20 Mart 2024
Bakara Sûresi 120-126 (18. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 120. Ayet

وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ  ...


Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: “Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.” Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَنْ ve olmazlar
2 تَرْضَىٰ razı ر ض و
3 عَنْكَ senden
4 الْيَهُودُ (ne) yahudiler
5 وَلَا (ne de)
6 النَّصَارَىٰ hıristiyanlar ن ص ر
7 حَتَّىٰ kadar
8 تَتَّبِعَ sen uyuncaya ت ب ع
9 مِلَّتَهُمْ onların milletine (dinine) م ل ل
10 قُلْ de ki ق و ل
11 إِنَّ şüphesiz
12 هُدَى hidayeti ه د ي
13 اللَّهِ Allah’ın
14 هُوَ odur
15 الْهُدَىٰ asıl doğru yol ه د ي
16 وَلَئِنِ eğer
17 اتَّبَعْتَ uyarsan ت ب ع
18 أَهْوَاءَهُمْ onların arzularına ه و ي
19 بَعْدَ sonra ب ع د
20 الَّذِي
21 جَاءَكَ sana gelen ج ي ا
22 مِنَ -den
23 الْعِلْمِ ilim- ع ل م
24 مَا yoktur
25 لَكَ sana
26 مِنَ
27 اللَّهِ Allah’tan
28 مِنْ hiç
29 وَلِيٍّ bir dost و ل ي
30 وَلَا ve hiç
31 نَصِيرٍ bir yardımcı ن ص ر

Millet kelimesi Kur’ân’da hemen her zaman din manasında kullanılmıştır. Bizim kullanımımızdan biraz farklıdır. 

Din Allah’a, millet kelimesi de insanlara izafe edilerek aynı şekilde kullanılmış. İkisini de bütün bir yaşam tarzı olarak anlamamız lazım. Sadece belli ibadetleri yapmakla o din yerine gelmiş olmuyor.

İtikadi açıdan din, hukuki açıdan şeriat, inanç sistemi açısından millet denir. Aynı toplumu ifade etseler de, vurgu açısından farklılıklar vardır. Hatta topluluk cihetiyle de ümmet denir.

Nasara, yardım etti. Nasrani, Hristiyan. Hz. İsa’nın doğduğu yerin ismi: Nasâra.

Yahudi: Hz. Yakub’un oğlu Yahuda’dan veya Hz. İsa’dan sonra yaşayan alim Yahuda’dan gelir. Fakat bu isimlerin her ikisi de küçümseme amaçlıdır. Kur’ân’da geçişi hep onların kendi ağızlarındandır. Biz Yahudiyiz vs. gibi. Allah onlardan bahsederken “Beni israil” veya her iki din için de, “ehl-i kitap” ifadesini kullanıyor.

Ayeti kerimede sana ilim geldikten sonra ibaresinde geçen ilim, vahiy manasındadır.

 

وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ

وَ istinâfiyyedir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. تَرْضٰى mansub muzari fiildir. عَنْكَ car mecruru تَرْضٰى fiiline müteallıktır.  الْيَهُودُ fail olup lafzen merfûdur. لَا النَّصَارٰى ifadesi atıf harfi وَ ile makabline matuftur. Nefy harfi لَا olumsuzluğu tekid etmek içindir. حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. تَتَّبِعَ muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde تَرْضٰى fiiline müteallıktır. مِلَّتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَتَّبِعَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع dır. İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.  

 قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ

Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir اَنْتَ zamiridir. Mekulü’l-kavl cümlesi اِنَّ هُدَى اللّٰهِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.

اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُدَى اللّٰهِ lafzı اِنَّ nin ismidir. هُوَ mübtedadır. الْهُدٰى mübtedanın haberidir. Bu isim cümlesi اِنَّ ’nin haberidir.

وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ

وَ atıf harfidir. لَ şartın cevabının başına gelen vakıadır. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. اتَّبَعْتَ şart fiilidir. اَهْوَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Kasemin cevabının delaletiyle şartın cevabı mahzuftur.

بَعْدَ zaman zarfı, اتَّبَعْتَ fiiline müteallıktır. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ cümlesidir.

 مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

Cümle mukadder kasemin cevabıdır. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِنَ اللّٰهِ car mecruru وَلِيٍّ ’nin mahzuf haline müteallıktır. مِنْ وَلِيٍّ ’deki مِنْ harfi zaiddir. وَلِيٍّ lafzen mecrur muahhar mübteda ve mahallen merfudur.

وَ atıf harfidir. Nefy harfi لَا olumsuzluğu tekid etmek içindir. نَص۪يرٍ lafzı وَلِيٍّ kelimesine matuftur.

وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ

وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi لَنْ ile tekid edilmiş fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan عَنْكَ, faile takdim edilmiştir.

Yahudi ve hristiyanların, onlara tabi olmadıkça Hz. Muhammed’den asla razı olmayacaklarının bildirilmesi aslında onların İslam’a girmeyeceklerinin, Hz. Peygambere tabi olmayacaklarının  bildirilmesidir. Çünkü Hz.Muhammed’in onlara tabi olması gibi bir durum söz konusu olmadığı aşikârdır. Böyle anlam içine başka bir anlamın yerleştirildiği anlatım tarzı idmâc sanatıdır.

Burada kullanılan millet kelimesi ‘açık yol’ anlamına gelir. Bir görüşe göre “gidilen yol”, bir görüşe göre “mezhep, görüş”, bir görüşe göre de “insanlar saldırdıkları zaman müntesiplerinin müdafaa ettikleri yol” anlamına gelir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr Ömer)

Burada ”din" anlamındaki مِلَّتَ kelimesinin tekil olarak kullanılması, küfrün tek bir millet olmasındandır. Bu, onların: ”Bizim dinimiz hidayetin ta kendisidir, diğer dinler değil." yolundaki sözlerinin hikâyesidir. (Beyzâvî)

حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ ifadesi Yahudi ve Hristiyanların o gün İslam dinine girmeleri ümidi olmadığını ifade eden bir kinayedir. Çünkü Resulullah sav onların dinine tabi olmadıkça İslam dinine girmeyeceklerdir. Resulullah sav onların dinine tabi olmayacağı için onlar da Resulullah’dan sav razı olmayacaktır. Kâfirûn Sûresi’ndeki ayetler de buna benzer:

لَٓا اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَۙ ﴿٢﴾ وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۚ ﴿٣﴾

2: Ben Sizin tapmakta olduklarınız da tapmam. 3: Siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz. (Kâfırûn 2-3) (Âşûr)

Yahudi ve Hıristiyanlar sanki şöyle diyorlar: “Rızamızı kazanmak için ne kadar uğraşsan da, dinimize tamı tamına uymadıkça biz senden asla razı olmayız.” Dolayısıyla, İslâm ’a girmeleri hususunda Rasûllullâh (s.a.)’in onlardan ümidini kesmesi için Allah Teâlâ onların bu sözünü nakletmiştir. (Keşşaf)

 قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ

Ayetin ikinci cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemali inkıtadır. Arka arkaya gelen haber cümlesiyle inşâ cümlesi birbirinden fasılla ayrılmıştır.

Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli ise اِنَّ ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin ismi ve haberinin arasında giren fasıl zamiri, kasr ifade eder. Müsned, müsnedün ileyhe tahsis edilmiştir. Mübteda maksûr, haber maksûrun aleyhtir. Bu kasır, kasrı kalptir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 972)

Müsnedün ileyhin هُدَى اللّٰهِ izafetiyle marife olması, az sözle veciz ifadenin yanında muzâfın tazimini ifade eder.

Esma-i hüsnaya  ve bütün kemâl sıfatlara şamil lafzâ-i celâle muzâf olan هُدَى şan ve şeref kazanmıştır.

الْهُدٰىۜ kelimesinin başındaki elif lam istiğrak ifade eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru No 975.)

Buradaki kasır, kasrı kalp kabilindendir.

اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ

الْهُدٰىۜ kelimesindeki tarif cins içindir ve istiğrak ifade eder. هُوَ munfasıl zamirdir. Burada fasıl zamiriyle ve iki tarafın marife gelmesi şeklinde iki kasır üslubu bir arada kullanılmıştır. Böylece kasır manası vurgulanmıştır. Bu iki kasır şeklinden her biri diğerini tekit eder. Dolayısıyla bütün tereddütler giderilir. İzafî kasırdan maksat muhatabın itikadını reddetmek olduğunda ve muhatab tekitteki maksadı anlamayacak bir durumda ise ikinci bir tekid getirilmiştir. Bu da اِنَّ harfidir. Bu hükmü tekit etmek için gelmiştir. Dolayısıyla bu cümlede birçok tekit unsuru vardır:

  • اِنَّ harfi,
  • Kasr,
  • Fasıl zamiriyle tekid.

Bunlar 4 tekid unsurudur. Çünkü kasır, tekid üzerine tekid demektir. iki tekid sayılır. (Âşûr)

هُدَى cümledeki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْهُدٰى - الْيَهُودُ kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[De ki: 'Hidayet, ancak Allah'ın hidayetidir.] Bu, İslam dinidir. İnsanları Hakka götürür, sizin davet ettiğiniz batıl dine değil. Sizin davet ettiğiniz hidayet değil, heva yani nefsanî istek ve arzulardır. (Beyzâvî)

اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ “Hidayet , Allah’ın hidayetidir” buyurulmuştur. Yani Allah’ın dosdoğru yolu olan İslâm, gerçek mânada hidayetin ta kendisidir. Hidayet olarak isimlendirilmesi doğru olan, sadece budur. O, her şeyiyle ve tamamıyla hidayettir. Öyle ki, onun dışında bir hidayet yoktur. Sizin ittibâ etmek üzere çağırdığınız şey ise hidayet değil ancak hevâdan ibarettir. Dikkat edersen Allah şöyle buyuruyor: “Şayet sen, sana gelen ilimden”, yani doğru delillerle sahihliği bilinen dinden “sonra bunların hevâlarına”, yani arzu, ihtiras ve bid‘atlerden ibaret olan sözlerine “uyacak olursan…” (Keşşaf)

وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

وَ istînâfiyyedir. لَ kasem harfidir. Kasem cümlesi mahzuftur.

Ayetin son cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır. اتَّبَعْتَ şart fiilidir. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle hazfedilmiştir. Kasem cümlesi ve şartın cevap cümlesinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Kasemin cevap cümlesi …  مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ şeklinde menfi isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

الَّذ۪ي müphem yapısı nedeniyle sonradan gelen habere dikkat çekmek, merak uyandırmak kastıyla gelmiştir. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

لَكَ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Zaid مِنْ harfinin dahil olduğu وَلِيٍّ , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. Cümle zaid مِنَ harfiyle tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelamdır.

وَلِيٍّ - نَص۪يرٍ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.

Farklı görevlerdeki مِنَ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Lafzâ-i celâl cümlede telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak amacıyla tekrarlanmıştır. Bu tekrarda  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, lafzâ-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

[Eğer onların arzularına uyacak olursan] Yani din ve kıble konusunda [onların arzularına uyacak olursan demektir. Burada اَهْوَٓاءَهُمْ [arzular] kelimesi tekil değil çoğul kullanılmıştır, bunun sebebi ise ihtilaf halinde olan (hak yolun dışında bulunan) grupların arzularının tek olmamasıdır, aksine her birinin kendine özgü arzuları, hevaları vardır. Bu sebeple Allah Teâlâ, Hz. Peygamber aleyhisselamın onların hepsinin arzusuna uymadan hepsini razı edemeyeceğini haber vermektedir.

جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ [Sana gelen ilimden sonra] Yani: İslam’ın hakikatinin, küfrün batıllığının ve kıblenin Kâbe olduğunun beyan edilmesinden sonra demektir.  (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

[Onların arzularına uysan] ibaresi heyecanlandırma ve uyarı kabilindendir. (Safvetü't Tefâsir)

Millet, lügatte esasen söyleyip yazdırmak veya ezbere yazmak manasına gelen اِمْلاَلْ masdarıyla, yani “imla” manasıyla ilişkili olan bir isimdir. Zemahşeri'nin “Esas”taki beyanına göre; asıl manası “tutulup gidilen yol” demektir ki, eğri veya doğru olabilir. İşte bu anlamdan alınarak din ve şeriat manasında kullanılmıştır. (Zemahşeri, Esasü’l-Belaga, 604).

"Yahûd / Yahudîler"dan sonra "Nasara — Hristiyanlar"dan önce nefyin (olumsuzluğun) tekidi için "lâ" harfinin zikredilmesi, daha önce de geçen bir gerçeğe işaret eder ki, Yahudilerin taassubunun, Hristiyanlardan daha şiddetli olduğuna işarettir.

Bir de âyet bize bildiriyor ki, Yahudi ve Hristiyanlardan her birinin rızası, diğerinin rızasına ters düşmektedir. Bunun anlamı şudur:"- Resûlüm! Yahudileri ve Hristiyanları kendi dinleriyle baş basa bıraksan da, sen onların dinine uymadıkça onlar senden asla razı olmayacaklardır."

Burada Kur’ân'ın icâzı (az söz ile çok şey anlatma) söz konusudur. Bu âyet, o Yahudilerin ve Hristiyanların imâna gelmelerinden Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) umudunu kesdiğini, mükemmel bir üslûbla ifade eder.

Bu âyet-i kerîme, İslâm heyecanını artırmak ve aşkını alevlendirmek amacına yöneliktir. Yoksa Peygamberin onların dinine uyması tasavvur edilebilir mi? (Ebüssuûd)

Bakara Sûresi 121. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟  ...


Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler, onu gereği gibi okurlar. İşte bunlar ona inanırlar. Onu inkâr edenlere gelince, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimseler
2 اتَيْنَاهُمُ kendilerine verdiğimiz ا ت ي
3 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
4 يَتْلُونَهُ onu okuyanlar ت ل و
5 حَقَّ doğru bir ح ق ق
6 تِلَاوَتِهِ okuyuşla ت ل و
7 أُولَٰئِكَ işte onlar
8 يُؤْمِنُونَ inananlardır ا م ن
9 بِهِ ona
10 وَمَنْ ve kim
11 يَكْفُرْ inkar ederse ك ف ر
12 بِهِ onu
13 فَأُولَٰئِكَ işte
14 هُمُ onlar
15 الْخَاسِرُونَ ziyana uğrayanlardır خ س ر

“Kendilerine kitap verdiğimiz” ifadesine dikkat çekmek isterim. Bu ifade bazen “kendilerine kitap verilenler” şeklinde gelir. Kendilerine kitap verdiğimiz şeklinde kullanılıyorsa Allah kendilerinden memnun olduğu kullarından bahsediyordur. Kendilerine kitap verilenler şeklinde kullanıldığında Allah onlardan memnun değildir, çünkü kulluğun gereğini yerine getirmemişlerdir. Ayetin içeriğinde bile Allah kendini katmayarak onlardan uzak tutar ve edilgen fiil kullanır! (Nouman Ali Han)

Bu âyet, Yahudi âlimlerinden Abdullah ibni Selâm gibi Tevrat’ı ve İncil’i samimiyetle okuyan, Kur’ân-ı Kerim nâzil olunca ona inanıp Müslüman olanların durumunu dile getirmektededir. “ Kim de onu inkâr ederse, en büyük zarara uğrayanlar işte onlardır” ifadesiyle ilgili olarak Resûl-i Ekrem Efendimizin şöyle bir hadis-i şerifi vardır:” Muhammed’in canını kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ister Yahudi olsun ister Hırıstiyan, bu ümmetten herhangi bir kimse benim Peygamber olduğumu duyar da, benimle gönderilen gerçeğe iman etmeden ölürse, kesinlikle cehennemlik olur.”
(Müslim, İman 240; Ahmed b Hanbel, Müsned ,II ,317,350).

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟                                                                                                       

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ cümlesidir. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Fiile bitişen mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْكِتَابَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. يَتْلُونَهُ  fiili اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfudur. اٰتَيْنَاهُمُ fiilinin mef’ûlünün veya الْكِتَابَ kelimesinin hali de olabilir.

 حَقَّ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur ve muzâftır. تِلَاوَتِه۪ۜ muzâfun ileyhtir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ ifadesi ise haber olarak mahallen merfûdur.

 اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ [İşte bunlar ona inanırlar.] cümlesi, cümlenin mübtedasının bir diğer haberidir, çünkü يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ [onu hakkıyla okurlar.] ifadesi haber idi. اُو۬لٰٓئِكَ [İşte bunlar] ile başlayan cümle ise bir başka haberdir. Bu yönüyle bu cümle tıpkı “Bu tatlıdır, ekşidir.” cümlesi gibidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَكْفُرْ şart fiilidir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. بِه۪ car mecruru يَكْفُرْ fiiline müteallıktır.

فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ mübtedadır. هُمُ kelimesi munfasıl ya da fasl zamiridir. الْخَاسِرُونَ ise haberidir.

وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ [Onu] yani kitabı فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ [inkâr edene gelince, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.] Yani onlar aldanmışlardır ve helak olacaklardır. Burada مَنْ يَكْفُرْ بِه۪ [onu inkâr edene] ifadesi tekil olduğu halde “işte onlar” ifadesinin çoğul olmasının sebebi, [onu inkâr eden] ifadesinin anlam olarak çoğul olmasıdır. Çünkü bu, cins ifade eder. اُو۬لٰٓئِكَ [İşte onlar] ifadesinin ardından gelen هُمُ [onlar] zamiri, imâd (ayırma, fasl) zamiridir. الْخَاسِرُونَ۟ [Ziyana uğrayanlardır.] ifadesi mübtedanın haberidir, yani cümlenin yüklemidir. Burada hüsran ona hakkıyla tâbi olan kimseye değil, onu inkâr eden kimseye nispet edilmiştir ki bu da Allah Teâlâ’nın kullarına yönelik bir lütfudur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ

İstînafiyye olan ayet kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. İlk cümle, faide-i haber ibtidâî kelamdır. Has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ ’nin müsnedün ileyh olması, sözü geçen kimselere tazim ifade eder. 

Müsned, isim cümlesi formunda gelmiştir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenlere tazim ifade eder. Haberin يُؤْمِنُونَ şeklinde muzari fiille gelmesi ise hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrara işaret eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi harekete geçirerek muhatabın olayı gözünde canladırmasını sağlar.

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ [Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler] ifadesinde “verme” fiilinin hususi olarak onlar için kullanılma sebebi, onların kitap ile amel etmeleridir. Adeta kitap sadece onlara verilmiş gibi ifade edilmiştir. Hak Teâlâ, [onlara oku.] (eş-Şuarâ 26/69) ayetinde تلي fiilini okumak anlamında kullanmıştır. Hakkıyla okuma ise üzerinde düşünmek, tefekkür etmek, ağır ağır okumak, tahrif ve değiştirmeden kaçınmaktır.

Bir görüşe göre يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ [Onu hakkıyla okurlar.] cümlesinin başında bir و edatı gizlidir, yani anlam “Ve onu hakkıyla okuyanlar” şeklindedir. Dolayısıyla bu cümle  de mübtedâya dahildir, mübteda bu cümle ile tamamlanır.

اُو۬لٰٓئِكَ ifadesi ise bu mübtedanın haberi olur. Yani asıl iman eden kimsenin, kendisine Tevrat verilen ve ona uyan, onunla amel eden kimse olduğunun beyanı olur. Bir görüşe göre ayet sahabe hakkındadır, kitaptan kasıt Kur’an’dır ve bu ifade, önceki grupların kınanmasının ardından sahabenin övülmesidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr Ömer) 

اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ ifadesinde müsnedin ileyhin önce gelmesinde takdim kasrı vardır. Kasrı ifrad kabilindendir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 991)

 وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟

Cümle öncesine و ile atfedilmiştir. اٰتَيْنَاهُمُa matuf olan cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  يَكْفُرْ  şart fiili, فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟  cevap cümlesidir.

Birden fazla unsurla tekid edilen cevap  cümlesi,  faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayetin fasılasında 3 tekid vardır: اُو۬لٰٓئِكَ işaret ismidir, ‘gözümüzün önünde’ demektir. هُمُ fasıl zamiridir. الْخَاسِرُونَ۟ da haber olduğu halde marife gelmiştir. “Zarara uğrayanlar sadece onlardır” gibi bir vurgu, yani kasr vardır.

“Bu kitabı nankörce inkâr eden” tahrifçiler; [bunlardır işte hüsrana uğrayacaklar!] Çünkü hidayeti verip dalaleti satın almışlardır. (Keşşâf)

يَكْفُرْ -  يُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb, اَلَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır.

الْكِتَابَ - يَتْلُونَهُ - تِلَاوَتِه۪ۜ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.

اُو۬لٰٓئِكَnin tekrarında ıtnâb, يَتْلُونَهُ - تِلَاوَتِه۪ۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada İsrailoğulları'nın da, sayıları az da olsa, bir kısmının müminler arasına girmiş ve ilahi övgüye nail olduklarını görüyoruz. Bu mazhariyetin ve bu yeni özelliğin getirdiği şevk ve heyecan ile şimdi İsrailoğullarına, bir taraftan yukarıdan beri sürüp gelen hitapları tamamlamak, diğer taraftan daha sonra gelecek olan İbrahim kıssasına geçişe hazırlık mahiyetinde bir hüsn-i tehallus sanatıdır. Türk edebiyatında bir bahisten diğer bir bahse geçerken, mukaddimeden maksada intikal için bir münasebet sağlayan söze "girizgah" denilir, Arapça'da ise buna "tehallus" adı verilir. Bedi' ilminde, bir sözden diğerine doğrudan doğruya geçmeye "iktidap", tam bir münasebetle geçmeye "tehallus", ikisi ortasına da "iktidab-ı karib-ı tehallus" veya "tehallusa yakın iktidab" ismi verilir. (Elmalılı)

Bakara Sûresi 122. Ayet

يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ  ...


Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün tuttuğumu hatırlayın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا بَنِي oğulları ب ن ي
2 إِسْرَائِيلَ İsrail
3 اذْكُرُوا hatırlayın ذ ك ر
4 نِعْمَتِيَ ni’meti ن ع م
5 الَّتِي
6 أَنْعَمْتُ verdiğim ن ع م
7 عَلَيْكُمْ size
8 وَأَنِّي gerçekten
9 فَضَّلْتُكُمْ sizi üstün kıldığımı ف ض ل
10 عَلَى üzerine
11 الْعَالَمِينَ alemler ع ل م

Ey İsrail oğulları, nimetlendirdiğim nimetimi anın, zikredin buyurulmuş ki bu ifade mefulu mutlak gibidir. Önce meful zikredilmiş, sonra fiil. Burada nimet ile bahsedilen şey vahiydir.

Beni İsrail'in üstün kılınması her peygamber ve ona inananların kendi devri için üstün kılınması kabilindendir. Tevhidi inanca sahip olanlar yaşadıkları çağda üstün kılınanlardır.

 

يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ

يَا nida, بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ münadadır. Nidanın cevabı اذْكُرُوا ’dur. Emir fiildir. نِعْمَتِيَ mef‘ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubtur. Mütekellim يَ ’sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ٓي kelimesi نِعْمَتِيَ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْعَمْت 'dir. Îrabtan mahalli yoktur. عَلَيْكُمْ car mecruru اَنْعَمْتُ fiiline müteallıktır.

اَنْعَمْتُ fiili if’al babındandır. Sülâsîsi نعم 'dir. İf’al babı fiile ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ cümlesi atıf harfi و ile öncesine atfedilmiştir. اَنّ۪ ve masdar-ı müevvel نعمتي ‘ye matuftur. Mütekellim ي 'sı اَنَّ ‘nin ismidir. فَضَّلْتُكُمْ cümlesi haberidir. عَلَى الْعَالَم۪ينَ car mecruru فَضَّلْتُكُمْ fiiline müteallıktır.

فَضَّلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir..

Tef'îl babındandır. Sülâsîsi فضل ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan ….ٱذۡكُرُوا۟ cümlesi ise, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

نِعْمَتِيَ - اَنْعَمْتُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Kur’an-ı Kerim’de çok sayıda ayette Benî İsrail’e nida edilmiştir. Bu isim ilk olarak 40. ayette geçmiştir.  Bu ayet ise 47. ayetin tekrarıdır. Bu üç ayet arasında tekrir ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu tekrar tekid içindir.

بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ diye nidanın tekrar edilmesi uyarmak, korkutmak ve hatırlatmak içindir. (Âşûr)

Kur’an’da Yahudiler ismi de geçer ama daha çok Benî İsrail geçmiştir.

Yahudi: Yahuda adında bir fakihe mensup demektir.

İsrail: Allah’ın temiz ve seçkin kulu demektir. (Yakup (as)’ın bir ismi de İsraildir.) Bu isimle Yakup (as)’ın temizliği vurgulanmış, ümmetinin de ona uygun hareket edip iman etmeleri teşvik edilmiştir.

بَن۪ٓي kelimesinin aslı بَنُونَ'dir. اِبْن kelimesinin çoğuludur. Mef‘ûl olunca بَن۪ٓينَ şeklinde gelir. Muzâf olunca da نَ harfi düşmüştür. Burada bir nida var, nidadan sonra gelen kelime nasb olmuştur. Genelde Kur’an’da bu kelime hep nasb durumdadır. Çünkü hep hitap şeklinde gelmiştir. Sadece bir yerde بَنُوا olarak geçer. O da Yûnus/90 ayetidir.

قَالَ اٰمَنْتُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا الَّذ۪ٓي اٰمَنَتْ بِه۪ بَنُٓوا اِسْرَٓاء۪يلَ وَاَنَا۬ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ

[(Firavun:) “Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de müslümanlardanım!” dedi.]

Nimeti hatırdan çıkarmamalarının istenmesinden maksat, bu nimetlere önem vermeleri, tazim etmeleri, şükrünü eda etmekten geri durmamaları ve o nimetleri veren kudrete itaat etmeleridir. (Keşşâf)

نِعْمَتِيَ (Benim nimetim) nimet kelimesinin Allah'a izafesinde, ni­metin değerinin büyüklüğüne, bolluğuna ve güzelliğine işaret vardır. Çünkü bu tür izafet, Allah'a izafe edilen şeyin şereflendirildiğini gösterir. بيت الله (Allah'ın evi), ناقة الله (Allah'ın devesi) izafetlerinde olduğu gibi. (Safvetü't Tefâsir)

 

اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ ibaresi Fatiha’da ve 40. ayette de geçmiştir. Bu ayetler arasında tekrir ve reddü'l- acüz ale’s- sadri sanatları vardır. Oradan buraya kadar olan bölümde anlatılanları hatırlatır. ‘Şimdi bu ayetimi anla’ demektir.

Ayetin sonunda وَ ’la gelen masdar-ı müevvel, نِعْمَتِيَye atfedilmiştir.

وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ cümlesi, mükemmeliyet ifade etmek için hususî olan bir şeyin umumî olan bir şeye atfı kabilindendir. Çünkü alemlere üstün kılma nimeti, daha önce umumî olarak zikredilmiş olan nimetin içinde zaten vardır. Yüce Allah, [nimetimi hatırlayın] dediğinde, bütün nimetler kasdedilmiştir. [Ben sizi üstün kıldım] ifadesi ona atfedilmiştir. Bu atıf, hususî bir şeyin umumî bir şeye atfı kabilindendir. (Safvetü't Tefâsir)

عَلَى الْعَالَم۪ينَ “çok büyük insan topluluklarına” demektir. (Keşşâf)

Bakara Sûresi 123. Ayet

وَاتَّقُوا يَوْماً لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـٔاً وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ  ...


Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin (aracılığın) yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden sakının.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَّقُوا sakının و ق ي
2 يَوْمًا şu günden (ki) ي و م
3 لَا
4 تَجْزِي cezasını çekmez ج ز ي
5 نَفْسٌ kimse ن ف س
6 عَنْ
7 نَفْسٍ kimsenin ن ف س
8 شَيْئًا bir şeyle ش ي ا
9 وَلَا
10 يُقْبَلُ ve kabul edilmez ق ب ل
11 مِنْهَا ondan
12 عَدْلٌ fidye ع د ل
13 وَلَا
14 تَنْفَعُهَا ona fayda vermez ن ف ع
15 شَفَاعَةٌ şefaat ش ف ع
16 وَلَا
17 هُمْ onlara
18 يُنْصَرُونَ yardım da edilmez ن ص ر

İsrâil oğullarına seslenen âyetler bölümü burada bitiyor. Bakara sûresinde 40. âyetten itibaren 123. âyete kadar ki bölüm hep İs­râil oğullarına hitap ediyordu, ama esasında bu âyetler hep bize hitap ediyordu. Eğer bu bölüm İsrâiloğullarını anlatıyor, bunların bizimle ilgisi yok deyip kitabımızın bu bölümünü geçseydik, bu âyetler bize hiçbir mesaj vermeyecekti. Ama bu âyetler bizi anlatıyor.

Efendim bu âyetler yahudiler hakkında inmiştir, şunlar hıristiyanlar için gelmiştir, bunlar müşriklere hitap ediyor, bu şunları, bu bunları anlatır diyerek hiçbir âyeti elimizin tersiyle itmeye hakkımız yoktur. Bileceğiz ki bu kitap bize gelmiştir ve her bir âyeti bizi anlatıyor, bize hitap ediyor demektir.

Öyleyse bizim de yapacağımız iş, belki en birinci işimiz, bize bu kadar iman ve şeref kazandıran bu âyetleri gündeme alıp, sanki şu anda bize yeni nazil oluyormuş gibi toplumun gündemine indirmek zorundayız. Bu toplumu bu âyetlerden başka bir şeyin dirilteceğine ben inanmıyorum. Kaldı ki toplumun nasıl dirileceğini de biz düşünmek zorunda değiliz. Zira bu toplumu diriltecek olan Allah’tır. Biz beşir ve nezir olarak bize düşeni yapalım, gerisini Allah’a bırakalım, o kendine düşeni elbette yapacaktır. Allah yardımcımız olsun. Bundan sonra bir bölüme geldik.

Bu bölümde Hz. İbrahim’den (a.s) söz ediliyor. Bakara sûresinin buraya kadar olan bölümlerinde yahudilerin, kısmen de hıristiyanların Hz. Mûsâ (a.s) dönemindeki ve o Hz. Mûsâ döneminden Rasûllah dönemine kadar geçen zaman içinde peygam­berlerine verdikleri ahidlerinden, onların tavırlarından, tutumlarından söz edildi. Bu arada zaman zaman müşriklerden ve müşriklerin ehl-i kitapla pek çok hususlarda birlikte hareket ettiklerinden söz edildi.

Bundan sonra Rabbimiz bu bölümde, Hz. Mûsâ’dan çok önceki dönemlere, Hz. İbrahim (a.s) dönemine dönecek ve böylece kendilerini Hz. İbrahim’e izâfe eden, Hz. İbrahim’in kendilerinin ataları olduğunu, onun yolunda olduklarını iddia eden hem yahudileri hem de Mekke müşriklerini bir de böyle yargılayacak. Yahudilerin ve müşrikle­rin iddia ettikleri Hz. İbrahim’le alâkalı bütün hakikatleri gözler önüne sermeye başlayacak Rabbimiz. Hz. İbrahim’in dininin gerçek çehresini ortaya koyarak onun yolunda olduklarını iddia edenlerin bozuk ve tahrif edilmiş itikatlarıyla bu ikisi arasındaki çok uzak mesafeleri anlatacak.

Aynı zamanda İbrahim’in (a.s), onun oğulları olan İshak ve İsmail’in (a.s) ve son olarak da Yakub’un (a.s) takip buyurdukları dinle, inanışla son peygamber Hz. Muhammed’in (a.s) dini arasın­daki ben­zerlikler vurgulanacak. Ve böylece ehl-i kitabın ve müşriklerin tüm iddiaları çürütülecek, yahudi ve müşriklerin yıllardır iddia edegeldikleri İbrahim’in torunu olmalarından ötürü üstün olma ve Hz. İbrahim’in va­risi olma meseleleri tamamen suya düşmüş olacak. Bunların İbrahim yolundan inhiraf ettikleri andan itibaren veraset hakkını kaybettikleri ve bu yüzden de İlahî İmamet ve hilafete İbrahim (a.s)'ın tüm torunları değil, sadece âdil olan bir kısmının lâyık olduğu ortaya konulacak.

İbrahim (a.s) kendi başına zirvede bir peygamber. Etrafında yardımcısı yok, destekleyicisi yok, kimsesi yok, yalnız başına bir insan. Bu kelimeler: Önce babasıyla bir imtihan veriyordu. Çünkü babası müşrikti, puta tapan bir insandı. Babasıyla ciddi bir savaş vermişti İbrahim (a.s). Bu imtihanı başarıyla geçti ve kazandı.

Sonra kavmiyle çatıştı. Çünkü kavmi aya, yıldızlara ve güneşe tapınıyordu, bunu da kazandı İbrahim (a.s). Bunların hiçbirisinin Rab olamayacağını onlara ilan etti. Yine kavmi putlara tapı­yordu, İbrahim (a.s) onları kırarak, onların da ilâh olamayacağını ilan etti. Hattâ put kırma savaşıyla çok büyük bir imtihanla karşı karşıya gelmişti onu da başardı.

Ve yine İbrahim (a.s) kavminin kralıyla da bir çatışma içine girmişti, çünkü kavmin kralı Nemrut kendisini toplumuna İlâh olarak kabul ettirmişti. İbrahim (a.s) burada da başarılı bir savaş verdi ve nihâyet doğup büyüdüğü bölgede son imtihanı ateşe atılma idi. Ateşe atıldı İbrahim (a.s). Ateşe atılırken bile o, Rabbine tevekkül­den, bağlı­lıktan bir an vazgeçmedi. Bu imtihanı da başarıyla verdi İbrahim (a.s). Ateş Allah’ın izniyle onu yakmadı. İbrahim’e Allah’ın emriyle soğuk ve selâmet oldu ateş.

Ve yine İbrahim (a.s) doğup büyüdüğü yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Hicrete mahkum oldu. Mezepotomya’daki Ur şehrini terk etti. Çünkü ülkesinde kimse kendisine inanmamıştı, sadece hanımı Sare annemiz ve yeğeni Lût (a.s) vardı. Buradan Harran bölgesine gitti. Sonra oradan Şam’a gitti, sonra oradan da Kudüs diyarına, oradan Mısır ve tekrar Şam bölgesine gelmişti. Bir ara da İbrahim (a.s) Mekke’ye kadar bir ziyareti olmuştu. Rabbinden sonradan evlendiği Hacer anamızı ve oğlu İsmail’i (a.s) burada bırakma emrini almıştı. Mekke’de bırakma emrini al­mıştı. Bütün bunlar Allah’ın imtihanıydı. Bütün bu imtihanlara ek olarak oğlunu kurban etme imtihanıyla da karşı karşıya geldi ve bunu da başardı. Allah’ın istediği bu emri de yerine getirmek için hareket etti, ama Allah bu emrini geri alıp bu işten onu muaf tutmuştu, fakat o bunu da başarmıştı.

Bütün bunları yaparken o tek başınaydı. Tek başına ortaya çıkıyor. Tüm dünya kendisine düşman, babası bile kendisine düşman. Babil kralı kendisini ilâh olarak ilan etmiş, toplum yıldızları, ayı, güneşi kendisine tanrı edinmiş, ortamda çeşit çeşit putların hâkimiyeti söz konusu. Halk, devlet, millet herkes birleşmişler, İbrahim’e karşı birlikte hareket ediyorlar. Ama bir İbrahim çıkıyor ortaya, önce babasıyla, sonra kavmiyle, toplumuyla, sonra devletiyle, sonra putlarla, sonra yıldızla, ayla, güneşle çetin ve onurlu bir kavga vermiş. Toplumuyla, devletiyle arası açılmış, ateşe atılmış, ölümle tehdit edilmiş, sonra hicrete mahkum edilmiş, yurdunu terk etmek zorunda bırakılmış. (Besairul Kur’ân Ali Küçük)

Abdullah ibni Abbas bu âyeti tefsir ederken Allah Teala’nın Hz. İbrahim’i beşi başta, beşi bedende olmak üzere on şeyle imtihan ettiğini söylemiş; baştakilerin bıyığı kısaltmak, ağzı çalkalamak, burna su çekmek, dişleri misvâklamak ve saçları ikiye ayırmak olduğunu; bedendekilerin de tırnakları kesmek, kasıkları tıraş etmek, sünnet olmak, koltuk altlarını temizlemek, küçük ve büyük abdestten sonra su ile temizlenmek olduğunu belirtmiştir
( Hâkim, el-Müstedrek [Atâ], II ,293. Zehebî bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir).

وَاتَّقُوا يَوْماً لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـٔاً وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

وَatıf harfidir. اتَّقُوا  fiili نَ ’un hazfıyle mebni emir fiildir. يَوْمًا  mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzâfı hazfedilmiştir. Takdiri خافوا عذابه (azabından korkun) şeklindedir. 

لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـٔاً  cümlesi  يَوْمًا 'in sıfatı olarak mahallen mansubdur. Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَجْز۪ي elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. 
نَفْسٌ  fail olup lafzen merfûdur. عَنْ نَفْسٍ  car mecruru تَجْز۪ي  fiiline müteallıktır. شَيْـًٔا  mef'ûlun bih olup lafzen mansubdur veya mahzuf fiilin mef‘ûlu mutlakından naibtir. Takdiri لا تجزي شيئا من الجزاء (Kişi bir cezayla karşılık vermez) şeklindedir.

اتَّقُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا cümlesinde mevsufa raci olan ait zamiri hazfedilmiştir. لَا تَجْز۪ي فيه şeklinde takdir edilir.

 وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ

و  atıf harfidir. لا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُقْبَلُ damme ile meçhul muzari fiildir.  مِنْهَا  car mecruru يُقْبَلُ  fiiline mütealliktir. شَفَاعَةٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ

و  atıf harfidir. لا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْخَذُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. مِنْهَا  car mecruru  يُؤْخَذُ  fiiline mütealliktir. عَدْلٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. 

 وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

و  atıf harfidir.لا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir هم mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُنْصَرُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُنْصَرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  

Burada  هُمْ zamiri mübteda olarak merfûdur. Haberi de يُنْصَرُونَ fiilidir. Dört cümle de, يَوْمًا kelimesinin sıfatıdır. Yani mana şöyledir: “Hiçbir ödemenin alınmadığı o günden, hiçbir şeyin kabul edilmediği o günden, hiçbir şefaatin yarar sağlamadığı o günden ve hiçbir yardımın yapılmadığı o günden sakının. (Ömer Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)


اتَّقُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اتَّقُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَاتَّقُوا يَوْماً لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـٔاً وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

Ayet, nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi temasüldür.

Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Sıfat olan... لَا تَجْز۪ي cümlesi dolayısıyla ayette ıtnâb  vardır.

شَيْـًٔا ’deki tenvin hiç bir şey anlamına gelir. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.  نَفْسٌ ve شَيْـًٔا kelimelerinin nekre olması, “hiçbir kimse hiçbir şeye sahip olamaz” anlamı katmakta; böylece bütün arzu ve beklentiler boşa çıkarılmakta, ümitler tamamen kesilmektedir.

Burada fiiller hep meçhul gelmiştir. Bunun nedeni failden ziyade fiile dikkat çekmektir.

نَفْس kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ

Sıfat olan تَجْز۪ي cümlesine وَ ‘la atfedilmiştir. Ciheti camia temasüldür. Meçhul menfi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur, önemine binaen naibi faile takdim edilmiştir.

 عَدْلٌ fidye anlamında kullanılmıştır. Kur’an’da fidye kelimesi de geçmiştir. Dünyada yaptığına karşılık olduğu için, adaletin yerini bulduğunu vurgulamak için عَدْلٌ kelimesi tercih edilmiştir. Kevn-i lâhik alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Bir şeyin gelecekte alacağı şeklin adı şimdiki zamanda kullanılmıştır. Mesela, İbrahim a.s. çocuk ile müjdelenirken bu çocuğa “gulam” denilmiştir. Halbuki gulam ergen için kullanılan bir kelimedir, yeni doğan için kullanılmamaktadır. Orada ona veled değil, gulam verilecek denmesi, kevn-i lâhik alakası ile mecaz-ı mürseldir.

 وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ

Bu cümle de يُقْبَلُ fiiline temasül nedeniyle atfedilmiştir. Önceki cümleyle aynı formda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَفَاعَةٌ ’deki tenvin kıllet içindir. Hiçbir şefaat demektir. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.

                                                                                                                 وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ   

تَجْز۪ي cümlesine atfedilen son cümle, olumsuz isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil şeklinde gelmesi hudûs, hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzarideki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın dikkati uyarılır.

Müsnedün ileyhin olumsuz siyakda takdimi kasr ifade eder. Onlara kesinlikle yardım edilmeyecektir anlamı vardır. هُمْ maksurun aleyh, يُنْصَرُونَ maksurdur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ifadesindeki هُمْ zamiri, öncesinde geçen ve nekre olarak ifade edilen نَفْس ’in  ifade ettiği “çok sayıda kimse”ye işaret eder; نَفْس müennes olduğu halde, onlara işaret eden ْهُمْ zamirinin müzekker olması ise “kullar” ve “insanlar” anlamının esas alınmasındandır. (Keşşâf)

  - يُنْصَرُونَ شَفَاعَةٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayet Bakara/48’e çok benzemekle birlikte 48. ayette; وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ 

[kimseden şefaatin kabul olunmayacağı ve bir fidye alınmayacağı] buyurulmuştu.

Burada ise; وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ [kimseden bir fidyenin kabul edilmeyeceği ve kimsenin şefaatinin fayda vermeyeceği] buyurulmuştur. Bu ayetler arasındaki ilişki ve farkların hikmeti araştırılabilir.

Bu ayet uyarmak ve hatırlatmak için orada zikredilen kelimelerle tekrar edilmiştir. İki ayet arasında ihtilaf yoktur. Ancak fidye ve şefaat kelimeleri arasında bir sıralama farklıdır. Bakara suresi 48. ayette şefaatin kabul edilmemesi takdim edilmiş, fidye alınmaması tehir edilmiştir. Burada ise, fidyenin kabul edilmemesi takdim edilmiş, تَنْفَعُهَا fiilinin müsnedin ileyhi olan şefaat lafzı tehir edilmiştir. Bu tefennün (çeşitlilik) sanatıdır. Kelamdaki çeşitlilik, tekrardaki maksadı yerine getirirken bıkkınlık yaratmaz. Aksine kelamda bir letafet oluşur. Önceki ayette şefaat müsnedin ileyh olarak gelmiş ve kabul edilmediği için fidyeye takdim edilmiştir. Şefaatin fayda vermemesi fidyenin alınmamasını gerektirmez. Fidyenin alınmaması ihtiras için atfedilmiştir. Ama bu ayette fidye takdim edilmiştir. Çünkü o kabul edilmeye isnad olunmuştur. Fidyenin kabul edilmemesi şefaatin fayda vermemesini gerektirmez. Aynı şekilde şefaatin fayda vermemesi de fidyenin kabul edilmemesi üzerine ihtiras için atfedildi. Özetle kabul olunmayan şey iki ayette de önce zikredilmiş ve diğeri ondan sonra zikredilmiştir. Yani kabul edilmemek bir defa şefaat hakkında, bir defa da fidye hakkındadır. Çünkü günahkarlardan fidye istemede milletlerin hali farklıdır. Bir defasında fidyeyi takdim ederler. Kabul olunmadığı zaman şefaatleri takdim ettiler. Bir defa da şefaatleri takdim ederler. Şefaatleri kabul olunmadığı zaman fidyeyi takdim ettiler. (Âşûr)

Burada İsrâiloğullarının zikredilmesi ve onlara yapılan uyarının tekrarlanması, daha fazla öğüt vermek ve kıssadan hissenin bu olduğunu bildirmek içindir. Çünkü Cenâb-ı Allah'ın İsrâiloğullarına bahşettiği nimetler büyüktür; onların bu nimetlere nankörlüğü ise daha çok ve çirkindir. (Ebüssuûd)

Bakara Sûresi 124. Ayet

وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّۜ قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَاماًۜ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۜ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِم۪ينَ  ...


Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirmiş de Rabbi şöyle buyurmuştu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim de, “Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi!)” demişti. Bunun üzerine Rabbi, “Benim ahdim (verdiğim söz) zalimleri kapsamaz” demişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذِ zaman
2 ابْتَلَىٰ imtihan ettiği ب ل و
3 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’i
4 رَبُّهُ Rabbi ر ب ب
5 بِكَلِمَاتٍ kelimelerle ك ل م
6 فَأَتَمَّهُنَّ o da onları tamamlamıştı ت م م
7 قَالَ (Allah) dedi ki ق و ل
8 إِنِّي şüphesiz ben
9 جَاعِلُكَ seni yapacağım ج ع ل
10 لِلنَّاسِ insanlar için ن و س
11 إِمَامًا önder ا م م
12 قَالَ (İbrahim) dedi ki ق و ل
13 وَمِنْ -dan da
14 ذُرِّيَّتِي benim soyum- ذ ر ر
15 قَالَ buyurdu ق و ل
16 لَا
17 يَنَالُ ulaşmaz ن ي ل
18 عَهْدِي ahdim ع ه د
19 الظَّالِمِينَ zalimlere ظ ل م

Beleve بلو :

Elbise ya da bez parçası eskidi/yıprandı anlamında bu fiil (بَلَى) kullanılır. Buradan hareketle yolculuk yapan bir kimseyle ilgili de yolculuğun yıprattığı veya harap ettiği anlamında بَلَوَ سَفَرٌ denmiştir.

Tef'il babı formundaki بَلَّى fiili onu denemek/test etmek manasına gelir. Bu da çok denemekten dolayı yıpratıp eskitmek anlamından gelmektedir.

Bedeni yıprattığı için üzüntü/keder بَلاءٌ olarak adlandırılmıştır. Yine her yükümlülükte insana zor gelmesinden ve birer sınama olmasından dolayı belâ بَلاءٌ olarak isimlendirilmiştir. Aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın kulları sınaması bazen şükretsinler diye bollukla, bazen de sabretsinler diye zorlukla yüz yüze getirmek şeklinde gerçekleşmektedir. Böylece hem lütuf ve ihsan, hem de sıkıntı ve dert, bir belâ haline gelmiştir.

Yine sabrın hakkını vermek şükrün hakkını vermekten daha kolay olduğundan dolayı ihsan ve lütuf bu iki çeşit belânın en zoru olmaktadır.

İfti'al babı formundaki إبْتَلَى fiili denemek ve sınamak manasında şu iki hususu kapsar: Birincisi: Onun durumunu öğrenmek ve işinin bilinmeyen tarafına vâkıf olmaktır. İkincisi: Onun iyiliğini ve kötülüğünü ortaya çıkarmaktır.   (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de fiil ve isim formlarında toplam 38 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

Türkçede kullanılan şekilleri belâ, iptilâ, müptelâ ve (la)ubâlidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّۜ

وَ atıf harfidir. اِذْ zaman zarfı, takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır. ابْتَلٰٓى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِبْرٰه۪يمَ mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. رَبُّهُ muahhar faildir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِكَلِمَاتٍ car mecruru ابْتَلٰٓى fiiline müteallıktır. كَلِمَاتٍ kelimesinin cer alameti kesradır. Çünkü cemi müennes salim kelimeler kesra ile nasb ve cer olurlar.

فَ atıf harfidir. اَتَمَّهُنَّۜ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili ibrahim (a.s)’ e ait müstetir هُو zamiridir. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَاماًۜ

Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اِنّ۪ي جَاعِلُكَ cümlesi mekulü’l-kavldir. قَالَ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ى mütekellim zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. جَاعِلُ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِلنَّاسِ car mecruru جَاعِلُكَ ’ye müteallıktır. اِمَاماً kelimesi جَاعِلُ kelimesinin ikinci mef’ûlun bihidir.

Şayet قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَاماًۜ [Seni insanlara önder yapacağım, buyurdu] cümlesinin başındaki قَالَ fiilinin ayet içindeki yeri nedir? dersen, şöyle derim: وَاِذِ ابْتَلٰٓى ‘daki اِذْ ’in amilinin gizli olması durumuna göre قَالَ َile başlayan cümle istînâf (başlangıç) cümlesidir. Sanki “İbrahim, imtihana tabi tutulduğu hususları tam olarak yerine getirince Rabbi ona ne buyurdu?” diye sorulmuş, cevaben: “Seni insanlara önder yapacağım, buyurdu” denilmiştir. İkinci ihtimale [yani اِذْ ’in amilinin قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ olması durumuna] göre ise قَالَ ile başlayan cümle, öncesine atfedilen bir cümle olacaktır. Bu cümlenin, ابْتَلٰٓى [denedi] diye başlayan cümlenin beyanı ve tefsiri olması da caizdir. Buna göre; “birtakım kelimeler”den murat, Allah Teâlâ’nın zikrettiği liderlik, Beytullah’ın temizliği, duvarlarının yükseltilmesi ve bütün bunlardan önce اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُٓ اَسْلِمْۙ [Rabbi ona: teslimiyet göster, buyurdu] [Bakara 2/131] ayetinde bahsedildiği üzere Allah’a teslimiyet gibi hususlardır. (Keşşâf)

قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۜ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِم۪ينَ

Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. وَ atıf harfidir. مِنْ ذُرِّيَّت۪ي car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri اجعل (kıl) şeklindedir. Bu cümle Allah Teala’nın اِنّ۪ي جَاعِلُكَ sözüne matuftur.

قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Mekulü’l-kavl cümlesi لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِم۪ينَ ’dir.  لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنَالُ merfû muzari fiildir. عَهْدِي fail olarak merfûdur. Mütekellim ي ‘sı muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur. الظَّالِم۪ينَ mef’ûlun bihtir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.

وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّۜ

وَ istînâfiyyedir (bir diğer adı ibtidâiyyedir). Bu vav yalnızca îrabda mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar ve ardından gelen cümlenin öncekine îrabda ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe, kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir (Ekev Akademi Dergisi Yıl: 21 Sayı: 69 Yrd. Doç. Dr. Rıfat Resul Sevinç)

Ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Takdiri اذكر olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mef’ûl, konudaki önemine binaen failin önüne geçirilerek takdim yapılmıştır.

رَبُّهُ izafetinde Hz. İbrahim’e ait zamirin Rab ismine izafesi, Hz. İbrahim’e tazim ve şeref kazandırmıştır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Rab isminde tecrîd sanatı vardır.

فَاَتَمَّهُنَّۜ cümlesi فَ ile öncesine atfedilmiştir. Atıf harfi فَ tamamlamanın, imtihan edilmenin hemen ardından, araya bir süre girmeden gerçekleştiğini ifade eder.

فَ  harfinin manaları birbirine bağlamak konusunda son derece önemli bir yeri vardır. Burada da sanki zeki bir yöneticidir, öncekiyle sonrakileri birbirine direkt olarak bağlamaz, kendinden sonrakileri delil getirir. Dolayısıyla ancak bunların arasında bir ilişki kurulursa mana düzgün olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 1, Gafir/83, S.394 )

كَلِمَاتٍ  bu ayette emirler manasındadır.

[Onu emirler ve yasaklarla mükellef kılmıştı.] ابْتَلٰٓى , aslında zor bir şeyle mükellef kılmaktır. بلٰٓى kökünden gelir, ancak sonuçları bilmeyen için seçimi gerektirdiğinden ikisinin eşanlamlı olduğu sanılmıştır. Zamir İbrahim'e racidir, rütbe itibarı ile geri olsa da lafzen ileri olduğu için güzel olmuştur, çünkü takaddümün şartı bu iki itibardan biridir. (Beyzâvî)

ابْتَلٰٓى fiili iftiâl babındandır. İftiâl babından gelmesi burada mübalağa içindir.

وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ [Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım emirlerle sınamış] cümlesi ‘Allah’ın İbrahim’e emrettiği zamanı hatırlayın’ demektir. Burada önce mef‘ul zikredilmiş, ardından fail olan رَبُّهُ [Rabbi] kelimesi zikredilmiştir. Bunun sebebi ise sözü veciz kılmaktır, çünkü eğer faili başa getirseydi رَبُّ اِبْرٰه۪يمَ İbrahim’in Rabbi  demesi gerekecekti ve mef‘ul konumunda İbrahim’i tekrarlayacaktı. Veciz ifade kullanmak daha edebî niteliktedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

[Hani o vakit, düşün, hatırla ki] ifadesinden Medine’de yaşayan ashabın İbrahim (as) kıssasını biliyor olduğunu düşünebiliriz.

قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَاماًۜ

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl, isim cümlesi formunda gelmiştir. اِنّ۪ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. اِنّ۪ ’nin haberi ismi fail kalıbında gelmiştir. Zamandan bağımsız olduğunu ve kesinlikle imam kılacağını ifade eder.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Allah Hz. İbrâhim’i bu şeylerle imtihan etti, “İbrâhim de onların hepsini yerine getirdi.” Allah Teâlâ da onun şükrüne karşılık vererek buyurdu: [Ben seni insanlara önder yapacağım.] Yani “Senden sonrakilerin tamamının takip edeceği bir peygamber kılacağım.” dedi.  (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَاماًۜ [Seni insanlara imam (önder) yapacağım] sözünde geçen "imam" kelimesi, sırta giyilen şeye "izâr" denilmesi gibi, kendisine uyulan kimseye verilen isimdir. Buna göre ayet "Dininde insanlar sana uyarlar" manasına olur.

 اِمَاماًۜ , İnsanlara namaz kıldırana da imâm denilir. Çünkü onun arkasında namaza duranın ona uyması gerekir. (Fahreddin er-Râzî)

قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪ي

Beyanî istînâf olan cümle şibhi kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Cümlede mütekellim Hz.İbrahim’dir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlânın إنّي جاعلك  sözüne matuf olan mekulü’l-kavlde îcâz-ı hazif vardır. مِنْ ذُرِّيَّت۪يۜ car mecruru اجعل şeklinde takdir edilen mahzuf bir fiile müteallıktır. Bu takdirle beraber cümle emir üslubunda talebî inşâî isnad formundadır. Fakat Hz. İbrahim’in sözleri emir değil dua manasında olduğu için cümle, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

[İbrahim de ‘soyumdan da.’ demişti.] İbrahim “Ey Rabbim! Benim soyumdan da önderler kıl!” demişti. اَلذُّرِّيَةُ  evlatlar demektir. مِنْ (-den) kelimesi kısmîlik değil, cins anlamı ifade eder, yani “onların tamamını kendilerine uyulan önderler kıl!” anlamına gelir ki bu, Hz. İbrahim’in evlatlarına yönelik hususi şefkatidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِم۪ينَ

Beyanî istînâf olan cümle şibhi kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl, menfi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَهْدِي izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عَهْدِ şeref kazanmıştır.

[Bunun üzerine Rabbi, ‘Benim ahdim zalimleri kapsamaz.’ demişti.] Yani “İmamet, senin soyundan olan zulüm ehline -ki onlar kâfirlerdir- erişmez.” buyurmuştu. Burada Allah Teâlâ, Müslümanların önderliğinin kâfirler için söz konusu olamayacağını ve Hz. İbrahim’in soyu içerisinde Müslümanların da kâfirlerin de bulunacağını bildirmiştir.  (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

قَالَ  fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada müracaat sanatı denen güzel bir beyan üslubu vardır. İki kişi arasındaki diyalog en veciz ve beliğ şekilde akıcı, kolay, tatlı lafızlarla şık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu ayette haber- istihbar (tahkikat), emir- nehiy, vaad- vaid manaları birarada ifade edilmiştir.

İptila ve Bela: Tecrübe ve imtihan manasınadır ki, esasen iki farklı anlamı içine alır: Birisi bir şeyin gizli olan özelliğini, içyüzünü tanımayı istemek, diğeri de o şeyin iyi ve kötü yanlarını, eksik veya üstün taraflarını ortaya çıkarmaktır. Birinci mana, gizliyi ve açığı bilen Cenab-ı Allah hakkında zaten tasavvuru bile mümkün olmayan bir mesele olduğundan, Allah'ın İbrahim'i imtihana çekmesi, ancak ikinci anlamıyla ele alınabilir. Bir de imtihan, imtihan olunan hakkında hayır veya şer bir mihneti, bir zahmeti gerektirir ki, bu bakımdan imtihan kelimesi genellikle zahmetli ve meşakkatli şeyler hakkında kullanılır.

“İbrahim” isminin esasen Süryani dilinden geldiği ve Arapça manası ile اَبٌ رَاحِمٌ

“merhametli baba” demek olduğu ve bu şekilde Arapça ile Süryanice arasında lafız ve mana yönünden bir benzerlik bulunduğu söylene gelmiştir.(Elmalılı)

Bakara Sûresi 125. Ayet

وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْناًۜ وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّىۜ وَعَهِدْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْعَاكِف۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ  ...


Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ hani
2 جَعَلْنَا biz kıldık ج ع ل
3 الْبَيْتَ Beyt’i (Ka’be’yi) ب ي ت
4 مَثَابَةً toplanma yeri ث و ب
5 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
6 وَأَمْنًا ve güven yeri ا م ن
7 وَاتَّخِذُوا siz de edinin ا خ ذ
8 مِنْ -ından
9 مَقَامِ makam- ق و م
10 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
11 مُصَلًّى bir namaz yeri ص ل و
12 وَعَهِدْنَا ve emretmiştik ع ه د
13 إِلَىٰ
14 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’e
15 وَإِسْمَاعِيلَ ve İsma’il’e
16 أَنْ
17 طَهِّرَا temizlemesini ط ه ر
18 بَيْتِيَ ev’imi ب ي ت
19 لِلطَّائِفِينَ tavaf edenler için ط و ف
20 وَالْعَاكِفِينَ ibadete kapananlar ع ك ف
21 وَالرُّكَّعِ ve rüku edenler ر ك ع
22 السُّجُودِ secde edenler س ج د
Hz. Ömer’in Resûl-i Ekrem’e yaptığı bazı teklifler Allah Teâlâ tarafından da onaylanmıştı. Bunlara “Muvâfakat-ı Ömer” denir. Bu tekliflerden birinde Hz. Ömer, “ Ey Allah’ın elçisi! İbrâhim’in makamini namazgâh edinsek olmaz mı?” demişti. Bunun üzerine “ Siz de İbrâhim’in makamını namazgâh edinin” âyeti nâzil olmuştu. (Buhari, Salât 32; Tefsir 2/9; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 24). Peygamber Efendimiz de Kâbe’yi tavaf ettikten sonra Makâm-ı İbrâhim’de iki rekât namaz kılmıştı. (Buhari, Salât 30; Hac 69,72,80).

Tahera طهر :

طَهَرَ fiili kadının hayız kanı kesildi demektir. Mastarları طَهارَةٌ ve طُهْرًا şeklinde gelir. Kuran-ı Kerim'de bu kelime genel olarak şu iki manada kullanılmaktadır: Bedenin temizlenmesi(maddi temizlik) ve nefsin temizlenmesi (manevi temizlik).

Tâhir ismi kirden ya da pislikten uzak, lekesiz manasına gelir.

طَهَّرَ temizledi/arındırdı manasındadır.

تَطَهَّرَ ise temizlendi arındırıldı ve kendini temizledi/arındırdı demektir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 31 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

Türkçede kullanılan şekilleri tahâret ve Tâhir'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْناًۜ

و atıf harfidir. اِذْ Zaman zarfı, takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır. جَعَلْنَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْبَيْتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مَثَابَةً kelimesi جَعَلْنَا fiilinin ikinci mef’ûludur. لِلنَّاسِ car mecruru مَثَابَةً ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. اَمْناً kelimesi atıf harfi وَ ile makabline matuftur.

الْبَيْتَ [Ev] kelimesi, genel olarak Kâbe’nin ismi olarak kullanılır; yıldız manasına gelen necm kelimesinin daha çok ülker yıldızının ismi olarak kullanılması gibi. (Keşşâf)

وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّىۜ

وَ istinâfiyyedir. اتَّخِذُوا fiili نَ’un hazfiyle mebni emir fiildir. مِنْ مَقَامِ car mecruru mahzuf mukaddem ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. اِبْرٰه۪يمَ muzâfun ileyhtir. Gayrı munsarif olduğu için esre almamıştır. مُصَلًّى elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.

وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّىۜ [İbrahim’in makamından namazgâh edinin.] ifadesinde قول [söylemek] iradesi mevcut olup, “İbrahim’in makamından, üzerinde namaz kılabileceğiniz bir mekân edinin, dedik” anlamındadır. Bu emir, vaciplik değil tercih ve mübahlık ifade etmektedir. (Keşşâf)

مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ [Makam-ı İbrahim] : Fetha ile yazılan مَقَامِ kelimesi kıyam yeri anlamına, ötre ile yazılan مُقَامِ kelimesi ise hem ikamet yeri hem de bizzat ikamet anlamına gelir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

وَعَهِدْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْعَاكِف۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ

Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. عَهِدْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Fiile bitişen muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ car mecruru عَهِدْنَٓا fiiline müteallıktır. اِسْمٰع۪يلَ kelimesi اِبْرٰه۪يمَ’e matuftur.  اَنْ tefsir harfi veya masdariyyedir.

 اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf  بِ harfi ceriyle birlikte عَهِدْنَٓا fiiline müteallıktır. طَهِّرَا fiili نَ ’un hazfiyle emir fiildir. بَيْتِيَ mef’ûlun bihtir. لِلطَّٓائِف۪ينَ car mecruru  طَهِّرَا fiiline müteallıktır. لطَّٓائِف۪ينَnin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. الْعَاكِف۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ ifadesi لِلطَّٓائِف۪ينَ’ye matuftur.

وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْناًۜ 

 

Ayet temasül nedeniyle önceki ayete atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Muzâfun ileyh olan cümle müsbet fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâî kelamdır. 

الْبَيْتَ (ev) ifadesinden Kâbe kastedilmiştir. Başında elif-lâm takısı bulunan الْبَيْتَ kelimesi Kâbe’nin ismidir. Kur’ân’da bu isim birçok şekilde zikredilmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

الْبَيْتَ ; bir veya birkaç kişinin bir amaç için mesken edindiği yerin cins adıdır. (Âşûr)

İsimlerin başında olan ال çoğunlukla ahd içindir. Bir kavim veya topluluk tarafından bir isim, başındaki ال ile birlikte çoğunlukla bir ferd için kullanıldığında artık o ferd için özel isim olur. Daha sonra da bu o ferdin asıl manası olur. Yıldız manasındaki النَّجْمُ kelimesinin Süreyya için, ev manasındaki الْبَيْتَ kelimesinin Kabe için, الكِتابِ kelimesinin Kur’ân için özel isim olarak kullanılması buna örnektir. Zaman içinde kullanmaya olan ihtiyacın azalması (الصَّعِقِ kelimesinin Hüveylid bin Nufeyl için özel isim olması) veya الشَّمْسِ gibi bir cinse münhasır olması sebebiyle kelimenin asıl manası unutulabilir. (Âşûr)

Ayette geçen الْبَيْتَ ile Cenâb-ı Allah, Beytu'l Haram'ı kastetmiş; ahd veya cins için olan elif lam bulunduğu için "Beyt" kelimesini mutlak olarak zikretmekle yetinmiştir. Muhataplar, Allah'ın bununla cinsi kastetmediğini bildiği için, bu ifade onlarca bilinen bir manaya dönüşmüş olur ki, bu da o Beyt'ten kastedilenin Kâbe olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)

Netice olarak bu kelimenin başındaki الْ ahdi ilmi, yani huduridir.

