19 Mart 2024
Bakara Sûresi 113-119 (17. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 113. Ayet

وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ  ...


Yahudiler, “Hıristiyanlar bir temel üzerinde değiller” dediler. Hıristiyanlar da, “Yahudiler bir temel üzerinde değiller” dediler. Oysa hepsi Kitab’ı okuyorlar. (Kitab’ı) bilmeyenler de tıpkı bunların söyledikleri gibi demişti. Artık onların aralarında uyuşamadıkları davada, kıyamet gününde hükmü Allah verecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَتِ ve dediler ki ق و ل
2 الْيَهُودُ Yahudiler
3 لَيْسَتِ değiller ل ي س
4 النَّصَارَىٰ Hıristiyanlar ن ص ر
5 عَلَىٰ üzerinde
6 شَيْءٍ bir şey (temel) ش ي ا
7 وَقَالَتِ ve dediler ki ق و ل
8 النَّصَارَىٰ Hıristiyanlar da ن ص ر
9 لَيْسَتِ değildirler ل ي س
10 الْيَهُودُ Yahudiler
11 عَلَىٰ üzerinde
12 شَيْءٍ bir şey (temel) ش ي ا
13 وَهُمْ oysa onlar
14 يَتْلُونَ okuyorlar ت ل و
15 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
16 كَذَٰلِكَ böylece
17 قَالَ söylediler ق و ل
18 الَّذِينَ kimseler
19 لَا
20 يَعْلَمُونَ bilmeyen(ler) ع ل م
21 مِثْلَ benzerini م ث ل
22 قَوْلِهِمْ onların sözlerinin ق و ل
23 فَاللَّهُ artık Allah ا ل ه
24 يَحْكُمُ hüküm verecektir ح ك م
25 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
26 يَوْمَ günü ي و م
27 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
28 فِيمَا şey hakkında
29 كَانُوا oldukları ك و ن
30 فِيهِ onda
31 يَخْتَلِفُونَ ihtilaf halinde خ ل ف

وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ

وَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. قَالَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْيَهُودُ fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi لَيْسَتِ النَّصَارٰى ’dir. لَيْسَتِ nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. النَّصَارٰى kelimesi لَيْسَnin ismi olup merfûdur. عَلٰى شَيْءٍۖ car mecruru لَيْسَnin mahzuf haberine müteallıktır.

وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ

Cümle atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. Fiil cümlesidir. قَالَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. النَّصَارٰى mukadder bir damme ile merfû faildir. Mekulü’l-kavl cümlesi لَيْسَتِ الْيَهُودُdur. لَيْسَتِ nakıs fiildir. الْيَهُودُ kelimesi لَيْسَnin ismi olup merfûdur. عَلٰى شَيْءٍ car mecruru لَيْسَnin mahzuf haberine müteallıktır.

هُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ hal cümlesi mahallen mansubtur. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ sükun üzere mebni, mahallen merfû mübtedadır. يَتْلُونَ fiili mahallen merfû haber, faili çoğul vavıdır. الْكِتَابَ mef‘ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.

كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ

ك harfi cerdir. مثل (gibi) manasındadır. Amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Takdiri قولا مثل ذلك قال الذين لا يعلمون (Bilmeyenlerin söylediğine benzer bir söz) şeklindedir. ذا işaret ismi sükun üzere mebni, mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir. ل harfi buud yani uzaklık bildirir, ك ise muhatap zamiridir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl,fail olarak mahallen merfudur. لَا يَعْلَمُونَ ism-i mevsûlun sılasıdır. Îrabtan mahalli yoktur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ muzari fiildir. نَun sübutuyla merfû muzari fiildir. مِثْلَ mahzuf masdarın sıfatıdır. Takdiri قولا مثل قولهم şeklindedir. قَوْلِ muzâfun ileyhidir. هِمْ sükûn üzere mebni mahallen mecrur muzâfun ileyhtir.

فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

Mukadder şartın cevabıdır. Takdiri إذا كانوا يختلفون فالله يحكم şeklindedir. فَ istînâfiyyedir. الله lafzı mübtedadır. يَحْكُمُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. بَيْنَ mekân zarfı يَحْكُمُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَوْمَ zaman zarfı mef’ûlün fih olup يَحْكُمُ fiiline müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

مَا müşterek ism-i mevsûlu ف۪ي harfi ceriyle birlikte يَحْكُمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَانُواnun dahil olduğu isim cümlesidir. كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

 ف۪يهِ car mecruru يَخْتَلِفُونَ  fiiline müteallıktır. يَخْتَلِفُونَ fiili كَانُواnun haberi olarak mahallen mansubtur.

يَخْتَلِفُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف dır. İftiâl bâbı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ

Müsbet fiil sıygasıyla faide-i haber ibtidâi kelamdır.

Önceki ayetlerde iki grubun kendilerinden başkaları hakkındaki sözleri zikredilmiş, bu ayette ise iki gruptan her birinin bir diğeri hakkındaki sözleri nakledilmiştir.

Mekulü’l-kavl cümlesinde لَيْسَ ’nin haberinin hazfedilmesi  îcâz-ı hazif sanatıdır. ليست şeklinde müennes te’si ile gelişi sözlerinin zayıflığı sebebiyledir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru 912)

شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet içindir. ‘Hiç birşey’ manasındadır. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.

Önceki cümleye و ile atfedilen ikinci cümle de aynı formda gelmiştir. Müsbet fiil sıygasıyla faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 عَلٰى شَيْءٍۖ [Bir temel üzere] ifadesi “Hak din üzere” anlamına gelir ve [De ki: Ey Ehl-i kitap! Sizler Tevrat ve İncil’i uygulamadıkça herhangi bir şey/ temel üzere değilsiniz.] [el-Mâide 5/68] ayetindeki kullanıma benzer. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)   

[Hiçbir şeye] yani doğru ve itibara alınabilecek olan hiçbir şeye [dayanmamaktadır.] Bu, gerçekten büyük bir mübalağadır. Çünkü ‘imkânsız’ ve ‘yok’ hakkında ‘var’lık [şey’] ismi kullanılmıştır. Onun hakkında şey [varlık] kavramının kullanılamayacağı belirtildiğinde, onu dikkate almamak gerektiği öyle etkili bir şekilde ifade edilmiş olur ki [bir şeyi yok saymanın] daha ötesi yoktur! Bu, Arapların َأَقَلَّ مِنْ لاَ شَي [Lâ şey’den daha az] sözü gibidir. (Keşşâf-Ebüssuûd)

İki cümle arasında tekrarlar nedeniyle reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ - وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ cümleleri arasında yedili mukabele veya aks sanatı vardır

الْيَهُودُ - النَّصَارٰ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ

وَ haliyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüd ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Hal cümlesi dolayısıyla ayette ıtnâb sanatı vardır.

الْكِتَابَۜ ’daki tarif cins içindir.

يَتْلُونَ  - الْكِتَابَۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابََ [Oysa aynı kitabı okuyorlar] ibaresinde و hal bildirmek, kitap da cins içindir. Yani onlar ilim ehli ve kitapları okuyan kimseler oldukları halde böyle dediler. Tevrat veya İncil’i yahut Allah’ın kitaplarından herhangi birini öğrenen ve ona iman eden kişinin yapması gereken, diğerlerini inkâr etmemektir. Çünkü bu iki kitaptan biri diğerini tasdik etmekte ve onun doğruluğuna tanıklık etmektedir. Allah’ın bütün kitapları da aynı şekilde hep birbirlerini tasdik edici olarak gelmişlerdir. (Keşşâf- Ebüssuûd-Fahreddin er-Razi- Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 914)

 كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ

İstînâfiyye olarak fasılla gelen dördüncü cümlede كذالك kelimesi ‘’işte böyle’’ anlamındadır. Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ hem de ذٰ işaret ismi, aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, S. 101)

َكَذَالِكَ yani [Yahudi ve Hıristiyanların birbiri hakkında söylediklerinden] duyduğun biçimde ve aynı tarz üzere, hiçbir ilim ve kitaba sahip olmayanlar, yani putperestler, Muattıla  (Kâinatı yaratıcıdan hâli kabul edenler ve -Berâhime gibi- nübüvveti inkâr edenler. İslam dairesinde ise, Allah’ın zâtını sıfatlarından -veya Kitap ve Sünnet’in delalet ettiği manalardan- soyutlayanlar. Mustafa Sinanoğlu, “Muattıla” md., DİA) / ed.) vb. leri; her bir din mensubu hakkında [bunlar hiçbir şeye dayanmamaktadır] ifadesini kullandılar. Bu, Yahudi ve Hıristiyanlar için büyük bir azarlamadır. Çünkü ilim sahibi olmakla birlikte kendilerini “bilmeyenler” halkasına dizmişlerdir. (Keşşâf-Ebüssuûd)

Mekulü’l-kavl cümlesi لَا يَعْلَمُونَ şeklinde haber manalı nefy cümlesidir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere işaret veya ima için olabilir.

مِثْلَ mahzuf masdarın sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif ve ıtnâb vardır.

قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ [Bilmeyenler dediler ki] cümlesinde Ehl-i kitap ağır bir şekilde kınanmaktadır. Çünkü onlar, bilmelerine rağmen kendilerini, asla birşey bilmeyen kimselerle bir tutmuşlardır. (Safvetü't Tefâsir)

قال - قول - قَالَتِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Bilmeyenler de tıpkı bunların söyledikleri gibi demişti.] Yani müşrik Araplar da böyle söylemişlerdir. Burada müşrik Arapları “bilmeyenler” olarak nitelemiştir, Bu ifade Ehl-i kitaba yönelik bir kınamadır, yani onların Tevrat’ı bilmelerine rağmen cahil müşriklerin konuşmalarına benzer şeyler söyledikleri ifade edilmektedir. Aynı zamanda bu ifade müşriklere yönelik de bir kınamadır. Bir görüşe göre burada “bilmeyenler”den maksat, Ehl-i kitap içerisinde kitabı okuyamayan kimseler, yani avamdır. Sonra bu ifade onlara yönelik bir yalanlama ve reddiyedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr - Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim,Soru,917)  

فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

İstînâfiyye olarak ف ile gelen son cümle; isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. فَ ’nin mahzuf şartın cevabına gelen rabıta olması caizdir. Bu durumda şartın mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müsnedün ileyh, telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olmuştur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde  tecrîd sanatı vardır.

Müsned olan يَحْكُمُ fiilinin muzari olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüd ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Medh makamında olduğu için istimrar anlamı da mevcuttur. Müşterek ism-i mevsûl ما da tevcih sanatı vardır.

Sıla cümlesinde كَانُوا ’nun haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi,Vakafat s.112)

Cümlede car mecrur  amiline takdim edilmiştir.

Farklı manalardaki ف harflerinde tam cinas vardır.

Bakara Sûresi 114. Ayet

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  ...


Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim olabilir
2 أَظْلَمُ daha zalim ظ ل م
3 مِمَّنْ kimseden
4 مَنَعَ men eden م ن ع
5 مَسَاجِدَ mescidlerinde س ج د
6 اللَّهِ Allah’ın
7 أَنْ
8 يُذْكَرَ anılmasına ذ ك ر
9 فِيهَا içinde
10 اسْمُهُ isminin س م و
11 وَسَعَىٰ ve çalışandan س ع ي
12 فِي
13 خَرَابِهَا onların harabolmasına خ ر ب
14 أُولَٰئِكَ işte
15 مَا yoktur
16 كَانَ olmaları ك و ن
17 لَهُمْ onlar için
18 أَنْ
19 يَدْخُلُوهَا girmeleri د خ ل
20 إِلَّا dışında
21 خَائِفِينَ korka korka خ و ف
22 لَهُمْ onlar için vardır
23 فِي
24 الدُّنْيَا dünyada د ن و
25 خِزْيٌ rezillik خ ز ي
26 وَلَهُمْ ve vardır
27 فِي
28 الْاخِرَةِ ahirette ا خ ر
29 عَذَابٌ azap ع ذ ب
30 عَظِيمٌ büyük bir ع ظ م

Müfessirler demişler ki; bir dönem müşrikler Allah’ın Rasûlünü ve beraberindeki müslümanları Hudeybiye denen yerde tutup Kâbe’ye, Allah’ın mescidine sokmamışlardı da bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur. Gerçi bugün de müslümanlar Kâbe’den engelleniyorlar.

Ama burada anlatılan sadece Kâbe değil, tüm arz mescidinde Allah’ın adının anılmasının, Allah’ın âyetlerinin, Allah’ın sis­teminin gündeme getirilmesinin yasaklanması söz konusudur. Hani Allah’ın Rasûlü buyurur ya:

"Tüm arz benim için mescid kılındı."

Öyleyse tüm arzda Allah’ın adının anılmasını engelleyen­den daha zâlim kim vardır? (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)

Mekke müşriklerinin müslümanları mescidi harama girmekten alıkoymaları ve orada ibadete engel olmalarına atıftır ve peygamberimizle birlikte hicret eden müslümanlara da Medineye hicret etmiş olabilirsiniz ama hedef, Mescidi Haramın içinde bulunduğu Mekke’dir hatırlatmasıdır. Mekke fethedilmeden din tamam olmayacaktır.

Mevcut durumda güç onlarda ve onlar Mekkke de olmasına rağmen Allah gaybdan haber vermekte ve onlar için dünyada bir rezillik olduğunu/olacağını söylemektedir.

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ

Burada مَنْ mübteda olarak merfûdur ve soru edatıdır. اَظْلَمُ kelimesi de haberidir.

مَنۡ müşterek ism-i mevsûl مِنْ harfi ceriyle birlikte اَظْلَمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası مَنَعَdır. Îrabtan mahalli yoktur. مَنَعَ fetha üzere mebni, mazi fiildir. مَسَاجِدَ mef‘ûlun bihtir. Fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafzı muzâfun ileyhtir.

اَنْ ve masdar-ı müevvel مَنَعَ fiilinin ikinci mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. ف۪يهَا car mecruru يُذْكَرَ fiiline müteallıktır. اسْمُهُ naib-i fail olup merfûdur. وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَا ifadesi  مَنَعَya matuftur. ف۪ي خَرَابِهَاۜ car mecruru سَعٰىya müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Ayetin bildirdiği hüküm, cins manasında Allah’ın bütün mescitlerini ilgilendiren genel bir hükümdür. Dolayısıyla, onlardan herhangi birinde Allah’ın anılmasını engelleyen kimse zulümde son derece ileri gitmiş olur. (Keşşâf)

اَنْ يُذْكَرَ [anılması] ifadesi, مَنَعَ َ[engelledi] fiilinin ikinci mef‘ûlüdür. Çünkü sen birini bir şeyden engellediğini anlatmak için مَنَعْتُهُ كَذَا [o’na şunu engelledim] dersin. Nitekim وَمَا مَنَعَنَٓا اَنْ نُرْسِلَ [Bizim mucizeler göndermemize ancak … engel olmuştur”. (İsrâ 17/59)] ve وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا [İnsanların iman etmesine ancak … engel olmuştur.” (Kehf 18/55)] ayetlerinde de bu fiille ilgili aynı kullanım söz konusudur. اَنْ edatıyla beraber harf-i cerin hazfedilmesi caizdir. Senin اَنْ يُذْكَرَ َifadesini, [orada Allah’ın isminin anılmasını istemedikleri için mescitlere girilmesini engelleyenler] manasında mef‘ûlun leh olarak nasbetmen de mümkündür. (Keşşâf)

 اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ

İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder. لَهُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

اَنْ ve masdar-ı müevvel كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. يَدْخُلُو fiili نَ ’nun hazfiyle mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûl olarak mahallen mansubtur. اِلَّا hasr edatıdır. خَٓائِف۪ينَ kelimesi يَدْخُلُوهَٓا fiilinin failinden hal olarak mansubtur. Nasb  alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

لَهُمْ car mecruru mukaddem habere müteallıktır. فِي الدُّنْيَا car mecruru خِزْيٌ kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. خِزْيٌ muahhar mübtedadır.

لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ifadesi atıf harfi وَ ile makabline matuftur. لَهُمْ car mecruru mukaddem habere müteallıktır. فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübtedadır. عَظ۪يمٌ ise عَذَابٌ kelimesinin sıfatıdır.

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ

وَ istînâfiyyedir. Ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle inşâ formunda gelmiş olmasına rağmen haber manalı olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Çünkü bu sözlerle asıl kastedilen soru sormak değil, taaccüb ve inkardır.

Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle, istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafzâ-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

وَمَنْ اَظْلَمُ sorusu nefy ifade eder. Yani: "Ondan daha zalim hiç kimse yoktur" demektir. (Safvetü't Tefâsir)

مَنۡ ve في ‘lerde cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki مَنْ kelimesinden murat, mananın umûmiliği, genelliğidir. Yani böyle davranan kim olursa olsun onlardan daha zalimi yoktur, olamaz. Nitekim, Allah’ın mescitlerinden murat da genel manasıyla yeryüzündeki tüm mescitler demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

مَسَاجِدَ اللّٰهِ ve اسْمُهُ izafetleri muzâfın şanı içindir.

منع fiiline atfedilen وَسَعٰى cümlesi, müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidâi kelamdır.

Ayette kastedilen tek bir mescit olduğu halde مَسَاجِدَ şeklinde çoğul ifade kullanılmasının iki izahı vardır:

  • İlki: Bu mescitteki her yer secde yeridir. Bu kullanım [Meclislerde yer açın.] (Mücâdele 58/11) ayetindeki kullanıma benzer.
  • İkincisi ise: mescide teşrif ve tazim maksadıyla çoğul kullanılmış olmasıdır ki bunun benzeri Hz. Muhammed aleyhisselâm hakkında [Ey Resuller!] (el-Mü’minûn 23/51) ayetinde ve Cebrail hakkında [Derken melekler ona seslendi.] (Âl-i İmrân 3/39) ayetinde çoğul ifadenin kullanılmış olmasıdır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr - Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim,Soru 924)

Aslında engellenen, men edilen insanlar olduğu hâlde âyette مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ  [Allah'ın mescidlerini men edenler] buyrulmuştur. Çünkü pislik atmak, yakıp yıkmak gibi fiiller insanlarla değil fakat doğrudan mâbedle ilgilidir. İnsanlar eski halinde olup onlar için bir değişiklik mevcut değildir. (Fahreddin er- Razi)

Sebep hususi olsa da hükmün umumi gelmesinde bir sakınca yoktur. Ayetin bildirdiği hüküm, cins manasında Allah’ın bütün mescitlerini ilgilendiren genel bir hükümdür. Dolayısıyla, onlardan herhangi birinde Allah’ın anılmasını engelleyen kimse zulümde son derece ileri gitmiş olur. (Keşşâf)

سَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ cümlesinde istiare-i tasrihiyye tebeiyye vardır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 928)

وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ [Mescidlerin harabiyetine çalışan] ifadesinin bir mânâsı da, mescidleri Allah'ın adının anılmasından yoksun bırakmaktır. (Ebüssuûd ve  Fahreddin er-Râzi)

 اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda  faide-i  haber talebî kelamdır.

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olması, işaret edilene dikkat çekip tahkir etmek içindir. Haber, كَانَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesidir. Bu cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. كَانَ ’nin muahhar ismi olarak tevil edilen masdar-ı müevvel, müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır.

كان ‘nin haberinin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.

ما كان ‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir Tefsir 3/79)

Nefy harfi ما ve istisna harfi إلا ile oluşan kasr, fail ve hâli arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır

خَٓائِف۪ينَۜ haldir. Hal, cümleyi zenginleştirmek için yapılan ıtnâbtır.Yani müslümanlar o mescidleri de ellerine geçirir ve egemenlikleri altına alırsa o takdirde kâfirler oraya girme imkanını bulamazlar. Girecek olsalar bile müslümanların kendilerini çıkarmalarından ve oraya girdiler diye te'dip etmelerinden korka korka girerler. Bu kâfirin herhangi bir şekilde -ileride de yüce Allah'ın izniyle Tevbe Sûresi'nde görüleceği üzere- mescide girme hakkına sahip olmadığının delilidir. (Kurtubi)

[Böyleleri oralara ancak korka korka girebilmelidirler.] ifadesinde geçen اُو۬لٰٓئِكَ (böyleleri, bunlar) zamiri çoğula işarettir, oysa öncesinde “yasak eden” ve “çalışan” ifadeleri tekil olarak kullanılmıştır. Bunun sebebi ise “yasak eden” ve “çalışan” ifadelerinin çoğul anlamda olmasıdır.

لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

Fasılla gelen cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Fasıl nedeni kemâl-i ittisâldir. Haber, önemine binaen öne geçmiştir. 

لَهُمْ iki kere tekrarlanarak ve takdim edilerek vurgulanmıştır

….وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ  cümlesi aynı üsluptaki makabline matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, خِزْيٌ - عَذَابٌ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Müsnedün ileyh olan عذابٌ kelimesinin nekre gelişi tazim ve nev ifade eder.

عَظ۪يمٌ sıfattır. Sıfat cümleyi  zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

في ve لهُمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

خِزْيٌ kelimesi nekre olarak gelerek bu cezanın anlayamayacağımız kadar kötü ve çok olduğu ifade edilmiştir. Büyük ateş ki onun azabı her türlü azaptan daha şiddetlidir, çünkü sonsuzdur.

Görüldüğü gibi لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ sözüyle yetinilmemiş müsned olan لَهُمْ tekrarlanmıştır. Bunun sebebi, bu kişilerin dünyada rezilliğe müstehak oldukları gibi; ahirette de büyük bir azaba müstehak olduklarını açıklamaktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

[Onlar için dünyada rüsvaylık vardır] öldürülmek ve esir edilmek gibi ya da hor görülmek ve cizye vergisi gibi. (Beyzâvî)

Bakara Sûresi 115. Ayet

وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ  ...


Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّهِ ve Allah’ındır
2 الْمَشْرِقُ doğu da ش ر ق
3 وَالْمَغْرِبُ batı da غ ر ب
4 فَأَيْنَمَا nereye
5 تُوَلُّوا dönerseniz و ل ي
6 فَثَمَّ oradadır
7 وَجْهُ yüzü (zatı) و ج ه
8 اللَّهِ Allah’ın
9 إِنَّ şüphesiz
10 اللَّهَ Allah’(ın)
11 وَاسِعٌ (rahmeti ve ni’meti) boldur و س ع
12 عَلِيمٌ (her şeyi) bilendir ع ل م

Doğu ve batı Allah’ındır sözünde tağlib yoluyla bütün yönlerin Allah'a ait olduğu ifade edilmiştir. Her nereye yönelirseniz Allah’ın yüzü oradadır. Muhakkak ki Allah'ın rahmeti ve nimeti çok geniş ve O herşeyi bilendir.

Kıblenin şu yön veya bu yön olması çok önemli değildir, her yön Allah’ındır. Allah’ın bize kıble olarak Kabe’yi göstermesi, cemaat ve toplum şuuruna ulaşmak içindir. Bu durumda birliktelik duygusu ile herşey daha kolay kabullenilebilir olur ve herşey daha zevkli gelir. Yoksa döndüğümüz yönün çok önemi yoktur. O yüzden araçta seyir halinde iken Kıble aramıyoruz. Ya da çok karanlıkta, Kıbleyi bulamadığımız zamanlarda bu mana bize kolaylık sağlar.

İlk kıblemiz Mescid-i Aksa’ydı hepimizin bildiği gibi. Peygamberimiz Mekke’de namaz kılarken öyle bir noktada dururdu ki yüzünü hem atamız Hz İbrahim’in temellerini yükselttiği Kâbe’ye, hem de Mescid-i Aksa’ya doğru dönmüş olurdu. Ama Medine Kudüs ile Mekke arasında bir noktada kalıyordu. Artık yüzünü Mescid-i Aksa’ya döndüğü zaman sırtını Kabeye dönmüş oluyordu. Bu bütün müslümanlar için imanın ötesinde bir sadakat sınavıydı da aynı zamanda.

Doğuda batıda Allah’ındır ayetiyle peygamberimizle birlikte inananları da rahatlatıyor ve her yer ve her yön  Allah’a aittir mesajı veriliyor.

Nereye dönseniz kıble o taraftadır. Peygamber Efendimiz bir yere giderken devesinin üzerinde nafile namaz kılardı. Bu sırada devesi ne tarafa dönse, Resûl-i Ekrem buna aldırmadan namazını kılmaya devam ederdi (Buhari, Vitir 6, Taksîru’s-salât 7,12; Müslim, Müsafirin 31,32,35,37,39). Savaş sırasında, düşmanın hücumundan korkup da namazı “korku namazı” şeklinde, yürürken veya binitli olarak edâ ederken de mutlaka kıbleye dönmek gerekmez(Buhâri, Tefsir 44).

وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ

وَ atıf harfidir. لِلّٰهِ car mecruru, mukaddem habere müteallıktır. الْمَشْرِقُ muahhar mübtedadır. الْمَغْرِبُ kelimesi الْمَشْرِقُ kelimesine matuftur.  فَ istînâfiyyedir. اَيْنَمَا şart manalı iki fiili cezm eden mekân zarfıdır. تُوَلُّوا fiiline müteallıktır. تُوَلُّوا şart fiilidir. Cezm alameti نَ harfinin düşmesidir.

فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Mekân zarfı  ثَمَّ  orada manasındadır. Mahzuf mukaddem habere müteallıktır. وَجْهُ اللّٰهِۜ muahhar mübtedadır. اللّٰهِ lafzı muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. Lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismidir. وَاسِعٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberidir. عَل۪يمٌ ise ikinci haberdir.

وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ

Ayet önceki cümleye و ile atfedilmiştir. و ’ın istînâfiyye olması da caizdir. İsim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

Haberin takdimi kasr ifade eder. الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ maksur, لِلّٰهِ maksurun aleyhtir. Mübteda olan الْمَشْرِقُ kelimesinin, haber makamında olan لِلّٰهِ ’nin müteallıkına olan kasrıdır. Yani doğunun ve batının Allah’tan başka sahibi yoktur. Dolayısıyla kasr-ı sıfat ale-l mevsûf, hakîkî tahkîkî kasrdır. Bu demektir ki, mevsûf olan Allah Teâlâ’da tabi ki başka sıfatlar da vardır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

الْمَشْرِقُ  - وَالْمَغْرِبُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ

فَ harfi, sebeple müsebbep arasında rabıtadır.

Şart üslubu ile gelen cümle gayrı talebî inşaî isnaddır. تُوَلُّوا şart fiilidir.

Şart cümlesi olan تُوَلُّو faidei haber ibtidai kelamdır. Rabıta harfi فَ ile gelen cevap cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Mekân zarfı ثَمَّ ’nin müteallakı olan mukaddem haber mahzuftur.

اَيْنَمَا [nereye] kelimesi şart edatıdır, cezm edicidir, تُوَلُّوا [Dönerseniz] yani yüzünüzü çevirirseniz ifadesindeki التولية , geçişli fiildir. Burada “yüzlerinizi” ifadesi gizlidir.

ثَمَّ kelimesi “orada” anlamına gelir.  وَجْهُ اللّٰهِۜ  [Allah’ın yüzü (zatı)] ifadesi Allah’ın kıblesi anlamındadır. Çünkü  وَجْهُ , ve جهة kelimeleri aynı anlama gelir. Kıblenin bununla isimlendirilmesinin sebebi, oraya yönelmenin (teveccüh) emredilmiş olmasıdır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)    

وَجْهُ اللّٰهِۜ izafeti muzâfın şanı içindir.

Yüz manasındaki وَجْهُ kelimesinin zikri, parçayı anıp bütünü kastetmektir. Cüz-kül alakası ile mecâz-ı mürseldir. Yüz insanın en şerefli organı olduğundan onun bütün organlarını temsil etmiştir. (Kur'an Mecazları Şerif er-Radi)

Bu ayet, kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen ve araştırmakla bulamayarak herhangi bir yöne namaz kılan kimseler için nazil olmuştur. (Safvetü't Tefâsir)

اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ

Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir.

اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı, tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Allah'ın وَاسِعٌ ve عَل۪يمٌ şeklindeki haberlerinin tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu  sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etraf sanatıdır

 Allahü teâlâ, kendisinin وَاسِعٌ (geniş) olduğunu bildirmiştir. Binaenaleyh bu sözü zahirî mânasında almak imkânsızdır. Aksi halde, Allah'ın, parçalanması, cüzlerine ayrılması gerekir. Böylece de bir yaratıcıya muhtaç olmuş olur. Bu kelimeyi zahirine hamletmeyip, aksine mutlaka Allah'ın kudreti ve mülkünün genişliği mânasına; veya rahmet ve mağfiretinin genişliğine, yahut da kulları, rızasını elde edebilsinler diye kullarının faydasına olan şeyleri beyan etmesi hususundaki lütfunun genişliği mânasına alınması gerekir. Bu izah, söze daha uygun gelmektedir.

Bu kelimeyi Allah'ın ilminin genişliğine hamletmek caiz değildir. Aksi halde وَاسِعٌ sıfatından sonra, ayette عَل۪يمٌ sıfatının zikredilmiş olması, lüzumsuz bir tekrar olurdu. Hak teâlâ'nın bu âyette عَل۪يمٌ sıfatını getirmesi, namaz kılan kimseye Allahü teâlâ'nın gizli ve aşikâr herşeyi bildiğini, Allah'a hiçbir şeyin gizli kalmadığını düşünmesi itibarıyla tefritten kaçınsın diye bir tehdid gibidir. Böylece, namaz kılan kimse gaflet etmekten sakınır. وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ifâdesinin, "şartlarına uyarak namaz kılan kimseye mükafâatını; namaz kılmayan kimseye de cezasını tastamam verme hususunda Allah'ın kudreti geniştir" mânasına olması da muhtemeldir. ( Fahreddin er-Râzi))

عليم kelimesi feîl vezninde mübalağa sıygasıdır. İlmi geniş  demektir.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.[Şüphesiz Allah’ın nimeti geniştir, O bilendir.] Buradaki وَاسِعٌ  (geniş) ifadesi nimetleri isteyenlerin hepsini kuşatacak kadar cömert olan demektir. وَاسِعٌ  zengin, السع zenginlik anlamına gelir (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Bakara Sûresi 116. Ayet

وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداًۙ سُبْحَانَهُۜ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ  ...


“Allah, çocuk edindi” dediler.O, bundan uzaktır. Hayır! Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ındır. Hepsi O’na boyun eğmiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
2 اتَّخَذَ edindi ا خ ذ
3 اللَّهُ Allah
4 وَلَدًا çocuk و ل د
5 سُبْحَانَهُ O yücedir س ب ح
6 بَلْ bilakis
7 لَهُ onundur
8 مَا ne varsa
9 فِي
10 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
11 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
12 كُلٌّ hepsi ك ل ل
13 لَهُ O’na
14 قَانِتُونَ boyun eğmiştir ق ن ت
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de bir kudsî hadiste Cenâb-ı Hakk’ın şöyle buyurduğunu haber vermektedir:” Hiç bir hakkı olmadığı halde insanoğlu Beni yalanlamaya kalktı, hiçbir hakkı olmadığı halde Bana hakaret etti. Beni yalanlamaya kalkması, kendisini yeniden diriltip aynen yaratamayacağımı ileri sürmesidir. Bana hakaret etmesi ise Benim bir oğlum olduğunu iddia etmesidir. Bir eş veya bir oğul edinmek gibi insana âit sıfatlardan Kendimi tenzih ederim. “
( Buhari, Tefsir 2/8,112/1-2).Kendisi de şöyle buyurmaktadır:” Duyduğu bir eziyete Allah kadar sabreden kimse yoktur. Kâfirler O’na şirk koşarlar, bir oğlu olduğunu ileri sürerler, O yine de onlara sağlık, âfiyet ve rızık verir.”
(Buhâri, Edeb 71; Tevhid 3; Müslim, Münâfikin 49,50).

Qânit kelimesi her ne kadar itaat edici olarak çevrilmişse de anlam olarak itaatten bir adım ilerde olmayı ifade eder. Emre hazır ve gönüllü olarak istekle emir bekleyen anlamına gelir.

وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًاۙ سُبْحَانَهُۜ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ

Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالُو damme üzere mebni mazi fiildir. Mekulü’l-kavl cümlesi  اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدً ’dir. اتَّخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli faildir. وَلَدًا mef‘ûlun bihtir. سُبْحَانَ takdiri نُسَبِّحُ olan mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَلْ idrab harfidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. الْاَرْضِ ifadesi atıf harfiyle makabline matuftur. كُلٌّ mübtedadır. كُلٌّ ’nün muzâfun ileyhi hazfedilmiştir. Kelimenin sonundaki tenvin, hazfin işareti olarak muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri, كلّ ما خلق الله (Allah’ın yarattığı her şey) şeklindedir.

