1 Mayıs 2025
Meryem Sûresi 65-76 (309. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Meryem Sûresi 65. Ayet

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِه۪ۜ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِياًّ۟  ...


(Allah) göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبُّ Rabbidir ر ب ب
2 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
3 وَالْأَرْضِ yerin ا ر ض
4 وَمَا ve şeylerin
5 بَيْنَهُمَا bunlar arasında bulunan ب ي ن
6 فَاعْبُدْهُ O’na kulluk et ع ب د
7 وَاصْطَبِرْ ve sabret ص ب ر
8 لِعِبَادَتِهِ O’na kullukta ع ب د
9 هَلْ -musun?
10 تَعْلَمُ biliyor- ع ل م
11 لَهُ O’nun
12 سَمِيًّا adaşını س م و

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِه۪ۜ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِياًّ۟

 

رَبُّ  mahzuf mübtedanın haberi veya önceki ayette geçen  رَبُّكَ  den bedel olarak   lafzen merfûdur. Takdiri;  هو şeklindedir.

السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup  cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , makabline matuftur. بَيْنَهُمَا  mekân zarfı, mahzuf sıla cümlesine matuftur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن عرفت ربوبيّته (O’nun rubûbiyetini anladıysan, tanıdıysan) şeklindedir.

اعْبُدْهُ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. اصْطَبِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت’dir.  لِعِبَادَتِه۪  car mecruru  اصْطَبِرْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

هَلْ  istifhâm harfidir.  تَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.

لَهُ  car mecruru  تَعْلَمُ  fiiline müteallıktır.

سَمِياًّ۟  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اصْطَبِرْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  صبر ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا 

 

 

Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen ayette  رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , önceki ayetteki  رَبُّكَ ’den bedeldir.  رَبُّ nun, takdiri  هو olan mahzuf mübtedanın haberi olması da caizdir.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبُّ السَّمٰوَاتِ  izafetinde rab ismine muzafun ileyh olması  السَّمٰوَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

وَالْاَرْضِ , tezat nedeniyle  السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir. Bu iki kelime arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , muzâfun ileyh olan  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur.  بَيْنَهُمَا , bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayette, Allah’ın rabbi olduğu şeylerin yeryüzü, gökyüzü ve arasındakiler olarak sayılması taksim sanatıdır.


 فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِه۪ۜ

 

فَ  mahzuf şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi olan  اعْبُدْهُ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri,  إن عرفت ربوبيّته (O’nun rubûbiyetini anladıysan)  olan mahzuf şart cümlesiyle birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِه۪ۜ  cümlesi şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  لِعِبَادَتِه۪ۜ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِبَادَتِ , şan ve şeref kazanmıştır.

فَاعْبُدْهُ…. ifadesindeki  فَ , ta’lil veya sebebiyye ifade eder. Kendisinden sonra gelenlerin sebebi ve illeti, öncesinde zikredilenlerdir. Aynı şekilde  ف  harfinin kendinden öncekinin kendisinden sonrasının tertibi için olduğunu söylemek mümkündür. Ayetteki emir ile hitap Resulullah’a yöneliktir. İbarede Resulullah’a Rabbanî bir tevcih vardır.  اصْطَبِرْ  fiilindeki  افتعال  sıygası Allah’a ibadet ve taatte sabır ve çaba gösterme gerekliliğine işaret etmektedir. Yapısının ziyadesi mananın ziyadesine delalet ettiği için  افتعال  babı tercih edilmiştir. İşaret edildiği gibi Allah’a ibadet etmeye sabrederek çaba göstermek gerekmektedir. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 253-256)


هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِياًّ۟

 

Fasılla gelen son cümlenin fasıl nedeni kemâl-i ittisâldir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp rububiyeti tekid maksadı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bu ayet Yüce Allah’ın nisyanının mümkün olmamasının beyanının aklî delilidir.

Ayetteki istifhamın ifade ettiği mana nefydir. Manadan murad da: “Bilmez misin ki senin Rabbine benzer, emsal ve denk yoktur.”

فَاعْبُدْهُ  -  لِعِبَادَتِه۪  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr 

sanatları vardır.

Onlar, putları hakkında ilâh lafzını kullanıyorlar, ama Allah lafzını Cenab-ı Hakk’ın dışında hiçbir şeye vermiyorlardı. İbni Abbas’tan, “Rahman ismiyle de başkasının, isimlendirilmediği” hususu rivayet edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

Bu cümle, anılan ismin müstakil olarak O'na mahsus olduğunu, haklı veya haksız olarak, başkası için kullanılmadığını beyan etmek suretiyle O'nun umumi hanlığının, O'na ibadet etmeyi, bütün ibadetleri O'na tahsis etmenin zorunluluğunu izah etmektedir. (Ebüssuûd)

 

Meryem Sûresi 66. Ayet

وَيَقُولُ الْاِنْسَانُ ءَاِذَا مَا مِتُّ لَسَوْفَ اُخْرَجُ حَياًّ  ...


İnsan, “Öldüğümde gerçekten diri olarak (topraktan) çıkarılacak mıyım?” der.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَقُولُ ve diyor ki ق و ل
2 الْإِنْسَانُ insan ا ن س
3 أَإِذَا zaman mı?
4 مَا
5 مِتُّ öldüğüm م و ت
6 لَسَوْفَ muhakkak
7 أُخْرَجُ çıkarılacağım خ ر ج
8 حَيًّا diri olarak ح ي ي
İlk yaratılışı düşünmeyen insanlar, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmekte ve çürüyüp toz toprak olduktan sonra yeniden dirilmenin bir hayal ürünü olduğunu iddia etmektedirler. Oysa insan ilk yaratılışını düşünürse kendisini yoktan var eden bir kudretin, ölüp toz toprak olduktan sonra onu yeniden diriltebileceğine kanaat getirir. Nitekim Allah Teâlâ başka âyetlerde de insanları ilk defa nasıl yaratmışsa öyle dirilteceğini, bunun kendisi için daha kolay olduğunu ifade buyurmuştur (bk. Rûm 21/27; Yâsîn 36/79). 68. âyetteki “şeytanlar”dan maksat insanların ilâhî huzura çıkıp dünyada yaptıklarından hesaba çekilecekleri bir âhiret günü olmadığını, hayatın sadece bu dünya hayatından ibaret olduğunu iddia ederek insanları aldatıp saptıran inkârcı önderlerdir (Şevkânî, III, 386). Yüce Allah, bunları ve bunların kandırarak yoldan çıkardığı kimseleri mahşerde toplayıp cezalarını vereceğini buyurmuştur.
 
 Allah’a en çok âsi olanların çekip çıkartılacağını, ayrılacağını belirten 69. âyetteki ifade bazı tefsirciler tarafından şöyle yorumlanmıştır: İsyankârların bir kısmı ayırt edilip cehenneme atılacak, isyanı daha hafif olanlar ise bağışlanacaklar. Ancak, tefsircilerin çoğunluğuna göre âyet bütünüyle kâfirlere dairdir. Ayırt edilmekten maksat ise insanların inkârcılık ve isyan derecesine göre çeşitli gruplara ayrılmasıdır. Buna göre her grup cehennemde durumuna uygun bir tabakaya atılacaktır. Suç işleme ve inkârda öncülük ve önderlik edenlerin azabı daha ağır olacaktır (bk. Nahl 16/88; Ankebût 29/13). Ancak sonuç itibariyle, 70. âyette belirtildiğine göre kimlerin daha fazla isyankâr olduğunu eksiz bilen Allah Teâlâ, herkese, isyan ve günahlarının derecesine göre hak ettiği cezayı da eksiksiz bilecek ve en âdilane bir şekilde uygulayacaktır. 
 
 “İçinizden, oraya (cehenneme) varmayacak hiçbir kimse yoktur” meâlindeki 71. âyette geçen cümle ile devamı üç türlü yorumlanabilir: a) Bunlardan maksat sırattan geçenlerdir. Mümin olsun kâfir olsun bütün insanlar aynı zamanda cehennemin üstünde kurulmuş olan sırattan geçmek zorunda oldukları için oraya uğramış olurlar. Ancak 72. âyete göre “kötülükten sakınanlar” cehennemden esirgenirken “zalimler diz üstü çökmüş olarak” orada bırakılacaktır. b) Maksat kâfirlerdir ve bunlar cehenneme gireceklerdir. c) Potansiyel olarak her insan ameline göre cennete olduğu kadar cehenneme de girebilecek durumdadır.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 612-613

وَيَقُولُ الْاِنْسَانُ ءَاِذَا مَا مِتُّ لَسَوْفَ اُخْرَجُ حَياًّ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  يَقُولُ  merfû muzari fiildir.  الْاِنْسَانُ  fail olup lafzen merfûdur.

Hemze istifham harfidir. اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

مَا  zaid harftir.  مِتُّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِتُّ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir   تُ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

لَ  ibtidaiyyedir.  سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme- diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

اُخْرَجُ  damme üzere merfu meçhul, muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  اناdir.  حَياًّ  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zü-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُخْرَجُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَيَقُولُ الْاِنْسَانُ ءَاِذَا مَا مِتُّ لَسَوْفَ اُخْرَجُ حَياًّ

 

وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze istifham, اِذَا şart manası taşıyan müstakbel zaman zarfıdır. Müteallakı cevap cümlesidir.

Şart üslubunda gelen ayeti istifham üslubunda, talebî inşaî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki cümleye dahil olan  مَا , tekid ifade eden zaid harftir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve inkâr kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Şartın, takdiri  أبعث  (yeniden dirilme) olan cevabı mahzuftur. Bu takdire göre şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Tefsiriyye olarak fasılla gelen  لَسَوْفَ اُخْرَجُ حَياًّ  cümlesi, ibtidaiyye lâm’ı ve istikbal harfi  سَوْفَ  ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkarî kelamdır. 

حَياًّ , müekked haldir. Bu ayette mezheb-i kelâmî sanatı vardır.

[Ben öldüğümde mi diriltileceğim?] der. [Bu insan kendisi önceden bir şey değilken onu yaratmış olduğumuzu hatırlamaz mı?] ayetinde yok iken var eden Allah’a, var olduktan sonra tekrar yaratmanın daha kolay olduğunun aklen izahı yapılmaktadır. Yokken ortaya çıkarmak zordur. Allah seni yokken var etmiştir. Var olanın seni tekrar yaratması da mümkündür, denilmektedir. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

وَيَقُولُ الْاِنْسَانُ [İnsan der] cümlesinde zikr-i umûm irade-i husus vardır. Burada insandan maksat kâfirdir. Çünkü öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden odur. (Safvetü’t Tefasir)

Mazi  قالوا  fiili yerine muzari  يَقُولُ  fiilinin tercih edilmesi, bu sapkın sözlerin ve batıl itikadın sürekli tekrarlanacağına işaret etmektedir.

الْاِنْسَانُ  sözüyle kastedilen, hususiyetle ba’s gününü kabul etmeyen kâfirlerdir. Her halükârda böyle bir konumda  الْاِنْسَانُ  lafzı müminleri kapsamaz.

Öldüğüm zaman mı gerçekten ben çıkarılacağım? Yerden yahut ölüm halinden. Zarfın başa alınması ve inkâr harfinden sonra gelmesi, inkâr edilen şeyin ölümden sonraki hayat vakti olmasındandır.  اُخْرَجُ ’nun gösterdiği bir fiille mansubdur, onunla değil. Çünkü  ل ’ın maba'di makablinde amel etmez.  ل  burada sırf tekid içindir, hal manasından soyutlanmıştır, istikbal edatı olan  سَوْفَ  ile birlikteliği caiz görülmüştür. (Beyzâvî)

مِتُّ (Öldüm) - حَياًّ  (Diri olarak) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)
Meryem Sûresi 67. Ayet

اَوَلَا يَذْكُرُ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْـٔاً  ...


İnsan, daha önce hiçbir şey değil iken kendisini yarattığımızı düşünmez mi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَا
2 يَذْكُرُ düşünmüyor mu? ذ ك ر
3 الْإِنْسَانُ insan ا ن س
4 أَنَّا bizim
5 خَلَقْنَاهُ onu yarattığımızı خ ل ق
6 مِنْ
7 قَبْلُ önceden ق ب ل
8 وَلَمْ ve
9 يَكُ değilken ك و ن
10 شَيْئًا hiçbir şey ش ي ا

اَوَلَا يَذْكُرُ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْـٔاً

 

Hemze istifham harfi,  وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَذْكُرُ  merfû muzari fiil,  الْاِنْسَانُ  fail olup lafzen merfûdur.

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir.  نَا  müekellim zamiri  أنّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.

خَلَقْنَاهُ  fiili  أنّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.  خَلَقْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri   نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamiri  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  خَلَقْنَا  fiiline müteallıktır.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye  hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمْ يَكُ شَيْـٔاً  hal cümlesi olup mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَكُ  nakıs merfû muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

يَكُ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.

Beyzâvî bu ayetteki  لَمْ يَكُ  kelimesi için şu açıklamayı yapar:  يَكُ  kelimesinin aslı  يَكُونُ ’dür. Cezm edatı  لَمْ ’den dolayı “nûn”un harekesi hazf edilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و  hazf edilmiştir. İllet harfi وَ ‘a benzediğinden tahfif için  نْ  da hazf edilmiştir. Böylece geriye  يَكُ  lafzı kalmıştır. (Beyzâvî, c. 3, s. 115-116)

شَيْـٔاً  kelimesi  يَكُ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.

اَوَلَا يَذْكُرُ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْـٔاً

 

وَ  atıf, hemze inkârî istifham içindir.

…وَيَقُولُ الْاِنْسَانُ  cümlesine atfedilen ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen muhatabı itirafa zorlayan takrir manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Zamir yerine insan kelimesinin zahir olarak gelmesi tahkir ve kınama içindir.

اَوَلَا يَذْكُرُ الْاِنْسَانُ  [İnsan düşünmüyor mu?] sorusu inkâr ve kınama ifade eder. (Safvetü’t Tefasir)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelam olan cümlenin müsnedi  خَلَقْنَاهُ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar, fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  لَا يَذْكُرُ  fiilinin mef’ûlü olarak nasb mahallindedir.

وَ ’la gelen  وَلَمْ يَكُ شَيْـٔاً  cümlesi, hal olarak tetmim ıtnâbıdır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

شَيْـٔاً ’in nekre gelmiştir. Olumsuz siyakta tenvin, selbin umumuna delalet eder.

Bu üslub  mezheb-i kelamî olarak adlandırılır. Çünkü cümledeki kelam, insanın önceden hiçbir şey olmadığı halde insan olarak yaratıldığının ispatıdır. Bu ademiyetle,  ن 'un düşmesi uyum teşkil etmiştir. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 267)

Yani kendisine daha şey bile denilemezken, yaratılmış olması ve bir yaşam sürmüş olması onun için tekrar yaratılabileceğinin kanıtı olarak yetmez mi? denilmektedir. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Meryem Sûresi 68. Ayet

فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاط۪ينَ ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِياًّۚ  ...


Rabbine andolsun, onları şeytanlarla beraber mutlaka haşredeceğiz. Sonra onları kesinlikle cehennemin çevresinde diz üstü hazır edeceğiz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَوَرَبِّكَ Rabbine andolsun ki ر ب ب
2 لَنَحْشُرَنَّهُمْ onları mutlaka toplayacağız ح ش ر
3 وَالشَّيَاطِينَ ve şeytanları ش ط ن
4 ثُمَّ sonra
5 لَنُحْضِرَنَّهُمْ onları bulunduracağız ح ض ر
6 حَوْلَ çevresinde ح و ل
7 جَهَنَّمَ cehennemin
8 جِثِيًّا diz çökmüş vaziyette ج ث و

فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاط۪ينَ ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِياًّۚ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  kasem harfidir.  رَبِّكَ  mahzuf mukadder fiile müteallıktır. Takdiri;  أقسم (Yemin ederim.) şeklindedir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.

نَحْشُرَنَّهُمْ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. نَحْشُرَ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)  

الشَّيَاط۪ينَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la mef’ûle matuftur. 

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir. 

نُحْضِرَنَّهُمْ   fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. نُحْضِرَ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

حَوْلَ  mekân zarfı,   لَنُحْضِرَنَّهُمْ  fiiline müteallıktır.  جَهَنَّمَ  muzâfun ileyh olup  gayri munsarif  olduğu için cer alameti fethadır.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جِثِياًّ  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاط۪ينَ ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِياًّۚ

 

فَ  istînâfiyye, وَ  kasem harfidir. Car mecrur  رَبِّكَ , mahzuf kasem fiiline müteallıktır. Takdiri,  أقسم  (yemin ederim) olan kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

Yetiştirme, koruma, inayet sıfatlarını da barındıran Rabb ismine yapılan kasemde, haşrın, rububiyet sıfatının sergilendiği yer olacağına işaret vardır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzafun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvaitte,  نَحْشُرَنَّهُمْ  mahzuf kasemin cevap cümlesidir. Fiilin sonundaki şeddeli nun, tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan cümlede fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

لَنَحْشُرَنَّهُمْ  fiilinin mef’ûlü olan  هُمْ  zamirine matuf olan  الشَّيَاط۪ينَ ’in atıf sebebi, tezâyüftür.

Aynı üslupla gelen  ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِياًّۚ  cümlesi kasemin cevabına  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

حَوْلَ  mekân zarfı,  جَهَنَّمَ  onun muzâfun ileyhidir.  جَهَنَّمَ  kelimesi fetha ile mecrur olmuştur. Çünkü acemî alemdir.

جِثِياًّۚ , haşrolunanların hali olarak mansubdur. Itnâb babındandır. 

Burada  ثُمَّ  harfi zamanda mühlet verme ve erteleme ifade etmemektedir. Aksine şiddetli azaptan, daha şiddetli bir azap durumuna geçecekleri kastedilmiştir. Bundan dolayı ayeti kerimedeki  ثُمَّ  sıralı düzenlemeyi ifade eder. Azabın birçok çeşidine maruz kalacaklarına ve artacağına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 269, 270)

“Rabbine yemin olsun ki mutlaka onları toplayacağız.” ifadesinde Allah Teâlâ, nebisine muzâf olarak kendi adına yemin ediyor, bu da durumun gerçek olduğunu bildirmek ve Resulullah’ın şanını yüceltmek içindir.  وَالشَّيَاط۪ينَ  kelimesi de atıftır veya mef’ûlün maah'tir. Çünkü rivayete göre kâfirler kendilerini saptıran şeytanlarıyla beraber haşrolunurlar. Her biri şeytanıyla beraber zincire vurulur. Bu, onlara mahsus ise de tamamen cinse nispet etmek de caizdir. Çünkü onlar içlerinde kâfirler şeytanlarla birleştirilmiş halde haşr olunurlarsa hep birlikte onlarla beraber haşr olunmuş olurlar. (Beyzâvî)
Meryem Sûresi 69. Ayet

ثُمَّ لَنَنْزِعَنَّ مِنْ كُلِّ ش۪يعَةٍ اَيُّهُمْ اَشَدُّ عَلَى الرَّحْمٰنِ عِتِياًّۚ  ...


Sonra her bir topluluktan, Rahman’a karşı en isyankâr olanları mutlaka çekip çıkaracağız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 لَنَنْزِعَنَّ ayıracağız ن ز ع
3 مِنْ
4 كُلِّ her ك ل ل
5 شِيعَةٍ milletten ش ي ع
6 أَيُّهُمْ hangisinin
7 أَشَدُّ en çok ش د د
8 عَلَى karşı
9 الرَّحْمَٰنِ Rahman’a ر ح م
10 عِتِيًّا isyan edeni ع ت و

ثُمَّ لَنَنْزِعَنَّ مِنْ كُلِّ ش۪يعَةٍ اَيُّهُمْ اَشَدُّ عَلَى الرَّحْمٰنِ عِتِياًّۚ

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  

ثُمّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.

نَنْزِعَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Fiilin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir.

مِنْ كُلِّ  car mecruru  نَنْزِعَنَّ  fiiline müteallıktır.  ش۪يعَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَيُّ  müşterek ismi mevsûl,  نَنْزِعَنَّ nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَشَدُّ dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَشَدُّ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; هو şeklindedir. 

عَلَى الرَّحْمٰنِ  car mecruru  عِتِياًّ ’ya müteallıktır.  عِتِياًّ  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ لَنَنْزِعَنَّ مِنْ كُلِّ ش۪يعَةٍ اَيُّهُمْ اَشَدُّ عَلَى الرَّحْمٰنِ عِتِياًّۚ

 

ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ  cümlesine matuf bu ayette  ثُمَّ , sıralı düzenlemeyi ifade eder.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. … لَنَنْزِعَنَّ مِنْ كُلِّ ش۪يعَةٍ , kasemin cevap cümlesidir. Fiilin sonundaki  نَّ  tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan cümlede fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

لَنَنْزِعَنَّ  fiilinin mef’ûlü konumundaki ism-i mevsûl  اَيُّهُمْ ün sılası olan  اَشَدُّ عَلَى الرَّحْمٰنِ عِتِياًّۚ  cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هُمْ  olan mübteda mahzuftur. Haber olan  اَشَدُّ  ism-i tafdil kalıbında gelerek, mübalağa ifade etmiştir. Cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rahman isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

ش۪يعَةٍ ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.

اَيُّهُمْ  mübteda,  اَشَدُّ  haberdir.  اَيُّ  lâfzı Sîbeveyhi’ye göre damme üzere mebnidir, hakkı diğer mevsûller gibi mebni olmaktır. Ancak  كُلِّ  ve بعض  kelimelerine kıyasla mureb kılınmıştır, çünkü onlar gibi hep izafetle kullanılır. (Beyzâvî) 

عِتِياًّۚ temyizdir. 

Arapçada bir kelime veya cümle ifade edilişi itibarıyla bir ek açıklamaya ihtiyaç duyabilir. Açıklanmaya ihtiyaç duyan müphem isim veya cümleye yapılan ek izahat, o müphem kelime veya cümlenin açıklayıcısı manasında temyizi, başka bir deyişle mümeyyezi olur. (Halil İbrahim Karaöz, Arap Dili Gramerinde Temyiz, Y.L. Tez.)

Burada  اَشَدُّ  denilmesi, Allah'ın bazı günahkârları affedeceğine dikkat çekmektedir. (Ebüssuûd)

النَّزْعُ ; bir şeyi başkalarından çıkarmak, ayırmak demektir. Kuyudan su çıkarmak için kullanılır. (Âşûr)

 
Meryem Sûresi 70. Ayet

ثُمَّ لَنَحْنُ اَعْلَمُ بِالَّذ۪ينَ هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِياًّ  ...


Sonra, oraya girmeye en lâyık olanları muhakkak ki en iyi biz biliriz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 لَنَحْنُ elbette biz
3 أَعْلَمُ daha iyi biliriz ع ل م
4 بِالَّذِينَ kimlerin
5 هُمْ onlar
6 أَوْلَىٰ uygun olduğunu و ل ي
7 بِهَا oraya
8 صِلِيًّا girmeğe ص ل ي

 Saleye  صلي :  Alıntıladığımız tüm kaynaklar صلي  ve صلو maddelerini tek başlık altında inceledikleri için biz de ayırmayarak birlikte almayı daha uygun bulduk. (Hazırlayanın notu)   

  صلي kelimesinin asıl anlamı ateşle tutuşturmaktır.
  صَلاء  yakacak ve kızartma anlamında kullanılır. Dil bilimcilerin çoğuna göre  صَلاة dua, tebrik ve yüceltmek anlamındadır. Allah’ın Müslümanlara salâtı gerçekte onları tezkiye etmesidir. Meleklerin salâtı ise tıpkı insanlarınki gibi dua ve istiğfar anlamındadır. Belli bir ibadet anlamındaki صَلاة  kelimesinin asıl anlamı duadır. Söz konusu ibadetin bu kelimeyle isimlendirilmesi, bir şeyin içerdiklerinden bir kısmıyla isimlendirilmesi gibidir. Salât صَلاة (namaz), şekil bakımından şeriattan şeriata/dinden dine değişse de bütün din ve şeriatlarda yer alan ibadetlerdendir. 
 Bazıları şöyle der:  صَلاة kelimesi  َصَلَي  kökünden gelir.  صلّى الرَّجُلُ  Sözünün anlamı da şudur: Adam bu ibadette Allah’ın tutuşan ateşi olan صَلَى yı kendi nefsinden uzaklaştırdı ve onu giderdi.   
  Yüce Allah’ın namaz kılmayı övdüğü veya ona teşvik ettiği her yerde  اِقامة Lafzı zikredilmiştir. Bu lafzın zikri namazla birlikte zikredilmesi namaz kılmaktan amacın sadece şekil olarak değil onun bütün rukun ve şartlarının tam olarak yerine getirilmesi olduğuna işaret etmek içindir. (Müfredat)

Salât kelimesi 8 manaya gelir.

A – 4 tanesi yaygın ve açıktır. Bu manalar şunlardır:
1 – Bilinen rukunlar ve özel fiiller
2 – Allah’dan rahmet
3 – Meleklerden istiğfar
4 – Müminlerden dua
 
B-  4 tanesi meşhur değildir:
1 -  الكَنيسة Havra  22/40 وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِــعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ ف۪يهَا اسْمُ اللّٰهِ كَث۪يراًۜ   burada hal zikredilmiş mahal yani Yahudilerin havraları kastedilmiştir. البِيَع ,ise البِيعة nın çoğulu olup hıristiyanların kilisesidir.
2 -  الدُّخُول   giriş  صلّيْتُ الرَّجُلَ  adamı ateşe soktum denilir. Onu yakmak için ateşe attığın zaman   أصلَيَيْتُهُ  dersin.
3 –   التَّلْيِين yumuşatmak صلّى العَصَا بِالنَّارِ   asayı ateşle yumuşattı denilir.
4 –الشَّوى  kızartmak  صلّيْتُ اللحمَ وغَيْرَهُ  eti vb. kızarttım denilir. (İsmail Hakkı Bursevi)
 

    إقام الصَّلاة
    İqamu-s salat iki manada tefsir edilir:
  1 – iqame-s salat ibaresi tasdikten yoksun bir ikrar manasında kullanılmıştır.
  2 – iqamu-s salat ibaresi onun (namazın) tam ve eksiksiz kılınması manasında kullanılmıştır.

  صلا  beli hafif incinmek.

صَلِيَ  aslı صَلِوَ -َ beli eğri olmak, kısrak gibi.. صَلَوَة   şeklinde telaffuz edilir ve bazen صَلاة  olarak yazılır. Çoğulu صَلَوات dur ve sinagoglar manasına da gelir. لِ  ile namaz kılmak ; عَلَى ile istirham etmek; ayrıca mübarek kılmak;  (Mukatil b. Süleyman)

  صلى -ِ  Kavurmak; صَلِيَ -َ  yakmak için ateşe atılmak;  صَلَّى yakılmak, ateş yakmak; (John Penrice)

Bu madde و lı ve ي lı olarak iki şubeden oluşur. و lı olan Süryanice ve Aramice’den alınmıştır ve mahsus (özel) bir ibadet manasındadır. Arapçada bu salât الصَّلاة olarak ifade edilir. Bu maddenin Arapçaya nakledilmiş asıl manasına gelince; esenlik gibi gayelerle yapılan güzel ve kapsamlı bir senadır.(övgü) 
Burada bazı açıklamalarda bulunmak uygun olacaktır:
  1 – Bu ayeti kerimelerden bazıları mefhumdaki ibadet ve istiğfar manasına değil, hakiki anlama (sena/övgü) delalet eder. Çünkü İbadet yada istiğfar etmesi Allah-u Teala için mümkün değildir. Yine bu ayetlerde anlam rahmet ya da tesbih de değildir. Nitekim meleklerin insanları tesbih etmesi ya da merhameti uygun olmaz.
  2 – Kelimedeki asıl anlam güzel bir senadır demiştik. Bu ister esenlik olsun ki o da ömür hakkında bir duadır, ister başka bir dua olsun, yine haber ya da inşa olsun farketmez. Bu anlam zikredilen ayetlerin hepsinde mevcuttur.
  3 – Asıl manaya delalet eder.  هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّور / تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌ ۚ  yani Kıyamet günü onların esenliği selâmdır. Esenlik selâmın bir nev’idir. Sanki selâm سَلام salâtın bir parçası gibidir. Çünkü o  bir selâmet temennisi ve güzel bir duadır. Dolayısıyla Allah-u Teala ve meleklerin geçtiği yerlerde doğru ve kapsamlı mana senâ ve esenliktir.
  4 – Allah’u Teala’yı sena etmek, kulun itaat ve rızasını ortaya koyar. Meleklerin senâsı ise Sıratı Müstakim’de olmak ve hulûs ve taat üzere bir kul olmaları sebebiyledir. Nebi’yi sena Allah ve Resul hakkında iman ve itaat mevcudiyeti sebebiyledir. Müminin ki ise muhabbet, alaka ve yakınlaşmaya olan temâyülünü ortaya çıkarır. Bu bağlantıdan doğan ruhaniyetin tahakkuku ise tüm bunları bir araya getirir. Bu asla uygun olarak; esenlik ve istenen salih amellerin tamamlanması için Nebi’ye salavat getirmek; namaz kılan müminle Nebi arasındaki münasebet ve ruhani bağın tahakkuku, Allah’dan kendisine salât talep edilen Resul için yüksek bir derece, tam bir yakınlık ve kâmil bir rızanın tahakkuku cihetiyledir.

  5 – 'Şüphesiz الصَّلاة Aramice’den alınmış mahsus bir ibadettir' dedik. Buna ilaveten bu manayla zikredilen asıl mana arasında bir münasebet bulunmaktadır. Şüphesiz الصَّلاة ın içinde selamlaşma, tahmid ve şükür vardır ki;  bu da güzel bir senadır.
  6 - الصَّلْو ın sena manasında olduğu açıktır. عَلَى harfi ile kullanılmaktadır. صَلُّوا عَلَيْهِ – يُصَلُّن عَلَى النَّبِيّ – عَلَيْهِمْ صَلَوات   Bu da  الصَّلاة (namaz) manasından ayrıcadır.
  7 -  الصَّلاة ın İbranice ve Aramice  lugatlarında ibadet manasında kullanıldıkları anlaşılmıştır. Bu o kavil için hakiki şer’i mana değil, önceden alınmış hakiki lugavi manadır. Bu anlama ise İslam’ın zuhur edişinin başlarında indirilen surelerde gelişi delalet etmektedir. Müzzemmil  و أقِيمُوا الصَّلاة  ve Müddessir قالوا لَمْ نَكُ مِنَ المُصَلِّين  gibi..
 Yâ’lı الصَّلْي  kullanımına gelince; İbrânice’den alınmıştır ve yanana ya da kızarana dek ateşe yaklaştırma ve arzetme (ta’riz) manası taşır.
    الصّلْي – الصَّلْو - الصَّلاة   kelimeleri arasındaki münasebet hakkında şöyle dememiz yanlış olmaz: Bu kelimeler yaklaştırma ve arzetme anlamında müşterektirler (ortaktırlar). Ancak  الصَّلاة  Nurani ve Yüce olan makama bir arzdır. Bu kelime Allahu Teala’yla irtibat ve O Azze ve Celle’nin önünde hazır bulunmaktır. الصّلْي ise ateşe arzetmektir. Farkı ise alçalmaya delalet eden ي  harfidir.الصَّلْو e gelince o muhabbet ve meveddet arzetmedir, makama uygun olarak sena ve esenliğin ortaya çıkışıdır.
İftial babındaki ألإصْطِلاء sözcüğü ateşle karşılaşmayı ihtiyar etmektir. Bu münasebetle kelime, içine alma, dahil etme ve ulaşma manasına gelir. Şu ayet buna delalet etmektedir: 28/29  لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُون (Tahqiq)

 Yâ harfiyle صلي Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte  25 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

ثُمَّ لَنَحْنُ اَعْلَمُ بِالَّذ۪ينَ هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِياًّ

 

İsim cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.

ثُمَّ : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir. 

نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمُ ’ye müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ اَوْلٰى ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَوْلٰى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

بِهَا  car mecruru  اَوْلٰى ’ya müteallıktır.  صِلِياًّ  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ لَنَحْنُ اَعْلَمُ بِالَّذ۪ينَ هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِياًّ

 

ثُمَّ  ile önceki ayetteki kasemin cevabı olan …لَنَنْزِعَنَّ  cümlesine atfedilen bu ayette ل  harfi mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Cümlenin müsnedi olan  اَعْلَمُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

اَعْلَمُ ’ya müteallık olan mecrur mahaldeki  بِالَّذ۪ينَ ’nin sılası  هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِياًّ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedi اَوْلٰى , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Car mecrur  بِهَا , haber olan  اَوْلٰى ’ya müteallıktır.

اَعْلَمُ  ve  اَوْلٰى  kelimelerinin ism-i tafdil kalıbında olmaları, müteallık almalarını mümkün kılmıştır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

صِلِياًّ , temyizdir.

Arapçada bir kelime veya cümle ifade edilişi itibarıyla bir ek açıklamaya ihtiyaç duyabilir. Açıklanmaya ihtiyaç duyan müphem isim veya cümleye yapılan ek izahat, o müphem kelime veya cümlenin açıklayıcısı manasında temyizi, başka bir deyişle mümeyyezi olur. (Halil İbrahim Karaöz, Arap Dili Gramerinde Temyiz, Y.L. Tez.)

ثُمَّ لَنَحْنُ اَعْلَمُ بِالَّذ۪ينَ هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِياًّ  yani “Cehenneme atılmaya daha layık olanı pekiyi biliriz.” demektir ki onlar da bir tarafa ayrılanlardır. (Beyzâvî) 
Meryem Sûresi 71. Ayet

وَاِنْ مِنْكُمْ اِلَّا وَارِدُهَاۚ كَانَ عَلٰى رَبِّكَ حَتْماً مَقْضِياًّۚ  ...


(Ey insanlar!) Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur. Rabbin için bu, kesin olarak hükme bağlanmış bir iştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve yoktur
2 مِنْكُمْ içinizden
3 إِلَّا hiç kimse
4 وَارِدُهَا oraya gitmeyecek و ر د
5 كَانَ (bu) ك و ن
6 عَلَىٰ üzerine
7 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
8 حَتْمًا bir borçtur ح ت م
9 مَقْضِيًّا kesin ق ض ي
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:” Umarım insaallah Bedir Savaşı’nda ve Hudeybiye Antlaşması’nda bulunanlar Cehennem’e girmezler”
Ahmed b. Hanbel, Müsned , V,  285,362)

Resûl-i Ekrem Efendimiz bir başka hadisinde şöyle buyurmuştur:” Bir Müslümanın (henüz ergenlik çağına ermemiş) üç çocuğu ölür de , onların acısına sabrederse ona ateş ancak yeminini bozacağı an kadar dokunur. “
( Buhâri, Cenâiz 6, Eymân 9; Müslim, Birr 150).

وَاِنْ مِنْكُمْ اِلَّا وَارِدُهَاۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir.  اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

مِنْكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

اِلَّا  hasr edatıdır.  وَارِدُهَا  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَارِدُ  kelimesi sülasisi mücerredi  ورد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  


كَانَ عَلٰى رَبِّكَ حَتْماً مَقْضِياًّۚ

 

 

كَانَ  fetha üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

عَلٰى رَبِّكَ  car mecruru  مَقْضِياًّ ’e müteallıktır.  

حَتْماً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.  مَقْضِياًّ  kelimesi  حَتْماً ’in sıfatı olup lafzen mansubdur. 

مَقْضِياًّ  kelimesi sülâsî  mücerred olan قضي  fiilinin ism-i mef’ûludur.

وَاِنْ مِنْكُمْ اِلَّا وَارِدُهَاۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. Menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  مِنْكُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  وَارِدُهَاۚ , muahhar mübtedadır. Veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.  اِنْ  nefy harfi ve  اِلَّا  hasr edatıyla oluşmuş kasr, haberle mübteda arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. 

Önceki ayetteki  هُمْ  zamirinden, bu ayette  كُمْ  zamirine iltifat edilmiştir.

وَاِنْ مِنْكُمْ (İçinizde yoktur)  وما منكم  demektir ki gaibden muhataba geçilmiştir, (Beyzâvî)

Bu ayette, 68. ayetteki  لَنَحْشُرَنَّهُمْ  ve  لَنُحْضِرَنَّهُمْ  fiillerindeki gaib zamirden muhatap zamirine iltifat edilmiştir. Bu iltifat, gaib zamiri ile ne kastedildiği konusunda bir soru işareti olmaması ve tehdidin muhataba yöneklerek daha etkili olması içindir. 

الوُرُودُ ; asıl olarak sulamak için suyun başına gelmek demektir. Mecazen mutlak olarak vusûl manasında kullanımı yaygındır. Ancak mecazen  الدُّخُولِ  manasında kullanımı meşhur değildir. Bu manada kullanıldığına dair karîne gerekir. ثُمَّ نُنَجِّي الَّذِينَ اتَّقَوْا  cümlesi onların azap içinde ebediyen kalacakları tehdidini arttırır. Onların ateşe girmeleri bir zamanla sınırlı değildir. Muttakilerin yani müminlerin kurtuluşunu zikrederek, müşriklerin tehdidine müminlerin müjdesini eklemiştir. (Âşûr)


كَانَ عَلٰى رَبِّكَ حَتْماً مَقْضِياًّۚ

 

Beyanî istinaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümlenin ta’liliyye olduğu da söylenmiştir.

كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَانَ ’nin haberi olan  حَتْماً , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

عَلٰى رَبِّكَ  car mecruru,  كَانَ ’nin haberi olan  حَتْماً ’e müteallıktır. Amiline takdimi, ihtimam içindir. 

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

حَتْماً  için sıfat olan  مَقْضِياًّۚ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

حَتْماً  kelimesi, birisi birşeyi gerekli görüp vâcip kıldığı zaman söylenen deyimin masdarıdır. Buradaki masdar ism-i mefûl yani  مَحتوم  anlamındadır. Bu, Arapların tıpkı  خلق الله  (Allah'ın mahlûku) ve ضرب الاسير (esirin dövdüğü) demeleri gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
Meryem Sûresi 72. Ayet

ثُمَّ نُنَجِّي الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِياًّ  ...


Sonra Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da zalimleri orada diz üstü çökmüş hâlde bırakırız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 نُنَجِّي kurtarırız ن ج و
3 الَّذِينَ kimseleri
4 اتَّقَوْا muttakileri (sakınanları) و ق ي
5 وَنَذَرُ ve bırakırız و ذ ر
6 الظَّالِمِينَ zalimleri ظ ل م
7 فِيهَا orada
8 جِثِيًّا diz üstü çökmüş olarak ج ث و

ثُمَّ نُنَجِّي الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِياًّ

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُنَجِّي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّقَوْا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اتَّقَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir. نَذَرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

الظَّالِم۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

ف۪يهَا  car mecruru  جِثِياًّ ’e müteallıktır.  جِثِياًّ  hal olup fetha ile mansubdur.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّقَوْا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

ثُمَّ نُنَجِّي الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِياًّ

 

ثُمَّ  atıf harfiyle  اِنْ مِنْكُمْ  cümlesine atfedilen bu ayet müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade etmiştir.

ثُمَّ  burada sıralı düzenlemeyi ifade eder.

Mef’ûl konumdaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اتَّقَوْا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bahsi geçenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, onları tazim kastına matuftur.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen  وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِياًّ  cümlesinin atıf sebebi tezattır. Ayrıca cümleler arasında hükümde ortaklık mevcuttur.

ثُمَّ نُنَجِّي الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا  cümlesiyle  وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِياًّ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الظَّالِم۪ينَ - اتَّقَوْا  ve  نُنَجِّي - نَذَرُ  kelimeleri arasında îhâm-ı tıbâk sanatı vardır.

Önceki ayetteki  رَبِّكَ  kelimesinden sonra gelen  نُنَجِّي  fiilinde gaibden mütekellime geçiş olmuştur. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

جِثِياًّ  hal olarak mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Bu ayette vaat ve va‘îd (tehdit) birlikte zikredilmiştir. (Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

Bu ayette iftinân sanatı vardır. 

İftinân, sözlükte ‘konu, çeşit, tür’ anlamındaki fenn kökünden masdar olan iftinân ‘söz içinde konudan konuya, türden türe geçmek’ anlamına gelir. Tefennün de aynı manadadır. 

İbni Abbas şöyle der: “Muttaki, la ilâhe illallah sözü ile şirkten korunmuş olan kimsedir.” Bil ki İbni Abbas'ın söylemiş olduğu bu hüküm hakkın doğruluğuna delilin şehadet ettiği ve gerçeğin ta kendisi olan bir hükümdür. Zira Allah ve peygamberleri tasdik eden herkes için “O, şirkten korunmuştur.” denilebilir. Böylesi kimse hakkında, “O, şirkten korunmuştur.” denildiğine göre onun hakkında, “O, muttakidir de” denilebilir. Çünkü muttaki (korunmuş) kelimesi “şirkten korunmuş” olan ifadesinin bir parçasıdır, mürekkebin kapsamına aldığı şeyi, müfredi de içine alır. (Fahreddin er-Râzî)
Meryem Sûresi 73. Ayet

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓواۙ اَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ خَيْرٌ مَقَاماً وَاَحْسَنُ نَدِياًّ  ...


Âyetlerimiz kendilerine apaçık bir şekilde okunduğu zaman, inkâr edenler, inananlara, “İki topluluktan hangisinin bulunduğu yer daha hayırlı meclis ve mahfili daha güzeldir?” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 تُتْلَىٰ okunduğu ت ل و
3 عَلَيْهِمْ onlara
4 ايَاتُنَا ayetlerimiz ا ي ي
5 بَيِّنَاتٍ açık açık ب ي ن
6 قَالَ derler ق و ل
7 الَّذِينَ kimseler
8 كَفَرُوا inkar edenler ك ف ر
9 لِلَّذِينَ kimseler için
10 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
11 أَيُّ hangisinin
12 الْفَرِيقَيْنِ iki topluluktan ف ر ق
13 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
14 مَقَامًا makamı ق و م
15 وَأَحْسَنُ ve daha güzeldir? ح س ن
16 نَدِيًّا meclisi (mevkii) ن د و
Genellikle peygamberlere ilk inananlar toplumun zayıfları ve fakirleridir. Onları inkâr edenler ise servet ve iktidar sahipleridir. Bu kesim inananları daima küçümsemiş, horlamış ve ezmeye çalışmıştır; Kur’an’da bunun örneklerine yer veren birçok âyet vardır. Hz. Peygamber Allah’ın âyetlerini açıkça okuyup da müminleri müjdelediği, müşrikleri de uyardığı zaman, o şımarık müşrikler gururlarına kapılarak, “Eğer bu iyi bir şey olsaydı bizi bırakıp da onlara gelmezdi!” (Ahkaf 46/11) diyerek kendilerinin daha üstün, müminlerin daha aşağı olduğunu ileri sürmüşler, onlara “Hangimizin konumu daha üstün ve mensupları daha iyi? Siz mi daha güzel konaklarda yaşıyorsunuz, biz mi?” şeklinde sorular yöneltmişlerdir. Gurura kapılmış olan müşrikler, ancak fakirleri yanından kovduğu takdirde Hz. Peygamber’in tebliğini dinleyebileceklerini bildirmişlerdir (bk. En‘âm 6/52-53). 74. âyette bu kendini beğenmişlere, toprağı işleyerek bayındır ülkeler meydana getiren, sonra da inkârcılıkları yüzünden Allah’ın gazabına uğrayan Âd ve Semûd gibi eski kavimlerin akıbetleri hatırlatılarak onların kalıntılarına bakıp ibret almaları tavsiye edilmektedir.
 
 Sert bir tehdit içeren 75. âyet, 73. âyetteki soruya verilmiş bir başka cevaptır. Allah Teâlâ bu tehditle müşriklere vermiş olduğu evlât, devlet ve servetin gerçekte bir lutuf olmadığını, onlara bu nimetlerin verilmesinin bir istidrâc olduğunu ifade etmektedir. Kul, Allah’ın vermiş olduğu nimeti hayırlı işlerde kullanıyorsa bu nimetin arttırılması, sürekli kılınması bir lutuftur; eğer sahip olduğu nimet sebebiyle şımarıyor ve onu kötü şeylerde kullanıyorsa ona mühlet ve fırsat verilmesi de bir istidrâcdır (bk. A‘râf7/182). Âyette söz konusu edilen müşriklerin durumu buna örnektir (krş. Nahl 16/97; Müminûn 23/55-56).
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 614-615

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓواۙ 

 

وَ  istînâfiyyedir. اِذَا  şart manalı, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum Muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُتْلٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تُتْلٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni meçhul muzari fiildir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  تُتْلٰى  fiiline müteallıktır.

اٰيَاتُنَا  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَيِّنَاتٍ  hal olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  karinesi olmadan gelen  قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا  cümlesi şartın cevabıdır.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl , لِ  harf-i ceriyle birlikte  قَالَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


 اَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ خَيْرٌ مَقَاماً وَاَحْسَنُ نَدِياًّ

 

اَيُّ  istifham ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْفَر۪يقَيْنِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ى  ile mecrurdur.

خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  مَقَاماً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

اَحْسَنُ  atıf harfi  وَ ’la  خَيْرٌ ’e matuftur. نَدِياًّ  temyiz olup fetha ile mansubdur.

خَيْرٌ - اَحْسَنُ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓواۙ اَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ خَيْرٌ مَقَاماً وَاَحْسَنُ نَدِياًّ

 

وَ  istînâfiyyedir. 

İstînâfiye  وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda gelen ayetin ilk cümlesi, muzâfun ileyh konumunda olan  تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ , şart cümlesidir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تُتْلٰى  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)

اٰيَاتُنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan ayetler şan ve şeref kazanmıştır. 

Şartın cevabı olanقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا  cümlesi, aynı zamanda  اِذَا ’nın müteallakıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede has ism-i mevsûl fail konumundadır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. Sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Cümledeki ikinci ism-i mevsûl mecrur mahalde  قَالَ  fiiline müteallıktır. Sılası olan اٰمَنُٓواۙ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham ismi  اَيُّ  mübtedadır. Haberi olan  خَيْرٌ  ve ona matuf olan  اَحْسَنُ  ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama ve taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Şartın cevap cümlesinin mekulü’l-kavli, leff ve neşr sanatı üslubuyla gelmiştir.

مَقَاماً - نَدِياًّ  kelimeleri temyizdir. 

Ayetteki  الَّذ۪ينَ ler iki ayrı grup insana işaret etmektedir. İkisi arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَفَرُوا - اٰمَنُٓوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

خَيْرٌ - اَحْسَنُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Meryem Sûresi 74. Ayet

وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ اَحْسَنُ اَثَاثاً وَرِءْياً  ...


Biz onlardan önce, mal-mülk ve görünümü daha güzel olan nice nesilleri helâk ettik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَمْ ve nice
2 أَهْلَكْنَا helak ettik ه ل ك
3 قَبْلَهُمْ onlardan önce ق ب ل
4 مِنْ
5 قَرْنٍ nesiller ق ر ن
6 هُمْ onlar
7 أَحْسَنُ daha güzeldi ح س ن
8 أَثَاثًا eşyaca ا ث ث
9 وَرِئْيًا ve gösterişce ر ا ي

وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ اَحْسَنُ اَثَاثاً وَرِءْياً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَمْ  haberiyye olup mukaddem mef’ûlu bih olarak mahallen mansubdur. 

اَهْلَكْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur. 

قَبْلَهُمْ  zaman zarfı,  اَهْلَكْنَا  fiiline müteallıktır.  مِنْ قَرْنٍ  car mecruru  كَمْ in temyizidir.

هُمْ اَحْسَنُ اَثَاثاً وَرِءْياً  cümlesi  قَرْنٍ  sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَحْسَنُ  haber olup lafzen merfûdur.

اَثَاثاً  kelimesi temyiz olup fetha ile mansubdur. رِءْياً  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  اَثَاثاً e matuftur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَهْلَكْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  هلك ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de  fiilin mücerret manasını ifade eder.

رِءْياً  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَحْسَنُ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ اَحْسَنُ اَثَاثاً وَرِءْياً

 

وَ  istînâfiyye, haberiye olan  كَمْ  soru harfidir.  اَهْلَكْنَا  fiilinin mukaddem mef’ûlü olarak mahallen mansubdur ve çokluktan kinayedir. Müspet mazi fiil sıygasındaki cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade etmiştir.

Her asırda yaşayanlara  قَرْنٍ  denmesi, boynuz (قَرْنٍ ) gibi önde olmalarındandır. Çünkü ötekiler arkalarından gelir.  هُمْ اَحْسَنُ اَثَاثاً وَرِءْياً  cümlesi  كَمْ 'in sıfatıdır,  اَثَاثاً  ise ev eşyasıdır. (Beyzâvî)

مِنْ  mef’ûl olan  كَمْ ’deki müphemliği beyan etmek üzere kullanılmıştır. Mana, “Nesillerin bir çoğunu helak etmiştik.” şeklindedir. (Keşşâf)

قَرْنٍ  için sıfat konumundaki  هُمْ اَحْسَنُ اَثَاثاً وَرِءْياً  cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i itiisâldir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned olan  اَحْسَنُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

قَرْنٍ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَثَاثاً  ve ona tezâyüf nedeniyle atfedilen  رِءْياً  temyiz olarak mansubdur. 

Arapçada bir kelime veya cümle ifade edilişi itibariyle ek bir açıklamaya ihtiyaç duyabilir. Açıklanmaya ihtiyaç duyan müphem isim veya cümleye yapılan ek izahat, o müphem kelime veya cümlenin açıklayıcısı manasında temyizi, başka bir deyişle mümeyyezi olur. (Halil İbrahim Karaöz Arap Dili Gramerinde Temyiz Y.L.Tez)

Onların daha güzel oluşlarının iki sebebi olan görünüşçe ve malca özelliklerinin sayılması taksim sanatı üslubudur.

رِءْياً  kelimesi sakin bir hemze ile  رِءيا  şeklinde okunduğunda kelimenin manası ‘görünümce, şekilce’ demek olur. Bu, ism-i mefûl manasında bir masdardır. (Fahreddin er-Râzî)
Meryem Sûresi 75. Ayet

قُلْ مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَداًّۚ حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ اِمَّا الْعَذَابَ وَاِمَّا السَّاعَةَۜ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضْعَفُ جُنْداً  ...


(Ey Muhammed!) De ki: “Kim sapıklık içinde ise Rahmân onlara, istenildiği kadar süre versin! Nihayet kendilerine vaad olunan azabı, ya da kıyameti gördüklerinde kimin yeri daha kötüymüş, kimin taraftarları daha zayıfmış bilecekler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 مَنْ kim
3 كَانَ ise ك و ن
4 فِي içinde
5 الضَّلَالَةِ sapıklık ض ل ل
6 فَلْيَمْدُدْ süre versin م د د
7 لَهُ ona
8 الرَّحْمَٰنُ Rahman ر ح م
9 مَدًّا bi süre م د د
10 حَتَّىٰ nihayet
11 إِذَا zaman
12 رَأَوْا gördükleri ر ا ي
13 مَا şeyleri
14 يُوعَدُونَ va’dedildikleri و ع د
15 إِمَّا ya
16 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
17 وَإِمَّا veya
18 السَّاعَةَ (duruşma) sa’ati(ni) س و ع
19 فَسَيَعْلَمُونَ bileceklerdir ع ل م
20 مَنْ kimin
21 هُوَ o
22 شَرٌّ daha kötüdür ش ر ر
23 مَكَانًا mekanı ك و ن
24 وَأَضْعَفُ ve daha zayıftır ض ع ف
25 جُنْدًا adamları ج ن د

Cenede جند :Sertlik ya da katılığı göz önüne alınarak askere/orduya جُنْدٌ denir. Temelde ise içinde taşlar bulunan sert yer anlamındaki جَنَدٌ kullanımından gelir. Daha sonra bir araya gelip toplanmış her şey için de kullanılır olmuştur. جُنْدٌ sözcüğünün çoğulu جُنُودٌ 'dur.  (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de sadece bir formda isim olarak toplam 29 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cunta (işari mana) ve Cüneyt'tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قُلْ مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَداًّۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت dir.

Mekulü’l-kavl cümlesi  مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi  olarak mahallen mansubdur.

مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

كَانَ فِي الضَّلَالَةِ  cümlesi  مَنْ in haberi olarak mahallen merfûdur.  كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو dir.

فِي الضَّلَالَةِ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  ل  emir lamıdır.  يَمْدُدْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.

لَهُ  car mecruru  يَمْدُدْ  fiiline müteallıktır.  الرَّحْمٰنُ  fail olup lafzen merfûdur.

مَداًّ  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. 


حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ اِمَّا الْعَذَابَ وَاِمَّا السَّاعَةَۜ

 

حَتّٰٓى , ibtidaiyyedir.  حَتّٰٓى  edatı 3 şekilde kullanılabilir: 

1) Harf-i cer olarak  2) Başlangıç edatı olarak  3) Atıf edatı olarak kullanılır. Burada başlangıç edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا)dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a) (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

رَاَوْا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَاَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُوعَدُونَ dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُوعَدُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)  

الْعَذَابَ  kelimesi  مَا dan bedel olup lafzen mansubdur.

اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir.  السَّاعَةَ  kelimesi  مَا dan bedel olup lafzen mansubdur.


فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضْعَفُ جُنْداً

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  سَيَعْلَمُونَ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

يَعْلَمُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ismi mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ شَرٌّ مَكَاناً dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. شَرٌّ  haber olup lafzen merfûdur.  مَكَاناً  temyiz olup fetha ile mansubdur. وَاَضْعَفُ جُنْداً  cümlesi  شَرٌّ مَكَاناً e matuftur. 

شَرٌّ - اَضْعَفُ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzaf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَداًّۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Peygambere (sav) emirle başlamıştır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mekulü’l-kavl cümlesi olan  مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَداًّۚ , şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مَنْ  ismi mübteda,  كانِ nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Sübut ifade eden isim cümlesindeki car mecrur  فِي الضَّلَالَةِ , nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فَ  karinesiyle gelen  فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَداًّۚ  cümlesi şartın cevabı olup emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap fiiline dahil olan  لْ , emir lamıdır. Fiili cezm yapmıştır. 

Car mecrur  لَهُ , ihtimam için failin önüne geçmiştir.

مَداًّۚ , mef’ûlü mutlak olarak cümleyi tekid etmiştir.

فِي الضَّلَالَةِ  ibaresinde istiare vardır. Burada  فِي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır.  فِي  yerinde  على harfi olmalıydı. Bilindiği gibi  فِي  harfi zarfiyedir. Müteallakı dalalet içinde olanlardır. Dalalet bir şeyi hakiki manada içine alacak mazruf özelliğine sahip değildir. Burada  على manasının müteallakı,  فِي  manasının müteallakına ve  على nın istilâ manası, فِي nin zarfiyye manasına benzetilmiştir. Böylece istilanın müteallakı, zarfiyenin müteallakına benzetilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

فَلْيَمْدُدْ لَهُ  yani (Rahman ona süre versin), kendisine ömür süresi bahşetsin. Bu ifade emir kipinde kullanılarak, sözü edilen şeyin zorunluluğuna, adeta emredilmiş ve mutlaka yerine getirilecek bir şey konumunda olup mutlaka gerçekleşeceğine vurgu yapılmıştır. Ayrıca [Her kim dalalette ise Rahman ona istediği kadar süre versin] ifadesi, Allah’ın onun hayatını uzatması ve kendisine refah bahşetmesi yönünde bir dua ifadesi de olabilir. (Keşşâf)

Burada, sapkınlıkta bulunanlardan murad, hem kâfirleri hem de fani dünyanın lezzetlerine dalıp onlarla sevinenleri de kapsayan genel bir mana olabilir; yalnız kâfirlere de mahsus ve onlardan ibaret de olabilir. (Ebüssuûd)

Burada Rahman ismi kullanılmış, çünkü uzatmak ve mühlet vermek, dünyevî rahmetin hükümlerindendir. (Ebüssuûd)

المَدُّ  kelimesi ipin gevşetilmesi ve uzatılması demektir. Burada olduğu gibi mecazen mühlet verme manasında kullanılır. (Âşûr)

حَتّى  mühletin son noktasını ifade eder. Başlangıç içindir. Yani Rahman ona vadedilen azabı görünceye kadar mühlet verir demektir. Dolayısıyla kendilerine vadedilen azabı görünceye kadar kurtuluş yoktur ve lütuf sürelerinin uzunluğu onu bundan alıkoymaz.

Yani arkasından  حَتّى  gelen cümledeki gaye manası; müfred bir kelime olmasa da cümlenin içeriğidir. Takdiri;  يَمُدُّ لَهُمُ الرَّحْمَنُ حَتّى يَرَوُا العَذابَ فَيَعْلَمُوا مَن هو أسْعَدُ ومَن هو أشْقى

Rahman azabı görünceye kadar onlara mühlet verir ki kimin daha saîd, kimin daha şaki olduğunu bilsinler şeklindedir. (Âşûr)


حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ اِمَّا الْعَذَابَ وَاِمَّا السَّاعَةَۜ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضْعَفُ جُنْداً

 

حَتّٰٓى  ibtida harfi,  اِذَا  şart manalı zaman zarfıdır. Şart üslubunda gelen ayette  اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan şart cümlesi …رَاَوْا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Zaman ismi olan  اِذْ ’in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac Suresi 26) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

رَاَوْا  fiiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası …يُوعَدُونَ 

cümlesi müspet muzari fiil sıygasında gelmiş, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Muzari fiille ifade edilmesinin hikmeti, vaadi göz önünde canlandırmak ve ne zaman vuku bulacağı konusundaki haşyet ve korku duygusunun yenileneceğine işaret etmektir. 

يُوعَدُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kuran-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

اِمَّا السَّاعَةَ  ifadesi,  اِمَّا الْعَذَابَ ’ye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

اِمَّا , iki yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur (tahyîr/muhayyerlik). Ancak her iki yargının gerçekleşmesi de mümkün olabilir (ibâha). Mâlekî, talebi cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyîr ve ibâha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضْعَفُ جُنْداً ‘ne dahil olan istikbal harfi  سَ , tekid ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  هُوَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضْعَفُ جُنْداً , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَضْعَفُ , haber olan شَرٌّ ’a tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. Her iki kelime de ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Sıla cümlesinde kelamın başında zikredilen şeyin sonunda hazf edilmesi, sonunda mezkûr olanın da baş tarafta hazf edilmesi olarak tanımlanan ihtibâk sanatı vardır. وَاَضْعَفُ جُنْداً  ibaresinde önceki cümleden anlaşıldığı için  هُوَ  hazf edilmiştir.

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)

مَكَاناً  ve  جُنْداً  temyizdir.

Arapçada bir kelime veya cümle ifade edilişi itibariyle ek bir açıklamaya ihtiyaç duyabilir. Açıklanmaya ihtiyaç duyan müphem isim veya cümleye yapılan ek izahat, o müphem kelime veya cümlenin açıklayıcısı manasında temyizi, başka bir deyişle mümeyyezi olur. (Halil İbrahim Karaöz Arap Dili Gramerinde Temyiz Y.L.Tez)

خَيْرٌ - شَرٌّ  kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir) 

الضَّلَالَةِ  -  شَرٌّ - الْعَذَابَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

اِمَّا ’nın tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İki  مَنْ  arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَرٌّ مَكَاناً  ve اَضْعَفُ جُنْداً [Yerce daha kötü ve adamca daha zayıf] ifade­sinde leff-ü neşr-i mürettep sanatı vardır. Zira birincisi yani  شَرٌّ مَكَاناً  [yerce daha kötü], 73. ayetteki  خَيْرٌ مَقَاماً  [makamı daha iyi]  ifadesine, ikincisi yani  اَضْعَفُ جُنْداً  [adamca daha zayıf)]  ise yine 73. ayetteki  وَاَحْسَنُ نَدِياًّ  [meclisi daha güzel] ifadesi ile ilgilidir. 

[Yerce kim daha kötü imiş bilecekler] iki fırkadan, o zaman durumun kendi takdirlerinin tam aksine olduğunu görecekler ve istifade ettikleri şeyin perişanlığa döndüğünü ve boyunlarına vebal olduğunu göreceklerdir. Bu da şartın cevabıdır, cümle de  حَتّٰٓى ’dan sonra hikâye edilmiştir. حَتّٰٓى, iptidaiyedir. (Beyzâvî)

“Ya azap ya kıyamet” ifadesi, ayette bahsedilen azap ile kıyametten önce olacak bir azabın kastedildiğine delalet eder. Çünkü ayetteki “ya kıyamet” ifadesi ile kıyamet günü kastedilmiştir. Kıyamet gününden önce olacak o azap ile ya kabir azabı yahut da insanların ölürken görüp müşahede ettikleri azap kastedilmiş olabilir. Çünkü insanlar ölüm anında, hak ettikleri şeyi anlayıp görürler. Yine bu azapla onların dünyadaki hallerinin, izzetten (şereften) zelilliğe, zenginlikten fakirliğe, sıhhatten hastalığa, emniyetten korkuya dönüşmesinin kastedilmiş olması da mümkündür. Yine bununla müminlerin onlara hükümran kılınması yahut da Bedir günü kâfirlerin başına gelen hezimetin kastedilmiş olması da mümkündür. (Fahreddin er-Râzî)

 
Meryem Sûresi 76. Ayet

وَيَز۪يدُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا هُدًىۜ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ مَرَداًّ  ...


Allah, doğruya erenlerin hidayetini artırır. Kalıcı salih ameller, Rabbinin katında sevap bakımından da daha hayırlıdır, sonuç itibari ile de.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَزِيدُ ve artırır ز ي د
2 اللَّهُ Allah
3 الَّذِينَ kimselerin
4 اهْتَدَوْا yola gelen(lerin) ه د ي
5 هُدًى hidayetini ه د ي
6 وَالْبَاقِيَاتُ ve kalıcı olan ب ق ي
7 الصَّالِحَاتُ yararlı işler ص ل ح
8 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
9 عِنْدَ yanında ع ن د
10 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
11 ثَوَابًا mükafat bakımından ث و ب
12 وَخَيْرٌ ve daha iyidir خ ي ر
13 مَرَدًّا varılacak yer bakımından ر د د
“Doğru yola gidenler” diye çevirdiğimiz ihtedev fiili, sözlükte “doğru yolu bulmak, yol göstermek” mânalarına gelen hüdâ (hedy, hidâyet) kelimesinden türemiş çoğul bir fiildir (tekili ihtedâ). Bu fiilin masdarı olan ihtidâ ise “gerçeğe ulaşmak, doğru yolu bulmak” anlamlarına gelmektedir. Terim olarak inançsız iken veya başka bir dine mensupken İslâm dinini benimsemeyi ifade eder. İhtidâ eden kimseye “mühtedî” denir (Ali Köse, “İhtidâ”, DİA, XXI, 554). Kur’an’da seksen beş yerde geçen hüdâ kelimesi ise sözlükte “yol göstermek, kılavuzluk etmek” anlamına gelmektedir. Müfessir ve kelâmcılar hüdâ kelimesine bağlamına göre çeşitli mânalar vermişlerdir. Râgıb el-İsfahânî aynı kökten olan ve aynı mânaya gelen hidayeti, “lutufla kılavuzluk etmek” yani bütün yaratıklara ve özellikle ilâhî emirlere muhatap olan insanlara yol gösterme şeklinde tanımlamış ve Kur’an’da yer alan bütün hidayet kavramlarını içinde bulundukları âyetlerin genel kompozisyonu çerçevesinde gruplandırmıştır. Buna göre Allah’ın insanlara olan hidayeti dört merhaleden oluşur: 1. Her mükellefe lutfettiği akıl ve idrak yetenekleriyle hayatını sürdürmeyi sağlayan zaruri bilgiler (bk. Tâhâ 20/50). 2. Vahiy ve peygamberler yoluyla yaptığı davet (bk. Enbiyâ 21/73). 3. Hidayeti benimseyenlere lutfettiği tevfik (Meryem 19/76). 4. Hakkazananları âhirette cennette mükâfatlandırmak (bk. A‘râf 7/43). Bu hidayet türleri buradaki tertibe göre birbirine bağlı olup bir sonraki hidayetin gerçekleşmesi için bir öncekinin meydana gelmesi şarttır (bk. el-Müfredât, “hdy” md.; Y. Şevki Yavuz, “Hidâyet”, DİA, XVII, 473 vd.). 
 
“Allah, doğru yola gidenlerin hidayetini güçlendirir” meâlindeki cümleden kastedilen mâna 3 ve 4. merhaledeki anlamlardır. Buna göre bir kimse aklını ve iradesini kullanarak doğru yola girerse Allah ona o yolda yürüyüp başarıya ulaşmayı nasip eder; âhirette onu mükâfatlandırarak cennetine koyar ve mutlu kılar; işte kurtuluş budur. Âyetin devamı da bunu vurgulamaktadır: Hayırlı davranışların Allah katındaki sevabı, yer yüzündekilerin iftihar ettikleri her şeyden daha üstün ve sonuç itibariyle daha iyidir. Çünkü hayırlı iş âhirete intikal edecek ve sahibine ebedî olarak fayda sağlayacaktır (hüdâ ve hidayet hakkında ayrıca bk. Bakara 2/5).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 615-616

وَيَز۪يدُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا هُدًىۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  يَز۪يدُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اهْتَدَوْا هُدًى dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اهْتَدَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

هُدًى  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 


وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ مَرَداًّ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  الْبَاقِيَاتُ  mübteda olup lafzen merfûdur. الصَّالِحَاتُ  kelimesi  الْبَاقِيَاتُ nın sıfatı olup merfûdur.

خَيْرٌ   mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. خَيْرٌ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عِنْدَ  zaman zarfı خَيْرٌ a müteallıktır.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ثَوَاباً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez. 

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَيْرٌ مَرَداًّ  atıf harfi  وَ la makabline matuftur. 

الصَّالِحَاتُ  kelimesi sülasi mücerredi  olan  صلح  fiilini ism-i failidir.

الْبَاقِيَاتُ  kelimesi sülasi mücerredi  olan  بقي  fiilini ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَز۪يدُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا هُدًىۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasındaki ilk cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celalle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Fiilin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karinesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اهْتَدَوْا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

يَز۪يدُ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  هُدًىۜ ’deki tenvin, kesret ve tazim ifade eder.

اهْتَدَوْا - هُدًىۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah’ın insanlara olan hidayeti dört merhaleden oluşur: 

1. Her mükellefe lutfettiği akıl ve idrak yetenekleriyle hayatını sürdürmeyi sağlayan zaruri bilgiler (bkz. Ta-Ha Suresi, 50). 

2. Vahiy ve peygamberler yoluyla yaptığı davet (bkz. Enbiya Suresi, 73) 

3. Hidayeti benimseyenlere lutfettiği tevfik (Meryem Suresi, 76)

4. Hak kazananları ahirette cennette mükâfatlandırmak (bkz. Araf Suresi, 43). Bu hidayet türleri buradaki tertibe göre birbirine bağlı olup bir sonraki hidayetin gerçekleşmesi için bir öncekinin meydana gelmesi şarttır (bk. el-Müfredât, “hdy” md.; Y. Şevki Yavuz, “Hidâyet”, DİA, XVII, 473 vd.). (Elmalılı Hamdi Yazır)


 وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ مَرَداًّ

 

İstînâfa matuf, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî  kelamdır.

Müsnedün ileyh sıfat terkibi şeklinde gelmiştir. Müsned olan  خَيْرٌ  ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عِنْدَ رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle  كَ  zamirinin ait olduğu Hz. Peygamber şan ve şeref kazandırmıştır. Yine Rabb ismine muzâf olması  عِنْدَ  için tazim ifade eder

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)

Ayetteki ikinci  خَيْرٌ  birinciye matuftur. Kelimenin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ثَوَاباً  ve  مَرَداًّ  temyizdir.

Arapçada bir kelime veya cümle ifade edilişi itibariyle ek bir açıklamaya ihtiyaç duyabilir. Açıklanmaya ihtiyaç duyan müphem isim veya cümleye yapılan ek izahat, o müphem kelime veya cümlenin açıklayıcısı manasında temyizi, başka bir deyişle mümeyyizi olur. (Halil İbrahim Karaöz Arap Dili Gramerinde Temyiz Y.L.Tez)

خَيْرٌ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

هُدًى - الصَّالِحَاتُ - خَيْرٌ  ve  اللّٰهُ - رَبِّكَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Baki kalan iyi ameller] sevabı, ebediyete kadar devam edecek olan taatlar demektir ki rivayete göre bunlara beş vakit namaz, subhanallahi velhamdulillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber zikri de girer. [Rabbinin katında sevapça da daha hayırlıdır.] kâfirlerin istifade ettikleri ve onlarla övündükleri eksik ve geçici nimetlerin getirisinden daha hayırlıdır. Kaldı ki iyi amellerin sonu ebedî nimettir, bunun sonu ise pişmanlık ve sürekli azaptır. Nitekim buna sonuçça da daha hayırlıdır ifadesi ile işaret etmiştir. (Beyzâvî)

 
Günün Mesajı
71 ve 72. ayet etrafında farklı mütalâalar olmuş, Allah Rasülü'nden bazı rivayetler de nakledilmiştir. Bazıları, istisnasız herkesin, onu hak edenlerin kalmak üzere, onda kalmayacak müminlerin ise Cehennemi tanımak, Cennet'i ve nimetlerini daha iyi duyup takdir etmek için Cehennem'e mutlaka gireceği, fakat nasıl içine atıldığı ateş Hz. İbrahiin'i yakmamışsa, Cehennem'in de onda kalmayacak müminlere azap etmeyeceği görüşündedir. Daha başkaları ise, 7'inci âyetteki “vürüd” kelimesinin burada sadece uğramak manasına geldiğini, dolayısıyla herkesin Cehennem'e uğrayacağı, ama ona girmeyecek müminlerin yine girmeyeceği, fakat onu ve dehşetini mutlaka hissedeceğini belirtmiştir. Her halükârda kesin olan, istisnasız herkesin Cehennemi bütün ürperti ve dehşetiyle göreceği, fakat ona girmeyecek olan mü'minlerin, içlerinde en seçkin olanları onun hışırtısını bile duymayacak derecede (Enbiyâ Sûresi/21: 102) ondan herhangi bir azaba maruz kalmayacaklarıdır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

“Allah-u Teâla ölümden sonra dirilişi inkar edenlerden; hiçbir şeyken yaratılmaları üzerinde düşünmelerini istemektedir.” diye dersine devam ederken, öğrencilerinden birinin elini kaldırdığını gördü. Söz hakkı verdi:

“Hocam, bir kaç ay önce, benim bir kardeşim oldu. Allah’ın bizi hiçbir şeyken yaratmasını düşünürken, o geldi aklıma. Annemin karnına gelmeden önce o bir hiçti. Annemin karnında büyüdüğünü öğrendiğimiz güne kadar da bizim için bir hiçti. Annemin karnındayken, onun dünyası annemin karnından ibaretti yani bizim dünyamız onun için bir hiçti. Annemin karnının büyümesi ve doktorun dediklerinden dolayı, o bizim için hiçlikle varlık arasında bir yerdeydi. Biz onun geleceğini biliyorduk ama neye benzediğine dair hiçbir fikrimiz yoktu. Dünyaya geldiğinde ise hiçbir şeyi yoktu ve hiçbir şey bilmiyordu. İlk günlerinde, gözlerini zor açık tutuyordu ve sadece ağlıyordu. Bizim yapabildiklerimiz onun için bir hiçti ama büyüdükçe ve akıllandıkça hepsini yavaş yavaş öğreniyor ve yapıyor.” 

Öğrencisi heyecanla anlatacaklarını anlatmış ama nasıl bitirmesi gerektiğini bilemiyormuş gibi hocasına bakıyordu. Hocası öğrencisini bu dertten kurtararak dedi ki:

“Bizi de hiçlik üzerinde düşündürdüğün için çok teşekkür ederim. Çok güzel ifade ettin. Hadi şimdi, dersimizi bitirmeden önce duamızı edelim.”

Ey bizi yoktan var eden Allahım! Bizi, hiçbir şeyken yarattığın, hiçbir şeyimiz yokken verdiğin her nimet ve hiçbir şey bilmezken öğrettiklerin için hamd olsun. Bizi; mahşerde razı olduklarınla beraber topladıklarından, cehennem ateşinden esirgediklerinden ve ahiret saadeti verdiklerinden eyle. 

Ey göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbi olan Allahım! Bizi; Sana sabır ve sebatla kulluk edenlerden; doğru yolunda yürüyenlerden ve hidayetini güçlendirdiklerinden; dünya üzerindeyken kalıcı iyilikler yapanlardan ve her geçen gün sayısını arttıranlardan eyle.

Amin.

***

Dünyadaki kimi üstünlük diye kabul edilenlere sahip olmak keyiflidir. Ancak sahibini, zulme ya da yanlışa sürükleyerek hakikat yolundan çıkartıyor ise zillet sebebidir. Çoğu üstünlük, bakan gözlere hitap edendir. Bu yüzden de insan evladı görünüşüyle takıntılıdır. Zenginliğini, güzelliğini, gençliğini ve hatta soyunu daha net göstermek için çeşitli yöntemlere başvurur.

Bunların hepsinin Allah’tan gelen dünyalık nimet olması dışında özlerinde hakiki bir değeri yoktur. Onlara sahip olmayanlar veya zaman geçtikçe kaybedenler bunu devamlı hatırlatmaktadır. Asıl önemli olan onların nerede yani kalpten severek nefsin şımarıklığında mı yoksa sadece geçici bir süs olduğu bilinciyle Allah’ın rızasını gözeterek üzerinde mi taşındığı önemlidir. 

Üstünlüğe kalbiyle bağlanan insan; haksızlığa, nefrete, küçümsemeye ve ezmeye meyillidir. Zira üstünlüklerinden dolayı belli bir hakka sahip olduğuna ve her şeyi yapabileceğine inanır. Günün birinde kaybedeceği kesin olan üstünlükleri doğru şekilde değerlendirmektense; onları kimliğiyle birleştirerek kendisi gibi olmayanlardan ve onların yolundan uzaklaşır.

Ömrünü geçici üstünlüklerinin etrafında dönerek yaşadıktan sonra aşırıya kaçarak aslında zaten kaybettiklerinin devamlılığını korumaya çalışır. Ne yaparsa yapsın dünyalık üstünlüklerden dolayı gelen ünvanların ve makamların hepsi el değiştirir. Öyle ki daha yeryüzünden silinmeden bile akıllarda unutulur. Kalıcı aleme vardığı zaman ise asıl üstünlüğün ne olduğunu öğrenir.

Allah yolunda yürüyen bir kul üstünlükleriyle meşgul değildir. Hayatını ve benliğini onlarla anlamlandırma hatasına düşmemek ve Allah’ın izniyle hepsinin birer vesile olduğu düşüncesini benimsemek için çabalar. Böylelikle bilir varlıkları gibi kaybolmaları da kendisi için bir ibrettir ve kalbiyle Allah’a yönelmesini yani kalıcı amellerle meşgul olmasını hatırlatan bir yoldaştır. 

Peygamber Efendimiz (sa) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın Allah katında sivrisinek kanadı kadar değeri olsaydı, kafire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.” (Tirmizi, İbn Mace) [Rûhu’l Beyân Tefsiri]

Ey Allahım! Farkında olduğumuz ve olmadığımız; kıymetini bildiğimiz ve bilemediğimiz her nimetin için hamd olsun. Dünyalık nimetlere fazla önem vererek işlediğimiz günahları affetmeni Senden niyaz ederiz. Geçici heveslerin, geçici üstünlüklerin peşinden koşarak hem dünyada, hem de mahşerde rezil ve zelil olmaktan Sana sığınırız. Bizi afiyet ile Senin katında değeri olan, kalplerimizi iki cihanda da sevindirecek ve ahiret hayatımızı Sana kavuşmak ile güzelleştirecek olan kalıcı amellerle meşgul eyle. Ve bizi hakiki üstünlüklere sahip olan salih kulların zümresine yaz.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji