ اِنْسِياًّۚ, hükümde ortaklık sebebiyle نَذَرْتُ cümlesine atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
لن muzariyi nasb edip zamanı müstakbele çevirmiş ve asla manası vererek olumsuz yapmıştır. Ayrıca cümleyi de tekid etmiştir.
Mef’ûl olan اِنْسِياًّۚ ’deki tenvin cins ifade eder. Olumsuz cümlede nekre umuma işarettir.
فَكُل۪ي -اشْرَب۪ي ile الْبَشَرِ - اِنْسِياًّۚ ve عَيْناًۚ - تَرَيِنَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cenab-ı Hakk, Hz. Meryem'e kendisini itham edenlere karşılık konuşmaması için şu iki sebepten dolayı oruç (susmak) nezretmesini emretmiştir:
a. Töhmeti giderme hususunda, Hz. İsa'nın konuşması, onun konuşmasından daha müessirdir. Bunda işleri daha üstün olana verme ve havale etmenin evla olduğuna dair delalet bulunmaktadır.
b. Sefîh (cahil) kimselerle mücadele etmenin hoş görülmeyişi. Bunda da sefîh (cahil) olana karşı susmak gerektiğine dair bir delalet bulunmaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
فَاَتَتْ بِه۪ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُۜ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْـٔاً فَرِياًّ
فَاَتَتْ بِه۪ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُۜ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اَتَتْ mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir.
بِه۪ car mecruru اَتَتْ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
قَوْمَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَحْمِلُهُ fiili, اَتَتْ ’deki failin veya بِه۪ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
تَحْمِلُهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْـٔاً فَرِياًّ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli يَا مَرْيَمُ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfi, مَرْيَمُ münada olup damme üzere mebni müfret alem mahallen mansubdur. Nidanın cevabı لَقَدْ جِئْتِ ’dir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
جِئْتِ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فَرِياًّ kelimesi شَيْـٔاً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَرِياًّ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَتَتْ بِه۪ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُۜ
ف, isti’nafiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasındaki cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف, takibiyyedir. Örfî olarak lohusalığın 41 günlük bir döngü olduğunu ve hemen bunun akabinde kavminin yanına döndüğünü ifade eder. (Âşûr)
اَتَتْ fiili geldi demektir. بِ harf-i ceriyle kullanıldığında ‘getirdi’ manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.
تَحْمِلُهُ, hal cümlesi olarak gelmiştir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Hal cümlesi müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْـٔاً فَرِياًّ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْـٔاً فَرِياًّ, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. مَرْيَمُ, münadadır.
Nidanın cevabı olan لَقَدْ جِئْتِ شَيْـٔاً فَرِياًّ cümlesi mahzuf bir kasemin cevabıdır.
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf kasem ve tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi لَقَدْ جِئْتِ شَيْـٔاً فَرِياًّ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Kavim, sözlerini tekitli bir üslupla ileterek Hz. Meryem'e olan öfke ve kızgınlıklarını belirtmişlerdir.
فَرِياًّ “görülmemiş şey” anlamındadır. Bu, derinin ıslah edilmesi manasına gelen فري الجلد deyiminden alınmıştır. Rivayet olunduğuna göre onların Hz. Meryem'i, yanında Hz. İsa (a.s.) bulunuyorken görünce ona, “Meryem! And olsun sen, acayip bir şey yapmışsın.” dediler. Binaenaleyh bu ifadeyle herhangi bir kınama ve zemmetme olmaksızın, “adet dışı, acayip bir şey” manası kastedilmiş olabileceği gibi bununla “Yadırganacak büyük bir şey, kabahat” manası da kastedilmiş olabilir. Böylece ikinciye göre bu söz onlardan zemmetme tarzında südur etmiş olur ki böyle olması daha açık ve zahirdir. Çünkü onlar, daha sonra da “Ey Harun'un kızkardeşi, senin baban kötü bir adam değildi; anan da iffetsiz bir kadın değildi.” demişlerdir. Çünkü, bu sözün zahirinden tevbîh ve kınama anlaşılmaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
شَيْـٔاً tahkir için nekre gelmiştir. شَيْـٔاً mef’ûl, فَرِياًّ onun sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
جِئْتِ - اَتَتْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.يَٓا اُخْتَ هٰرُونَ مَا كَانَ اَبُوكِ امْرَاَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ اُمُّكِ بَغِياًّۚ
يَٓا اُخْتَ هٰرُونَ مَا كَانَ اَبُوكِ امْرَاَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ اُمُّكِ بَغِياًّۚ
يَٓا nida harfidir. اُخْتَ münada olup muzaftır. هٰرُونَ muzâfun ileyh olup cer alameti fethadır.
هٰرُونَ kelimesi gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı مَا كَانَ اَبُوكِ cümlesidir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ fetha üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
اَبُوكِ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti و’dır. Muttasıl zamir كِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
امْرَاَ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. سَوْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَتْ fetha üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تْ te’nis alametidir.
اُمُّكِ kelimesi, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَغِياًّ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
يَٓا اُخْتَ هٰرُونَ مَا كَانَ اَبُوكِ امْرَاَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ اُمُّكِ بَغِياًّۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen bu ayette kavmin Hz. Meryem’e kınama ve tevbih içeren sözleri devam etmektedir.
Nida üslubunda gelen cümle talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan مَا كَانَ اَبُوكِ امْرَاَ سَوْءٍ, menfi كَانُ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانُ ’nin ismi de haberi de veciz ifade kastına binaen, izafet şeklinde gelmiştir.
سَوْءٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Menfi siyakta nekre umuma işarettir.
Aynı üslupta gelen وَمَا كَانَتْ اُمُّكِ بَغِياًّۚ cümlesi, tezâyüf nedeniyle nidanın cevabına atfedilmiştir. İki cümle arasında manen ve lafzen ittifak mevcuttur.
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
Onların bu ifadeleri, Hz. Meryem'in getirdiği çocuğun çok garip bir şey olduğunu başka bir şekilde söylemektir. Ayrıca salih kimselerin evladından meydana gelecek çirkin işlerin çok daha çirkin olduğuna bir tenbihtir. (Beyzâvî)
Kavmin, Hz. Meryem’in annesinin ve babasının kötü insanlar olmadıklarını söylerken kullandıkları üslup, onların buna gerçekten inandıklarının delilidir. Çünkü كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi subut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.
اَبُوكِ - اُمُّكِ - اُخْتَ ve سَوْءٍ - بَغِياًّۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, كَانَتْ - كَانَ kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah Teâlâ, Hz. Meryem'e verdiği rızıklardan yeyip içmesini, kendisine verdiği çocuktan dolayı sevinmesini ve kendisini kınayacak olanlara cevap vermemesini bildirdikten sonra Hz. Meryem bu ilâhi emirlere boyun eğmiş ve çocuğunu alarak kavminin yanına dönmüştür. Fakat onu gören kavmi, bekâr bir kızın, karşılarına bir çocukla çıkmasını çok garip karşılamışlar ve ona, “Ey Meryem, doğrusu sen çok tuhaf bir iş yaptın. Ey Harun'un kızkardeşi sen, temiz bir ailedensin. Ne baban kötü bir kimseydi, ne de annen iffetsizdi. Şimdi senin bu halin nedir?” diye ona sorular sormaya başladılar.
