وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَتِ | ve dediler ki |
|
2 | الْيَهُودُ | Yahudiler |
|
3 | لَيْسَتِ | değiller |
|
4 | النَّصَارَىٰ | Hıristiyanlar |
|
5 | عَلَىٰ | üzerinde |
|
6 | شَيْءٍ | bir şey (temel) |
|
7 | وَقَالَتِ | ve dediler ki |
|
8 | النَّصَارَىٰ | Hıristiyanlar da |
|
9 | لَيْسَتِ | değildirler |
|
10 | الْيَهُودُ | Yahudiler |
|
11 | عَلَىٰ | üzerinde |
|
12 | شَيْءٍ | bir şey (temel) |
|
13 | وَهُمْ | oysa onlar |
|
14 | يَتْلُونَ | okuyorlar |
|
15 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
16 | كَذَٰلِكَ | böylece |
|
17 | قَالَ | söylediler |
|
18 | الَّذِينَ | kimseler |
|
19 | لَا |
|
|
20 | يَعْلَمُونَ | bilmeyen(ler) |
|
21 | مِثْلَ | benzerini |
|
22 | قَوْلِهِمْ | onların sözlerinin |
|
23 | فَاللَّهُ | artık Allah |
|
24 | يَحْكُمُ | hüküm verecektir |
|
25 | بَيْنَهُمْ | aralarında |
|
26 | يَوْمَ | günü |
|
27 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
28 | فِيمَا | şey hakkında |
|
29 | كَانُوا | oldukları |
|
30 | فِيهِ | onda |
|
31 | يَخْتَلِفُونَ | ihtilaf halinde |
|
وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ
وَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. قَالَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْيَهُودُ fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi لَيْسَتِ النَّصَارٰى ’dir. لَيْسَتِ nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. النَّصَارٰى kelimesi لَيْسَ ’nin ismi olup merfûdur. عَلٰى شَيْءٍۖ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ
Cümle atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. Fiil cümlesidir. قَالَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. النَّصَارٰى mukadder bir damme ile merfû faildir. Mekulü’l-kavl cümlesi لَيْسَتِ الْيَهُودُ ’dur. لَيْسَتِ nakıs fiildir. الْيَهُودُ kelimesi لَيْسَ ’nin ismi olup merfûdur. عَلٰى شَيْءٍ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
هُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ hal cümlesi mahallen mansubtur. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ sükun üzere mebni, mahallen merfû mübtedadır. يَتْلُونَ fiili mahallen merfû haber, faili çoğul vavıdır. الْكِتَابَ mef‘ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.
كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ
ك harfi cerdir. مثل (gibi) manasındadır. Amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Takdiri قولا مثل ذلك قال الذين لا يعلمون (Bilmeyenlerin söylediğine benzer bir söz) şeklindedir. ذا işaret ismi sükun üzere mebni, mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir. ل harfi buud yani uzaklık bildirir, ك ise muhatap zamiridir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl,fail olarak mahallen merfudur. لَا يَعْلَمُونَ ism-i mevsûlun sılasıdır. Îrabtan mahalli yoktur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ muzari fiildir. نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. مِثْلَ mahzuf masdarın sıfatıdır. Takdiri قولا مثل قولهم şeklindedir. قَوْلِ muzâfun ileyhidir. هِمْ sükûn üzere mebni mahallen mecrur muzâfun ileyhtir.
فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Mukadder şartın cevabıdır. Takdiri إذا كانوا يختلفون فالله يحكم şeklindedir. فَ istînâfiyyedir. الله lafzı mübtedadır. يَحْكُمُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. بَيْنَ mekân zarfı يَحْكُمُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَوْمَ zaman zarfı mef’ûlün fih olup يَحْكُمُ fiiline müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu ف۪ي harfi ceriyle birlikte يَحْكُمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesidir. كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
ف۪يهِ car mecruru يَخْتَلِفُونَ fiiline müteallıktır. يَخْتَلِفُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
يَخْتَلِفُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ’dır. İftiâl bâbı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ
Müsbet fiil sıygasıyla faide-i haber ibtidâi kelamdır.
Önceki ayetlerde iki grubun kendilerinden başkaları hakkındaki sözleri zikredilmiş, bu ayette ise iki gruptan her birinin bir diğeri hakkındaki sözleri nakledilmiştir.
Mekulü’l-kavl cümlesinde لَيْسَ ’nin haberinin hazfedilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır. ليست şeklinde müennes te’si ile gelişi sözlerinin zayıflığı sebebiyledir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru 912)
شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet içindir. ‘Hiç birşey’ manasındadır. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.
Önceki cümleye و ile atfedilen ikinci cümle de aynı formda gelmiştir. Müsbet fiil sıygasıyla faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَلٰى شَيْءٍۖ [Bir temel üzere] ifadesi “Hak din üzere” anlamına gelir ve [De ki: Ey Ehl-i kitap! Sizler Tevrat ve İncil’i uygulamadıkça herhangi bir şey/ temel üzere değilsiniz.] [el-Mâide 5/68] ayetindeki kullanıma benzer. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
[Hiçbir şeye] yani doğru ve itibara alınabilecek olan hiçbir şeye [dayanmamaktadır.] Bu, gerçekten büyük bir mübalağadır. Çünkü ‘imkânsız’ ve ‘yok’ hakkında ‘var’lık [şey’] ismi kullanılmıştır. Onun hakkında şey [varlık] kavramının kullanılamayacağı belirtildiğinde, onu dikkate almamak gerektiği öyle etkili bir şekilde ifade edilmiş olur ki [bir şeyi yok saymanın] daha ötesi yoktur! Bu, Arapların َأَقَلَّ مِنْ لاَ شَي [Lâ şey’den daha az] sözü gibidir. (Keşşâf-Ebüssuûd)
İki cümle arasında tekrarlar nedeniyle reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ - وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ cümleleri arasında yedili mukabele veya aks sanatı vardır
الْيَهُودُ - النَّصَارٰ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ
وَ haliyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüd ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Hal cümlesi dolayısıyla ayette ıtnâb sanatı vardır.
الْكِتَابَۜ ’daki tarif cins içindir.
يَتْلُونَ - الْكِتَابَۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابََ [Oysa aynı kitabı okuyorlar] ibaresinde و hal bildirmek, kitap da cins içindir. Yani onlar ilim ehli ve kitapları okuyan kimseler oldukları halde böyle dediler. Tevrat veya İncil’i yahut Allah’ın kitaplarından herhangi birini öğrenen ve ona iman eden kişinin yapması gereken, diğerlerini inkâr etmemektir. Çünkü bu iki kitaptan biri diğerini tasdik etmekte ve onun doğruluğuna tanıklık etmektedir. Allah’ın bütün kitapları da aynı şekilde hep birbirlerini tasdik edici olarak gelmişlerdir. (Keşşâf- Ebüssuûd-Fahreddin er-Razi- Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 914)
كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen dördüncü cümlede كذالك kelimesi ‘’işte böyle’’ anlamındadır. Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi, aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, S. 101)
َكَذَالِكَ yani [Yahudi ve Hıristiyanların birbiri hakkında söylediklerinden] duyduğun biçimde ve aynı tarz üzere, hiçbir ilim ve kitaba sahip olmayanlar, yani putperestler, Muattıla (Kâinatı yaratıcıdan hâli kabul edenler ve -Berâhime gibi- nübüvveti inkâr edenler. İslam dairesinde ise, Allah’ın zâtını sıfatlarından -veya Kitap ve Sünnet’in delalet ettiği manalardan- soyutlayanlar. Mustafa Sinanoğlu, “Muattıla” md., DİA) / ed.) vb. leri; her bir din mensubu hakkında [bunlar hiçbir şeye dayanmamaktadır] ifadesini kullandılar. Bu, Yahudi ve Hıristiyanlar için büyük bir azarlamadır. Çünkü ilim sahibi olmakla birlikte kendilerini “bilmeyenler” halkasına dizmişlerdir. (Keşşâf-Ebüssuûd)
Mekulü’l-kavl cümlesi لَا يَعْلَمُونَ şeklinde haber manalı nefy cümlesidir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere işaret veya ima için olabilir.
مِثْلَ mahzuf masdarın sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif ve ıtnâb vardır.
قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ [Bilmeyenler dediler ki] cümlesinde Ehl-i kitap ağır bir şekilde kınanmaktadır. Çünkü onlar, bilmelerine rağmen kendilerini, asla birşey bilmeyen kimselerle bir tutmuşlardır. (Safvetü't Tefâsir)
قال - قول - قَالَتِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Bilmeyenler de tıpkı bunların söyledikleri gibi demişti.] Yani müşrik Araplar da böyle söylemişlerdir. Burada müşrik Arapları “bilmeyenler” olarak nitelemiştir, Bu ifade Ehl-i kitaba yönelik bir kınamadır, yani onların Tevrat’ı bilmelerine rağmen cahil müşriklerin konuşmalarına benzer şeyler söyledikleri ifade edilmektedir. Aynı zamanda bu ifade müşriklere yönelik de bir kınamadır. Bir görüşe göre burada “bilmeyenler”den maksat, Ehl-i kitap içerisinde kitabı okuyamayan kimseler, yani avamdır. Sonra bu ifade onlara yönelik bir yalanlama ve reddiyedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr - Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim,Soru,917)
فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
İstînâfiyye olarak ف ile gelen son cümle; isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. فَ ’nin mahzuf şartın cevabına gelen rabıta olması caizdir. Bu durumda şartın mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyh, telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olmuştur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsned olan يَحْكُمُ fiilinin muzari olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüd ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Medh makamında olduğu için istimrar anlamı da mevcuttur. Müşterek ism-i mevsûl ما da tevcih sanatı vardır.
Sıla cümlesinde كَانُوا ’nun haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi,Vakafat s.112)
Cümlede car mecrur amiline takdim edilmiştir.
Farklı manalardaki ف harflerinde tam cinas vardır.