 لَهُ car mecruru قَانِتُونَ ’ye müteallıktır. قَانِتُونَ haberdir. Cemi müzekker salim olduğu için و ’la merfû olmuştur.

وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًاۙ سُبْحَانَهُۜ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda,  الَّذ۪ينَ  haberdir. 

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip tahkir etmek içindir.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını bize gösterir. 

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

الضَّلَالَةَ  -  الْهُدٰىۖ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

ٱلۡهُدَىٰ  -  مُهۡتَدِینَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

الضَّلَالَةَ kelimesi sapkınlık, ٱلۡهُدَىٰ  kelimesi iman karşılığında kullanıldığı için burada istiare vardır. Kelimeler hakiki manalarında değil, mecazî manada kullanılmıştır. (Dalalet; yolunu şaşırmak demektir) İman ve küfür satın alınacak, ticareti yapılacak şeyler değildir, dolayısıyla anlıyoruz ki bunlar hakiki manada kullanılmayarak, muhatabı etkilemek için kelimelerin düz manaları yerine mecazî manaları kullanılmıştır. Bu üslup daha etkilidir. ‘’Oğlum geldi’’ yerine ‘’aslanım geldi’’ demek gibidir. İkinci cümle daha etkilidir. Ticaretin kâr etmemesi istiarenin karînesidir. Altı-yedinci ayetlerde kafirlerden bahsedilirken sonrasında ise münafıklardan bahsedilmiştir. Bizim de kendi açımızdan münafıklık alametlerine, davranışlarına dikkat etmemiz gerekir. Münafıklar inanmadıkları halde inandık derler ve inanma alametleri gözükmez. 8-16. ayetler münafıkları anlatmaktadır.

اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ [Hidayeti sapıklıkla değiştirdiler.] cümlesinde istiare-i tasrihiyye vardır. Maksat, onların doğruluğu eğrilikle, imanı da küfür ile değiştirmelerini vurgulamaktır. Bundan dolayı alışverişlerinde kazanamadılar, aksine zarar ettiler. Yüce Allah "satın almak’’ lafzını "değiştirmek" manasında istiare olarak kullandı ve buna "onlar ticaretlerinde kazançlı olmadı" sözü ile bir açıklık getirdi. Bu, açıklamaya edebiyatta terşîh sanatı denir ki, bu da istiareyi en yüksek zirveye ulaştırır. (Safvetü't Tefâsir)

Ayetteki  اشْتَرَوُا  [satın aldılar], فَمَا رَبِحَتْ  [kâr etmedi] ve  تِجَارَتُهُمْ  [ticaretleri] sözcükleri arasında tenâsüp vardır. Çünkü hepsi alışverişle ilgili sözcüklerdir.

Ayette  اشْتَرَوُا  lafzı, değiştirmek ve tercih etmek anlamı taşıdığı için istiaredir. Sonra Allah, onu  اشْتَرَوُا (satın aldılar)’a uygun olan  الرِّبح (kâr) ve  التِّجارة (ticaret) lafızlarıyla terşîh etti/besledi. Burada  الرِبّح (kâr) ve  التِّجارة (ticaret) lafızlarının zikredilmesi, teşbihte mübalağayı beslemektedir. Çünkü istiare ve teşbihte mübalağa vardır. (Dr. Mustafa Aydın,Arap Dili Belâgatında Bedî İlmi ve Sanatları)

الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا  sözündeki marifelik örfî cins içindir. Terkip, müsnedin müsnedin ileyhe kasredilmesidir ki bu iddiai kasırdır. Dalaleti satın almakta son noktaya ulaşmışlardır, bu konuda hısrlıdırlar. Böylece küfrü, ahmaklığı, aldatmayı, fitneyi ve hidayete erenlerle alay etmeyi biraraya getirmişlerdir. (Âşûr)

بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ

Cümle atıf harfi  فَ ‘la sılaya atfedilmiştir. Menfî mazi fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Cümlede müsnedin mazi fiille gelmesi kesinlik ve hudûs ifade eder.

مَا كَانُوا مُهْتَد۪ي  cümlesi  atıf harfi  وَ ’ la sılaya atfedilmiştir. Menfî  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

مَا كَان ’li olumsuz sîgalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79) 

كان ’nin haberi olan  مُهْتَد۪ينَ  , ism-i fail kalıbında gelerek durumun sübutuna ve devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayetle ilgili biri çıkıp: ‘’Ticaret nasıl kar edebilir? Kar etmek, ticaret yapan kişiye özgüdür’’ şeklinde bir soru yöneltse, ona cevabımız şudur: Kazancın ticarete isnat edilmesi, Arap kelamında yaygın olan bir ifade üslubudur. Nitekim Araplar, رَبِحَ بيْعُكَ (alışverişin kazandı) ve  خَسِرَ بَيْعُكَ (alış verişin zarar etti) gibi tabirler kullanırlar. Çünkü kâr ve zarar ancak ticarette olur.

رَبِحت  fiili  تجارةً  kelimesine isnad edilmiştir. Halbuki ticaret, kâr eden birşey değildir. Ticareti yapan kişi, yani tacir kâr eder. Demek ki bu isnadda kelime hakiki manalarında kullanılmış, ancak isnad olması gereken unsura yapılmamıştır. Tacir ticaretle o kadar iç içedir ki; sanki birbirinden ayırt edilemez bir haldedir. Bunun için faile isnad edilmesi gereken kelime, onun yerine mef'ûle isnad edilmiştir. (Âlûsî kelimede veya isnadda mecaz olduğunu söylemiştir. Meknî veya tahyîlî istiâre olduğu da söylenmiştir.) 

Ayetteki  وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ  [doğru yolu da bulamadılar.] ifadesi îğâldir. Çünkü mana bu ifade olmaksızın tamamlanmıştı. Fakat onların sapkınlıklarındaki mübalağayı artırmak maksadıyla bu ifade îğâl olarak getirilmiştir. 

Îgâl; ayetin sonunda muhtevayı pekiştirmek, güzelleştirmek, açıklamak veya mübalağa amacıyla ek bir kayıt getirme şeklindeki ıtnâb türüdür. 

Bu ayette ise  وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ  ifadesi onların zararda olduğunu ifade etmekte ve  öncesindeki manayı pekiştirmektedir. (Ali Bulut, Kur’ân-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu) 

Bakara Sûresi 117. Ayet

بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ  ...


O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَدِيعُ (O) yaratıcısıdır ب د ع
2 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
3 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
4 وَإِذَا zaman
5 قَضَىٰ hükmettiği ق ض ي
6 أَمْرًا bir işe (şeye) ا م ر
7 فَإِنَّمَا şüphesiz sadece
8 يَقُولُ der ق و ل
9 لَهُ ona
10 كُنْ ol ك و ن
11 فَيَكُونُ hemen oluverir ك و ن

Bazı eski dinler ve felsefî akımlarca, evrenin Allah’tan doğup taştığı veya O’ndan bir kopma olduğu şeklinde inançlar ve görüşler ileri sürülmüş olup, âyette bu tür inançlar reddedilmekte; Allah’ın semâvât ve arzı yani bütün evreni ve evrendekileri –bir asıldan, bir kaynaktan veya kendi zâtından, zâtının bir parçası olmak üzere ortaya çıkarmayıp– yoktan var ettiği; her yaratmanın da sadece bir “ol!” buyruğuyla gerçekleştiği ifade edilmektedir. Bu şekilde her şeyi yaratan ve her şeyin sahibi olan, bütün varlıkları kendi kanunlarına boyun eğdiren Allah’ın evlât edinmeye neden ihtiyacı olsun? Bu, bilgisiz inkârcıların yakıştırmalarından başka bir şey değildir. (Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 196)

Bede'a بدع :

إبْداعٌ  hiçbir şeyi örnek almadan ya da taklit etmeden bir eser inşâ etme, vücuda getirme, yaratmadır. Yüce Allah için kullanıldığında bir şeyin herhangi bir alet, madde, zaman, mekan kullanmadan var etmeyi/yaratmayı ifade eder.

Bedî بَدِيعٌ ise bir işi eşsiz yapan demektir. Eşsiz olarak yaratılan şeye de bu isim verilebilmektedir.

Bid'at بِدْعَةٌ sözcüğü mezheple ilgili kullanıldığında ne söyleyicisinin ne de failinin şeriat sahibine, şeriatteki geçmiş örneklere ve şeriatin sağlam usulune/esasına tâbi olmadığı veya bunları gözetmediği bir görüş îrat etmek anlamına gelir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve iki farklı isim formunda 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

Türkçede kullanılan şekilleri bid'at ve bedîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

بَد۪يعُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri الله بديع şeklindedir. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyhtir. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır. الْاَرْضِ kelimesi السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur.

وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. قَضٰٓى cer mahallinde muzâfun ileyhtir. قَضٰٓى mazi fiildir. Sonuna takdir edilen fetha ile mebnidir.

اَمْرًا mef’ûl bihtir. Fetha ile mansubtur.

اَمْرًا [Bir şeyi] kelimesi [işler] anlamına gelen أُمُور kelimesinin tekilidir, emir anlamındaki اَلأَوَامِرُ kelimesinin tekili değildir, çünkü bu anlamda emir Allah’ın sıfatıdır ve O’nun yaratması kapsamında değildir. Zira burada emr ile yaratılmış şey kastedilir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

فَ şartın cevabının başına gelen  rabıtadır. اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe;

meneden, alıkoyan anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise, اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.

يَقُولُ  cevap cümlesi olup muzari fiildir. Mekulü’l-kavl cümlesindeki كُنْ tam fiildir. Nakıs fiil olması caizdir. Emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت dir.  لَهُ car mecruru يَقُولُ fiiline müteallıktır. فَ stînâfiyyedir. يَكُونُ fiili mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri هو şeklindedir.

فَيَكُونُ [O da hemen oluverir.] Buradaki فَيَكُونُ fiilinin merfû oluşu iki şekildedir: İlki istinaf (yeni bir cümle başı olması) yolu, ikincisi ise فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ [ona sadece ‘Ol!’ der.] ifadesine atıf olması yoludur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. بَد۪يعُ takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberidir.

Müsnedin izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur. Cümle isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümlesi sübut ifade eder.

الْاَرْضِۜ - السَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.

بَد۪يعُ kelimesi Kur’an’da hiçbir zaman insanın yaratılışı için kullanılmamıştır.

Kurtubî der ki: O, gökleri ve yeri eşsiz yaratandır demek, tarifsiz ve örneksiz olarak gökleri ve yeri icat eden, yaratan, inşa eden ve güzel yapan demektir. Örneği olmaksızın bir şey inşa eden kimseye mübdi' denir. "Ehl-i bid'at" tabiri de bu köktendir. Bid’atı söyleyen kimse onu, herhangi bir İmamın söz veya fiili olmaksızın icat ettiği için bid'at ismi verilmiştir. Buhârî'de bulunan ‘’Bu (Ramazan orucunu tutmak), ne güzel bid’attır" hadisindeki bid'at kelimesi bu manada kullanılmıştır.

Kurtubi sonra şöyle devam eder: ‘’Yaratıklardan meydana gelen her bid'atın şeriatta aslı ya vardır veya yoktur. Eğer onun şeriatte aslı varsa, o övgüye layık bir bid'attır. Eğer bid’atın şeriatte aslı yoksa, o da kınanır ve inkâr edilir. Aşağıdaki hadis-i şerif bunu açıklamıştır:

Kim İslâm'da güzel bir çığır açarsa, ona, yaptığının mükâfatı ve o yolda gidenlerin mükâfatı kadar mükâfat verilir. Kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa ona, yaptığının günahı ve o yoldan gidenlerin günahı kadar günah yüklenir. (Müslim, zekat 69, Kurtubi 2/87) (Safvetü-t Tefasir)

وَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

 

و ile atfedilen cümle şart üslubunda haberi isnaddır. قَضٰٓى şart fiili, ...فَاِنَّمَا يَقُولُ cevap cümlesidir. Cevap cümlesi kasr üslubuyla tekid edilmiş faide-i haber talebi kelamdır. Mekulü’l-kavl olan كُنْ fiili emir üslubunda talebi inşâî isnaddır.

فَ istînâfiyye veya atıftır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. يَكُونُ fiili, takdiri هُو olan mahzuf bir mübtedanın haberidir. Müsnedin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın gözünde canlanır.

يَكُونُ - كُنْ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s- sadr sanatları vardır.

يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ cümlesinde istiare-i temsiliyye vardır. Yüce Allah kudretini; eşyaya tesir ve etkisinin süratini, hiç beklemeden ve diretmeden, kendisine itaat edilen kimsenin emrine benzetti. Zira O birşey istediğinde o şey, emri geciktirmeden hemen oluverir. Bu, latîf istiarelerdendir. (Safvetüt’t Tefâsir)

كُنْ فَيَكُونُ [Sadece “Ol!” der; anında olmaya başlar] ifadesinde geçen كان tam fiil olup  اُحْدُثْ فَيَحْدُثُ [“Meydana gel!” der; o da anında meydana gelmeye başlar] anlamındadır. Ayetin bahsettiği bu konuşma, mecaz ve temsildir. Burada telaffuz edilip konuşulmuş herhangi bir söz yoktur.

Dolayısıyla âyetin mânası ancak şöyle olur: Allah’ın takdir edip olmasını istediği işler, hiç imtinâ etmeksizin ve beklemeksizin hemen olmaya ve varlık kisvesine bürünmeye başlar. Tıpkı kendisine bir şey emredilen itaatkâr bir memurun hiç beklemeden, imtina etmeden ve isteksizlik göstermeden emredilen şeyi derhal yapmaya başlaması gibi. Allah Teâlâ, bu âyette bahsettiği “gökleri ve yeri eşsiz, ön örneksiz yaratması ve olmasını istediği şeyin hemen olması” gibi vasıflarıyla, kendisinin çocuk edinmekten son derece uzak olduğu gerçeğini iyice tekit etmektedir. Çünkü bu denli yüce bir kudrete sahip olan zatın durumu, birbirinden doğma/meydana gelme bakımından diğer cisimlerin hallerinden tamamen ayrı olacaktır. (Keşşâf - Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim,Soru,946)

Bakara Sûresi 118. Ayet

وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ اَوْ تَأْت۪ينَٓا اٰيَةٌۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْۜ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۜ قَدْ بَيَّنَّا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ  ...


Bilmeyenler, “Allah bizimle konuşsa, ya da bize bir mucize gelse ya!” derler. Bunlardan öncekiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişti. Onların kalpleri (anlayışları) birbirine benziyor. Biz âyetleri, kesin olarak inanacak bir toplum için açıkladık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ dediler ki ق و ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 لَا
4 يَعْلَمُونَ bilmeyen(ler) ع ل م
5 لَوْلَا değil miydi?
6 يُكَلِّمُنَا bizimle konuşmalı ك ل م
7 اللَّهُ Allah
8 أَوْ ya da
9 تَأْتِينَا bize gelmeli ا ت ي
10 ايَةٌ bir ayet (mu’cize) ا ي ي
11 كَذَٰلِكَ işte böyle
12 قَالَ söyle(mişler)di ق و ل
13 الَّذِينَ kimseler
14 مِنْ
15 قَبْلِهِمْ onlardan önceki(ler de) ق ب ل
16 مِثْلَ benzerini م ث ل
17 قَوْلِهِمْ onların dediklerinin ق و ل
18 تَشَابَهَتْ birbirine benzedi ش ب ه
19 قُلُوبُهُمْ kalbleri ق ل ب
20 قَدْ elbette
21 بَيَّنَّا iyice açıkladık ب ي ن
22 الْايَاتِ ayetleri ا ي ي
23 لِقَوْمٍ kavimler için ق و م
24 يُوقِنُونَ bilmek isteyen ي ق ن

وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ اَوْ تَأْت۪ينَٓا اٰيَةٌۜ

وَ istînâfiyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَعْلَمُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

Mekulü’l-kavl cümlesi لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ ’dir. لَوْلَا cezmetmeyen şart harfidir. Tahdid için هلا , yani ‘değil mi’ manasındadır. Mütekellim zamiri نَا , mukaddem mef‘ûl olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ faildir.

تَأْت۪ينَٓا اٰيَةٌۜ ifadesi atıf harfi اَوْ ile mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir. تَأْت۪ي muzari fiildir. Mütekellim zamiri نَا , mukaddem mef‘ûl olarak mahallen mansubtur. اٰيَةٌ faildir.

كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْۜ

كَ harfi cerdir. مثل gibi manasındadır. Amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Takdiri قولا مثل ذلك قال الذين لا يعلمون şeklindedir. ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir. ل harfi buud, yani uzaklık bildirir, ك ise muhatap zamiridir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. مِثْلَ mef’ûlun bih ve muzâftır. قَوْلِ muzâfun ileyh ve muzâftır. هِمْ sükûn üzere mebni mahallen mecrur muzâfun ileyhtir.

تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۜ قَدْ بَيَّنَّا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

Fiil cümlesidir. تَشَابَهَتْ fetha üzere mebni mazidir. قُلُوبُ faildir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَدْ  tahkik harfidir. بَيَّنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا , fail olarak mahallen merfûdur. الْاٰيَاتِ cemi müennes salim olduğu için kesra ile mansubdur. لِقَوْمٍ car mecruru بَيَّنَّا ’ya müteallıktır. يُوقِنُونَ muzari fiili قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

يُوقِنُونَ fiili if’al babındandır. Sülâsîsi يقن’dir. İf’al babı fiille; ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat ( tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ اَوْ تَأْت۪ينَٓا اٰيَةٌۜ

İstînâfiyye olan müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidai kelamdır.

لَّذ۪ين ’nin sıla cümlesi menfi fiil sigasıyla  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsm-i mevsûl الذين ‘de tevcih vardır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması o kişilerin bilinen kimseler olmasının yanında, anılmalarının kerih görülmesi sebebiyledir. Bu onlara tahkir ifade eder.

[Bilmeyenler dediler ki.] ifadesiyle ehl-i kitap ağır bir şekilde kınanmaktadır. Çünkü onlar bilmelerine rağmen, kendilerini asla birşey bilmeyen kimselerle bir tutmuşlardır. (Safvetü't Tefâsir)

Mekulü’l-kavl cümlesi menfi fiil cümlesidir. Mef’ûl önemine binaen takdim olmuştur.

 لَوْلاَ meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya  manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak “teşvik” anlamına gelse de, terim olarak “bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacibekiroğlu)

اٰيَةٌۜ kelimesinin nekre gelişi neviyyet içindir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim,Soru,954)

اَوْ تَأْت۪ينَٓا اٰيَةٌۜ sözünü sırf inkâr ve aşağılama, küçümseme maksadıyla söylemektedirler. (Nesefî / Medâriku’l-Tenzîl Ve Hakâiku’l-Tevil)

 كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْۜ

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ikinci cümlede كذالك işte böyle anlamındadır. Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesinin hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır.

َكَذَالِكَ yani [Yahudi ve Hıristiyanların birbiri hakkında söylediklerinden] duyduğun biçimde ve aynı tarz üzere, hiçbir ilim ve kitaba sahip olmayanlar, yani putperestler, Mu‘attıla (Kâinatı yaratıcıdan hālî kabul edenler ve -Berâhime gibi- nübüvveti inkâr edenler. İslâm dairesinde ise, Allah’ın zatını sıfatlarından -veya Kitap ve Sünnet’in delalet ettiği manalardan- soyutlayanlar. Mustafa Sinanoğlu, “Muattıla” md., DİA) / ed.) vb. leri; her bir din mensubu hakkında “bunlar hiçbir şeye dayanmamaktadır” ifadesini kullandılar. Bu, Yahudi ve Hıristiyanlar için büyük bir azarlamadır. Çünkü ilim sahibi olmakla birlikte kendilerini “bilmeyenler” halkasına dizmişlerdir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere işaret veya ima için olabilir.

قال - قول  kelimeleri arasında cinas-ı iştikâk ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

هِمْ lerin tekrarında  cinâs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

مثل ve كذالك murâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَبْلِهِمْ - قَوْلِهِمْۜ kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları  vardır.

كَذٰلِكَ , مِثْلَ ’deki كَ ‘den bedeldir. Anlamı kuvvetlendirmek için yapılmış ıtnâbtır.

 تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۜ

İstînâfiyye olarak fasılla gelen müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

[Kalpleri benzeşti] bunların kalpleriyle öncekilerin kalpleri körlükte ve inatta birbirine benzedi. شَ harfinin şeddesi ile  تَشابَهَتْ de okunmuştur. (Beyzâvî)

 تَشَابَهَتْ - مِثْلَ - كَذٰلِكَ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَدْ بَيَّنَّا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle müsbet fiil cümlesi, faide-i haber talebi kelamdır.

بَيَّنَّا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, ayetlerin açıklanmasına “celal, izzet ve galebe” manaları katmıştır.

يُوقِنُونَ cümlesi sıfat olduğu için cümlede ıtnâb sanatı vardır.

اٰيَةٌۜ - الْاٰيَاتِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları

[İyice anlayan bir kavme ayetleri açıkladık] yani gerçeği arayan yahut gerçeklere inanıp da içlerine şüphe ve inat girmeyen kimselere. Bunda şuna işaret vardır ki, onlar bunu ayetlerde kapalılık olduğu için veyahut daha çok yakîn aramak için demediler; ancak inat ve küstahlık için dediler. (Beyzâvî)

Bakara Sûresi 119. Ayet

اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يراً وَنَذ۪يراًۙ وَلَا تُسْـَٔلُ عَنْ اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ  ...


Şüphesiz biz seni hak ile; müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemlik olanlardan sorumlu tutulacak değilsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا doğrusu biz
2 أَرْسَلْنَاكَ seni gönderdik ر س ل
3 بِالْحَقِّ gerçekle ح ق ق
4 بَشِيرًا müjdeleyici ب ش ر
5 وَنَذِيرًا ve uyarıcı olarak ن ذ ر
6 وَلَا değilsin
7 تُسْأَلُ sen sorumlu س ا ل
8 عَنْ
9 أَصْحَابِ halkından ص ح ب
10 الْجَحِيمِ cehennem ج ح م

اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۙ وَلَا تُسْـَٔلُ عَنْ اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ

اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَرْسَلْنَا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. بِالْحَقِّ car mecruru  اَرْسَلْنَاكَ fiiline  müteallıktır. بَش۪يرًا ve نَذ۪يرًا kelimeleri اَرْسَلْنَاكَ fiilinin mef’ûlünden haldir.

وَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُسْـَٔلُ meçhul muzari fiildir. Naib-i fail müstetir zamir أنت ‘dir. عَنْ اَصْحَابِ car mecruru تُسْـَٔلُ fiiline müteallıktır. الْجَح۪يمِ muzâfun ileyhtir. Cer alameti kesradır.

اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۙ

Ayet istinâfiyye olarak fasılla gelmiştir. إنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber talebî kelamdır. إنَّ ‘nin haberi mazi fiil cümlesi formunda gelmiştir. Bu, hudûs ve hükmü takviye ifade eder.

الحق kelimesinin ال ile marifeliği cins içindir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim-Soru,960)

نَذ۪يرًاۙ ve بَش۪يرًا kelimeleri اَرْسَلْنَاكَ ’nin mef’ûlunden haldir. Hal, ıtnâb babındandır.

وَنَذ۪يرًاۙ [korkutucu] - بَش۪يرًا [müjdeleyici] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.

Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) beşir ve nezir olduğu söylenmiş, bazen sadece“beşir” bazen sadece “nezir” gelmiştir. Bunlar bağlamla alakalı olarak seçilir. Korkutulması gerekiyorsa nezir, müjdelenmesi gerekiyorsa beşir ismi gelmiştir.

‘Gönderdik’ dedikten sonra gönderme özelliklerinin hak ile, müjdeci, uyarıcı şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

 بِالْحَقِّ [Hak ile] ifadesi İslam ile demektir. Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur: [Ve hak din ile göndermişti ki onu üstün kılsın.] (el-Feth 48/28). Bir görüşe göre bu ifade “Hakkın beyanı için” anlamına gelir. بَ harfi lam-ı ta’lil anlamında kullanılabilir. Nitekim [Çünkü Allah, Hakk’ın ta kendisidir.] (Lokmân 31/30) âyetinde بَ  harfi لْ harfi yerine yani çünkü anlamında kullanılmıştır. Bir görüşe göre bu ifade [Hak üzere” anlamına gelir ki aynı anlamda “Gökleri ve yeri hak üzere yarattı.] (Nahl 16/3) ayetinde kullanılmıştır. Yani onun batıl değil, hak olduğunu anlatmak istemiştir. بَ  harfi على harfi anlamında kullanılabilir. Nitekim [Ve onun kendi başlarına geleceğini düşündüler/anladılar.] (el-A‘râf 7/171) ayetinde bu anlamda kullanılmıştır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

وَلَا تُسْـَٔلُ عَنْ اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ

 

İstinâfiyye olarak gelen cümle menfi fiil cümlesidir.

اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ izafeti muzâfın tahkiri içindir.

Kâfir ve yalancıların اَصْحَابِ الْجَح۪يم [Cehennem ehli] kelimesiyle ifade edilmeleri bu inatçıların kalpleri mühürlenen kimselerden olduğunu, bunların küfür ve sapıklıktan iman ve iz'ana dönmelerinin umulamıyacağını gösterir. (Safvetü't Tefâsir)

اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ  ifadesinde istiare vardır. Cehennemde bulunuşları  arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

[Sen cehennemlik olanlardan sorumlu tutulacak değilsin.] ifadesi, sen cehennem halkı olacak olan kâfirlerden sorumlu değilsin demektir. Burada kullanılan الْجَح۪يمِ kelimesi şiddetli alevi olan ateş demektir. الْجَح۪يم çok sıcak yer anlamına gelir. Bu ayetin başındaki fiilin yaygın okunuşu تُ ve لُ harflerinin ötresi ile تُسْـَٔلُ [sorumlu tutulacak değilsin] şeklindedir. merfû olması iki şekilde izah edilebilir. İlki bunun yeni cümle olması, ikincisi ise hal olmasıdır. Yani [Biz seni cehennemliklerden sorumlu olmayacak şekilde, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.] anlamındadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Günün Mesajı
Kur'ânda mescitlerden men etme ve bu yerlerin harap olması için çalışmak daha ötesi olmayan bir zulüm olarak tarif edilmiştir.
Allah'ın apaçık ayetleri hatırlatıldığı halde yüz çevirenler de aynı şekilde en büyük zalimler olarak tarif edilmiştir.
Kıbleye yönelmek namazın şartlarından biridir. Cemaat ruhunu hissettirir.
Kun feyekun (Ol der ve olur) tabiri Kur'ân'da 8 kere geçmiştir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Farklı sebeplerden dolayı ‘neden ben’ diye soran insanları gördüğümde, demek istediklerim;

Sorduğun sorunun cevabı çok açık değil mi?

Rabbin seni seçti. Sevdi. Değer verdi. Ruh üfledi. Ol dedi, oldurdu. Yoktun, var etti. Hiçtin, bir şey oldun. Karanlıktın, aydınlığa çıkardı. Boşluğun kendisiydin, imanıyla doldurdu. Bilinmezdin, bir isimle çağırttı. Bilmezdin, öğretti.

İstemeyi akıl edemeyeceğin nimetlerle donattı. İstediğin ve istemediğin güzellikleri verdi. Sana gördüğün ve görmediğin her şeyin ötesinde daha güzelini ve iyisini vaat etti. Sadece O’nun için yaşamanı istedi.

Hala şüphede misin?

O zaman, sevgililer sevgilisi Hz. Muhammed (sav)’i hatırla. Babasız dünyaya geldi. Annesiyle çıktığı yolculuktan, annesiz döndü. Şefkat kaynağı dedesi öldüğünde yatağının başında ağladı. Korkunç suçlara ve adaletsizliklere şahit oldu. Karanlıktan aydınlığa çıkış yolu aradı. Düşündü.

Peygamberlik geldiğinde, kendisini seven kavmi ve akrabaları sırtını döndü. Alay edildi. Dinlenmedi. Deli dendi. Sırtına pislikler konuldu. Kendi şehrinde diğer müslümanlarla beraber üç sene açlığa terk edildi. O ablukanın sonunda biricik hanımı hz. Hatice öldü. Çok sevdiği amcası Ebu Talib iman etmeden gitti. Ve gün geldi, doğup büyüdüğü topraklardan çıkmak zorunda kaldı. Savaştı. Yaralandı. Öldürülmek istendi. En küçük kızı hz. Fatıma hariç altı evladının vefatına şahit oldu. Amcası dahil müslümanlara savaşta, savaş dışında yapılan korkunç işkencelerle karşılaştı. Torununu kaybetti. Evlatlığını kaybetti. Kuzenlerini kaybetti. Dünyalık nice sıkıntı ve zorlukların ardından hastalandı ve Rabbine kavuştu.

 

Şeytan veya nefsin her ‘neden bu başıma geldi’ diye sordurttuğunda, Rasûlullah (sav)’i ve ashabını hatırla. Ki şüphe edeceğin en son şey Rabbinin sevgisi ve merhameti olsun. Ve her

yaşadığın sıkıntının ardından en güzel çaban Rabbinin sevgisine layık olmak ve rızasını kazanmak olsun.

Bu dünya geçici, güzel insan. Asıl hedefimiz, ahiret yurdu. Başını dik tut. Gönlündeki imanın sahibine, sahip oldukların, olamadıkların ve kaybettiklerin karşılığında verileceklere hamd et. Derin nefes al. Her halinden haberdar olana sığın. Ve söyle “Rabbim benimle.”

 

 ***

‘En zalimlerin zulümlerinden biri; mescidlerde Allah’ın adının anılmasına engel olması ve mescidlerin harap olması için çalışmasıdır.’


Bu cümleyi dinlerken iç çekti. Tarihten günümüze, yeryüzü, zalimlerin bu tür zulüm sahnelerine çok şahit olmuştu. Zaten o, Allah katında yükselebilecekken alçalan insanın haline şaşırıyordu. Hatta kimi zaman üzerinde yürüyenlerin bazısından tiksiniyordu. 

Zalimin halini anlamaya çalışanları takip ediyordu. Ortaya farklı teoriler atılıyor, hadiselere farklı açılardan bakılıyordu. Zulmün anlaşılması için çabalayanları gördükçe gülüyordu. Sarsıntıların sebebini anlamayanların korkusunu farkettiği anda susup toparlanıyordu.

Yemeye, içmeye, giyinmeye ve uyumaya muhtaç olan aciz insanın, o kadar da karışık bir varlık olduğunu düşünmüyordu. Öne sürülen sebep ya da mazeret ne olursa olsun; kendisi için yaşayan insanın derdi, lider ya da taraftar olarak, farklı yollar aracılığıyla gücünü ispat etmekti. 

Hastalanınca ya da korkunca, ne yapacağını şaşıran insanın hali pek garipti. Gücünü ispat ettiğini sananların çoğu unutuldu. Parlatılan dünyevi güçlerin tamamı; ya yaşlılıkla ya da ölümle soldu gitti. Yeryüzünde büyüklük tasladıktan sonra ölenlerin hepsi, küçümsedikleri herkesle beraber toprağa karıştı.

Şüphesiz ki; Allah’ın anılmasına mani olan ve mescidleri yıkanlar zalimdi. Ancak, onlar inananların kalplerindeki sağlam imana dokunamadıkları gibi yeryüzünün Allah’ın mescidi oluşunu engellemeleri mümkün değildi. İnanan kul, nereye dönerse dönsün, Allah onunlaydı. 

Ey Allahım! Koruyucumuz Sensin, her andan ve her şeyden haberdar olansın. Zalimlerden ve onların amelleri ile emellerinden koru bizi. Zalimlere meyil etmekten, işlerine ortak olmaktan ve onlara benzemek gafletinden uzaklaştır bizi. 

Ey Allahım! Sahibimiz Sensin, bize bizden yakın olansın. Taklidi imandan, tahkiki imana taşı bizi. İman kuvvetiyle attır adımlarımızı. İman nuruyla aydınlat yollarımızı. İman cesaretiyle dinçleştir bedenlerimizi. İman ferahlığıyla genişlet kalplerimizi.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji