22 Mart 2024
Bakara Sûresi 135-141 (20. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 135. Ayet

وَقَالُوا كُونُوا هُوداً اَوْ نَصَارٰى تَهْتَدُواۜ قُلْ بَلْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  ...


(Yahudiler) “Yahudi olun ve (Hıristiyanlar da) "Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” dediler. De ki: “Hayır, hakka yönelen İbrahim’in dinine uyarız. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ق و ل
2 كُونُوا olun ki ك و ن
3 هُودًا Yahudi ه و د
4 أَوْ veya
5 نَصَارَىٰ hıristiyan ن ص ر
6 تَهْتَدُوا doğru yolu bulasınız ه د ي
7 قُلْ de ki ق و ل
8 بَلْ bilakis (uyarız)
9 مِلَّةَ milletine (dinine) م ل ل
10 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
11 حَنِيفًا hanif ح ن ف
12 وَمَا
13 كَانَ O değildi ك و ن
14 مِنَ
15 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanlardan ش ر ك

وَقَالُوا كُونُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰى تَهْتَدُواۜ

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Mekulü’l-kavl كُونُوا  هُودًا ’dür. كُونُوا emir fiildir.  كَانَ ’nin ismi çoğul و ’ı, haberi ise هُودًا ‘dir.

اَوْ atıf harfidir. نَصَارٰى kelimesi هُودًا ’e matuftur. تَهْتَدُوا fiili talebin cevabı olarak نَ’un hazfiyle meczum muzari fiildir.  

 

 قُلْ بَلْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. بَلْ idrab harfidir. مِلَّةَ mahzuf fiilin mef’ûlun bihidir. Takdiri تتبع (tabi ol) şeklindedir. اِبْرٰه۪يمَ muzâfun ileyh olup gayrı munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. حَن۪يفًا kelimesi اِبْرٰه۪يمَ ’in hali olarak fetha ile mansubtur. حَن۪يفًا sıfat-ı müşebbehedir. 

 

 وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

 

وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir هو zamiridir. مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. مُشْرِك۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

وَقَالُوا كُونُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰى تَهْتَدُواۜ


و istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. تَهْتَدُواۜ cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri إن تكونوا هودا تهتدوا (Yahudi olursanız hidayete erersiniz) olabilir. Mahzuf olan şart cümlesi nedeniyle cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

هُودًا اَوْ نَصَارٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

هُودًا - تَهْتَدُوا kelimeleri arasında ise cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Yahudi ya da Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız, dediler.] Yani Yahudiler Müslümanlara dediler ki: “ Yahudi olun ki doğru yolu bulasınız.” Hıristiyanlar da Müslümanlara dediler ki: “Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız.” Yoksa bu ifade her iki grubun bir araya gelip de her iki dine birlikte davet ettiklerini kastetmiş değildir.  (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr, Safvetü't Tefâsir) 


قُلْ بَلْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ


Fasılla gelen cümle müstenefedir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. بَلْ idrab ve ibtidaiyyedir. Mekulü’l-kavl cümlesinde îcâz-ı hazif vardır. مِلَّةَ kelimesi takdiri تتبع (Tabi ol) olan fiilin mef’ûlüdür. Hal olan حَن۪يفًاۜ sıfatı müşebbehe kalıbında gelerek  sübût yani devamlılık ve süreklilik  ifade etmiştir. Hal, cümlenin anlamını kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

[De ki: Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim’in dinine uyarız.] Yani, “De ki Ey Muhammed! Biz sizin dediğiniz gibi olmayız, aksine İbrahim’in dinine uyarız. Burada “uyarız” ifadesi, önceki ifadelerin açıkça delaletinden dolayı gizlenmiştir. Çünkü [Yahudi ya da Hristiyan olun] ifadesi “Yahudilik ve Hristiyanlığa uyun” anlamına gelir ve [Hayır!] ifadesi de bunun reddi, aksinin ispatı demektir. Bir görüşe göre bunun manası, “Hayır, biz (…) oluruz” şeklindedir, çünkü öncesinde “olunuz” ifadesi yer almaktadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 


وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ


و atıf veya istinafiyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi menfi sıygada, faide-i haber ibtidâî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ’nin müteallakı olan haber mahzuftur. 

ما كان ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir, 3/79)

الْمُشْرِك۪ينَ - حَن۪يفًا ve تَهْتَدُواۜ - مُشْرِك۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

[Müşriklerden değildi] cümlesindeki anlamda, yahudi ve hristiyanların müşrik kabul edildiği manası gizlidir. Bu üslup idmâc sanatıdır.

[O, Müşriklerden de değildi] sözünde Ehl-i Kitab ’a ve başkalarına laf dokundurma vardır. Çünkü her ikisi de şirk üzere bulunduğu halde Hz. İbrahim’e uyduğunu iddia ediyorlardı. (Keşşâf)

Onlar Tevrat’a veya Musa Peygambere değil, kendi kavimlerine çağırıyorlar. Buna karşılık Efendimiz'in hanif olan İbrahim'in (as) dinine çağırması emredilmektedir. ‘O müşriklerden değildi’ buyurulmuştur. Demek ki onlar aslında şirke çağırıyorlar. Mefhumu muhalif (Fıkıh usulü): Burada siz müşriksiniz denmiyor ama ifade sonucunda bu anlaşılıyor.

حَنيف : Şaşkınlıktan kurtulup doğruya dönmek demektir. Haniflik müşrik olmanın zıddı olarak gelmiştir. Arapçadaki harflerle ilgili enteresan özelliklerden biri de başında حن bulunan fiillerde şeklen veya sonuç itibariyle meyl, yumuşaklık, şefkat bulunmasıdır.

حنف : Meyletti.

حنث : Yemini bozdu.

حنق : Kırıldı.

حنو : Şefkat gösterdi. (Sâfî, İrabu-l Kur'ân)

Bakara Sûresi 136. Ayet

قُولُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَمَٓا اُو۫تِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۚ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ  ...


Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُولُوا deyin ق و ل
2 امَنَّا inandık ا م ن
3 بِاللَّهِ Allah’a
4 وَمَا ve şeye
5 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
6 إِلَيْنَا bize
7 وَمَا ve şeye
8 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
9 إِلَىٰ
10 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’e
11 وَإِسْمَاعِيلَ ve İsma’il’e
12 وَإِسْحَاقَ ve İshak’a
13 وَيَعْقُوبَ ve Ya’kub’a
14 وَالْأَسْبَاطِ ve torunlarına س ب ط
15 وَمَا ve şeye
16 أُوتِيَ verilen ا ت ي
17 مُوسَىٰ Musa’ya
18 وَعِيسَىٰ ve Îsa’ya
19 وَمَا ve şeye
20 أُوتِيَ verilen ا ت ي
21 النَّبِيُّونَ peygamberlere ن ب ا
22 مِنْ -nden
23 رَبِّهِمْ rableri- ر ب ب
24 لَا
25 نُفَرِّقُ ayırım yapmayız ف ر ق
26 بَيْنَ arasında ب ي ن
27 أَحَدٍ hiçbiri ا ح د
28 مِنْهُمْ onların
29 وَنَحْنُ ve biz
30 لَهُ O’na
31 مُسْلِمُونَ teslim olanlarız س ل م

Önceki ayette Yahudi ve Hristiyanların her biri insanları kendi dinine davet ederken burada Müslümanlara insanları bütün peygamberlere indirilen ortak vahye çağırmaları emredilmektedir.

‘İman ediniz’ değil de ‘iman ettik deyiniz’ buyurulması, iman konusunda kalp ile tasdikin yanında dil ile ikrarın da gerekliliğini göstermektedir.

   Rabbe ربّ :

  رَبَّ Bir şeyi kemâle ulaştırmak ve noksanlıklarını temizleyerek ve güzelleştirerek gidermek demektir. Bu; zâtî, ârizî, îtikadî, örfî, amelî, edebî, ilim yönlerinden olabilir. İnsan, hayvan ve bitki için de kullanılır.

  Kur’ân’daki ma’nâları:
Yaratıcı
Kendini Rabbi’ne adamış kişi
Üvey kız
Sâhip, efendi, idâreci'dir.

 Rab kelimesi mârife olarak er-Rab şeklinde sâdece Allah hakkında kullanılır.

  Bu isim Rasûlullah’ın (sav) sâhipsiz olmadığını hatırlatırken, diğer taraftan da kul olduğunu ona ve ümmetine vurgulamaktadır.

  Bu kelime içindeki şeddeli harften dolayı ve masdar olduğu hâlde ismi fâil ma’nâsında kullanıldığı için iki yönden mübâlağa ifâde eder.

 Rab kelimesi başka bir isme izafe edildiğinde hem Yüce Allah için hem de başkası için kullanılır. 
 (Müfredat-Tahqiq-Kur'an-ı Kerim'de Çok Anlamlılık) 

  Kuran’ı Kerim’de dört farklı isim türevinde 980 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri Rab, erbab ve Rabbâni'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قُولُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ 


Fiil cümlesidir. قُولُٓوا emir fiildir. Mekulü’l-kavl اٰمَنَّا بِاللّٰهِ ’dır. Aynı zamanda cümlenin mef’ûlün bihi olup mahallen mansubtur. اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنَّا fiiline müteallıktır. 

وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا lafza-i celâle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ اِلَيْنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

اِلَيْنَا car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. وَمَٓا اُنْزِلَ اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ ifadesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ kelimeleri اِبْرٰه۪يمَ ’e matuftur.

Ayette geçen اُنْزِلَ  kelimesi hem اِلٰٓى cer edatı ile hem عَلَى cer edatıyla müteaddi (geçişli) hale gelir, işte bu bakımdan burada yani Bakara Suresinin bu ayetinde اِلٰٓى  ile müteaddi olmuşken, Al-i İmran Suresi, 84. ayetinde ise عَلَى cer edatı ile müteaddi olmuştur. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)


وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَمَٓا اُو۫تِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۚ 

 

وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تِيَ مُوسٰى ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. اُو۫تِيَ meçhul mazi fiildir. مُوسٰى naib-i faildir. Maksur isim olduğu için takdiren merfûdur. ع۪يسٰى kelimesi مُوسٰى ’ya matuftur. 

مَٓا اُو۫تِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۚ cümlesi وَ ’la öncesine atfedilmiştir. اُو۫تِيَ meçhul mazi fiildir. النَّبِيُّونَ naibu faildir. مِنْ رَبِّ car mecruru اُو۫تِيَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نُفَرِّقُ ; merfû muzari fiildir. Fiilin faili müstetir olup takdiri نحن dur. بَيْنَ mekân zarfı نُفَرِّقُ fiiline müteallıktır. اَحَدٍ muzâfun ileyhtir. مِنْهُمْ car mecruru اَحَدٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru مُسْلِمُونَ ’ye müteallıktır. مُسْلِمُونَ haberdir. Merfû alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. 

قُولُوۤا۟ ءَامَنَّا بِٱللَّهِ وَمَاۤ أُنزِلَ إِلَیۡنَا وَمَاۤ أُنزِلَ إِلَىٰۤ إِبۡرَ ٰ⁠هِـۧمَ وَإِسۡمَـٰعِیلَ وَإِسۡحَـٰقَ وَیَعۡقُوبَ وَٱلۡأَسۡبَاطِ  وَمَاۤ أُوتِیَ مُوسَىٰ وَعِیسَىٰ وَمَاۤ أُوتِیَ ٱلنَّبِیُّونَ مِن رَّبِّهِمۡ

 

Ayet müstenefe cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Allah’a imandan sonra مَاۤ أُنزِلَ [indirilene iman] sıralamasında önemli olan takdim edilmiştir. Aynı durum مَاۤ أُنزِلَ إِلَیۡنَا [bize indirilen] ibaresi için de geçerlidir.

Bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlara şeklindeki sıralamada derecelendirme söz konusudur. Bu istidrac sanatıdır.

قُولُوۤا۟ [Deyiniz] emri müminlere hitaptır; ancak kâfirlere yönelik olması da caizdir. Buna göre, “hak üzere olabilmek için şöyle şöyle deyiniz; aksi takdirde batıl üzere kalırsınız” anlamını ifade eder. (Keşşâf) 

İbrahim, İsmail,  İshak, Yakup  ve torunları daha sonra Musa ve İsa (as) tarih sırasına göre zikredilmişlerdir. Bu üslup, ıttırad sanatıdır.

إِبۡرَ ٰ⁠هِـۧمَ - إِسۡمَـٰعِیلَ - إِسۡحَـٰقَ - یَعۡقُوبَ - مُوسَىٰ- عِیسَىٰ ve ٱللَّهِ - رَّبِّ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

أُنزِلَ - أُوتِیَ - مَاۤ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

أُوتِیَ ٱلنَّبِیُّونَ مِن رَّبِّهِمۡ cümlesi, umumun hususa atfı babında ıtnâb sanatıdır.

Ayette birbirine matuf olarak gelen ism-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.


