Bakara Sûresi 116. Ayet

وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداًۙ سُبْحَانَهُۜ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ  ...

“Allah, çocuk edindi” dediler.O, bundan uzaktır. Hayır! Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ındır. Hepsi O’na boyun eğmiştir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
2 اتَّخَذَ edindi ا خ ذ
3 اللَّهُ Allah
4 وَلَدًا çocuk و ل د
5 سُبْحَانَهُ O yücedir س ب ح
6 بَلْ bilakis
7 لَهُ onundur
8 مَا ne varsa
9 فِي
10 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
11 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
12 كُلٌّ hepsi ك ل ل
13 لَهُ O’na
14 قَانِتُونَ boyun eğmiştir ق ن ت
 
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de bir kudsî hadiste Cenâb-ı Hakk’ın şöyle buyurduğunu haber vermektedir:” Hiç bir hakkı olmadığı halde insanoğlu Beni yalanlamaya kalktı, hiçbir hakkı olmadığı halde Bana hakaret etti. Beni yalanlamaya kalkması, kendisini yeniden diriltip aynen yaratamayacağımı ileri sürmesidir. Bana hakaret etmesi ise Benim bir oğlum olduğunu iddia etmesidir. Bir eş veya bir oğul edinmek gibi insana âit sıfatlardan Kendimi tenzih ederim. “
( Buhari, Tefsir 2/8,112/1-2).Kendisi de şöyle buyurmaktadır:” Duyduğu bir eziyete Allah kadar sabreden kimse yoktur. Kâfirler O’na şirk koşarlar, bir oğlu olduğunu ileri sürerler, O yine de onlara sağlık, âfiyet ve rızık verir.”
(Buhâri, Edeb 71; Tevhid 3; Müslim, Münâfikin 49,50).
 

Qânit kelimesi her ne kadar itaat edici olarak çevrilmişse de anlam olarak itaatten bir adım ilerde olmayı ifade eder. Emre hazır ve gönüllü olarak istekle emir bekleyen anlamına gelir.

 

وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًاۙ سُبْحَانَهُۜ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ

Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالُو damme üzere mebni mazi fiildir. Mekulü’l-kavl cümlesi  اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدً ’dir. اتَّخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli faildir. وَلَدًا mef‘ûlun bihtir. سُبْحَانَ takdiri نُسَبِّحُ olan mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَلْ idrab harfidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. الْاَرْضِ ifadesi atıf harfiyle makabline matuftur. كُلٌّ mübtedadır. كُلٌّ ’nün muzâfun ileyhi hazfedilmiştir. Kelimenin sonundaki tenvin, hazfin işareti olarak muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri, كلّ ما خلق الله (Allah’ın yarattığı her şey) şeklindedir.

 لَهُ car mecruru قَانِتُونَ ’ye müteallıktır. قَانِتُونَ haberdir. Cemi müzekker salim olduğu için و ’la merfû olmuştur.

 

وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًاۙ سُبْحَانَهُۜ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda,  الَّذ۪ينَ  haberdir. 

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip tahkir etmek içindir.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını bize gösterir. 

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

الضَّلَالَةَ  -  الْهُدٰىۖ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

ٱلۡهُدَىٰ  -  مُهۡتَدِینَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

الضَّلَالَةَ kelimesi sapkınlık, ٱلۡهُدَىٰ  kelimesi iman karşılığında kullanıldığı için burada istiare vardır. Kelimeler hakiki manalarında değil, mecazî manada kullanılmıştır. (Dalalet; yolunu şaşırmak demektir) İman ve küfür satın alınacak, ticareti yapılacak şeyler değildir, dolayısıyla anlıyoruz ki bunlar hakiki manada kullanılmayarak, muhatabı etkilemek için kelimelerin düz manaları yerine mecazî manaları kullanılmıştır. Bu üslup daha etkilidir. ‘’Oğlum geldi’’ yerine ‘’aslanım geldi’’ demek gibidir. İkinci cümle daha etkilidir. Ticaretin kâr etmemesi istiarenin karînesidir. Altı-yedinci ayetlerde kafirlerden bahsedilirken sonrasında ise münafıklardan bahsedilmiştir. Bizim de kendi açımızdan münafıklık alametlerine, davranışlarına dikkat etmemiz gerekir. Münafıklar inanmadıkları halde inandık derler ve inanma alametleri gözükmez. 8-16. ayetler münafıkları anlatmaktadır.

اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ [Hidayeti sapıklıkla değiştirdiler.] cümlesinde istiare-i tasrihiyye vardır. Maksat, onların doğruluğu eğrilikle, imanı da küfür ile değiştirmelerini vurgulamaktır. Bundan dolayı alışverişlerinde kazanamadılar, aksine zarar ettiler. Yüce Allah "satın almak’’ lafzını "değiştirmek" manasında istiare olarak kullandı ve buna "onlar ticaretlerinde kazançlı olmadı" sözü ile bir açıklık getirdi. Bu, açıklamaya edebiyatta terşîh sanatı denir ki, bu da istiareyi en yüksek zirveye ulaştırır. (Safvetü't Tefâsir)

Ayetteki  اشْتَرَوُا  [satın aldılar], فَمَا رَبِحَتْ  [kâr etmedi] ve  تِجَارَتُهُمْ  [ticaretleri] sözcükleri arasında tenâsüp vardır. Çünkü hepsi alışverişle ilgili sözcüklerdir.

Ayette  اشْتَرَوُا  lafzı, değiştirmek ve tercih etmek anlamı taşıdığı için istiaredir. Sonra Allah, onu  اشْتَرَوُا (satın aldılar)’a uygun olan  الرِّبح (kâr) ve  التِّجارة (ticaret) lafızlarıyla terşîh etti/besledi. Burada  الرِبّح (kâr) ve  التِّجارة (ticaret) lafızlarının zikredilmesi, teşbihte mübalağayı beslemektedir. Çünkü istiare ve teşbihte mübalağa vardır. (Dr. Mustafa Aydın,Arap Dili Belâgatında Bedî İlmi ve Sanatları)

الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا  sözündeki marifelik örfî cins içindir. Terkip, müsnedin müsnedin ileyhe kasredilmesidir ki bu iddiai kasırdır. Dalaleti satın almakta son noktaya ulaşmışlardır, bu konuda hısrlıdırlar. Böylece küfrü, ahmaklığı, aldatmayı, fitneyi ve hidayete erenlerle alay etmeyi biraraya getirmişlerdir. (Âşûr)

بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ

Cümle atıf harfi  فَ ‘la sılaya atfedilmiştir. Menfî mazi fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Cümlede müsnedin mazi fiille gelmesi kesinlik ve hudûs ifade eder.

مَا كَانُوا مُهْتَد۪ي  cümlesi  atıf harfi  وَ ’ la sılaya atfedilmiştir. Menfî  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

مَا كَان ’li olumsuz sîgalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79) 

كان ’nin haberi olan  مُهْتَد۪ينَ  , ism-i fail kalıbında gelerek durumun sübutuna ve devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayetle ilgili biri çıkıp: ‘’Ticaret nasıl kar edebilir? Kar etmek, ticaret yapan kişiye özgüdür’’ şeklinde bir soru yöneltse, ona cevabımız şudur: Kazancın ticarete isnat edilmesi, Arap kelamında yaygın olan bir ifade üslubudur. Nitekim Araplar, رَبِحَ بيْعُكَ (alışverişin kazandı) ve  خَسِرَ بَيْعُكَ (alış verişin zarar etti) gibi tabirler kullanırlar. Çünkü kâr ve zarar ancak ticarette olur.

رَبِحت  fiili  تجارةً  kelimesine isnad edilmiştir. Halbuki ticaret, kâr eden birşey değildir. Ticareti yapan kişi, yani tacir kâr eder. Demek ki bu isnadda kelime hakiki manalarında kullanılmış, ancak isnad olması gereken unsura yapılmamıştır. Tacir ticaretle o kadar iç içedir ki; sanki birbirinden ayırt edilemez bir haldedir. Bunun için faile isnad edilmesi gereken kelime, onun yerine mef'ûle isnad edilmiştir. (Âlûsî kelimede veya isnadda mecaz olduğunu söylemiştir. Meknî veya tahyîlî istiâre olduğu da söylenmiştir.) 

Ayetteki  وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ  [doğru yolu da bulamadılar.] ifadesi îğâldir. Çünkü mana bu ifade olmaksızın tamamlanmıştı. Fakat onların sapkınlıklarındaki mübalağayı artırmak maksadıyla bu ifade îğâl olarak getirilmiştir. 

Îgâl; ayetin sonunda muhtevayı pekiştirmek, güzelleştirmek, açıklamak veya mübalağa amacıyla ek bir kayıt getirme şeklindeki ıtnâb türüdür. 

Bu ayette ise  وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ  ifadesi onların zararda olduğunu ifade etmekte ve  öncesindeki manayı pekiştirmektedir. (Ali Bulut, Kur’ân-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)