Bakara Sûresi 128. Ayet

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَۖ وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ  ...

“Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
2 وَاجْعَلْنَا bizi yap ج ع ل
3 مُسْلِمَيْنِ teslim olanlardan س ل م
4 لَكَ sana
5 وَمِنْ
6 ذُرِّيَّتِنَا neslimizden de ذ ر ر
7 أُمَّةً bir ümmet (çıkar) ا م م
8 مُسْلِمَةً teslim olan س ل م
9 لَكَ sana
10 وَأَرِنَا ve bize göster ر ا ي
11 مَنَاسِكَنَا ibadet yollarımızı ن س ك
12 وَتُبْ ve tevbemizi kabul et ت و ب
13 عَلَيْنَا bizden
14 إِنَّكَ şüphesiz sen
15 أَنْتَ (ancak) sensin
16 التَّوَّابُ tevbeleri kabul eden ت و ب
17 الرَّحِيمُ çok merhametli olan ر ح م
 

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Canım, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, siz hiç günah işlememiş olsaydınız, Allah sizi yok eder, yerinize günah işleyip Allah’dan bağışlanma dileyecek bir millet getirir de onları bağışlardı.”  (Müslim, Tevbe 11) (Riyazus Salihin 423 Nolu Hadis)

“Herhangi birinizin tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, arayıp taramaları sonuç vermeyince deveyi bulma ümidini büsbütün kaybederek bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına yapışan ve aşırı derecede sevincinden ne söylediğini bilmeyerek:

- Allah’ım! Sen benim kulumsun; ben de senin rabbinim, diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.”

Müslim, Tevbe 7. Ayrıca bk.Tirmizî, Kıyâmet 49, Daavât 99; İbni Mâce, Zühd 30 (Riyazus Salihin)

‘Allah tevbe edenleri sever ’ 3dk 3sn  https://youtu.be/l7Y-eZlLQrg

 

Rahame رحم :

رَحِمٌ kadının rahmidir. Akrabalık anlamındaki rahim رَحِمٌ sözcüğü de buradan müsteardır. Böyle kullanılmasının nedeni akrabaların tek bir rahimden çıkmış olmasıdır. 

Rahmet رَحْمَةٌ edilene ihsanda bulunmayı gerektiren şefkat ve acımadır. Bazen salt şefkat, acıma ve yufka yüreklilik  anlamında bazen de bunlardan soyutlanmış olarak ihsan anlamında kullanılır.

Rahman رَحْمانٌ sözcüğü yapı olarak Allah'dan başkası için kullanılamaz. Anlamı her şeye vâsi olan her şeyi içine alan/kuşatan demektir. Rahim رَحِيمٌ sözcüğü ise Allah'dan başkası içinde kullanılabilir. Zira manası rahmeti çok olan anlamına gelir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve pekçok isim formunda 339 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

Türkçede kullanılan şekilleri Rahim, Rahman, merhamet, rahmet, istirham ve merhumdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَۖ

رَبَّنَا ifadesi mahzuf fiilin mekulü’l-kavl cümlesidir. Takdiri يقولان ربنا (Rabbimiz diyorlardı) şeklindedir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ , muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَ atıf harfidir. اجْعَلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûl olarak mahallen mansubtur. مُسْلِمَيْنِ mef’ûlun bihtir.  Nasb alameti ي ’dir. Tesniye kelimeler ي ile nasb olurlar.
اسلم fiili burada olduğu gibi ل harfi ceri ile kullanıldığı  zaman, teslimiyet ve nefsi teslim etmek, itaat ve tam uymak manasına gelir veya o manayı da içine alır. (Elmalılı)
لَكَ car mecruru مُسْلِمَيْنِ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. وَ atıf harfidir. مِنْ ذُرِّيَّتِ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri واجعل من ذريتنا şeklindedir. اُمَّةً kelimesi mahzuf fiilin ikinci mef’ûludur. مُسْلِمَةً ise اُمَّةً kelimesinin sıfatıdır. لَكَ car mecruru مُسْلِمَةً kelimesine müteallıktır.

 وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ

وَ atıf harfidir. اَرِنَا illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت dir. Fiile bitişmiş olan نا zamiri mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مَنَاسِكَ ikinci mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَتُبْ عَلَيْنَا ifadesi اجْعَلْنَا fiiline atfedilmiştir. تُبْ sükun üzere mebni emir fiildir. عَلَيْنَاۚ car mecruru تُبْ fiiline müteallıktır.
اَرِنَا [Bize göster] kelimesi, “gördü ve bildi” manasına gelen رَأى fiilinden gelmektedir. Bu sebeple; iki mef‘ûl almıştır; “Bize hacda yapacağımız ibadet şekillerimizi göster ve bunları bize tarif et” demektir. Bunun “kurban kesme yerlerimizi bize göster” manasına geldiğini söyleyenler de olmuştur. (Keşşâf)
Buradaki اَرِنَا dileği gözün görmesiyle ilgilidir. O bakımdan iki mef'ûl alan geçişli fiil olmuştur. Kalbin görmesi ile ilgili olduğu da söylenmiştir. Ancak bu görüşü savunan kimseye karşı delil olarak kalbin görmesiyle ilgili fiilin üç tane mef'ûl alması gerektiği söylenilir. İbn Atiyye der ki: Kalbin görmesi ile ilgili olarak kullanılan ‘gösterme’ fiilinin başına hemze gelip o şekilde kullanılmış ise iki mef'ûle geçiş yapmakla yetinilir. (Kurtubî)
مَنَاسِكَ kelimesinin kökü نسكَ  kelimesidir. Bu kelime en ağır ibadet demektir. Bunun için bu kelime daha çok hac ibadetleri için kullanılır. Çünkü hac ibadetlerinde külfetin yanında adetlerden ve alışkanlıklardan uzaklaşma  sözkonusudur.

اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ

اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَنْتَ fasıl zamiridir. التَّوَّابُ kelimesi اِنَّ ’nin haberidir. الرَّح۪يمُ ise ikinci haberidir.

 

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَۖ


Ayet, istirham için itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebi inşai isnaddır. Nida harfinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Hz.İbrahim ve İsmail’in dua ederken nida sözcüğünü söylememeleri Allah Teâlâ’ya yakın olma isteklerinin ve onun rahmetine duydukları ihtiyacın derecesini gösterir. 

Nidanın cevabına dahil olan وَ atıf harfidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cevap cümlesi, önceki ayetteki تَقَبَّلْ مِنَّاۜ cümlesine temasül sebebiyle atfedilmiştir.  

Öncesine matuf olan ...وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا cümlesinde icaz-ı hazif vardır. Car mecrur, takdiri اجْعَلْ olan fiile müteallıktır.

Arka arkaya gelen iki cümle de inşâ üslubunda olmasına rağmen vaz edildikleri anlamın dışında dua manası taşıdıkları için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Mahzuf fiilin mef’ûlünden hal olan اُمَّةً ve onun sıfatı olan مُسْلِمَةً kelimesi anlamı zenginleştirmek için gelen ıtnâbtır.

مُسْلِمَيْنِ - مُسْلِمَةً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ [Soyumuzdan da sana teslim olan (Müslüman) bir ümmet çıkar!] Burada geçen مِنْ cer edatı teb’iz (ayırma, istisna tutma) ya da tebyin (açıklama) içindir. Bir yoruma göre de Hz. İbrahim ve İsmail “Ümmet” ifadesiyle Hz. Muhammed (s.a.v)’in ümmetini kastetti, demektir. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in özellikle kendi soylarından gelenleri dualarına almaları, insanın kendi öz çocuğuna karşı daha merhametli olması sebebiyledir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

Nesillerinin hepsi için değil de, مِنْ harfi dolayısıyla bir kısmı için dua etmeleri aralarında kafirlerin de çıkacağının bilmeleri dolayısıyladır.

 

وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ

 

وَ atıftır. Öncesine temasül nedeniyle atfedilen cümle, emir üslubunda talebi inşâî isnad formunda gelmesine rağmen dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

İki cümle de dua manasında gelmiştir. 

Bir görüşe göre bu cümlenin mânası: “Bu işteki kusurumuzu bağışla!” şeklindedir. Bir başka görüşe göre [Tövbemizi kabul et.] ifadesi hem bu iki peygambere hem de onların soylarına işaret ettiği ve soylarında günahkâr kimseler bulunduğu için, tövbe talebi soylarının günahları ile ilgilidir. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Tövbe talep etmek peygamberlerin de kasıtsız bazı küçük hatalarının olabileceğine delalet eder. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ


Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve kasrla tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Talil cümleleri ıtnâb babındandır.

Cümledeki اَنْتَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın, aralarında vav olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. 

التَّوَّابُ - الرَّح۪يمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Ayrıca bu iki sıfatın ayetle anlam ilişkisindeki uyum teşâbüh-i etrâf sanatıdır. 

التَّوَّابُ - الرَّح۪يمُ kelimeleri ikisi de mübalağa kalıbındandır. Tövbeleri çok kabul ettiğini ve çok merhametli olduğunu ifade eder.

Öncesinde kulun tevbe ettiği zikredildiği için ve rahmet sıfatını da kapsadığı için التَّوَّابُ ismi الرَّح۪يمُ ismine takdim edilmiş, böylece fasılaya da riayet sağlanmıştır. 

(Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 1052)

 

Allâme Gazalî (r.a.)’nin özetlediğine göre tevbe, sıraya konulmuş olan şu üç şeyin, ilmin, halin ve amelin toplamından ibarettir. Buna göre ilim birinci, hal ikinci -ki ilim bunu gerektirir- amel ise üçüncüsüdür ki bu da halin neticesidir. İlim, günahın zararının büyük olduğunu bilmektir. Bu bilgiden faydalı olan şey elden kaçırılıp, zararlı olanın da meydana gelmiş olması sebebiyle, kalbte bir acı meydana gelir. Kalbteki bu acıya, nedamet, pişmanlık denilir. Sonra bu pişmanlıktan, irâde denilen bir sıfat meydana gelir ki, bunun hal, mazî ve istikbâl ile bir münasebeti vardır. Hal ile münasebeti, onun işlemiş olduğu günahı bırakmasıdır. İstikbâl ile ilgisine gelince, terketmiş olduğu bu fiili Allah rızası için ömrünün sonuna kadar yapmamaya azmetmekle olur. Mazi ile ilgisine gelince, eğer telâfi imkânı olan cinsten ise, cebr (onarma) ve kaza ile kaçırmış olduğu şeyleri telâfi etmekle olur. Buna göre ilim ilk derecededir. O, hayırların kendisinden doğduğu kaynaktır. Ben, burada ilim ile, iman ve yakîni kastediyorum. Çünkü iman, günahların öldürücü zehir olduğunu tasdik etmekten ibarettir. Yakîn ise, bu tasdiki te’kid ve ondan şekki bertaraf ederek, kalbte hükümran olmasından ibarettir. Sonra bu yakîn kalbe hükümran olduğu sürece pişmanlık ateşi yanar; böylece kalb, iman nurunun aydınlatmasıyla, daha önce karanlıklar içerisinde iken üzerine güneşin ışıkları doğan, böylece sevgilisinin helak olmak üzere olduğunu görüp de kalbinde onun sevgisinin ateşleri tutuşan ve bu tutuşmadan dolayı da onu kurtarmak için ileri atılma arzusu duyan kimse gibi, kendisinin, sevgilisinden zedelenmiş olduğunu gördüğü zaman elem ve acı duyar. (Fahrettin er-er-Razi)