Ayet-i Kerimede Hz. Meryem'in kavminin ona: “Harun'un kızkardeşi” diye hitap ettiği beyan edilmektedir.
Bazı alimlere göre İsrailoğulları, her saliha kadına “Harunun kız kardeşi” şeklinde hitap ederlermiş. Bazılarına göre burada kastedilen Harun, Hz. Musa'nın kardeşi olan Harun değildir. Bazılarına göre de buradaki Harun'dan maksat, Hz. Musa'nın kardeşi olan Harun'dur. Hz. Meryem Hz. Harun'un soyundan geldiği için ona “Harun'un kızkardeşi” denmiştir. (Taberî)
فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِياًّ
Şevera شور : شُوارٌ evin görünen eşyası demektir. Kinaye yoluyla ferc/edep yeri anlamında kullanılır. Tef'il babındaki شَوَّرَ formu ise ona utanacağı bir şey yapmak manasındadır. Burada sanki onun fercini açığa çıkardığı söylenmek istenir. تَشاوُر - مُشاوَرَة - مَشُوَرَة kelimeleri birbiriyle müşaverede bulunarak, konuşarak ve danışarak bir düşünceyi ortaya çıkarmaktır. Son olarak Türkçede de kullandığımız شُورَى şûrâ sözcüğü kendisiyle ilgili müşaverede bulunulan iş/meseledir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şûrâ, işaret, müşir, müşavir, meşveret, istişare ve müsteşardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِياًّ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اَشَارَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir. اِلَيْهِ car mecruru اَشَارَتْ fiiline müteallıktır.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli كَيْفَ نُكَلِّمُ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كَيْفَ istifham harfi hal olarak mahallen mansubdur. نُكَلِّمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ فِي الْمَهْدِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانَ tam fiil olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
فِي الْمَهْدِ car mecruru كَانَ fiiline müteallıktır. صَبِياًّ hal olup fetha ile mansubdur.
اَشَارَتْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi شور ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
نُكَلِّمُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كلم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü
herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠
ف istînâfiyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِياًّ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
قَالُوا fiilinin mef’ûlu olan mekulü’l-kavl cümlesi كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِياًّ şeklinde, kavmin şaşkınlığını anlatan istifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
كَيْفَ istifham harfi, hal konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle istifham üslubuyla gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amaçlı olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mef’ûl olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانَ, bu cümlede tam fiildir.
صَبِياًّ hal olarak mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
كَانَ ’nin burada nakıs fiil olması da caizdir. O takdirde صَبِياًّ kelimesi كَانَ ’nin haberi olur.
Kavmi Meryem'e bu sözleri söyleyince Meryem onlara, “Konuşmama orucu tuttuğunu ve dolayısıyle kendileriyle konuşamayacağını beyan etmiş buna rağmen kavmi onu konuşturmakta ısrar etmiş, Meryem de henüz kucağında bir çocuk olan Hz. İsa'ya işaret ederek onunla konuşmalarını istemiş, onlar ise Hz. Meryem'in kendilerini alaya aldığını sanmışlar ve “Biz, beşikteki bir çocukla nasıl konuşabiliriz?” demişlerdir.
Hz. Meryem, kucağındaki bebeğin kavmiyle konuşabileceğini, Allah Teâlâ'nın kendisine ilham etmesiyle veya yolda gelirken Hz. İsa'nın konuşmasıyla yahut Cebrail'in onun konuşabileceğini haber vermesiyle bilmişti. (Taberî)
قَالَ اِنّ۪ي عَبْدُ اللّٰهِ۠ اٰتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَن۪ي نَبِياًّۙ
قَالَ اِنّ۪ي عَبْدُ اللّٰهِ۠ اٰتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَن۪ي نَبِياًّۙ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli اِنّ۪ي عَبْدُ اللّٰهِ۠ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عَبْدُ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ۠ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰتَانِيَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Sonundaki ن vikayedir. Mütekellim zamir ي mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.
الْكِتَابَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. جَعَلَن۪ي fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Sonundaki ن vikayedir. Mütekellim zamir ي mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.
نَبِياًّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَانِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالَ اِنّ۪ي عَبْدُ اللّٰهِ۠
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi عَبْدُ اللّٰهِ۠ şeklindeki izafet, bu ayet-i kerimede muzâfı tazim etmek, şereflendirmek için gelmiştir. Çünkü Allah Teâlâ’ya izafet, muzâfı şereflendirir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu üslup, onların inançlarının reddini ve Hz. Îsa’nın Allah’ın kulu olduğunu kuvvetle ifade etmek içindir.
Allah, hakkı tahkik ve Hz. İsa'nın ilâhlığını iddia edenleri reddetmek üzere, kaçınılmaz bir hakikat olarak onu böyle konuşturmuş; Allah'ın kulu olduğunu ona söyletmiştir. (Ebüssuûd)
اٰتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَن۪ي نَبِياًّۙ
Mekulü’l-kavle dahil olan istînâf cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَجَعَلَن۪ي نَبِياًّۙ cümlesi, aynı üslupta gelerek makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Fiiller mazi sıygada gelerek sebat, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Mef’ûl olan نَبِياًّۙ ’deki tenvin cins ve tazim içindir.
الْكِتَابَ - نَبِياًّۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Hz. İsa'nın, Allah Teâlâ’yı evlat edinmekten tenzih eden sözü, annesi ile ilgili töhmetin giderilmesini de temin etmiştir. Alimler, ayette geçen kitaptan ne kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları, bunun Tevrat olduğunu, çünkü bu ifadenin başındaki elif lâmın ahd (bilinen) için olduğunu, onlar tarafından bilinen kitabın ise Tevrat olduğunu söylerlerken, Ebu Müslim bununla İncil'in kastedildiğini, çünkü الْكِتَابَ kelimesindeki elif-lâmın cins ifade ettiğini yani “O, bana kitap cinsinden verdi.” demek olduğunu söylemiştir. Bazı kimseler de bununla hem Tevrat hem de İncil'in kastedildiğini, zira elif lâmın istiğrak (şümul) ifade ettiğini söylemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
İsa’nın (a.s.) اٰتَانِيَ [bana verdi] sözünden sonra Allah Teâlâ'nın ona verdiği nimetler sayılmıştır. Bu; cem' ma’at-taksim sanatı üslubudur.
وَجَعَلَن۪ي نَبِياًّۙ “Beni bir peygamber kıldı.” Bu ve bundan sonrakiler; Allah’ın onun hakkında takdir ettiği, onun için hükme bağladığı ve ona sonradan olacak şeyleri haber vermesidir. Mana şöyledir de denilmiştir: Bana kitap verecek ve buluğa erdiğim zaman beni peygamber kılacaktır. Bu durumda mazi muzari yerine geçmiştir, tıpkı “...وَاِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا عٖيسَى ” (Maide Suresi, 116) kavlinde olduğu gibi. (Ez-Zâdu’l Mesir)وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكاً اَيْنَ مَا كُنْتُۖ وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَياًّۖ
وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكاً اَيْنَ مَا كُنْتُۖ وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَياًّۖ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. جَعَلَن۪ي fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Sonundaki ن vikayedir. Mütekellim zamir ي mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.
مُبَارَكاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَيْنَ مَا mekân zarfı şart manalı olup mahzuf şarta veya cevabına müteallıktır. Burada tam fiil olan كُنْتُ şart fiilidir.
كُنْتُ tam mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. اَوْصَان۪ي fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Sonundaki ن vikayedir. Mütekellim zamir ي mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.
بِالصَّلٰوةِ car mecruru اَوْصَان۪ي fiiline müteallıktır. الزَّكٰوةِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الصَّلٰوةِ’ye matuftur.
مَا masdar harfidir. دُمْتُ sükun üzere nakıs mebni mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder. تُ muttasıl zamiri, دُمْتُ ’nun ismi olarak mahallen merfûdur. حَياًّ kelimesi دُمْتُ ’nun haberi olup lafzen mansubdur.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, أينما كنت فقد جعلني نبيّا ومباركا (Nerede olursam olayım, beni peygamber ve mübarek kıldı.) şeklindedir.
مُبَارَكاً sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufaâle babının ism-i mef’ûludür.
اَوْصَان۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وصي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكاً اَيْنَ مَا كُنْتُۖ وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَياًّۖ
Bu ayet-i kerime öncekinin devamıdır. وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكاً cümlesi, وَجَعَلَن۪ي نَبِياًّۙ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiill sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Itiraziyye olarak fasılla gelen اَيْنَ مَا كُنْتُ, cevabı mahzuf şart cümlesidir. كُنْتُۖ fiiline muzâf olan mekan zarfı اَيْنَ مَا, tam fiil olan كُنْتُۖ ’ye veya cevap fiiline müteallıktır.
Mahzuf cevabın takdiri şöyledir: فقد جعلني نبيّا ومباركا (Muhakkak ki beni nebi ve mübarek kıldı.) Bu takdire göre şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır.
Cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Kur’an'da birçok yerde okuyucunun uyanık, enerjik, şuurlu ve durumu değerlendirebilecek kudrette olması için şartın cevabı zikredilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lügavî açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir, onun icâzına olan yakînimizi arttırır. Sanki bu ayetler Kur’an'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakînini arttırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Dr. Muhammed Muhammed Ebû Musa Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri 7, Ahkâf Sûresi 10)
مُبَارَكاً, ismi fail ve mastar manasında ismi mefuldur. (Âşûr)
Alimler, ayetteki مُبَارَكاً “mübarek” kelimesinin tefsiri hususunda şu izahları yapmışlardır:
Bereket, sebat etmek, durmak anlamındadır. Bu, “devenin çökmesi” manasından neşet eder. Buna göre ayetin manası, “O, beni kendi dini üzere sabit ve kararlı kıldı.” şeklinde olur.
“O ancak bir mübarek idi. Zira, o insanlara dinlerini öğretiyor, onları hakkın yoluna davet ediyordu.
Yine galip olma ve yükseklik anlamındadır. Buna göre ayetin manası, “Allah beni bütün hallerimde, işlerimde galip kıldı, başarıya ulaşan, umduğuna nail olan kıldı-çünkü ben, dünyada kaldığım sürece başkalarına hüccetle hükümran olacağım. O malum vakit geldiğinde de Allah bana, beni göklere kaldırmak suretiyle ikramda bulunacak” şeklindedir.
O, insanlara karşı mübarekti. Çünkü, duası ile ölüleri diriltiyor, körleri iyileştiriyor ve alacalı hastaları da tedavi ediyordu. (Fahreddin er-Râzî)
Aynı üslupta gelen وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَياًّۖ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle …وَجَعَلَن۪ي cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Masdar harfi مَا ve akabindeki دُمْتُ حَياًّۖ cümlesi masdar teviliyle zaman zarfı olarak اَوْصَان۪ي fiiline müteallıktır. حَياًّۖ, nakıs fiil دُمْتُ ’nin haberidir.
مَا دُمْتُ istimrar fiillerindendir. Devamlılık ifade eder.
الصَّلٰوةِ - الزَّكٰوةِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَيْنَ مَا كُنْتُ [Her nerede olursam] ifadesi, bu (göğe yükseltildikten sonra) çocukluk haline dönüp üzerinden teklifin kalktığının söylenmesinin doğru olmayıp onun durumunun hiçbir zaman değişmediğine delalet eder. Onun, [Bana, namazı ve zekâtı emretti.] ifadesi, Allah Teâlâ’nın, o ikisini o anda eda etmesini emrettiğine delalet etmez. Tam aksine, bu işin buluğdan sonra olacağını gösterir. Binaenaleyh, bu ifadeyle belki de Allah Teâlâ’nın Hz. İsa'ya, o ikisini ve onları muayyen bir vakitte emretmiş olduğu kastedilmiştir ki bu muayyen zaman da buluğ çağıdır. (Fahreddin er-Râzî)
“Beni bir peygamber kıldı.” ifadesinde ve devamında fiilin geçmiş zaman sıygasıyla söylenmesi, ya bunun ilâhi kaderde böyle takdir edilmesinden veya vukuu muhakkak olan şeylerin sanki vaki gibi anlatılmasındandır. Denildi ki: “Allah O'nun aklını kâmil yaptı ve daha çocukken peygamber kıldı.” (Beyzâvî)
وَبَراًّ بِوَالِدَت۪يۘ وَلَمْ يَجْعَلْن۪ي جَبَّاراً شَقِياًّ
وَبَراًّ بِوَالِدَت۪يۘ وَلَمْ يَجْعَلْن۪ي جَبَّاراً شَقِياًّ
وَ atıf harfidir. بَراًّ kelimesi mahzuf fiilin ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Takdiri; جعلني (Beni yaptı) şeklindedir.
بِوَالِدَت۪ي car mecruru بَراًّ ’e müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَجْعَلْن۪ي fiili meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.Sonundaki ن vikayedir. Muttasıl zamir ي fiilin mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.
جَبَّاراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. شَقِياًّ kelimesi جَبَّاراً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَبَراًّ بِوَالِدَت۪يۘ وَلَمْ يَجْعَلْن۪ي جَبَّاراً شَقِياًّ
Ayet önceki ayete matuftur. بَراًّ mahzuf bir fiilin ikinci mefûlu olarak mansubdur. Takdiri; جعلني (Beni yaptı) olur. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. بِوَالِدَت۪يۘ car mecruru, بَراًّ ’e müteallıktır.
وَلَمْ يَجْعَلْن۪ي جَبَّاراً شَقِياًّ cümlesi öncesine matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin atıf sebebi tezattır.
وَ(جعلني) بَراًّ بِوَالِدَت۪يۘ cümlesiyle وَلَمْ يَجْعَلْن۪ي جَبَّاراً شَقِياًّ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
بَراًّ ve شَقِياًّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, شَقِياًّ ve جَبَّاراً kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
وَبَراًّ بِوَالِدَت۪يۘ, “Anama itaatkâr kıldı.” demektir ki مُبَارَكاً ’e matuftur. Kesr ile ِبِرًّا de okunmuştur ki sıfat masdar olur. Ya da اَوْصَان۪ي ’nin delalet ettiği bir fiille mansubdur yani ve كلفني برا demektir. بِالصَّلٰوةِ ‘ye atfen kesr ve cer ile ِبِرًّا kıraatı da bunu destekler. (Beyzâvî)
Hz. İsa’nın (a.s.) “Cenab-ı Hakk beni anneme hürmetkar kıldı.” sözü annesinin zinadan beri olduğuna da bir işarettir. Çünkü eğer o zâniye bir kadın olmuş olsaydı, o masum peygamber ona hürmetkar olmakla emrolunmazdı. Keşşaf Sahibi şöyle der: “Cenab-ı Hakk, Hz. İsa (a.s.), son derece iyi olduğu için onu, masdar olan ‘birr (iyilik)’ kelimesi ile tavsif etmiştir. Bu kelime, ‘Bana vasiyet etti’ manasında mahzûf bir evsânî fiili ile mansubdur. Çünkü ‘Bana namazı vasiyet etti.’ ve ‘Beni namazla mükellef tuttu.’ ifadeleri aynı manayadır. (Fahreddin er-Râzî)
Bazı alimlerin, “Ana-babasına isyan edenlerin, ancak zorba ve şaki kimseler olduklarını görürsün.” deyip buna delil olarak [Beni anneme hürmetli kıldı; beni bir zorba, bir şaki yapmadı.] ayetini okudukları; yine “kötü huylu olanların ancak kendini beğenen ve böbürlenen kimseler olduklarını görürsün deyip buna delil olarak [Allah kendini beğenen ve böbürlenen kimseleri sevmez. (Nisa Suresi, 36)] ayetini okudukları rivayet edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ اَمُوتُ وَيَوْمَ اُبْعَثُ حَياًّ
وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ اَمُوتُ وَيَوْمَ اُبْعَثُ حَياًّ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. السَّلَامُ mübteda olup lafzen merfûdur. عَلَيَّ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
يَوْمَ zaman zarfı, mahzuf habere müteallıktır.
وُلِدْتُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وُلِدْتُ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. يَوْمَ zaman zarfı, السَّلَامُ ’ye müteallıktır. اَمُوتُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَمُوتُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
وَ atıf harfidir. يَوْمَ zaman zarfı, السَّلَامُ ’ye müteallıktır.
يُبْعَثُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اُبْعَثُ merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
حَياًّ kelimesi naib-i failin hali olup fetha ile mansubdur.
وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ اَمُوتُ وَيَوْمَ اُبْعَثُ حَياًّ
Atıf harfi وَ ’la لَمْ يَجْعَلْن۪ي cümlesine atfedilen ayet Hz. İsa’nın sözlerinin devamıdır.
İki cümle arasında manen ve lafzen ittifak vardır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur عَلَيَّ’nin müteallakı olan haber mahzuftur. Cümle sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mahzuf habere müteallık olan zaman zarfı يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhi olan وُلِدْتُ fiili, meçhul bina edilmiştir. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Tezat sebebiyle يَوْمَ وُلِدْتُ izafetine atfedilen وَيَوْمَ اَمُوتُ izafetinde muzâfun ileyh cümlesi olan اَمُوتُ, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen وَيَوْمَ اُبْعَثُ حَياًّ izafeti, önceki izafete matuftur.
وُلِدْتُ ve اُبْعَثُ fiilleri meçhul bina edilmişken اَمُوتُ fiilinin bu ikisinden farklı olarak malum sıygayla, وُلِدْتُ fiilinin mazi, اَمُوتُ ve اُبْعَثُ fiillerinin muzari sıygada gelmesi dikkate şayandır.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)
Mazi fiil temekkün ve istikrara, muzari fiil ise teceddüt ve istimrara delalet edebilir.
يَوْمَ kelimesinin tekrarı tekid amaçlı ıtnâbdır. Ayrıca bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وُلِدْتُ - اَمُوتُ kelimeleri arasında tibâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetu’t Tefasir)
Selamın, İsa’ya (a.s.) olduğu günlerin sayılması taksim sanatıdır.
حَياًّ۟, naib-i failden haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Bu ayetle büyük benzerlik taşıyan bu surenin 15. ayeti arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Bazı kimseler, buradaki es-selam kelimesindeki lâm-ı tarif ile Hz. Yahya’nın (a.s.) kıssasında daha önce geçmiş olan, “selam ona” (Meryem Suresi, 15) ayetindeki “selam”ın kastedildiğini yani bunun, “Ona yöneltilen o üç yerdeki selam, bana da yöneltilmiştir.” demek olduğunu söylemişlerdir (yani ahd içindir). Keşşaf sahibi ise şöyle der: “Doğru olan şudur: Bu kelimenin elif-lâmı, Hz. Meryem'e zina töhmetinde bulunanlara laneti ifade etmektedir. Bunun delili, elif-lâm'ın ‘istiğrak’ için de gelmesidir. Binaenaleyh o, (...السَّلَامُ عَلَيَّ...) deyince sanki ‘Bütün selamlar, bana ve bana tâbi olanlaradır.’ demek istemiştir. Dolayısıyla onun düşmanlarına sadece lanet kalmıştır. Bunun bir benzeri de ‘Selam, hidayete tâbi olanlaradır.’ (Ta-Ha Suresi, 47) ayetidir. Bu, ‘Azap ise hidayeti yalanlayan ve ondan yüz çevirenleredir.’ manasına gelir. Çünkü bu söz, cedelleşme esnasında söylenmiştir. Bu sebeple buraya da böylesi bir tariz uygun düşer.” (Fahreddin er-Râzî)
Hz. Yahya'ya verilen selamda olduğu gibi selamın nekre değil السَّلَامُ şeklinde marife olması cins içindir ve düşmanlarına laneti akla getirmektedir. Çünkü selam cinsi ona olunca zıddı da düşmanlarının üzerine olmuş olur. Mesela, [Hidayete tâbi olanlara selam olsun. (Ta-Ha Suresi, 47)] ayeti gibi. Çünkü bu da yalanlayan ve arka dönene azap olsun, demeyi telmih eder. (Beyzâvî)
İnsanın en fazla emin olmaya ihtiyaç hissettiği yer ve durum üç haldir yani doğum, ölüm ve öldükten sonra dirilme günleridir. O halde insanın kendisinde selamete ve her türlü saadete ihtiyaç hissettiği hallerin tamamı Allah'tandır. Hz. İsa bunu bütün hallerinde afet ve korkulardan emin olmak için istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
ذٰلِكَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَۚ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذ۪ي ف۪يهِ يَمْتَرُونَ
ذٰلِكَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَۚ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذ۪ي ف۪يهِ يَمْتَرُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
ع۪يسَى haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
ابْنُ ise ع۪يسَى’nın sıfatı veya bedelidir. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
قَوْلَ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri; أقول قول الحقّ ( hak sözü söylerim) şeklindedir.
الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, قَوْلَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَمْتَرُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
ف۪يهِ car mecruru يَمْتَرُونَ fiiline müteallıktır. يَمْتَرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَمْتَرُونَ fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındandır. Sülâsîsi مري ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife oluşu işaret edilene tazim ve teşrif kastı taşımaktadır.
Ayetteki ذٰلِكَ (zalike) kelimesi daha önce geçen, “Ben Allah'ın kuluyum. O, bana kitab verdi.” (Meryem Suresi, 30) ifadesine işarettir yani “İşte bu sıfatları taşıyan, Meryem oğlu İsa'dır.” demektir. Cenab-ı Hakk'ın, “O, Meryem oğlu İsa’dır.” demesi, Hz. İsa'nın Allah'ın değil, o kadının oğlu olduğuna bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)
Müsnedin ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَۚ şeklinde izafet formunda gelmesi, veciz ifade amacına matuftur.
İsa’nın (a.s.) Meryem oğlu şeklindeki tamlamayla ifade edilmesi Hristiyanların ona atfettikleri abes tanımlamayı tekzib etmek içindir.
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan Suresi 57, s. 190)
İsa’nın (a.s.) bizzat kendisi Hakk'ın kavli (sözüdür). Çünkü “Hakk”, Allah'ın adıdır. Binaenaleyh “İsa, Allah'ın kelimesidir.” dememiz ile “İsa, Hakk'ın kavlidir.” dememiz arasında bir fark yoktur.
Bununla “Bu, Meryem oğlu İsa'dır, hak-kavl (söz)dür.” manası kastedilmişdir. Fakat ayette, mevsûf olan “kavl” sıfatına “hak” muzaf kılınmıştır. Bu tıpkı, “Hiç şüphesiz bu, hakku'l-yakindir.” (Hakka Suresi, 51) ayetinde olduğu gibidir. Bunu, “el-Kavlu'l-Hakku” şeklinde söylemenin faydası, daha evvel söylenen, Hz.İsa'nın Hz. Meryem'in oğlu oluşunu te'kid olur. (Fahreddin er-Râzî)
قَوْلَ الْحَقِّ الَّذ۪ي ف۪يهِ يَمْتَرُونَ
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. قَوْلَ kelimesi, önceki cümlenin mazmununu tekid eden mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri; أقول (Söylüyorum.) şeklindedir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber, talebî kelamdır.
الْحَقِّ muzafun ileyh, قَوْلَ muzâf konumundadır.
الْحَقِّ, ismi meful manasında mastardır, kendi fiilinden naib olarak mastardır (mefulu mutlak) أقُولُ قَوْلَ الحَقِّ gibi veya Hz. İsa için sıfat olarak fail قائِلُ الحَقِّ gibi veya haldir. (Âşûr)
الْحَقِّ ’nin sıfatı olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan ف۪يهِ يَمْتَرُونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede car mecrur ف۪يهِ, amili olan يَمْتَرُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu takdim, ihtimam içindir.
ذٰلِكَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَۚ [İşte Meryem oğlu İsa budur.] yani yukarıda niteliği geçen kimse Meryem oğlu İsa'dır; Hristiyanların nitelediği değil. Bu da onların nitelediğini daha beliğ bir şekilde ve burhan (delil) tarzında yalanlamaktadır. Öyle ki onu onların nitelediklerinin zıddı ile nitelemiş, sonra da hükmü ters çevirmiştir. ذٰلِكَ ’yi mübteda, ع۪يسَى 'yı haber yapmıştır. قَوْلَ الْحَقِّ, mahzûf mübtedanın haberidir yani هو قول الحق الذي لاريب فيه (içinde şüphe olmayan hak söz budur) demektir. İzafet beyan içindir, هو zamirinde geçen söze yahut kıssanın tamamına racidir. قَوْلَ الْحَقِّ, İsa'nın sıfatıdır yahut bedeldir veya ikinci haberdir. Mana da: İsa, Allah'ın kelimesidir demektir. Âsım, İbni Âmir ve Yakub nasb ile قَوْلَ الْحَقِّ şeklinde okumuşlardır ki bu durumda tekid eden masdar olur (manayı pekiştirir). (Beyzâvî)
Bu ayet, en beliğ şekilde ve delil göstermek suretiyle Hristiyanları iddialarında tekzip etmektedir. Zira Hz. İsa, burada, Hıristiyanların ona isnat ettikleri vasıfların zıddıyla vasıflandırılmaktadır.
“Hak söz olarak” ifadesi, “Şüphe yok ki ben, Allah'ın kuluyum…” kelamının tekidi mahiyetindedir.
“İşte hakkında şüphe ettikleri…” cümlesi, makablinin mefhumunu açıklamaktadır.
Onların Hz. İsa hakkında şüphe etmeleri, kuşku duymaları yahut hakkında tartıştıkları, Yahudilerin “sihirbaz” ve Hristiyanların da “Allah'ın oğlu” demiş olmaları demektir. (Ebüssuûd)
مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ سُبْحَانَهُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا |
|
|
2 | كَانَ | yakışmaz |
|
3 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يَتَّخِذَ | edinmek |
|
6 | مِنْ | hiçbir |
|
7 | وَلَدٍ | çocuk |
|
8 | سُبْحَانَهُ | O’nun şanı yücedir |
|
9 | إِذَا | zaman |
|
10 | قَضَىٰ | hükmettiği |
|
11 | أَمْرًا | bir işi |
|
12 | فَإِنَّمَا | sadece |
|
13 | يَقُولُ | der |
|
14 | لَهُ | ona |
|
15 | كُنْ | ol! |
|
16 | فَيَكُونُ | (o da) olur |
|
مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ سُبْحَانَهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. لِلّٰهِ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
يَتَّخِذَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. وَلَدٍ lafzen mecrur, يَتَّخِذَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Birinci mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri, أن يتّخذ أحدا ولدا (Birini çocuk edinmesi) şeklindedir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette اتَّخَذَ fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سُبْحَانَهُ cümlesi itiraziyyedir. سُبْحَانَهُ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri, أسبّح (tesbih ederim) şeklindedir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّخَذَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum Muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَضٰٓى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَضٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebnidir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
اَمْرًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
يَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Mekulü’l-kavli كُنْ فَيَكُونُ ’dur. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كُنْ tam emir fiildir. Nakıs fiil olması caizdir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. لَهُ car mecruru يَقُولُ fiiline müteallıktır.
فَ sebebiyyedir. يَكُونُ fiili mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, هو şeklindedir.
مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ سُبْحَانَهُۜ
Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi menfi كَانَ ’nin dahil olduğu, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.
لِلّٰهِ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki cümle, masdar teviliyle كَانَ ’nin muahhar ismidir.
Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. يَتَّخِذَ fiilinin ikinci mef’ûlü olan مِنْ وَلَدٍۙ ’e dahil olan مِنْ zaiddir. Fiilin ilk mef’ûlünün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümlenin takdiri أن يتّخذ أحدا ولدا (Birini çocuk edinmesi) şeklindedir. وَلَدٍۙ ’deki tenvin nev ifade eder.
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İtiraziyye olarak fasılla gelen سُبْحَانَهُۜ cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
سُبْحَانَهُ ifadesi, takdiri أسبّح (tesbih ederim) olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır.
Bu kelam, Hristiyanları tekziptir ve Allah'ı onların haksız hücumlarından uzak tutmaktır. (Ebüssuûd)
اِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ
Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. اِذَا şart manası bulunan zaman zarfı, şart cümlesinin muzâfıdır. Müteallakı şart veya cevap fiilidir.
Muzâfun ileyh olan قَضٰٓى اَمْراً şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ , kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiille mef’ûl arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir.
Cevap cümlesinde يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan كُنْ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَيَكُونُ cümlesine dahil olan فَ istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil sıygasındaki يَكُونُ ve emir siygasındaki كُنْ fiilleri, tam fiildir.
كُنْ - يَكُونُ - كَانَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَمْرًا ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
Burada da قَضٰٓى fiiliyle “irade etmek” manası kastedilmiştir. Aksi halde mana doğru olmaz. Bir işi yapmak, iradeyi gerektirdiği için sebep yerine müsebbep zikredilmiştir. Atfın فَ harfiyle yapılması da bunun karinesidir. Sanki istenen fiil hemen yerine getiriliyor gibidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
Bazı âlimler, “Ayetteki ‘ol’ emri O'nun kudret ve meşietinin, mümkinata nüfûz etmesi demektir. Çünkü o mümkün varlıkların, O'nun kudret ve iradesi ile hiç karşı koyamadan meydana gelmeleri, efendisinin emirlerine tam boyun eğmiş, emrine âmâde, itaatkâr bir kölenin davranışı gibi olur. Böylece Allah Teâlâ bu manayı, istiare (mecaz) yolu ile ‘kün (ol)’ sözü ile ifade etmiştir.” demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
[Bir işe hükmedince ona sadece “Ol!” der; o da oluverir.] Yani bir çocuğu babasız yaratmak istediğinde hemen hiçbir tehir söz konusu olmaksızın onu yaratır. فَيَكُونُ ifadesi merfûdur. Başka bir îrabı yoktur. كُنْ (ol) kelimesinin haberi değildir, nasb olması caiz olmaz. Bilakis فَيَكُونُ ifadesi يَقُولُ (der) ifadesine atıftır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsir, Al-i İmran Suresi, 47)
“O, bir şeye hükmettiği zaman ona sadece ‘ol!’ der; o da hemen oluverir.”
Bu kelam, Hristiyanları tamamen susturmak içindir. Zira bu kelam beyan ediyor ki Allah'ın yüce şanının gereği olarak O, herhangi bir şeye hükmettiği zaman ona iradesini iliştirir ve böylece o iş, hiç gecikmeksizin hemen oluverir. O halde şanı böyle olan bir zatın, çocuğunun olması nasıl vehmedilebilir. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hakk önce: O, münezzehtir buyurup peşi sıra da: [O, bir iş dileyince ona ol der, o da oluverir] buyurunca bu, Cenab-ı Hakk'ın çocuğu olmaktan münezzeh olduğuna bir delil (işaret) gibidir. (Fahrettin Razi)
وَاِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ
وَاِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
رَبّ۪ي kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ی muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَبُّكُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la رَبّ۪ي ’ye matuftur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم مقرّين بربوبيّته فاعبدوه (O’nun rububiyetini kabul ediyorsanız O’na ibadet edin.) şeklindedir.
اعْبُدُوهُ fiili نَ ’un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir olan هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسْتَق۪يمٌ sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babından ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ
وَ istînâfiyyedir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır.
Müsned, veciz ifade ve muzâfun ileyh olan zamirin aid olduğu Hz. İsa’nın şanı için izafetle gelmiştir. وَرَبُّكُمْ müsned olan رَبّ۪ي ’ye matuftur. رَبُّكُمْ izafetinde de كُمْ zamirinin ait olduğu muhataplar şeref kazanmıştır.
Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler, bir arada zikredilmiştir. اللّٰهَ ve رَبّ۪ isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَبُّ isminin tekrarı teşvik amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاعْبُدُوهُۜ
Rabıta فَ ’si ile gelen فَاعْبُدُوهُۜ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن كنتم مقرّين بربوبيّته [O’nun rububiyetini kabul ediyorsanız O’na ibadet edin.] olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mukadder şart ve mezkur cevabından oluşan terkip, talebî inşâî isnaddır.
Müfessirler, ayette mütekellimin Hz. Peygamber (s.a.) veya Hz. İsa (a.s.) olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir.
Cenab-ı Hakk'ın bu beyanı aynı zamanda ilâhın tek olduğuna da delalet eder. Çünkü Allah lafzı, Hakk Subhanehu'nun ism-i alemidir (özel adıdır). Binaenaleyh Cenab-ı Hakk: Şüphesiz ki Allah, benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir buyurunca o, “Allah Teâlâ'nın dışında mahlukatın başka Rabbi yoktur!” demiş olur ki bu da tevhide delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ
Ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Müsnedün ileyhin işaret ismi olarak gelmesi, haberi gözle görülür, elle tutulur bir nesne menziline koyarak dikkat çekip zihinlerde yer etmesini sağlar.
مُسْتَق۪يمٌ, müsned olan صِرَاطٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
İşaret isminde istiare vardır. هٰذَا ile Allah’tan sakınmak ve itaat işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur.
صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ ifadesinde istiare vardır. صِرَاطٌ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. Müşebbehün bih yani müsteârun minh zikredildiği için istiare-i tasrîhîyyedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ ifadesi farklı bir değerlendirmeyle gerçek itikat anlamında teşbihi beliğdir.
