Bakara Sûresi 117. Ayet

بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ  ...

O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَدِيعُ (O) yaratıcısıdır ب د ع
2 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
3 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
4 وَإِذَا zaman
5 قَضَىٰ hükmettiği ق ض ي
6 أَمْرًا bir işe (şeye) ا م ر
7 فَإِنَّمَا şüphesiz sadece
8 يَقُولُ der ق و ل
9 لَهُ ona
10 كُنْ ol ك و ن
11 فَيَكُونُ hemen oluverir ك و ن
 

Bazı eski dinler ve felsefî akımlarca, evrenin Allah’tan doğup taştığı veya O’ndan bir kopma olduğu şeklinde inançlar ve görüşler ileri sürülmüş olup, âyette bu tür inançlar reddedilmekte; Allah’ın semâvât ve arzı yani bütün evreni ve evrendekileri –bir asıldan, bir kaynaktan veya kendi zâtından, zâtının bir parçası olmak üzere ortaya çıkarmayıp– yoktan var ettiği; her yaratmanın da sadece bir “ol!” buyruğuyla gerçekleştiği ifade edilmektedir. Bu şekilde her şeyi yaratan ve her şeyin sahibi olan, bütün varlıkları kendi kanunlarına boyun eğdiren Allah’ın evlât edinmeye neden ihtiyacı olsun? Bu, bilgisiz inkârcıların yakıştırmalarından başka bir şey değildir. (Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 196)

 

Bede'a بدع :

إبْداعٌ  hiçbir şeyi örnek almadan ya da taklit etmeden bir eser inşâ etme, vücuda getirme, yaratmadır. Yüce Allah için kullanıldığında bir şeyin herhangi bir alet, madde, zaman, mekan kullanmadan var etmeyi/yaratmayı ifade eder.

Bedî بَدِيعٌ ise bir işi eşsiz yapan demektir. Eşsiz olarak yaratılan şeye de bu isim verilebilmektedir.

Bid'at بِدْعَةٌ sözcüğü mezheple ilgili kullanıldığında ne söyleyicisinin ne de failinin şeriat sahibine, şeriatteki geçmiş örneklere ve şeriatin sağlam usulune/esasına tâbi olmadığı veya bunları gözetmediği bir görüş îrat etmek anlamına gelir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve iki farklı isim formunda 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

Türkçede kullanılan şekilleri bid'at ve bedîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

بَد۪يعُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri الله بديع şeklindedir. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyhtir. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır. الْاَرْضِ kelimesi السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur.

وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. قَضٰٓى cer mahallinde muzâfun ileyhtir. قَضٰٓى mazi fiildir. Sonuna takdir edilen fetha ile mebnidir.

اَمْرًا mef’ûl bihtir. Fetha ile mansubtur.

اَمْرًا [Bir şeyi] kelimesi [işler] anlamına gelen أُمُور kelimesinin tekilidir, emir anlamındaki اَلأَوَامِرُ kelimesinin tekili değildir, çünkü bu anlamda emir Allah’ın sıfatıdır ve O’nun yaratması kapsamında değildir. Zira burada emr ile yaratılmış şey kastedilir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

فَ şartın cevabının başına gelen  rabıtadır. اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe;

meneden, alıkoyan anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise, اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.

يَقُولُ  cevap cümlesi olup muzari fiildir. Mekulü’l-kavl cümlesindeki كُنْ tam fiildir. Nakıs fiil olması caizdir. Emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت dir.  لَهُ car mecruru يَقُولُ fiiline müteallıktır. فَ stînâfiyyedir. يَكُونُ fiili mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri هو şeklindedir.

فَيَكُونُ [O da hemen oluverir.] Buradaki فَيَكُونُ fiilinin merfû oluşu iki şekildedir: İlki istinaf (yeni bir cümle başı olması) yolu, ikincisi ise فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ [ona sadece ‘Ol!’ der.] ifadesine atıf olması yoludur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. بَد۪يعُ takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberidir.

Müsnedin izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur. Cümle isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümlesi sübut ifade eder.

الْاَرْضِۜ - السَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.

بَد۪يعُ kelimesi Kur’an’da hiçbir zaman insanın yaratılışı için kullanılmamıştır.

Kurtubî der ki: O, gökleri ve yeri eşsiz yaratandır demek, tarifsiz ve örneksiz olarak gökleri ve yeri icat eden, yaratan, inşa eden ve güzel yapan demektir. Örneği olmaksızın bir şey inşa eden kimseye mübdi' denir. "Ehl-i bid'at" tabiri de bu köktendir. Bid’atı söyleyen kimse onu, herhangi bir İmamın söz veya fiili olmaksızın icat ettiği için bid'at ismi verilmiştir. Buhârî'de bulunan ‘’Bu (Ramazan orucunu tutmak), ne güzel bid’attır" hadisindeki bid'at kelimesi bu manada kullanılmıştır.

Kurtubi sonra şöyle devam eder: ‘’Yaratıklardan meydana gelen her bid'atın şeriatta aslı ya vardır veya yoktur. Eğer onun şeriatte aslı varsa, o övgüye layık bir bid'attır. Eğer bid’atın şeriatte aslı yoksa, o da kınanır ve inkâr edilir. Aşağıdaki hadis-i şerif bunu açıklamıştır:

Kim İslâm'da güzel bir çığır açarsa, ona, yaptığının mükâfatı ve o yolda gidenlerin mükâfatı kadar mükâfat verilir. Kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa ona, yaptığının günahı ve o yoldan gidenlerin günahı kadar günah yüklenir. (Müslim, zekat 69, Kurtubi 2/87) (Safvetü-t Tefasir)

وَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

 

و ile atfedilen cümle şart üslubunda haberi isnaddır. قَضٰٓى şart fiili, ...فَاِنَّمَا يَقُولُ cevap cümlesidir. Cevap cümlesi kasr üslubuyla tekid edilmiş faide-i haber talebi kelamdır. Mekulü’l-kavl olan كُنْ fiili emir üslubunda talebi inşâî isnaddır.

فَ istînâfiyye veya atıftır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. يَكُونُ fiili, takdiri هُو olan mahzuf bir mübtedanın haberidir. Müsnedin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın gözünde canlanır.

يَكُونُ - كُنْ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s- sadr sanatları vardır.

يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ cümlesinde istiare-i temsiliyye vardır. Yüce Allah kudretini; eşyaya tesir ve etkisinin süratini, hiç beklemeden ve diretmeden, kendisine itaat edilen kimsenin emrine benzetti. Zira O birşey istediğinde o şey, emri geciktirmeden hemen oluverir. Bu, latîf istiarelerdendir. (Safvetüt’t Tefâsir)

كُنْ فَيَكُونُ [Sadece “Ol!” der; anında olmaya başlar] ifadesinde geçen كان tam fiil olup  اُحْدُثْ فَيَحْدُثُ [“Meydana gel!” der; o da anında meydana gelmeye başlar] anlamındadır. Ayetin bahsettiği bu konuşma, mecaz ve temsildir. Burada telaffuz edilip konuşulmuş herhangi bir söz yoktur.

Dolayısıyla âyetin mânası ancak şöyle olur: Allah’ın takdir edip olmasını istediği işler, hiç imtinâ etmeksizin ve beklemeksizin hemen olmaya ve varlık kisvesine bürünmeye başlar. Tıpkı kendisine bir şey emredilen itaatkâr bir memurun hiç beklemeden, imtina etmeden ve isteksizlik göstermeden emredilen şeyi derhal yapmaya başlaması gibi. Allah Teâlâ, bu âyette bahsettiği “gökleri ve yeri eşsiz, ön örneksiz yaratması ve olmasını istediği şeyin hemen olması” gibi vasıflarıyla, kendisinin çocuk edinmekten son derece uzak olduğu gerçeğini iyice tekit etmektedir. Çünkü bu denli yüce bir kudrete sahip olan zatın durumu, birbirinden doğma/meydana gelme bakımından diğer cisimlerin hallerinden tamamen ayrı olacaktır. (Keşşâf - Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim,Soru,946)