Meryem Sûresi 35. Ayet

مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ سُبْحَانَهُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ  ...

Allah’ın çocuk edinmesi düşünülemez. O, bundan yücedir, uzaktır. Bir işe hükmettiği zaman ona sadece “ol!” der ve o da oluverir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 كَانَ yakışmaz ك و ن
3 لِلَّهِ Allah’a
4 أَنْ
5 يَتَّخِذَ edinmek ا خ ذ
6 مِنْ hiçbir
7 وَلَدٍ çocuk و ل د
8 سُبْحَانَهُ O’nun şanı yücedir س ب ح
9 إِذَا zaman
10 قَضَىٰ hükmettiği ق ض ي
11 أَمْرًا bir işi ا م ر
12 فَإِنَّمَا sadece
13 يَقُولُ der ق و ل
14 لَهُ ona
15 كُنْ ol! ك و ن
16 فَيَكُونُ (o da) olur ك و ن
 
Bu (34.) âyete şu mânalar verilmiştir: a) “İşte hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu Îsâ ile ilgili olarak bu anlatılanlar doğrudur. Gerçek söz budur” (Râzî, XXI, 217). b) Hz. Îsâ hakkında yahudilerin “O, gayri meşrû ilişkiden dünyaya gelmiştir” şeklindeki sözleri doğru olmadığı gibi, Hıristiyanların “O, Allah’ın oğludur” şeklindeki iddiaları da doğru değildir. “Meryem oğlu Îsâ Mesîh Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve O’ndan bir ruhtur” (Nisâ 4/171). c) Gelecek olan Hz. Îsâ’nın, daha sabi iken bir mûcize eseri olarak dile gelip ilân ettiği gerçek sözdür. Allah’a –Îsâ olsun başka biri olsun– bir çocuk isnat etmek gerçek dışıdır, Allah’a iftiradır. Allah, Îsâ’nın da diğer bütün insanların da gerçek ve yegâne tanrısı olup yalnız O’na ibadet etmek gerekir. Oysa onlar bu gerçekleri, özellikle Hz Îsâ’nın Allah’ın oğlu değil, kulu ve elçisi olduğunu tartışmasız kabul edecekleri yerde aralarında ayrılığa düşmüşlerdir.
 
 Müfessirler, âyette Hz. Îsâ hakkında ayrılığa düştükleri belirtilen grupların, yahudilerle hıristiyanlar veya Hıristiyanlık’taki farklı mezhep mensupları olduğunu söylemişlerdir. Yahudiler onun peygamber olduğunu bütünüyle reddederken, hıristiyanların büyük çoğunluğu onu “Allah’ın oğlu” olarak kabul etmiş; az bir kısmı ise “Allah’ın kulu ve resulü” olduğuna inanmıştır (bu ihtilâflar sonunda ortaya çıkan mezhepler hakkında bilgi için bk. İbn Âşûr, XVI, 106; Mehmet Aydın “Hristiyanlık”, DİA, XVII, 340-358). 
 
 Meâlinde “ulaşıldığında” diye tercüme ettiğimiz meşhed kelimesi sözlükte “görmek veya şahitlik etmek” demektir. Yer veya zaman ismi olarak, “görülecek yer veya görülecek zaman; şahitlik edilecek yer veya şahitlik edilecek zaman” anlamına gelir. Buna göre âyete verilen meâlin dışında şu anlamlar da verilebilir: a) Büyük güne ulaşıldığı yerde vay o inkârcıların haline! b) Melekler, peygamberler, hatta kişinin kendi organları tarafından aleyhinde şahitlik edileceği büyük günden dolayı veya büyük günde şahitlik edileceği zaman yahut şahitlik edilecek yerde vay o inkârcıların haline!
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 598-599
 
Riyazus Salihin, 413 Nolu Hadis
Ubâde İbni’s-Sâmit radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim, Allah’dan başka ilâh yoktur, yalnız Allah vardır, şeriki yoktur; Muhammed, Allah’ın kulu ve resûlüdür. İsâ da Allah’ın kulu ve elçisi, Meryem’e bıraktığı kelimesi ve Allah tarafından (hayat verilen) bir ruhtur. Cennet, haktır ve gerçektir, cehennem de haktır ve gerçektir” diye şehâdet ederse, Allah o kimseyi, ameli ne olursa olsun, cennete koyar”.
(Buhârî, Enbiyâ 47; Müslim, Îmân 46)
(Müslim’in bir başka rivâyetinde (Îmân 47);
“Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Allah’ın resûlüdür” diye şehâdet eden kimseye Allah cehennemi haram kılar” buyurulmaktadır.
 

مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ سُبْحَانَهُۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  لِلّٰهِ   car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.

يَتَّخِذَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  وَلَدٍ  lafzen mecrur,  يَتَّخِذَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Birinci mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri, أن يتّخذ أحدا ولدا (Birini çocuk edinmesi) şeklindedir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  اتَّخَذَ  fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سُبْحَانَهُ  cümlesi itiraziyyedir.  سُبْحَانَهُ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri,  أسبّح (tesbih ederim) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اتَّخَذَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 اِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ

 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum Muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَضٰٓى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَضٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mebnidir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

اَمْرًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen  rabıtadır.  اِنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

يَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

Mekulü’l-kavli  كُنْ فَيَكُونُ ’dur.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

كُنْ  tam emir fiildir. Nakıs fiil olması caizdir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.  لَهُ  car mecruru  يَقُولُ  fiiline müteallıktır.

فَ  sebebiyyedir.  يَكُونُ  fiili mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, هو  şeklindedir.

 

مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ سُبْحَانَهُۜ

 

Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. 

لِلّٰهِ  car mecruru,  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki cümle, masdar teviliyle  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  يَتَّخِذَ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  مِنْ وَلَدٍۙ ’e dahil olan  مِنْ  zaiddir. Fiilin ilk mef’ûlünün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümlenin takdiri  أن يتّخذ أحدا ولدا  (Birini çocuk edinmesi) şeklindedir.  وَلَدٍۙ ’deki tenvin nev ifade eder.

مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

İtiraziyye olarak fasılla gelen  سُبْحَانَهُۜ  cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itirâziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

سُبْحَانَهُ  ifadesi, takdiri  أسبّح (tesbih ederim) olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır. 

Bu kelam, Hristiyanları tekziptir ve Allah'ı onların haksız hücumlarından uzak tutmaktır. (Ebüssuûd)


 

 اِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ

 

Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  اِذَا  şart manası bulunan zaman zarfı, şart cümlesinin muzâfıdır. Müteallakı şart veya cevap fiilidir.

Muzâfun ileyh olan  قَضٰٓى اَمْراً  şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ , kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiille mef’ûl arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir.

Cevap cümlesinde  يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  كُنْ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَيَكُونُ  cümlesine dahil olan  فَ  istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil sıygasındaki  يَكُونُ  ve emir siygasındaki  كُنْ  fiilleri, tam fiildir. 

كُنْ - يَكُونُ - كَانَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَمْرًا ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.

Burada da  قَضٰٓى  fiiliyle “irade etmek” manası kastedilmiştir. Aksi halde mana doğru olmaz. Bir işi yapmak, iradeyi gerektirdiği için sebep yerine müsebbep zikredilmiştir. Atfın  فَ  harfiyle yapılması da bunun karinesidir. Sanki istenen fiil hemen yerine getiriliyor gibidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)

Bazı âlimler, “Ayetteki ‘ol’ emri O'nun kudret ve meşietinin, mümkinata nüfûz etmesi demektir. Çünkü o mümkün varlıkların, O'nun kudret ve iradesi ile hiç karşı koyamadan meydana gelmeleri, efendisinin emirlerine tam boyun eğmiş, emrine âmâde, itaatkâr bir kölenin davranışı gibi olur. Böylece Allah Teâlâ bu manayı, istiare (mecaz) yolu ile ‘kün (ol)’ sözü ile ifade etmiştir.” demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

[Bir işe hükmedince ona sadece “Ol!” der; o da oluverir.] Yani bir çocuğu babasız yaratmak istediğinde hemen hiçbir tehir söz konusu olmaksızın onu yaratır.  فَيَكُونُ  ifadesi merfûdur. Başka bir îrabı yoktur.  كُنْ  (ol) kelimesinin haberi değildir, nasb olması caiz olmaz. Bilakis  فَيَكُونُ  ifadesi  يَقُولُ (der) ifadesine atıftır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsir, Al-i İmran Suresi, 47)

“O, bir şeye hükmettiği zaman ona sadece ‘ol!’ der; o da hemen oluverir.”

Bu kelam, Hristiyanları tamamen susturmak içindir. Zira bu kelam beyan ediyor ki Allah'ın yüce şanının gereği olarak O, herhangi bir şeye hükmettiği zaman ona iradesini iliştirir ve böylece o iş, hiç gecikmeksizin hemen oluverir. O halde şanı böyle olan bir zatın, çocuğunun olması nasıl vehmedilebilir. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hakk önce: O, münezzehtir buyurup peşi sıra da: [O, bir iş dileyince ona ol der, o da oluverir] buyurunca bu, Cenab-ı Hakk'ın çocuğu olmaktan münezzeh olduğuna bir delil (işaret) gibidir. (Fahrettin Razi)