Ayetteki “İşte biricik doğru yol budur.” cümlesi “Cenab-ı Hakk'ın bir olduğunu, O'nun eşinin ve çocuğunun bulunmadığını söylemek dosdoğru yoldur.” demektir. Bu söz, yola benzetilerek “sırat-ı müstakim” adını almıştır. Çünkü böyle söylemek kişiyi cennete götürür. (Fahreddin er-Râzî)
Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Bu da Hz. İsa'nın sözlerindendir.
Ayetin metnindeki “inne” kelimesi, bir kıraata göre “enne” olarak okunmuştur. Buna göre bu cümle, illet (sebep) cümlesidir. Yani Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olduğu için O'na kulluk edin. Nitekim “Bütün mescitler Allah'a ait olduğu için artık siz de Allah ile beraber hiç kimseye yalvarmayınız.” (Cin Suresi, 18) ayeti de bu kabildendir. (Ebüssuûd)
فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَاخْتَلَفَ | ayrılığa düştüler |
|
2 | الْأَحْزَابُ | hizipler |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | بَيْنِهِمْ | kendi aralarından |
|
5 | فَوَيْلٌ | artık vay haline |
|
6 | لِلَّذِينَ | kimselerin |
|
7 | كَفَرُوا | inkar eden |
|
8 | مِنْ | ötürü |
|
9 | مَشْهَدِ | görmekten |
|
10 | يَوْمٍ | bir günü |
|
11 | عَظِيمٍ | büyük |
|
فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اخْتَلَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْاَحْزَابُ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ بَيْنِهِمْ mekân zaman zarfı, الْاَحْزَابُ ’nun mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اخْتَلَفَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
فَ atıf harfidir. وَيْلٌ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِ harfi ceriyle birlikte mahzuf habere müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ مَشْهَدِ car mecruru وَيْلٌ ’un mahzuf haberine müteallıktır. يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَظ۪يمٍ kelimesi يَوْمٍ ’in sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ
فَ, istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur مِنْ بَيْنِهِمْۚ, fail olan الْاَحْزَابُ ’nun mahzuf haline müteallıktır.
Bu sonucun, makabline terettüp ettirilmesi, onların yaptıklarının ne kadar kötü olduğuna dikkat çekmektedir. Zira onlar, ittifakı gerektiren şeyi, ihtilaf kaynağı yapmışlardır. Çünkü Hz. İsa'nın anlatılan bu sözleri, onun, Allah'ın kulu ve elçisi olduğu noktasında açık delil olduğu halde Yahudiler ve Hristiyanlar, meselenin çözümünde ifrat ve tefrite giderek anlaşmazlığa düşmüşlerdir.
Yahut Hristiyan fırkalar Hz. İsa hakkında anlaşmazlığa düştüler: Nasturiler, Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu söylediler. Yakubiler, onun Allah'ın kendisi olduğunu, yere indiğini, sonra yine göklere yükseldiğini söylediler. Melenkâniler ise Hz. İsa'nın, Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu söylediler. (Ebüssuûd)
فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Cümle فَ ile istînâfa atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlun müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. وَيْلٌ mübtedadır. Zem manasındaki mübtedanın tenkiri de caizdir.
Mecrur mahaldeki اَلَّذِينَ ism-i mevsûlu başındaki har-i cerle birlikte mahzuf habere müteallıktır. Sılası olan كَفَرُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
عَظ۪يمٍ kelimesi يَوْمٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. يَوْمٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
وَيْلٌ cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekre gelmesi caizdir. وَيْلٌ, kafirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira و - يْ - لٌ harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Bakara Suresi 79)
Müsnedün ileyh olan وَيْلٌ kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir.
مَشْهَدِ, kelimesi شَهَدَ fiilinin ism-i zaman, ism-i mekân veya masdarı olabilir.
Şahitliğin güne izafesi mecazî isnadtır. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 168)
Kâfirlere büyük günde hazır olacakları için yazıklar olsun; büyük güne, korkusuna, hesabına ve cezasına şahit olacakları için ki o da kıyamet günüdür ya da şahit olmak vaktinden veya mekânından ya da o günün onlara şahitlik etmesinden ki onlara melekler, peygamberler, dilleri, organları ve ayakları inkâr ve fasıklıkla şahitlik edecektir. Ya da şahitlik vaktinden veya mekânından dolayı demektir. İsa ve annesi hakkında ettikleri şahitlikten de denilmiştir. (Beyzâvî)
اَسْمِعْ بِهِمْ وَاَبْصِرْۙ يَوْمَ يَأْتُونَنَاۚ لٰكِنِ الظَّالِمُونَ الْيَوْمَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَسْمِعْ | ne güzel işitirler |
|
2 | بِهِمْ | onlar |
|
3 | وَأَبْصِرْ | ne güzel görürler |
|
4 | يَوْمَ | gün |
|
5 | يَأْتُونَنَا | bize geldikleri |
|
6 | لَٰكِنِ | ama |
|
7 | الظَّالِمُونَ | zalimler |
|
8 | الْيَوْمَ | bugün |
|
9 | فِي | içindedirler |
|
10 | ضَلَالٍ | sapıklık |
|
11 | مُبِينٍ | apaçık |
|
Bugün yani dünya hayatında tevhidi kabullenmeyip sapkınlığa dalmış oldukları için gerçeği görmeyen zalimler Allah’ın huzuruna çıkacakları gün onu bütün açıklığı ile işitecek ve göreceklerdir. 39. âyetteki “pişmanlık günü” iki türlü yorumlanmıştır: a) Maksat kıyamet günüdür. İnsanlar gaflet içinde, Allah’ın dinine inanmaz ve dünya tutkusuyla âhireti düşünmezlerken birden bire kıyamet kopar, dünya yok olur, yükümlülük kalkar ve iş bitirilmiş olur. İşte yüce Allah insanların yaptıkları kötülüklerden veya yapmadıkları iyiliklerden dolayı pişmanlık duyacakları o gün gelmeden önce, onları uyarmasını Hz. Peygamber’e emretmektedir. b) Pişmanlık gününden maksat hesap günüdür. O gün herkesin hesabı görülmüş, sevap ve cezaları açıklanmak suretiyle iş bitirilmiş olacaktır; bu hesap sonunda cennete gideceklerle cehenneme gidecek olanlar birbirinden ayrılacaklardır. Bu dünyada gaflet içerisinde yaşayıp iman etmeyenler, ebedî hayatlarını yitirmiş olacakları için o anda hasret ve pişmanlık duyacaklardır. Kıyametin gerçekleşmesiyle yeryüzünün ve onun üzerindekilerin yalnız Allah’a kalacağını bildiren 40. âyeti de iki şekilde yorumlamak mümkündür: a) Dünya ve üzerinde bulunan her şey geçicidir, hiçbir gücün desteğine muhtaç olmaksızın kalıcı olan yalnız Allah’tır. b) Sûra üflendiğinde bütün canlılar ölecek hem mülkiyet ilişkisi hem de mâliklik son bulacak her şey asıl sahibine dönecektir.
Kuran Yolu Tefsiri
اَسْمِعْ بِهِمْ وَاَبْصِرْۙ يَوْمَ يَأْتُونَنَاۚ
Fiil cümlesidir. اَسْمِعْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. بِهِمْ car mecruru اَسْمِعْ fiiline müteallıktır.
اَبْصِرْ fiili atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. يَوْمَ zaman zarfı, اَسْمِعْ ve اَبْصِرْۙ fiillerine müteallıktır.
يَأْتُونَنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَأْتُونَنَا kelimesi نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَبْصِرْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi بصر ’dir.
اَسْمِـعْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi سمع ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
لٰكِنِ الظَّالِمُونَ الْيَوْمَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
لٰكِنِ istidrak harfidir.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِمُونَ mübteda olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. الْيَوْمَ zaman zarfı ضَلَالٍ ’e müteallıktır.
ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. مُب۪ينٍ kelimesi ضَلَالٍ ’in sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِمُونَ sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
مُب۪ينٍ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسْمِعْ بِهِمْ وَاَبْصِرْۙ يَوْمَ يَأْتُونَنَاۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda geldiği halde, taaccüp ve mübalağa kastı taşıdığı ve haber manalı olduğu için vaz edildiği anlamdan ayrılmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Aynı üsluptaki وَاَبْصِرْ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen ittifak vardır.
اَبْصِرْ ve اَسْمِـعْ emir sıygası üzere gelmiş mazi fiillerdir. Bu; haber manasında taaccüp sıygasıdır. بِ harfi zaiddir, faille beraberliği ifade eder.
اَبْصِرْ - اَسْمِـعْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır.
يَأْتُونَنَاۚ cümlesi zaman zarfı يَوْمَ ’ye muzâf olmuş, mahallen mecrurdur.
أفعل بهم kalıbı taaccüp sıygasıdır. اَسْمِعْ بِهِمْ وَاَبْصِرْۙ Bu ifadeler, emir sıygasında getirilmiştir, ama manaları haberîdir (inşaî değildir, dilek istek ifade etmez).
[Onlar bize gelecekleri gün neler işitecekler, neler görecekler!] Bazı müfessirlere göre bunun manası, onlar ne acayip şeyler duyacaklar, ne acayip şeyler görecekler! şeklindedir. Allah'ın taaccüp etmesi imkânsızdır. O halde bununla kastedilen şudur: “Onlar dünyada kör ve sağır iken, o gündeki görüp duymalarına şaşılsa yeridir!” Bunun manasının, kendilerini üzecek ve kalplerini çatlatacak olan şeyleri dinleyip görmelerinden dolayı bir tehdit olduğu da ileri sürülmüştür. (Fahreddin er-Râzî)
Bu, o gün onların kulaklarının ve gözlerinin ne kadar keskin olacağına taaccüp anlamını ifade etmektedir. Yani onlar dünyada sağır ve kör iken hesap ve ceza için bize gelecekleri kıyamet gününde kulaklarının ve gözlerinin keskinliği taaccübe şayandır. Yahut bu ifade, onların, o gün duyacakları ve görecekleri ile kendilerini tehdit etmek anlamındadır.
Diğer bir görüşe göre ise bu ayetteki (tam kelime manası olarak) “onlara duyur ve göster” emirleri, o gün için vaat edilenleri ve başlarına gelecek olanları kendilerine duyur ve göster, demektir. (Ebüssuûd)
لٰكِنِ الظَّالِمُونَ الْيَوْمَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Ta’lil hükmünde istînâf cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İstidrak harfi لٰكِنِ burada amel etmemiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الظَّالِمُونَ, mübtedadır. Cemi müzekker salim olduğu için و ’la merfû olmuştur. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur ف۪ي ضَلَالٍ , mahzuf habere müteallıktır. ضَلَالٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.
مُب۪ينٍ, kelimesi ضَلَالٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
ف۪ي ضَلَالٍ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Ancak zalimler bugün apaçık bir sapıklıktalar. Zamir yerine zahir olarak الظَّالِمُونَ demesi, onların, nefislerine zulmettiklerini hissettirmek içindir. Çünkü kendilerine fayda sağlayacak zamanda duymaktan ve görmekten gafil kaldılar. Allah Teâlâ, gafilliklerini de açık bir sapkınlık olmakla tescil etmiştir. (Beyzâvî)
“Onlar” yerine “zalimler” buyrulması, bunların zulmünden daha ağır bir zulüm olmadığını ifade etmektedir. Zira kendilerine fayda sağlayacağı sırada kulak verme ve bakıp inceleme konusunda gaflete düşmüşlerdir. (Keşşâf)
Onların zalim olarak ifade edilmeleri, bu yaptıklarının, kendi nefislerine zulüm olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
الظَّالِمُونَ - ضَلَالٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, يَوْمَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ey hz. İsa’nın, annesi hz. Meryem’in ve bizim de Rabbimiz olan Allahım! Ey onları da, bizi de yediren ve içiren Allahım!
Verdiğin her nimet için hamd olsun. Bizi; elindekileri paylaşmasını bilenlerden, cömertliği sevenlerden ve israfın her türlüsünden kaçınanlardan eyle. Verdiğin hayat ve muhabbet için hamd olsun. Bizi; tövbe ile geçmişinden, tevekkül ile geleceğinden özgürleşerek yaşadığı anın kıymetini bilenlerden ve her anında Seni ananlardan eyle. Gönüllerimizi; Seninle ve Senin sevdiklerin ile Seni sevenlerin muhabbetleriyle doldur. Kalplerimizi ve bedenlerimizi; bizi Senin muhabbetine ve rızana ulaştıracak amellerle meşgul et.
Yeryüzünde insanlar arasında; haksızlığa ve iftiraya uğramaktan; yanlış anlaşılmaktan; bilerek veya bilmeyerek bir başkasının hakkına girmekten Sana sığınırız. Şüphesiz mazlumun halini bilen ve duasını işitensin. Her mazlumun hakkını verecek olansın. Haksızlığa ve iftiraya uğrayan kullarını, dünya üzerinde de temize çıkar. Dünyalık adaletsizliklerden ve o adaletsizliklere ortak olma ihtimalinden Senin adaletine sığınırız.
Dili keşkelerle meşgul olanların haline düşmekten Sana sığınırız. Yapmamız gereken doğruları, yapmamız gereken zaman ve mekanlarda yapmamızı nasip et. Yanlış insanlarla dostluk kurmaktan, yanlış işlerle uğraşmaktan ve yanlış zamanda yanlış yerde olmaktan Sana sığınırız. Ömrümüzü bereketli kıl. Namazımızı ve zekatımızı daim kıl. Onları razı olduğun şekilde eda etmemizi nasip et. Anne babamıza olan saygımızı arttır ve bizi saygısız hallere bürünmekten koru. Doğru yol üzerinde yaşayıp, doğru yol üzerindeyken ölenlerden olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji