فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟
Öyleyse zikir, Allah’la beraber olmaktır. Zaten her ân Allah bizimle beraber de, bizim tarafımızdan bunun zihinde canlı tutulmasının adına zikir diyoruz. İşte bu zikrin anlaşılabilmesi adına onu şöyle gruplandıracağız:
1- Lisanın zikri.
2- Kalbin zikri.
3- Bedenin, eczamın zikri.
Aslında genel mânâda zikir ikiye ayrılır. İnsanın zikri ve canlı cansız diğer varlıkların zikri. Biz burada zikri üçe ayırırken, bu ayırımı insanın zikri açısından yaptık.
1- Lisanın zikri: Bu da üç çeşit muteala edilebilir.
a: Birincisi mahza zikir olan Kur’ân’ın tilavetidir, Kur’ân’ın kıraatidir.
Meselâ ben:
Kur’ân’dan bir bölüm okumaya başladık mı, işte bu zikirdir. Zira Kur’ân mahza zikirdir. Efendim işte şunu beş kere okuyacaksın, bunu on kere okuyacaksın, bunu yüz kere söyleyeceksin demek değildir zikir. Kur’ân okumaya başladınız mı, işte bu zikirdir. Hangi âyet, hangi bölüm olursa olsun fark etmez.
b: Lisanın ikinci zikri, Allah’ın esmasını telaffuz etmektir. Allah’ın esmasını tekellüm de zikirdir.
“Allahu ekber” “La İlâhe illallah
Gibi. Bu da dilin zikridir.
c: Dilin üçüncü zikri de vahyin sözcülüğünü yapmak adına söylediği her şey zikirdir.
Yani kişinin din adına konuşması, vahyin sözcülüğü adına söz söylemesi, Kur’ân ve sünnetin anlatımı adına dilin hareket etmesi de zikirdir. Din adına konuşmak, Allah’ın istediğini Allah’ın istediği yerde söylemek, emr-i bil’marûf ve nehy-i ani’l münker yapmak, öğretmek, anlatmak, emretmek, nehyetmek, duyurmak, sevdirmek, tanıtmak gibi meşru sebeplerle dili hareket ettirmek de zikirdir.
Meselâ şu anda benim konuşmam zikirdir. Sizin çocuklarınıza namazı öğretmeniz zikirdir. Bunların hepsi dilin zikridir ki; müslüman asla bundan fariğ olmamalıdır. Çünkü Allah’ın Rasülünün bir hadisine göre bu zikirden fariğ olan adamın kalbi kaskatı kesilecektir.
Zâlim bir hükümdar karşısında hakkı söyleyen mü'minin dili bilelim ki; o anda zikrediyor demektir. Mü'minlere Kur’ân öğreten, hadis öğreten kişinin, çocuğunu terbiye eden kişinin dili o anda zikrediyor demektir.
2- Kalbin zikrine gelince, kalbin zikri, kalbin fonksiyonu, kalbin eylemi olan niyetin Allah’a ait kılınmasıdır. Niyetin Allah’a ait kılınması, Yani bir hayat boyu kalbin Allah’ı hatırlayarak niyet sahibi olması demektir. Zira kalp iman ve küfür, kabul ve red makamıdır. Kalp niyet makamıdır. Kalp hadiseler karşısında kişinin meylinin değerlendirilme merkezidir. Yani kişi diliyle ne söylerse söylesin, kalpten ne geçirdiği önemlidir. Çünkü kalp fesat ve salah olabilme özelliğine sahiptir. İşte bu iki özelliğe de sahip olabilen kalp, eğer Allah’ın istediği gibi bir özelliğe sahipse, Yani Allah için niyet taşıyorsa; o zaman işte bu kalp, zikir halindedir diyoruz.
3- Üçüncüsü de bedenin zikri. Bedenin zikri de bütün ecsamıyla, tüm cevarıhıyla bedenin Allah’ın kulluğunda istihdam edilmesidir. Yani göz hakkı görür, kulak hakkı işitir, dil hakkı konuşur, mide helâl yer, kafa meşru bilgiler öğrenir, ayak meşru yerlere gider, el meşru şeylere uzanırsa, tüm azalar Allah’a kulluk işinde istihdam edilirse, işte bu da bedenin zikridir; Yani tüm azaların yaratılış gâyeleri istikâmetinde kullanılması. Allah azaları ne için yaratmışsa; onu, ona tahsis etmek bu azaların zikridir. Eğer bu azaları yaratılış gâyelerinin dışında kullanmaya kalkışırsak, Allah korusun o zaman zâlim durumuna düşeriz. Allah buyurur ki:
Sizler beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim. Beni, bana itaatle zikredin ki; ben de sizi rahmetimle zikredeyim. Beni dualarınızla zikredin ki; ben de sizin dualarınızı kabul edeyim. Beni dünyada zikredin ki; ben de sizi âhirette zor zamanınızda zikredeyim. Beni sıhhatteyken zikredin ki; ben de sizi zor günlerinizde zikredeyim. Beni benim yolumda cihadla zikredin ki; ben de sizi zaferle zikredeyim.
Riyazus Salihin, 1438 Nolu Hadis(
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Ben kulumun beni düşündüğü gibiyim. Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Eğer beni yalnız başına anarsa, ben de onu yalnız anarım. Şayet beni bir toplulukla beraber anarsa, ben de onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım.”
Buhârî, Tevhîd 15; Müslim, Zikir 2, 19, 50; Tevbe 1.
فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri إن تذكروني أذكركم (Beni zikrederseniz sizi zikrederim) şeklindedir. اذْكُرُون۪ٓي emir fiildir. Fiilin sonundaki ن vikayedir. ي ise fiilin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. اَذْكُرْ talebin cevabı olarak gelmiş muzari fiil olup mahallen meczumdur. Fail ise müstetir zamir انا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اشْكُرُوا ل۪ي cümlesi atıf harfi وَ ile makabline matuftur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَكْفُرُونِ۟ fiili ن ’un hazfı ile meczum muzari fiildir. Fiilin sonundaki ن vikayedir. Esre ise mütekellim zamirinden ivazdır. Zamir, fasılaya riayet gözetilerek hazfedilmiştir.
فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟
فَ mukadder şartın cevabına dahil olmuş rabıtadır. Mahzuf şartın takdiri إن كنت أقدم لكم هذه النعم فاذكروني (Size bu nimetleri sunduysam beni zikredin) şeklinde olabilir. Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَذْكُرْكُمْ talebin cevabıdır veya talepten kaynaklanan, mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri, إن تذكروني أذكركم (Beni zikrederseniz sizi zikrederim) olabilir.
فَاذْكُرُون۪ٓي cümlesindeki فَ sebebiyyedir. Mana; اذكرُني لاَجْل اِنْعامي عليكم (Size verdiğim nimetlerden dolayı beni zikredin) demektir. (Âdil Ahmet Sâbır er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1191)
Emir üslubundaki ikinci cümle وَ ’la فَاذْكُرُون۪ٓي ’ye atfedilmiştir.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan لَا تَكْفُرُونِ۟ cümlesi makabline matuftur.
لَا تَكْفُرُونِ۟ cümlesinde müteaddi fiil olan تَكْفُرُونِ۟ , lazım menzilesine konularak mef’ûlu hazfedilmiştir. Mana; ﻻتَكْفُروا نِعَم (nimetlerimi inkar etmeyin) şeklindedir. Bunun amacı küfrü olumsuzlamayı çeşitli şekillerde umumileştirmektir. Bundan dolayı cümlede îcâz-ı hazif vardır. (Âdil Ahmet Sâbır er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru1195)
Şükrün karşıtı küfürdür. Nimete şükretmiyorsak sanki o nimet yok gibi davranıyoruz demektir. Yukarıdaki ayette sayılanlar da birer nimet ve bunların her birine şükretmemiz gerekir.
فَاذْكُرُون۪ٓي - اَذْكُرْكُمْ cümlesiyle وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟ cümlesi arasında mukabele vardır.
اشْكُرُوا - تَكْفُرُونِ۟ kelimeleri arasında tıbâk-ı icab sanatı vardır.
اذْكُرُون۪ٓي - اَذْكُرْكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cenâb-ı Allah, bu ayette biz kullarını iki şeyle mükellef tutmuştur: Birisi zikir, diğeri şükür. Zikir, bazan dil ile, bazan kalb ile, bazan da azalarla olur. İnsanların Allah'ı dilleriyle zikretmeleri (anmaları), hamd, tesbih, medh ve Kur'an'ı okumakla olur.Allah'ı kalb ile zikir ise üç türlüdür:
a) O'nun zatına ve sıfatlarına delâlet eden deliller üzerinde ve bu delilleri cerh eden şüphelere cevap üzerinde tefekkür etmek.
b) Hak teâlâ'nın insanlara verdiği mükellefiyetlerinin, ahkâm, emir ve yasaklarının, va'ad ve vaidin nasıl olduğunu gösteren deliller üzerinde düşünmek.
c) Allah'ın mahlûkattının sırları üzerinde düşünmek. (Fahreddin er-Razi, Tefsir-i Kebir.)
Bu ayette üçlü mukabele vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, S.35)