بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي كَفَرَ بِاٰيَاتِنَا وَقَالَ لَاُو۫تَيَنَّ مَالاً وَوَلَداًۜ
اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي كَفَرَ بِاٰيَاتِنَا وَقَالَ لَاُو۫تَيَنَّ مَالاً وَوَلَداًۜ
Hemze istifham harfidir. فَ istînâfiyyedir. رَاَيْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Müfred has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرَ بِاٰيَاتِنَا ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
بِاٰيَاتِنَا car mecruru كَفَرَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfi, قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. اُو۫تَيَنَّ fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fetha üzere mebni, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
مَالاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. وَلَداً kelimesi atıf harfi وَ ’la مَالاً ’e matuftur.
اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي كَفَرَ بِاٰيَاتِنَا وَقَالَ لَاُو۫تَيَنَّ مَالاً وَوَلَداًۜ
Hemze istifham harfi, فَ istînâfiyyedir. Ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle mazi fiil sıygasında gelerek temekün ve istikrar ifade etmiştir.
İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp taaccüp ve kınama anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bu istifham, onun haline taaccüp etmek ve bu halin, taaccüp edilmesi gereken tuhaf ve şen'î bir hal olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Ruhul Beyan, Âşûr )
اَفَرَاَيْتَ dikkat çekme tabirlerinden biridir.
Görme haber kaynaklarından en sağlamı olduğu için اَفَرَاَيْتَ [gördün mü] lafzı haber yerine kullanılmıştır. اَفَرَاَيْتَ ’deki فَ de aslında takip içindir, mana da ‘’onların sözünden sonra hemen bu kâfirin kıssasını haber ver’’, demektir. (Beyzâvî)
Mef’ûl konumundaki müfred has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan كَفَرَ بِاٰيَاتِنَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
اَفَرَاَيْتَ ile ilgili olarak benim tercih ettiğim görüş, bunun aklî (manevi) bir durum olup, basiretle (hissi) ilgili olmadığıdır. Veya اخبر veya اخبرني manasında olduğudur. İlim manasında rü’yet kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i Meryem Suresi 77, s. 307)
Ayetlerin azamet zamirine muzâf oluşu onların önemini vurgulamak ve yüceltmek içindir.
Atıf harfi وَ ’la sılaya matuf olan وَقَالَ لَاُو۫تَيَنَّ مَالاً وَوَلَداً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَاُو۫تَيَنَّ مَالاً وَوَلَداً cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kasem üslubunda gayrı talebî inşaî isnad olan, mahzuf kasem ve cevabından müteşekkil terkip, aynı zamanda قَالَ fiilinin mekulü’l-kavlidir.
Verilecek olanların mal ve evlat olarak sıralanması taksim sanatıdır.
مَالاً - وَلَداً kelimelerindeki tenvin kesret için olabilir. Bu kelimeler arasında mürâât- ı nazîr sanatı vardır.اَطَّـلَعَ الْغَيْبَ اَمِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْداًۙ
اَطَّـلَعَ الْغَيْبَ اَمِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْداًۙ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. اطَّـلَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْغَيْبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَمْ atıf harfi hemzenin muadilidir.
Hakiki istifhamdan istenilen anlam belirleme (tayin) olduğunda da kendisinden sonra atıf caiz değildir. Ancak, tesviye hemzesi gibi veya onun muadili اَمْ ile yapılabilir. (A. Yaşar Koçak, Nahivde Hemze)
اتَّخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
عِنْدَ mekân zarfı, اتَّخَذَ fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune müteallıktır. الرَّحْمٰنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَهْداً kelimesi اتَّخَذَ fiilinin birinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
اتَّخَذَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
اَطَّـلَعَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi طلع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَطَّـلَعَ الْغَيْبَ اَمِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْداًۙ
Önceki ayetteki رَاَيْتَ fiilinin ikinci mef’ûlü olan cümledeki hemze istifham harfidir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki cümle istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp taaccüp ve kınama anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَطَّـلَعَ الْغَيْبَ sözündeki istifham, taaccüp ve inkârîdir. (Âşûr)
Aynı üslupla gelen اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْداًۙ cümlesi اَمِ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklık ve cümleler arasındaki lafzî ve manevî ittifaktır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الرَّحْمٰنِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen عِنْدَ الرَّحْمٰنِ izafetinde Rahman ismine muzâf olan عِنْدَ tazim edilmiştir.
Bu kelamda الرَّحْمٰنِ [Rahman] unvanının kullanılması, onun iddia ettiği bilginin kaynağının ilâhî rahmet olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Mef’ûl olan عَهْداًۙ ’deki tenvin tazim içindir.
Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. اتَّخَذَ , iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Mekân zarfı عِنْدَ ‘nin müteallakı olan ikinci mef’ûl mahzuftur.
اَطَّـلَعَ ve اتَّخَذَ fiilleri اِفْتِعال babındadır. Bu bab fiile mutavaat, müşareket, ittihaz, izhar, talep, çaba göstermek gibi anlamlar katar.
Bu ayette soru cümlesi içerisinde yer alan Habbab b. Eret ve As b. Vail gibilerinin sözlerinin karşılığı, devam eden ayetlerle birlikte onların hiç beklemedikleri taaccubî inkârî bir soru ile zannettikleri vaatten vaîde dönmüştür. Soruya soru ile cevap verilen üslûb-u ḥakîm sanatına örnektir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
77. ayetteki بِاٰيَاتِنَا ve bu ayetteki الرَّحْمٰنِ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)كَلَّاۜ سَنَكْتُبُ مَا يَقُولُ وَنَمُدُّ لَهُ مِنَ الْعَذَابِ مَداًّۙ
كَلَّاۜ سَنَكْتُبُ مَا يَقُولُ وَنَمُدُّ لَهُ مِنَ الْعَذَابِ مَداًّۙ
كَلَّا , ret ve caydırma harfidir.
Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı )
‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarini taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
سَنَكْتُبُ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. نَكْتُبُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَقُولُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَ atıf harfidir. نَمُدُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. لَهُ car mecruru نَمُدُّ fiiline müteallıktır. مِنَ الْعَذَابِ car mecruru نَمُدُّ fiiline müteallıktır.
مَداًّ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
كَلَّاۜ سَنَكْتُبُ مَا يَقُولُ وَنَمُدُّ لَهُ مِنَ الْعَذَابِ مَداًّۙ
Ta’lil hükmünde isti’naf cümlesidir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümleye dahil olan كَلَّاۜ ve muzari fiile dahil olan gelecek zaman harfi سَ tekid ifade eder.
Bir cevap edatı olan كَلَّاۜ , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)
كَلَّا ! [Hayır öyle değil] buyurulmuştur. Bu kelime, ret ifade eden bir lafızdır. Bu, onun hatalı olduğuna dikkat çekmektedir. Yani “O söylediği ve umduğu şeyde hatalıdır.” denilmektedir. (Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd)
‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarini taşıyan كَلَّاۜ sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
“سَنَكْتُبُ مَا يَقُولُ /Söylediklerini yazacağız.” ibaresinde zımnî olarak, söylediklerinin sonucunda elde ettiği karşılığı ona vereceğiz anlamı da vardır. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
سَنَكْتُبُ مَا يَقُولُ /Söylediğini yazacağız.’’ cümlesinde mecâz-ı aklî vardır. Yani meleklere yazmalarını emrederiz. Bu, bir şeyin sebebine isnadı kabilindendir. (Safvetü’t Tefasir)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يَقُولُ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır
وَنَمُدُّ لَهُ مِنَ الْعَذَابِ مَداًّۙ cümlesi, سَنَكْتُبُ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Fiilerin azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.
Ayetteki üç fiil de muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın zihninde olayı canlandırarak konuyu anlamasını sağlar.
مَداًّۙ mef’ûlu mutlak olarak tekid ifade eder. Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
نَمُدُّ - مَداًّ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki وَنَمُدُّ لَهُ مِنَ الْعَذَابِ مَداًّۙ [Onun azabını da uzattıkça uzatırız.] ifadesi, “Onun hak ettiği azabı uzatır ve artırırız. Azabının zamanını katlarız.” demektir. Arapçada مدّ ve امدد fiilleri aynı manaya kullanılır. Buna, Hz. Ali'nin bunu, nûn'un dammesi ile şeklindeki kıraatı da delildir. (Fahreddin er-Râzî)
Allah Teâlâ, gazabının şiddetini ifade için مَداًّ şeklindeki masdarla tekid etti. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
وَنَرِثُهُ مَا يَقُولُ وَيَأْت۪ينَا فَرْداً
Ferade فرد : فَرْدٌ kendisine başka bir şeyin karışmadığı, muhtelif olmayan şeydir. Çoğulu فُرَادَى şeklinde gelir. فَرِيدٌ bir/tek manasındadır ve çoğulu da فُرَادَى olarak gelir. Yüce Allah'a da فَرْدٌ denir ki bununla O'nun 'Her şeyden çift çift yarattık '51/49 sözünde dikkatlerin çekildiği çift oluş noktasında bütün her şeyden farklı olduğuna dikkat çekilmek istenir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ferd, efrat, münferid, müfredat, Ferid ve ferdidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَنَرِثُهُ مَا يَقُولُ وَيَأْت۪ينَا فَرْداً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. نَرِثُهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamiri هُ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, نَرِثُهُ ’deki zamirden bedel iştimâl olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَقُولُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَ atıf harfidir. يَأْت۪ينَا fiili, ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Mütekellim zamir نَا mef’ûl olarak mahallen mansubdur. فَرْداً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَنَرِثُهُ مَا يَقُولُ وَيَأْت۪ينَا فَرْداً
Ayet وَ ’la önceki ayetteki سَنَكْتُبُ cümlesine atfedilmiştir. Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يَقُولُ cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Ayetin ikinci cümlesi وَيَأْت۪ينَا فَرْداً , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Önceki ayetteki …سَنَكْتُبُ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Fiiller azamet zamirine isnadla tazim, muzari sıygada gelmekle teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَنَرِثُهُ مَا يَقُولُ sözündeki varis olmaktan murad onlara verilen ve geri alınmayan ihsanlardır. Varis için de miras böyledir. Miras, mirası veren kişiye geri dönmez. Bu lafızda tasrîhî ve tebeî istiare vardır. Çünkü varis olmak, bâki kalmak anlamında kullanılmıştır. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i Meryem, s. 243)
Veraset mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez. (Beyzâvî)
فَرْداً hal olarak mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
فَرْداً sözünün, ettiklerinden ayrılarak manasında olduğu da söylenmiştir. (Beyzâvî)
Hak Teâlâ’nın, “Onun söyler olduğu şeye [Biz miras olacağız]” beyanı “vadettiği malı ve evladı kendisinden silinip kaybolup gider, böylece tıpkı miras malının onu miras bırakan (ölmüş olan) kişiye dönmesi imkânsız olduğu gibi onun malı ve evladı da kalmaz” demektir. Ahirette bunlar onun elinden çekilip alınınca, o yapayalnız kalır. (Fahreddin er-Râzî)
الإرْثُ kelimesi, mecazî olarak yağma ve zorla alma manasında kullanılır. Veya lâzımı olduğu helak manasında kinaye olarak kullanılır. (Âşûr)وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزاًّۙ
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزاًّۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰلِهَةً birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّخَذُوا fiili değiştirme manasına gelen kalp fiillerdendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar,
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, يَكُونُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اتَّخَذُوا fiiline müteallıktır.
يَكُونُوا fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru عِزاًّۙ ’in mahzuf haline müteallıktır. عِزاًّ kelimesi يَكُونُوا ’nun haberi olup lafzen merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّخَذُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزاًّۙ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette icaz-ı hazif vardır. اتَّخَذُ iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Car mecrurun mutallakı olan ikinci mef’ûl, mahzuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir. Bu tabirin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı c. 8, s. 723)
اٰلِهَةً ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.
اللّٰهِ - اٰلِهَةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lil لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزاًّۙ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte اتَّخَذُوا fiiline müteallıktır.
Lâm-ı ta’lil, muzariye dahil olur onu gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir. Car mecrur لَهُمْ , mahzuf hale müteallıktır.
كَانَ ’nin haberi olan عِزاًّۙ ’nin, masdar vezninde isim olarak gelmesi mübalağa ifade etmiştir.
Cümledeki üslup, onların, edindikleri ilâhların, kendileri için kuvvet ve şeref (kaynağı) olduğuna gerçekten inandıklarının delilidir. Çünkü كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.
Bu ayette اٰلِهَةً kelimesine raci olan كَانَ ’nin ismi cemi iken, haberi müfret olarak kullanılmıştır. Adeta Allah’tan başka ibadet edilen tanrılar ne kadar çok olurlarsa olsunlar hepsi konum, akıbet, misyon vb. olarak aynıdırlar denilmekte, siyak ve sibakıyla da ayetin secisi bozulmamaktadır. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bundan önce o malum kâfirin sözleri ve o sözlerin, içeriğinin aksi bir sonucu gerektirdiği hikâye edildikten sonra bu kelamda da umduklarının zıddını gerektiren umumi cinayetleri hikâye edilmektedir. Yani onlar, Allah'ın dışında putları ilâhlar edindiler ki o putlar kendileri için kuvvet kaynağı olsunlar; onlarla Allah arasında irtibat ve şefaatçi olsunlar. (Ebüssuûd)
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزاًّ [Onlar Allah'tan başka ilâhlar edindiler ki onlarla aziz olalar.] Bu ayet Arap müşriklerini kastetmektedir. (Kurtubî)
كَلَّاۜ سَيَكْفُرُونَ بِعِبَادَتِهِمْ وَيَكُونُونَ عَلَيْهِمْ ضِداًّ۟
Dadde ضدّ :ضِدَّانِ tek bir cinsin altında olan, her biri kendine has olan vasıflarında diğeriyle uyuşmayan, diğerine zıt olan ve tıpkı siyahla beyaz ve şerle hayır gibi aralarında son derece uzaklık olan iki şeydir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri zıt ve tezattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
كَلَّاۜ سَيَكْفُرُونَ بِعِبَادَتِهِمْ وَيَكُونُونَ عَلَيْهِمْ ضِداًّ۟
كَلَّا red ve caydırma harfidir.
Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı )
‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarini taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
سَيَكْفُرُونَ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يَكْفُرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِعِبَادَتِهِمْ car mecruru سَيَكْفُرُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. يَكُونُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû nakıs muzari fiildir. يَكُونُونَ ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru ضِداًّ ’in mahzuf haline müteallıktır. ضِداًّ kelimesi يَكُونُونَ ’nun haberi olup lafzen mansubdur. ضِداًّ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَلَّاۜ سَيَكْفُرُونَ بِعِبَادَتِهِمْ وَيَكُونُونَ عَلَيْهِمْ ضِداًّ۟
Ayet ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümleye dahil olan كَلَّاۜ ve muzari fiile dahil olan gelecek zaman harfi سَ tekid ifade eder.
Bir cevap edatı olan كَلَّاۜ , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Makabline matuf olan وَيَكُونُونَ عَلَيْهِمْ ضِداًّ۟ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur عَلَيْهِمْ , mahzuf hale müteallıktır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانَ ’nin haberi ضِداًّ۟ ’in, sıfat-ı müşebbehe vezninde isim olarak gelmesi mübalağa ifade etmiştir.
Cümledeki üslup, onların, Allah'tan başka ilâh edinmelerinin kendileri için kuvvet ve şeref (kaynağı) olmasının tam zıttı, zillet ve rezillik kaynağı olduğunun delilidir. Çünkü كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.
Önceki ayetteki يَكُونُوا لَهُمْ عِزاًّۙ cümlesi ile bu ayetteki يَكُونُونَ عَلَيْهِمْ ضِداًّ۟ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Önceki ayetteki عِزاًّۙ ’nin karşılığı olarak gelen ضِداًّ۟ , zillet ve rezillik anlamında gelmiştir.
كَلَّا ! Hayır öyle değil buyurulmuştur. Bu kelime, ret ifade eden bir lafızdır. Bu, onun hatalı olduğuna dikkat çekmektedir. Yani “O söylediği ve umduğu şeyde hatalıdır.” denilmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
Onlara karşı zıt olacaklar yani onlara zillet olacaklar demektir.
يَكُونُونَ ’nin و ’ı (zamiri) kâfirlere aittir yani onlara ibadet ettikten sonra onları inkâr ederler. ضِداًّ۟ ’ın tekil olması, zıtlıklarını gösteren mananın tek olmasından dolayıdır. Çünkü onlar bu hususta tek şey gibidirler. (Beyzâvî)
Cenab-ı Hak bu cümleyi, onların kendileri için izzet ummalarına mukabil getirmiştir. İzzetin zıddı, zillet ve aşağılıktır. Yani onların aleyhine, ümit ettiklerinin ve istediklerinin zıddı tahakkuk eder. Buna göre sanki: “O putların o izzetleri değil, zilletleri onlar aleyhine tahakkuk eder.” (Fahreddin er-Râzî)
يَكُونُونَ - سَيَكْفُرُونَ fiillerindeki zamirin müşriklere ait olması caizdir. (Âşûr)
اَلَمْ تَرَ اَنَّٓا اَرْسَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ عَلَى الْكَافِر۪ينَ تَؤُزُّهُمْ اَزاًّۙ
اَلَمْ تَرَ اَنَّٓا اَرْسَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ عَلَى الْكَافِر۪ينَ تَؤُزُّهُمْ اَزاًّۙ
Hemze istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَرَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, تَرَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette تَرَ fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَرْسَلْنَا cümlesi اَنَّ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
الشَّيَاط۪ينَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَلَى الْكَافِر۪ينَ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline müteallıktır. الْكَافِر۪ينَ ’nin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
تَؤُزُّهُمْ fiili, الشَّيَاط۪ينَ ’nin hali olarak mahallen mansubdur. Takdiri; تهيّجهم إلى المعاصي، أو من الكافرين أي متحرّكين إلى المعاصي (Onları günaha kışkırtırsın veya kâfirlerden yani onlar günaha yönelirler.) şeklindedir.
تَؤُزُّهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَزاًّ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
اَلْكَافِر۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerredi olan كفر fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَلَمْ تَرَ اَنَّٓا اَرْسَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ عَلَى الْكَافِر۪ينَ تَؤُزُّهُمْ اَزاًّۙ
Bu kelam, Resulullah'ı (sav), mezkûr ayet-i kerimelerin ifade ettikleri ve o azgın ve inatçı kâfirler hakkında hikâye ettikleri çeşitli çirkin sözleri ve fiilleri, hiçbir engel tanımadan azgınlığa ve dalalete tamamen dalmaları, inatta ifrat etmeleri, küfürde kararlı olmaları ve hak, hiçbir şüphe ve tereddüt kalmaksızın tamamen ortaya çıktığı halde ona karşı mücadele vermek için ittifak etmeleri gibi hallerinden taaccüp ettirmek ve bütün bunların şeytanın azdırması ve saptırmasıyla olduğuna, yoksa kısmen de olsa haklı bir sebep bulunmadığına dikkat çekmek anlamını ifade etmektedir.
Bu taaccüp ettirmekten maksat, şeytanların kâfirler üzerine gönderilmesinden Resulullah'ı taaccüp ettirmek değil, fakat kafirlerin zikredilen hallerinden, şeytanın azdırmasının sonuçları olmaları itibarıyla taaccüp ettirmektir. Nitekim şeytanlar onları coşturdukça coşturuyorlar. (Ebüssuûd)
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, taaccüp ve kınama manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
تَرَ fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rüyet kelimesinin kullanılmasında, sebep müsebbeb alakası ile mecazı mürsel vardır. Zikredilen rüyet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i, Meryem 77. ayetten Uyarlama, s. 307)
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi اَنَّٓا اَرْسَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ عَلَى الْكَافِر۪ينَ , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadir Suresi 1)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَنَّ ’nin haberi olan اَرْسَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
اَرْسَلْنَا fiilinin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
تَؤُزُّهُمْ اَزاًّۙ cümlesi الشَّيَاط۪ينَ ’nin halidir. Mef’ûlü mutlak olan اَزاًّۙ ’le tekid edilen cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade eder. Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiş, hal-i müekkide olarak ıtnâb olan bu hal cümlesi, onların bu hallerinin sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.
تَؤُزُّهُمْ - اَزاًّۙ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.فَلَا تَعْجَلْ عَلَيْهِمْۜ اِنَّمَا نَعُدُّ لَهُمْ عَداًّۚ
فَلَا تَعْجَلْ عَلَيْهِمْۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن وقعوا في المعصية (Günaha düşerlerse) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَجْعَلْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
عَلَيْهِمْ car mecruru تَعْجَلْ fiiline müteallıktır.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّمَا نَعُدُّ لَهُمْ عَداًّۚ
اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
نَعُدُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. لَهُمْ car mecruru نَعُدُّ fiiline müteallıktır.
عَداًّ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur
فَلَا تَعْجَلْ عَلَيْهِمْۜ
Takdiri …إن وقعوا في المعصية (Günaha, masiyete düşerseniz) olan mahzuf bir şartın cevabıdır. Cümleye dahil olan rabıta فَ ‘si, bu hazfin işaretidir. Bu فَ harfini, fasiha olarak yorumlayan alimler de vardır.
Cevap cümlesi nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevaptan müteşekkil terkip, şart üslûbunda talebî inşaî isnaddır.
اِنَّمَا نَعُدُّ لَهُمْ عَداًّۚ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Kasr edatı اِنَّمَا ve mef’ûlü mutlak olan عَداًّۚ ile tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّمَا kasr içindir. Yani biz sadece onlar için hazırlıyoruz demektir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olup izafîdir. (Âşûr)
Fiil azamet zamirine isnatla tazim, muzari fiil sıygasında gelmekle teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.
اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfedir. اِنَّ amelden düşmüştür.
نَعُدُّ - عَداًّۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَهُمْ - عَلَيْهِمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
[Onlara karşı acele etme] onlar helâk olurlar da sen ve müminler şerlerinden rahat edersiniz ve yeryüzü de pisliklerinden temizlenir. “Biz onlar için sayıyoruz ecel günlerini” saymakla mana şöyledir: Onların helakını acele etme; çünkü onların sınırlı birkaç günleri ve sayılı nefesleri kaldı. (Beyzâvî)
Alimler ayetteki, [Biz ancak onların günlerini sayıyoruz.] ifadesi hakkında şu iki izahı da yapmışlardır: a) Biz onların nefeslerini ve amellerini sayarız. Onların azlığına ve çokluğuna göre karşılığını veririz. b) Ne artan ne eksilen, herkes için belirlenmiş bir vakit olan ecele kadar olan vakitlerini sayarız. (Fahreddin er-Râzî)
Amellerin tespiti manasında عُدُّ kullanılmasında, sebep-müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Yapılan ameller saymanın sebebidir. Müsebbep yerine sebep zikredilmiştir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, akli ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur.
اَفَرَاَيْتَ ile ilgili olarak benim tercih ettiğim görüş, bunun akli (manevi) bir durum olup, basiretle (hissi) ilgili olmadığıdır. Veya أخبر veya اخبرني manasında olduğudur. İlim manasında rüyet kullanılmasında, sebep müsebbeb alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rüyet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i Meryem 77, s. 307)
يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّق۪ينَ اِلَى الرَّحْمٰنِ وَفْداًۙ
يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّق۪ينَ اِلَى الرَّحْمٰنِ وَفْداًۙ
Zaman zarfı يَوْمَ mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, اذكر ( zikret) şeklindedir.
نَحْشُرُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَحْشُرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
الْمُتَّق۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اِلَى الرَّحْمٰنِ car mecruru وَفْداً ’e müteallıktır. وَفْداً kelimesi الْمُتَّق۪ينَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُتَّق۪ينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّق۪ينَ اِلَى الرَّحْمٰنِ وَفْداًۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Zaman zarfı يَوْمَ , takdiri اذكر (Düşün, hatırla!) olan mahzuf bir fiile müteallıktır. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Azamet zamirine isnad, tazim ifade eder.
Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
وَفْداً hal olarak mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
[O gün muttakileri süreceğiz toplayacağız, Rahman'a rahmetiyle onları bürüyen Rablerine] Bu surede bu ismin seçilmesinin özel bir durumu vardır, belki de bütün anlatılanlar onun büyük nimetlerini saymak ve ona şükredenlerle inkâr edenlerin hallerini şerh etmek içindir. وَفْداًۙ ; heyetlerin, kralların ikramlarını görmek ve nimetlerine nail olmak için gelmeleri gibi binitli olarak gelirler demektir. (Beyzâvî)
Rahman isminin zikri, inkâr ettikleri bir ismi anarak onları öfkelendirme kastıyladır. (Âşûr)
وَنَسُوقُ الْمُجْرِم۪ينَ اِلٰى جَهَنَّمَ وِرْداًۢ
وَنَسُوقُ الْمُجْرِم۪ينَ اِلٰى جَهَنَّمَ وِرْداًۢ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. نَسُوقُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
الْمُجْرِم۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اِلٰى جَهَنَّمَ car mecruru نَسُوقُ fiiline müteallıktır. جَهَنَّمَ cer alameti fetha olup gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وِرْداً kelimesi الْمُجْرِم۪ينَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَنَسُوقُ الْمُجْرِم۪ينَ اِلٰى جَهَنَّمَ وِرْداًۢ
Ayet önceki ayete وَ harfiyle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur. Ayrıca fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.
وِرْداً kelimesi, الْمُجْرِم۪ينَ ’nin halidir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْمُجْرِم۪ينَ - الْمُتَّق۪ينَ kelimeleri arasında îhâm-ı tıbâk sanatı vardır.
Hak Teâlâ, [“Günahkârları susuz olarak cehenneme süreceğimiz gün”] buyurmuştur. Bundaki ‘süreceğimiz’ ifadesi günahkârların tıpkı susamış olarak suya götürülen hayvan sürüleri gibi hor ve hakir kılınarak, itilip kakılarak cehenneme sürüldüklerini gösterir. وِرْداًۢ , susamış demektir. Çünkü suyun yanına vürûd eden (gelen) susadığı için gelir. Aslında vürûd suya doğru hareket edip gelmek demektir. İşte suya gelenler de وِرْداًۢ kelimesi ile ifade edilmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
Zuhaylî’nin zikrettiğine göre ayet-i kerimelerdeki وَفْداًۙ ve وِرْداًۢ kelimeleri arasında cinâs-ı gayri tam vardır. Çünkü kelimelerin ikinci harfleri farklıdır.
Ayrıca وَفْداًۙ ve وِرْداًۢ kelimeleri arasında şöyle bir nüans vardır. İlki binitli olarak gelenleri ifade ederken ikincisi yaya ve susuz bir şekilde sevk edilenleri ifade eder. Yani ey Peygamber! Kavmine, Allah’a karşı gelmekten sakınan muttakileri binekli bir şekilde Allah’ın ikram yurdu olan cennetine konuklar olarak toplayacağımızı anlat. Onların binekleri ahiret yurdunun nurdan bineklerinden oluşur. Hakkı yalanlayan mücrimleri de kovulmuş halde cehenneme doğru, susamış vaziyette yürüyerek suya gelen deve gibi yaya ve susuz bir şekilde gitmeye zorlarız. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
85. ayetteki نَحْشُرُ الْمُتَّق۪ينَ اِلَى الرَّحْمٰنِ وَفْداًۙ ve نَسُوقُ الْمُجْرِم۪ينَ اِلٰى جَهَنَّمَ وِرْداًۢ (Takva sahiplerini heyet halinde Rahman'a topladığımız ve suçluları susuz olarak cehenneme sürdüğümüz gün) ayetlerinde takva sahipleri ile suçlular ve iyilerin durumu ile kötülerin durumu arasında güzel mukabele vardır. (Safvetü’t Tefasir)لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْداًۢ
لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْداًۢ
Cümle önceki ayette geçen الْمُجْرِم۪ينَ ’nin ikinci hali olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَمْلِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الشَّفَاعَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِلَّا istîsna edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَنِ , istisna-i munkatı’ olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْداً ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
عِنْدَ mekân zarfı, mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. الرَّحْمٰنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَهْداً birinci mef’ûl olup fetha ile mansubdur.
اتَّخَذَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْداًۢ
Kemâl-i ittisâl sebebiyle fasılla gelen ayet, önceki ayetteki mücrimlerin halidir. Hâl-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen hal cümlesi mücrimlerin bu hallerinin sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.
Cümle, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. اتَّخَذَ , iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Mekân zarfı عِنْدَ ’nin müteallakı olan ikinci mef’ûl mahzuftur.
Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنِ ’in sılası olan اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْداًۢ cümlesi sebat, temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Ayetteki istisna; لَا يَمْلِكُونَ ’deki zamir muttakilere ait olduğu zaman muttasıldır.
Veciz anlatım kastıyla gelen عِنْدَ الرَّحْمٰنِ izafetinde عِنْدَ kelimesinin الرَّحْمٰنِ ismine izafesi, onun şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الرَّحْمٰنِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mef’ûl olan عَهْداًۢ ’deki tenvin tazim ifade eder.
لَا يَمْلِكُونَ ’deki و zamir olarak düşünülecekse, o zaman “kullar”a işaret eder; muttakilerin ve mücrimlerin zikredilmiş olması da buna delalet eder. Zira kullar bu şekilde gruplara ayrılmış durumdadır. Ancak bu و ’ın sadece kelimenin çoğul oluşuna delalet eden و olması da mümkündür. Fail ise مَنِ اتَّخَذَ (alan kimse) ifadesidir. Çünkü bu ifade çoğul anlamındadır. مَنِ اتَّخَذَ ifadesi, bedel olarak ya da fail olarak ref mahallindedir. Ancak muzâf takdir edilerek nasb mahallinde olması da mümkündür. Bu durumda, اِلَّا الشَّفَاعَةَ مَنِ اتَّخَذَ (sadece alan kimsenin şefaatine) şeklinde olur ve kendilerine şefaat edilmesi gibi bir hakka sahip olamayacakları murad edilir. Söz almak ise iman ve amel izhar etmek demektir. (Keşşâf)
لَا يَمْلِكُونَ ’deki zamir kullara aittir, o da iki bölümün zikrinden anlaşılmaktadır. يَمْلِكُونَ , yevme'yi nasb etmiştir. (Beyzâvî)
[Ancak Rahman'ın katından bir söz alan hariç]; ancak Allah'ın vaadi üzerine iman ve amel-i salihle kendini asilere şefaat etmeye hazırlayan ve buna layık olmaya çalışan müstesnadır ya da Allah'tan izin alan hariç demektir. Şefaat ancak Rahmân'ın izin verdiğine fayda sağlar (Ta-Ha Suresi, 109) ayeti gibi. Zamirden bedel olarak mahallen merfûdur ya da muzâf takdiri ile mansubdur ki اِلَّا الشَّفَاعَةَ مَنِ اتَّخَذَ demektir ya da müstesna olarak mansubdur. Zamirin mücrimlere ait olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداًۜ
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداً ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اتَّخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الرَّحْمٰنُ fail olup lafzen merfûdur. وَلَداً mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette اتَّخَذَ fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّخَذَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداًۜ
وَ istînâfiye, cümle müstenefedir. Allah Teâlâ müşriklerin sözlerini bildirmektedir.
İstînâfiye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداًۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesinde îcâzı hazif vardır. وَلَداًۗ kelimesi, iki mef’ûle müteaddi olan اتَّخَذَ fiilinin ikinci mef’ûludür. Kelimedeki tenvin, cins ve tahkir içindir. Diğer mef’ûl mahzuftur. Takdiri; عزيزا ’dır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الرَّحْمٰنِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Önceki ayetlerde de geçen الرَّحْمٰنُ isminde tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir.
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداً cümlesinde, zamirin iki itibara da (mücrimlerle muttakiler) ihtimali vardır, çünkü bu, insanlar arasında denildiği için onlara nispet edilmesi caizdir. (Beyzâvî)
Bil ki Allah Teâlâ putperestlerin bazı iddialarını reddedince, bu sefer Allah'ın çocuğu var diyenlerin iddiasını redde yöneldi. Yahudiler, “Üzeyir Allah'ın oğludur.” diyorlar; Hristiyanlar, “Mesih (Îsa), Allah'ın oğludur.” diyorlar; Araplar da “Melekler, Allah'ın kızlarıdır.” diyorlardı. İşte bütün bunlar, bu ayetin hükmüne dahildirler. Bazı alimler, bu ayeti sadece “Melekler, Allah'ın kızlarıdır.” diyen Araplarla ilgili kabul edip şöyle diyorlar: “Çünkü Hristiyanlara karşı ret, surenin başında geçti. Ama şimdi Cenab-ı Hak, putlara ibadetten bahseden Arapları reddedince meleklere ibadetten bahsedenlerin görüşlerinin yanlışlığını anlatmaya başladı. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayet-i kerimede الرَّحْمَنِ isminin 4 kere geçmesi bu vasfın Allah için sabit olduğunu ima eder.
لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْـٔاً اِداًّۙ
لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْـٔاً اِداًّۙ
لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
جِئْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اِداًّ kelimesi شَيْـٔاً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur. اِداًّ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْـٔاً اِداًّۙ
Bu ayet, onların batıl sözünü reddetmekte ve doğrudan doğruya onlara hitap edilmekle, bunun pek korkunç olduğunu ifade etmekte ve onların son derece cahil ve suçlu olduklarını tescil etmektedir. (Ebüssuûd)
لَ mahzuf kasemin cevabına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesi olan جِئْتُمْ شَيْـٔاً اِداًّۙ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
اِداًّۙ kelimesi, شَيْـٔاً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Burada gaibden muhataba geçmekle iltifat edilmiştir, bu da kınamada mübalağa ve Allah’a karşı cesaretlerini tescil etmek içindir. أدّ ve إدّ çok büyük, kötü şeydir. اِداًّ şiddet demektir. أدني الأمر وآدني ağır yükün altında ezilmektir. (Beyzâvî)
شَيْـٔاً ’deki tenvin tahkir içindir.
Önceki ayette gaib sıygası olan قَالُو kullanıldığı için muktezâ-i zâhire göre bu ayette de ibarenin لَقَدْ جاؤوا ; ortaya attılar şeklinde gaib kipiyle gelmesi beklenirdi. Ancak Allah Teâlâ belâgî bir nükteden ötürü üslup değiştirerek gaipten (üçüncü şahıstan) muhataba (ikinci şahsa) geçmiştir. Burada üslubun değişmesindeki bu nükteyi müfessirimiz Beyzâvî şu şekilde izah eder: “Kafirleri şiddetle kötülemek ve Allah’a karşı cüretli olduklarını tescil etmek için gaib sıygasından (قَالُوا dediler) muhatap (جِئْتُمْ; ortaya attınız) sıygasına geçilerek iltifat sanatı yapılmıştır.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Allah Teâlâ, inkârcıların bu asılsız iddialarına karşı bu iddianın ne kadar yanlış ve yersiz olduğunu ortaya koymak için sanki huzurda bulunan bir topluluğa hitap eder gibi gaib zamirinden muhataba dönmüştür. (Suyûtî, İtkân)
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ وَتَنْشَقُّ الْاَرْضُ وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَداًّۙ
Hedde هدّ : هَدٌّ düşme şeklinde bir yıkılmadır. هَدَّةٌ ise bu düşüşün çıkardığı sestir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli tehdit etmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ
Cümle önceki ayetteki شَيْـٔاً ’in hali olarak mahallen mansubdur.
تَكَادُ nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. السَّمٰوَاتُ kelimesi تَكَادُ ’nun ismi olup lafzen merfûdur. يَتَفَطَّرْنَ fiili, تَكَادُ ’nun haberi olup mahallen mansubdur.
يَتَفَطَّرْنَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْهُ car mecruru يَتَفَطَّرْنَ fiiline müteallıktır.
Mukârebe (Yaklaşma) Fiilleri: Mübteda ve haberin başına gelerek nakıs fiiller gibi isim cümlesinin mübtedasını ismi, haberini ise haberi yaparlar. İsmini ref, haberini nasb ederler. Haberleri daima muzari fiil ile başlar. Bu fiiller -e yazdı, az kalsın … , neredeyse … , -mek üzereydi gibi manalara gelir. Bu fiillerden Kur’an’da sadece كَادَ ’nin kullanımına rastlanılmıştır. كَادَ fiili tam fiil olarak da kullanılır. Bu durumda peşinden muzari fiil gelmez ve gerçek anlamı olan “tuzak kurdu, hile yaptı, aldattı” manalarına gelir. Bu şekilde geldiğinde normal fiil gibi amel eder. Yani fail ve mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتَنْشَقُّ الْاَرْضُ وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَداًّۙ
وَ atıf harfidir. تَنْشَقُّ merfû muzari fiildir. الْاَرْضُ fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. تَخِرُّ merfû muzari fiildir. الْجِبَالُ fail olup lafzen merfûdur. هَداًّ hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَنْشَقُّ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi شقق ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ وَتَنْشَقُّ الْاَرْضُ وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَداًّۙ
Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ayet, önceki ayetteki شَيْـٔاً ’in sıfatı olarak nasb mahaldedir. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nakıs fiilin muzari sıygasında gelmesi hudûs ve teceddüt ifade etmiştir.
تَكَادُ fiili mukarabe fiillerindendir. كَانَ gibi amel eder. السَّمٰوَاتُ ismi, يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ haberidir.
Nakıs fiil تَكَادُ ’nun haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen وَتَنْشَقُّ الْاَرْضُ cümlesi ve وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَداًّۙ cümlesi, كَاد ’nin haberine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi tezâyüftür.
هَداًّۙ , hal veya mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’nın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
السَّمٰوَاتُ - الْاَرْضُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
السَّمٰوَاتُ - الْاَرْضُ - الْجِبَالُ ve يَتَفَطَّرْنَ - تَنْشَقُّ - تَخِرُّ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَداًّۙ [Dağlar dağılıp çökecek] cümlesine gelince şiddetli bir biçimde dağılıp çökecek anlamında mefûlü mutlak veya takdirindedir. Ya da mefûlün lehdir. Yani “Çünkü o dağılıp parçalanır.” demektir. Buna göre mana, “O dağlar, olabilecek en şiddetli şekilde her biri üzerine düşerek yıkılırlar.” şeklindedir. Bu ifadeler, o kelimenin, ne kadar büyük ve çirkin bir söz olduğunu ortaya koymak, onun çirkinliğinin dehşetini göstermek, bu sözün, dindeki tesirini ve dinin erkânı ve kaidelerinin yıkımındaki payını anlatmak içindir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifadeler, aklen ve âdeten mümkün değildir. Ancak bu kelama neredeyse kelimesinin ilavesi, bu sözü imkânsızlık dairesinden çıkararak hakikate yaklaştırmıştır. Mübalağa sanatının güzel bir örneğidir.
يَتَفَطَّرْنَ fiilini bazıları ينفطرن şeklinde okumuştur. Her ikisi de فعل fiilinin mutavâat kalıbıdır. Ama يَتَفَطَّرْنَ şeklindeki okuyuş daha beliğdir. Çünkü bu babın aslı tekellüf ifade etmesidir. (Beyzâvî)اَنْ دَعَوْا لِلرَّحْمٰنِ وَلَداًۚ
اَنْ دَعَوْا لِلرَّحْمٰنِ وَلَداًۚ
اَنْ masdar harfidir. دَعَوْا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِلرَّحْمٰنِ car mecruru دَعَوْا fiiline müteallıktır. وَلَداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf لِ harf-i ceriyle birlikte يتفطّرن ، وتنشقّ ، وتخرّ fiillerine müteallıktır.
اَنْ دَعَوْا لِلرَّحْمٰنِ وَلَداًۚ
اَنْ ve akabindeki دَعَوْا cümlesi, masdar teviliyle başında takdir edilen bir ل harf-i ceriyle birlikte يتفطّرن ، وتنشقّ ، وتخرّ fiillerine müteallıktır. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الرَّحْمٰنِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Mef’ûl olan وَلَداًۚ ’deki tenvin cins ve tahkir ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الرَّحْمٰنِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
تَكَادُ ’nun illeti (mef’ûlün lehi) olmak ya da ل 'ın hazfı ve fiilin ona yanaşması ile nasba; ل ’ın izmari ile veya önceki ayetteki مِنْهُ ’daki هُ ’dan bedel olarak cerre; mahzuf mübtedanın haberi olarak da ref'e ihtimali de vardır. Takdiri şöyledir: الموجب لذلك أن دعوا (Bunun nedeni davet etmeleri idi.)
Ya da önceki ayetteki هَداًّۙ ’in faili olmak üzere merfûdur. Yani هدا أي هدها دعاء الولد للرحمن (Onu Rahman'a çocuk nispet etmeleri devirdi).
İkinci mef’ûlle yetinilmesi onun adına iddia edilen her şeyi kapsaması içindir. (Beyzâvî)
وَمَا يَنْبَغ۪ي لِلرَّحْمٰنِ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَداًۜ
وَمَا يَنْبَغ۪ي لِلرَّحْمٰنِ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَداًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَنْبَغ۪ي fiili, ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. لِلرَّحْمٰنِ car mecruru يَنْبَغ۪ي fiiline müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَنْبَغ۪ي fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
يَتَّخِذَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. وَلَداً mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette اتَّخَذَ fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَّخِذَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يَنْبَغ۪ي fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
وَمَا يَنْبَغ۪ي لِلرَّحْمٰنِ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَداًۜ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Rûhu'l Meânî'de başına olumsuzluk ifade eden مَا harfi gelen muzari fiilin teceddüdî istimrara delalet ettiği yazılıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 224)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil sıygasındaki يَتَّخِذَ وَلَداً cümlesi, masdar teviliyle مَا يَنْبَغ۪ي fiilinin faili konumundadır. Masdar-ı müevvel, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
وَلَداً kelimesindeki tenvin, cins ve tahkir içindir.
Allah Teâlâ inkârcılara karşı, “o kadar olmayacak birşey ki” der gibi sözlerini tekid etmeden bildirerek onları gayrı münkir yerine koymuştur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اَلرَّحْمٰنِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يَتَّخِذَ , لِلرَّحْمٰنِ ve وَلَداً kelimeleri önceki ayetlerde de geçmişti. Bu tekrarlarda tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayetlerde اَلرَّحْمٰنِ kelimesi, Cenab-ı Allah'ın nimetlerin asıllarının ve fer'ilerinin ancak O'ndan olması cihetiyle yegâne Rahman olduğuna dikkatleri çekmek için defalarca tekrar edilmiştir. Burada mana kapsamlı ve umumi olsun ve Allah'a çocuk olarak nispet edilen her şeyi içine alsın diye ikinci mef’ûl ile yetinildi. (Fahreddin er-Râzî ve Nesefî, Medariku’t Tenzil ve Hakaiku’t Te’vîl)اِنْ كُلُّ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اِلَّٓا اٰتِي الرَّحْمٰنِ عَبْداًۜ
اِنْ كُلُّ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اِلَّٓا اٰتِي الرَّحْمٰنِ عَبْداًۜ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كُلُّ mübteda olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اٰتِي mübtedanın haberi olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur. الرَّحْمٰنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَبْداً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)اِنْ كُلُّ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اِلَّٓا اٰتِي الرَّحْمٰنِ عَبْداًۜ
Ta’liliyye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.
Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Mübteda olan كُلُّ ’nün muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ bu mahzuf sılaya müteallıktır. وَالْاَرْض , tezat nedeniyle فِي السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir.
السَّمٰوَاتِ ve الْاَرْضِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِ ’nin zikredilmesi umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
Müsned olan اٰتِي الرَّحْمٰنِ , veciz ifade ve tazim kastıyla izafet formunda gelmiştir.
Kasr üslubuyla tekid edilmiş cümlede اِنْ nefy harfi ve اِلَّٓا hasr edatı ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. مَنْ mevsûf/maksûr, اٰتِي الرَّحْمٰنِ sıfat/ maksûrun aleyh olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
مَنْ müşterek ism-i mevsûldür. Canlı cansız her şeyi kapsamaktadır.
كُلُّ ’nün takdimi selbin umumuna işaret eder.
Şu örnekteki gibi umum kasdedilince müsnedün ileyh takdim edilir. كلّ الناجحون لم يأخذوا جوائزهم [Kazananların hiçbiri ödülünü almadı]. Böylece hüküm bütün fertler için geçerli olur. Hiç bir istisnası yoktur. Buna selbin (olumsuzluğun) umumiliği denir. Ancak burada çok önemli bir noktaya temas etmek gerekir. O da bu umum ifade eden edatların, cümlede müsnedün ileyh konumunda olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اٰتِي kelimesi, أتى fiilinin ism-i failidir. Rahmân’a muzâftır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde لِلرَّحْمٰنِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
عَبْداً hal olarak mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Asıl üzere (izafetsiz olarak) اٰتِي الرَّحْمٰن şeklinde de okunmuştur. (Beyzâvî)لَقَدْ اَحْصٰيهُمْ وَعَدَّهُمْ عَداًّۜ
لَقَدْ اَحْصٰيهُمْ وَعَدَّهُمْ عَداًّۜ
لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَحْصٰيهُمْ fiili, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. عَدَّهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَداًّ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)لَقَدْ اَحْصٰيهُمْ وَعَدَّهُمْ عَداًّۜ
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. لَقَدْ اَحْصٰيهُمْ cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
وَعَدَّهُمْ عَداًّ cümlesi kasemin cevabına atfedilmiştir. Mef’ûlü mutlakla tekid edilmiş cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûlü mutlak olan عَداًّۜ cümleyi tekid etmiştir.
عَدَّ ve عَداًّ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَحْصٰيهُمْ - عَدَّهُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Amellerin tesbiti manasında عُدُّ kullanılmasında, sebep-müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Yapılan ameller saymanın sebebidir. Müsebbep yerine sebep zikredilmiştir. Şöyle de ifade edilebilir; aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur.
Yemin olsun ki onları tespit etmiş sınırlamış ve etrafını çevirmiştir, öyle ki onun ilminin sınırından ve kabza kudretinden çıkamazlar. Ve onları saymakla saymıştır şahıslarını, nefeslerini ve fiillerini saymıştır, çünkü her şey onun yanında miktar iledir. (Beyzâvî)
وَكُلُّهُمْ اٰت۪يهِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَرْداً
وَكُلُّهُمْ اٰت۪يهِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَرْداً
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. كُلُّهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰت۪يهِ mübtedanın haberi olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ zaman zarfı, اٰت۪يهِ ’ye müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَرْداً kelimesi اٰت۪يهِ ’deki zamirin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَكُلُّهُمْ اٰت۪يهِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَرْداً
Cümle atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkarî kelamdır.
Mübteda olan كُلُّهُمْ ve haber olan اٰت۪يهِ , veciz ifade yollarından olan izafet formunda gelmiştir.
Zaman zarfı يَوْمَ ’nin müteallakı olan اٰت۪ي ’nin ism-i fail vezninde gelmesi mübalağa ifade etmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَرْداً kelimesi اٰت۪ي ’deki zamirin halidir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Hepsi O’na kıyamet gününde tek başına gelecektir. Yalnız olacaktır, yanında adamları ve yardımcıları olmayacaktır. Binaenaleyh bunlardan hiçbiri O’na benzemez ki onu evlat edinsin. O’na ortak olmaya münasip değildir. (Beyzâvî)