بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ وَاِنَّ فَر۪يقاً مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | kimseler |
|
2 | اتَيْنَاهُمُ | kendilerine verdiğimiz |
|
3 | الْكِتَابَ | Kitap |
|
4 | يَعْرِفُونَهُ | onu tanırlar |
|
5 | كَمَا | gibi |
|
6 | يَعْرِفُونَ | tanıdıkları |
|
7 | أَبْنَاءَهُمْ | oğullarını |
|
8 | وَإِنَّ | ve (yine) elbette |
|
9 | فَرِيقًا | bir grup |
|
10 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
11 | لَيَكْتُمُونَ | gizlerler |
|
12 | الْحَقَّ | gerçeği |
|
13 | وَهُمْ | onlar |
|
14 | يَعْلَمُونَ | bildikleri (halde) |
|
Arafe عرف :
Mârife مَعْرِفَةٌ ve irfan عِرْفانٌ sözcükleri bir şeyin izini tefekkür edip derin düşünerek onu idrak etmektir ki bu sınırlı bir bilgidir. Bu kelime ilimden daha dar kapsamlıdır. Marifetin zıddı inkar, ilmin zıddı ise cehldir.
Bu kökün aslı ya onun arfına yani kokusuna ulaşmak veya urfe yani onun sınırına ulaşmak kullanımından gelir.
Tefâul babındaki تَعارَفَ fiili birbirlerini tanımak anlamına gelir.
عَرَفاتٌ Belirli bir arazi parçası olan Arafat'ın adıdır. Bir görüşe göre bu sözcük Hz. Âdem ile Hz. Havva'nın burada tanışmalarından dolayıdır. Diğer bir görüşe göre ise kulların burada ibadet ve dualarla kendilerini Yüce Allah'a tanıtmalarıdır.
Mâruf مَعْرُوفٌ; güzelliği akıl ve şeriat yoluyla bilinen her türlü fiilin adıdır. Bunun zıddı ise münkerdir.
عُرْفٌ'a gelince o maruf olan ihsan, lutuf ve iyiliktir.
Âraf أعْرافٌ, cennet ile cehennem arasında bir surdur.
İf'tial babı formundaki i'tiraf إعْتِرافٌ formu ikrar/itiraf ve kabul etmektir. Asıl anlamı kişinin günahını ve kabahatini bildiğini göstermesidir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de pekçok farklı formda 71 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri Ârif, mâruf, maarif, Arafat, Arafe, arâf, irfan, târif, tarife, itiraf, örf ve marifettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْنَاهُمُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Fiile bitişmiş olan نا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْكِتَابَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. يَعْرِفُونَ fiili اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.
كَ misli manasındadır. ما ve masdar-ı müevvel, كَ harfi ceriyle birlikte mahzuf masdarın sıfatı veya mef‘ûlu mutlak olarak mahallen mansubtur. Takdiri يعرفونه معرفة مثلَ معرفتهم أبناءهم (oğullarını tanıdıkları gibi onu tanırlar.) şeklindedir. يَعْرِفُونَ muzari fiildir. نَ ’nun sübutuyla merfûdur. اَبْنَٓاءَ mef’ûlun bihtir. Muttasıl zamir هُمْۜ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاِنَّ فَر۪يقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
وَ haliyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اِنَّ ’nin ismi فَر۪يقًا ‘dır. مِنْهُمْ car mecruru فَر۪يقًا’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. يَكْتُمُونَ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. الْحَقَّ kelimesi يَكْتُمُونَ ’nin mef’ûlu bihidir.
وَ haliyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur.
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması onların bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında tahkir ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
اَلَّذ۪ينَ - مَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, يَعْرِفُونَ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ ayetinde Kitap ehlinin Nebi (sav)’i tanımaları, kendi sulbleri olan öz oğullarını tanımaları gibi kesin ve nettir. Teşbihi mürseldir. Aklinin hissiye benzetilmesidir. Aralarındaki benzerlik dolayısıyla semavi kitaplara muttali olmakla elde edilen akli bilgi, hissi bilgiye benzetilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbır er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru1172)
عرِف fiili çoğunlukla zat ve beş duyuyla algılanan şeyler için kullanılır. (Âşûr) Dolayısıyla buradaki هُ zamiri kitaba değil, Peygamber Efendimiz'e s.a.v. aittir. Zaten kitap ile çocukları karşılaştırmak, ona benzetmek münasip değildir. Ayrıca onların kitabında Peygamber Efendimiz s.a.v. ile ilgili özellikler anlatılmıştır.
Şayet “Niçin burada özellikle oğullar zikredilmiştir?” ayet dersen, şöyle derim: Çünkü daha meşhur, daha tanınan, babaların sohbetine daha çok devam eden ve onların gönüllerinde daha çok yer tutan erkek evlâtlardır. (Keşşaf)
Kendilerine kitap verdiklerimiz, Peygamber hakkındaki bilgiyi, bu bilginin sebebi olan vahyi, Kur’ân'ı ve kıble tahvilini elbette bilirler. Ancak ayetin ‘kendi oğullarını tanırcasına veya tanır gibi' bölümü, birinci mânâyı teyid eder. Yani onlar, Peygamberi kendi kitaplarında yazılı olduğu gibi o üstün vasıfları ile bilirler ve oğullarının nesebi hakkında nasıl şüpheleri yoksa bunda da şüpheleri yoktur demektir. Zahirin yalnız oğullara hasr ve tahsis edilmesi kızların bunun dışında bırakılması Yahudî ve Hristiyanların kendi oğullarını kızlarından daha çok sevdikleri ve dolayısıyla onları daha fazla tanıdıkları içindir. (Ebüssuûd)
Ayrıca burada iltifat sanatı vardır. Önceki ayette Efendimizden sen zamiriyle bahsedilmişti. Burada o zamiriyle bahsedilmiştir.
Ayette muhatabtan gaibe iltifat edilmesinde amaç; ehli kitap nezdinde çok ünlü ve bilinir olsa bile Peygamber Efendimizin şöhretini tekid etmektir. İsmini ve sıfatını izhar etmeye gerek yoktur. (Âdil Ahmet Sâbır er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru,1170)
وَاِنَّ فَر۪يقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
و , istînâfiyye veya haliyyedir. Cümle اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin nekre gelişi tahkir içindir.
Mahallen merfû olan اِنَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın, olayı gözünde canlandırmasını sağlayarak dikkatini canlı tutar.
وَهُمْ يَعْلَمُونَ cümlesi يَكْتُمُونَ fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يَعْلَمُونَ - يَعْرِفُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İçlerindeki iman sahiplerini -ya da haklarında “Bunların bir de ümmî takımı vardır ki, Kitabı (Tevrat’ı) bilmezler” [Bakara 2/78]” buyrulan cahillerini- istisna etmek üzere “içlerinden bir grup” buyurmaktadır. (Keşşaf)
“Böyle iken içlerinden birtakımı gerçeği gizlerler.” Mücahid şöyle demiştir: Yani Hz. Muhammed aleyhisselamın vasıflarını saklarlar. Halbuki onlar Hz. Muhammed’in vasıflarını Tevrat ve İncil’de yazılı halde görüyorlardı. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr-Ebüssuûd)
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ۟
مري Meraye : مِرْيَةٌ bir iş veya meselede tereddüte düşmektir. شَكٌّ sözcüğünden daha özel anlamlıdır. Köke ait إمْتِراءٌ ve مُماراةٌ babları, içinde bir tereddüt ve kuşku bulunan bir hususta tartışmaktır. Kelimenin asıl manası ise süt sağmak için dişi devenin memesini sıvazlamak demektir. Meallerde şüpheye düşme manasında kullanılsa da Kur’ân’ı Kerim’de şüphe için kullanılan birçok kelime vardır ve çeviri yapılırken ilgili ayetteki anlam bütünlüğü dikkate alınarak uygun kelime seçilmelidir. Örneğin şekk de şüphe demektir (ki Türkçe’de aynen kullanıyoruz), fakat şekk’te töhmet altında bırakma yoktur. Şekk, sanmak gibidir. Yarın yağmur yağacağını düşünen birisi bunu şekk’le ifade eder. Ama birisinin bir suçu işlediğini düşünüyorsak ondan şekk ediyorum diyemeyiz. Merâ kelimesinin şüphe olarak kullanıldığı ayetlerde hiç yoktan bir şüphe değil de, birilerinin bir iddiası üzerine olan şüphe manasını düşünmek gerekir.(Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ۟
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ cümlesindeki اَلْحَقُّ kelimesinin هُوَ اَلْحَقُّ (hak O’dur) takdirinde hazfedilmiş bir mübtedanın haberi veya مِنْ رَبِّكَ şeklindeki haberin mübtedası olması muhtemeldir.
Şayet اَلْحَقُّ lafzını, (hazfedilmiş) mübtedanın haberi kıldığın vakit, مِنْ رَبِّكَ ’nin îrab konumu ne olacaktır? dersen, şöyle derim: Bunun haberden sonra gelmiş ikinci bir haber veya hal olması caizdir. Ali (r.a.) bu ayeti öncesindeki لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ [gerçeği gizlerler] cümlesinden bedel olarak, اَلْحَقَّ مِنْ رَبِّكَ şeklinde mansub okumuştur. Buna göre mana; (Onlar gerçeği; senin Rabbinden gelen gerçeği gizlerler.) şeklinde yapılanır. (Keşşâf)
فَ istînâfiyyedir. لَا nehy harfi olup olum emir manasındadır. تَكُونَنَّ fiilinin sonundaki نَّ tekid ifade eden نَ ‘u sakiledir.
Tekid نَ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ۟ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. الْمُمْتَر۪ينَ۟ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ۟
Ayetteki iki cümle de istînâfiyyedir. İsim cümlesi olan birinci cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ رَبِّكَ ’in müteallakı olan haber mahzuftur.
İkinci cümledeki فَ ’nin mahzuf şarta rabıta olduğu da şöylenmiştir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. نَ ‘u sakile ile tekid edilmiştir. كَانَ ‘nin dahil olduğu bu isim cümlesinde car mecrurun müteallakı mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır.
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ cümlesindeki اَلْحَقُّ kelimesinin هو الحق [hak O’dur] takdirinde hazfedilmiş bir mübtedanın haberi veya مِنْ رَبِّكَ haberinin mübtedası olması muhtemeldir. اَلْحَقُّ kelimesindeki lam-ı tarif iki türlü yorumlanabilir:
Birincisine göre: bu dış dünyada tanınma ifade eder (‘ahd -i haricî) ki, bununla Peygamber (s.a.)’in üzerinde bulunduğu hak (dava) veya “gerçeği / hakkı bile bile gizlerler” ifadesindeki hak kavramına işaret edilmektedir. Bu sonuncuya göre ayetin ilgili kısmı; “Onların bu gizlemekte oldukları şey Rabbinden gelen gerçeğin ta kendisidir” şeklinde anlamlandırılır.
İkinci görüşe göre: bu lam-ı tarif cins ifade eder ki, bu da hakkın başkasından değil Allah’tan geldiği şeklinde anlaşılmasıdır. Yani hak, senin üzerinde bulunduğun (hak dava) gibi Allah’tan geldiği sabit olandır; Allah’tan geldiği sabit olmayansa Ehl-i Kitab ’ın üzerinde bulunduğu şey gibi batıl olan türdür. (Keşşâf)
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ [Hak Rabbindendir’] sözünde Rabbin kelimesindeki izafet, Rasulullah'ı (sav) ilahi inayet ve lutfuyla şereflendirmek içindir. (Âdil Ahmet Sâbır er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru1178)
مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ۟ ibaresindeki مِنَ harfinin iki manası da anlaşılabilir. Yani şüphe edenlerin başından biri olma veya ilki olma demektir. Onun şüphe edeceği düşünülemez. Dolayısıyla bu ilahi kelam peygamberimizin şahsında ümmetine yöneliktir.
Bundan maksat Efendimizi onda şüpheden men etmek değildir, çünkü bu ondan beklenmez, onda bu kasıt ve istek de yoktur. Maksat, ya durumu pekiştirmek ve duruma bakan kimsenin şüphe etmeyeceğini tahkiktir ya da şüpheyi en iyi şekilde ortadan kaldıracak marifetleri kazanmakla ümmete emirdir. (Beyzâvî-Kurtubi-Ebüssuûd-Elmalı)
وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلّ۪يهَا فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اَيْنَ مَا تَكُونُوا يَأْتِ بِكُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاًۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلِكُلٍّ | her (ümmetin) vardır |
|
2 | وِجْهَةٌ | bir yönü |
|
3 | هُوَ | o(nun) |
|
4 | مُوَلِّيهَا | yöneldiği |
|
5 | فَاسْتَبِقُوا | O halde koşun |
|
6 | الْخَيْرَاتِ | hayır işlerine |
|
7 | أَيْنَ | nerede |
|
8 | مَا |
|
|
9 | تَكُونُوا | olsanız |
|
10 | يَأْتِ | getirir |
|
11 | بِكُمُ | sizi |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | جَمِيعًا | bir araya |
|
14 | إِنَّ | kuşkusuz |
|
15 | اللَّهَ | Allah |
|
16 | عَلَىٰ | üzerine |
|
17 | كُلِّ | her |
|
18 | شَيْءٍ | şey |
|
19 | قَدِيرٌ | kadirdir |
|
وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلّ۪يهَا فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ
وَ istînâfiyyedir. لِكُلٍّ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. وِجْهَةٌ muahhar mübtedadır. هُوَ مُوَلّ۪يهَا cümlesi وِجْهَةٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُوَلّ۪يهَا haberdir. فَ fasihadır. Takdiri إذا أردتم معرفة الأصوب فاستبقوا (En doğruyu anlamak istediğinizde yarışın) şeklindedir. اسْتَبِقُوا fiili نَ ‘nun hazfiyle mebni emir fiildir. الْخَيْرَاتِ kelimesi cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradir.
وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلّ۪يهَا [Herkesin yöneldiği bir yön vardır.] Yani her kavmin yöneldiği bir kıble vardır. هُوَ مُوَلّ۪يهَا [Yöneldiği] ifadesindeki هُوَ zamirinin, öncesinde geçen لِكُلٍّ ifadesine ait olması mümkündür. Çünkü bu kelime, çoğul anlamı taşısa da lafzen tekildir. Lafzından dolayı onunla ilgili ifadenin de tekil olarak anlaşılması mümkündür. ‘’Ona döner” yüzünü ona yöneltir demektir. هُوَ مُوَلّ۪يهَا ifadesiyle kastedilenin Allah’ın bir ismi olması ve ayetin O’nun kullarını oraya [yönelmekte oldukları yöne] yönlendirdiği anlamına gelmesi de mümkündür. Çünkü yönlendirmek geçişli bir kelimedir. Birinci açıklamaya göre “yüz” kelimesi zamir ile [مُوَلّ۪يهَا ] şeklinde ifade edilmiş olur ve anlam [Herkes yüzünü ona döner.] şeklindedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
اَيْنَ مَا تَكُونُوا يَأْتِ بِكُمُ اللّٰهُ جَم۪يعًاۜ
اَيْنَ مَا mürekkep bir kelimedir. اَيْنَ zaman zarfı, مَا zaiddir. تَكُونُوا şart fiilidir. نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. يَأْتِ şartın cevabıdır. İllet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. بِكُمُ car mecruru يَأْتِ fiiline müteallıktır. اللّٰهُ fail olup lafzen merfûdur. جَم۪يعًا hal olarak fetha ile mansubtur.
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰه lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismidir. قَدِ۪يرٌ ise haberidir. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ, amiline takdim edilmiştir.
وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلّ۪يهَا
و, istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Genelde muzâf olarak gelen كُلٍّ ’deki tenvin muzâfun ileyhin hazfına işarettir. Bu tenvine avz tenvini denir.
وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ ; her ümmet için bir kıble vardır, demektir. Tenvin; izafetten bedel veya Müslümanlardan her kavim için Kâbe'den bir cihet var, demektir. (Beyzâvî)
هُوَ مُوَلّ۪يهَا ifadesi, [yüzünü çeviren] demektir. Böylece iki mef‘ûlden biri yani وِجْهَهُ kelimesi hazfedilmiştir. Bir görüşe göre bu “çeviren” Allah Teâlâ’dır. Yani “Allah’ın çevireceği (bir yönü vardır)” demektir. (Keşşâf)
فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ
فَ fasiha veya sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Mahzuf şartın cevabının başına gelen harf olması da caizdir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
‘’Hayır işlerinde yarışın’’ ifadesi ‘’hayır işlerine koşun’’ ifadesinden daha anlamlıdır. Çünkü öne geçmeye teşvik vardır. (Ebüssuûd)
Bu cümle ister kıble işinde ve isterse başka hususlarda olsun, tüm hayır işlerinde yarışın manasındadır. İki dünyanın mutluluğunu kazandıracak her iyilik için koşturun. Aslında her ümmetin yöneldiği ve üzerinde kesinlikle durduğu, bu hususta hiçbir tavizde bulunmadığı bir kıblesi vardır. Bu kıblelerini bırakıp da hakka ve hak olan kıbleye yönelmezler. Siz, Kabe'nin hak kıble olduğuna ilişkin ne türden delil ve kanıt ortaya koyarsanız koyun, onlar dediklerinden vazgeçmezler. Madem ki durum bu merkezdedir, öyleyse sizler hayır işlerde yarışın, büyüklenen ve kibirlilik gösterisine kalkışanların izinden ve yolundan gitmeyin. Çünkü onlar hakkı arkalarına atıp kendi hevâ ve heveslerine uyarlar. Şer ve fesad hususunda birbirleriyle yarış ederler. Çünkü haktan sonra sadece sapıklık ve dalâlet vardır. (Ruhu’l-Beyan)
اَيْنَ مَا تَكُونُوا يَأْتِ بِكُمُ اللّٰهُ جَم۪يعًاۜ
Cümle istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart fiili müsbet muzari fiil olan تَكُونُوا , bu cümlede tam fiildir. Cevap cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan müsbet fiil cümlesidir. Fiillerin muzari sıygada gelişleri, olayın göz önünde cereyan ettiği hissini vererek muhatabı etkiler.
Cevap cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur önemine binaen faile takdim edilmiştir. Müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak için bütün kemâl ve celâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmiştir.
[Nerede olursanız Allah hepinizi getirir]. Yani muvafık veya muhalif, parçaları toplu veya dağınık olursanız, Allah sizi amellerinizin karşılığını vermek için mahşerde toplar yahut yerin derinliklerinde ve dağların zirvelerinde olsanız ruhlarınızı kabz eder yahut karşılıklı cihetlerden hangisinde olsanız Allah hepinizi getirir ve namazlarınızı sanki tek cihete dönülerek kılınmış gibi yapar. (Beyzâvî-Ebüssuûd) Lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Çünkü Allah'a itaat edenler için bir va'ad, isyan edenler içinse bir va'îd ve tehdittir. Allahü Teâlâ sanki şöyle buyurmuştur: "Ey nübüvvet ve dini bilen hakikat ehli kimseler; hayırlara koşun, kıyamette Allah katında sizin için hazırlanmış olan çeşitli ikramlar ve yakınlıklara ulaşabilmeniz için, bu husustaki güçlükleri sırtlanın. (Fahreddin er-Razi,Tefsir-i Kebir)
كُلِّ - جَم۪يعًاۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, اللّٰهَ - كُلِّ kelimelerinin tekrarında ise cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle, mamulun amile kasrını başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, herşeye kadirdir. Muktedir olmadığı hiç bir şey yoktur.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ismi fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ ifadesi maksûrun aleyh, قَد۪يرٌ۟ ise maksûrdur
Müsnedün ileyh tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah (celle celâlühü) öldürmeye de, hayât vermeye de ve hepinizi bir araya toplamaya da kadirdir. Bu itibarla bu cümle, geçen hükmün sebep ve gerekçesidir. (Ebüssuûd)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelirler. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَاِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْ | ve |
|
2 | حَيْثُ | nereden |
|
3 | خَرَجْتَ | çıkarsan (yola) |
|
4 | فَوَلِّ | çevir |
|
5 | وَجْهَكَ | yüzünü |
|
6 | شَطْرَ | tarafına |
|
7 | الْمَسْجِدِ | Mescid-i |
|
8 | الْحَرَامِ | Haram |
|
9 | وَإِنَّهُ | bu elbette |
|
10 | لَلْحَقُّ | bir gerçektir |
|
11 | مِنْ | -den |
|
12 | رَبِّكَ | Rabbin- |
|
13 | وَمَا | ve değildir |
|
14 | اللَّهُ | Allah |
|
15 | بِغَافِلٍ | habersiz |
|
16 | عَمَّا | -dan |
|
17 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız- |
|
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَاِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَۜ
وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. مِنْ حَيْثُ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri ولِّ وجهك من حيث خرجت (Çıktığın yerde yüzünü çevir) şeklindedir. حَيْثُ mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı, yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur. خَرَجْتَ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فَ zaiddir. وَلِّ illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Faili ise müstetir zamir أنت ‘dir. وَجْهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekân zarfı شَطْرَ fetha üzere mebni olup, وَلِّ fiiline müteallıktır. الْمَسْجِدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْحَرَامِ ise الْمَسْجِدِ ’nin sıfatıdır.
وَ haliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اِنَّ ’nin ismi olan muttasıl zamir هُ mahallen mansubtur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اَلْحَقُّ haberdir. مِنْ رَبِّ car mecruru اَلْحَقُّ ’nın mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُون
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel etmiştir. اللّٰهُ lafzı مَا ’nın ismidir. بِغَافِلٍ ’deki بِ harfi zaiddir. غَافِلٍ lafzen mecrur mahallen مَا ’nın haberi olarak mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, عَنْ harfi ceriyle birlikte تَعْمَلُونَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ cümlesidir. تَعْمَلُونَ fiili, sülâsî mücerred olan عمل fiilinin muzarisidir.
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde ل harfinin tekid ifade etmesi gibi olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَا 'nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’nin, 19 yerde de مَا ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zaidlik)
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ
و , istînâfiyyedir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart fiili müsbet mazi fiil خَرَجْتَ izafet nedeniyle mecrur mahaldedir. Cevap cümlesi ...فَوَلِّ وَجْهَكَ emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Her ne zaman ve her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne / tarafına çevir / dön ifadesi, bu ayetlerde üç kere vurgulanmıştır. Vurgu dolayısıyla aynı yöne dönmenin birlik ruhuna etkisi düşünülebilir.
Bu cümlede, önceki ayetteki cemi muhatap zamirinden müfret muhatab zamirine iltifat vardır.
Bu cümle, kıblenin tahviline ilişkin hükmü teyid ve tekid eder. Hazarda ve seferde kıble konusunda hiç fark olmadığını açıkça ortaya koyar.
Mânâsı, "Sefere nereden çikarsan çık, namaz kılarken yüzünü Mescid-ı Haram'a doğru çevir ya da nereden çıkarsan çık, sana emredileni yap!" demektir. (Ebüssuûd)
شَطْرَ kelimesinin gelmesi büyük kolaylıktır, kıbleye yönelmede 45 derece bir yanılma payı olmasını sağlar.
Buradaki شَطْرَ kelimesinin bu'd (boyut) anlamında olduğunu söyleyen görüşe -yani (Yüzünü Mescid-i Haram 'ın boyutu cihetine çevir) anlamına göre- istiaredir. Çünkü (bir kimsenin) yüzünü gerçek anlamda Mescid'in boyutuna çevirmesinin kastedilmesi doğru olmaz. (Kur'an Mecazları Şerif er-Radi)
شَطْرَ الْمَسْجِدِ zarf olması hasebiyle nasb edilmiş olup, bu zarfiyet anlamı dolayısıyla ilgili kısım “Yüzünü döndürme işini Mescid-i Haram tarafına; yani onun yönü ve semti dahilinde kıl” şeklinde yorumlanır. Zira kıblenin aynına dönmek uzakta bulunan için büyük zorluk içerecektir. Ayette Kâbe yerine Mescid-i Haram ismine yer verilmesi, kıble işinde Kâbe’nin aynına değil de yönüne riayet edilmesinin vacip olduğuna bir delildir. (Keşşâf)
وَلِّ - وَجْهَكَ - شَطْرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَاِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَۜ
و , atıf veya haliyyedir. İsme isnad olan cümle اِنَّ , lam-ı muzahlaka ve kasrla tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin الْ takısıyla marife olması tahsis ifade eder.
Mahzuf hale muteallık olan مِنْ رَبِّكَۜ izafetinde Hz. Peygambere ait zamir, رَبِّ’ye muzâfun ileyh olması nedeniyle şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet, Peygamber Efendimize destek ve teşvik anlamı taşır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla رَبِّ kelimesinde tecrîd sanatı vardır.
مِنْ رَبِّكَۜ ifadesiyle maksad hiçbir şeyin Hz Peygamber tarafından kendi hevasına uyularak yapılmadığını bildirmektir. Çünkü bu iki fırka, kıblenin Kâbe yönüne çevirilmesinin Hazret-i Peygamber tarafından olduğunu ileri sürüyorlardı. (Ruhul Beyan).
Peygamber’e hitap olan bu cümle, 144. ayetteki kitap ehline hitap olan cümlenin tekrarıdır. İki cümle arasında mukabele, ıtnâb, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُون
و istînâfiyyedir. Zaid ب harfi ile tekid edilen cümle, faide-i haber talebî kelamdır.
ليس gibi amel etmiş olan مَا ’nın haberine dahil olan zaid بِ harfi tekid ifade eder. غَافِلٍ kelimesi lafzen mecrur mahallen merfûdur.
Mevsûl olan مَا ’nın sılasının muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği, muhayyileyi harekete geçirerek olayı göz önüne getirir.
[Allah yapmakta olduğunuz şeylerden gafil değildir] ifadesi bir vaîd, yani tehdittir.
Bu ifade yaptıklarınızın karşılığı ahirette verilecektir manasında olduğu için lazım melzum alakasıyla mecazı mürsel vardır.
Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede iki farklı görevdeki مَا ’larda tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran lafza-i celâlin tekrarı telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اللّٰهُ - رَبِّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin başındaki müfret muhatap zamirinden, bu cümledeki cemi muhatap zamirine iltifat vardır.
Bu cümle 74. ve 144. ayetlerin fasılaları ile aynıdır. Bu ayetler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُۙ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌۗ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْن۪ي وَلِاُتِمَّ نِعْمَت۪ي عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْ | ve |
|
2 | حَيْثُ | nereden |
|
3 | خَرَجْتَ | çıkarsan (yola) |
|
4 | فَوَلِّ | çevir |
|
5 | وَجْهَكَ | yüzünü |
|
6 | شَطْرَ | doğru |
|
7 | الْمَسْجِدِ | Mescid-i |
|
8 | الْحَرَامِ | Haram’a |
|
9 | وَحَيْثُ | ve nerede |
|
10 | مَا |
|
|
11 | كُنْتُمْ | olursanız |
|
12 | فَوَلُّوا | çevirin |
|
13 | وُجُوهَكُمْ | yüzünüzü |
|
14 | شَطْرَهُ | o yana |
|
15 | لِئَلَّا | diye |
|
16 | يَكُونَ | olmasın |
|
17 | لِلنَّاسِ | hiç kimsenin |
|
18 | عَلَيْكُمْ | aleyhinizde |
|
19 | حُجَّةٌ | bir delili |
|
20 | إِلَّا | başkasının |
|
21 | الَّذِينَ | kimselerden |
|
22 | ظَلَمُوا | zalim olan |
|
23 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
24 | فَلَا |
|
|
25 | تَخْشَوْهُمْ | onlardan çekinmeyin |
|
26 | وَاخْشَوْنِي | benden çekinin |
|
27 | وَلِأُتِمَّ | ve tamamlayayım |
|
28 | نِعْمَتِي | ni’metimi |
|
29 | عَلَيْكُمْ | size |
|
30 | وَلَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
31 | تَهْتَدُونَ | hidayete erersiniz |
|
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ
İstînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. مِنْ حَيْثُ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri ولِّ وجهك من حيث خرجت şeklindedir. حَيْثُ mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.خَرَجْتَ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فَ zaiddir. وَلِّ illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Faili ise müstetir zamir أنت dir. وَجْهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekân zarfı شَطْرَ fetha üzere mebni olup, وَلِّ fiiline müteallıktır. الْمَسْجِدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْحَرَامِ ise الْمَسْجِدِ’nin sıfatıdır.
وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُۙ
وَ atıf harfidir. حَيْثُ مَا mekân zarfı, iki fiil cezmeden şart edatıdır. Mebnidir. Kendi cevabının mef’ûlun fihidir. Mebni olduğundan mahallen mansubtur. كُنْتُمْ’un mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. كُنْتُمْ şart fiilidir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir كَانَ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Şartın cevabı وَلُّوا وُجُوهَكُمْ‘dir. وَلُّوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul vavı faildir. وُجُوهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekân zarfı شَطْرَ fetha üzere mebni olup, وَلُّوا fiiline müteallıktır.
لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌۗ
لِ harfi, lam-ı ta’lildir. اَنْ masdar harfi, لا zaiddir. اَنْ ve masdar-ı müevvel لِ harfi ceriyle birlikte mahzuf habere müteallıktır. لِلنَّاسِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. عَلَيْكُمْ car mecruru حُجَّةٌ mahzuf haline müteallıktır. حُجَّةٌ kelimesi يَكُونَ’nin muahhar ismidir.
اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْن۪ي وَلِاُتِمَّ نِعْمَت۪ي عَلَيْكُمْ
اِلَّا istisna harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, müstesna olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا مِنْهُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf hale müteallıktır.
Kutrub şöyle demiştir: Ayetin manası, -istisna (اِلَّا) lafzı عَلَيْكُمْ kelimesine atfedilerek- “sizin üzerinize hüccet yoktur, ancak zalimlere vardır” şeklindedir. Ebû Muâz en-Nahvî şöyle demiştir: “Burada اِلَّا istisnâ için değil, atf-ı nesak için kullanılmıştır. “Ve onlardan zulmedenler.” anlamına gelir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri إذا كانوا كذلك فلا تخشوهم şeklindedir. لَا nahiyedir. تَخْشَوْ fiili نَ harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul vavı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. اخْشَوْن۪ي emir fiildir. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.
لِ harfi, اُتِمَّ fiilini gizli اَنْ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ceriyle birlikte وَلُّوا fiiline müteallıktır. نِعْمَت۪ي mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mütekellim يَ ’sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلَيْكُمْ car mecruru اُتِمَّ fiiline veya نِعْمَت۪ي’nin haline müteallıktır.
وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ
وَ istînafiyyedir. لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. لَعَلَّ ‘nin ismi olan muttasıl zamir كُمْ mahallen mansubtur. تَهْتَدُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ
و , istînâfiyYedir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart fiili müsbet mazi fiil خَرَجْتَ izafet nedeniyle mecrur mahaldedir. Cevap cümlesi ...فَوَلِّ وَجْهَكَ emir üslubunda talebî inşâî isnaddır..
‘Her ne zaman ve her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne / tarafına çevir / dön’ ifadesi bu ayetlerde üç kere vurgulanmıştır. Vurgu dolayısıyla aynı yöne dönmenin birlik ruhuna etkisi düşünülebilir.
Bu cümlede önceki ayetteki cemi muhatap zamirinden müfret muhatap zamirine iltifat vardır.
شَطْرَ kelimesinin gelmesi büyük kolaylıktır, kıbleye yönelmede 45 derece bir yanılma payı olmasını sağlar.
Buradaki شَطْرَ kelimesinin bu'd (boyut) anlamında olduğunu söyleyen görüşe -yani (Yüzünü Mescid-i Haram 'ın boyutu cihetine çevir) anlamına -göre istiaredir. Çünkü (bir kimsenin) yüzünü gerçek anlamda Mescid'in boyutuna çevirmesinin kastedilmesi doğru olmaz. (Kur'an Mecazları Şerif er-Radi)
شَطْرَ الْمَسْجِدِ zarf olması hasebiyle nasb edilmiş olup, bu zarfiyet anlamı dolayısıyla ilgili kısım “Yüzünü döndürme işini Mescid-i Haram tarafına; yani onun yönü ve semti dahilinde kıl” şeklinde yorumlanır. Zira kıblenin aynına dönmek uzakta bulunan için büyük zorluk içerecektir. Ayette Kâbe yerine Mescid-i Haram ismine yer verilmesi, kıble işinde Kâbe’nin aynına değil de yönüne riayet edilmesinin vacip olduğuna bir delildir. (Keşşâf)
وَلِّ - وَجْهَكَ - شَطْرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
‘Her ne zaman ve her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne / tarafına çevir / dön.’ Yukarıdaki ayet ile aynı gelmiş. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı var. Emrin önemi dolayısıyla nefiste yerleşmesi istenmiştir.
‘Her ne zaman ve her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne / tarafına çevir / dön.’ ayeti ilk olarak Bakara/144 ‘de ikinci olarak, Bakara/149 ’da, üçüncü olarak da Bakara/150 ‘de gelmiştir. (Fahreddin er-Razi,Tefsir-i Kebir)
Zalimler dışındaki insanlara aleyhinizde bir delil olmaması için hep birlikte kıble tarafına dönün emri verilmiştir.
Kıble birliğinin hidayete ermek ve hidayet üzere yola devam etmek için önemli olduğu anlaşılmaktadır.
وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُۙ
حَيْثُ مَا كُنْتُمْ cümlesinde و , istînâfiyyedir veya istînâfa atıftır. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şart ifade eden zaman zarfı حَيْثُ مَا , şart fiili كان ’nin mahzuf mukaddem haberine muteallıktır.
...فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Bu cümlede müfret muhatap zamirinden, cemi muhatap zamirine iltifat vardır.
[Nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin.] Bulunduğunuz yerlerden hep o tarafa yönelerek ibadet edin. Bu emir birkaç kez tekrar edilmiştir. Çünkü kıble konusu çok önemlidir. Eski kıblenin yürürlükten kaldırılması bir bakıma şüphe ve fitne konusu olmuştur. Bu bakımdan bu emrin üst üste birkaç kez tekrarı gerekir. Kaldı ki her tekrarda da bunun apayrı bir hikmeti zikredilmiştir. (Ruhu’l-Beyan-Ebüssuûd)
[Nerede olursanız yüzlerinizi onun tarafına çevirin]. Özellikle Efendimize hitap edilmesi, onu yüceltmek ve isteğine cevap vermek içindir. Sonra hükmün genelliğini açıklamak, kıble meselesini tekit etmek ve ümmeti uymaya teşvik etmek için genelleme yapılmıştır.(Beyzâvî)
لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌۗ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ
Ta’lil cümlesi olarak fasılla gelen cümle masdar teviliyle فَوَلُّوا fiiline müteallıktır. Menfi كان fiilinin dahil olduğu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. كان , لِلنَّاسِ ’nin mahzuf mukaddem haberine, عَلَيْكُمْ ise mahzuf hale muteallıktır. كان ’nin muahhar ismi olan ‘حُجَّةٌۗ ’deki tenvin kıllet ifade eder. Olumsuz siyakda nekre umum ifade ettiği için “hiçbir hüccet” anlamına gelir. Nefy harfi لَّا ve istisna edatı اِلَّا ‘nın oluşturduğu kasr sebebiyle cümleyi olumlu manaya çevirmiştir. “Size karşı, insanlardan sadece zalimlerin kanıtı olması için” demektir. Cümle faide-i haber, talebî kelamdır.
[İçlerinden zulmedenler müstesna] ifadesi, “insanlar”dan istisna olup, anlam şöyledir: Ta ki, “O, sırf kavminin dinine meylettiği ve memleketini sevdiği için Kâbe ’yi bizim kıblemize tercih etti; hak üzere olsaydı peygamberlerin kıblesinden ayrılmazdı” diyen inatçılar müstesna, Yahudilerden hiç kimsenin (aleyhinize) bir hücceti bulunmasın. (Keşşâf)
لِ - عَلَيْ harfleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır.
فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْن۪ي وَلِاُتِمَّ نِعْمَت۪ي عَلَيْكُمْ
فَ mukadder şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Şart cümlesinin takdiri إذا عرفتم ذلك ورسخت حقيقته في نفوسكم (Bunu anladığınızda, hakikatini idrak ettiğinizde ve nefsinizde yerleştiğinde) olabilir. Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesi ise nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. وَاخْشَوْن۪ي , cevap cümlesine tezayüf sebebiyle atfedilmiştir.
… وَلِاُتِمَّ cümlesi masdar teviliyle ولّوا fiiline müteallıktır. وَ ’la لِئَلَّا يَكُونَ cümlesine atfedilmiştir.
وَلِاُتِمَّ‘ nin başındaki لِ ’ın müteallakı hazfedilmiş olup mana; ‘’Nimeti size tamamlamam ve hidayet bulmanızı istememden ötürü bunu size emrettim’’ şeklindedir. Yahut gizli bir sebep üzerine atfedilir ki, buna göre; ‘’Sizi muvaffak kılayım ve nimetimi size tamamlayayım diye benden korkun’’ denmiş gibi olur. (Keşşâf)
Bu cümle, ayetin nazm-i kerîminden anlaşılan gizli bir fiilin illeti ve sebebidir. Emrin sebebi, mü'minlere olan ilâhî nimeti tamamlamaktır. Çünkü bu emir bizatihi büyük bir nimettir. Emrin muhtevası sırat-ı müstakime hidayet etmektir. (Ebüssuûd)
فَلَا تَخْشَوْهُمْ - وَاخْشَوْن۪ي fiilleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ
Ayetin son cümlesi وَ ’la atfedilmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إِنَّ gibi ismini nasb, haberini ref eder. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Umulur ki anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ...olsun diye, ...olması için, şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşa formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
كَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولاً مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كَمَا | gibi |
|
2 | أَرْسَلْنَا | gönderdiğimiz |
|
3 | فِيكُمْ | kendi içinizden |
|
4 | رَسُولًا | bir Elçi |
|
5 | مِنْكُمْ | sizden olan |
|
6 | يَتْلُو | okuyan |
|
7 | عَلَيْكُمْ | size |
|
8 | ايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
9 | وَيُزَكِّيكُمْ | ve sizi temizleyen |
|
10 | وَيُعَلِّمُكُمُ | ve size öğreten |
|
11 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
12 | وَالْحِكْمَةَ | ve hikmeti |
|
13 | وَيُعَلِّمُكُمْ | ve size öğreten |
|
14 | مَا | şeyleri |
|
15 | لَمْ |
|
|
16 | تَكُونُوا | olduğunuz |
|
17 | تَعْلَمُونَ | bilmiyor |
|
Kur’ânda Hz.İbrahim’in duayı ettiği şekliyle bir defa, Allahu Teala’nın duayı düzelttiği şekliyle üç defa geçer ayet.
Hz.İbrahim’in yaptığı ve bizim de 129. ayette şahit olduğumuz duanın kabul edildiğini anlıyoruz bu ayetten. Bir farkla, Allah Hz. İbrahim’in duasındaki sıralamayı değiştiriyor ve duayı kusursuz hale getiriyor. Hz.İbrahim “onları günahlardan temizleyecek” kısmını duanın sonuna almıştı. Allah “onlara ayetlerimizi okuyacak dedikten hemen sonraya temizlenmeyi zikretmiştir. Çünkü manen temizlenmedikçe öğreneceğiniz kitap ve hükümler bir işe yaramaz ve bilgiyi hikmet olarak kullanamazsınız.
Hz. İbrahim yaşadığı süre boyunca zürriyetinden tertemiz iki oğlunu tecrübe etmiştir ancak. Hz.İsmail ve Hz.İshak ‘ı. Hatta bu duayı bile Hz.İsmail ile yapmıştı. Oysa Allah biliyor ki bu zürriyetten temiz olmayan nesiller de gelecek. Onun için temizliği önceliyor. Temizliği de kalp ve zihin temizliği olarak düşünmek lazım. Kalplerimizi gafletten, hırstan, hasetten, yalandan,a ldatmadan, öfkeden vs. temizlememiz arındırmamız lazımdır. Zihinlerimizi gün içinde onca boş ve gereksiz bilgi bombardımanından koruyabilmemiz lazım.
Allah kalbini ve zihnini temizleyenlerden, kendine “Allah beni niçin yarattı? Benden neler bekliyor? Bu gidiş nereye ?” diye sorabilenlerden eylesin hepimizi.
كَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَۜ
كَ misli manasındadır. ما ve masdar-ı müevvel, كَ harfi ceriyle birlikte mahzuf masdarın sıfatı veya mef‘ûlu mutlak olarak mahallen mansubtur. Takdiri ولأتم نعمتي عليكم إتماما مثل إرسالنا الرسول فيكم (İçinizden rasul gönderdiğimiz gibi üzerinizdeki nimetimi tamamlamak için) şeklindedir. اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يكُمْ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline müteallıktır. رَسُولًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنْكُمْ car mecruru رَسُولًا kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. يَتْلُوا fiili رَسُولًا kelimesinin ikinci sıfatı olarak mahallen mansubtur. Zamir olan çoğul وا ‘ı faildir. عَلَيْكُمْ car mecruru يَتْلُوا fiiline müteallıktır. اٰيَاتِ kelimesi mef‘ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesredir.اٰيَاتِ muzaf نَا muzafın ileyhdir.
يُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ fiillerinin her ikisi de muzari olup atıf harfi وَ ’la يَتْلُوا fiiline atfedilmiştir. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْحِكْمَةَ kelimesi makabline matuftur. يُعَلِّمُكُمْ muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bihtir. Müşterek ism-i mevsûl مَا ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَۜ ‘dır. لَمْ , muzariyi cezm ederek anlamını olumsuz maziye çeviren edattır. تَكُونُوا nakıs meczum muzari fiildir. تَكُونُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan وا merfû muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ cümlesi nasb mahallinde تَكُونُوا fiilinin haberidir.
كَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولاً مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَۜ
Fasılla gelen ayette كَ harfi, مثل manasında mahzuf masdarın sıfatıdır. Takdiri: ولأتم نعمتي عليكم إتماما مثل إرسالنا الرسول فيكم olabilir. Masdar harfi مَا ’nın sıla cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde كَ ’nin muzâfun ileyhidir. اَرْسَلْنَا fiilindeki azamet zamiri olayın önemine delalet eder.
كَمَٓا اَرْسَلْنَا [Nitekim… gönderdik] ifadesindeki ك edatı ya öncesiyle ya da sonrasıyla ilintilidir. Birincisine göre mana; “Peygamber göndermekle size dünyada nimetimi tamamladığım gibi, ahirette de sevapla size nimetimi tamamlayayım diye” şeklinde olurken, ikincisine göre sonrasına bağlı olup şöyle olacaktır: ‘’Peygamber göndermekle ben sizi hatırladığım gibi…’’ (Keşşâf)
كَمَٓا 'daki مَٓا ; ma-ı masdariyyedir. Sanki, "Sizin içinize göndermemiz gibi..." denilmiştir. Bunun, mâ-i kâffe olması da muhtemeldir. (Fahreddin er-Razi, Tefsir-i Kebir)
رَسُولًا ‘in sıfatı olan يَتْلُوا عَلَيْكُمْ cümlesi akabindeki üç cümle gibi müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Son cümlede mevsûlün sılası menfi sıygada isim cümlesidir. كان ‘nin dahil olduğu cümlede müsned muzari fiil olarak gelmiştir. Muzari fiil hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca tecessüm özelliği sayesinde muhayyileyi uyararak dikkatleri canlı tutar.
Ayette iki ayrı anlamdaki مَٓا ’lar arasında tam cinas vardır.
وَيُعَلِّمُكُمْ - تَعْلَمُونَۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَتْلُوا - الْكِتَابَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Resulün ayetleri okuması, temizlemesi, kitabı ve hikmeti ve bilmediklerini öğretmesi şeklinde özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.
Sizin içinizden, sizden bir peygamber cümlesinde hem ف۪يكُمْ hem de مِنْكُمْ gelmiştir. Bu ifade bu peygamberin hem onlarla birlikte yaşadığını hem de aynı soydan olduğunu belirtir. Böylece tanıdıkları, sevdikleri, güvendikleri birine inanmaları daha kolay olur.
Bilmediklerini öğretmekten maksat düşünme ve inceleme yoluyla ulaşamayacakları bilgilerdir. (Ebüssuûd)
Bu ifade husustan sonra umumun zikredilmesi kabilindendir. Böylece mana daha iyi yerleşir.
Temizlemekten maksat, nefis tezkiyesi yani ahlak güzelliği kazandırmaktır.
اَرْسَلْنَا - رَسُولًا kelimeleri arasında iştikak cinası vardır. Bu da edebî güzelliklerdendir. (Safvetü't Tefâsir)
[Size kitabı ve hikmeti öğretir] cümlesinden sonra [Size bilmediklerinizi öğretir] cümlesinin gelmesi, hususiden sonra umuminin zikri kabilinden olup kapsam ifade eder. Belâgatta buna ıtnâb denir. (Safvetü't Tefâsir)
فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟
Öyleyse zikir, Allah’la beraber olmaktır. Zaten her ân Allah bizimle beraber de, bizim tarafımızdan bunun zihinde canlı tutulmasının adına zikir diyoruz. İşte bu zikrin anlaşılabilmesi adına onu şöyle gruplandıracağız:
1- Lisanın zikri.
2- Kalbin zikri.
3- Bedenin, eczamın zikri.
Aslında genel mânâda zikir ikiye ayrılır. İnsanın zikri ve canlı cansız diğer varlıkların zikri. Biz burada zikri üçe ayırırken, bu ayırımı insanın zikri açısından yaptık.
1- Lisanın zikri: Bu da üç çeşit muteala edilebilir.
a: Birincisi mahza zikir olan Kur’ân’ın tilavetidir, Kur’ân’ın kıraatidir.
Meselâ ben:
Kur’ân’dan bir bölüm okumaya başladık mı, işte bu zikirdir. Zira Kur’ân mahza zikirdir. Efendim işte şunu beş kere okuyacaksın, bunu on kere okuyacaksın, bunu yüz kere söyleyeceksin demek değildir zikir. Kur’ân okumaya başladınız mı, işte bu zikirdir. Hangi âyet, hangi bölüm olursa olsun fark etmez.
b: Lisanın ikinci zikri, Allah’ın esmasını telaffuz etmektir. Allah’ın esmasını tekellüm de zikirdir.
“Allahu ekber” “La İlâhe illallah
Gibi. Bu da dilin zikridir.
c: Dilin üçüncü zikri de vahyin sözcülüğünü yapmak adına söylediği her şey zikirdir.
Yani kişinin din adına konuşması, vahyin sözcülüğü adına söz söylemesi, Kur’ân ve sünnetin anlatımı adına dilin hareket etmesi de zikirdir. Din adına konuşmak, Allah’ın istediğini Allah’ın istediği yerde söylemek, emr-i bil’marûf ve nehy-i ani’l münker yapmak, öğretmek, anlatmak, emretmek, nehyetmek, duyurmak, sevdirmek, tanıtmak gibi meşru sebeplerle dili hareket ettirmek de zikirdir.
Meselâ şu anda benim konuşmam zikirdir. Sizin çocuklarınıza namazı öğretmeniz zikirdir. Bunların hepsi dilin zikridir ki; müslüman asla bundan fariğ olmamalıdır. Çünkü Allah’ın Rasülünün bir hadisine göre bu zikirden fariğ olan adamın kalbi kaskatı kesilecektir.
Zâlim bir hükümdar karşısında hakkı söyleyen mü'minin dili bilelim ki; o anda zikrediyor demektir. Mü'minlere Kur’ân öğreten, hadis öğreten kişinin, çocuğunu terbiye eden kişinin dili o anda zikrediyor demektir.
2- Kalbin zikrine gelince, kalbin zikri, kalbin fonksiyonu, kalbin eylemi olan niyetin Allah’a ait kılınmasıdır. Niyetin Allah’a ait kılınması, Yani bir hayat boyu kalbin Allah’ı hatırlayarak niyet sahibi olması demektir. Zira kalp iman ve küfür, kabul ve red makamıdır. Kalp niyet makamıdır. Kalp hadiseler karşısında kişinin meylinin değerlendirilme merkezidir. Yani kişi diliyle ne söylerse söylesin, kalpten ne geçirdiği önemlidir. Çünkü kalp fesat ve salah olabilme özelliğine sahiptir. İşte bu iki özelliğe de sahip olabilen kalp, eğer Allah’ın istediği gibi bir özelliğe sahipse, Yani Allah için niyet taşıyorsa; o zaman işte bu kalp, zikir halindedir diyoruz.
3- Üçüncüsü de bedenin zikri. Bedenin zikri de bütün ecsamıyla, tüm cevarıhıyla bedenin Allah’ın kulluğunda istihdam edilmesidir. Yani göz hakkı görür, kulak hakkı işitir, dil hakkı konuşur, mide helâl yer, kafa meşru bilgiler öğrenir, ayak meşru yerlere gider, el meşru şeylere uzanırsa, tüm azalar Allah’a kulluk işinde istihdam edilirse, işte bu da bedenin zikridir; Yani tüm azaların yaratılış gâyeleri istikâmetinde kullanılması. Allah azaları ne için yaratmışsa; onu, ona tahsis etmek bu azaların zikridir. Eğer bu azaları yaratılış gâyelerinin dışında kullanmaya kalkışırsak, Allah korusun o zaman zâlim durumuna düşeriz. Allah buyurur ki:
Sizler beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim. Beni, bana itaatle zikredin ki; ben de sizi rahmetimle zikredeyim. Beni dualarınızla zikredin ki; ben de sizin dualarınızı kabul edeyim. Beni dünyada zikredin ki; ben de sizi âhirette zor zamanınızda zikredeyim. Beni sıhhatteyken zikredin ki; ben de sizi zor günlerinizde zikredeyim. Beni benim yolumda cihadla zikredin ki; ben de sizi zaferle zikredeyim.
Riyazus Salihin, 1438 Nolu Hadis(
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Ben kulumun beni düşündüğü gibiyim. Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Eğer beni yalnız başına anarsa, ben de onu yalnız anarım. Şayet beni bir toplulukla beraber anarsa, ben de onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım.”
Buhârî, Tevhîd 15; Müslim, Zikir 2, 19, 50; Tevbe 1.
فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri إن تذكروني أذكركم (Beni zikrederseniz sizi zikrederim) şeklindedir. اذْكُرُون۪ٓي emir fiildir. Fiilin sonundaki ن vikayedir. ي ise fiilin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. اَذْكُرْ talebin cevabı olarak gelmiş muzari fiil olup mahallen meczumdur. Fail ise müstetir zamir انا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اشْكُرُوا ل۪ي cümlesi atıf harfi وَ ile makabline matuftur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَكْفُرُونِ۟ fiili ن ’un hazfı ile meczum muzari fiildir. Fiilin sonundaki ن vikayedir. Esre ise mütekellim zamirinden ivazdır. Zamir, fasılaya riayet gözetilerek hazfedilmiştir.
فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟
فَ mukadder şartın cevabına dahil olmuş rabıtadır. Mahzuf şartın takdiri إن كنت أقدم لكم هذه النعم فاذكروني (Size bu nimetleri sunduysam beni zikredin) şeklinde olabilir. Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَذْكُرْكُمْ talebin cevabıdır veya talepten kaynaklanan, mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri, إن تذكروني أذكركم (Beni zikrederseniz sizi zikrederim) olabilir.
فَاذْكُرُون۪ٓي cümlesindeki فَ sebebiyyedir. Mana; اذكرُني لاَجْل اِنْعامي عليكم (Size verdiğim nimetlerden dolayı beni zikredin) demektir. (Âdil Ahmet Sâbır er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1191)
Emir üslubundaki ikinci cümle وَ ’la فَاذْكُرُون۪ٓي ’ye atfedilmiştir.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan لَا تَكْفُرُونِ۟ cümlesi makabline matuftur.
لَا تَكْفُرُونِ۟ cümlesinde müteaddi fiil olan تَكْفُرُونِ۟ , lazım menzilesine konularak mef’ûlu hazfedilmiştir. Mana; ﻻتَكْفُروا نِعَم (nimetlerimi inkar etmeyin) şeklindedir. Bunun amacı küfrü olumsuzlamayı çeşitli şekillerde umumileştirmektir. Bundan dolayı cümlede îcâz-ı hazif vardır. (Âdil Ahmet Sâbır er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru1195)
Şükrün karşıtı küfürdür. Nimete şükretmiyorsak sanki o nimet yok gibi davranıyoruz demektir. Yukarıdaki ayette sayılanlar da birer nimet ve bunların her birine şükretmemiz gerekir.
فَاذْكُرُون۪ٓي - اَذْكُرْكُمْ cümlesiyle وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟ cümlesi arasında mukabele vardır.
اشْكُرُوا - تَكْفُرُونِ۟ kelimeleri arasında tıbâk-ı icab sanatı vardır.
اذْكُرُون۪ٓي - اَذْكُرْكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cenâb-ı Allah, bu ayette biz kullarını iki şeyle mükellef tutmuştur: Birisi zikir, diğeri şükür. Zikir, bazan dil ile, bazan kalb ile, bazan da azalarla olur. İnsanların Allah'ı dilleriyle zikretmeleri (anmaları), hamd, tesbih, medh ve Kur'an'ı okumakla olur.Allah'ı kalb ile zikir ise üç türlüdür:
a) O'nun zatına ve sıfatlarına delâlet eden deliller üzerinde ve bu delilleri cerh eden şüphelere cevap üzerinde tefekkür etmek.
b) Hak teâlâ'nın insanlara verdiği mükellefiyetlerinin, ahkâm, emir ve yasaklarının, va'ad ve vaidin nasıl olduğunu gösteren deliller üzerinde düşünmek.
c) Allah'ın mahlûkattının sırları üzerinde düşünmek. (Fahreddin er-Razi, Tefsir-i Kebir.)
Bu ayette üçlü mukabele vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, S.35)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
Sabır teriminin anlamı ve önemiyle sabır ve namazın insanı dirençli kılmadaki etkileri üzerinde daha önce durulmuştu (bk. Bakara 2/45). Orada bu buyruğun muhatabı İsrâiloğulları idi; bu yüzden de “Şüphesiz bunlar (sabır ve namaz), Allah’a huşû ile boyun eğenlerden başkasına ağır gelir” buyuruluyordu. Halbuki burada muhatap müslümanlar olduğu için böyle bir ağırlıktan söz edilmediği gibi âyetin sonunda müslümanların sabırlı ve metanetli olduğuna işaret edilmektedir
Âyette hangi konuda sabırlı olmak gerektiği belirtilmemiştir. Bu sebeple ibadetleri yerine getirmek, haramlardan kaçınmak, her türlü düşmanca hareketlere karşı direnmek, musibet ve acılara katlanmak gibi dayanıklılığı gerektiren her durumda sabretmek bu buyruğun kapsamına girer.
Bunun yanında, kıble değişikliğinden sonra vuku bulan olaylar dikkate alındığında, burada özellikle İslâm’ın varlığına son verme kararında olan düşmanlara karşı verilecek mücadelelerde sabır ve metanet göstermenin kastedildiği de anlaşılmaktadır.
Nitekim kıble değişikliğinden yaklaşık iki ay sonra Bedir Gazvesi vuku bulmuş, sonraki dönemlerde de müşriklere ve diğer gayri müslim unsurlara karşı silâhlı mücadeleler devam etmiştir. 153 ve devamındaki âyetler bir bakıma, müslümanları böyle bir sıkıntılı döneme hazırlıyor; bu dönemlerde sabır ve sebat göstererek, Allah’ın divanına durup namaz kılarak O’ndan yardım dilemelerini istiyor; Allah’ın sabredenlerin yanında olduğu müjdesini veriyor.
Sabır, insanın bir amaç için ortaya koyduğu özverinin, kararlılığın, güçlü azim ve iradenin ürünüdür; dolayısıyla sabır, insanın kendi benliğiyle ilgili tavrıdır. Namaz ise onun bedeni, dili ve kalbiyle kısaca bütün varlığıyla Allah’a yönelmesi halidir; şu halde namaz da müminin Allah ile ilgili tutumudur. Böylece sabırla benliğini güçlendiren, namazla da Allah ile birliktelik Kur’ân insan, başarının psikolojik şartlarını tamamlamış olur. (Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt:1 Sayfa: 239-240, )
“Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım isteyin. Çünkü namaz, Allah’a duyduğu derin saygıdan kalbi ürperenlerden başkasına zor gelir.’ (Bakara 2/45)
Rasûlu Ekrem sallallahu aleyhi vessellem zor ve sıkıntılı bir durum ile karşılaştığında namaz kılardı (Ebu Davud, tatavvu’22; Elbani, Sahihu Sunneni Ebi Davud,1,361,nr.1319)
Yüce Allah’ın namaz kılmayı övdüğü veya teşvik ettiği her yerde namazla birlikte ikâme إقامَةٌ lafzı gelmiştir. Burada hikmet, namaz kılmaktan amacın sadece şekil olarak değil, onun bütün rükun ve şartlarının tam olarak yerine getirilmesi olduğuna işaret etmek içindir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ
يَٓا nida harfi, اَيُّ münada, هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadanın sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Nidanın cevabı اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ ’dır. اسْتَع۪ينُوا emir fiilidir. بِالصَّبْرِ car mecruru اسْتَع۪ينُوا fiiline müteallıktır. الصَّلٰوةِ kelimesi و ile الصَّبْرِ matuftur.
اسْتَع۪ينُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi عون ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismidir. Mekân zarfı مَعَ mahzuf اِنَّ ’nin haberine müteallıktır. الصَّابِر۪ينَ muzâfun ileyh olduğundan mecrurdur. الصَّابِر۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الصَّابِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صبر fiilinin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı اسْتَع۪ينُوا cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Has ismi mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’anı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekit unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, S. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ'nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyle Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara "Ey mü'minler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefâsir)
Allah, imânı gerektiren şeyleri önce saymış sonra da bunlara inananları "imân edenler" olarak vasıflandırmıştır. Bundan amaç onları gelecek emirlere uymaya teşvik etmek ve gayretlerini artırmaktır. Yani ‘’ey imân edenler! Yapmanız ve yapmamanız gereken, nefsinize zor gelen bütün işlerde, ezcümle kâfirlerin düşmanlığında ve savaşa kadar varan mücadelenizde sabırla Allah'tan yardım dileyin; ibâdetlerin anası, mü'minlerin miracı ve Rabbü'lalemin ile münâcat sayılan namazla Allah'tan yardım dileyin’’ demektir. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ين cümlesi taliliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَعَ الصَّابِر۪ينَ ’in müteallakı olan haber اِنَّ mahzuftur.
Önceki ayetteki mütekellim zamirinden bu ayette gaib zamire iltifat edilmiştir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Sabrın şanı her neye sabretmesi gerekiyorsa hepsini kapsamalıdır. Sıkıntı, zorluk, fakirlik, hastalık, meşakkat, hayatın zorlukları, bir iş yapmak, ilim talep etmek vs. gibi hallerde gerekli olan sabrın hepsini kapsar. (Muhammed Ebû Mûsâ Hâ-Mîm Sûreleri Belâğî Tefsîri 2, Fussilet Sûresi/35, Sayfa. 156)
Sabırda bu hususiyetin bulunması, o nefsi, Allah'ın rızası için. hoşuna gitmeyen şeylere zorlamak, güçlükleri sırtlanmaya ve sızlanmamaya alıştırmak olduğu içindir. Kim, nefsini ve kalbini böyle bir boyun eğmeye sevkederse, ona, ibadetleri yapmak, taatların sıkıntılarına katlanmak ve yasak olan şeylerden kaçınmak kolay gelir. Kimi âlimler, ayette geçen sabrı oruca; kimileri de, bu ayetten sonra, "Allah yolunda öldürülen kimselere... demeyiniz" ayeti geldiği için, cihada hamletmiştir. (Fahreddin er-Razi,Tefsir-i kebir.)
Bu ayette geçen sabır kelimesiyle orucun kastedildiği de söylenmiştir. İnsanın nefsini en çok tedavi eden iki ibadet oruç ve namazdır.
Sabır üç yerde gerekir: İtaat için, günah işlememek için ve başına gelen musibetler için.
Sabır ve namaz kelimeleri marife olarak gelmiştir. Oruç tutmak veya namaz kılmak, nefsinle cihad etmek, ilim yapmak. Hepsinde sabır lazımdır.
‘Allah sabredenlerle beraberdir’ ifadesinde aklî mecaz vardır. Allah’ın yardımı manasında olduğu düşünülebilir.
Kimisine göre hayat, farklı yarışlar topluluğudur. Yarışlar ikiye ayrılır; ömürlük ve geçici.
Bazı yarışlara çıkmayı kabul etmezsin, bazılarına ise çıkmayı isterken davet edilmezsin. Her yeni bir macera, yeni bir yarışın habercisidir. Her yeni günü değerlendirebilmek de bir yarıştır. Hayırlı kul, evlat, eş ve arkadaş olma çabaları da birer yarıştır. Meslek, eğitim, spor gibi hayatının her alanında adil olma mücadelesi de bir yarıştır. Aileni, komşunu ve akrabalarını hoş tutmaya çalışmakta.
Kimi zaman bitiş çizgisini göremeden yarışı terk etmek zorunda kalırsın. Kimi zaman yarış o kadar uzar ki bitiş çizgisini asla göremeyecekmişsin gibi hissedersin. Biraz yatar dinlenir, tekrar kalkıp azimle devam edersin. Bitiş çizgisini gördüğünde, birden yol uzamaya başlar. Nefessiz kalırsın ve gözyaşların terine karışır. Adımlarını tek tek sayarsın ve sayarsın, ta ki çizgiye kadar.
Yolda karşılaştıklarının bazısı, sadece destek olmak ister. Arabasıyla gideceğin yere götürmeyi teklif eden, arabası olmasa da sohbetiyle sana eşlik eden. Bazısı ise sadece köstek olmak için yanaşır. Vücut diliyle, sözleriyle, gözleriyle ve hatta fiilen yarışına engel olmaya çalışır.
Her çıktığın yarışta, yarışma sebebini iyi ölç biç. Yarış esnasında her manada yorulabileceğini de hesaba kat. Hiçbir başarı beden, zihin, kalp ve ruh terlemeden elde edilmez. Daha yarışa başlarken çıkış planı yapıyorsan, geçmiş olsun. Allah’ın izniyle bu yarış bitecek diye niyetini al.
Dua, sabır, sevgi, dost, huzur, bilinç, azim ve halis niyet erzaklarını al. Bir elinde Kur’ân-ı Kerim, diğer elinde sünnet. Rabbinin rızasını ve yardımını dileyerek ilk adımı at ve başla!
Hadi Bismillah, Allah yolunu açık etsin. Hayırda yarışanların önünde gelesin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji