ثُمَّ نُنَجِّي الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِياًّ
ثُمَّ نُنَجِّي الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِياًّ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُنَجِّي fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّقَوْا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّقَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. نَذَرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
الظَّالِم۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
ف۪يهَا car mecruru جِثِياًّ ’e müteallıktır. جِثِياًّ hal olup fetha ile mansubdur.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّقَوْا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
ثُمَّ نُنَجِّي الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِياًّ
ثُمَّ atıf harfiyle اِنْ مِنْكُمْ cümlesine atfedilen bu ayet müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade etmiştir.
ثُمَّ burada sıralı düzenlemeyi ifade eder.
Mef’ûl konumdaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اتَّقَوْا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bahsi geçenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, onları tazim kastına matuftur.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِياًّ cümlesinin atıf sebebi tezattır. Ayrıca cümleler arasında hükümde ortaklık mevcuttur.
ثُمَّ نُنَجِّي الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا cümlesiyle وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِياًّ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الظَّالِم۪ينَ - اتَّقَوْا ve نُنَجِّي - نَذَرُ kelimeleri arasında îhâm-ı tıbâk sanatı vardır.
Önceki ayetteki رَبِّكَ kelimesinden sonra gelen نُنَجِّي fiilinde gaibden mütekellime geçiş olmuştur. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
جِثِياًّ hal olarak mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Bu ayette vaat ve va‘îd (tehdit) birlikte zikredilmiştir. (Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Bu ayette iftinân sanatı vardır.
İftinân, sözlükte ‘konu, çeşit, tür’ anlamındaki fenn kökünden masdar olan iftinân ‘söz içinde konudan konuya, türden türe geçmek’ anlamına gelir. Tefennün de aynı manadadır.
İbni Abbas şöyle der: “Muttaki, la ilâhe illallah sözü ile şirkten korunmuş olan kimsedir.” Bil ki İbni Abbas'ın söylemiş olduğu bu hüküm hakkın doğruluğuna delilin şehadet ettiği ve gerçeğin ta kendisi olan bir hükümdür. Zira Allah ve peygamberleri tasdik eden herkes için “O, şirkten korunmuştur.” denilebilir. Böylesi kimse hakkında, “O, şirkten korunmuştur.” denildiğine göre onun hakkında, “O, muttakidir de” denilebilir. Çünkü muttaki (korunmuş) kelimesi “şirkten korunmuş” olan ifadesinin bir parçasıdır, mürekkebin kapsamına aldığı şeyi, müfredi de içine alır. (Fahreddin er-Râzî)