وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim olabilir |
|
2 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
3 | مِمَّنْ | kimseden |
|
4 | مَنَعَ | men eden |
|
5 | مَسَاجِدَ | mescidlerinde |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | أَنْ |
|
|
8 | يُذْكَرَ | anılmasına |
|
9 | فِيهَا | içinde |
|
10 | اسْمُهُ | isminin |
|
11 | وَسَعَىٰ | ve çalışandan |
|
12 | فِي |
|
|
13 | خَرَابِهَا | onların harabolmasına |
|
14 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
15 | مَا | yoktur |
|
16 | كَانَ | olmaları |
|
17 | لَهُمْ | onlar için |
|
18 | أَنْ |
|
|
19 | يَدْخُلُوهَا | girmeleri |
|
20 | إِلَّا | dışında |
|
21 | خَائِفِينَ | korka korka |
|
22 | لَهُمْ | onlar için vardır |
|
23 | فِي |
|
|
24 | الدُّنْيَا | dünyada |
|
25 | خِزْيٌ | rezillik |
|
26 | وَلَهُمْ | ve vardır |
|
27 | فِي |
|
|
28 | الْاخِرَةِ | ahirette |
|
29 | عَذَابٌ | azap |
|
30 | عَظِيمٌ | büyük bir |
|
Müfessirler demişler ki; bir dönem müşrikler Allah’ın Rasûlünü ve beraberindeki müslümanları Hudeybiye denen yerde tutup Kâbe’ye, Allah’ın mescidine sokmamışlardı da bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur. Gerçi bugün de müslümanlar Kâbe’den engelleniyorlar.
Ama burada anlatılan sadece Kâbe değil, tüm arz mescidinde Allah’ın adının anılmasının, Allah’ın âyetlerinin, Allah’ın sisteminin gündeme getirilmesinin yasaklanması söz konusudur. Hani Allah’ın Rasûlü buyurur ya:
"Tüm arz benim için mescid kılındı."
Öyleyse tüm arzda Allah’ın adının anılmasını engelleyenden daha zâlim kim vardır? (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)
Mekke müşriklerinin müslümanları mescidi harama girmekten alıkoymaları ve orada ibadete engel olmalarına atıftır ve peygamberimizle birlikte hicret eden müslümanlara da Medineye hicret etmiş olabilirsiniz ama hedef, Mescidi Haramın içinde bulunduğu Mekke’dir hatırlatmasıdır. Mekke fethedilmeden din tamam olmayacaktır.
Mevcut durumda güç onlarda ve onlar Mekkke de olmasına rağmen Allah gaybdan haber vermekte ve onlar için dünyada bir rezillik olduğunu/olacağını söylemektedir.
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ
Burada مَنْ mübteda olarak merfûdur ve soru edatıdır. اَظْلَمُ kelimesi de haberidir.
مَنۡ müşterek ism-i mevsûl مِنْ harfi ceriyle birlikte اَظْلَمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası مَنَعَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. مَنَعَ fetha üzere mebni, mazi fiildir. مَسَاجِدَ mef‘ûlun bihtir. Fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafzı muzâfun ileyhtir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel مَنَعَ fiilinin ikinci mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. ف۪يهَا car mecruru يُذْكَرَ fiiline müteallıktır. اسْمُهُ naib-i fail olup merfûdur. وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَا ifadesi مَنَعَ ’ya matuftur. ف۪ي خَرَابِهَاۜ car mecruru سَعٰى ’ya müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Ayetin bildirdiği hüküm, cins manasında Allah’ın bütün mescitlerini ilgilendiren genel bir hükümdür. Dolayısıyla, onlardan herhangi birinde Allah’ın anılmasını engelleyen kimse zulümde son derece ileri gitmiş olur. (Keşşâf)
اَنْ يُذْكَرَ [anılması] ifadesi, مَنَعَ َ[engelledi] fiilinin ikinci mef‘ûlüdür. Çünkü sen birini bir şeyden engellediğini anlatmak için مَنَعْتُهُ كَذَا [o’na şunu engelledim] dersin. Nitekim وَمَا مَنَعَنَٓا اَنْ نُرْسِلَ [Bizim mucizeler göndermemize ancak … engel olmuştur”. (İsrâ 17/59)] ve وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا [İnsanların iman etmesine ancak … engel olmuştur.” (Kehf 18/55)] ayetlerinde de bu fiille ilgili aynı kullanım söz konusudur. اَنْ edatıyla beraber harf-i cerin hazfedilmesi caizdir. Senin اَنْ يُذْكَرَ َifadesini, [orada Allah’ın isminin anılmasını istemedikleri için mescitlere girilmesini engelleyenler] manasında mef‘ûlun leh olarak nasbetmen de mümkündür. (Keşşâf)
اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ
İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder. لَهُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. يَدْخُلُو fiili نَ ’nun hazfiyle mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûl olarak mahallen mansubtur. اِلَّا hasr edatıdır. خَٓائِف۪ينَ kelimesi يَدْخُلُوهَٓا fiilinin failinden hal olarak mansubtur. Nasb alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
لَهُمْ car mecruru mukaddem habere müteallıktır. فِي الدُّنْيَا car mecruru خِزْيٌ kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. خِزْيٌ muahhar mübtedadır.
لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ifadesi atıf harfi وَ ile makabline matuftur. لَهُمْ car mecruru mukaddem habere müteallıktır. فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübtedadır. عَظ۪يمٌ ise عَذَابٌ kelimesinin sıfatıdır.
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle inşâ formunda gelmiş olmasına rağmen haber manalı olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Çünkü bu sözlerle asıl kastedilen soru sormak değil, taaccüb ve inkardır.
Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle, istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafzâ-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
وَمَنْ اَظْلَمُ sorusu nefy ifade eder. Yani: "Ondan daha zalim hiç kimse yoktur" demektir. (Safvetü't Tefâsir)
مَنۡ ve في ‘lerde cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki مَنْ kelimesinden murat, mananın umûmiliği, genelliğidir. Yani böyle davranan kim olursa olsun onlardan daha zalimi yoktur, olamaz. Nitekim, Allah’ın mescitlerinden murat da genel manasıyla yeryüzündeki tüm mescitler demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
مَسَاجِدَ اللّٰهِ ve اسْمُهُ izafetleri muzâfın şanı içindir.
منع fiiline atfedilen وَسَعٰى cümlesi, müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidâi kelamdır.
Ayette kastedilen tek bir mescit olduğu halde مَسَاجِدَ şeklinde çoğul ifade kullanılmasının iki izahı vardır:
Aslında engellenen, men edilen insanlar olduğu hâlde âyette مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ [Allah'ın mescidlerini men edenler] buyrulmuştur. Çünkü pislik atmak, yakıp yıkmak gibi fiiller insanlarla değil fakat doğrudan mâbedle ilgilidir. İnsanlar eski halinde olup onlar için bir değişiklik mevcut değildir. (Fahreddin er- Razi)
Sebep hususi olsa da hükmün umumi gelmesinde bir sakınca yoktur. Ayetin bildirdiği hüküm, cins manasında Allah’ın bütün mescitlerini ilgilendiren genel bir hükümdür. Dolayısıyla, onlardan herhangi birinde Allah’ın anılmasını engelleyen kimse zulümde son derece ileri gitmiş olur. (Keşşâf)
سَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ cümlesinde istiare-i tasrihiyye tebeiyye vardır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 928)
وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ [Mescidlerin harabiyetine çalışan] ifadesinin bir mânâsı da, mescidleri Allah'ın adının anılmasından yoksun bırakmaktır. (Ebüssuûd ve Fahreddin er-Râzi)
اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olması, işaret edilene dikkat çekip tahkir etmek içindir. Haber, كَانَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesidir. Bu cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. كَانَ ’nin muahhar ismi olarak tevil edilen masdar-ı müevvel, müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır.
كان ‘nin haberinin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.
ما كان ‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir Tefsir 3/79)
Nefy harfi ما ve istisna harfi إلا ile oluşan kasr, fail ve hâli arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır
خَٓائِف۪ينَۜ haldir. Hal, cümleyi zenginleştirmek için yapılan ıtnâbtır.Yani müslümanlar o mescidleri de ellerine geçirir ve egemenlikleri altına alırsa o takdirde kâfirler oraya girme imkanını bulamazlar. Girecek olsalar bile müslümanların kendilerini çıkarmalarından ve oraya girdiler diye te'dip etmelerinden korka korka girerler. Bu kâfirin herhangi bir şekilde -ileride de yüce Allah'ın izniyle Tevbe Sûresi'nde görüleceği üzere- mescide girme hakkına sahip olmadığının delilidir. (Kurtubi)
[Böyleleri oralara ancak korka korka girebilmelidirler.] ifadesinde geçen اُو۬لٰٓئِكَ (böyleleri, bunlar) zamiri çoğula işarettir, oysa öncesinde “yasak eden” ve “çalışan” ifadeleri tekil olarak kullanılmıştır. Bunun sebebi ise “yasak eden” ve “çalışan” ifadelerinin çoğul anlamda olmasıdır.
لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Fasılla gelen cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Fasıl nedeni kemâl-i ittisâldir. Haber, önemine binaen öne geçmiştir.
لَهُمْ iki kere tekrarlanarak ve takdim edilerek vurgulanmıştır
….وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ cümlesi aynı üsluptaki makabline matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.
الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, خِزْيٌ - عَذَابٌ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Müsnedün ileyh olan عذابٌ kelimesinin nekre gelişi tazim ve nev ifade eder.
عَظ۪يمٌ sıfattır. Sıfat cümleyi zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
في ve لهُمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
خِزْيٌ kelimesi nekre olarak gelerek bu cezanın anlayamayacağımız kadar kötü ve çok olduğu ifade edilmiştir. Büyük ateş ki onun azabı her türlü azaptan daha şiddetlidir, çünkü sonsuzdur.
Görüldüğü gibi لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ sözüyle yetinilmemiş müsned olan لَهُمْ tekrarlanmıştır. Bunun sebebi, bu kişilerin dünyada rezilliğe müstehak oldukları gibi; ahirette de büyük bir azaba müstehak olduklarını açıklamaktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
[Onlar için dünyada rüsvaylık vardır] öldürülmek ve esir edilmek gibi ya da hor görülmek ve cizye vergisi gibi. (Beyzâvî)