Bakara Sûresi 112. Ayet

بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟  ...

Hayır, öyle değil! Kim “ihsan” derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلَىٰ hayır
2 مَنْ kim
3 أَسْلَمَ teslim ederse س ل م
4 وَجْهَهُ yüzünü و ج ه
5 لِلَّهِ Allah’a
6 وَهُوَ ve o
7 مُحْسِنٌ işini güzel yaparak ح س ن
8 فَلَهُ onun
9 أَجْرُهُ mükafatı ا ج ر
10 عِنْدَ yanındadır ع ن د
11 رَبِّهِ Rabbinin ر ب ب
12 وَلَا ve yoktur
13 خَوْفٌ korku خ و ف
14 عَلَيْهِمْ onlara
15 وَلَا ve yoktur
16 هُمْ onlara
17 يَحْزَنُونَ üzülmek ح ز ن
 

Yüzü Allah’a teslim etmek tabiriyle müslüman olmak kastedilmiştir. Burada da mecazi bir kullanım vardır. Cüz-kül alakasıyla mecazi mürsel sanatı vardır. İnsanın en değerli yeri yüzüdür. O yüzden secde ediyoruz ve o yüzden kimisine bu çok ağır gelir.

Muhsin, ihsan edendir. Allah’ı görür gibi yaşayandır.

 

Cebrail aleyhisselâm, Hz. Peygamber'in de aralarında bulunduğu bir sahabe topluluğuna insan suretinde gelmiş, iman, İslâm, ihsan ve kıyamet alâmetleri gibi bazı soruları Allah Rasûlüne sorarak cevaplarını almıştır. İşte Cebrail (a.s.)'in bizzat soru sorarak ve cevaplarını tasdik ederek telkin ettiği bu hadise "Cibril hadîsi" adı verilmiştir.

Abdullah b. Ömer'in, babası Hz. Ömer'den naklettiği bu hadis şöyledir:

"Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamber (s.a.s.)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu ve:

"Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu söyle?" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir." buyurdu. O zat: "Doğru söyledin." dedi. Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu."

"Bana imandan haber ver?" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): Âllah'a, Allah'ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır." buyurdu. O zât yine: "Doğru söyledin." dedi. Bu sefer:

"Bana ihsandan haber ver?" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): " Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni muhakkak görür." buyurdu. O zat:

"Bana kıyametten haber ver?" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) "Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir." buyurdular. "O halde bana alâmetlerinden haber ver." dedi. Peygamber (s.a.s.):

"Câriyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir." buyurdu. Babam dedi ki:

Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekledim. Sonunda Allah Rasûlü bana: "Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?" dedi. "Allah ve Rasûlü bilir." dedim.

"O Cibrîl'di. Size dininizi öğretmeye gelmişti." buyurdular. (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1)

 

 

  Seleme سلم :

  سَلْمٌ ve سَلامَةٌ zâhir ve bâtın afetlerden, dertlerden ve hastalıklardan uzak olmaktır. Gerçek selamet ancak cennettedir. Zira fenâ bulmayacak, sonu olmayacak bekâ, fakirliği olmayacak bir zenginlik, zilleti olmayacak bir izzet ve hastalığı olmayacak bir sıhhat oradadır.

  Yüce Allah'ın Selâm سَلامٌ sözcüğüyle vasfedilmesinin nedeni, mahlukata ilişen ayıpların, kusurların;  afet, bela ve dertlerin O'na ilişmemesidir.

  سُلَّمٌ ise kendisiyle yüksek yerlere ulaşmada vasıta edinilen araç/merdivendir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pek çok farklı formda 140 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri selim, sâlim, selam, selamlık, selâmet, İslâm, Müslüman, teslim, teslimat, istislam, süllem ve Süleyman'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

 بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۖ

بَلٰى nefyi iptal için gelen cevap harfidir. بَلٰى Soru olumsuz, cevap olumlu olduğunda, cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

 مَنْ şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَسْلَمَ mazi fiildir. مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda şart fiilidir. Faili müstetir هُو zamiridir. وَجْهَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِلّٰهِ car mecruru اَسْلَمَ fiiline müteallıktır.

و haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُحْسِنٌ haber olup lafzen merfûdur.

فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. لَهُٓ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اَجْرُ muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عِنْدَ mekân zarfı, اَجْرُ ’nun mahzuf haline müteallıktır. رَبِّ muzâfun ileyhtir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَلٰى [Elbette] kelimesi, Ehl-i Kitab ’ın, kendilerinden başkasının cennete giremeyeceği kuruntusunu reddetmektedir. “Her kim varlığını,” amellerini “en güzel bir şekilde” yaparak مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ [Allah’a teslim ederse], yani Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kendini O’na kulluğa adarsa, “mutlaka” bu sayede hak ettiği “mükâfatı olacaktır.” (Keşşâf)

بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ [Hayır, öyle değil! Kim ihsan sahibi olarak özünü Allah’a teslim ederse] ifadesindeki بَلٰى (hayır, öyle değil) ifadesi öncesinin reddi, sonranın olumlanması için kullanılır. Yani anlam şöyledir: “durum Yahudi ve Hıristiyanların söylediği gibi değil, aksine bütünüyle tevhid ile kim Allah’a boyun eğerse…” Ayette kullanılan وَجْهَ (yüz) kelimesi bütün bedeni ifade eder, özellikle yüzün zikredilmesi ise en üstün organ olmasındandır. Bu yüzden selamlama ifadelerinde de حَيَّ اَللَّهُ وَجْهَكَ (Allah senin yüzüne hayat versin) وَ كَرَّمَ وَجْهَكَ (Yüzünü değerli kılsın) yüz kelimesi kullanılır. Ayette Allah Teâlâ وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ [Yüzler hayy olan Allah’a boyun eğer.] (Tâhâ 20/111) buyurmuştur. Ayrıca huşu ile boyun eğmenin izi insanın yüzünden belli olur, bu nedenle fiilin yüze izafe edilmesi mümkündür. Bu itibarla اَسْلَمَ وَجهَهُ (Yüzünü teslim etti.) denilir, kastedilen mâna, “Dinini Allah için halis kıldı.” şeklindedir. Bu fiil سَلَّمَ هَذَا اَلشَّيْءَ لِفُلاَنِ (Bunu falancaya teslim etti) şeklinde ve  اَسْلَمْتُهُ اَنَا لَهُ (Bunu ona ben teslim ettim) şeklinde (iki ayrı babda) kullanılır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟

Cümle şartın cevabıdır. وَ atıf harfi cümleyi öncesindeki لَهُمْ اَجْرُهُمْ cümlesine atfeder. لَا nefy harfi, خَوْفٌ mübtedadır. عَلَيْهِمْ car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَحْزَنُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. لَا zaiddir, nefyi tekid eder.

Birbirine atfedilen her iki cümle de isim cümlesidir; yani isim cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.

 

بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۖ

بَلٰى harfi… لن يدخل الجنة  cümlesindeki nefyi iptal etmek içindir.

Ayet istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberi isnaddır. اَسْلَمَ şart fiili, aynı zamanda مَنْ ’in haberidir. وَهُوَ مُحْسِنٌ şeklinde mübteda ve haberden oluşmuş isim cümlesi, haldir. Hal cümleleri ıtnâb babındandır.

Rabıta harfi فَ ile gelen cevap cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

عِنْدَ رَبِّه۪ izafetinde رَبِّ ismine muzâfun ileyh olan ه۪ zamiri ve yine رَبِّ ismine muzâf olan عِنْدَ şeref kazanmıştır.

[Kim yüzünü Allah'a teslim ederse] Yüz, azaların en şereflisi olduğu için burada özel olarak zikredilmiştir. وَجْهَ kelimesi burada müstear olarak kullanılmıştır. Yani, "Kim Allah'a ibadete yönelir ve bütün vücudunu O'na çevirirse" demektir. (Safvetü't Tefâsir)

Yüz وَجْهَ, parçayı anıp onunla bütünü anlatmaktır. Cüz-kül alakası ile mecâz-ı mürseldir.. Yüz insanın en şerefli organı olduğundan onun bütün organlarını temsil etmiştir. (Kur'an Mecazları Şerif er-Radi), (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru 904)

عند kelimesinin Rabb'e izafeti, şereflendirmek içindir. عنده (Allah'ın katında) denmeyip de, Rab kelimesinin اسلم fiilinin failine yani müslümana izafeti, عند ربه [Onun Rabbinin katında] denmesi, kula ve­rilecek lütfun çokluğunu gösterir. (Safvetü't Tefâsir)

Başka bir değerlendirmeye göre; من اسلم , mahzuf bir fiilin faili olabilir. Buna göre mana  بلي يدخلها من اسلم (elbette, varlığını Allah’a teslim eden herkes cennete girecek) şeklinde olur. فله اجره kısmı da, يدخلها من اسلم cümlesine atfedilen bir söz olur. (Keşşâf)

Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili tefsirinde şöyle ifade etmektedir; “yüz وَجْهَ, zikr-i cüz irade-i küll tarikiyle nefs ve zattan, yani kişiliğin bütününden mecazdır. نفسهُ denilmeyip, وَجْهَهُ denilmesinin sebebi de İslamiyetin sadece insanın içiyle ilgili bir şey olmadığına işaret ve tenbihtir. Zira secde uzvu olan yüzün, öteki bütün uzuvların en şereflisi ve bütün vücudun temsilcisi olan bir uzuv olduğu kesindir. Sadece yüzün görülmesi bir insanın bütünüyle teşhis edilmesine yeter. Onun tasviri, bütün bir bedenin tasviri hükmündedir.

İslam: "Silm" ve "selamet" kökünden geldiği ve "if'âl" babından olduğu için, o babın muhtelif binalarına göre, teslimiyet, yani râm ve inkiyad, salim bulundurmak, selim ve lekesiz tutmak, selamete girmek, selamete çıkarmak, karşılıklı güven ve barış sağlamak, ihlas ve samimiyet gibi çeşitli manalar ifade eder. Ve esasta iman ile birleşir. İslam dini denilince bütün bu saydığımız manalar anlaşılır ve hepsi de muteberdir. Kendini Allah'a teslim etmek, iman ve ihlas ile O'na inkıyad etmek manası ise bütün öteki anlamları da içine alır.

İhsan: Güzellemek, güzel yapmak, yani aslında ve Allah katında güzel olan bir işi layıkı veçhile, gereği gibi yapıp o işin, o amelin, özündeki güzelliği dış yüzündeki güzellik ile süsleyip ortaya koymak demektir. Zira birçok güzel şeyler vardır ki yapılırken çirkinleştirilir. Peygamber Efendimiz meşhur iman hadisinde (meşhur adıyla Cibril hadisinde) ihsanı şöyle tefsir buyurup açıklamıştır: "İhsan, Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir, çünkü sen onu göremezsin, O seni görüyor." Şu halde ihsan, İslam'ın kemâlindendir. Bunun için ilke olarak İslam şöyle özetlenebilir: Her şeyden önce temizlik, ikinci olarak da güzelliktir. İslam'ın "Lâ ilâhe illallah" kelime-i tevhidinden, eûzu besmelesinden, abdest ve namazından tutunuz da bütün emirlerinde ve yasaklarında hep bunun tatbikatını bulursunuz. Bu ayette de "Allah'a yüzü temiz, özü güzel olarak yönelmek" buyurulmuş ve bu iki ilke en güzel şekilde ve özet olarak ortaya konulmuştur. (Elmalılı)

وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟

Bu cümle فَلَهُٓ اَجْرُهُ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir.

Menfî isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan خَوْفٌ ’daki tenvin, nev ve kıllet içindir. Yani “hiçbir korku” demektir. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre, umum ifade eder.

Car mecrurun muteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

وَ ’la öncesine atfedilen وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Haber, muzari fiil şeklinde gelerek teceddüt ve istimrar ifadesiyle birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi de tahsis ifade etmiştir. Böylece Allah Teâlâ, onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir.

خَوْفٌ - يَحْزَنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Cümledeki خوف ve حزن arasındaki fark ve de خوف lafzının önce zikredilmesinde bir incelik vardır: الخوف ; gelecekte (acaba beni ne bekliyor benim akibetim ne olacak gibi) olması beklenen veya umulan şeyler hakkındaki olumsuz beklentilerdir. الحزن ise; mazideki (yapmış oldukları cürümlerin cezasından) olaylar hakkındaki korkulardır.

Önce الخوف zikredilmiştir. Çünkü gelecekteki korkularından emin olmak, geçmişinden emin olmaktan önceliklidir ve daha şiddetli arzu edilen bir durumdur. Bundan dolayı önce الخوف zikredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru 909 - 910 ve Fahreddin er-Râzi)

فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ [Onun mükafatı Rabbinin katındadır.] Yani o ahirette Allah katında, amellerinin sevabına nail olur. Burada tekil zamir kullanılmasının sebebi, ifadenin başında kullanılan “Kim” ifadesinin tekil olmasıdır. Ardından وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟

[Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.] ifadesi çoğul olarak kullanılmıştır. Çünkü  مَنْ  ifadesi cins isimdir ve kasıt çoğuldur, bu yüzden de cümlenin sonundaki zamir, anlama işaret etmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr), (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru 908)