مَثَابَةً kelimesi ثَوَّبَ kelimesinden türemiş bir mekân ismidir. Bir şeyin aslına, ideal haline dönmesi  ثَوب  kelimesiyle ifade edilir. تاب de dönmek demektir. Benzer harfler vardır. Sadece ilk harfler farklıdır ama onların da mahreçleri yakındır. ثَوب ; insanın bilinçli olarak yaptıklarının karşılığını alması için dönmesi;  مَثَابَةً , çölde açılmış kuyuların etrafında insanların su içmek için oturdukları yer demektir. Kâbe de insanların manevi susuzluklarını giderdikleri daimi bir merkez ve emniyet yeri yapılmıştır.

اَمْناًۜ kelimesi masdardır, mecaz-ı mürsel yoluyla ism-i fail yerine kullanılmıştır. Böylece mübalağalı bir ifade olmuştur. Bu kelime nekre olarak gelmiştir. Bu güvenliğin bilinemeyecek kadar önemli bir güvenlik olduğunu vurgulayabilir. Öyle bir emniyet ki, onların aklına gelmeyecek kadar kapsamlı bir emniyettir.

وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّىۜ 

 

Cümlede îcâz-ı hazif vardır. اتَّخِذُوا emir fiili mahzuf قَالَ fiilinin mekulü’l-kavlidir. Mahzufla birlikte cümle جَعَلْنَا fiiline matuftur. 

مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ  izafetinde  مَقَام  şeref kazanmıştır.

مِنْ harfi tebyîd anlamındadır. Kısım, baziyet bildirir. 

Hitap müslümanlara yöneliktir. İki cümlenin arasında itiraz cümlesi olarak gelmiştir. Ayetteki üç ihtimali birleştirmek için istitrâd (yani aslî konunun hemen ardından ilintili başka bir konuya geçiş yapma; parantez açma) tarzı üzere getirilmiştir. (Âşûr)

اتَّخَذُوا fiili hem mazi hem de emir sigasıdır. Mazi sigasında kabul edilirse sadece İbrahim as zamanında olan bir olayı ifade eder. Emir sigasında kabul edilirse bu mananın yanında müslümanlar için bir hüküm ifade eder. 9. mukaddimede işaret ettiğimiz gibi Kur’ânda geçen lafızlar için bütün ihtimaller düşünülerek tefsir edilmelidir. (Âşûr)

Rivayete göre Hz. Peygamber aleyhisselâm makām-ı İbrâhim’in bulunduğu yere geldiği zaman Hz. Ömer “Burayı namaz yeri edinsek mi?” demiş, bunun üzerine âyet inmiştir. Hz. Ömer, “Üç konuda Rabbim bana muvafakat etti (yani benim isteğim Allah’ın hükmü ile aynı oldu): İçki yasağı, örtü âyeti ve makām-ı İbrâhim” buyurmuştur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

وَعَهِدْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْعَاكِف۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ

 

وَ istînâfiyyedir. Müsbet mazi fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidai kelamdır.

Tefsiriyye harfi اَنْ ’den sonra gelen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İbhamdan sonra izah şeklinde bir itnab vardır.

Müşrikler, Mescid-i Haram'ı, arındırılması gerekenlerden arındırmadıkları için inşa etmeye de ehil olmadıklarından bu cümlenin maksadı tarizdir. (Âşûr)

بَيْتِيَ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan بَيْتِ şeref kazanmıştır.

Ayetin bu cümlesinde taksim sanatı vardır. Ahid, İbrahim ve İsmail ile yapılmıştır.

Bu sanatta önce zikredilen leff’te nefis, daha sonra zikredilecek şeylere bir nevi hazırlanmış olur. Böylece zikredilen hükümler nefiste daha iyi yerleşir. Dolayısıyla belâgattaki amaç olan en iyi etki sağlanmış olur. 

لِلطَّٓائِف۪ينَ - الْعَاكِف۪ينَ  kelimeleri arasında muvazene sanatı, الْعَاكِف۪ينَ - الرُّكَّعِ - مُصَلًّىۜ - السُّجُودِ  ve اِبْرٰه۪يمَ - اِسْمٰع۪يلَ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بَيْتَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

بَيْتِيَ [evim] kelimesi de izafetle gelmiş, böylece Kâbe'nin şerefi ifade edilmiştir.

عَاكِف۪, kendini ibadete adadı demektir. İtikaf, kelimesi buradan gelir. Rüku ve secdeyi çok yapanlar ibaresiyle namaz kastedilmiş olabilir. Araya و harfi gelmediği için tek bir şeyin farklı yönlerini ifade ettiği düşünülebilir. 

Önce tavaf (sadece Kâbe’de yapılır) sonra itikaf (dünyanın her yerinde ve her zaman yapılabilir bir ibadet olmasına rağmen daha ziyade Ramazan-ı şerifte yapılır) sonra rüku ve secde sayılmıştır. Daha az yapılandan daha çok ve sık yapılana göre bir sıralama vardır. Yani tedrîc sanatı vardır. Ayette, tavaf ve itikaf arasında و olmasına rağmen rüku ve secde arasında و yoktur. Çünkü bunlar namazın içinde ardarda yapılır, birbirinden müstakil değildir.

Bir  görüşe göre "evimi temiz tutun" ifadesinin anlamı “Orayı temiz tutmaya devam edin.” şeklindedir. Dolayısıyla emrin maksadı devamdır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

Beytin Allah'a izafe edilmesi, "Beytimi" buyrulması ona şeref kazandırmak içindir. اَنْ طَهِّرَا buyrulmak suretiyle temizleme emrinin, İbrâhîm ile İsmail'in her ikisine birden yöneltilmesi, Hacc sûresinde ise bu emrin yalnız İbrâhîm'e tahsis edilmesi bir çelişki değildir. Çünkü Hacc suresindeki emir, Beyt'in bina edilmesinden önce vuku olmuştur. (Ebüssuûd)


Bakara Sûresi 126. Ayet

وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا بَلَداً اٰمِناً وَارْزُقْ اَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَاُمَتِّعُهُ قَل۪يلاً ثُمَّ اَضْطَرُّهُٓ اِلٰى عَذَابِ النَّارِۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ  ...


Hani İbrahim, “Rabbim! Bu şehri güvenli bir şehir kıl. Halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır” demişti. Allah da, “İnkâr edeni bile az bir süre, (bu geçici kısa hayatta) rızıklandırır; sonra onu cehennem azabına girmek zorunda bırakırım. Ne kötü varılacak yerdir orası!” demişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 قَالَ demişti ki ق و ل
3 إِبْرَاهِيمُ İbrahim
4 رَبِّ Rabbim ر ب ب
5 اجْعَلْ kıl ج ع ل
6 هَٰذَا bu
7 بَلَدًا şehri ب ل د
8 امِنًا güvenli ا م ن
9 وَارْزُقْ ve rızıklandır ر ز ق
10 أَهْلَهُ halkını ا ه ل
11 مِنَ
12 الثَّمَرَاتِ ürünlerle ث م ر
13 مَنْ kimseleri
14 امَنَ inanan ا م ن
15 مِنْهُمْ onlardan
16 بِاللَّهِ Allah’a
17 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
18 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
19 قَالَ (Rabbi) buyurdu ki ق و ل
20 وَمَنْ kimseyi
21 كَفَرَ inkar eden ك ف ر
22 فَأُمَتِّعُهُ onu geçindiririm م ت ع
23 قَلِيلًا az bir (süre) ق ل ل
24 ثُمَّ sonra
25 أَضْطَرُّهُ onu mahkum ederim ض ر ر
26 إِلَىٰ
27 عَذَابِ azabına ع ذ ب
28 النَّارِ cehennem ن و ر
29 وَبِئْسَ ve ne kötü ب ا س
30 الْمَصِيرُ dönüş yeridir ص ي ر

Metâ; belli bir süre faydalanmak demektir. Muta nikahı da bu kökten gelir.

Masîr, oluş manasındaki sâra’dan türemiştir.

İdtarra fiili darra (zarar) kelimesinden türemiştir. Mustafa isminin, safâ’dan gelmesi gibi. Te harfi tı harfine dönüşmüştür.

Hz. İbrahim çölün ortasındaki bir hiçliğe bakıyor ve öyle bir dua ediyor ki zürriyeti için hem dünyayı hem ahireti kurtaracak bir dua..

Bu hiçliği bir şehir kıl ve öyle bir şehir kıl ki güvenli olsun ve onlardan iman edenleri mahsullerinle rızıklandır. İnsanın yaşaması için gerekli iki unsur, güven ve iyi bir ekonomidir. Allah hepimize akledip, zürriyetimizi felaha erdirecek dualar edebilmeyi nasip etsin.

Riyazus Salihin, 1702 Nolu Hadis
Büreyde radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir adam mescidde yitiğini soruşturuyor ve "Kırmızı devemi gören var mı?" diyordu. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Bulamaz ol! Mescidler ne için yapılmışlarsa ancak o maksatlarla kullanılacak mekanlardır" buyurdu.
Müslim, Mesâcid 80, 81. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mesâcid 11

وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا بَلَداً اٰمِناً وَارْزُقْ اَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ

Zaman zarfı اِذْ, takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır. قَالَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِبْرٰه۪يمُ kelimesi قَالَ fiilinin failidir. Mekulü’l-kavl, رَبِّ اجْعَلْ cümlesidir. قَالَ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.

Nidanın cevabı اجْعَلْ هٰذَا بَلَداً اٰمِناً cümlesidir. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır. اجْعَلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت dir. İşaret ismi olan هٰذَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بَلَداً ikinci mef’ûlu olup fetha ile mansubtur. اٰمِناً kelimesi بَلَداً ‘in sıfatıdır. ارْزُقْ اَهْلَهُ cümlesi atıf harfi وَ ile اجْعَلْ fiiline atfedilmiştir. اَهْلَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنَ الثَّمَرَاتِ car mecruru ارْزُقْ fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ kelimesi اَهْلَهُ ‘den bedel olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنَ مِنْهُمْ بِاللّٰهِ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

مِنْهُمْ car mecruru آمن fiilinin mahzuf failinin haline müteallıktır. بِاللّٰهِ car mecruru آمن fiiline müteallıktır. الْيَوْمِ kelimesi بِاللّٰهِ ’ye matuftur. الْاٰخِرِ kelimesi الْيَوْمِ ‘nin sıfatıdır.

قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَاُمَتِّعُهُ قَل۪يلاً ثُمَّ اَضْطَرُّهُٓ اِلٰى عَذَابِ النَّارِۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ

Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مَنْ كَفَرَ ifadesi mukadder mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. Takdiri أرزقه وأرزق من كفر (Onu ve küfredeni rızıklandır) şeklindedir. وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. Takdiri ارزق şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرَ’dir. فَ atıf harfidir. اُمَتِّعُ muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. قَل۪يلاً mahzuf mef’ûlu mutlakın sıfatıdır. Takdiri أمتعه تمتيعا قليلا (Az bir şekilde faydalandırırım) şeklindedir.

مَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ [Kim nankörce inkâr ederse] kısmının, şart manasını içinde barındıran mübteda olması, فَاُمَتِّعُهُ [onu yaşatırım] kısmının ise bu şartın cevabı olması da caizdir. “Biri nankörce inkâr ederse yine de ben onu kısa bir müddet yaşatırım” şeklinde. (Keşşâf)

ثُمَّ atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş)  açısından terahi ifade eder. (Âşur)

اَضْطَرُّ muzari fiili  اُمَتِّعُهُ  fiiline atfedilmiştir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اِلٰى عَذَابِ car mecruru اَضْطَرُّهُٓ fiiline müteallıktır. النَّارِ muzâfun ileyhtir. Cer alameti kesradır.

وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ

وَ istinâfiyyedir. بِئْسَ , zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمَص۪يرُ failidir. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri عذاب النار (Nâr azabı) şeklindedir.

وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا بَلَداً اٰمِناً وَارْزُقْ اَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ

Ayet önceki ayete temasül nedeniyle atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Muzâfun ileyh olan cümle müsbet fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâî kelamdır. Mekulü’l-kavl nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi ve mütekellime ait zamir mahzuftur. Münada olan رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. اجْعَلْ cümlesi nidanın cevabıdır, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmesine karşın, cümle emir anlamından çıkarak dua manasına gelmiştir. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

وَارْزُقْ cümlesi اجْعَلْ cümlesine tezayüf sebebiyle atfedilmiştir.

İsm-i mevsûl olan مَنْ ’de tevcih sanatı vardır. Sıla cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır. Bu cümlede iman edilmesi gerekenlerin Allah (cc) ve ahiret günü olarak belirtilmesi, taksim sanatıdır.

رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا الْبَلَدَ اٰمِنًا [Bu şehri emniyetli kıl] şeklinde İbrahim/35. ayet manasındaki اجْعَلْ هٰذَا الْبَلَدَ اٰمِناً cümlesinde şehir manasına gelen الْبَلَدَ kelimesinin marife, Bakara Suresindeki bu ayeti kerimede ise, اجْعَلْ هٰذَا بَلَداً اٰمِناً [bunu emniyetli bir şehir kıl] şeklinde nekre getirilmesinin hikmeti şudur: Bakara Suresindeki dua, şehir kurulmadan önce yapılmıştır. Hz.İbrahim Yüce Allah’tan orayı bir şehir yapmasını ve bu şehrin emniyetli bir şehir olmasını istemişti. İbrahim suresinde ise, şehir kurulduktan sonra dua etmiş ve Allah’tan buranın emniyetli ve istikrarlı bir şehir olmasını istemiştir. (Safvetüt Tefasir, Sâvi Hâşiyesi, 2/286)

Cenâb-ı Allah'ın "Köy halkına sor" yerine, "Köye sor!" (Yusuf, 82) buyurduğu gibi, buradaki beldeden murad, beldenin halkıdır. Bu mecazî bir kullanıştır, çünkü emniyet ve korku hissi, beldeye arız olmaz. (Fahreddin er-Râzî)

بَلَداً اٰمِناً ifadesindeki nekirelik mübalağaya delâlet eder. Buna göre, "Ya Rabbi, onu, emin bir belde kıl" sözünün manası, onu emniyet hususunda mükemmel olan beldelerden kıl" demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Burada آمِن ismi faildir. Korkuya karşı güvende olan ve düşmandan ya da savaşmaktan hiç korkmayan kişi için kullanılır ve Allah'ın Mekke'yi diğer Arap ülkelerinden ayırdettiği özelliği budur. (Âşûr)

قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَاُمَتِّعُهُ قَل۪يلاً ثُمَّ اَضْطَرُّهُٓ اِلٰى عَذَابِ النَّارِۜ

Ayet, şibhi kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Cümlede mütekellim  Allah Teâlâ’dır. Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ’nın cevabı olan mekulü’l kavlde îcâz-ı hazif vardır. Cümle وَ ’la mahzuf bir cümleye atfedilmiştir. Takdiri, أرزقه وأرزق من كفر (Onu ve küfredeni rızıklandır) şeklinde olabilir.

اذكر , makabline matuftur. Devamındaki cümle ثُمَّ ile atfedilmiştir. ثُمَّ bu iki cümlede ifade edilen olaylar arasında bir zaman aralığı olduğunu belirtir.

فَاُمَتِّعُهُ قَل۪يلاً [Kâfir olanı dahi kısa bir süre faydalandıracağım…] ayetinde yer alan: مَنْ كَفَرَ [Kâfir olanı..] nasb mahallindedir. Ayet, inkâr edenleri de rızıklandıracağım takdirindedir. Bununla birlikte bunun yeni bir cümle (ibtida) olarak ref mahallinde olması da mümkündür. O takdirde bu cümle şart cümlesi, فَاُمَتِّعُهُ قَل۪يلاً ثُمَّ اَضْطَرُّهُٓ [Faydalandıracak, sonra da  mahkûm edeceğim] ifadesi de cevap olur. (Kurtubî)

Hazret-i İbrahim sadece müminlerin rızıklandırılmasını isterken, Allah Teâlâ: ”Ben inananları da, inkâr edenleri de rızıklandırırım," buyuruyor. Hazret-i İbrahim burada rızkı imamete kıyaslamış oluyor. Bunun için de sadece müminler için rızık istiyor. Allah Teâlâ da uyarıda bulunarak, rızkın dünyaya ait bir rahmet olduğunu dolayısıyla imametin öncelikli olarak iman edenlerin olmasının aksine rızkın, hem müminlere ve hem de kâfirlere verileceğini bildiriyor.

ثُمَّ اَضْطَرُّهُٓ اِلٰى عَذَابِ النَّارِۜ [Sonra cehennem azabına uğramak zorunda bırakırım] ifadesindeki ”uğramak" anlamına gelen اَضْطَرُّ kelimesi sözlükte, insanın kendisi için zararlı olabilecek şeye zorlanması, sevkedilmesidir. Burada bilinen manasıyla, küfrü sebebiyle dünyada kendi arzusuyla yaptığı şeye karşılık, ahirette zorunlu cezaya çarptırılmasıdır. (Ruhu’l-Beyan)

 وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ

وَ istînâfiyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili بِئْسَ ’nin mahsusunun mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri عذاب النار ’dır.

Dönüş manasındaki الْمَص۪يرُ kelimesi mimli masdardır.

Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatıdır. (Âşûr)

ٱرۡزُقۡ - أُمَتِّعُهُ - ٱلثَّمَرَ ٰ⁠تِ ve عَذَابِ - وَبِئۡسَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, اٰمِناً - ءَامَنَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve bütün bu kelime grupları arasında ve قَالَ - مَن kelimelerinin tekrarında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

ءَامَنَ - كَفَرَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Akıllı kimse, dünyanın süsüne ve zinetine aldanmamalı, Allah'tan başka hiçbir şeyle sevinmemelidir. Çünkü Allah'ın dışında herşey batıl ve geçicidir. Fani ve geçici olan bir şeye aldanıp peşine takılmak, aklın, irfanın ve ince kavrayışın kârı değildir. (Ruhu’l-Beyan)

Aslında Hz. İbrahim, Allah'ın لاَ يَنَالُ عَهْدِى الظَّالِم۪ينَ “Zalimler benim ahdime nail olamazlar.” ilahi ifadesine dayanarak rızık meselesini de imamet gibi bir nimet sayarak, onu yalnızca inananlara mahsus kılarak dua etmişti. Cenab-ı Allah, bu düşüncenin doğru olmadığını, rızkın hem mümine, hem de kafire ait genel bir dünya nimeti olduğunu, bunun hem din, hem dünyada üstünlük demek olan imamete benzemediğini, onun buna kıyas edilmesinin yanlış olduğunu ihtar buyurarak duayı tamamlamış oldu. Demek ki, peygamberlerin bile kıyas ve ictihatlarında hata yapabildikleri oluyor, fakat Allah, onların hatalarını derhal düzeltiyor ve tashih buyuruyor. Bundan dolayı ilahi işlerde kıyas sağlam bir delil değildir. Cenab-ı Allah gösteriyor ki, kafir de dünyada rızık sahibi olabilir. Fakat bu dünyada sağlanan fayda sınırlı, geçici ve az bir faydadır. Ahirette ebediyyen ateş azabına atılır ve belasını bulur.وَبِئْسَ الْمَصِيرُ o azap ne fena bir son ve ona gidiş ne fena bir gidiştir. Orası ne fena varılacak bir yer, bir duraktır.(Elmalılı)

Günün Mesajı
Yahudi ve Hristiyanlara uymak yasaklanmıştır. Onlar arasında hakiki inananlar peygamber efendimize de inanır ve Müslüman olurlar.
İbrahim as tevhid konusunda bütün insanların imamıdır, önderidir.
Kabe'yi imar eden ve ibadete açandır.
Kabe sevap kazanma yeridir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Mekke ve Medine’deyken gökyüzü daha güzel görünür, güneş daha güzel ısıtırmış. Gördüğü ve duyduğu her şey insanın kalbine işlermiş, meğer. Özlediğinde anlarsın.

Yorgunlukların tadı başkaymış. Gönlün oraları evi bellemiş. Gecesini, gündüzünü, günler içerisinde gizlenmiş bereketini, kalabalığını ve ezanlarını özlersin. Sevgililer sevgilisi Peygambere verilen ilk selamdaki heyecanı özlersin. Ezan sesiyle beraber insanlardaki hareketi ve damarlarında yayılan coşkuyu özlersin. Oradan Mekke'ye gitmenin heyecanını, Medine'den ayrılmanın hüznünü özlersin. Kalabalığın içinde yalnız sen oradaymışsın hissini özlersin. Kabe'yle ilk gözgöze gelme anını özlersin. Makam-ı İbrahim’e bakınca, hz. İbrahim’in ilk gelişindeki bu toprakların hali ve sessizliği üzerine düşünmeyi özlersin.

Selam ve salat senin ve ailenin üzerine olsun ya RasûlAllah! Selam ve salat senin ve ailenin üzerine olsun ya İbrahim!

Allahım, Mekke ve Medine’ye gelmek isteyenlerin dualarını ve niyetlerini hayırla kabul et. Gelince de bütün güzelliklerinden en verimli şekilde yararlananlardan. Ve Senin rızanı kazanmış şekilde ayrılanlardan olmayı nasip et. Ne gönüllerimizi, ne de ayaklarımızı oralardan kesme.

Rabbim! Cennetinde Hz. Muhammed ve Hz. İbrahim peygamberlerimize kavuşanlardan olalım...

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji