29 Nisan 2025
Meryem Sûresi 39-51 (307. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Meryem Sûresi 39. Ayet

وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ اِذْ قُضِيَ الْاَمْرُۚ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ  ...


Onları, gaflet içinde bulunup iman etmezlerken işin bitirileceği o pişmanlık günüyle uyar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنْذِرْهُمْ onları uyar ن ذ ر
2 يَوْمَ gününe (karşı) ي و م
3 الْحَسْرَةِ hasret ح س ر
4 إِذْ o zaman
5 قُضِيَ hükmedilir ق ض ي
6 الْأَمْرُ işe ا م ر
7 وَهُمْ onlar
8 فِي içinde iken
9 غَفْلَةٍ gaflet غ ف ل
10 وَهُمْ ve onlar
11 لَا
12 يُؤْمِنُونَ iman etmezlerken ا م ن
Ebu Said (radiyallahu anh) anlatiyor: "Resulullah(aleyhissalatu vesselam) okudu: "Ey Muhammed! Hala gaflet içinde bulunanları ve hala inanmayanları, onları isin bitmiş olacağı hasret günü ile uyar" (Meryem 39). Sonra dedi ki: "(Kıyamet günü) ölüm alaca bir koç suretinde getirilir. Cennetle cehennem arasında yer alan sur üzerinde durdurulur. Önce: 
-"Ey cennet ahalisi!" diye bağırılır, onlar başlarını  kaldırırlar. Sonra: 
-"Ey cehennem ahalisi!" diye bağırılır, onlar da başlarını kaldırırlar. Sonra sorulur: 
-"Bunu tanıdınız mı, nedir bu? Hepsi birden: 
-"Evet tanıdık, derler. Bu ölümdür" 
Koç yatırılır ve kesilir. Eğer, Allah cennet ahalisi için hayata hükmetmemiş olsaydı, neşeyle olurlerdi. Cehennem ahalisi icin de Allah hayata, bekaya hukmetmemis olsaydi onlar da uzulerek olurlerdi." 
Tirmizi, Tefsir, Meryem (3155), Tirmizi hadisin sahih oldugunu soylemistir. Bu hadis biraz farkli sekilde de rivayet edilmistir. Buhari, Tefsir, Meryem 2; Muslim, Sifatu'n-Nar; Tirmizi, Cennet 20, (2561).

وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ اِذْ قُضِيَ الْاَمْرُۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. اَنْذِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يَوْمَ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muzâf mahzuf olup  أنذرهم عذاب يوم الحسرة (Hasret günü azabıyla onları uyar) şeklindedir.  الْحَسْرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِذْ  zaman zarfı,  الْحَسْرَةِ ’ye müteallıktır. 

(إِذْ): Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

قُضِيَ الْاَمْرُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قُضِيَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  الْاَمْرُ  naib-i faili olup lafzen merfûdur.

اَنْذِرْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de  fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

 

اَنْذِرْهُمْ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

ف۪ي غَفْلَةٍ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. 

Munfasıl zamir  هُمْ  atıf harfi  و ’la  makabline matuftur. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  آمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de  fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ اِذْ قُضِيَ الْاَمْرُۚ 

 

وَ  atıftır. Cümle  أَسۡمِعۡ بِهِمۡ  cümlesine matuftur. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından ittifak vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

يَوْمَ ’nin, takdiri  عذاب  (azap) olan muzâfı mahzuftur. 

يَوْمَ الْحَسْرَةِ  ifadesi, kıyamet gününden kinayedir.

يَوْمَ الْحَسْرَةِ  ifadesinden maksat hesap günüdür. Mücrimler o gün kaçırdıkları kurtuluş fırsatları için çok pişmanlık duyacakları için böyle isimlendirilmiştir. الْحَسْرَةِ ’daki  الْ  bu yönüyle ahdi zihni içindir. Bunun muzâfun ileyh yerine avz olarak gelmiş olması yani  يَوْمَ حَسْرَةِ الظّالِمِينَ (zulmedenlerin pişmanlık günü) manasında olması da caizdir. (Âşûr)

اِذْ  mazi manalı zaman zarfı,  الْحَسْرَةِ ’ye müteallıktır. 

Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan  قُضِيَ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. 

قُضِيَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Naib-i faili  الْاَمْرُۚ ’dur. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiile bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)

Cenab-ı Hakk'ın,  وَاَنْذِرْهُمْ [Sen onları uyar.] buyruğuna gelince bunun Hz.  Muhammed’e (sav), kendi zamanında yaşayan kimseleri inzâr etmekle alakalı bir emir olduğu hususunda bir şüphe yoktur. İnzâr, Allaha ibadeti bırakmaktan sakınmaları için ilâhi azaptan sakındırmak demektir. Hasret günü tabirine gelince bunun kıyamet günü olduğunda şüphe yoktur. Çünkü o günde cehennemliklerden çokça tehassür, nedamet ve hasret südur edecektir.” (Fahreddin er-Râzî)

اِذْ  zarfı  يَوْمَ ’den bedeldir. Yahut   حَسْرَةِ ’in zarfıdır. [Halbuki onlar gafletteler ve onlar iman etmezler]. Bu da  فيِ ضلالٍ مُبينَ e bağlı haldir, aralarındaki de itiraz cümlesidir ya da  اَنْذِرْهُمْ ’e bağlı haldir yani ; غاَفِلِينَ غَيْرَ مُئومِنِينَ  demektir. O zaman illet manası içeren bir hal olur. (Beyzâvî)

 

وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

 

وَ  haliyyedir.  هُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur. Hal cümleleri tetmim ıtnâbıdır. Mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Zamandan bağımsız, sübut ifade eder.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Haber mahzuftur. Car mecrur  ف۪ي غَفْلَةٍ , mahzuf bir habere müteallıktır.

ف۪ي غَفْلَةٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  غَفْلَةٍ , içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü gaflet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Gafletteki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

غَفْلَةٍ ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.

ف۪ي غَفْلَةٍ  [Gaflet içinde] ifadesi de  ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ [apaçık bir sapma]  ifadesi ile ilişkilidir. Bu görüş Hasan-ı Basrî’den nakledilmiştir. [Onları uyar] ifadesi ara cümledir. Ya da ‘gaflet içinde’ ifadesi ‘onları uyar’ ifadesi ile ilişkilidir ve anlam, “Onları bu hal üzere iken, gaflet içinde iman etmezlerken uyar.” şeklindedir. (Keşşâf)

Ayetin son cümlesi olan  وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ, hal cümlesine matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında manen ve lafzen ittifak vardır.

Müsnedin, menfi muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder.

Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.

Ayetteki  لَا يُؤْمِنُونَ  ifadesinin ism-i fail kalıbıyla değil de muzari siygasıyla gelmiş olması; söz konusu fiilin sürekliliğine ve zaman zaman tekrarlandığına delalet eder. (Âşûr)

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هُمْ  zamirinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Meryem Sûresi 40. Ayet

اِنَّا نَحْنُ نَرِثُ الْاَرْضَ وَمَنْ عَلَيْهَا وَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ۟  ...


Şüphesiz yeryüzüne ve onun üzerindekilere biz varis olacağız, biz! Ancak bize döndürülecekler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا ancak biz
2 نَحْنُ biz
3 نَرِثُ varis oluruz و ر ث
4 الْأَرْضَ dünyaya ا ر ض
5 وَمَنْ ve bulunanlara
6 عَلَيْهَا onun üzerinde
7 وَإِلَيْنَا ve bize
8 يُرْجَعُونَ döndürülürler ر ج ع

اِنَّا نَحْنُ نَرِثُ الْاَرْضَ وَمَنْ عَلَيْهَا وَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

نَحْنُ نَرِثُ  cümlesi  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  نَرِثُ الْاَرْضَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

نَرِثُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.

الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl, atıf harfi  وَ ’la  الْاَرْضَ ’ya matuf olup mahallen mansubdur.  عَلَيْهَا  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir.  اِلَيْنَا  car mecruru  يُرْجَعُونَ ’ye müteallıktır.  

يُرْجَعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul muzari fiildir. Zamir olan  و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اِنَّا نَحْنُ نَرِثُ الْاَرْضَ وَمَنْ عَلَيْهَا وَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ۟

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil cümlesidir.  اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَحْنُ , fasıl zamiridir.  اِنَّ ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

Hakikatte  الإرْثِ ; ölen kişinin malının ondan sonraki mirasçılarına kalmasıdır. Burada ise, kişinin ortağı olmaksızın bir şey üzerindeki tasarruf hakkını (mutlak anlamda) elinde bulundurması anlamında mecaz olarak kullanılmıştır. (Âşûr)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi, fasıl zamiri ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle dört katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

نَحْنُ نَرِثُ الأرْضَ  ayetindeki fasıl zamiri ise yalnızca tekid manasında olup tahsis manası içermemektedir. (Âşûr)

الْاَرْضَ ‘ya tezâyüf nedeniyle atfedilen müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır.  عَلَيْهَا , mahzuf sıla cümlesine müteallıktır.

وَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ۟  cümlesi istînâf cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Faide-i haber inkârî kelamdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Cümlede car mecrur, amili olan  يُرْجَعُونَ۟ ’ye takdim edilmiştir. 

Bu takdim kasr ifade etmiştir. Yani bizden başkasına dönecek değilsiniz demektir. (Âşûr)  اِلَيْنَا  maksûrun aleyh/mevsuf,  يُرْجَعُونَ۟  maksûr/sıfat olmak üzere kasr-ı sıfat, ale’l-mevsûftur. Ayetin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.  يُرْجَعُونَ  fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir. Fiil, bize döndürmekle kalmaz, gereken cezayı veririz manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

يُرْجَعُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Naib-i fail  وَ ’dır.

Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)

Cenab-ı Hak, [Şüphe yok ki arza ve onun üzerinde bulunan kimselere biz varis olacağız buyurmuştur.] Yani “Bütün bu işler, zararın ve faydanın ancak Allah'a ait olduğu hakikatine varıp dayanır.” demektir. Onlar ancak bize döndürüleceklerdir Yani “bizim hükmümüzün ve yargılamamızın ifa edildiği yere” demektir. Çünkü Allah Teâlâ, kendisine ulaşılacak olan bir mekândan münezzehtir. Bu, asiler için büyük bir korkutma ve etkili bir caydırmadır. (Fahreddin er-Râzî)

Surenin başından beri ve buradan da sonuna kadar ayetler, hep elif fasılasıyla biterken, surenin bu bölümünde yalnız yedi ayet “Nûn ve Mim” fasılasıyla işlenmiş bir çerçeve içine alınmıştır. Bu da gösterir ki bu ayetler, bu surenin asıl maksadını anlatan karar mahiyetindeki ayetlerdir. (Elmalılı)


Meryem Sûresi 41. Ayet

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِبْرٰه۪يمَۜ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ  ...


Kitap’ta İbrahim’i de an. Gerçekten o, son derece dürüst bir kimse, bir peygamber idi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاذْكُرْ an (hatırla) ذ ك ر
2 فِي
3 الْكِتَابِ Kitapta ك ت ب
4 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’i
5 إِنَّهُ gerçekten o
6 كَانَ idi ك و ن
7 صِدِّيقًا çok doğru ص د ق
8 نَبِيًّا bir peygamber ن ب ا
Meryem sûresinin ikinci kıssasında Hz. Îsâ’nın tanrı değil, Allah’ın kulu ve resulü olduğu vurgulandıktan sonra, bu üçüncü kıssada da kendilerini, tevhid inancının temsilcisi ve Kâbe’nin bânisi olan Hz.İbrâhim’in soyundan saydıkları halde onun dinini terkederek putlara tapan Araplar’ın dikkati çekilmektedir. Kureyşliler Hz. İbrâhim’i dinî önderleri olarak kabul ediyor ve onun soyundan gelmekle iftihar ediyorlardı. Bununla beraber babası ve yakınlarının Hz. İbrâhim’e karşı uyguladıkları eziyet, işkence, yurdundan hicrete zorlanma gibi olumsuzlukları, Kureyşliler de İbrâhim’in yolunda olan Hz. Muhammed’e revâ görmüşlerdir. Hz. İbrâhim’e burada sadece nebî denilmiş olmakla birlikte, başka âyetlerde ona sahifeler gönderildiği ifade buyurulmuştur (bk. A‘lâ 88/18-19; Necm 53/36-37). Bu da onun hem nebî hem de resul olduğunu gösterir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 601-602

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِبْرٰه۪يمَۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اذْكُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir. 

فِي الْكِتَابِ  car mecruru  اِبْرٰه۪يمَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. 

اِبْرٰه۪يمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


 اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  كَانَ  ile başlayan cümle  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو’dir.  صِدّ۪يقاً  kelimesi  كَانَ nin haberi olup lafzen mansubdur.  نَبِياًّ  kelimesi  كَانَ nin ikinci haberi olup lafzen mansubdur.

نَبِياًّ  -  صِدّ۪يقاً  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِبْرٰه۪يمَۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Peygamber Efendimize emirle başlayan ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstînâfiyye  وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

الْكِتَابِ den kasıt Kur’an-ı Kerim’dir.

Hz. İbrahim (as), Arapların atasıdır. Onlar, onun şanının yüceliğini, dininin paklığını kabul ediyorlardı. Nitekim Cenab-ı Hak, [... babanız İbrahim’in dininde olduğu gibi.] (Hac Suresi, 78) ve [Kendini bilmeyenden başka kim İbrahim'in dininden yüz çevirir?] (Bakara Suresi, 130) buyurmuştur. Buna göre Cenab-ı Hak Araplara sanki şöyle demek istemiştir: “Eğer sizler atalarınızı taklit ediyor iseniz ki bu sizin, [‘‘Muhakkak ki biz atalarımızı bir ümmet üzere bulduk. Biz de hakikaten onların izlerine uymuşlarız.’’] (Zuhruf Suresi, 23) şeklindeki sözünüzden anlaşılmaktadır, sizin atalarınızın şereflisi ve en kıymetlisinin, Hz. İbrahim (as) olduğu da malumdur. O halde, putlara ibadeti terketme hususunda İbrahim’i (as) taklit ediniz.” (Fahreddin er-Râzî)


 اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ

 

Ayetin, İbrahim (as)’dan hal olan son cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş haberî isnaddır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesi olmasının yanında  اِنَّ  ile de tekid edildiğinden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانَ ’nin haberi olan  صِدّ۪يقاً  sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Sıfat-ı müşebbehe, “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55-90 Arapçada İsm-i Fâil ve İşlevleri)

اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ  cümlesi, tilavet esnasındaki zikrinin öneminden dolayı ta’lil konumunda bir cümledir. Bu cümle bedel ve mübeddel minhu arasında mu’teriza cümlesidir. Çünkü arkadan gelen ayetteki zaman ismi, İbrahim’den bedel olarak gelmiştir. Yani İbrahim’İn hallerinden özel olarak bunu zikret, çünkü onun en önemli hali inkarcı olan babasına verdiği sözdeki sıddıkiyetidir demektir. (Âşûr)

نَبِياًّ , ikinci haberdir.  كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu  belirtir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

El-İsfehânî  كَانَ ’nin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Cenab-ı Hakk'ın, buyruğundaki  كَانَ  kelimesine,  صار  (oldu, haline geldi) manası verildiği gibi  وُجِدَ  (... sıddîk ve nebi olarak bulundu) manası da verilmiştir. Yani “O, varoluşunun başlangıcından, son anına kadar sıddık ve masum olmakla vasf edilmistir, muttasıftır.” demektir. 

Hz. İbrahim’in hem sıddık hem de peygamber olduğunun zikredilmesi, herhalde sıddıklık vasfının peygamberlik vasfına tahsis edildiği vehminden şiddetle sakınmak için olmalıdır. Zira her peygamber, mutlaka sıddıktır. (Ebüssuûd)

صِدّ۪يق : Bu tabir Hz. İbrahim’in (as) son derece sadık ve doğru olduğunu ifade eder. Bu, âdeti doğruluk olan kimseler hakkında kullanılır. Çünkü bu kalıp, bu manayı ifade eder. Nitekim bazı fiilleri adet edinip onlara gönül vermiş kimseler için  رَجُلٌ خِمِّرٌ, Çok içki içen kimseye رَجُلٌ سِكِّر  çok sarhoş denir. (Fahreddin er-Râzî)

صِدّ۪يقاً نَبِياًّ  (Çok doğru) ifadesinde mübalağa sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)
Meryem Sûresi 42. Ayet

اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْن۪ي عَنْكَ شَيْـٔاً  ...


Hani babasına şöyle demişti: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ hani
2 قَالَ demişti ki ق و ل
3 لِأَبِيهِ babasına ا ب و
4 يَا أَبَتِ babacığım ا ب و
5 لِمَ niçin?
6 تَعْبُدُ tapıyorsun ع ب د
7 مَا şeylere
8 لَا
9 يَسْمَعُ işitmeyen س م ع
10 وَلَا ve
11 يُبْصِرُ görmeyen ب ص ر
12 وَلَا ve
13 يُغْنِي yararı olmayan غ ن ي
14 عَنْكَ sana
15 شَيْئًا hiçbir ش ي ا
Bu âyetler, evlâdın ana babaya karşı tavrının nasıl olması gerektiğini göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Hz. İbrâhim, babası Âzer’e her sözünün başında “babacığım” diye hitap etmekte, –ilerideki âyetlerden anlaşılacağı üzere– babası müşrik olmasına, kendisine karşı son derece kaba ve tehditkâr ifadeler kullanmasına rağmen ona karşı saygıda kusur etmediği görülmektedir. Âyetlerden aynı zamanda küçüğün de büyüğe öğüt verebileceği ve din konusunda insanları doğru yola iletecek gerçek bilginin ilâhî vahiy olduğu anlaşılmaktadır. 44. âyette, Allah’ın emrine aykırı olmasına rağmen şeytanın emrine itaat etmek, “ona tapma” olarak değerlendirilmiştir. Kur’an akla, hakikate ve ahlâka aykırı olan her türlü hareketi şeytanî olarak; ve şeytanî sâiklere teslimiyet yönünde ortaya konan her bilinçli eylemi de “şeytana tapma” olarak tanımlamaktadır (Esed, II, 615; krş. Nisâ 4/117). 
 
İbrâhim’in babası için dua edeceği yönündeki vaadi, babasının inkârcı olarak öleceğini ve Allah düşmanı olduğunu öğrenmeden önce idi. Bu durumu öğrenince babasının affı için dua etmekten vazgeçti (bk. Tevbe9/114).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 602

اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْن۪ي عَنْكَ شَيْـٔاً

 

اِذْ  zaman zarfı olup  صِدّ۪يقاً نَبِياًّ ‘e müteallıktır.  قَالَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

لِاَب۪يهِ  car mecruru  قَالَ  fiiline müteallık olup harfle îrab olan beş isimden biri olup cer alameti  ي ’dır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَا  nida,  اَبَتِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur. Nidanın cevabı  لِمَ تَعْبُدُ ’dur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لِ  harf-i cer,  مَ  istifham ismi olup harf-i cerden dolayı elif mahzuftur. Car mecruru  تَعْبُدُ  fiiline müteallıktır.  تَعْبُدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَسْمَعُ dir. Îrabdan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْمَعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

لَا يُبْصِرُ  ve  لَا يُغْن۪ي  atıf harfi  وَ la makabline matuftur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُبْصِرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هوdir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُغْن۪ي  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

عَنْكَ  car mecruru  يُغْن۪ي  fiiline müteallıktır.  شَيْـٔاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يُغْن۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  غني ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de  fiilin mücerret manasını ifade eder.

اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْن۪ي عَنْكَ شَيْـٔاً

 

Ayete dahil olan zaman zarfı  اِذْ , önceki ayetteki  صِدّ۪يقاً ’a müteallıktır. Ya da önceki ayetteki İbrahim'den bedeldir. Yani:  اذكر خبر إبراهيم إذ قال (...dediği zaman İbrahim’in haberini hatırla) demektir.

Âşûr da İbrahim’de bedeli iştimal olduğu görüşündedir. (Âşûr)

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالَ لِاَب۪يهِ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli …يَٓا اَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ , nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Münada olan  اَبَتِ ‘nin muzâfun ileyhi olan  يَ , mahzuftur. Bu mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

اَبَتِ  kelimesindeki  تِ , izafet  ي 'sinden ivazdır, çünkü bedel ile kendisinden bedel yapılan kelime bir arada bulunamayacağı için  يَٓا أبتي  denilmez; bazen elif,  يَٓا ’dan bedel yapılarak  يا أبتا  denilir. Bu ifade yalnız yalvarmak için kullanılır, bunun içindir ki onu tekrar etmiştir. (Fahreddin er-Râzi, Âşûr)

Nidanın cevabı olan  لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp ikaz ve inkâr anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Çünkü İbrahim’in (as) amacı babasından bir cevap istemek değildir. 

لِمَ ; harf-i cer olan  لِ  ve istifham harfi  مَا dan oluşmuştur. Harf-i cer dahil olduğu için  مَا ’daki elif hazf olmuştur.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا nın sılası olan  لَا يَسْمَعُ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَلَا يُبْصِرُ  ve  وَلَا يُغْن۪ي عَنْكَ شَيْـٔاً  cümleleri sıla cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.

شَيْـٔاً ’deki tenvin kıllet ve herhangi bir anlamında nev ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre umuma işarettir.

يُبْصِرُ  ve  يُغْن۪ي  fiilleri,  اِفعال  babındadır. Cümlelerdeki nefy harfi, olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır.

Hz. İbrahim'in, babasının tabi olduğu şeylerin özelliklerini sıralaması, taksim sanatı üslubudur.

Bu ayettteki ifadeler kavminin yıldızlara tapma konusundaki cehaletini ifade eden bir tarîzdir. (Zuhaylî)

يَسْمَعُ - يُبْصِرُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  اَبَتِ  - اَب۪يهِ  arasında cinası iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  لَا ların tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Ayetteki birinci  مَا  istifham harfi, ikinci  مَا  ism-i mevsûldür. Aralarında tam cinas sanatı ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Meryem Sûresi 43. Ayet

يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي قَدْ جَٓاءَن۪ي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ فَاتَّبِعْن۪ٓي اَهْدِكَ صِرَاطاً سَوِياًّ  ...


“Babacığım! Doğrusu, sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy ki seni doğru yola ileteyim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَبَتِ babacığım ا ب و
2 إِنِّي bana
3 قَدْ elbette
4 جَاءَنِي bana geldi ج ي ا
5 مِنَ
6 الْعِلْمِ bir bilgi ع ل م
7 مَا
8 لَمْ
9 يَأْتِكَ sana gelmeyen ا ت ي
10 فَاتَّبِعْنِي bana uy ت ب ع
11 أَهْدِكَ seni ileteyim ه د ي
12 صِرَاطًا bir yola ص ر ط
13 سَوِيًّا düzgün س و ي

يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي قَدْ جَٓاءَن۪ي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ 

 

يَا  nida,  اَبَتِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur. Nidanın cevabı  اِنّ۪ي قَدْ جَٓاءَن۪ي dir.  

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

ي  mütekellim  zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  قَدْ جَٓاءَن۪ي مِنَ الْعِلْمِ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır.

Mütekellim zamir  ي  mukaddem mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنَ الْعِلْمِ  car mecruru  جَٓاءَن۪ي  fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يَأْتِكَ dir. Îrabdan mahalli yoktur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

يَأْتِكَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


  فَاتَّبِعْن۪ٓي اَهْدِكَ صِرَاطاً سَوِياًّ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن شئت الهداية فاتبعني (Hidayete ermek istiyorsan bana tabi ol.) şeklindedir.

اتَّبِعْن۪ٓي  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır.

Mütekellim zamir  ي  mukaddem mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

فَ  karinesi olmadan gelen  اَهْدِكَ  cümlesi talebin cevabı olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. 

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

صِرَاطاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَوِياًّ  kelimesi  صِرَاطاً ın sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)     

فَاتَّبِعْن۪ٓي  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي قَدْ جَٓاءَن۪ي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ

 

İsti’naf cümlesidir. Nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Münada olan  اَبَتِ ’de muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri mahzuftur. Bu mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. 

اَبَتِ  kelimesindeki  تِ , izafet  ي 'sinden ivazdır, çünkü bedel ile kendisinden bedel yapılan kelime birarada bulunamayacağı için  يَٓا أبتي  denilmez; bazen elif,  يَٓا ’dan bedel yapılarak  يا أبتا  denilir. Bu ifade yalnız yalvarmak için kullanılır, bunun içindir ki onu tekrar etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Nidanın cevabı olan  اِنّ۪ي قَدْ جَٓاءَن۪ي مِنَ الْعِلْمِ  cümlesi  اِنَّ  ve  قَدْ  ile  tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade etmiştir.

İnkârî kelam üslubuyla söylediği bu sözler, babasının inkârının derecesini ve babasını ikna etmeyi çok istediğini gösterir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve  قَدْ  tekid harfi olmak üzere birden çok tekid unsuru taşıması sebebiyle bu ve benzeri cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

جَٓاءَن۪ي  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا nin sılası olan …لَمْ يَأْتِكَ , menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Car mecrur  مِنَ الْعِلْمِ , ihtimam gereği faile takdim edilmiştir.

قَدْ جَٓاءَن۪ي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ  [Bana, sana gelmeyen bir bilgi gelmiştir.] ifadesinde, İbrahim’in (as) ilminin yenilendiği anlamı bulunmaktadır. (Keşşâf)

Bu ayetler, dinleyicinin şefkat duygularını harekete geçirmektedir. İbrahim (as), babasına nasihat etmek ve onu içinde bulunduğu yanlıştan kurtarmak istediği için kibar, yumuşak ve edepli davranmakla birlikte sözlerini de çok güzel bir şekilde tertip etmiştir. Sevgi ve saygı içeren ‘’Babacığım!’’  ifadelerinin tekrarlandığı bu ayetlerde de istidrâc vardır. (İbnu’l Esîr)


فَاتَّبِعْن۪ٓي اَهْدِكَ صِرَاطاً سَوِياًّ

 

فَ  rabıtadır. Bu cümleden önce mahzuf bir şart olduğuna işaret eder. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  اتَّبِعْن۪ٓي اَهْدِكَ صِرَاطاً سَوِياًّ  cümlesi, takdiri …إن أردت الهداية  [hidayete ermek istersen] olan mahzuf şartın cevabıdır.

Mahzuf şart ve mezkür cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فَ  karinesi olmadan gelen  اَهْدِكَ صِرَاطاً سَوِياًّ  cümlesi, mukadder şartın cevabı,  müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mukadder şart ve cevap cümlesinden oluşan bu terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَهْدِكَ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  صِرَاطاً ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.  سَوِياًّ  kelimesi  صِرَاطاً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

صِرَاطاً سَوِياًّ  tabirinde istiare vardır.  صِرَاط  kelimesi ‘yol’ demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din (ihlaslı olmak) yola benzetilmiştir. Müşebbeh (din) hazf edilmiş müstearun minh (sırat) zikredilmiştir. Tasrihî istiâredir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

جَٓاءَن۪يلَمْ يَأْتِكَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb,  جَٓاءَن۪ي - يَأْتِكَ  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Meryem Sûresi 44. Ayet

يَٓا اَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ عَصِياًّ  ...


“Babacığım! Şeytana tapma! Çünkü şeytan Rahmân’a isyankâr olmuştur.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَبَتِ babacığım ا ب و
2 لَا
3 تَعْبُدِ tapma ع ب د
4 الشَّيْطَانَ şeytana ش ط ن
5 إِنَّ çünkü
6 الشَّيْطَانَ şeytan ش ط ن
7 كَانَ ك و ن
8 لِلرَّحْمَٰنِ Rahman’a ر ح م
9 عَصِيًّا isyan etmiştir ع ص ي

يَٓا اَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَۜ 

 

يَا  nida,  اَبَتِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur. Nidanın cevabı  لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَۜ dır. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَعْبُدِ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

الشَّيْطَانَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


  اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ عَصِياًّ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  الشَّيْطَانَ  kelimesi  اِنَّ nin ismi olup lafzen mansubdur.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs, mebni fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ nin ismi müstetir olup takdiri هو dir.

لِلرَّحْمٰنِ  car mecruru  عَصِياًّe müteallıktır.  عَصِياًّ  kelimesi  كَانَ nin haberi olup lafzen mansubdur.

يَٓا اَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَۜ 

 

İsti’naf cümlesidir. Hz. İbrahim'in babasına söylediklerinin devamıdır. Nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Münada olan  اَبَتِ ’de muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri mahzuftur. Bu mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

اَبَتِ  kelimesindeki  تِ , izafet  ي 'sinden ivazdır, çünkü bedel ile kendisinden bedel yapılan kelime birarada bulunamayacağı için يَٓا أبتي  denilmez; bazen elif,  يَٓا ’dan bedel yapılarak  يا أبتا  denilir. Bu ifade yalnız yalvarmak için kullanılır, bunun içindir ki onu tekrar etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Nidanın cevabı olan  لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Âzer'in inancının batıl olduğunu ortaya koymada dayanılan hüccet, Hz. İbrahim’in ta ilk baştan söylediği ‘’İşitmez, görmez, sana hiçbir faydası olmaz şeylere niçin tapıyorsun’’, şeklindeki sözüdür. Sonraki sözleri ise bir korkutma (ikâz) ve onu o delillere sevk edecek (anlamasını sağlayacak) bir işaret gibidir. (Fahreddin er-Râzî)

 

 اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ عَصِياًّ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayetin  إنَّهُ كانَ لِلرَّحْمَنِ عَصِيًّا  şeklinde zamir yerine şeytanın isminin açıkça gelişi; haberin müsnedün ileyhe isnadını açıklamak ve muhatapta şeytana karşı olan nefreti artırmak içindir. Çünkü ismin açık bir şekilde zikredilişi onun iticiliğine dikkat çekilmesini sağlar ve bizatihi cümlenin kendisi başlı başına bir öğüt ve uyarı olur. (Âşûr)

اِنَّ ’nin haberi;  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Car mecrur olan  لِلرَّحْمٰنِ , ihtimam için amili  كَانَ ’nin haberi  عَصِياًّ e takdim edilmiştir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şeytanın diğer cinayetleri içinden Rabbine isyanı; zikre tahsis edilmiş, çünkü hepsinin temeli odur. Yahut onun isyanı, Hz. Âdem ile zürriyetine olan düşmanlığının neticesi olduğu içindir. Bu itibarla Hz. İbrahim'in bunu hatırlatması, babasının, şeytanın dostluk ve itaatinden kaçınmasını gerektirmektedir. Ayette Rahman isminin zikredilmesi, şeytanın isyanının şenaatini, göstermek, içindir. (Ebüssuûd)

İbrahim (as) bu dört nasihatin her birinin başında “Babacığım” ifadesine yer vermiş, böylece ona yaklaşmak, onun şefkatini uyandırmak istemiştir. (Keşşâf)

رَّحْمٰنِ  -  الشَّيْطَانَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

عَصِياًّ - الشَّيْطَانَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Meryem Sûresi 45. Ayet

يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِياًّ  ...


“Babacığım! Doğrusu ben, sana, çok esirgeyici Rahmân tarafından bir azabın dokunmasından, böylece şeytana bir dost olmandan korkuyorum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَبَتِ babacığım ا ب و
2 إِنِّي elbette ben
3 أَخَافُ korkuyorum خ و ف
4 أَنْ diye
5 يَمَسَّكَ sana dokunacak م س س
6 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
7 مِنَ -dan
8 الرَّحْمَٰنِ Rahman- ر ح م
9 فَتَكُونَ o zaman olursun ك و ن
10 لِلشَّيْطَانِ şeytanın ش ط ن
11 وَلِيًّا dostu و ل ي

يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِياًّ

 

يَا  nida,  اَبَتِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur. Nidanın cevabı  اِنّ۪ٓي اَخَافُ dur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اَخَافُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَمَسَّكَ  mansub muzari fiildir.  عَذَابٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

مِنَ الرَّحْمٰنِ  car mecruru  عَذَابٌ  mahzuf sıfatına müteallıktır.  

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَكُونَ  mansub muzari fiildir.  تَكُونَ nin ismi müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

لِلشَّيْطَانِ  car mecruru  وَلِياًّ e müteallıktır.  وَلِياًّ  kelimesi  تَكُونَ nin haberi olup lafzen merfûdur.

يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِياًّ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümlede Hz. İbrahim'in babasına nasihatleri devam etmektedir. 

Münada olan  اَبَتِ ’de muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri mahzuftur. Bu mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

اَبَتِ  kelimesindeki  تِ , izafet  ي 'sinden ivazdır, çünkü bedel ile kendisinden bedel yapılan kelime birarada bulunamayacağı için يَٓا أبتي  denilmez; bazen elif,  يَٓا ’dan bedel yapılarak  يا أبتا  denilir. Bu ifade yalnız yalvarmak için kullanılır, bunun içindir ki onu tekrar etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Nidanın cevabı olan …اِنّ۪ٓي اَخَافُ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنّ۪ٓ ’nin haberi  اَخَافُ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, hükmü takviye, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki …يَمَسَّكَ عَذَابٌ  cümlesi, masdar teviliyle  اَخَافُ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَذَابٌ  kelimesindeki tenvin tazim ve taklil ifade eder. (Âlûsî)

يَمَسَّكَ عَذَابٌ  tabirinde istiare vardır. Azap kendi başına hareket etmez. İnsana ait bir özellik azaba isnad edilmiştir. Meknî istiaredir.

Bu ayet-i kerimede  عَذَابٌ  kelimesinin nekre gelmesi azabın büyüklüğünü, korkunçluğunu ifade eder. Öyle bir azap ki kelimelerle tarif edilemez demektir. Burada bu azamet,  مَسَّ  (dokundu, değdi) ve  الرَّحْمٰنِ  (rahmeti bol olan) kelimeleriyle çelişmez. Çünkü Rahman’ın azabı daha şiddetli ve korkunç olur. Nitekim  لَمَسَّكُمْ ف۪ي مَٓا  اَفَضْتُمْ ف۪يهِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۚ (Nur Suresi, 14) ayetinde yine  مَسَّ  ile  عَذَابٌ عَظ۪يمٌۚ  bir arada zikredilmiştir.

Zemahşerî de bu ayet-i kerimedeki  عَذَابٌ  kelimesinin nekre oluşunun azlık ifade ettiğini zikretmiştir. Çünkü babasıyla konuşurken edebe riayet etmek için babasının uğrayacağı şiddetli azabı sıfatsız ve nekre getirmiştir. Bir taraftan da  اَخَافُ  (korkuyorum) demiştir.  مَسَّ  kelimesi de musibetin dokunduğunu ifade eden, dolayısıyla da azabı hafifleten bir kelimedir. Azabın merhameti ifade eden  الرَّحْمٰنِ  sıfatına izafe edilmesi de yine azabı hafifleten diğer bir durumdur. Dolayısıyla buradaki azabın nekre oluşu azabın azlığına delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayet-i kerimede İbrahim (as) babasını sadece Allah'a ibadet etmeye davet edip şeytan ve avanesine kulluk etmesi sebebiyle Allah’ın azabına uğramasından korktuğunu ifade ederken babasına duyduğu şefkate ve edebe uygun, son derece latif bir üslup kullanmıştır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 

- Dikkatini çekmek için babasına nida ederken nefislerin hoşuna giden “Ey babacığım” şeklinde hitap etmiştir. Böylece babalık duygularını harekete geçirmiştir. 

- Daha sonra babasının başına gelecek azabı ‘’korkuyorum’’ şeklinde ifade ederken bu korkunç olayı hafifletmiştir. Başına gelmeme ihtimali varmış gibi bir ifadeyi tercih etmiştir. Bu şekil, azabın katiyetini ifade etmede en hafif üsluptur. 

- ‘Dokunmak’ fiili de azabı hafifleten bir fiildir. Çünkü dokunmak; azabın şiddetini hissettirecek en hafif fiildir. 

- Azap kelimesinin nekre oluşu taklîl içindir. 

- Bunun Rahman ismine izafe edilmesi ise yine olayı hafifleten başka bir etkendir. Çünkü Rahman olanın azap etmesi, suçun çok büyük olduğuna delalet eder. Bir taraftan da rahmetin azabı azaltacağına işarettir. İşte bütün bunlar dolayısıyla bu uyarı, babayla olan hüsn-ü muameleye uygun, şefkat ve merhamet ifade eden son derece latif bir ikaz olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Ayetin son cümlesi  فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِياًّ , sılaya matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hz. İbrahim’in bu cümlede kullandığı üslup, söylediğinin gerçekliğinin delilidir.

فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِياًّ  sözündeki şeytanın yakını olmak, ebedi lanete uğramakta onun arkadaşı olmak demektir. (Ebüssuûd)

Çünkü  كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi subut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir. Ayrıca  كَانَ ’nin muzari sıygada gelmesi durumun teceddütüne işarettir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

Car mecrur  لِلشَّيْطَانِ , amili  كَانَ ’nin haberi  وَلِياًّ e ihtimam için takdim edilmiştir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Meryem Sûresi 46. Ayet

قَالَ اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي يَٓا اِبْرٰه۪يمُۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ لَاَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْن۪ي مَلِياًّ  ...


Babası, “Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 أَرَاغِبٌ yüz mü çeviriyorsun? ر غ ب
3 أَنْتَ sen
4 عَنْ -dan
5 الِهَتِي benim tanrılarım- ا ل ه
6 يَا إِبْرَاهِيمُ İbrahim
7 لَئِنْ eğer
8 لَمْ
9 تَنْتَهِ vazgeçmezsen ن ه ي
10 لَأَرْجُمَنَّكَ andolsun seni taşlarım ر ج م
11 وَاهْجُرْنِي benden ayrıl, git ه ج ر
12 مَلِيًّا uzun süre م ل و

قَالَ اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي يَٓا اِبْرٰه۪يمُۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir. Mekulü’l-kavli,  اَرَاغِبٌ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifham harfidir.  رَاغِبٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. Munfasıl zamir  اَنْتَ  ism-i fail olan  رَاغِبٌ un faili olarak mahallen merfûdur.  

عَنْ اٰلِهَت۪ي  car mecruru  رَاغِبٌ ’a müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَٓا  nida harfi,  اِبْرٰه۪يمُ  münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.

رَاغِبٌ  kelimesi sülasisi mücerredi  رغب olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ لَاَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْن۪ي مَلِياًّ

 

لَ  harfi mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَنْتَهِ۬  şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  لَاَرْجُمَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا dir. Sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

وَ  atıf harfidir.  اهْجُرْن۪ي  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَلِياًّ  zaman zarfı,  اهْجُرْن۪ي  fiiline müteallıktır.

تَنْتَهِ۬  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  نهي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

قَالَ اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي يَٓا اِبْرٰه۪يمُۚ 

 

İstînâf cümlesi olarak fasılla gelen bu ayetin fasıl sebebi şibhi kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي يَٓا اِبْرٰه۪يمُۚ , Hz. İbrahim’in babasının sözleridir. Soru hemzesinin dahil olduğu isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

رَاغِبٌ  mukaddem haberdir. İstifham hemzesinin dahil olduğu nekra ismin mübteda olması da caizdir. Munfasıl zamir  اَنْتَ , muahhar mübtedadır.

Car mecrur  عَنْ اٰلِهَت۪ي , mukaddem haber  رَاغِبٌ ’a müteallıktır.  رَاغِبٌ ’un ism-i fail olması, müteallık almasını mümkün kılmıştır.

Bu ayet-i kerimedeki hemze tasavvur hemzesidir. Muhatabın zekâsına güvenerek muadil hazf edilmiştir. Allahu a’lem takdir şöyledir:  اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي أمْ رَاغِبٌ فيها (Sen bizim ilahlarımızdan yüz mü çeviriyorsun yoksa onlara rağbet mi ediyorsun?). Tabi bu hemzenin tasdik hemzesi olma ihtimali de vardır. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَٓا اِبْرٰه۪يمُۚ  nidası, itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.  Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.

İstifham edatı hemze bu ayette, Hz. İbrahim’in putlara tapmaması sebebiyle hayret ifade etmek üzere hakiki anlamından çıkarak belâgî manalarından biri olan taaccüp anlamında kullanılmıştır. 

Beyzâvî, istifhamın bu taaccüp anlamını şöyle ifade eder: “Hz.İbrahim, babasını hak dine davet ederken son derece nazik ve yumuşak bir üslup kullandığı halde babası ona kabalık ve sertlikle cevap verdi ve daveti kabul etmemek için aşırı inat gösterdi. Onun, her sözünün başında  يَٓا اَبَتِ  [Ey babacığım!] ifadesini kullanmasına karşın babası  يا بُنيّ  (Ey oğulcuğum) demedi ve ona adıyla seslendi. Üstelik adını da cümlenin sonunda zikretti. Haberi başa aldı ve soru edatı olan hemzeyi ondan önce getirdi. Bütün bunları putlardan yüz çevirmesini yadırgadığını taaccübî bir ifadeyle ortaya koyma gayesiyle yaptı. Sanki akıllı kimse putlara ibadetten yüz çevirmezmiş gibi. Sonra tehditle şöyle dedi: [‘’Eğer (tanrılarım hakkındaki konuşmandan yahut onlardan yüz çevirmenden) vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım; şimdi uzun bir süre gözüme görünme!’’] (Meryem Suresi, 46)

Dipnot: Hz. İbrahim ve müşrik babası arasında cereyan eden bu diyalog çocukların ana babaya karşı -müşrik de olsalar- nasıl bir tutum içerisinde olmaları gerektiğini göstermesi bakımından önemlidir. Zira Hz. İbrahim babasını irşat ederken her sözüne “babacığım” diye başlamakta, onun ağır ve tehditkâr ifadelerine karşılık ona saygıda asla kusur etmemekte, bütün kötülüklerine rağmeَn  سَلَامٌ عَلَيْكَۚ  diyerek onunla vedalaşmaktadır. 

Filhakika, Bir peygamberin babasının müşrik olamayacağı görüşleri de sabit olduğundan, Âzer’in, Hz. İbrahim’in babası olmayıp baba diye hitap ettiği bir amcası olabileceği düşünülebilir. Âzer’in Hz. İbrahim’e “oğlum/yavrucuğum” diye hitapta bulunmaması da bu görüşe bir karîne teşkil eder. (Tez okumam esnasında hocam Prof. Dr. Nasrullah Hacımüftüoğlu’nun ilave ettiği yorumdur.) (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı, Nahl Suresi 48)


 لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ لَاَرْجُمَنَّكَ 

 

Mekulü’l-kavle dahil istînâf cümlesidir.  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إنْ  şart harfidir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Şart cümlesi olan  لَمْ تَنْتَهِ۬  menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَاَرْجُمَنَّكَ  cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır.  لَ  ve nun-u sakîle ile tekid edilmiş mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Kasemin cevabının delaletiyle, şartın cevabı hazf edilmiştir. Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mezkur şart ve mukadder cevap cümlesinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Ebu Müslim (ra) şöyle der: “Bundan kastedilen, taşlayıp öldürmektir. Fakat bu bazan mecazî olarak tard etmek, uzaklaştırmak, kovmak manasında da kullanılır. Babasının bu sözle kovma manasını kastettiğine, onun ‘uzun bir müddet benden ayrıl, git’ şeklindeki sözü de delalet etmektedir.” (Fahreddin er-Râzî) 

 

وَاهْجُرْن۪ي مَلِياًّ

 

لَاَرْجُمَنَّكَ  sözüne sebep olan mukadder bir cümleye matuftur. Takdiri; …فاحذرني  (Beni uyar) şeklindedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

مَلِياًّ  uzun zamana işaret eden zaman zarfıdır. Kelimedeki tenvin, kesret ifade ediyor olabilir.
Meryem Sûresi 47. Ayet

قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَۚ سَاَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ كَانَ ب۪ي حَفِياًّ  ...


İbrahim, şöyle dedi: “Esen kal! Senin için Rabbimden af dileyeceğim. Şüphesiz O, beni nimetleriyle kuşatmıştır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 سَلَامٌ selam س ل م
3 عَلَيْكَ sana
4 سَأَسْتَغْفِرُ mağfiret dileyeceğim غ ف ر
5 لَكَ senin için
6 رَبِّي Rabbimden ر ب ب
7 إِنَّهُ çünkü O
8 كَانَ ك و ن
9 بِي bana
10 حَفِيًّا çok lutufkardır ح ف و

قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَۚ 

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. Mekulü’l-kavli,  سَلَامٌ عَلَيْكَۚ dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

سَلَامٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  عَلَيْكَ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütallıktır.


 سَاَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبّ۪يۜ 

 

سَاَسْتَغْفِرُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. اَسْتَغْفِرُ  merfû muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  أنا dir.  لَكَ  car mecruru  اَسْتَغْفِرُ  fiiline müteallıktır.

رَبّ۪ي  mef’ûlün bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَسْتَغْفِرُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi غفر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


اِنَّهُ كَانَ ب۪ي حَفِياًّ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamir  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ nin ismi müstetir olup takdiri هوdir. 

ب۪ي  car mecruru  حَفِياًّ e müteallıktır. 

حَفِياًّ  kelimesi  كَانَ nin haberi olup lafzen mansubdur.

قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mekulü’l -kavl, Hz. İbrahim'in babasına verdiği cevaptır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَلَامٌ عَلَيْكَۚ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ve devam ifade eden isim cümlesinde, îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَيْكَۚ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır. Nekra gelen mübteda  سَلَامٌ , selamın tamamına ve kemâline işaret içindir. Şöyle demiş gibidir: ‘’Tam ve kemâl sıfat senin üzerinedir.’’ 


 سَاَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبّ۪يۜ 

 

Mekulü’l-kavle dahil istînâf cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Fiile dahil olan  سَ , istikbale işaret eden tekid harfidir.

لَكَ ; babası için özellikle istiğfar edeceğini bildirmekte acele ettiğini gösterir.

رَبّ۪ي  izafetinde Rabb sıfatı mütekellim zamirine, şereflendirmek, gerçek ibadet, dua ve iltica edilecek Rabbin, zararı ve faydası dokunmayan Azer’in taptığı putlar değil, İbrahim’in (as) Rabbi olduğunu bildirmek maksadıyla izafe edilmiştir.

رَبّ۪ي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. İbrahim, şan ve şeref kazanmıştır. 

Vaat  سَ ’le tekid edilmiştir. Vaat ve vaîd (tehdit) ifadesine dahil edilen  سَ  manayı tespit ve tekid eder.


 اِنَّهُ كَانَ ب۪ي حَفِياًّ

 

Fasılla gelmiş ta’liliyye hükmündeki cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ifade eden bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ب۪ي حَفِياًّ , nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Car mecrur  ب۪ي , amili olan  حَفِياًّ ’e takdim edilmiştir. Bu takdim ihtimam içindir.

Car mecrur  ب۪ي , Allah Teâlâ'nın kerîm olduğunun lâzımını beyan ve fasılaya riayet için  كَانَ  olan haber,  حَفِياًّ  kelimesinin önüne geçmiştir.

حَفِي , fe’îl vezninde mübalağa sıygasında bir lafızdır. Allah Teâlâ'nın lütfunun ve ona olan kereminin, onun mekânının beyanında mübalağaya delalet eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 201)

 اِنَّهُ كَانَ ب۪ي حَفِياًّ  cümlesi; İbrahim aleyhisselam’ın, babasının Allah’a şirk koşmaktan vazgeçip tevhid üzere doğru yola ermesi için mağfiret ümidiyle babası için istiğfar edeceğini vaadettiği duaya talil olarak gelmiştir. (Âşûr)
Meryem Sûresi 48. Ayet

وَاَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَاَدْعُوا رَبّ۪يۘ عَسٰٓى اَلَّٓا اَكُونَ بِدُعَٓاءِ رَبّ۪ي شَقِياًّ  ...


“Sizi ve Allah’tan başka taptıklarınızı terk ediyor ve Rabb’ime ibadet ediyorum. Rabbime ibadet etmekle de mutsuz olmayacağımı umuyorum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَعْتَزِلُكُمْ sizden ayrılıyorum ع ز ل
2 وَمَا ve
3 تَدْعُونَ yalvardıklarınızdan د ع و
4 مِنْ
5 دُونِ başka د و ن
6 اللَّهِ Allah’tan
7 وَأَدْعُو ve yalnız yalvarıyorum د ع و
8 رَبِّي Rabbime ر ب ب
9 عَسَىٰ umarım ki ع س ي
10 أَلَّا
11 أَكُونَ olmam ك و ن
12 بِدُعَاءِ yalvarmakla د ع و
13 رَبِّي Rabbime ر ب ب
14 شَقِيًّا bahtsız ش ق و

وَاَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَاَدْعُوا رَبّ۪يۘ عَسٰٓى اَلَّٓا اَكُونَ بِدُعَٓاءِ رَبّ۪ي شَقِياًّ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَعْتَزِلُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  وَ ’la  اَعْتَزِلُكُمْ ’deki zamire matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَدْعُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَدْعُونَ   fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَدْعُوا  fiili  atıf harfi وَ ’la  تَدْعُونَ ’ye matuftur.  اَدْعُوا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.

رَبّ۪ي  mef’ûlün bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

عَسٰٓى , terecci harfidir. Elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvelعَسٰٓى  fiilinin haberi olarak mahallen merfûdur.  

اَكُونَ  nakıs, mansub muzari fiildir.  اَكُونَ  ismi müstetir olup takdiri  أنا dir.

بِدُعَٓاءِ  car mecruru  شَقِياًّ ’e müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. 

رَبّ۪ي  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

شَقِياًّ  kelimesi  اَكُونَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.

وَاَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَاَدْعُوا رَبّ۪يۘ

 

Ayet önceki ayete matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَعْتَزِلُكُمْ  fiilindeki muhatap zamirine matuf olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

وَاَدْعُوا رَبّ۪يۘ  cümlesi …اَعْتَزِلُ  cümlesine matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبّ۪ي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. İbrahim şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfından destek almak isteğine işaretidir.


 عَسٰٓى اَلَّٓا اَكُونَ بِدُعَٓاءِ رَبّ۪ي شَقِياًّ

 

Beyanî istinaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Terecci harfi  عَسٰٓى ’nın dahil olduğu cümle, gayrı talebî inşâî isnaddır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki   لَّٓا اَكُونَ بِدُعَٓاءِ رَبّ۪ي شَقِياًّ  cümlesi, masdar teviliyle  عَسٰٓى  fiilinin haberi konumundadır.

Menfi nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu masdar-ı müevvel, faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. 

Cümlede car mecrur  بِدُعَٓاءِ , amili olan  شَقِياًّ ’e takdim edilmiştir. Bu takdim ihtimam içindir.

بِدُعَٓاءِ رَبّ۪ي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle mütekellim  zamirinin ait olduğu Hz. İbrahim, yine Rabb ismine muzâf olduğu için  دُعَٓاءِ , şan ve şeref kazanmıştır.

مَا تَدْعُونَ  yerine mabud olma şartlarından birinin de zor zamanlarda davete ve hitaba layık olmak olduğuna işaret etmek için  آلهتكم  tabiri tercih edilmemiştir. Gayrı âkili ifade eden tabirde onları ve ibadet ettiklerini küçük görme, onların sahte ilâhlarını tahkir vardır. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 205)

رَبّ۪ي  izafetinde kendine ait zamiri kullanması; onlar arasında Sadece bir olan Allah’a tapan tek kişi olduğuna işaret eder. Rabb; onlar arasında sadece onun Rabbidir. Bu izafet burada izafî kasr ifade eder. Aynı zamanda Allah’ın rububiyetle övünme ve O’na izafe olmak dolayısıyla kendinin şerefine işaret eder. (Âşûr)

اَدْعُوا - تَدْعُونَ - دُعَٓاءِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları  رَبّ۪ي  lafzının tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Hz. İbrahim'in “Umulur ki Rabbime yapacağım dua sayesinde bedbaht olmam.” sözü, “Ben böyle olmayacağımı umuyorum.” demektir. O bu sözü tevazuundan ötürü söylemiştir ve tıpkı onun [‘’Allah'ın kıyamet günü kusurlarımı affedeceğini umarım’’] (Şuara Suresi, 82) demesi gibidir. Hz. İbrahim'in, Allah'a karşı alabildiğine mütevazi olmasına rağmen ‘’şaki olmam’’ demesinde, [“İşitmez, görmez, sana hiçbir faydası olmaz şeylere niçin tapıyorsun?”] (Meryem Suresi 42) sözünde de ifade ettiği gibi kavminin putlara dua etmek suretiyle içine düştükleri bedbahtlığa bir tariz vardır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Meryem Sûresi 49. Ayet

فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۙ وَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا نَبِياًّ  ...


İbrahim, onları da onların taptıklarını da terk edince, ona İshak ile Yakub’u bağışladık ve her birini peygamber yaptık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 اعْتَزَلَهُمْ onlardan ayrıldı ع ز ل
3 وَمَا ve
4 يَعْبُدُونَ onların taptıklarından ع ب د
5 مِنْ
6 دُونِ başka د و ن
7 اللَّهِ Allah’tan
8 وَهَبْنَا biz armağan ettik و ه ب
9 لَهُ ona
10 إِسْحَاقَ İshak’ı
11 وَيَعْقُوبَ ve Ya’kub’u
12 وَكُلًّا ve hepsini ك ل ل
13 جَعَلْنَا yaptık ج ع ل
14 نَبِيًّا peygamber ن ب ا
Tefsirci ve tarihçilerin açıklamalarına göre İbrâhim aleyhisselâm Allah yolunda hicret ederek önce Harran’a, sonra Filistin’e, buradan da Mısır’a gitmiştir. Mısır’dan tekrar Filistin’e dönmüş ve burada yerleşmiştir. Bu yolculukta eşi Sâre ile kardeşinin oğlu Hz. Lût ve Lût’un eşi de ona refakat etmişlerdir. Filistin’e döndükten sonra Lût ayrılarak daha güneyde Ürdün yöresindeki Sodom ve Gomore’ye yerleşmiş, Hz. İbrâhim ise Filistin’de kalmıştır. Burada kendisi ve eşi Sâre yaşlanmış oldukları halde Allah onlara oğulları İshak’ı lutfetti; daha sonra da torunları, yani İshak’ın oğlu Ya‘kub dünyaya geldi. Yüce Allah, bunlarla Hz. İbrâhim’in yalnızlığını giderdi ve bunları peygamberler kıldı. İsrâiloğulları’nın daha sonraki peygamberleri bunların soyundandır. Yüce bir peygamber olan ve Hicaz bölgesi Araplar’ının atası sayılan Hz. İsmâil Hz. İbrâhim’in ilk oğlu olup onun annesi Hacer’dir.
 
 “Onlara hak ettikleri yüksek bir övgü ile anılmayı nasip ettik” diye tercüme ettiğimiz 50. âyetteki “lisân-i sıdk” (doğruluğun dili) tamlaması iki türlü yorumlanmıştır: a) Bu tamlamadaki “lisân” terimi mecaz olarak dille aktarılabilecek, dille ulaştırılabilecek şeyleri ifade için mecaz olarak kullanılmıştır. Buna göre âyet bu peygamberlerin söylediklerinin doğru olduğunu ve sözlerinin yüce anlamlar taşıdığını ifade eder. b) Bu tamlama onların, “doğruluktan yana üstün bilinmeleri yani iyi anılmaları”anlamına gelir. Nitekim Hz. İbrâhim kendisinin sonraki nesiller içerisinde iyilikle anılması için dua etmiş (bk. eş-Şuarâ 26/84) Allah da duasını kabul ederek ona bu nimeti vermiş hatta onun dinine uymasını Hz. Peygamber’e emretmiştir (bk. Nahl 16/123; krş. Âl-i İmrân 3/95; Nisâ 4/125); bundan dolayıdır ki müslümanlar onu önder kabul eder, kendisini ve soyundan gelenleri hayırla anarlar. Yahudi ve hıristiyanlar gibi Ehl-i kitap da aynı şekilde ona ve soyundan gelenlere saygı gösterirler (Zemahşerî, II, 512).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 602-603

فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۙ 

 


فَ  istînâfiyyedir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

اعْتَزَلَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اعْتَزَلَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  وَ ’la  اعْتَزَلَهُمْ ‘deki zamire matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَعْبُدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَعْبُدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


وَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَهَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  لَـهُ  car mecruru  وَهَبْنَا  fiiline müteallıktır. 

اِسْحٰقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  يَعْقُوبَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  اِسْحٰقَ ’a matuftur.


وَكُلاًّ جَعَلْنَا نَبِياًّ

 

وَ  haliyyedir.  كُلاًّ  kelimesi  جَعَلْنَا ’nın mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

نَبِياًّ  kelimesi  جَعَلْنَا ’nın iki mef’ûlu yerinde olup fetha ile mansubdur.

فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۙ وَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا نَبِياًّ

 

Ayetin başındaki isti’nafiyye olan  فَ , İbrahim’in (aa) küffar yurdundan uzaklaşmadaki azmini yerine getirmekteki süratine işaret etmektedir. Sanki hicret, kavmiyle olan ilişkisinden ve babasından uzaklaşmaya azmettikten hemen sonra meydana gelmiş gibidir.

Şart manası taşıyan zaman zarfı  لَمَّا  ise  حين  manasındadır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  اعْتَزَلَهُمْ  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اعْتَزَلَهُمْ  fiilindeki muhatap zamrine matuf olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۙ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Şartın cevabı olan ve  فَ  karinesi olmadan gelen  وَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَهَبْنَا  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi hibenin halis Allah katından olduğuna  işaret eder. Azamet zamiri hibenin kemâline delalettir. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 210)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَمَّا ; mazi fiile dahil olduğunda iki ayrı cümlenin varlığını gerektirir. Birinci cümlenin bulunması ikinci cümlenin de bulunmasını gerektirir.  لَمَّا   harfi var olan birşeyden dolayı var olmayı gerektiren harftir. Bazı ulema bu takdirde  لَمَّا ’nın  حين manasında zarf olduğunu kabul eder. (İtkan)

Önceki ayetteki  مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  ibaresi, bu ayette  مَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۙ  şeklinde tekrarlanmıştır. Amaç hem konuyu akıllarda taze tutmak hem de o noktaya dikkat çekmektir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

‘Ona lütfettik’ sözünden sonra İshak ve Yakub olarak hibe edilenlerin sayılması taksim sanatıdır. 

قد  takdiriyle hal konumundaki  وَكُلاًّ جَعَلْنَا نَبِياًّ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

كُلاًّ  kelimesi  جَعَلْنَا  fiiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Nebilik biri ile sınırlanmamış ikisini de kapsamıştır.

Cümlede fiiller mazi sıygada gelmiştir. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

كُلاًّ   istiğrak ifade eder. Tenvin muzâfun ileyhten ivazdır.  نَبِياًّ ’deki tenvin ise tazim içindir.
Meryem Sûresi 50. Ayet

وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِنْ رَحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِياًّ۟  ...


Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk. Onlar için yüce bir doğruluk dili var ettik (güzel bir söz ile anılmalarını temin ettik).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَوَهَبْنَا ve lutfettik و ه ب
2 لَهُمْ onlara
3 مِنْ -den
4 رَحْمَتِنَا rahmetimiz- ر ح م
5 وَجَعَلْنَا ve verdik ج ع ل
6 لَهُمْ onlar için
7 لِسَانَ dili ل س ن
8 صِدْقٍ bir doğruluk ص د ق
9 عَلِيًّا yüce ع ل و

وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِنْ رَحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِياًّ۟

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  وَهَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  وَهَبْنَا  fiiline mütealıktır. 

مِنْ رَحْمَتِنَا  car mecruru  وَهَبْنَا  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَعَلْنَا  fiili atıf harfi  وَ ’la  وَهَبْنَا ’ya müteallıktır. جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  جَعَلْنَا ’nın mahzuf mef’ûlun bihine müteallıktır. 

لِسَانَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  صِدْقٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَلِياًّ۟  kelimesi  صِدْقٍ ’nin sıfatı olup lafzen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِنْ رَحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِياًّ۟

 

Önceki ayetteki  وَهَبْنَا لَـهُٓ  cümlesine matuf bu ayetin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İlk cümlesi olan  وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِنْ رَحْمَتِنَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen  وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِياًّ۟  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.

Mazi sıygada gelen fiiller azamet zamirine isnad edilerek tazim edilmiştir. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَحْمَتِنَا  izafetinde  رَحْمَتِ  kelimesinin azamet zamirine izafesi, onun şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.

عَلِياًّ۟ ’le sıfatlanan  صِدْقٍ ’daki tenvin tazim ifade eder. 

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِنْ رَحْمَتِنَا  ibaresinde hibenin mef’ûlü zikredilmemiş, hibe edilen şeyin umumi ve azim olduğuna delalet için rahmet şeklindeki masdar zikredilmiştir.  لِسَانَ صِدْقٍ  sözünde alet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 211)

وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِياًّ۟  [Onlara insanlar arasında güzel bir şan ve şöhret verdik.] ayetinde güzel bir kinaye vardır. Yüce Allah güzel övgü ve şan yerine kinaye olarak lisanı zikretti. Çünkü övgü, lisan ile olur. Onun içindir ki  لِسَانَ صِدْقٍ [doğru dil] buyurdu. İhsan yerine kinaye olarak el kelimesinin kullanılması da bunun gibidir. (Safvetü’t Tefasir, Fahreddin er-Râzî)

عَلِياًّ۟ ’de istiare vardır. Bu kelimenin aslı  ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Onların zikrinin ağızdan ağıza dolaştığı, övgüsünün görünür şekilde insanlar arasında olduğu hakkında ألعلْوٌ  istiare olmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 212)

47-49-50 ayet sonlarındaki  حَفِياًّ (çok lütfeden) - عَلِياًّ۟ (yüce) - نَبِياًّ (nebi) kelimeleri arasında güzel ve sağlam bir seci vardır. (Safvetü’t Tefasir) 

Bu ayet-i kerimelerde bir takım önemli işaretler vardır: 

Bu işaretlerden birisi, yumuşaklık ve güzel ahlâktır. Çünkü sertlik, muhatabın uzaklaşmasına yol açar. 

Bir diğeri de ittibadır. Kimin derecesi yükselirse kitap ve sünnete daha çok sarılır, tâbi olur. Sehl b. Abdullah şöyle dedi: “Nefse en zor gelen şey, tâbi olmaktır. Çünkü ittibada nefse rahat yoktur.” 

Ayetlerdeki işaretlerden birisi de uzlettir. Ebu'l Kasım dedi ki: “Kim dünya ve ahirette selamet ararsa kötü arkadaşlardan uzak dursun. Çünkü kişi, sevdiğiyle beraberdir.” 

Bu işaretlerden bir diğeri de kim Allah rızası için sevdiğim terk ederse Allah ona, dostu İbrahim’e yaptığı gibi terk ettiğinden daha güzel ve sevimlisini, bedel olarak verir. Onunla ülfet eder. (Ruhu’l Beyan)
Meryem Sûresi 51. Ayet

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسٰىۘ اِنَّهُ كَانَ مُخْلَصاً وَكَانَ رَسُولاً نَبِياًّ  ...


Kitap’ta, Mûsâ’yı da an. Şüphesiz o seçkin bir insan idi. Bir resûl, bir nebî idi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاذْكُرْ an ذ ك ر
2 فِي
3 الْكِتَابِ Kitapta ك ت ب
4 مُوسَىٰ Musa’yı da
5 إِنَّهُ çünkü o
6 كَانَ idi ك و ن
7 مُخْلَصًا içi temiz خ ل ص
8 وَكَانَ ve idi ك و ن
9 رَسُولًا bir peygamber ر س ل
10 نَبِيًّا nebi ن ب ا

Meryem sûresinin dördüncü kıssası Ya‘kub aleyhisselâmın soyundan gelen Hz. Mûsâ’nın kıssasıdır. Hz. Mûsâ İsrâiloğulları’na gönderilmiş olup, “ülü’l-azim” tabirini büyük peygamberler (daha çok beş büyük peygamber) anlamında kabul edenlere göre o da bu gruptaki peygamberlerden biridir (ayrıca bk. Ahkaf 46/35). Hz. Mûsâ’nın özelliği olarak gerçek ve “ihlâslı” diye tercüme ettiğimiz muhlas kelimesi, “seçilmiş, özel bir yakınlıkla tanınmış kişi” anlamlarına da gelmektedir (İbn Âşûr, XVI, 127). Yüce Allah, kendisiyle konuşmak için insanlar arasından Hz. Mûsâ’yı seçtiği ve peygamber olarak görevlendirdiği için onu bu sıfatla nitelendirdiği düşünülebilir. A‘râf sûresinin 144. âyeti de bu anlamı desteklemektedir. Muhlis şeklindeki kıraate göre bu kelime, “ibadeti yalnız Allah için yapan, O’na tahsis eden” mânasına gelir. Bu da Hz. Mûsâ’nın Allah’a kulluktaki samimiyet ve ihlâsını ifade eder. 41. âyetin tefsirinde, kendisine kitap indirilmiş olan peygambere hem resul hem de nebî denildiğine dair bilgi verilmişti. Hz. Mûsâ’ya Tevrat indirilmiş olduğu için burada ona hem resul hem de nebî denilmiştir. Hz. Mûsâ’ya ilâhî çağrının geldiği ifade buyurulan Tûr, Ürdün ile Mısır arasında yer alan Sînâ yarımadasındaki bir dağın adıdır. “Tûr’un sağ tarafı”ndan maksat ise Hz. Mûsâ’nın yüzünü Tûr dağına döndürdüğünde bulunduğu yerin sağ tarafıdır. Zira dağın sağı veya solu olmaz. Yüce Allah Tûr’da Hz. Mûsâ ile vasıtasız olarak konuştuğunda Mûsâ’ya göre dağın sağ tarafından seslenerek konuşmuştur (bk. Taberî, XVI, 94). Başka bir görüşe göre ise “sağ taraf” diye tercüme ettiğimiz eymen kelimesi “bereketli” (mübarek) anlamına gelmektedir (Şevkânî, III, 380). Buna göre Allah Teâlâ Hz. Mûsâ’ya Tûr’un bereketli tarafından seslenerek onunla konuşmuştur. Hz. Mûsâ’nın yaklaştırılmasını, “Mûsâ maddî olarak Tevrat’ın levhalara yazıldığı yere o derece yaklaştırıldı ki kalemin cızırtısını işitti” şeklinde tefsir edenler varsa da “Allah onu mânevî makam bakımından kendisine yaklaştırdı” diye tefsir edenler de vardır ve bu mâna daha uygun görünmektedir (Râzî, XXI, 231; Şevkânî, III, 380). İbn Âşûr da bu yaklaştırmanın “vahyetmek” anlamında mecaz olduğunu ifade etmiştir (XVI, 128). Bir kutsî hadiste kulun Allah’a farz ve nâfile ibadetlerle nasıl yaklaştığı ve sonunda bu yaklaşmanın ruh ahlâk yüceliği olarak nasıl sonuçlar verdiği açıklanmıştır. Kul ile Allah arasındaki yakınlaşmayı te’vilsiz fakat maddîleştirmeden anlayıp yorumlamak bize göre daha uygundur. Yüce Allah Hz. Mûsâ’ya, Firavun’a gidip İsrâiloğulları’nı serbest bırakmasını ondan istemelerini emrettiğinde Hz. Mûsâ kardeşi Hârûn’u da peygamber ve kendisine yardımcı olarak görevlendirmesi için Allah’a dua etti (Tâhâ 20/29-32). Allah Teâlâ onun duasını kabul ederek kardeşini de peygamber olarak görevlendirdi ve onun yanına yardımcı olarak verdi. Mûsâ aleyhisselâmın dilindeki tutukluğa mukabil Hârûn açık ve güzel konuşurdu (krş. Tâhâ 20/25-32; Kasas 28/34). Hz. Mûsâ’nın insanlara tebliğ etmek istediklerini o tebliğ eder ve bulunmadığında ona vekâlet ederdi (Mûsâ ve Hârûn hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49-59; Tâhâ20/30 vd.; Kasas 28/3 vd.). 

Kuran Yolu Tefsiri

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسٰىۘ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. اذْكُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir. 

فِي الْكِتَابِ  car mecruru  مُوسٰىۘ ’nın mahzuf haline müteallıktır.

مُوسٰى  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 


 اِنَّهُ كَانَ مُخْلَصاً وَكَانَ رَسُولاً نَبِياًّ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamir  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ nin ismi müstetir olup takdiri هو dir.  مُخْلَصاً  kelimesi  كَانَ nin haberi olup mansubdur.

كَانَ رَسُولاً نَبِياًّ  cümlesi atıf harfi وَ la  كَانَ مُخْلَصاً a matuftur.  كَانَ nin ismi müstetir olup takdiri هو dir. رَسُولاً  kelimesi  كَانَ nin haberi olup lafzen mansubdur. نَبِياًّ  kelimesi  كَانَ nin ikinci haberi olup lafzen mansubdur.

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسٰىۘ

 

وَ , istînâfiyyedir. Peygamber Efendimize emirle başlayan ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

الْكِتَابِ ’tan kasıt Kur’an-ı Kerim’dir. İshak’ın zikrinden sonra Musa’nın zikredilmesi Musa’nın (a.s.), İshak (a.s.) zürriyetinin en şereflisi olması münasebetiyledir.


اِنَّهُ كَانَ مُخْلَصاً وَكَانَ رَسُولاً نَبِياًّ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve devam ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş haberî isnaddır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesi olmasının yanında  اِنَّ  ile de tekid edildiğinden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَكَانَ رَسُولاً نَبِياًّ  cümlesi, aynı üslupta gelerek  اِنَّ ’nin haberine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. نَبِياًّ  ikinci haberdir. كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu  belirtir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

El-İsfehânî  كَانَ ’nin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda, söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

رَسُولاً - نَبِياّ - الْكِتَابِ - مُوسٰىۘ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كَانَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

رَسُولاً نَبِياّ  ibaresi, umumdan sonra hususa terakki içindir. Her resul nebidir, her nebi resul değildir. Ayrıca bu takdimde fasılaya riayet vardır. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 215)

Kur’an-ı Kerim’de Musa (as) -ki Kur’an’da en çok geçen peygamberlerden biridir- buradan başka yerde geçmeyen birçok sıfatla vasıflanmıştır. كَانَ مُخْلَصاً  Bunlardan biridir. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 212) Hz.  Musa'nın, Hz. İsmail'den önce zikredilmesi, Hz. Musa ile Hz. Yakub'un (as) bahsi arasına fasıla girmemesi içindir. (Ebüssuûd)
Günün Mesajı
Bilindiği gibi Hz-Yakup (a.s.), Hz. İbrahim'in (.5.) oğlu değil, Hz. İshak'tan (a.s.) torunudur. Hz. İbrahim'in diğer bir oğlu Hz. İsmail'dir (a.s.). Burada Hz. İsmail'in değil de Hz. İshak ve Hz. Yakub'un zikredilmesi, bundan önceki iki süre olan İsrâ ve Kehf süreleriyle birlikte bu sürede de mihver konu etrafında Kitap Ehli'ne (Yahudier ve Hıristiyanlar) atıflarda bulunulmasındandır. Bilindiği gibi Yahudiler, Hz. Yakub'un 12 oğlundan gelmişlerdir. Kur'ân, bu sürede Hz. İbrahim'i (a.s.) bilhassa Habeşistan hicret münasebetiyle Müslümanları teselli etmek, kalblerini daha önemli bir hicrete hazırlamak ve böylece hicretin önemini de nazarlara sunmak için anmaktadır. Her yeni düşünce doğduğu muhitte hor karşılanıp aleyhinde kampanyalar oluşturulmasına karşılık o düşünce ve onu temsil eden şahısları çocukluk ve gençlikleri ile bilmeyen bir başka mühit çok defa kucak açmış ve destek olmuştur. Hicret ilk olarak Hz. İbrahim, Hz Lût, Hz Musa, Hz İsa gibi peygamberler tarafından başlatılmıştır. Son olarak peygamberimiz Hz. Muhammed de hicret etmiştir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bazen; bazı ortamlarda kalmak ve bazı insanlarla takılmak, insanın nefsine hoş gelir. Kalbi, içinde bulunduğu yerden ve ilişkiden çıkması gerektiğini hatırlatır. Nefsi ise, kalbin uyarıları dikkate alınmasın diye savunma teknikleri geliştirir. İnsanın zayıf noktasını bulur ve oradan nokta atışı yapar. 

Belki; yalnızlıkla korkutur ya da bağnazlığını eleştirir ya da geçici mutluluklarla kandırır. Belki; herkes böyle gibi genellemelerle aklını karıştırır ya da sessiz kalacağını bile bile biz onlara doğrusunu anlatırız hayaliyle tehlikeli sınırlarda dolaştırır. 

Belki; ben kendimi korumasını bilirim diyerek özgüvenini konuşturur ya da dünyaya bir kere geliyoruz gibi saçma popüler cümlelerle oyalar. Belki; şimdi hazır değilim ama ileride kendimi buradan kurtaracağım diye erteler ya da artık dönmek için çok geç umutsuzluğunu aşılayarak bataklığın içine çeker. 

Allah’a kalben teslim olan ve teslimiyetini ibadetleriyle süsleyen kul - bir süreliğine gaflete düşse bile uyandığı zaman - Allah’ın yardımıyla nefsin her savunmasını susturur. Bilir ki; insan ancak aradığı zaman bulur. Doğru mekanı ya da dostu bulmakta böyledir. Yanlış olduğunu bildiği mekanlara ve insanlara ‘selametle’ der ve gider. 

Ey Allahım! Bizi; daima Senin rızana yakınlaştıracak kararları alanlardan ve rızandan uzaklaştıracak her şeyden de kendisini koruyanlardan eyle. Ey Allahım! Dostun, işin, eşin ve ilmin hayırlısını karşımıza çıkar. Hakkımızda hayırlı olanı ise gönlümüze sevdir. Böylece karşımıza çıkan hayırları görenlerden ve kıymetini bilenlerden olmamızı nasip et.

Ey Allahım! Bizi affet! Sevdiklerimizi affet. Bizi ve sevdiklerimizi doğru yoluna ilet, ayaklarımızı sabit kıl ve ibadetlerimizi daim et. Yanlışa düşenlerimizin aklındaki karışıklığı gider ve onlara en doğru şekilde ulaşmamız için yardımcımız ol. Evlerimizi selamınla, nurunla, muhabbetinle ve ibadetlerimizle bereketlendir. 

Amin.

***

İnsan değerlidir. Bu yüzden maddi ve manevi alemini korumak için belli sınırlar çizmesi önemlidir. Bunu en doğru şekilde İslamî öğretilerle başarır. Diğer bir ifadeyle, iç ve dış dünyasındaki düzeni sağlamak için dini yaşantısına sahip çıkmalıdır. 

Bunun için de İslam’ı tanımalı, öğrenmeli ve hayatının merkezine almalıdır. Fakat dünyalıklarla mutlu olacağına inanan insan, onları hayatının ve kalbinin merkezine almayı tercih eder. Böylelikle Allah’ın kendisine verdiği değeri kaybetme tehlikesine düşer. 

Dünya için çizilen sınırlar, daha çok saygı uyandırır. Mesela bir spor dalında başarılı olmak için verilen tavizlerin ya da dünyalık zenginlikler için çöpe atılan ilişkilerin bir anlamı vardır. Zira insan nefsi için görüneni yani o an içinde ulaşma ihtimali olanı sevmek ve istemek daha kolaydır.

Ahiret için çizilen sınırlar; belki hırs, belki korku, belki de suçluluk duygusundan dolayı çoğu kişide rahatsızlık hissi uyandırır. Tabi ki inansın, ibadetini de etsin ama bu kadar da abartmaya gerek yok ifadeleriyle tepkilerle karşılaşır çünkü Allah katında almak istediği ödül görünmezdir.

Halbuki bu hayatta şüphesiz bir bağlılık ile peşinden gidilebilecek olan Allah’ın kanunlarıdır ve tam anlamıyla mutmain bir kalbe yani hakiki mutluluğa kavuşulabilecek yer, Allah’ın huzurudur. Kısacası; insanın kendisinden ve dünyalıklardan emin olması mümkün değildir.

Allah yolundayken, ailesinden ve sevdiklerinden dolayı zorlanıp bunaldığında hz. İbrahim (as)’ı hatırlamalıdır. Yoluna engel olanlarla arasına -İslam’a uygun şekilde- bir sınır çizmeli, onların doğru yola ulaşması ve kendisine gereken yardımın afiyetle gelmesi için dua etmelidir.

Ey Allahım! Bizi, Senin yolunda, sağlam adımlarla ve her türlü şüpheden arınmış mutmain bir kalple yürüyenlerden eyle. Dünyalıklar uğruna İslami yaşantısından tavizler vererek Senin katındaki değerini ve Senin rızan ile rahmetini ve ebedi huzuru kaybedenlere benzemekten muhafaza buyur. Bizi, salih amellerle Sana yaklaşanlardan ve her an Seni isteyenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji