اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ مِنْ ذُرِّيَّةِ اٰدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۘ وَمِنْ ذُرِّيَّةِ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْرَٓائ۪لَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَاۜ اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُ الرَّحْمٰنِ خَرُّوا سُجَّداً وَبُكِياًّ ۩
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أُولَٰئِكَ | işte bunlar |
|
2 | الَّذِينَ | kimselerdir |
|
3 | أَنْعَمَ | ni’met verdiği |
|
4 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
5 | عَلَيْهِمْ | kendilerine |
|
6 | مِنَ | -den |
|
7 | النَّبِيِّينَ | peygamberler- |
|
8 | مِنْ | -nden |
|
9 | ذُرِّيَّةِ | nesli- |
|
10 | ادَمَ | Adem |
|
11 | وَمِمَّنْ | ve kimselerdendir |
|
12 | حَمَلْنَا | taşıdıklarımız |
|
13 | مَعَ | ile beraber |
|
14 | نُوحٍ | Nuh |
|
15 | وَمِنْ | ve |
|
16 | ذُرِّيَّةِ | neslindendir |
|
17 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim |
|
18 | وَإِسْرَائِيلَ | ve İsrail (Ya’kub) |
|
19 | وَمِمَّنْ | ve kimselerdendir |
|
20 | هَدَيْنَا | yol gösterdiğimiz |
|
21 | وَاجْتَبَيْنَا | ve seçtiğimiz |
|
22 | إِذَا | zaman |
|
23 | تُتْلَىٰ | okunduğu |
|
24 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
25 | ايَاتُ | ayetleri |
|
26 | الرَّحْمَٰنِ | Rahman’ın |
|
27 | خَرُّوا | kapanırlardı |
|
28 | سُجَّدًا | secdeye |
|
29 | وَبُكِيًّا | ağlayarak |
|
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ مِنْ ذُرِّيَّةِ اٰدَمَ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْعَمَ اللّٰهُ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
اَنْعَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru اَنْعَمَ fiiline müteallıktır. مِنَ النَّبِيّ۪نَ car mecruru عَلَيْهِمْ ’deki zamirin mahzuf haline müeallıktır.
مِنْ ذُرِّيَّةِ car mecruru مِنَ النَّبِيّ۪نَ ’den bedel olup mahallen mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
اٰدَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْعَمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نعم ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۘ وَمِنْ ذُرِّيَّةِ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْرَٓائ۪لَ
وَ atıf harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle mahzuf hale müteallıktır. حَمَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. مَعَ mekân zarfı, حَمَلْنَا fiiline mütealliktır. Aynı zamanda muzâftır.
وَ atıf harfidir. مِنْ ذُرِّيَّةِ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. اِبْرٰه۪يمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
اِسْرَٓائ۪لَ atıf harfi وَ ’la اِبْرٰه۪يمَ ’e matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَاۜ اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُ الرَّحْمٰنِ خَرُّوا سُجَّداً وَبُكِياًّ
وَ atıf harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle mahzuf hale müteallıktır. هَدَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اجْتَبَيْنَا atıf harfi وَ ’la هَدَيْنَا ’ya matuftur.
اجْتَبَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُتْلٰى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُتْلٰى mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. عَلَيْهِمْ car mecruru تُتْلٰى fiiline müeallıktır.
اٰيَاتُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الرَّحْمٰنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ karinesi olmadan gelen خَرُّوا cümlesi şartın cevabıdır. خَرُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
سُجَّداً hal olup fetha ile mansubdur. بُكِياًّ atıf harfi وَ ’la سُجَّداً ’e matuftur.
اجْتَبَيْنَا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi جبي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ مِنْ ذُرِّيَّةِ اٰدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۘ وَمِنْ ذُرِّيَّةِ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْرَٓائ۪لَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَاۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İşaret ismi mübteda, ism-i mevsûl haberdir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Çünkü burada cümlenin iki rüknü de marife olarak gelmiş ve kasr üslubu oluşmuştur.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder.
İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ ibaresinde izafi kasr vardır. İzafî kasr mübalağa ifade eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 225)
Çünkü burada cümlenin iki rüknü de marife olarak gelmiş ve kasr üslubu oluşmuştur.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını bize gösterir.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan …اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Sıla cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
مِنَ النَّبِيّ۪نَ car mecruru, عَلَيْهِمْ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. مِنْ ذُرِّيَّةِ اٰدَمَ ise مِنَ النَّبِيّ۪نَ ’den bedeldir. مِنَ النَّبِيّ۪نَ sözündeki مِنَ , beyâniyyedir. الَّذ۪ينَ ’nin beyanı olarak gelmiştir.
Hz. Âdem’in zürriyetinin bir kısmı olan nebileri belirten ikinci مِنَ , teb’iz içindir. İki مِنَ arasında tam cinas sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki مَّنْ müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ ذُرِّيَّةِ اٰدَمَ ’ye matuftur. Sılası olan حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۘ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Car mecrur مِنْ ذُرِّيَّةِ اِبْرٰه۪يمَ yine مِنْ ذُرِّيَّةِ اٰدَمَ ibaresine matuftur. وَاِسْرَٓائ۪لَ , muzâfun ileyh olan اِبْرٰه۪يمَ ’ye matuftur.
مِنْ ذُرِّيَّةِ اٰدَمَ ’ya matuf olan mecrur mahaldeki ikinci müşterek ism-i mevsûl مَّنْ ’in sılası olan هَدَيْنَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Aynı üslupta gelmiş olan وَاجْتَبَيْنَاۜ cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ [Onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği kimselerdir.] ayetinde, mertebelerinin yüceliğinden dolayı, uzak için kullanılan işaret ismi getirilmiştir. اُو۬لٰٓئِكَ ‘de bulunan uzaklık manası, onların mertebelerinin yüceliğini ve fazilet derecelerinin üstünlüğünü gösterir. (Safvetü’t Tefasir)
اُو۬لٰٓئِكَ şeklindeki ism-i işaret sözü geçen on nebiye işaret eder.
Bu cümleye lafza-i celâlin dahil edilmesi yücelik ve azamet etkisi içindir. Böylece enbiya-i kiramı, Allah Teâlâ’nın nimetlendirmesi onların makamını yüceltti. Burada bütün celâl ve kemâl sıfatlarını barındıran lafza-i celâlin zikri, isabetli olmuştur.
اللّٰهُ - حَمَلْنَا kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
İlâhi inayetin kemâlini ortaya koymak için gaibden mütekellime iltifat edilmiştir.
اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُ الرَّحْمٰنِ خَرُّوا سُجَّداً وَبُكِياًّ
Ayetin son cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır.
Muzâfun ileyh olan تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُ الرَّحْمٰنِ , şart cümlesidir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
…اِذَا تُتْلٰى cümlesi, ayetin başındaki اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi konumundadır. الَّذ۪ينَ ’nin haber olmasına da cevaz verilmiştir. …اِذَا تُتْلٰى cümlesinin istînâfiyye olması da caizdir.
تُتْلٰى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)
Muzari fiilin onlara indirilen ayetleri dinlemelerinin teceddüdünü (tekrarlanması) ifade etmesi gibi, bu şart edatı da onların tilaveti ve Rahmân’ın ayetlerini işitmelerinin tahakkukuna delalet eder.
Şartın cevabı فَ karinesi olmadan gelen خَرُّوا سُجَّداً وَبُكِياًّ cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
سُجَّداً cevap fiili خَرُّوا ’nun failinden haldir. وَبُكِياًّ , ikinci hal olarak سُجَّداً ’e matuftur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Şart ve cevaptan müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سجد yakın anlamı ‘secde etmek, tapmak’ demektir. Fakat burada meleklerin rabbimizin emrine itaat edip boyun eğdikleri kastedilmektedir ki bu da kelimenin ikinci ve uzak anlamıdır. Dolayısıyla tevriye vardır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
Müfessirlerin bir kısmı secdeden murad, itaat ve boyun eğmektir demişlerdir. Bu yorumda temsîli istiare söz konusu olur. Onların boyun eğmeleri ve itaatkâr durumları, Allah'ın ayetlerini işittiklerinde etkilenerek secde edenin haline benzetilmiştir. Diğer bir görüşe göre hakiki manadadır. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 226)
Bu kelam, onlar nesep şerefinde, nefsin kemâlinde ve Allah katındaki yakınlıkta yüksek mertebelere ve yüce derecelere sahip oldukları halde
Allah'tan nasıl korktuklarını ve O'na huşu duyduklarını beyan etmektedir. (Ebüssuûd)
Zeccâc ayetteki بُكِياًّ tabiri için: ‘’ شَاهِد kelimesinin شُهُود ve قَاعِد kelimesinin de قُعُود (oturanlar) şeklinde çoğul olması gibi باكٍ kelimesinin çoğuludur.” demiş, sonra da şunu ilave etmiştir: “İnsan, yere kapanmakla secde etmiş olmaz. Binaenaleyh, ayetteki خَرُّوا kelimesinden maksat, ‘secdeye niyet ederek yere kapanma’ manasıdır.” (Fahreddin er-Râzî)
خَرُّوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Buradaki, اٰيَاتُ الرَّحْمٰنِ ’den murad, Cenab-ı Hakk'ın onlara vermiş olduğu, semavî kitaplardaki ayetlerdir. (Fahreddin er-Râzî)