 لَا نُفَرِّقُ بَیۡنَ أَحَد مِّنۡهُمۡ


Cümle hal olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hal cümlesinin و ’sız gelmesi, hâl-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır. Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği zaman mesela,  هذا اخوك عطوف (Bu, çok şefkatli kardeşindir) cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman و ‘sız gelir.

Hal, müekkede olduğunda cümlenin manası onsuz anlaşıldığı gibi cümlenin anlamını tekid etmek amacını güder. Hâl-i müekked, kendisinden önceki fiille lafzen farklı olmakla beraber manen aynı olabileceği gibi lafzen ve manen de aynı olabilir.

Buradaki ٍ أَحَدࣲ kelimesi, cemaat anlamında olduğundan, önüne َ بَیۡنَ [arasında] kelimesi gelebilmiştir. (Keşşâf)

أَحَدࣲ ‘deki tenvin umum içindir. Nefy siyakta nekre, umum ifade eder.

Burada muhtemelen bir kısaltma ifadesi vardır ve kastedilen: “hiçbiri ile bir diğeri arasında iman konusunda fark gözetmeksizin” -ki böyle yaparsak tıpkı Yahudiler ve Hristiyanlar gibi peygamberlerin sadece bazılarına iman etmiş oluruz- manasıdır. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Biz bu peygamberlerin dinin aslı konusunda farklı olduklarını söylemeyiz. Aksine şeriatları farklı da olsa hepsinin dininin tevhid ve itaate dayandığını söyleriz. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

[Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız] Yahudiler gibi; bir kısmına iman eder, bir kısmını inkâr eder değiliz.  أَحَدٍ lafzı nefy siyakında olduğundan geneldir, َ بَیۡنَ'nin ona muzâf olması caiz olmuştur. (Beyzâvî)


 وَنَحۡنُ لَهُۥ مُسۡلِمُونَ


Ayetin son cümlesi و ile öncesine atfedilmiştir. Veya نُفَرِّقُ fiilinin failinden haldir. Müsbet isim cümlesi formunda, faide-i haber talebî kelamdır. Zamirinin Allah Teâlâya ait olduğu  لَهُ  car mecruru amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. “Biz sadece ve sadece Allah’a teslim olanlarız, başka hiçbir kimseye değil” anlamındadır.

 مُسۡلِمُونَ - ءَامَنَّا  ve  ٱللَّهِ - رَّبِّ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bakara Sûresi 137. Ayet

فَاِنْ اٰمَنُوا بِمِثْلِ مَٓا اٰمَنْتُمْ بِه۪ فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍۚ فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ  ...


Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah, onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنْ eğer
2 امَنُوا iman ederlerse ا م ن
3 بِمِثْلِ gibi م ث ل
4 مَا
5 امَنْتُمْ sizin iman ettiğiniz ا م ن
6 بِهِ ona
7 فَقَدِ elbette
8 اهْتَدَوْا doğru yolu bulmuş olurlar ه د ي
9 وَإِنْ eğer
10 تَوَلَّوْا dönerlerse و ل ي
11 فَإِنَّمَا mutlaka
12 هُمْ onlar
13 فِي içine
14 شِقَاقٍ anlaşmazlık (düşerler) ش ق ق
15 فَسَيَكْفِيكَهُمُ onlara karşı sana yeter ك ف ي
16 اللَّهُ Allah
17 وَهُوَ ve O
18 السَّمِيعُ işitendir س م ع
19 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م

  Şıkqaq kelimesinin kökü şaqqa olup bir şeyde meydana gelen yarık demektir. Nefiste ve bedende meydana gelen eziyete, zahmete meşakkat denir.

  Şıqaq ayrılma, yarılma, muhalefet düşme, arkadaşının olduğu yerden başka bir tarafta olma demektir.

  Şakak bir şeyin iki yarısı demek olup Türkçe’ye de geçmiştir.

  Yine seçenek manasındaki şık da bu köktendir.

  Ayette, 136. ayette sayılan Peygamberlere ve onların gönderdiklerine iman etmeyen kimselerin ayrılık içerisinde olduğu söylenmektedir.

فَاِنْ اٰمَنُوا بِمِثْلِ مَٓا اٰمَنْتُمْ بِه۪ فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ 

 

فَ istînafiyyedir. اِنْ iki muzariyi cezm eden şart harfidir. اٰمَنُوا şart fiilidir. بِمِثْلِ car mecruru اٰمَنُوا fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنْتُمْ بِه۪ ’dır. Buradaki بِ harfi ise tıpkı “Allah’ın şahitliği kâfidir.” [en-Nisâ 4/79] ayetinde olduğu gibi zaiddir.

 فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدِ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. Şartın cevabı اهْتَدَوْا ‘dır. اهْتَدَوْا fiili sonundaki mahzuf elif üzerine takdir edilen damme ile mebnidir. 

وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍۚ

 

وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzariyi cezm eden şart harfidir. تَوَلَّوْا şart fiilidir. Fiil sonundaki mahzuf elif üzerine takdir edilen damme ile mebnidir. فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Şartın cevabı فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍ ’dır. 

اِنَّمَا  kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki ma i kâffeden kasıt ise, اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.

Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي شِقَاقٍ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. 

 

 فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُۚ 

 

Cümle mukadder şartın cevabıdır. Takdiri إن أرادوا الكيد لك فسيكفيكهم الله (Eğer sana tuzak kurmak isterlerse Allah sana kafi gelecektir) şeklindedir. فَ istînâfiyyedir. سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يَكْف۪ي muzari fiili ي harfine takdir edilen damme ile ref olmuştur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Muttasıl zamir هُمُ ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ fail olup lafzen merfûdur. 

 فَسَيَكْف۪يكَهُمُ [sana yetecektir] fiilindeki سَ , bir zamana kadar gecikse de ayetin haber verdiği gerçeğin mutlaka meydana geleceğini bildirmek içindir. (Keşşâf)

فَسَيَكْفِيكَهُم ; Kur'an'daki en uzun kelimedir. Bu uzunluk harf sayısı değil, içerdiği kelime açısındandır.   فَ - سَ - يَكْفِي - كَ - هُم zikredilmiştir.


وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. السَّم۪يعُ haberdir. الْعَل۪يمُۜ ise ikinci haberdir. 

فَاِنْ اٰمَنُوا بِمِثْلِ مَٓا اٰمَنْتُمْ بِه۪ فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ 

 

Ayete dahil olan فَ istînâfiyyedir. İlk cümle şart üslubunda haberî isnaddır. اٰمَنُوا şart fiilidir. Şart cümlesi, faidei haber ibtidaî kelamdır. بِمِثْلِ ’deki بِ harfinin zaid olduğu da söylenmiştir. 

Cevap cümlesi olan فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ tahkik harfi قَدِ ile tekid edilmiştir. Müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

اٰمَنُوا- اٰمَنْتُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اٰمَنْتُمْ - هْتَدَوْاۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بِمِثْلِ 'deki بِ 'nin tadiye için değil de alet için olduğu da söylenmiştir. Mana da şöyle olur: imanı sizin yolunuz gibi hakka götürecek bir yolla elde etmeye çalışırlarsa... Çünkü maksadın birliği yolların çeşitli olmasına mani değildir. Ya da بِ tekit için zaiddir. (Beyzâvî)

Onların iman etmesi müminlerin iman etmesi gibi olursa hidayete erecekleri söylenmiştir. Burada bir teşbih vardır. اهْتَدَوْاۚ  fiili, iftiâl babından dolayı zorluk ve yavaş yavaş olma manası taşır. Yani hidayete ermek birdenbire olmaz.

Bir görüşe göre “Eğer onlar sizin iman ettiklerinizin aynısına iman ederlerse” ifadesi “Sizin iman ettiğiniz gibi” anlamındadır. Buna göre مَا harfi, fiil ile birlikte masdar olarak kullanılmıştır ki bu durumda ifadenin takdiri “Sizin imanınız gibi iman ederlerse” şeklinde olur. 

وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍۚ

 

Cümle temasül sebebiyle öncesine و ’la atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Haber manalıdır. Şart cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi olan فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍۚ kasrla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.  هُمْ mübteda, ف۪ي شِقَاقٍۚ  car mecrurunun müteallakı mahzuf haberdir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Mübtedanın maksur haberin maksurun aleyh olduğu kasr, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. 

Şart ve cevap cümlelerinde oluşan terkip faide-i haber, inkarî kelamdır.

اِنَّمَا  ile kasr uslubu muhatabın bildiği konularda gelir.

Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. Bu tür Arapça ibarelerin Türkçeye tercümesinde “ancak” ifadesinin cümlenin son unsuruna dahil edilmesi gerekir. https://islamansiklopedisi.org

تَوَلَّوْا  kelimesinde gerilmek, gazaplanmak ve reddetmek manaları da vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhân/14, S. 68.)

شِقَاقٍ ’daki tenvin, kesret ve tahkir ifade eder.

Onlar bunun hak değil batıl olduğuna inanıyorlardı. Onların red ve dalalette ısrarlarına işâret için اِنْ gelmiştir. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

تَوَلَّوْا arkasını dönmek demektir ama gazap, reddetmek ve gerginlik söz konusudur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhân/14, S. 68)

شِقَاقٍۚ kelimesinde de çekişme, gazaplanma, muhalefet ve tahrik manaları vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 2, Fussilet/52, S. 244)


 فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُ

 

فَ takip ifade eden atıf harfidir. Onların şikaklarını takiben Allah’ın kifayetinin geleceğini hissettirir. 

سَ harfi vaid ve vaad siyakında tekid ifade eder. Cümle faide-i haber talebî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle gelmesinde hem müminlerin hem de kâfirlerin kalbine heybet hissettirme söz konusudur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. (Allah onlara karşı seni korur.) Bunda îcâz olduğu açıktır. (Allah, onların şerrinden seni koruyacak)  demektir. Fiilin başına سوف  değil de سَ harfinin getirilmesi, Rasulullah (s.a.v.) onlara, yakın bir zamanda galip geleceğini gösterir. (Safvetü't Tefâsir)

 وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ


و istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. السَّم۪يعُ  birinci haber,  الْعَل۪يمُۜ  ikinci haberdir. Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

O semî’ ve alîmdir. Bu isimler onların “Yahudi olun” gibi bütün konuşmalarını Allah'ın işittiğine ve bildiğine vurgudur.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında vav olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُۜ sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.  

Sıfat-ı müşebbehe sübut (devamlılık ve süreklilik) ifade eder. (Fahreddin er- Râzî)

السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ Bu iki kelime mübalağa sıygalarındandır. Manası: Al­lah'ın işitmesi ve bilgisi herşeyi kuşatmıştır, demektir. (Safvetü't Tefâsir)

Ayet, Allah’u Teâlâ'nın iki sıfatının zikriyle şöyle bitmiştir: وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ [O, hakkıyla işitici, kemâliyle bilicidir] Burada Allah Teâlâ'nın  السَّمِيعُ الْعَلِيمُ  sıfatları zikredilmiştir. Bunun sebebi, ayet-i kerimede işitilecek ve bilinecek şeylerini zikredilmiş olmasıdır. İnatlaşma ve muhalefet içinde olanlar söz ya da eylemle müdahalede bulunuyorlardı.  Dolayısıyla ayet bu iki yüce sıfatla sona ermiştir. 

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ'dan başka hiçbir varlık yoktur. (Sâmerrâî Alâ Tarîki’t Tefsîri’l Beyânî)  

Bakara Sûresi 138. Ayet

صِبْغَةَ اللّٰهِۚ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ صِبْغَةًۘ وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ  ...


“Biz, Allah’ın boyasıyla boyanmışızdır. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir? Biz ona ibadet edenleriz” (deyin).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 صِبْغَةَ boyası (ile boyan) ص ب غ
2 اللَّهِ Allah’ın
3 وَمَنْ ve kimdir
4 أَحْسَنُ daha güzeli ح س ن
5 مِنَ -’tan
6 اللَّهِ Allah-
7 صِبْغَةً boyası ص ب غ
8 وَنَحْنُ ve biz ancak
9 لَهُ O’na
10 عَابِدُونَ kulluk ederiz ع ب د

صِبْغَةَ اللّٰهِۚ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ صِبْغَةًۘ 


صِبْغَةَ اللّٰهِ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri صبغنا الله صبغة (Allah bizi bir boyayla boyadı) şeklindedir. Veya mahzuf fiilin mef’ûludür. Takdiri نتبع صبغة الله (Allah’ın boyasına tabi oluruz) şeklindedir. الله lafza-i celâli muzâfun ileyhtir. Cer alameti kesradır. 

وَ itiraziyyedir. Atıf olması da caizdir. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَحْسَنُ haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır. مِنَ اللّٰهِ car mecrurunun müteallakı  اَحْسَنُ ’dur. صِبْغَةًۘ  temyizdir. 

وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُ  car mecrurunun müteallakı  عَابِدُونَ ’dir. عَابِدُونَ  haberdir. Merfû alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. 

Âbid, kulluğun gereğine göre hareket ederek Allah’ın rızası için çalışandır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

صِبْغَةَ اللّٰهِۚ 


Fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. صِبْغَةَ mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı veya mahzuf fiilin mef’ûlüdür.

صِبْغَةَ اللّٰهِۚ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan صِبْغَةَ şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهِۚ isminde tecrîd sanatı vardır.

Ayette tasrîhî istiare vardır. صِبْغَةَ اللّٰهِۚ [Allah'ın boyası] müşebbehu bihtir (müstearun minh). Din ise müşebbehtir (müstearun leh). Câmi’; eserin gözükmesidir. Ayetin devamında müşebbehu bihle ilgili ifadeler vardır. Dolayısıyla istiare-i muraşşahadır. 

İman demek olan boyanın Allah'a izafe edilmesi imana şeref kazandırmak içindir. (Ebüssuûd Tefsiri)

Burada صِبْغَةَ اللّٰهِۚ [Allah’ın boyası] tabiri 136. ayetteki اٰمَنَّا بِاللّٰهِ [Allah’a iman ettik] sözüne mukabil olarak müşâkele olmuştur. “Allah’ın temizlemesi” manasındadır. Çünkü iman, iman edenlerin nefsini temizler. Hristiyanlar doğan çocuklarını sarı bir suyla yıkayıp böylece hakiki Hristiyan olduklarını söylüyorlardı. Bu ayette Allahu Teâlâ Müslümanlara “Bizi Allah iman boyasıyla boyadı, biz sizin boyanızla boyanmayız” demelerini buyurmuştur. Boya kelimesi, refâkatinde lâfzen değil, takdîren geçmiştir. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedii İlmi)

Hristiyanlar çocuğun günahkar doğduğuna inanıyorlar ve onu vaftiz ederek temizliyorlar. Biz Müslümanlara göre ise insan günahsız doğuyor. Burada bu inanca bir îma vardır. Allah’ın insana verdiği fıtrat asıl ruhani renktir. Müslüman olmak başka bir boya ile boyanmak değil, başka boyaları atıp öze dönmektir.

Boya bezi, kumaşı kirden lekeden temizleyip güzel renklerle süslediği ve beğeni kazandırdığı gibi, vasıflı bir iman da müminleri küfrün kirlerinden temizler, güzellikleri ile süsler ve kalplerini nurlandırır. (Kitap: Fıtrat Pedagojisi)

 

وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ صِبْغَةًۘ 

 

و itiraziyyedir. İtiraz, kelamın ortasında veya bir manada birleşen iki kelamın arasında, îrabtan mahalli olmayan bir veya birkaç cümlenin - herhangi bir vehmi defetme gayesi gütmeden- bir nükteden ve faydadan ötürü zikredilmesidir. İtiraz cümleleri  tenzih, tazim, dua, tenbîh, teberrük, takrir, tasrih gibi  çeşitli gayelere binaen yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına karşın cümle soru kastı taşımamaktadır. Cümlenin asıl anlamı meydan okuma ve takrirdir. Bu nedenle terkip, mecâz-ı mürsel mürekkeptir.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle soruda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır. 

صِبْغَةَ - اللّٰهِۚ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

صِبْغَةًۘ  temyiz olarak ıtnâbtır. Ayrıca bu kelimede irsâd sanatı vardır.

وَلَّنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ


Ayetin son cümlesi و ’la gelmiş hal cümlesidir. İsim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. 136. ayetin fasılasıyla aynı üsluptadır. İki cümle arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Zamirinin Allah Teâlâ’ya ait olduğu لَهُ car mecruru, amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. “Biz sadece ve sadece Allah’a kulluk ederiz, başka hiçbir kimseye değil” anlamındadır.

Bakara Sûresi 139. Ayet

قُلْ اَتُحَٓاجُّونَنَا فِي اللّٰهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۚ وَلَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۚ وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَۙ  ...


Onlara de ki: “Allah hakkında mı bizimle tartışıp duruyorsunuz? Hâlbuki O, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size aittir. Biz O’na gönülden bağlanmış kimseleriz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ söyle (onlara) ق و ل
2 أَتُحَاجُّونَنَا bizimle tartışıyor musunuz? ح ج ج
3 فِي hakkında
4 اللَّهِ Allah
5 وَهُوَ O iken
6 رَبُّنَا bizim de Rabbimiz ر ب ب
7 وَرَبُّكُمْ sizin de Rabbiniz ر ب ب
8 وَلَنَا bizimdir
9 أَعْمَالُنَا bizim yaptıklarımız ع م ل
10 وَلَكُمْ sizindir
11 أَعْمَالُكُمْ sizin yaptıklarınız ع م ل
12 وَنَحْنُ ve biz
13 لَهُ O’na
14 مُخْلِصُونَ gönülden bağlananlarız خ ل ص

قُلْ اَتُحَٓاجُّونَنَا فِي اللّٰهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۚ 

 

قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli اَتُحَٓاجُّونَنَا فِي اللّٰهِ ’dir. Hemze inkâri istifhamdır. تُحَٓاجُّونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Mütekellim zamiri نَا mef’ûl olup mahallen mansubtur. فِي اللّٰهِ car mecruru تُحَٓاجُّونَنَا fiiline müteallıktır. 

و haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. رَبُّنَا haberdir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَبُّكُمْ ifadesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.

وَلَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۚ

 

وَ atıf harfidir. لَنَٓا car mecruru mahzuf habere müteallıktır. اَعْمَالُنَا muahhar mübtedadır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَكُمْ اَعْمَالُكُمْ ifadesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.


 وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَۙ

 

وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru مُخْلِصُونَ  kelimesine müteallıktır. مُخْلِصُونَ haberdir. Ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. 

قُلْ اَتُحَٓاجُّونَنَا فِي اللّٰهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۚ


Cümle fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl cümlesi ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle asıl olarak soru manası taşımamaktadır. Kınama ve tenkit ifade eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَتُحَٓاجُّونَنَا  şeklindeki istifham; inkârîdir, yani mana “Allah hakkında bizimle tartışmayın” şeklindedir. Bu mananın olumsuzluk harfi yerine istifham harfi ile ifade edilmesinde, dinleyen kişinin vicdanına dönmesini ve düşünmesini sağlama kastı vardır. Çünkü insan kendi kendine yalan söylemez.

Müteakip وَهُوَ رَبُّنَا cümlesine dahil olan و, haliyyedir. Müsbet isim cümlesi formunda gelen cümle  اَتُحَٓاجُّونَنَا fiilindeki و’dan haldir. Hal cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

Rab isminin, muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için tekrarlanmasında ıtnâb, cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

اللّٰهِ  - رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَلَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۚ 

 

Cümle و ’la هُوَ رَبُّنَا cümlesine atfedilmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Takdim edilmiş müsned mahzuftur. Müsnedin takdimi kasr ifade eder. Amelimiz sadece ve sadece bizimdir, başkasının değil demektir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Arkasından gelen وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۚ cümlesi de aynı üslupla gelmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

وَلَنَٓا اَعْمَالُنَا -  وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۚ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

اَعْمَالُ - رَبُّ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

Muahhar mübtedanın izafetle marife olması az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.

 

وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَۙ


Ayetin son cümlesi و ’la gelmiş hal cümlesidir. İsim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. 136 ve 138. ayetlerin fasılasıyla aynı üsluptadır. Bu cümleler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Zamirinin Allah Teâlâ’ya ait olduğu لَهُ car mecruru, amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. “Biz sadece ve sadece Allah’a ihlaslı oluruz, başka hiçbir kimseye değil” anlamındadır.

Bakara Sûresi 140. Ayet

اَمْ تَقُولُونَ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُوداً اَوْ نَصَارٰىۜ قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُۜ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ  ...


Yoksa siz, “İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan idiler” mi diyorsunuz? De ki: “Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 تَقُولُونَ söylüyor(mu)sunuz ق و ل
3 إِنَّ şüphesiz
4 إِبْرَاهِيمَ İbrahim
5 وَإِسْمَاعِيلَ ve İsma’il
6 وَإِسْحَاقَ ve İshak
7 وَيَعْقُوبَ ve Ya’kub
8 وَالْأَسْبَاطَ ve torunlarının س ب ط
9 كَانُوا olduklarını ك و ن
10 هُودًا yahudi ه و د
11 أَوْ yahut
12 نَصَارَىٰ hıristiyan ن ص ر
13 قُلْ de ki ق و ل
14 أَأَنْتُمْ siz mi
15 أَعْلَمُ daha iyi bilirsiniz ع ل م
16 أَمِ yoksa
17 اللَّهُ Allah (mı)
18 وَمَنْ ve kimdir
19 أَظْلَمُ daha zalim ظ ل م
20 مِمَّنْ kimseden
21 كَتَمَ gizleyen ك ت م
22 شَهَادَةً şahitliği ش ه د
23 عِنْدَهُ yanında bulunan ع ن د
24 مِنَ tarafından
25 اللَّهِ Allah
26 وَمَا ve değildir
27 اللَّهُ Allah
28 بِغَافِلٍ gafil غ ف ل
29 عَمَّا -dan
30 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız- ع م ل

Bu soru, bu büyük peygamberlerin yahudi ve hıristiyan ol­duklarını iddia eden kendileri saptığı gibi bu peygamberleri de kendi sapıklıklarına alet etmeye çalışanlara yöneltiliyor. Bu yahudi ve hıristiyanlar Allah’ın kitabında müslüman olarak haber verdiği bu peygamberlerin yahudi ve hıristiyan olduklarını söylüyorlar. Halbuki bundan önceki âyetlerde son derece açık bir şekilde bu peygamberlerin, hepsinin birer müslüman olduklarını anlattı Rabbimiz. Bunlar, bu peygamberlerin müslüman olduklarını resmen söyleyemiyorlar. Neden? Çünkü o zaman otomatikman kendi kendilerini reddetmiş olacaklar da ondan.

"De ki."

Bakın yine hücum var. Kur’ân hiçbir zaman savunmada de­ğil­dir.

"Söyleyin bakalım, siz mi daha iyi bilirsiniz yoksa Allah mı?"

Allah biliyor ve şahitlik ediyor ki; o peygamberler ne yahudiydi ne de hıristiyandı. Bunu bize Allah bildiriyor. İnsanların bilgisi Allah’tandır. Bunu bize bildiren Allah’tır. Eğer bunu bize Allah bildirmeseydi biz de bilemezdik. Yani bu kitaba dayalı olmayan, peygambere dayalı olmayan hiçbir bilgi, gerçek bilgi değildir. Öyleyse gaybi konularda, gaybi meseleler konusunda Allah’ın bildirdiklerinin dışında söz söylenmemelidir. Yani bu konularda söz söyleme hakkı sadece Allah’a aittir. Allah’tan başka hiç kimsenin söz söyleme hakkı yoktur. (Besairul Kur’ân Ali Küçük tefsiri)

Burada gizlendiği ifade edilen “şahitlik”, Hz.Muhammed’in geleceğine dair Tevrat ve İncil de yer alan bilgilerdir.

Ebû Bekre Nüfey İbni Hâris radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?” diye üç defa sordu.

Biz de:

- Evet, yâ Rasûlallah, dedik.

Rasûl-i Ekrem:

- “Allah’a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek” buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve “İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalancı şâhitlik yapmak” buyurdu. Bu sözü durmadan tekrarladı. Daha fazla üzülmesini istemediğimiz için keşke sussa, diye arzu ettik.

Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân 143. Ayrıca bk. Tirmizî, Şehâdât 3, Birr 4, Tefsîru sûre (4) 5 (Riazus Salihin 338 no lu hadis)

  Halesa خلص  :

  خالِص kavramı صافِي ile anlamdaştır. Yalnız خالِص kavramı öncesinde içinde bir karışım varken sonradan bunların temizlendiği şeydir. صافِي ise içinde bazen bunun için, bazen de içinde hiçbir yabancı madde bulundurmayan şey için kullanılır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 31 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri halas, halis, muhlis, hulusi (kalp), ihlas, hülasa ve mahlastır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَمْ تَقُولُونَ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ 

 

اَمْ تَقُولُونَ fiilini تَ ile okuyanlara göre اَمْ edatı, 139. ayetteki اَتُحَٓاجُّونَنَا fiilinin başındaki hemzeye muadildir. تَ ile olan kıraate göre; اَمْ edatının بَلْ اَتَقُولُونَ [Hayır, yoksa şöyle mi diyorsunuz] anlamında munkatı’a olması da mümkündür. اَمْ تَقُولُونَ fiilini [“Yoksa … mı diyorlar?!” şeklinde] يَ ile okuyanlara göre ise, اَمْ sadece munkatı’a olabilir. (Keşşaf)

تَقُولُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ ‘dir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اِنَّ ’nin ismi اِبْرٰه۪يمَ ‘dir. اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ kelimeleri اِبْرٰه۪يمَ’e matuftur. اِنَّ ’nin haberi ise كَانُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ ’dur. 

كَانَ ’nin ismi, cemi müzekker olan وا merfû muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. هُودًا ise haberidir. نَصَارٰى  kelimesi atıf harfi اَوْ ile هُوداً kelimesine matuftur. 


قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُۜ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِۜ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت dir. Hemze inkâri istifham harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَعْلَمُ  haberdir. İsmi tafdil kalıbındandır. اَمِ harfi atıf ve muttasıldır. اللّٰهُۜ lafza-i celâl, ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ ’ye matuftur. Veya mübtedadır ve haberi mahzuftur. Takdiri اَعْلَمُ (daha iyi bilir) şeklindedir.

وَ istînâfiyyedir. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haberdir. İsmi tafdil kalıbındandır. مَنْ müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harfi ceriyle birlikte اَظْلَمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَتَمَ شَهَادَةً cümlesidir. كَتَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir هُو zamiridir. شَهَادَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عِنْدَ mekân zarfı شَهَادَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. مِنَ اللّٰهِ car mecruru شَهَادَةً ’in mahzuf ikinci sıfatına müteallıktır. 


وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

 

وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. مَا nefy harfi olup لَيْسَ  gibi amel etmiştir. اللّٰهُ lafzı مَا ’nın ismidir. بِغَافِلٍ ’deki بِ harfi zaiddir. غَافِلٍ lafzen mecrur mahallen مَا ’nın haberi olarak mansubtur.

مَا müşterek ism-i mevsûlu, عَنْ harfi ceriyle birlikte تَعْمَلُونَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ cümlesidir. تَعْمَلُونَ fiili, sülâsî mücerred olan عمل fiilinin muzarisidir.

Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde ل harfinin tekid ifade etmesi gibi olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَا 'nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)

Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi 22 yerde لَيْسَnin, 19 yerde de مَا nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zaidlik)


اَمْ تَقُولُونَ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ


Cümle istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Mekulü’l-kavl اِنَّ ile tekid edilmiş, isim cümlesi formunda faide-i haber inkâri kelamdır. Cümlenin müsnedi كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiştir.

İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle asıl olarak soru manası taşımamaktadır. Kınama ve tenkit ifade eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَمْ تَقُولُونَ şeklindeki istifham inkârîdir; yani mana “İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunları Yahudi yahut Hristiyanlardır demeyin” şeklindedir. Bu mananın olumsuzluk harfi yerine istifham harfi ile ifade edilmesinde, dinleyen kişinin vicdanına dönmesini ve düşünmesini sağlama kastı vardır. Çünkü insan kendi kendine yalan söylemez.

اِبْرٰه۪يمَ - اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ - يَعْقُوبَ ,هُودًا - نَصَارٰىۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Peygamberlerin isimleri doğum tarihi sırasına göre 136. ayetteki gibi sayılmıştır. Bu üslup ıttırad sanatıdır. 136. ayetle bu ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَمْ تَقُولُونَ fiilini تَ ile okuyanlara göre  اَمْ  edatı, 139. ayetteki  اَتُحَٓاجُّونَنَا fiilinin başındaki hemzeye muadildir. Mana şöyledir: “Siz şu iki işten hangisini yapıyorsunuz? Allah’ın hikmeti hakkında tartışmak mı, yoksa peygamberler hakkında yahudilik / hristiyanlık iddiasında bulunmak mı?” Her iki fiilin başındaki istifhamdan maksat, bu iki hususu birlikte inkâr etmektir. Yine تَ ile olan kıraate göre; اَمْ edatının بل أتقولون [Hayır, yoksa şöyle mi diyorsunuz] anlamında munkatı’a olması da mümkündür. Bu ihtimale göre de hemze yine yadırgama belirtir. اَمْ تَقُولُونَ fiilini [“Yoksa … mı diyorlar?!” şeklinde] يَ ile okuyanlara göre ise, اَمْ ancak munkatı’a olabilir. (Keşşâf) 


 قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İnkarî manadaki istifham vaz edildiği anlamın dışında anlam kazandığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

 

 وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِۜ 

 

وَ istînâfiyyedir. Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İnkarî manadaki istifham vaz edildiği anlamın dışında anlam kazandığı için, mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Yani, “Allah'ın bildirdiği o yanındaki gerçeği gizleyenden daha zalim kimse yoktur” demektir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

عِنْدَهُ izafeti muzâfın şanı içindir.

كَتَمَ - شَهَادَةً kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Bu ifade iki farklı anlama gelebilir. Birincisi; Ehl-i Kitaptan daha zalim hiç kimse yoktur. Çünkü onlar, bildikleri halde bu şahitliği gizlemişlerdir. İkincisi; eğer biz bu şahitliği gizlersek, bizden daha zalim hiç kimse olamaz. Dolayısıyla biz onu asla gizlemeyiz. Burada; Peygamber (s.a.v.)’in peygamberliği hususunda Ehl-i Kitabın, Allah’ın kendi kitaplarındaki şahitliğini ve başka hususlardaki şahitliklerini gizlediklerine dair üstü kapalı bir gönderme yapılmaktadır. Keşşâf)


وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ


وَ istînâfiyye veya atıftır. Cümle menfi isim cümlesi formunda gelmiştir. İsme isnad ve zaid harfle tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Ayetteki lafza-i celâlin telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma kastıyla tekrarlanmasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada maksad Allah Muhammed aleyhisselam’ın doğruluğunu ve beşaretini (yani peygamber olacağının önceden müjdelendiğini) gizlemenizden gafil değildir manasıdır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Bu cümlede lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. ‘’Allah yaptıklarınızdan gafil değildir’’ cümlesiyle onlara gereken karşılığı verir anlamı kastedilmiştir. Yani tehdit ifade eder. (Kurtubî)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Olumsuz cümlenin haberinin başına gelen بِ harfi olumsuzluğu tekid eder. Bu; tercümeye asla şeklinde yansıtılabilir.


Bakara Sûresi 141. Ayet

تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟  ...


Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تِلْكَ İşte onlar
2 أُمَّةٌ bir ümmetti ا م م
3 قَدْ ki
4 خَلَتْ gelip geçti خ ل و
5 لَهَا onlarındır
6 مَا şeyler
7 كَسَبَتْ kazandıkları ك س ب
8 وَلَكُمْ ve sizindir
9 مَا şeyler
10 كَسَبْتُمْ sizin kazandıklarınız ك س ب
11 وَلَا
12 تُسْأَلُونَ sorulmazsınız س ا ل
13 عَمَّا şeylerden
14 كَانُوا oldukları ك و ن
15 يَعْمَلُونَ onların yapıyor ع م ل

تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ

 

تِلْكَ işaret ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. Daha önce zikredilen ümmete işarettir, yani tamamı muvahhit olan Hazret-i İbrahim, Yakup ve onların evlatlarından oluşan ümmet. (Keşşâf)

ل harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. اُمَّةٌ haber olup lafzen merfûdur. قَدْ خَلَتْ  cümlesi  اُمَّةٌ  sıfatı olarak mahallen merfûdur. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. خَلَتْ  fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş bir elif üzerine mukadder fetha üzerine mebni mazi fiildir.

لَهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبَتْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ  ifadesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبْتُمْۚ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.


 وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟

 

وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk ifade eder. تُسْـَٔلُونَ Muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûlu عَنْ harf-i ceriyle birlikte تُسْـَٔلُونَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. كَانَ ’nin haberi olan يَعْمَلُونَ  fiili mahallen mansubtur. 


تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenlerin tazimini ifade eder. قَدْ ile tekid edilmiş fiil cümlesi olan اُمَّةٌ  , خَلَتْۚ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Sıfat cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Bu ayet 134. ayet ile aynıdır. İki ayet arasında tekrir ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Arada zikredilenleri tekrar düşündürtür.

لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır. وَ ’la mâkabline, tezayüf nedeniyle atfedilen  وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ cümlesi, öncekiyle aynı üslubta gelmiş isim cümlesidir.

 كَسَبَتْ - كَسَبْتُمْۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

وَ istînâfiyyedir. Cümle menfi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsmi mevsul olan مَّا ’nın sılası كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek, dikkatini canlı tutar. 

[Onların yaptıklarından sorulmazsınız] cümlesi iyiliklerinden sevaplanmadığınız gibi kötülüklerinden de muahaze edilmezsiniz demektir. (Beyzâvî) Yani idmâc sanatı vardır.

Önceki ayette onların Müslüman oldukları ifade edilmiş, burada ise onların geçip gittikleri belirtilmiştir. Dolayısıyla adeta Hz. Peygamber aleyhisselam dönemindeki Yahudilere hitaben şöyle denilmiştir: Eğer onlar sizin dininize uydu ve hak dinden saptı iseler bu durum size bir fayda sağlamaz, çünkü onlar kendi amellerinin karşılığını alacak, siz de kendi amellerinizin karşılığını alacaksınız. Dolayısıyla siz hakka tabi olun, Muhammed aleyhisselamı tasdik edin, çünkü o hakka çağırmaktadır. Batıla uyanları taklit etmeyi bırakın. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

Burada aynı surenin 134. ayetinin aynıyla tekrar ettiğini görmekteyiz. Beyzâvî, söz konusu ayetin tekrarıyla ilgili olarak “Bu ayet, karakterlerine işlemiş olan babalarıyla övünmekten ve onlara güvenmekten men etmek ve bu hususta onları ikaz etmek için yeniden söylenmiştir (tekrir)” diyerek kendi belâğî görüşünü ortaya koyduktan sonra, kîle lafzıyla diğer görüşleri de şu şekilde nakleder: “Şöyle de denilmiştir; birinci ayetteki hitap onlaradır, bu ayette ise bizedir. Bizi onlara uymama hususunda uyarmak için tekrar edilmiştir. Ya da ilk ayetten murad peygamberlerdir. İkinci ayetten murad ise Yahudi ve Hristiyanların selefleridir, onlardan önce geçen atalarıdır. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı /Süleyman Gür)

Bu dünya kimseye kalmaz.134. ayet ile aynı olmakla birlikte vurgu olarak farklıdır. 134. ayette ataların yaptığı iyiliklerin kişinin erdemine, ameline hiçbir faydasının olmayacağını vurgularken bu ayette ataların yaptığı yanlışlardan, kötülüklerden kişinin sorumlu olmayacağı vurgusu vardır.


Günün Mesajı
Hidayet, yani doğru yol Hristiyanlık veya Yahudilik değildir. Allah'ın dini birdir. Tevhid dinidir. Bütün peygamberler insanları aynı şeye davet etmiştir.
Herkes için yaptığının karşılığı vardır. Bir milletten olmak onların amellerinden yararlanmayı sağlamaz. Sadece onlar gibi amel etmekle ahireti kazanabiliriz.
Nitekim aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz şöyle buyurmuştur: İnsanlar bana amelleriyle gelirken siz de soylarınızla gelmeyin. (Beyzâvî)
Sayfadan Gönüle Düşenler

Her çeşit insanın resim yaptığı büyük bir dünya...

İnsanlardan bazısı varmış. Yaptığı resimde görmek istemediklerini sileceğim diye kağıdını yer yer yırtan. Yıpranmış tuvaline bakarken, kendini kandıran. Zamanı dolunca, renklerini sindiremediği, boyalarının topaklandığı eseriyle sırıtan.

İnsanlardan bazısı varmış. Başkalarının yaptığı kötü resimleri misal göstererek: ‘ben resim yapmaktan soğudum’ diyen. ‘Herkes önce kendi tuvalinden sorumludur’ çağrısına kulak asmayan. Zamanı dolunca, suçu yanındakine yıkmaya çalışan.

İnsanlardan bazısı varmış. Hep boyalarından ve tuvalinden taviz veren. Yaptığı resmin bilincinde olmadığı için kararsız adımlarla boyayan. Peşinden koştuklarının gitmesiyle, yalnız bırakılan. Zamanı dolunca, yarım tuvaliyle gelmek zorunda kalan.

İnsanlardan bazısı varmış. Hep gözü başkasının boyalarında ve tuvalinde olan. ‘O kalite bende de olsa’ diye bahaneler türeten. Hayıflanmaktan kendi resmiyle ilgilenemeyen. Zamanı dolunca, daha azıyla, daha güzelini yapanları görmesiyle ağzı açık bakan.

Hepsi geri dönmek istemiş. Cevap belli: dolan zaman, geri boşaltılmazmış.Dönemeyenler keşkeleriyle baş başa kalmış. Çaresiz pişmanlık, ne kötü sonmuş.

Müslümanlar da kendi resimlerini yapmaya geldi. Allah’a sığınarak: cahillikten, tembellikten, hasetten ve kibirden. Öğrenmekten vazgeçmeden. Gerektiğinde yardım etmekten veya istemekten çekinmeden. Başkalarının yanlış müdahelelerine kulak asmadan. Baskılara rağmen emin olduklarını silmeden. Doğrularını çoğaltarak, hatalarının bıraktığı izleri güzelleştirme çabasıyla.

Kendi resmimi yapmaya geldim. Allah’ın boyasıyla boyanmaya ve boyamaya. Var mı, O’nun boyasından daha güzeli? Gönülleri ve ruhları arındıran imanla dolmaya. Var mı, O’na iman etmekten daha hayırlısı?

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji