بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرٰه۪يمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمٰع۪يلُۜ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّاۜ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve hani |
|
2 | يَرْفَعُ | yükseltiyordu |
|
3 | إِبْرَاهِيمُ | İbrahim |
|
4 | الْقَوَاعِدَ | temellerini |
|
5 | مِنَ |
|
|
6 | الْبَيْتِ | Ev’in |
|
7 | وَإِسْمَاعِيلُ | İsma’il’(le beraber) |
|
8 | رَبَّنَا | Rabbi’imiz |
|
9 | تَقَبَّلْ | kabul buyur |
|
10 | مِنَّا | bizden |
|
11 | إِنَّكَ | kuşkusuz sen |
|
12 | أَنْتَ | (yalnız) sen |
|
13 | السَّمِيعُ | işitensin |
|
14 | الْعَلِيمُ | bilensin |
|
وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرٰه۪يمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمٰع۪يلُۜ
وَ atıf harfidir. Zaman zarfı اِذْ , takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır. يَرْفَعُ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِبْرٰه۪يمُ kelimesi يَرْفَعُ fiilinin failidir. الْقَوَاعِدَ kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنَ الْبَيْتِ car mecruru الْقَوَاعِدَ kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. اِسْمٰع۪يلُ kelimesi atıf harfi وَ ile اِبْرٰه۪يمُ ’e matuftur.
Tahir b.Âşûr وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرٰه۪يمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمٰع۪يلُۜ [َHani İbrahim, İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor.] (Bakara, 2/127) ayetinde bu atıf üslubunu zikrederek şöyle der: İbrahim’in işiyle İsmail’in işi arasındaki farka işaret için mef’ul ve müteallıkları zikredildikten sonra faile atıf yapılmıştır. Bu, anladığıma göre atıf üslubu hususunda Arapçanın özelliklerindendir. Fiilin başında iki fail arasında farka işaret edilmek istendiğinde, birinci faille alakalı iş bittikten sonra ikincisi onun üzerine atfedilir. Ma’tuf ve ma’tufun aleyh fiilin başında eşit yapılmak istendiğinde, ma’tufun aleyhin peşinden ma’tuf zikredilir. (İbn Âşûr’ûn Et-tahrîr Ve’t-tenvîr Adlı Eserinde Sarf Ve Nahiv Merkezli Tercihleri / Aboubacar Mohamadou)
يَرْفَعُ [Yükseltiyordu] fiili, geçmişte olmuş bir durumu hikaye etmektedir. الْقَوَاعِدَ [temeller] kelimesi, üzerine bina edilecek şeye esas ve asıl olan şey anlamındaki قَائِدةٌ kelimesinin çoğuludur. قَائِد sıfatken zamanla isim gibi kullanılan [sıfat-ı galibe] bir kelime olup ‘sabit’ anlamındadır. Nitekim “Allah seni sabit kılsın” manasında قَعَّدَكَ اَللَّهُ denmektedir. ‘Temeli yükseltmek’, onun üzerine bir şeyi bina etmek demektir. Çünkü temel üzerine bir şey bina edilince, o alçaklık halinden yükseklik haline nakledilir; kısa iken uzun hale gelir. Temellerden muradın, yapılan duvarın taş veya tuğla katları olması da caizdir.
Çünkü her bir kat, üzerine konulacak diğer kat için bir temel niteliğindedir. Dolayısıyla ‘temellerin yükseltilmesi’, duvarın taş veya tuğlalarla örülerek yükseltilmesi anlamındadır. Zira bir kat tuğla bir önceki katın üzerine konulunca böylece katlar yükselir [ve duvar tamamlanmış olur]. (Keşşâf)
رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّاۜ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
رَبَّنَا تَقَبَّلْ ifadesi mahzuf fiilin mekulü’l-kavl cümlesidir. Takdiri يقولان ربنا [Rabbimiz diyorlardı] şeklindedir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَقَبَّلْ sükun üzere mebni emir fiildir. مِنَّا car mecruru تَقَبَّلْ fiiline müteallıktır. Nidanın cevabı تَقَبَّلْ مِنَّاۜ cümlesidir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَنْتَ fasıl zamiridir. السَّم۪يعُ kelimesi اِنَّ ’nin haberidir. الْعَل۪يمُ ise ikinci haberidir.
وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرٰه۪يمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمٰع۪يلُۜ
Ayet önceki ayete temasül nedeniyle atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Muzâfun ileyh olan cümle müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâî kelamdır.
اِبْرٰه۪يمُ - اِسْمٰع۪يلُۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Şayet الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِْ [Ev’den temeller] ifadesiyle قَوَاعِدَ الْبَيْت [Evin temelleri] ifadesi arasında fark vardır. الْقَوَاعِدَ kelimesini önce müphem yapıp bu belirsizlikten sonra onu netleştirmekte, bu kelimeyi beyte izafe ettiğimizde söz konusu olmayan bir anlam bulunmaktadır. Zira bir şeyi önce kapalı geçip daha sonra netleştirmekte, açıklanan şeyin durumunu yüceltme hikmeti bulunmaktadır. (Keşşâf)
Geçmişteki bir olay muzari fiille anlatılarak gözümüzün önünde yaşanıyor gibi canlandırılmıştır. Ebüssûud, geçmiş bir olayı nakletmek için muzari fiil kullanılmasının o olayın apaçık bir mucizeyi haber veren fevkalade bir olay olduğunu gözler önüne sermek için olduğunu söyler. (Safvetü-t Tefasir)
Kâbe'nin yapımı için inşa etmek yerine duvarlarını yükseltti fiili kullanılmıştır. Bu da ilk inşa edenin onlar olmadığına işaret eder.
Bu ayet-i kerimede de وهما يقولان şeklindeki hal cümlesi hazfolmuştur. Bu hazf; sahneyi zihnimizde daha bariz bir şekilde, sanki görüyormuş gibi canlandırmamızı sağlar. Bu ayetteki haber cümlesinden inşâya geçişte de, bu hal cümlesinin hazfi ile mümkün olan bariz bir îcâz fenni vardır. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
يَرْفَعُ - الْقَوَاعِدَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّاۜ
Nida üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle takdiri يقولان olan fiilin mekulü’l-kavlidir. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder. Cümlede îcâz-ı hazif vardır.
Nidanın cevabı emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. İnşâ üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümlenin asıl anlamı dua olduğu için, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Cümle, Hz.İbrahim ve İsmail’den hal olarak ıtnâbtır.
Burada mef'ûlun zikredilmemesi, bu yakarışın hem duayı, hem hac menasikini hem de diğer ibâdetlerin hepsini kapsaması içindir. (Ebüssuûd ve Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 1043)
اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Cümle taliliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve kasırla tekid edilen cümle lazım-ı faide-i haber inkarî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müsnedin yani السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ kelimelerinin marife gelmesi kasır oluşturmuştur. Bu iki vasıf sadece Allah’a aittir. Bu kasır اَنْتَ fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 1045)
Cümledeki اَنْتَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın, aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.
السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
[Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur!] Yani “Dediler ki: Ey Rabbimiz!” Burada “Dediler” ifadesi hazfedilmiştir ki buna benzer hazifler Kur’an’da çoktur. Örneğin [Melekler ellerini uzatmış halde, çıkarın canlarınızı!] (En‘âm 6/93) ayetinde kastedilen anlam “Melekler dediler ki” şeklindedir. Burada da Hz. İbrahim ve Hz. İsmail, Allah’tan bu amellerini kabul etmesini niyaz ederek böyle demişlerdir.
Cümlenin başındaki tekit harfi إنَّ 'nin zikredilmesi, İbrâhîm ve İsmail'in (aleyhisselâm), bu cümleye olan kesin imânlarının kuvvetinin kemâlini ifade etmek içindir. Her şeyi işitmeyi ve her şeyi bilmeyi Allah'a hasretmeleri de, dualarının yalnız Allah'a (celle celâlühü) mahsus ve Allah'tan başkasından umutlarının tamamen kesilmiş olduğunu açıklamak içindir. (Ebüssuûd)
İbrâhim İsmâil’le birlikte beytin temellerini yükseltiyordu: “Ey rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.
“Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.”
“Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”
Bakara 127-129
رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَۖ وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
2 | وَاجْعَلْنَا | bizi yap |
|
3 | مُسْلِمَيْنِ | teslim olanlardan |
|
4 | لَكَ | sana |
|
5 | وَمِنْ |
|
|
6 | ذُرِّيَّتِنَا | neslimizden de |
|
7 | أُمَّةً | bir ümmet (çıkar) |
|
8 | مُسْلِمَةً | teslim olan |
|
9 | لَكَ | sana |
|
10 | وَأَرِنَا | ve bize göster |
|
11 | مَنَاسِكَنَا | ibadet yollarımızı |
|
12 | وَتُبْ | ve tevbemizi kabul et |
|
13 | عَلَيْنَا | bizden |
|
14 | إِنَّكَ | şüphesiz sen |
|
15 | أَنْتَ | (ancak) sensin |
|
16 | التَّوَّابُ | tevbeleri kabul eden |
|
17 | الرَّحِيمُ | çok merhametli olan |
|
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Canım, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, siz hiç günah işlememiş olsaydınız, Allah sizi yok eder, yerinize günah işleyip Allah’dan bağışlanma dileyecek bir millet getirir de onları bağışlardı.” (Müslim, Tevbe 11) (Riyazus Salihin 423 Nolu Hadis)
“Herhangi birinizin tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, arayıp taramaları sonuç vermeyince deveyi bulma ümidini büsbütün kaybederek bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına yapışan ve aşırı derecede sevincinden ne söylediğini bilmeyerek:
- Allah’ım! Sen benim kulumsun; ben de senin rabbinim, diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.”
Müslim, Tevbe 7. Ayrıca bk.Tirmizî, Kıyâmet 49, Daavât 99; İbni Mâce, Zühd 30 (Riyazus Salihin)
‘Allah tevbe edenleri sever ’ 3dk 3sn https://youtu.be/l7Y-eZlLQrg
Rahame رحم :
رَحِمٌ kadının rahmidir. Akrabalık anlamındaki rahim رَحِمٌ sözcüğü de buradan müsteardır. Böyle kullanılmasının nedeni akrabaların tek bir rahimden çıkmış olmasıdır.
Rahmet رَحْمَةٌ edilene ihsanda bulunmayı gerektiren şefkat ve acımadır. Bazen salt şefkat, acıma ve yufka yüreklilik anlamında bazen de bunlardan soyutlanmış olarak ihsan anlamında kullanılır.
Rahman رَحْمانٌ sözcüğü yapı olarak Allah'dan başkası için kullanılamaz. Anlamı her şeye vâsi olan her şeyi içine alan/kuşatan demektir. Rahim رَحِيمٌ sözcüğü ise Allah'dan başkası içinde kullanılabilir. Zira manası rahmeti çok olan anlamına gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve pekçok isim formunda 339 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri Rahim, Rahman, merhamet, rahmet, istirham ve merhumdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَۖ
رَبَّنَا ifadesi mahzuf fiilin mekulü’l-kavl cümlesidir. Takdiri يقولان ربنا (Rabbimiz diyorlardı) şeklindedir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ , muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَ atıf harfidir. اجْعَلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûl olarak mahallen mansubtur. مُسْلِمَيْنِ mef’ûlun bihtir. Nasb alameti ي ’dir. Tesniye kelimeler ي ile nasb olurlar.
اسلم fiili burada olduğu gibi ل harfi ceri ile kullanıldığı zaman, teslimiyet ve nefsi teslim etmek, itaat ve tam uymak manasına gelir veya o manayı da içine alır. (Elmalılı)
لَكَ car mecruru مُسْلِمَيْنِ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. وَ atıf harfidir. مِنْ ذُرِّيَّتِ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri واجعل من ذريتنا şeklindedir. اُمَّةً kelimesi mahzuf fiilin ikinci mef’ûludur. مُسْلِمَةً ise اُمَّةً kelimesinin sıfatıdır. لَكَ car mecruru مُسْلِمَةً kelimesine müteallıktır.
وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ
وَ atıf harfidir. اَرِنَا illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت dir. Fiile bitişmiş olan نا zamiri mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مَنَاسِكَ ikinci mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَتُبْ عَلَيْنَا ifadesi اجْعَلْنَا fiiline atfedilmiştir. تُبْ sükun üzere mebni emir fiildir. عَلَيْنَاۚ car mecruru تُبْ fiiline müteallıktır.
اَرِنَا [Bize göster] kelimesi, “gördü ve bildi” manasına gelen رَأى fiilinden gelmektedir. Bu sebeple; iki mef‘ûl almıştır; “Bize hacda yapacağımız ibadet şekillerimizi göster ve bunları bize tarif et” demektir. Bunun “kurban kesme yerlerimizi bize göster” manasına geldiğini söyleyenler de olmuştur. (Keşşâf)
Buradaki اَرِنَا dileği gözün görmesiyle ilgilidir. O bakımdan iki mef'ûl alan geçişli fiil olmuştur. Kalbin görmesi ile ilgili olduğu da söylenmiştir. Ancak bu görüşü savunan kimseye karşı delil olarak kalbin görmesiyle ilgili fiilin üç tane mef'ûl alması gerektiği söylenilir. İbn Atiyye der ki: Kalbin görmesi ile ilgili olarak kullanılan ‘gösterme’ fiilinin başına hemze gelip o şekilde kullanılmış ise iki mef'ûle geçiş yapmakla yetinilir. (Kurtubî)
مَنَاسِكَ kelimesinin kökü نسكَ kelimesidir. Bu kelime en ağır ibadet demektir. Bunun için bu kelime daha çok hac ibadetleri için kullanılır. Çünkü hac ibadetlerinde külfetin yanında adetlerden ve alışkanlıklardan uzaklaşma sözkonusudur.
اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَنْتَ fasıl zamiridir. التَّوَّابُ kelimesi اِنَّ ’nin haberidir. الرَّح۪يمُ ise ikinci haberidir.
رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَۖ
Ayet, istirham için itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebi inşai isnaddır. Nida harfinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Hz.İbrahim ve İsmail’in dua ederken nida sözcüğünü söylememeleri Allah Teâlâ’ya yakın olma isteklerinin ve onun rahmetine duydukları ihtiyacın derecesini gösterir.
Nidanın cevabına dahil olan وَ atıf harfidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cevap cümlesi, önceki ayetteki تَقَبَّلْ مِنَّاۜ cümlesine temasül sebebiyle atfedilmiştir.
Öncesine matuf olan ...وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا cümlesinde icaz-ı hazif vardır. Car mecrur, takdiri اجْعَلْ olan fiile müteallıktır.
Arka arkaya gelen iki cümle de inşâ üslubunda olmasına rağmen vaz edildikleri anlamın dışında dua manası taşıdıkları için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Mahzuf fiilin mef’ûlünden hal olan اُمَّةً ve onun sıfatı olan مُسْلِمَةً kelimesi anlamı zenginleştirmek için gelen ıtnâbtır.
مُسْلِمَيْنِ - مُسْلِمَةً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ [Soyumuzdan da sana teslim olan (Müslüman) bir ümmet çıkar!] Burada geçen مِنْ cer edatı teb’iz (ayırma, istisna tutma) ya da tebyin (açıklama) içindir. Bir yoruma göre de Hz. İbrahim ve İsmail “Ümmet” ifadesiyle Hz. Muhammed (s.a.v)’in ümmetini kastetti, demektir. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in özellikle kendi soylarından gelenleri dualarına almaları, insanın kendi öz çocuğuna karşı daha merhametli olması sebebiyledir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Nesillerinin hepsi için değil de, مِنْ harfi dolayısıyla bir kısmı için dua etmeleri aralarında kafirlerin de çıkacağının bilmeleri dolayısıyladır.
وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ
وَ atıftır. Öncesine temasül nedeniyle atfedilen cümle, emir üslubunda talebi inşâî isnad formunda gelmesine rağmen dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
İki cümle de dua manasında gelmiştir.
Bir görüşe göre bu cümlenin mânası: “Bu işteki kusurumuzu bağışla!” şeklindedir. Bir başka görüşe göre [Tövbemizi kabul et.] ifadesi hem bu iki peygambere hem de onların soylarına işaret ettiği ve soylarında günahkâr kimseler bulunduğu için, tövbe talebi soylarının günahları ile ilgilidir. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Tövbe talep etmek peygamberlerin de kasıtsız bazı küçük hatalarının olabileceğine delalet eder. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve kasrla tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Talil cümleleri ıtnâb babındandır.
Cümledeki اَنْتَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın, aralarında vav olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.
التَّوَّابُ - الرَّح۪يمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Ayrıca bu iki sıfatın ayetle anlam ilişkisindeki uyum teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
التَّوَّابُ - الرَّح۪يمُ kelimeleri ikisi de mübalağa kalıbındandır. Tövbeleri çok kabul ettiğini ve çok merhametli olduğunu ifade eder.
Öncesinde kulun tevbe ettiği zikredildiği için ve rahmet sıfatını da kapsadığı için التَّوَّابُ ismi الرَّح۪يمُ ismine takdim edilmiş, böylece fasılaya da riayet sağlanmıştır.
(Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 1052)
Allâme Gazalî (r.a.)’nin özetlediğine göre tevbe, sıraya konulmuş olan şu üç şeyin, ilmin, halin ve amelin toplamından ibarettir. Buna göre ilim birinci, hal ikinci -ki ilim bunu gerektirir- amel ise üçüncüsüdür ki bu da halin neticesidir. İlim, günahın zararının büyük olduğunu bilmektir. Bu bilgiden faydalı olan şey elden kaçırılıp, zararlı olanın da meydana gelmiş olması sebebiyle, kalbte bir acı meydana gelir. Kalbteki bu acıya, nedamet, pişmanlık denilir. Sonra bu pişmanlıktan, irâde denilen bir sıfat meydana gelir ki, bunun hal, mazî ve istikbâl ile bir münasebeti vardır. Hal ile münasebeti, onun işlemiş olduğu günahı bırakmasıdır. İstikbâl ile ilgisine gelince, terketmiş olduğu bu fiili Allah rızası için ömrünün sonuna kadar yapmamaya azmetmekle olur. Mazi ile ilgisine gelince, eğer telâfi imkânı olan cinsten ise, cebr (onarma) ve kaza ile kaçırmış olduğu şeyleri telâfi etmekle olur. Buna göre ilim ilk derecededir. O, hayırların kendisinden doğduğu kaynaktır. Ben, burada ilim ile, iman ve yakîni kastediyorum. Çünkü iman, günahların öldürücü zehir olduğunu tasdik etmekten ibarettir. Yakîn ise, bu tasdiki te’kid ve ondan şekki bertaraf ederek, kalbte hükümran olmasından ibarettir. Sonra bu yakîn kalbe hükümran olduğu sürece pişmanlık ateşi yanar; böylece kalb, iman nurunun aydınlatmasıyla, daha önce karanlıklar içerisinde iken üzerine güneşin ışıkları doğan, böylece sevgilisinin helak olmak üzere olduğunu görüp de kalbinde onun sevgisinin ateşleri tutuşan ve bu tutuşmadan dolayı da onu kurtarmak için ileri atılma arzusu duyan kimse gibi, kendisinin, sevgilisinden zedelenmiş olduğunu gördüğü zaman elem ve acı duyar. (Fahrettin er-er-Razi)
رَبَّنَا وَابْعَثْ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّ۪يهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
2 | وَابْعَثْ | gönder |
|
3 | فِيهِمْ | onlara |
|
4 | رَسُولًا | bir elçi |
|
5 | مِنْهُمْ | kendi içlerinden |
|
6 | يَتْلُو | okuyacak |
|
7 | عَلَيْهِمْ | kendilerine |
|
8 | ايَاتِكَ | senin ayetlerini |
|
9 | وَيُعَلِّمُهُمُ | ve onlara öğretecek |
|
10 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
11 | وَالْحِكْمَةَ | ve hikmeti |
|
12 | وَيُزَكِّيهِمْ | ve onları temizleyecek |
|
13 | إِنَّكَ | şüphesiz sensin |
|
14 | أَنْتَ | yalnız sen |
|
15 | الْعَزِيزُ | Aziz olan |
|
16 | الْحَكِيمُ | Hakim olan |
|
رَبَّنَا وَابْعَثْ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّ۪يهِمْۜ
رَبَّنَا ifadesi mahzuf fiilin mekulü’l-kavl cümlesidir. Takdiri يقولان ربنا [Rabbimiz diyorlardı] şeklindedir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَ atıf harfidir. وَابْعَثْ sükun üzere mebni emir fiildir. ف۪يهِمْ car mecruru وَابْعَثْ fiiline müteallıktır. رَسُولاً mef’ûlun bihtir. مِنْهُمْ car mecruru رَسُولاً kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. يَتْلُوا fiili رَسُولاً kelimesinin ikinci sıfatı olarak mahallen mansubtur. عَلَيْهِمْ car mecruru يَتْلُوا fiiline müteallıktır. اٰيَاتِكَ kelimesi يَتْلُوا fiilinin mef’ûludur. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesredir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ cümlesi atıf harfi وَ ile يَتْلُوا fiiline atfedilmiştir. يُعَلِّمُ fiili merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْكِتَابَ ise ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْحِكْمَةَ kelimesi الْكِتَابَ kelimesine matuftur. يُزَكّ۪يهِمْ fiili atıf harfi وَ ile يَتْلُوا fiiline atfedilmiştir.
يُعَلِّمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi علم dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَنْتَ fasıl zamiridir. الْعَز۪يزُ kelimesi اِنَّ ’nin haberidir. الْحَك۪يمُ۟ ise ikinci haberidir.
رَبَّنَا وَابْعَثْ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ
Ayet, istirham için itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Hz. İbrahim ve İsmail’in dua ederken nida sözcüğünü söylememeleri Allah Teâlâya yakın olma isteklerinin ve onun rahmetine duydukları ihtiyacın derecesini gösterir.
Nidanın cevabına dahil olan وَ atıf harfidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cevap cümlesi, önceki ayetteki اجعلنا مسلمين cümlesine temasül sebebiyle atfedilmiştir.
ف۪يهِمْ ve مِنْهُمْ ’un birlikte zikredilmesi, hem onlarla birlikte yaşayan, hem de onlarla aynı kavimden olan manasındadır. Böyle olunca getirdiği vahyin, teklifin kabullenilmesi daha kolay olur. (Âşûr ve Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 1053)
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّ۪يهِمْۜ
Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müsbet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır. رَسُولاً için sıfat veya hal cümlesidir. Dolayısıyla ayette ıtnâb sanatı vardır.
اٰيَاتِكَ izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ için şan ve şeref ifade eder.
Aynı üslupla gelen ikinci sıfat cümlesi, يُزَكّ۪يهِمْۜ cümlesi gibi temasül sebebiyle öncesine atfedilmiştir.
هُمُ ’lerin tekrarında tam cinâs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْكِتَابَ kelimesi ile kastedilen vahiy yani Kur’an'dır.
Hikmet, doğru ile yanlışı ayırma yeteneğidir. Kitap ile birlikte geldiği zaman sünnet olarak yorumlanır.
[Onlara kitap ve hikmeti öğretecek] Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Hikmet Kur’an’dır, nitekim Hak Teâlâ [İşte bunlar Rabbinin sana vahyettiği hikmettendir.] (el-İsrâ 17/39) buyurmuştur. [Kitap ve hikmet] ifadesindeki tekrar ise takrir ve tekit içindir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
[Senin ayetlerini onlara okuyacak], senin vahdaniyetinin ve peygamberlerinin doğruluğunun delillerinden kendisine vahyedilenleri onlara tebliğ edecek, [onlara kitabı] yani Kur’an’ı [ve hikmeti] yani şeriatı ve ahkâmın beyanını [öğretecek ve onları arındıracak] yani “onlara temiz ve hoş şeyleri helal kılıp kötü ve pis şeyleri haram kılacak” (A‘râf 7/157) ayetinde bahsedildiği üzere, onları şirkten ve bütün pisliklerden temizleyecek [bir peygamber]. (Keşşâf)
اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve kasırla tekid edilen cümle faide-i haber inkarî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Cümledeki اَنْتَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın, aralarında وَ olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.
الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ۟ kelimeleri arasında muvazene, mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin bu son cümlesi önceki cümleyi tekit için gelmiş tezyîldir.
Bu cümle önceki ayetin fasılası gibi başlamıştır. İki cümle arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ مِلَّةِ اِبْرٰه۪يمَ اِلَّا مَنْ سَفِهَ نَفْسَهُۜ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَاۚ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim ki |
|
2 | يَرْغَبُ | yüz çevirir |
|
3 | عَنْ |
|
|
4 | مِلَّةِ | milletinden (dininden) |
|
5 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim’in |
|
6 | إِلَّا | başka |
|
7 | مَنْ | kimseen |
|
8 | سَفِهَ | sefih kılan |
|
9 | نَفْسَهُ | nefsini |
|
10 | وَلَقَدِ | Andolsun ki |
|
11 | اصْطَفَيْنَاهُ | biz onu seçmiştik |
|
12 | فِي |
|
|
13 | الدُّنْيَا | dünyada |
|
14 | وَإِنَّهُ | ve şüphesiz o |
|
15 | فِي |
|
|
16 | الْاخِرَةِ | ahirette de |
|
17 | لَمِنَ |
|
|
18 | الصَّالِحِينَ | salihlerdendir |
|
Ayetteki Yerğabû kelimesinin kökü rağabe (رغب) olup فِي veya إِلَى ile kullanıldığında Türkçe’de de kullandığımız gibi ‘rağbet etme, arzulama’ anlamına gelir.
عَنْ harfi ceriyle birlikte kullanıldığında ise yüz çevirmek, rağbet etmemek manasını kazanır. Zıt anlamlı kelimelerdendir.
وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ مِلَّةِ اِبْرٰه۪يمَ اِلَّا مَنْ سَفِهَ نَفْسَهُۜ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَاۚ
وَ istînâfiyyedir. Îstifham harfi مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَرْغَبُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. عَنْ مِلَّةِ car mecruru يَرْغَبُ fiiline müteallıktır. اِبْرٰه۪يمَ kelimesi muzâfun ileyh olup gayrı munsarif olduğu için esre almamıştır. اِلَّا hasr edatıdır. مَنْ kelimesi, يَرْغَبُ fiilindeki zamirden bedel olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası سَفِهَ نَفْسَهُۜ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اصْطَفَيْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فِي الدُّنْيَا car mecruru اصْطَفَيْنَا fiiline müteallıktır.
رَغِبَ فِي الشَّيْءِ رَغْبَةً [Bir şeye rağbet duydu.] anlamında, رَغِبَ عَنْهُ ise [Ondan hoşnutluk duymadı.] anlamındadır. Bunun tam tersi ise زَهَدَ فِي الشَّيْءِ ifadesinin [Bir şeyden kaçındı, ondan hoşnutluk duymadı] anlamına gelmesine karşılık زَهَدَ عَنْهُ ifadesinin [O şeyi sevdi, istedi.] anlamına gelmesidir. Ayette geçen millet kelimesi din ve yol anlamına gelir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
سَفِهَ نَفْسَهُ [Kendini bilmez] Sefeh ve sefihlik, cehalet ve akıl azlığı demektir. Yûnus b. Habîb şöyle demiştir: سَفِهَ fiili mef’ûlunu doğrudan alır, bir lehçedeki kullanımda ise fiilini dolaylı [yani harfi cer ile] alır. Buna göre anlamı “Kendisini sefihleştirerek” şeklindedir ki bu durumda kastedilenin “Kendisini helake sürükleyen” anlamı olduğu söylenmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
مَنْ سَفِهَ [Kendini bilmez] ifadesi ise يَرْغَبُ fiilinin zamirinden bedel olmak üzere ref mahallindedir. Bunun bedel olması sahihtir, çünkü مَنْ يَرْغَبُ عَنْ [Kim yüz çevirir] ifadesi olumlu değildir. Tıpkı هل جاءك أحد إلا زيد “Sana Zeyd’den başka biri geldi mi?” cümlesinde olduğu gibi. (Keşşâf)
وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ
وَ haliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru الصَّالِح۪ينَ ’ye müteallıktır. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مِنَ الصَّالِح۪ينَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri إنه معدود من الصالحين في الآخرة (Muhakkak ki o ahirette salihlerden sayılır) şeklindedir.
وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ مِلَّةِ اِبْرٰه۪يمَ اِلَّا مَنْ سَفِهَ نَفْسَهُۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi, bu ayette nefy manasındadır. اِلَّا ile مَنْ ‘in oluşturduğu kasr cümleyi tekid etmiştir.
Farklı manalardaki مَنْ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Soru inkâr ve kınama manasındadır. Yani sefihlerden başkası İbrahim'in dininden yüz çevirmez demektir. Cümle kâfirleri kınamak için söylenmiştir.
Bununla beraber istifham manasının kastedilmiş olması da caizdir. Bu durumda kinaye olur. İstifham manası caiz görülmezse istifhamın inkari manası mecaz kabilindendir. Yani istifham nefiy manasındadır. Burada açık olan mana kinaye kabilinden olmasıdır. Çünkü üstünlüğünü bilerek İbrahim’in as dininden yüzçevirmek imkansız ve kötü bir şeydir. (Âşûr)
سَفِهَ - نَفْسَهُۜ kelimeleri arasında cinas vardır. Böylece bu mana nefiste daha şiddetle yerleşir.
Ayetin başındaki مَنْ (kim) ismi yasaklama maksadıyla kınama yapmak için kullanılmış soru edatıdır. Anlamı ise şudur: “İbrahim’in dininden kendisini bilmezden başkası yüz çevirmez, ondan hoşnutsuzluk duymaz. Ayette geçen مِلَّةِ kelimesi din ve yol anlamına gelir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
مَنْ يَرْغَبُ عَنْ [Kim yüz çevirir] ifadesi, akıllılar arasında apaçık haktan -ki İbrahim’in dinidir- yüz çevirecek birinin bulunmasını inkâr etmekte ve uzak görmektedir.
وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَاۚ
وَ istînâfiyYe, لَ ise mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem cümlesinin hazfİ îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu cevap cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
فِي الدُّنْيَاۚ ibaresindeki فِي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِي harfi cerinde zarfiye manası vardır. الدُّنْيَاۚ içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Cami her ikisindeki mutlak irtibattır.
وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ
و ’la gelmiş hal cümlesidir. اِنَّ ve lam-I muzhalaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Car mecrur olan مِنَ الصَّالِح۪ينَ ’in mutallıkı olduğu haber mahzuftur.
Allah tarafından dünyada seçilerek şereflendirilen bir zatın, ahirette de şerefli bir mevkiye sahip olduğu aşikârdır. Bu sebeple bu cümle onun faziletini ve şerefini ortaya koyup teşvik için gelmiş, önceki cümleyi tekid eden hal cümlesi olarak, ıtnâb sanatıdır.
الدُّنْيَاۚ - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
İbrahim (as)ın ahirette de salihlerden olduğunu ifade eden cümle isim cümlesidir. Böylece onun salih olma vasfının ahirete mahsus olmadığı, dünyada da bu vasfa sahip olduğu ifade edilmiştir.
Cümle اِنَّ ve لَ harfleriyle tekid edilmiştir. Çünkü ahiretle ilgili gayb konularının tekid edilmesi daha güzel olur.
[O, ahirette salih kişilerdendir] cümlesi, اِنَّ ile tekit edilmiştir. Çünkü bu olay, ahirete ait gaip bir şeyden haber verdiği için tekide ihtiyaç duyulmuştur. Dünyanın durumu buna benzemez. O bilinmekte ve müşahede edilmektedir.(Safvetü't Tefâsir)
[Gerçek şu ki; dünyada onu (İbrahim’i) seçmiştik] ifadesi, onun dininden yüz çeviren kimsenin bu görüşünde hatalı olduğunu beyan etmektedir. Çünkü hem dünyada seçilmiş ve hayırlı olan, hem de hayırlılık üzere müstakim olduğu hususunda ahirette de hakkında şahitlik yapılan bir kişi olarak Allah katında iki dünyanın şerefini kendinde barındıran bir zat varken, tabi ki yoluna yönelip bağlanmaya ondan daha layık bir kimse olamaz. (Keşşâf)
Ayetin bu kısmı, Hz. İbrahim’in dininden dönenlerin yanlış görüşlerini açıklamak içindir. Çünkü her iki dünyanın kerametini ve ikramlarını bünyesinde toplamış olan bir zatın yoluna herkes rağbet eder, ona koşup gelir, ondan kaçıp uzaklaşmaz. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
İsim cümlesinin tercih edilmesinin sebebi, İbrâhîm'in (aleyhisselâm) salihlerden olma vasfının yalnız âhirete münhasır değil her iki cihanda da devam eden bir vasıf olduğunu vurgulamak içindir. (Ebüssuûd)
اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُٓ اَسْلِمْۙ قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُٓ اَسْلِمْۙ
Zaman zarfı اِذْ , önceki ayetteki اصْطَفَيْنَاهُ fiiline müteallıktır. قَالَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَهُ car mecruru قَالَ fiiline müteallıktır. رَبُّهُٓ kelimesi قَالَ fiilinin failidir. اَسْلِمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت dir.
قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Mekulü’l-kavli اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ cümlesidir. قَالَ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. اَسْلَمْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. لِرَبِّ car mecruru اَسْلَمْتُ fiiline müteallıktır. الْعَالَم۪ينَ lafzı رَبِّ lafzının muzâfun ileyhi olarak ي ile mecrurdur. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُٓ اَسْلِمْۙ
Önceki ayetin devamıdır. Muzâfun ileyh olan قَالَ cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır. Car mecrur لَهُ fail olan رَبُّ ’nun önüne geçmiştir. Bu takdim Rabbinin İbrahim as’a verdiği önemi vurgulamaktadır.
رَبُّهُٓ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ, kendi sözlerini hikaye etmektedir. Dolayısıyla Rab isminde tecrîd sanatı vardır.
Mekulü’l-kavl cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emrin cevabı olarak gelmiş müsbet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.
رَبِّ الْعَالَم۪ينَ izafetinde رَبِّ ismine muzâfun ileyh olan الْعَالَم۪ينَ şeref kazanmıştır. رَبِّ isminin önemine binaen tekrarlanmasında ıtnâb, cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَسْلِمْۙ - اَسْلَمْتُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayet-i kerimede dikkat çekmek için kullanılan iltifat sanatı vardır. Mütekellim zamirinden gaib zamire dönülmüştür. Bu iltifat, Rab ismi ve Rab isminin İbrahim'e izafesi; Allah'ın İbrahim'e son derece lütufkâr olduğunu ve onun terbiyesine özel bir itina gösterdiğini açıklar.
İman kalbin sıfatıdır. İslam ise uzuvların sıfatıdır. Hazret-i İbrahim Allah'ı daha önce kalbi ile tanımış, Allah da onu "Teslim ol (Müslüman ol)" sözü ile, uzuvların ve bedenin amelleri ile mükellef kılmıştır. (Fahtettin er-Razi)وَوَصّٰى بِهَٓا اِبْرٰه۪يمُ بَن۪يهِ وَيَعْقُوبُۜ يَا بَنِيَّ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدّ۪ينَ فَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَوَصَّىٰ | ve vasiyyet etti |
|
2 | بِهَا | bunu |
|
3 | إِبْرَاهِيمُ | İbrahim |
|
4 | بَنِيهِ | kendi oğullarına |
|
5 | وَيَعْقُوبُ | ve Ya’kub da |
|
6 | يَا بَنِيَّ | oğullarım |
|
7 | إِنَّ | şüphesiz |
|
8 | اللَّهَ | Allah |
|
9 | اصْطَفَىٰ | seçti |
|
10 | لَكُمُ | sizin için |
|
11 | الدِّينَ | bu dini |
|
12 | فَلَا |
|
|
13 | تَمُوتُنَّ | öyleyse ölmeyin |
|
14 | إِلَّا | başka (bir şekilde) |
|
15 | وَأَنْتُمْ | sizler |
|
16 | مُسْلِمُونَ | müslümanlar olmaktan |
|
Hz.İbrahim’den oğullarına da, torun Hz.Yakup’dan oğullarına da ulaşan aynı vasiyettir. ‘’Ancak Allah’a teslim olmuş kimseler olarak can verin”. 127. ayette Hz. İsmail’in adı geçmişti, beklenen burda İsrailoğulların soyunun geldiği Hz. İshak’ın anılmasıdır. Ancak Allah Hz. Yakub’u örnek veriyor. Hz.Yakub’un diğer adı İsrail idi. İsrailoğulları her ne kadar Hz.İbrahim’in torunları da olsalar, kendini bir babaya ait hissedeceklerse en yakın hissedecekleri Hz. Yakub’dur. (Nouman Ali Han Tefsir Notları)
وَوَصّٰى بِهَٓا اِبْرٰه۪يمُ بَن۪يهِ وَيَعْقُوبُۜ
وَ atıf harfidir. وَصّٰى mazi fiildir. بِهَٓا car mecruru وَصّٰى fiiline müteallıktır. اِبْرٰه۪يمُ kelimesi وَصّٰى fiilinin faildir. بَن۪يهِ mef’ûlun bihtir. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَعْقُوبُ kelimesi (ismi), اِبْرٰه۪يمُ ismine matuftur ve hüküm itibariyle onun hükmüne dahildir. Manası da: [Aynı şekilde Yakub da oğullarına tavsiyede (vasiyette) bulundu.] demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
يَا بَنِيَّ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدّ۪ينَ فَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَۜ
يَا nida, بَن۪ٓي münadadır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir. İzafetten dolayı نَ harfi hazfedilmiştir. Mütekellim ى ’sı muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.
Ayette “ölmeyin” nehyinin bir istisna ve “tekid nûnu” ile gelmesi, son nefesin müslüman olarak verilmesinin önemini çarpıcı bir şekilde öne çıkarmaktadır. (Keşşâf Tefsirinde Belagat Uygulamaları / İsmail Bayer)
بَن۪يهِ kelimesindeki çoğul نَ harfi, izafet tamlaması yüzünden hazfedilmiştir. Aynı durum يَا بَنِيَّ (oğullarım) ifadesinde de söz konusudur. Burada da çoğul ifade eden ى harfi ile nefs-i mütekellime işaret eden ى harfi bir araya geldiği için birleşmişler ve son ى harfi fetha olmuştur, çünkü bu, iki sakin harf birleşince zorunlu olarak ortaya çıkan bir harekedir. Böyle durumlarda en hafif hareke olan fetha seçilir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Nidanın cevabı اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدّ۪ينَ cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafzı اِنَّ ’nin ismidir. Haberi ise اصْطَفٰى fiilidir. Mazi fiildir. Sonuna takdir edilen fetha ile mebnidir. لَكُمُ car mecruru اصْطَفٰى fiiline müteallıktır. الدّ۪ينَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri إذا عرفتم هذا (Bunu tanıdığınız zaman) şeklindedir. لَا nehy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَمُوتُنَّ fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden نَ ‘u sakiledir.
Tekid نَ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
اِلَّا hasr edatıdır. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُسْلِمُونَ haberdir.
Bu ayeti kerimede de 127. ayette olduğu gibi faillerin arası açılmıştır.
وَوَصّٰى بِهَٓا اِبْرٰه۪يمُ بَن۪يهِ وَيَعْقُوبُۜ
و , istînâfiyyedir. Cümle mazi fiil formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. بِهَٓا önemine binaen faile takdim edilmiştir.
اِبْرٰه۪يمُ - يَعْقُوبُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَعْقُوبُۜ ismi اِبْرٰه۪يمُ ismine atıftır. Yani Yakup da aynı şekilde on iki oğluna bunu tavsiye etmiştir. Şâz kıraat olarak bu isim, mansub olarak okunmuştur ki bu durumda anlam, “İbrahim bunu oğullarına ve torunu Yakub’a vasiyet etti.” şeklinde olur. Nitekim Yakup dedesini görmüştür ve Hz. İbrahim hepsini vasiyetine dahil etmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Ayette "Övülen kişinin ve silsilesinin zorlamaksızın doğum sırasına uygun olarak zikredilmesidir" şeklinde tarif edilen ıttırad sanatı vardır.
Burada Yakub’un as İbrahim’e as atfedilmesinde idmac sanatı vardır. Maksad İsrailoğullarının ataları Yakub’un vasiyetinden yüz çevirmeleri gibi müşriklerin de babaları İbrahim’in dininden yüz çevirdiklerini hatırlatmaktır. (Âşûr)
يَا بَنِيَّ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدّ۪ينَ
Mahzuf قال fiilinin mekulü’l-kavli olan bu cümle, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün kemâl ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir. Müsnedin mazi fiil formunda gelmesi hükmü takviye ve hudûs ifade eder.
بَن۪ي kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
فَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَۜ
فَ sebeple müsebbebi bağlayan veya şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Cümle nehy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Hal vavı ile öncesine bağlanan isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nehiy harfi لَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, faille hali arasındadır.
[Ey oğullarım, Müslüman değilken asla ölmeyin] emri muhal, yani akla aykırıdır. Maksat hemen Müslüman olmalarıdır. Ayet-i kerimede maksat, muhatabı İslam’a sıkı sıkı yapışmaya ve ayrılmamaya teşviktir. Ölmekten nehyetmek değildir. Edebî ve dil zevkine sahip olanlar nehyin ifade ettiği başka manaları da keşfedebilirler.
اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ اِذْ قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪يۜ قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | كُنْتُمْ | siz |
|
3 | شُهَدَاءَ | şahit miydiniz |
|
4 | إِذْ | zaman |
|
5 | حَضَرَ | geldiği |
|
6 | يَعْقُوبَ | Ya’kub’a |
|
7 | الْمَوْتُ | ölüm hali |
|
8 | إِذْ | o zaman |
|
9 | قَالَ | (Ya’kub) dedi ki |
|
10 | لِبَنِيهِ | oğullarına |
|
11 | مَا | neye |
|
12 | تَعْبُدُونَ | kulluk edeceksiniz |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | بَعْدِي | benden sonra |
|
15 | قَالُوا | dediler ki |
|
16 | نَعْبُدُ | kulluk edeceğiz |
|
17 | إِلَٰهَكَ | senin tanrına |
|
18 | وَإِلَٰهَ | ve tanrısına |
|
19 | ابَائِكَ | ataların |
|
20 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim |
|
21 | وَإِسْمَاعِيلَ | ve İsma’il |
|
22 | وَإِسْحَاقَ | ve İshak’ın |
|
23 | إِلَٰهًا | Tanrı’sına |
|
24 | وَاحِدًا | tek |
|
25 | وَنَحْنُ | ve biz |
|
26 | لَهُ | O’na |
|
27 | مُسْلِمُونَ | teslim olanlarız |
|
اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ
Öncesine mahzuf bir cümle takdir edilmek sûretiyle, اَمْ edatı muttasıladır. Sanki şöyle denilmiş olmaktadır: Siz peygamberlerin Yahudi olduğunu mu iddia ediyorsunuz yoksa Ya‘kūb’a ölüm geldiğinde siz görgü tanığı mıydınız? Yani ilk atalarınız olan İsrailoğulları, Ya‘kūb’un evlatlarının tevhid inancı ve İslâm dini üzere olmasını isterken görgü tanığı idiler. Siz de bunu pekala biliyorsunuz, o halde, hangi gerekçe ile, son derece berî oldukları bir şeyi peygamberler hakkında iddia edebiliyorsunuz?
Veya ayetin başındaki اَمْ munkatı‘adır. Yani بَلْ ve hemze ’den oluşmakta; önceki haberden dönerek yeni bir duruma yönelmeyi ifade etmektedir. (Keşşaf)
كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ isim cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. شُهَدَٓاءَ ise كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur. فعلاء vezninden olduğu için gayrı munsariftir ve tenvin almamıştır. اِذْ zaman zarfı شُهَدَٓاءَ ’ye müteallıktır. حَضَرَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَعْقُوبَ mukaddem mef’ûlun bih olup gayrı munsarif olduğu için tenvin almamıştır. الْمَوْتُ fail olup lafzen merfûdur.
اِذْ قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪يۜ
اِذْ zaman zarfı, ilk geçen اِذْ ’den bedeldir. قَالَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِبَن۪ي car mecruru قَالَ fiiline müteallıktır. Mekulü’l kavl مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪ي cümlesidir. قَالَ fiilinin mef’ûlu olarak mahalllen mansubtur. İstifham ismi olan مَا mukaddem mef‘ûl olarak mahallen mansubtur. تَعْبُدُونَ fiili, نَ harfinin sübutuyla merfû muzari fiildir. مِنْ بَعْد۪ي car mecruru تَعْبُدُونَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا تَعْبُدُونَ [Neye, hangi şeye ibadet edeceksiniz?] ifadesindeki مَا genel anlamlı bir edattır. Bu bilindiğinde, مَا ile ْمنْ arasındaki fark da bilinir; âlimlerin; منْ, akıllılar için kullanılır” sözü delildir. Eğer منْ تَعْبُدُونَ denilseydi, [putlardan] sadece ilim sahiplerini kapsardı. مَا تَعْبُدُونَ sözüyle, “mabudun sıfatından sual edilmektedir” denilmesi de caizdir. (Keşşâf)
قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Mekulü’l kavl نَعْبُدُ اِلٰهَكَ cümlesidir. قَالُوا fiilinin mef’ûlu olarak mahalllen mansubtur. نَعْبُدُ merfû muzari fiildir. Fiilin faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. اِلٰهَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلٰهَ öncesine matuftur. اٰبَٓائِكَ muzâfun ileyhtir. اِبْرٰه۪ي kelimesi اٰبَٓائِكَ ’den bedeldir. اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ kelimeleri اِبْرٰه۪يمَ matuftur.
اِلٰهاً kelimesi اٰبَٓائِكَ ’den bedeldir. وَاحِداً ise اِلٰهاً ’in sıfatıdır.
Bu ayette اِلٰهَ isminin tekrarlanması, cer edatı yeniden zikredilmeksizin mecrur olan zamir üzerine atıf yapılması içindir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰق[İbrahim, İsmail ve İshak], öncesindeki اٰبَٓائِكَ [ataların] kelimesinin atf-ı beyânıdır. Aslında amcası olduğu halde Hazret-i İsmail’i de ataları arasında saymıştır. Çünkü aynı ipe -ki bu kardeşliktir- bağlı olmaları sebebiyle amca babadır, teyze de anne; aralarında bir fark yoktur. (Keşşaf)
وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Cümle نَعْبُدُ fiilinin failinden haldir. İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. İtiraziyye olması da caizdir. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru haber olan مُسْلِمُونَ ‘ye müteallıktır. مُسْلِمُونَ ‘nin ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ
اَمْ bu cümleyle, ….أتَدَّعون على الأنبياء أنهم يهود أم (Peygamberlerin yahudi olduğunu mu iddia ediyorsunuz) şeklinde takdir edilen bir cümle arasında muttasıldır. Bu durumda cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Tasavvurî olan istifham, gerçekte cevap beklenen bir soru olmayıp inkârî manaya geldiği için cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu sebeple istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
َْاَمْ edatının başındaki hemze o işin yadırgandığını gösterir.
َْاَمْ ya istifham ya da atıf harfi manasındadır. Bu harf atıf harflerinden او harfine benzer ve iki şekilde gelir. Muttasıl veya munkatı olabilir..
Muttasıl olan şöyle gelir: أَ زَيْدٌ عِنْدَكَ اَمْ عَمْرٌو (Yanında Zeyd mi var Amr mı var.) Yani ‘’ben, bu ikisinden birisinin senin yanında olduğunu biliyorum. Fakat şu mu, bu mu?” demektir.
Munkatı’ olana gelince, nahivciler bu harfin بل anlamına geldiğini söylemişlerdir. انها لابل ام شاة (O, muhakkak ki bir devedir... yok, yok koyun galiba!) dediğinde, sanki bu sözü söyleyenin gözü bazı nesnelere takılmış da, o onların deve olduğuna karar vermiş; bu zannı üzerine de onların deve olduğunu haber vermiş... Sonra, ona bir şüphe geldiği için, bu haberinden vazgeçmek ve onların koyun olup olmadığını sormak istemiştir. Önceki haberinden vazgeçmesi, بل harfinin ifade ettiği manadır. Onların koyun olup olmadığını sorması ise, istifham hemzesinin ifâde ettiği mânadır.
Bu ayetteki ام muttasıldır. Bunun izahı, bundan önce düşmüş olan bir ifade takdir etmektir. Burada sanki şöyle denilmektedir: تَدَّعُونَ عَلَى الْاَنْبِيَاءِ الْيَهُودِيَّةِ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ . Yani, “Sizin atalarınız olan daha önceki İsrailoğulları, Hz. Yakub, oğullarını İslâm milletine ve tevhîde davet ettiği zaman buna şahid olmuşlardı.. Bunu siz de biliyorsunuz.. Öyleyse size ne oluyor da, peygamberlere berî oldukları şeyleri isnad ediyorsunuz?..”(Fahrettin er-Razi)
شُهَدَٓاءَ kelimesi “hazır bulunan” anlamındaki شهيدَ kelimesinin çoğuludur. Yani, [Yakub’a ölüm gelip son nefesini verirken siz orada hazır bulunan görgü tanıkları değildiniz.] Hitap müminlere olup, “Siz buna tanık olmadınız. Bu konudaki bilginiz vahiy yoluyla gerçekleşti” denilmek istenmiştir. Hitabın Yahudilere olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)
حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ ibaresinde istiare vardır. Ölüm, geldiği ortamı etkisi altına alan canlı bir varlığa müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik yani cami, her ikisindeki etki kabiliyetidir. Ayetteki hakiki manadan mecazi manaya geçişin sebebi, ölümün insan hayatında en önemli an olduğunu ifade etmektir.
İstiare hakiki manaya hususi bir parlaklık katar. Böylece muhatabın hayal gücünün harekete geçmesi sağlanır. Bu zihnî hareket; şaşırtıcı olduğu ölçüde muhatabı etkisi altına alır.
…. حَضَرَ cümlesi zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. Cümle, müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl önemine binaen faile takdim edilmiştir.
شُهَدَٓاءَ - حَضَرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
‘Hani o vakit Yakub’a ölüm geldi’ cümlesinde, ölüm insana benzetilmiş, böylece daha etkili bir anlatım üslubu kullanılmıştır.
Ölüm; insana, sanki kapıyı çalan bir misafire benzetiliyor .. Bir misafir kapıyı çaldığında hemen kalkıp ortalığa bir çeki düzen verilir, evi hazır hale getirmeye çalışılır.
اِذْ قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪يۜ
Muzâfun ileyh olan قَالَ cümlesi, müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Hz. Yakub as oğullarına: ‘Benden sonra neye tapacaksınız’’ diye sormuştur. Esas olması gereken vasiyeti yapmıştır. Burada sorunun مَنْ yerine ما ile sorulması onlardan iyi bir cevap beklemediğinin göstergesidir. Kime tapacaksınız değil neye tapacaksınız demiştir. Bu çocuklar Yakup’un çocuklarıdır, Yusuf’a (as) yaptıklarından sonra tövbe edip iyi müslümanlar olarak Mısır’da yaşamışlardır. Ama Yakup (as) hâlâ onlardan emin değildir, çünkü hidayet ebeveynlik ilişkisiyle garanti altında değildir. Hidayeti ancak Allah verir.
قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ
Cümle beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl, şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyledir. Mekulü’l-kavl, müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
‘Atalarının ilahı’ dedikten sonra ataların İbrahim, İsmail ve İshak şeklinde sayılması hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Ayrıca اٰبَٓائِكَ lafzını takiben isimlerinin tek tek sayılmasında, cem’ maa’t-taksim sanatı vardır.
Cümlede önemine binaen üç defa geçen اِلٰهَ kelimesinde ıtnâb, cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِبْرٰه۪يمَ - اِسْمٰع۪يلَ - اِسْحٰقَ ve نَعْبُدُ - اِلٰهَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قَالُو- قَالَ ve تَعْبُدُونَ - نَعْبُدُ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Gelen cevap: “Senin ilahın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet edeceğiz” şeklindedir.
Oğullar hangi ilaha kulluk edeceklerini ifade ederken birçok peygamberin ilahını sayarak istiksâ, yani bir konuyu teferruatıyla ifade etmek sanatını kullanmışlardır. İstiksâ kelimesi, uzaklaşmak manasındaki قصو fiilinin türevidir. Yâ-Sîn/20 ve Kasas/20 de geçen şehrin uzağından koşarak gelen adam ifadesinde de aynı kelimenin türevi vardır.
اٰبَٓائِكَ (Babaların) kelimesi amca, baba ve dedeyi kapsar. Dede İbrahim (a.s.), amca İsmail (a.s.), baba ise İshak (a.s.)'dır. Burada tağlîb sanatı vardır. Bu sanat, fasih kelamda bilinen mecazlardandır. (Safvetü't Tefâsir)
وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Ayetin son cümlesi mekulü’l-kavl cümlesi olan نَعْبُدُ ya, وَ ’la atfedilmiştir. Veya نَعْبُدُ fiilinin failinden haldir. Müsbet isim cümlesi formunda, faide-i haber talebî kelamdır. Zamirinin Allah Teâlâ’ya ait olduğu لَهُ car mecruru, amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. “Biz sadece ve sadece Allah’a teslim olanlarız, başka hiçbir kimseye değil” anlamındadır.
Ebû Hayyân, bu ayette Allah'a boyun eğmenin (itaat etme) devamlı bir fiil olmasından dolayı ism-i failin sübût anlamına delalet ettiğini belirtmiştir. (Bahru’l-muhît fî’t-tefsîr)
تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تِلْكَ | onlar |
|
2 | أُمَّةٌ | bir ümmetti |
|
3 | قَدْ | elbette |
|
4 | خَلَتْ | gelip geçti |
|
5 | لَهَا | kendilerine |
|
6 | مَا | şeyler |
|
7 | كَسَبَتْ | onların kazandıkları |
|
8 | وَلَكُمْ | size aittir |
|
9 | مَا | şeyler |
|
10 | كَسَبْتُمْ | sizin kazandıklarınız |
|
11 | وَلَا |
|
|
12 | تُسْأَلُونَ | siz sorulmazsınız |
|
13 | عَمَّا | şeyden |
|
14 | كَانُوا | oldukları |
|
15 | يَعْمَلُونَ | onların yapıyor |
|
Herkes için sevap veya ceza olarak kendi yaptıklarının karşılığını görür. Kimse kimsenin yaptıklarından sorumlu değildir.
Onlar bir ümmetti, yaşayacaklarını yaşayıp, kazanacaklarını kazanıp gittiler. Bu kıssalar size yol göstermek içindir. Kendinizi değiştirin diye anlatılıyor size. Doğru dersleri çıkarın diye.
Allah bizi anlayıp öğrenenlerden ve öğrendikleri ile amel edip kazananlardan eylesin. (Nouman Ali Han Tefsir Notları)
Haleve خلو :
خَلَاء sözcüğü içinde ev, bina vs. türünden örtecek ve kapatacak hiçbir şey bulunmayan mekan demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 28 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri halvet, helâ, hâli ve tahliyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ
تِلْكَ işaret ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. Daha önce zikredilen ümmete işarettir, yani tamamı muvahhit olan Hazret-i İbrahim, Yakup ve onların evlatlarından oluşan ümmet. (Keşşâf)
ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. اُمَّةٌ haber olup lafzen merfûdur. قَدْ خَلَتْۚ cümlesi اُمَّةٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. خَلَتْ fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş bir elif üzerine mukadder fetha üzerine mebni mazi fiildir.
لَهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبَتْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ ifadesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبَتْ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
تِلْكَ işaret ismiyle, adı geçen ümmete işaret olunmaktadır ki bunlar da Hz. İbrahim (a.s) ile Yakup (a.s) ve bunların tek ilah inancına yani tevhid inancına bağlı olan zatlardır. İşte تِلْكَ kelimesiyle bunlara işaret edilmiştir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
وَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُسْـَٔلُونَ Meçhul muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûlu عَنْ harfi ceriyle birlikte تُسْـَٔلُونَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. كَانَ ’nin haberi olan يَعْمَلُونَ fiili mahallen mansubtur.
تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenlerin tazimini ifade eder. قَدْ ile tekid edilmiş fiil cümlesi olan اُمَّةٌ , خَلَتْۚ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Sıfat cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır. وَ ’la makabline tezayüf nedeniyle atfedilen وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ cümlesi, öncekiyle aynı üslupta gelmiş isim cümlesidir.
وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
وَ istînâfiyyedir. Cümle menfi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsm-i mevsûl olan مَّا ’nın sılası كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidai kelamdır. كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini canlı tutar.
[Onların yaptıklarından sorulmazsınız] cümlesi iyiliklerinden sevaplanmadığınız gibi kötülüklerinden de muaheze edilmezsiniz demektir. (Beyzâvî) Yani idmâc sanatı vardır.
Önceki ayette onların Müslüman oldukları ifade edilmiş, burada ise onların geçip gittikleri belirtilmiştir. Dolayısıyla adeta Hz. Peygamber aleyhisselam dönemindeki Yahudilere hitaben şöyle denilmiştir: ‘’Eğer onlar sizin dininize uydu ve hak dinden saptı iseler bu durum size bir fayda sağlamaz, çünkü onlar kendi amellerinin karşılığını alacak, siz de kendi amellerinizin karşılığını alacaksınız. Dolayısıyla siz hakka tabi olun, Muhammed aleyhisselamı tasdik edin, çünkü o hakka çağırmaktadır. Batıla uyanları taklit etmeyi bırakın.’’ (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Hz İbrahim ve İsmail yaptıkları işin hemen sonunda Rabbimiz bunu bizden kabul buyur diye dua etmişlerdir. Bize de adeta yaptığımız amel ve ibadetlerin sonunda dua etmeyi öğretmektedirler.
İşitme ve bilmenin kaynağı Allah’tır ve kemal derecede işiten ve bilen sadece O’dur. Bize de bu isimlerden bir nebze verilmiştir ama bizim gördüğümüz ve işittiğimiz şeyler, acaba görmediğimiz ve işitmediğimiz şeylerin kaçta kaçıdır? Bunu tahmin edebilmek için mikroskobik canlıları ve son derece gelişmiş teleskoplarla bile göremediğimiz gök cisimleri üzerinde düşünebiliriz.
Selamun Aleyküm Benliğim
Sen müslümansın. Allah’ın ‘teslim ol’ emrine itaat edensin. Hayatının her evresini, bu itaat üzerine yaşamaya çalışansın.
Başını dik tut. Ayağını yere sağlam basarak yürü. Müslümanlığın, her adımını atışından ve söylediğin her kelimenden okunsun.
Dinin İslam’dan, prensiplerinden ve onları temsil edenlerden olma çabasıyla yaşamaktan gurur duy. Duruşuna ve kararlılığına, yürüdüğün yolun her zerresi şahit olsun.
Günümüz ‘hoşgörü’ kavramı altında taviz vermek kolayına gelmesin. Bulunduğun herhangi bir şart altında, Allah rızası için en doğrusunu seçmeye çalış. Kaçırdığını düşündüğün dünyalık fırsatlara değil, Allah katında kazandıklarına odaklan. Kısa sürecek heves ve kalıcı olmayacağını bildiğin zevk için kaybedenlerden olma.
Hata yaptığında, kararsız kaldığında ve zorlandığın zamanlarda korkma. Çaresizliğine hapsolma. Yalnız değilsin. Geri adım atma. Mükemmel değilsin. Eğer hala nefes alıyorsan, değerlendirecek fırsatın var demektir. Şeytanın nefsine attığı vesveseleri ez ve geç. Kalbinin derinliklerinden gelen tekbir seslerine koş. “Alemlerin Rabbi, Sana teslim oldum” de.
Ey Allahım! Bizi de hz. İbrahim (as)’ın duasına kat. İslam’ı en güzel şekilde yaşayanlardan ve en hayırlı şekilde temsil edenlerden olmamızda yardımcımız ol. Bizi affet. Teslimiyetimizi kabul ve daim eyle.
***
Dünyadaki bütün sesler susturulsa, nefsiyle çekişen insanların sözleri işitilir. Bu çekişmeler mühimdir çünkü insanın gelişmesinde, hatalarını düzeltmesinde ve doğrularını çoğaltmasında yardımcıdır. Nefsini tanımayan ve kendisini eleştirmesini bilmeyen kişi, doğru yönde gelişmek için doğru sebeplere sahip değildir.
Nefsiyle tartışan bir genç, şöyle diyordu: İnsan etrafındaki anne, baba, çocuk, arkadaş, kardeş, yeğen, kuzen, çalışan, komşu ya da yeni nesil gibi çeşitli rollere sahiplerden; rollerini özen göstererek yani hoşgörülü, fedakar, anlayışlı, başarılı vb. şekilde oynamasını ister.
Kendi nefsine dönüp sorar: Sen sahip olduğun rolleri nasıl oynuyorsun?
Üzerindeki farklı rolleri, kendini yıpratarak oynayanlar vardır. Aradan yıllar geçer ve emeklerinin karşılığını almadığı düşüncesiyle şikayet eder. Belki de üzüntüsünün haklı tarafları vardır. Kişi ancak kendisini değiştirebileceği için yakınlarıyla zorluklar yaşayana, imtihan diyerek Allah’tan yardım dilemek düşer.
Bazen ise kalp nefsin yakasına yapışır ve şunu da sorar: Asıl kimin rızası ve sevgisi için çabaladın? Bu soruyu soran kalbin şunlardan haberi vardır:
Her şeyi Allah’tan istemesi gerektiği gibi yakınlarıyla olan ilişkilerinin tamirini ve hallerinin düzelmesini de Allah’tan istemelidir. Sözel dua ile beraber fiziksel olarak da dua etmelidir. Belki hayırlı evlatlar için önce kendi rollerindeki eksiklikleri tamamlamaya yönelir. Namaz kılan nesil için önce kendisine kul olarak çekidüzen verir, namaza olan sevgisine özen gösterir ve dışarıya yansıtır.
Allah rızasından çok dünyalık menfaatler için oynanan rollere, insanlar tarafından verilen kıymet ve karşılıklar, nefsin gözünü doyurmaz. Zira, o verdiği emekleri büyüttükçe büyütür. Halbuki, sırf Allah rızası için çabalayarak iyi bir eş, evlat, ebeveyn, komşu, arkadaş vb. olan kişi emekleri konusunda mütevazidir ve Allah katında hiçbir emeğinin karşılıksız kalmayacağı konusunda ferahtır.
Şüphesiz ki, kopuk ilişkiler ve adaletsiz oynanan roller, imtihan dünyasının bir parçasıdır. İnsanın elinden hiçbir şeyin gelmediği anlar çoktur. Bu sözler, bir başkasını -rolünden dolayı- suçlamak için değil, kişinin kendi nefsi içindir.
Ey Allahım! Bizi;
Bizden öncekiler ve büyüklerimiz için hayırlı nesillerden,
Sana kul olmayı ve Senin rızan için yaşamayı sevenlerden,
İslam ile şereflenmenin kıymetini bilenlerden,
Sahip olduğumuz her rolün hakkını vermeye çalışanlardan ve etrafına güzel örnek olanlardan,
Sana hakkıyla teslim olanlardan ve teslim olan nesiller yetiştirenlerden eyle.
Amin.