27 Mart 2024
Bakara Sûresi 154-163 (23. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 154. Ayet

وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ  ...


Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 تَقُولُوا demeyin ق و ل
3 لِمَنْ kimselere
4 يُقْتَلُ öldürülen ق ت ل
5 فِي -nda
6 سَبِيلِ yolu- س ب ل
7 اللَّهِ Allah
8 أَمْوَاتٌ ölüdürler م و ت
9 بَلْ bilakis
10 أَحْيَاءٌ onlar diridirler ح ي ي
11 وَلَٰكِنْ ama
12 لَا olmazsınız
13 تَشْعُرُونَ siz farkında ش ع ر

Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Aksine diridirler lakin siz farketmezsiniz.

Hayat mertebeleri beştir:

  1. Bizim hayatımız (pek çok ihtiyaç ve kayıtlar var. Her şeyi duyup göremiyoruz.)
  2. Hz. Hızır ve İlyas (daha serbest bir hayat)
  3. Hz. İdris ve Hz. İsa as. Meleki bir hayata girmişler ve nurani bir şeffafiyet kazanmışlar. Misali bedenleriyle gökte bulunurlar.
  4. Şehitler. Öldüklerini bilmezler. Kabir hayatlarını tam bir saadet içinde geçirirler .
  5. Kabir ehli: Ruhları bakidir. Öldüklerini bilirler. (Mektubat)

وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ 


لَا nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقُولُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. مَن müşterek ism-i mevsûl, لِ harfi ceriyle birlikte تَقُولُوا۟ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası یُقۡتَلُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. یُقۡتَلُ meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir هُو zamiridir. فِی سَبِیلِ car mecruru یُقۡتَلُ fiiline müteallıktır. ٱللَّهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mekulü’l-kavl cümlesi أَمۡوَ ٰ⁠تُۢۚ ’dur. أَمۡوَ ٰ⁠تُۢ kelimesi mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هم (onlar) şeklindedir.

بَلۡ idrâb ve atıf harfidir. أَحۡیَاۤءࣱ kelimesi mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هم (onlar) şeklindedir.

وَ  haliyyedir. لَـٰكِن istidrak harfidir, لَكِنَّ ’den muhaffefedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَشۡعُرُونَ muzari fiildir. نَ ‘un sübutuyla merfûdur.

تَشۡعُرُونَ fiili, sülâsî mücerred olan شعر fiilinin muzarisidir.

وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ 


Ayet وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür. Nehiy üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Müşterek ismi mevsûlün sılası, muzari fiil cümlesi formunda gelmiştir. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle olayı adeta göz önüne getirmiştir.

تَقُولُوا۟ fiilinin mekulü’l-kavli olan cümlede îcâz-ı hazif vardır. أَمۡوَ ٰ⁠تُۢۚ mahzuf mübtedanın haberidir. Bu hazif mahzufun şanını yüceltmek kastı taşımaktadır. 


Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, bütün kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.   

سَبِیلِ ٱللَّهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan sebil, şeref kazanmıştır.

سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrîhî istiâre vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün-bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir. 

فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ibaresinde فِی harfi de إلى harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi فِی harfinde zarfiyet manası vardır. Cami’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

İdrâb harfi بَلۡ ile atfedilen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. أَحۡیَاۤءࣱ , takdiri هم olan mübtedanın haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَلَـٰكِن لَّا تَشۡعُرُونَ hal cümlesidir. Bu yüzden tetmim itnabına girer. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır.

هم أموات - هم أحياء cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

أَمۡوَ ٰ⁠تُۢۚ بَلۡ أَحۡیَاۤءࣱ  İfadesinde hazif sebebiyle îcâz vardır. 

أَمۡوَ ٰ⁠تُۢۚ ve أَحۡیَاۤءࣱ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır. (Safvetü't Tefâsir) 

Bakara Sûresi 155. Ayet

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ  ...


Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ andolsun sizi imtihan edeceğiz ب ل و
2 بِشَيْءٍ şeylerle ش ي ا
3 مِنَ (gibi)
4 الْخَوْفِ korku خ و ف
5 وَالْجُوعِ ve açlık ج و ع
6 وَنَقْصٍ ve noksanlığı ن ق ص
7 مِنَ
8 الْأَمْوَالِ mallarınızın م و ل
9 وَالْأَنْفُسِ ve canlarınızın ن ف س
10 وَالثَّمَرَاتِ ve ürünlerinizin ث م ر
11 وَبَشِّرِ ve müjdele ب ش ر
12 الصَّابِرِينَ sabredenleri ص ب ر

Nefese نفس :

نَفْسٌ nefs kavramı bazı ayetlerde ruh anlamındadır. Bazense zâtı manasında kullanılmıştır.

Münâfese مُنافَسَةٌ kavramı fazilet sahibi kimselere benzemek ve onlara katılabilmek için kimseye zarar vermeden nefisle mücahede etmektir.

نَفَسٌ ise ağızdan ve burun deliğinden bedene girip çıkan rüzgar/havadır. Bu nefs için gıda gibidir, kesilince canlılık/hayat sona erer. Şiddetli gam, tasa ve kederin kalkmasına veya giderilmesine de yine nefes نَفَسٌ denmiştir.

Tefe'ul babı formundaki تَنَفَّسَ fiili rüzgar için kullanıldığında güzel hoş bir şekilde esmek; gündüz için kullanıldığında ise günün nefes alması/genişlemesini ifade eder.

Nifas نِفاسٌ ise kadının doğum yapmasıdır.

Son olarak Türkçede de kullandığımız نَفِيسٌ sözcüğü kendisiyle nefes alınan/nefes aldıran bir şey gibi tanımlanmaktadır. (Müfredat) 

Kuran’ı Kerim’de 298 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

Türkçede kullanılan şekilleri nefes, nefis, enfes, nefâset, nefsâni, teneffüs, nüfus, enfusi ve nifastır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ


وَ istînâfiyyedir. لَ mukadder kasemin cevabının başına gelen vakıa harfidir. نَبۡلُوَنَّ fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden نَ ‘u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri نحن dur.

Tekid نَ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

Muttasıl zamir كُم mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِشَیۡءࣲ car mecruru لَنَبۡلُوَنَّكُم fiiline müteallıktır. مِّنَ ٱلۡخَوۡفِ car mecruru بِشَیۡءࣲ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. ٱلۡجُوعِ kelimesi ٱلۡخَوۡفِ kelimesine matuftur. نَقۡصࣲ ; makabline matuftur. مِّنَ ٱلۡأَمۡوَ ٰ⁠لِ car mecruru نَقۡصࣲ ’a veya mahzuf sıfatına müteallıktır. ٱلۡأَنفُسِ وَٱلثَّمَرَ ٰ⁠تِۗ  kelimeleri ٱلۡأَمۡوَ ٰ⁠لِ  kelimesine matuftur.

مِّنَ ٱلۡخَوۡفِ [korkudan] Yani düşman veya Allah korkusu gibi korkularla ve ٱلۡجُوعِ [açlıkla] yani kıtlık veya ramazan orucu nedeniyle olan açlık ile de imtihan edeceğiz. نَقۡصࣲ مِّنَ ٱلۡأَمۡوَ ٰ⁠لِ [Mallardan eksiltmekle] yani, canlı mallarınızın (hayvanlarınızın) ölümüyle veya zekat ile imtihan ederiz. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

ٱلۡجُوعِ [Açlık.] Açlıktan bir şey ile demektir. Bu ise kıtlıktır. Açlıktan bazı şeyler ile dememiştir. Burada harf-i ceri bir kez zikredip ikinci ve üçüncü kelimede tekrarlamamıştır. Atıf harfi bu anlamı gerektirir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 


وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ


وَ atıf harfidir. بَشِّرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir.  ٱلصَّـٰبِرِینَ mef‘ûlun bihtir. Cemi müzekker salim olduğu için ي ile mansub olmuştur.

 ٱلصَّـٰبِرِینَ kelimesi sülâsî mücerred olan  صبر  fiilinin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَشِّرِ [Müjdele] emrindeki hitap, Peygamber (s.a.)’e veya kendisinden müjdeleme beklenebilen herkese mahsustur. (Keşşâf)


وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ


و, istînâfiyyedir. لَ ise mukadder kasemin cevabına gelen vakıa harfidir. Mukadder kasem sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Kasemin cevap cümlesi, لَ ve نَ ‘u sakîle ile tekid edilmiş müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

ٱلۡخَوۡفِ - ٱلۡجُوعِ  ve  ٱلۡأَمۡوَ ٰ⁠لِ - ٱلثَّمَرَ ٰ⁠تِۗ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İmtihan yollarının; korku, açlık ve eksiltme olarak, eksiltilenlerin ise; mal, nefis ve ürünler olarak sayılması taksim sanatıdır.

Ayetteki مِّنَ harfinin her ikisi de ba'diyet ifade eder. Harfin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

شَیۡءࣲ  kelimesinin nekre oluşu azlık ifade eder. “Az bir şeyle” demektir.

Cenâb-ı Hak müfred sıygasıyla, شَيْءٌ (bir şey) buyurmuş, cemi sıygasıyla, اَشْيَاءُ (eşya) dememiştir. Bunun iki sebebi vardır:

1) Ayette sayılan her cins belâdan birçoğu olacağı hatıra gelmesin diye... Eğer öyle olsaydı bu, çeşitli korkulara delâlet ederdi. Halbuki ayetin takdiri "Şundan birşey ile, şundan birşey ile.." şeklindedir.

2) Bunun manası, "bu sayılan şeylerden az bir şeyle" demektir. (Fahreddin er-Razi)

بلو , elbisenin eskimesi ve aslının ortaya çıkması gibi insanın aslını ortaya çıkarır. Bunun için üzüntü ve yükümlülükler için kullanılır. Bunlar insana zor gelir. Mihnet de, ihsan da birer beladır. Allah bunlarla kullarını dener. Bunlara karşı sabır gerekir.

Müslümanların ileride karşılaşacakları korkular zikredilmiştir ki bunlara karşı hazırlıklı olsunlar.

 مِّنَ ٱلۡخَوۡفِ وَٱلۡجُوعِ وَنَقۡصࣲ مِّنَ ٱلۡأَمۡوَ ٰ⁠لِ وَٱلۡأَنفُسِ وَٱلثَّمَرَ ٰ⁠تِۗ  şeklinde ayeti kerimedeki atıfların sıralaması, hafif imtihandan, daha ağır imtihanlara doğru gitmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru.1207)

 

وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ


و, istînâfiyyedir. لَنَبۡلُوَنَّكُم  cümlesine atıf olduğu da söylenmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu kısa cümleyle, Allahın müjdesine mazhar olmaya sebep olan sabretmenin ne kadar önemli olduğunu ve ne ile müjdelendikleri söylenmediği için bu müjdenin muhayyilemizin alabileceği en son noktaya kadar büyüyebileceğini  anlıyoruz. Yani îcâz-ı kısar vardır.

[Sabredenleri müjdele!] Yani bu zorluklara katlananları müjdele! Bir görüşe göre ayette zikredilen korku; cihad, açlık, Ramazan orucu, malların eksilmesi; zekat ve malî hakları verme, canların eksilmesi ise; insanların canlarını Allah için feda etmeleri, meyvelerin eksilmesi; öşür vermedir. Bir görüşe göre uzuvların semerelerinin verilmesidir ki bu Allah’a ibadet etmektir. Bununla yapılan imtihan da çeşitli uzuvlarla ibadet etme emridir. “Sabredenleri müjdele!” Yani ibadetleri adabına riayet ederek eda etmekte devamlı olanları müjdele! Diğer bir görüş şöyledir: Korku; kalbin Allah’tan kaçınmasıdır. Açlık; kulun Allah’a buluşma şevkinin galebe çalmasıdır. Malların azalması; Allah’ın sevgisi için masivadan soyutlanmaktır. Nefislerin azalması; onların Allah’a teslim edilmesidir. Ürünlerin azalması; Allah’ın rızası için çocukların feda edilmesidir, çünkü çocuk insanın gönlünün meyvesidir. Bu hususta bir hadis vardır. İşte sen, bütün bu hallere karşı sabredenleri ve bu makamlarda sadık olanları müjdele.

Marifet ehlinden bir zat şöyle demiştir: Gaybı talep mal, can, akrabalar veya ruh ile olur. Kim icabet edip malını infak ederse kurtuluşa erer. Kim canını feda ederse dereceler elde eder. Kim yakınlarını kaybetmeye sabrederse Allah’a yakınlaşır. Eğer ruhunu sakınmazsa Allah ile bağlantısı devamlı hale gelir (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

[Müjdele] emrindeki hitap, Peygamber (s.a.)’e veya kendisinden müjdeleme beklenebilen herkese mahsustur. (Keşşâf)

Sabrın şanı, her neye sabretmesi gerekiyorsa hepsini kapsamalıdır. Sıkıntı, zorluk, fakirlik, hastalık, meşakkat, hayatın zorlukları, bir iş yapmak, ilim talep etmek vs. gibi hallerde gerekli olan sabrın hepsini kapsar. Sabır kelimesinin mef‘ûlsüz gelmesi durumunda bütün bu manalar anlaşılır. Bu siyakta sabredenlerin zikredilmesinde, hiç kimsenin reddedemeyeceği bir delalet vardır. Bu delalet, o kişilerin nefislerini Allah’ın ‘sabredin’ buyruğuna uymaya kudreti yetecek hale getiren kişiler olmasıdır. Bunlar bu uğurda çaba harcamışlardır. (Muhammed Ebû Mûsâ Hâ-Mîm Sûreleri Belâğî Tefsîri 2 Fussilet Sûresi/35 Sayfa: 156)

Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.

Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.

İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.

Bakara 155-157
Bakara Sûresi 156. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ  ...


Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar ki
2 إِذَا zaman
3 أَصَابَتْهُمْ onlara eriştiği ص و ب
4 مُصِيبَةٌ bir bela ص و ب
5 قَالُوا derler ق و ل
6 إِنَّا şüphesiz biz
7 لِلَّهِ Allah içiniz
8 وَإِنَّا ve şüphesiz biz
9 إِلَيْهِ O’na
10 رَاجِعُونَ döneceğiz ر ج ع

Bakara 156 6dk 3sn ‘Sabirli olmanin mukafati’

https://youtu.be/xMtLj7YE_dg

 O kimseler ki, onlara bir musibet isabet ettiği zaman Biz Allah’a aidiz ve muhakkak ki biz ona dönücüyüz derler.

Buna istirca ayeti yani ümit etme ayeti denir. Rıza makamının ifadesi olup bir kulluk itirafıdır. Bu ifadede zikir de, şükür de, dua da vardır. Başına ne gelirse gelsin, dimağının ve kalbinin bozulmaması lazımdır. Sadece ölüm için değil, nefsimizin hoşuna gitmeyen veya alışılagelmişin dışındaki her şey için bu ayeti okuyabiliriz.

Hayat geçicidir, hastalıklar, imtihanlar, yokluklar geçicidir. Kalıcı olan Allah’a olan yolculuğumuzdur. Bu yolculuk; O’nun yanında başladı ve bir gün onunla buluşmayla başka bir boyuta taşınacak. Tıpkı yavrularımızı başka şehirlere okumaya yolladığımız gibi. Deriz ya “Aman yavrum bak seni oralara okuyasın diye yolluyorum.Git güzel şeyler öğren, yolda arsızı var, belalısı var, onlardan uzak dur. Beni utandırma. Dönüp geleceğin yer yine baba evin” diye.

Rabbim de bizi bu dünyaya bir ömür sermayesiyle yolluyor. ”Git, öğren yine dönüp geleceğin yer benim yanım” diyor. Allah bu yolculuğun bilincine varanlardan eylesin bizleri. Amin.

Riyazus Salihin, 923 Nolu Hadis 

 Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim:

“Herhangi bir kul sıkıntıya düşer de “Biz Allah’dan geldik, Allah’a döneceğiz. Allahım, başıma gelen musibetin ecrini ver ve bana bundan daha hayırlısını lutfet” diye dua ederse, Allah Teâlâ onu uğradığı sıkıntıdan dolayı mükâfatlandırır ve ona kaybettiğinden  daha hayırlısını verir.”

Ümmü Seleme dedi ki, Ebû Seleme öldüğünde ben, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in öğrettiği gibi dua ettim. Allah da bana Ebû Seleme’den daha hayırlısını, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i verdi.

Müslim, Cenâiz 4

اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ


ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, ٱلصَّـٰبِرِینَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubtur.  إِذَاۤ şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. أَصَـٰبَتۡهُم cer mahallinde muzâfun ileyhtir. Muttasıl zamir هُم mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مُّصِیبَةࣱ ise أَصَـٰبَتۡهُم fiilinin failidir. 

Şartın cevabı قَالُوۤا۟ إِنَّا لِلَّهِ ‘dir. قَالُوۤا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Mekulü’l kavl cümlesi  إِنَّا لِلَّهِ ‘dir. قَالُوۤا۟ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. 

إنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. إنَّ ’nin ismi olarak gelen mütekellim zamiri نَا , mahallen mansubtur. لِلَّهِ car mecruru إنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. 

إِنَّاۤ إِلَیۡهِ رَ ٰ⁠جِعُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. إنَّ ’nin ismi olarak gelen mütekellim zamiri نَا , mahallen mansubtur. إِلَیۡهِ car mecruru رَ ٰ⁠جِعُونَ kelimesine müteallıktır. رَ ٰ⁠جِعُونَ kelimesi إنَّ ’nin haberidir. Cemi müzekker salim olduğu için و ’la merfû olmuştur.

أَصَـٰبَتۡ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir. İf’al babı fiile ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ

Önceki ayetin devamı olan bu ayette ٱلَّذِینَ şeklindeki has ism-i mevsûl ٱلصَّـٰبِرِینَ ’nin sıfatıdır. Sıla cümlesi, şart üslubunda haberi isnaddır. أَصَـٰبَتۡهُم cümlesi إِذَاۤ ’nın muzâfun ileyhi, aynı zamanda şart cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Sâmerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, c. 2, s. 88.)

 مُّصِیبَةࣱ kelimesindeki tenvin taklil manasınadır. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru.1208)

Şartın cevabı  قَالُوۤا۟  müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl, إِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede إِنَّ ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Tutturmak anlamına gelen isabet, hedefi kaçırmanın zıttıdır. Hz. Peygamber aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Bil ki başına gelecek olan şey hedefini şaşıp seni geçecek değildir. Sana değil de başkasının başına gelecek olan şey de sana isabet edecek değildir.”  مُّصِیبَةࣱ [musibet] eksilme, yok olma gibi her türlü istenmeyen hadise için kullanılan bir tabirdir.  (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

مُّصِیبَةࣱ ve أَصَـٰبَتۡهُم  kelimeleri arasında mürâât-ı nazir, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

 وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ


Makabline و ’la atfedilen bu son cümle, إِنَّ ve kasrla tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Car mecrur amiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf olan kasrda, إِلَیۡهِ  maksûrun aleyh, رَ ٰ⁠جِعُونَ  maksûrdur. Geri dönüş sadece O’nadır, demektir.

[Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz, derler.] Bu bir teslimiyet ifadesidir. [Biz Allah’a aitiz] ifadesinin anlamı şudur: Yani, bizim canlarımız Allah’ındır. O, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. O’na itiraz yoktur. Yahut; biz Allah’ın kullarıyız, anlamına gelir. Köle ve elindeki her şey sahibine aittir. Eğer dilerse onları elimizde bırakır. İsterse elimizden alır. Biz de kendi mülkünü elimizden aldığı için sızlanma ve sabırsızlık gösteremeyiz. Bilakis sabrederiz. Eğer yaşarsak bizim rızkımıza O kefildir. Ölürsek de O’na döneriz. Bizim karşılığımız O’nun katındadır. İşte [Biz O’na döneriz] ayetinin anlamı budur. Bir görüşe göre de şöyledir: Biz diri de olsak, ölü de olsak Allah’ın kullarıyız. “ve şüphesiz O’na döneceğiz” Kazasına razı olup sevabını kazansak da razı olmayıp cezasını hak etsek de neticede O’na döneceğiz. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


Bakara Sûresi 157. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ  ...


İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ İşte
2 عَلَيْهِمْ hep onlar içindir
3 صَلَوَاتٌ bağışlamalar ص ل و
4 مِنْ -nden
5 رَبِّهِمْ Rableri- ر ب ب
6 وَرَحْمَةٌ ve rahmet ر ح م
7 وَأُولَٰئِكَ ve işte
8 هُمُ onlardır
9 الْمُهْتَدُونَ doğru yolu bulanlar ه د ي

اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ


İşaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلَیۡهِمۡ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. صَلَوَ ٰ⁠تࣱ muahhar mübtedadır. مِّن رَّبِّ car mecruru صَلَوَ ٰ⁠تࣱ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَحۡمَةࣱ kelimesi صَلَوَ ٰ⁠تࣱ ’e matuftur. 

وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ

 

وَ atıf harfidir. İşaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ ikinci mübteda veya fasıl zamiridir. ٱلۡمُهۡتَدُونَ ise haberdir veya أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ’nin haberidir.



اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibhi kemâl-i ittisâldir. Ayet önceki cümleden kaynaklanan bir soruya cevap olarak gelmiştir. Mübteda olan işaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ‘nin haberi isim cümlesi olarak gelmiştir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenlere tazim ve teşrif ifade eder. 

Haber olan عَلَیۡهِمۡ صَلَوَ ٰ⁠تࣱ cümlesinde, takdim ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Muahhar mübteda olan صَلَوَ ٰ⁠تࣱ ’un nekre gelmesi onlara rableri tarafından olan şefkat ve desteğin tarifi mümkün olmayan evsafta olduğunun işaretidir. رَّبِّهِمۡ izafeti ve rahmet ilavesi de bu ifadeyi desteklemektedir.

رَّبِّ kelimesinin müminlere ait bir zamire muzâf ola­rak gelmesi, onlara gösterilen ilginin çokluğunu ifade eder. (Safvetü't Tefâsir) 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Rab isminde tecrîd sanatı vardır.

Car mecrur olan مِّن رَّبِّهِمۡ , mahzuf hale müteallıktır.

صَلَوَ ٰ⁠تࣱ kelimesinin tekili olan صَلَأ ٰ⁠تࣱ, meyletmek ve şefkat göstermek anlamında olup, burada ra’fet / şefkat manasında kullanılmış ve rahmet lafzıyla birlikte zikredilmiştir. Tıpkı رافة وَرَحۡمَةࣱۖ [Kalplerine şefkat ve merhamet yerleştirdik.] (Hadîd 57/27) ve رؤف  رحيم [Peygamber onlara karşı çok şefkatli ve merhametlidir.] (Tevbe 9/117) ayetlerindeki gibi. Buna göre mana; “Onlara şefkat üstüne şefkat, merhamet vardır. Hem ne merhamet!..” şeklinde takdir edilir.


Müsnedün ileyh olarak, uzaktakilere has işaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ’nin kullanılması bu kişilerin mertebesinin yüksekliğine işaret eder. Bu kişiler daha önce zikredilen bütün sıfatlara sahiptir. Arkadan gelen hüküm de bu sıfatlara sahip olan kişilere aittir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru.1211)

 

صَلَوَ ٰ⁠تࣱ ve وَرَحۡمَةࣱۖ  kelimelerindeki tenvin, tazim ve teksir (çokluk) ifade eder. 

 

رَّبِّهِمۡ buyrulmak suretiyle Rabb'ın sabredenlerin yerini tutan zamire izafe edilmesi, onların fazlasıyla ilâhî inayete mazhar olduklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

 

وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ 

 

و, atıftır. Atıf sebebi tezayüftür. Müsnedün ileyhin uzak için vaz edilen işaret ismiyle marife olması, o kişilerin mertebelerinin yüksekliğini gösterir. Fasıl zamiri هُمُ , kasr ifade ederek cümleyi tekid etmiştir. Müsnedin ٱلۡ takısıyla marife olması da tahsis ifade eder. Birden fazla unsurla tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

هُمُ ٱلۡمُهۡتَدُونَ Burda kasr sanatı vardır. Bu, sıfatın mevsufa tahsisi kabilindendir. (Safvetü't Tefâsir)

Bu cümlenin isim cümlesi olarak gelmesi hidayette oluşlarının devamlı olduğuna ve mübalağa olarak onlara mahsus olduğuna yani kasır manasına işaret eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru No.1217)

صَلَوَ ٰ⁠تࣱ - رَحۡمَةࣱۖ kelimelerinin arasında mürâât-ı nazîr sanatı, أُو۟لَـٰۤىِٕكَ - هُمُ kelimelerinin tekrarında ise cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Ve onlar doğru yolu bulanların ta kendileridir] ‘hakkı ve doğruyu bulanların’ demektir, çünkü kendilerini Allah'a verdiler, Allah'ın kaza ve kaderine teslim oldular. (Beyzâvî)

Rabbimizden gelen salat, rahmet, hesapsız mükâfat ve sabredenlere verilen müjde, bir mü’min için daha yücesi umulmayan sonsuz ihsana karşılık sabır, gerçekten basit, değersiz bir bedeldir. Öyle ki müminler, belaların ihsan bazı nimetlerin de musibet olduğunu söylerler. Hatta Allah’ın takdir ettiği bela ve fitnelere gıpta eder ve bunlarla sevinirler. Halbuki onun elinde, Allah’ın yardımını istemekten ve sabretmekten başka bir şey yoktur. Kendisine bir şer dokunduğunda yıkılıp ümitsizliğe kapılan kişiyle, böyle durumlarda sabredip mükâfatını Allah’tan bekleyen kişi arasındaki fark ne kadar da büyüktür! (Muhammed Ebû Mûsâ Hâ-Mîm Sûreleri Belâğî Tefsîri 2, Fussilet Sûresi/50, S. 229)

Bakara Sûresi 158. Ayet

اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَاۜ وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْراًۙ فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَل۪يمٌ  ...


Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur.Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الصَّفَا Safa
3 وَالْمَرْوَةَ ve Merve
4 مِنْ -ndandır
5 شَعَائِرِ nişanları ش ع ر
6 اللَّهِ Allah’ın
7 فَمَنْ kim
8 حَجَّ hacceder ح ج ج
9 الْبَيْتَ Ev’i ب ي ت
10 أَوِ ya da
11 اعْتَمَرَ ömre yaparsa ع م ر
12 فَلَا yoktur
13 جُنَاحَ hiçbir günah ج ن ح
14 عَلَيْهِ kendisine
15 أَنْ
16 يَطَّوَّفَ tavaf etmesinde ط و ف
17 بِهِمَا onları
18 وَمَنْ ve kim
19 تَطَوَّعَ kendiliğinden yaparsa ط و ع
20 خَيْرًا bir iyilik خ ي ر
21 فَإِنَّ şüphesiz
22 اللَّهَ Allah
23 شَاكِرٌ karşılığını verir ش ك ر
24 عَلِيمٌ (yaptığını) bilir ع ل م

Safa ve Merve Allah’ın şiarındandır. Yani Allah’ı hatırlatan, Allah’ın remzi, semboludur.

İnsan beyni kelimelerle değil sembollerle düşünüyormuş. O yüzden bu işaretler çok önemlidir. Şiar ile şuur aynı kökten gelir. Bu da şiarın beyinde yer ettiğine işaret eder.

Safa ve Merve’de birer tane put varmış. İnsanlar eskiden o putları da tavaf eder ve ikisi arasında gidip gelirlermiş. İslamın gelmesiyle o putlar devre dışı kaldılar. Onların yerleri arasında gidip gelmek acaba günah olur mu, diye düşünülmüş. Bu ayet o sebeple nazil olmuş.

Hacc: Ziyaret amacıyla bir yere gitmek.

Hüccet: Delil, bu kökten geliyor. Delili elde etmek için üzerinde çok düşünmeye işaret vardır.

Bu ayeti kerime umrede say yaparken her Safa ve Merve'ye çıkarken okunur.

Allah yolunda öldürülenler, mallar, canlar ve ürünlerden eksiltilme sınavları yolculuğumuzun Allah’ın yanında başladığı ve tekrar O’na döndürüleceğimizden bahsedilirken Safa ve Merve’ye nereden geldik diye düşünebilir insan.

Şöyle ki; Bu ümmetin bütün kadın ve erkeklerine dünyada karşılaşacakları sınavlarla nasıl başedeceğini öğretiyor Allah Teala. Hem de muhteşem bir kadını, Hz.Hacer’i rol model yaparak. Safa ile Merve arasındaki yolculukta korku var, açlık var, ürünlerden eksilme var.. Semerat kelimesi meyve anlamına gelmekle birlikte Araplar  çocuklar için de kişinin meyvesi, ürünü anlamında bu kelimeyi kullanırlar.

Allah hepimizi Safa ile Merve arasındaki yolculuğumuzda ne için Say ettiğini bilenlerden eylesin.

Şeâir kelimesinin kökü şe’ar (شعر) olup kıl, saç, tüy demektir. Şuur kelimesi buradandır. Yani, incelik konusunda tıpkı kıla isabet etmek gibi olan bir bilgiyi elde etmek demektir. Şair kelimesi de buradandır. Kıvrak zekası ve duyarlı bilgisinden dolayı bu isim verilmiştir.

 I’temera sözcüğünün kökü, amera (عمر) olup imar etti/işledi demektir. İmâra bayındır olmak demektir. Ömür, bedenin hayatla bayındır kaldığı süredir. Tamir, fiilen uzun ömür vermek veya sözle uzun ömür dilemek demektir. Benzer şekilde Türkçe’de ma’mur, imar, mimar, imaret, hamarat kelimeleri kullanılır. Umrenin iftial babında gelmesi (اِعْتِمَار), eylemin zorluğuna delalet eder.

Cünah kelimesi cenah ve günah olarak Türkçe’de kullanılmaktadır.

Te’tavva’a (تَطَوَّعَ) boyun eyme manasındaki tav’a طوع kökündendir (itaat, taat). Tefe’ul babında gelen bu kelimede zorlanarak boyun eğme söz konusudur. Örfte ise farz olmayan, gönüllü yapılan ibadet için kullanılmıştır.


اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَاۜ 


إنَّ ’ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ٱلصَّفَا elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. ٱلۡمَرۡوَةَ kelimesi ٱلصَّفَا ’ya matuftur. مِن شَعَاۤىِٕرِ car mecruru إِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. ٱللَّهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. فَ istînâfiyyedir. مَنۡ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. حَجَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir هُو’dir. Şart fiilidir ve mahallen meczumdur. ٱلۡبَیۡتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

أَوِ atıf harfi ibâhe içindir. İbaheden kasıt, muhatabı atfa konu olan iki unsurdan sadece birini yahut ikisini birlikte tercih noktasında serbest bırakmaktır. أَوِ atıf edatının bu anlamı yüklenebilmesinin şartı, öncesindeki sözün emir anlamı içeren bir formda varit olmasıdır. (Arapça'da Meanı (Semantik) Açısından Atıf (Bağlama) Edatları / Halil İbrahim Kaçar)

ٱعۡتَمَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir هُو ’dir.

فَلَا جُنَاحَ عَلَیۡهِ أَن یَطَّوَّفَ بِهِمَاۚ [Onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur.] Yani bu konuda bir günah bulunmaz. جُنَاحَ  kelimesi meyletmek anlamındaki جُنُوحَ mastarından türemiştir. Hayırdan şerre yönelince günah ortaya çıkar [bu sebeple جُنَاحَ (yani meyletme) günah anlamında kullanılır]. طاف ; tur atmak ve dönmek, تَطَوُّفُ ise bu işi çokça yapmaktır. (Keşşâf)

فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا , cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. İsmi جُنَاحَ’dır. Fetha üzere mebni mahallen mansubtur. عَلَیۡهِ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. أَن harfi  nedeniyle masdar tevilindeki cümle mahzuf في harf-i ceriyle birlikte جُنَاحَ ’ya müteallıktır. بِهِمَا car mecruru یَطَّوَّفَ fiiline müteallıktır.   


وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْراًۙ فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَل۪يمٌ


وَ atıf harfidir. مَن şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. تَطَوَّعَ   fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir هُو ’dir. Şart fiilidir ve mahallen meczumdur. خَیۡرࣰا masdarın sıfatı olduğu için mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri يتطوع تطوعًا خيرًا (Hayırlı olarak tavaflar yaparlar) şeklindedir. فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. Lafzı celal اِنَّ ’nin ismidir. شَاكِرٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberidir. عَل۪يمٌ ise ikinci haberdir.

تَطَوَّعَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tefa’ûl babındadır. Sülâsîsi طوف ’dır. Aslı يتطوّف şeklindedir. Hafiflik için ت harfi ط harfine dönüşmüştür. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.



اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette ilk cümle إِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur olan مِن شَعَاۤىِٕرِ ٱللَّهِ ’nin müteallakı olan إِنَّ ‘nin haberi mahzuftur. Faide-i haber talebî kelamdır.

ٱلصَّفَا - ٱلۡمَرۡوَةَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

شَعَاۤىِٕرِ ٱللَّهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan شَعَاۤىِٕرِ şan ve şeref kazanmıştır. شَعَاۤىِٕرِ kelimesi, شاعر kelimesinin çoğulu olup vakfe alanı, sa‘y bölgesi ve kurban kesme yeri gibi alamet-i farika/nişan hükmünde olan ibadet mekânlarına denir. شعر Şiir bilgi, شعار bildirmek, مَشاعر bilinen yerler demektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 


فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَاۜ


فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidai kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasıyla gelmesi hudûs ifade eder.

Şart için mazi fiil kullanılışı oluşa işaret eder. (Vakafat, S. 114)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, c. 2, s. 88.)

Menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelam olan فَلَا جُنَاحَ cümlesi فَ karinesiyle şartın cevap cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَا ’nın haberi mahzuftur. Masdar-ı müevveli amili olan bu mahzuf habere bağlayan harf-i cer de mahzuftur.

حَجَّ ve یَطَّوَّفَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْراًۙ فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَل۪يمٌ


İki cümle de inşâ cümlesi olduğu için birbirine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.  Haber manalıdır. Faide-i haber talebî kelamdır.

Şart cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Rabıta  فَ ’sinin dahil olduğu cevap cümlesi إِنَّ ile tekid edilerek isme isnad edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

یَطَّوَّفَ - تَطَوَّعَ kelimeleri arasında cinâs-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ebû Müslim "tefe'âle" vezninde olan تَطَوَّع kelimesinin "ta'ât" kökünden olduğunu söylemiştir. Birisi, ister طَاعَ ، isterse, تَطوَّفَ desin farketmez. "Tefe'ale"vezninde, bir şeyi çok yapmak mânası vardır, اَلطَّوْعُ kelimesi ise, inkıyâd ve sana bizzat vacib olmadığı halde, nefsinin arzusuyla ve kendisine istek duyduğun şeydir. (Fahreddin er-Razi)

Cevap cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır ve önceki cümleyi tekit için gelir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

تَطَوَّعَ [Kendi isteğiyle] ifadesinden amaç, herhangi bir baskı ve zorlama olmadan yapılan iştir. Yani, her kim herhangi bir zorlama olmadan, kendi isteğiyle Allah'a yakınlaştırıcı davranışlarda bulunursa, kuşkusuz yüce Allah onun bu tür davranışını karşılıksız bırakmayacaktır. Çünkü Allah, söz konusu kimsenin niyetini bilir ve onun karşılığını en güzel bir şekilde verir.

Bu ayette, farz ibadete olduğu gibi, nafile ibadet yapmaya da bir teşvik vardır. Buna göre yüce Allah, bir tek nafileyi bildiği ve karşılıksız bırakmadığı gibi, daha fazlasını nasıl bilmesin veya nasıl karşılıksız bıraksın? Öte yandan kişinin oruçla nefsine hakim olduğu, zekatla kötülüklerden arındığı, namazla ruhani bir mertebeye çıktığı ve hac ile Allah'a kavuştuğu bilinen bir gerçektir. 

شَاكِرٌ عَلِیمٌ [İtaata sevap verir] demektir. Ebüssuûd şöyle der: Allah kullarına bolca ihsan edeceğini bildirmek için, itaata karşı sevap verir ye­rine,’ itaatini kabul eder’ buyurdu. Şükrü zikretmiş, mecazını yani onun karşılığı olan mükafatı kastetmiştir. (Safvetü't Tefâsir)

شَاكِرٌ ifadesinde istiare-i temsiliyye vardır. Bu teşbih, sevabın hızlanmasını ve gerçekleşmesini temsil eder. (Âşûr)


فَإِنَّ ٱللَّهَ شَاكِرٌ عَلِیمٌ  cümlesi, aslında gizli olan şartın cevabının illet ve sebebidir. Yani her kim gönüllü olarak bir hayır yaparsa, Allah onun mükâfatını verir; çünkü Allah, Şâkir'dir, Alîm'dir. (Ebüssuûd)


Hak teâlâ'nın عَلِيم vasfına gelince, bunun mânası, Allahü Teâlâ'nın mükâfaatların tam miktarını bildiğini, bu sebeple de hak edenin hakkını eksiltmediğini ifade etmektir. Çünkü Allahü Teâlâ mükâfaatın mikdarını ve mükâfaata ne kadar fazlalık yaptığını bilendir. Bu mana Cenâb-ı Hakk'ın, (alîm) sözünün, (şâkir) sözüyle bir münasebeti olması için, söze en uygun düşen mânadır.


Bakara Sûresi 159. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَۙ  ...


İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda olanlar lânet eder.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ doğrusu
2 الَّذِينَ kimseler
3 يَكْتُمُونَ gizleyen ك ت م
4 مَا şeyleri
5 أَنْزَلْنَا indirdiğimiz ن ز ل
6 مِنَ -den
7 الْبَيِّنَاتِ açık deliller- ب ي ن
8 وَالْهُدَىٰ ve hidayeti ه د ي
9 مِنْ
10 بَعْدِ sonra ب ع د
11 مَا
12 بَيَّنَّاهُ biz açıkça belirttikten ب ي ن
13 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
14 فِي
15 الْكِتَابِ Kitapta ك ت ب
16 أُولَٰئِكَ işte onlara
17 يَلْعَنُهُمُ la’net eder ل ع ن
18 اللَّهُ Allah
19 وَيَلْعَنُهُمُ ve la’net eder ل ع ن
20 اللَّاعِنُونَ bütün la’net edebilenler ل ع ن

   Le'ane لعن :

  Belirlenmiş yoldan atılmak/tardedilmek ve uzaklaştırılmak anlamına gelen لَعْنٌ Yüce Allah'dan geldiğinde ahirette cezaya müstehak olmayı; dünyada ise Allah'ın yardımımdan ve rahmetinden uzak düşmeyi ve yaptığı işin telâfisinin/kabulunun ve tevfikinin kesilmesini ifade eder.

  İnsan için kullanılan lanete gelince bu da başkasına beddua etmek hakkında kullanılır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de  sülasi fiil ve dört farklı isim formunda toplam 41  kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri lânet, lâin, melânet, nâlet, tel'in ve mel'undur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 


اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَۙ


إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası یَكۡتُمُونَ ‘dir. یَكۡتُمُونَ  muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. Müşterek ism-i mevsûl مَاۤ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası أَنزَلۡنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. مِنَ ٱلۡبَیِّنَـٰتِ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Takdiri حالة كونها مبينة (apaçık olma hali) şeklindedir. ٱلۡهُدَىٰ kelimesi ٱلۡبَیِّنَـٰتِ kelimesine matuftur. مِنۢ بَعۡدِ car mecruru یَكۡتُمُونَ fiiline müteallıktır.

مَا ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhidir. بَیَّنَّـٰهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Fiile bitişen muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur. لِلنَّاسِ car mecruru بَیَّنَّـٰهُ fiiline müteallıktır.  فِی ٱلۡكِتَـٰبِ car mecruru بَیَّنَّـٰهُ fiiline veya mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri كائنًا في الكتاب (Kitapta olarak) şekindedir.

أُو۟لَـٰۤىِٕكَ یَلۡعَنُهُمُ ٱللَّهُ cümlesi إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. İşaret ism-i أُو۟لَـٰۤىِٕكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. یَلۡعَنُهُمُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.

یَلۡعَنُهُمُ ٱللَّـٰعِنُونَ cümlesi öncesine matuftur. یَلۡعَنُهُمُ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ٱللَّـٰعِنُونَ faildir. Cemi müzekker salim olduğu için و ’la merfû olmuştur.

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَۙ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. إِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, onların bilinen kişiler olduğuna ve o kişilerin anılmasının kerih görüldüğüne işaret eder. 

یَكۡتُمُونَ fiilinin muzari fiil olarak gelmesi, hidayeti ve apaçık ayetleri gizler halde olduklarına delalet içindir. Mazi fiil gelseydi geçmişte bu işi yapmış oldukları vehm edilebilirdi. Oysa maksad o dönemdeki muhataba delil getirmektir. (Âşûr)

Ayet-i kerimede مِنَ ايات ٱلۡبَیِّنَـٰتِ  değil مِنَ ٱلۡبَیِّنَـٰتِ ifadesi gelmiş, mevsuf hazfedilerek sıfatın ne kadar belirgin olduğu ifade edilmiştir. Ya da bu kelime أَنزَلۡنَا fiilinin mahzuf mef’ûlünün halidir. (Sâfî-İrab)

بَعۡدِ مَا بَیَّنَّـٰهُ [Onu insanlara apaçık göstermemizden sonra.] ifadesindeki هُ zamiri, مَاۤ أَنزَلۡنَا [indirdiğimiz] ifadesine veya وَٱلۡهُدَىٰ ifadesine ait olabilir. أَنزَلۡنَا مِنَ ٱلۡبَیِّنَـٰتِ [İndirdiğimiz açık deliller] ifadesi ile birlikte bunun bir benzeri olan بَعۡدِ مَا بَیَّنَّـٰهُ [apaçık göstermemizden sonra] ibaresinin tekrar edilmesi, ilkinin peygambere indirilen delillere(ayetlere),ikincisinin ise Hz. Peygamberin onları açıklamasına müteallik olması sebebiyledir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

النَّاسِ deki tarif istiğrak içindir. Çünkü Allah bütün insanların hidayeti için kurallar indirdi. İstiğraki örfidir. (Âşûr)

…. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ یَلۡعَنُهُمُ cümlesi إِنَّ ’nin haberi olarak ref mahallinde, isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh, bahsi geçenleri tahkir için uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismiyle gelmiştir. Cümlenin müsnedi muzari fiil sıygasıyla gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt, istimrar manası ifade eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 1225) Fiilin failinin bütün kemâl ve celâl sıfatlara şamil Allah ismiyle marife olması, heybeti ve korkuyu artırmak amacına matuftur. Ayette mütekellimin Allah Tealâ olması dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Makabline matuf olan son cümle  وَیَلۡعَنُهُمُ ٱللَّـٰعِنُونَ şeklinde faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ٱللَّـٰعِنُونَ kelimesindeki tarif örfi istiğrak içindir. Yani bütün lanetlerle onlara lanet eder. Veya bu tarif ahd manası içindir. (Âşûr)

 یَكۡتُمُونَ - بَیَّنَّـٰهُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ayetteki ism-i mevsûl olan مَاۤ ve  ٱلَّذِینَ ’de tevcih sanatı ve aralarında mürâât-ı nazir sanatı vardır.

 ٱلۡبَیِّنَـٰتِ - بَیَّنَّـٰهُ ve یَلۡعَنُهُمُ - ٱللَّـٰعِنُونَ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

یَكۡتُمُونَ [gizliyorlar] ifadesinden sonra gizledikleri şeylerin açık ayetler ve kitapta açıklanan şeyler olarak belirtilmesi taksim sanatıdır.

لۡعَن atmak, reddetmek, uzaklaştırmak demektir. Şeytan için lanetli manasında mel’un denmesi Allah’ın rahmetinden uzaklaştığı içindir.

Lanet okuyanlar, bu işi yapmayan insanlar ve meleklerdir. Kapalı bir ifade tercih edilerek mübalağalı bir üslup gelmiştir.

 أُو۟لَـٰۤىِٕكَ یَلۡعَنُهُمُ ٱللَّهُ  cümlesinde, birinci şahıs za­mirinden üçüncü şahıs zamirine dönüş vardır. Zira bunun aslı نلۡعَنُهُمُ (onları lanetleriz) şeklindedir. Ancak یَلۡعَنُهُمُ ٱللَّهُ cümlesinde Allah lafzının açıkça zikredil­mesi, kalbe korku ve heybet vermektedir. (Safvetü't Tefâsir) 

یَلۡعَنُهُمُ ٱللَّـٰعِنُونَ [Lanetçiler onlara lanet eder.] Bu cümlede iştikak ci­nası vardır. Bu da edebi güzelliklerdendir. (Safvetü't Tefâsir) 

[İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu gizleyenler yok mu?] cümlesinin önceki ayetler ile irtibatı şöyledir: Önceki ayetlerde, [Size nimetimi tamamladım] (el-Bakara 2/150) buyrulmuştu. Yani doğru yolu bulmanız maksadıyla dinin emirlerini (şeriat) tamamlayarak size olan nimetimi kemâle erdirdim. O halde ihsan ettiklerim için bana şükredip sabredin. Dinin şiarlarını ikame edin ve onları asla gizlemeyin. Her kim onları gizlerse lanetim onun üzerinedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 


"Hidayet edici" anlamında "hâdiyât" kelimesi değil de mastar olarak ٱلۡهُدَىٰ (hidayet) kelimesinin kullanılması, mübalağa içindir.


أُو۟لَـٰۤىِٕكَ [İşte onlar]  kelimesi, o kimseleri, taşıdıkları vasıflar itibariyle işaret etmektedir. Onlar o vasıflarından dolayı lanete uğramışlardır. Uzaktakileri işaret için kullanılan أُو۟لَـٰۤىِٕكَ 'nin ayette yer alması da Yahudi âlimlerinin fesatta çok ileri ve aşırı gittiklerini bildirmek içindir.


Allah'ın onlara lanet etmesi, onları kovması ve rahmetinden uzaklaştırması demektir. Bu mananın gaib kipi یَلۡعَنُهُمُ ٱللَّهُ  [lanet eder] olarak ifadesi ve bütün sıfatları cami olan ism-i celâlin yani Allah adının zamir ile değil zahir ile (aynen) zikredilmesi, muhabbeti artırmak, kalplere korku salmak ve lanetin, Cenâb-ı Allah'ın celâl sıfatından sadır olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)



Bakara Sûresi 160. Ayet

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُو۬لٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ  ...


Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lânetlenmekten) kurtulmuşlardır. Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbeleri çok kabul edenim, çok merhamet edenim.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak hariç
2 الَّذِينَ (kimseler)
3 تَابُوا tevbe edip ت و ب
4 وَأَصْلَحُوا uslananlar ص ل ح
5 وَبَيَّنُوا ve (gerçeği) açıklayanlar ب ي ن
6 فَأُولَٰئِكَ işte onlar
7 أَتُوبُ tevbelerini kabul ederim ت و ب
8 عَلَيْهِمْ onların
9 وَأَنَا çünkü ben
10 التَّوَّابُ tevbeyi çok kabul edenim ت و ب
11 الرَّحِيمُ çok esirgeyenim ر ح م

Burada tevbe üç kere geçmiş, tevbenin nasıl yapıldığı anlatılmıştır. Gizlenen şeyin düzeltilip açıklanması, yani zıddının yapılması gerekir. O fiili telafi etmek ve bir daha da yapmamak lazımdır.

Özetle:

 1) Tövbe etmek,

 2) Aslaha; kendini düzeltmek, o fiili bir daha yapmamak,

 3) Tersini yapmak.


اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُو۬لٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ


إِلَّا istisna harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl olan الَّذ۪ينَ, müstesna olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası تَابُوا۟ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

أَصۡلَحُوا۟ وَبَیَّنُوا۟ cümleleri atıf harfi وَ’la, تَابُوا۟ fiiline atfedilmiştir. فَ ta’liliyedir. İşaret ismi olan أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. أَتُوبُ muzari fiili haber olarak mahallen merfûdur. Faili ise müstetir zamir انا ’dir. عَلَیۡهِمۡ car mecruru أَتُوبُ fiiline müteallıktır. 

وَ haliyyedir. Munfasıl zamir أَنَا mübteda olarak mahallen merfûdur. ٱلتَّوَّابُ kelimesi haberdir. ٱلرَّحِیمُ ise ikinci haberdir. 

بَیَّنُوا۟ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بين ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُو۬لٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ


Ayet önceki ayetteki lanet edilenlerden istisna edilenleri bildirmektedir. Müstesna olan ٱلَّذِینَ ’nin sılası تَابُوا۟ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslubta birbirine atfedilmiş müteakip iki cümle sılaya matuftur. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

...فَأُو۟لَـٰۤىِٕكَ أَتُوبُ cümlesi, beyani istînâf veya ta’liliyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

فَأُو۟لَـٰۤىِٕكَ deki فَ  harfi tevbenin kabulünün süratine işaret eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, S.1230) 

Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini ve sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette şöyle takdir edilen bir bedî’ nazım vardır: إلّا الَّذِينَ تابُوا انْقَطَعَتْ عَنْهُمُ اللَّعْنَةُ فَأتُوبُ عَلَيْهِمْ (Tevbe edenler hariçtir. Onlardan lanet kesilir. Ben onları affederim). Talil için ayetin ortasında işaret ismi gelmiştir ve bu eşsiz bir icazdır. (Âşûr)

İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidai kelam olan cümlenin haberi, muzari fiil sıygasıyla gelmiştir. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayın daha iyi anlaşılmasını sağlar.

Bu cümlede önceki ayetteki gaib zamirden müfret  mütekellim zamire iltifat edilmiştir.

Tövbe etti manasındaki تَابَ fiili عَلَیۡ harfiyle kullanıldığında tövbeyi kabul etti anlamına gelir. 

تَابُوا۟ - ٱلتَّوَّابُ kelimeleri arasında  iştikak cinası  ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ


وَ , istînafiyye veya haldir. Cümle faide-i haber talebî kelamdır. İsme isnad şeklindeki bu haber cümlesi sübut ifade eder.

Mübteda ve haberden müteşekkil cümlede müsnedin ٱل ile marife olması, herkes tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında, tahsis ifade eder. 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki kelimenin marife olarak gelmesi bu sıfatların O’nda kemâl derecede olduğunu, aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf, iki kelimenin birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.

التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ kelimeleri de mübalağa kiplerindendir.

Ayetin bu son cümlesi tezyîldir.

[Ve durumlarını düzeltenler] yani bozdukları durumlarını düzeltip aşırılıklarını telafi edenler ve Allah’ın, kendi kitaplarında açıkladığı, fakat kendilerinin gizlediği şeyleri insanlara [açıklayanlar] veya ettikleri tövbeyi insanlara ilan edenler [müstesna] ki, bu sayede üzerlerindeki inkâr damgasını silip, daha önce tanındıklarının tersine tanınarak, başka bozucuların da kendilerine uymasını sağlamış olacaklardır. (Keşşâf)

ٱلتَّوَّابُ kelimesi bu konuda, mübalağa ifade eder. Cenâb-ı Hakk'ın, bu buyruğu peşinden,  ٱلرَّحِیمُ kelimesini getirmesinin mânası, O'nun mükellef kullarına rahmet edeceğine, onların çok büyük kusurlarının olmasından sonra bile, onların tevbelerini kabul edeceğine dikkat çekmek içindir. (Fahreddin er-Razi)

Bu son cümlesi, önceki cümlelerin zeyli ve tahkiki mahiyetindedir. Bu son cümleye "mütekellim vahde" kipi kullanılarak (Ben) ile başlanması, nazm-ı kerîmde çeşitlilik güzelliğini sağlamakta, bir de Allah'ın (celle celâlühü) ilk fiili ile son fiili (önce yaptıkları için lanet, sonra yaptıkları tevbe için de rahmet fiilleri) arasındaki farklılığa işaret etmektedir. (Ebüssuûd)


Bakara Sûresi 161. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ  ...


Fakat âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üstünedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ doğrusu
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar edip te ك ف ر
4 وَمَاتُوا ölen م و ت
5 وَهُمْ ve onlar
6 كُفَّارٌ kafir olarak ك ف ر
7 أُولَٰئِكَ işte
8 عَلَيْهِمْ onların üstünedir
9 لَعْنَةُ la’neti ل ع ن
10 اللَّهِ Allah’ın
11 وَالْمَلَائِكَةِ ve meleklerin م ل ك
12 وَالنَّاسِ ve insanların ن و س
13 أَجْمَعِينَ tüm ج م ع

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ 


اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ’in ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟ ‘dur. مَاتُوا۟ fiili atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. 

وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمۡ mübteda olarak mahallen merfûdur. كُفَّارٌ haber olup lafzen merfûdur. İsm-i işaret أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلَیۡهِمۡ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. لَعۡنَةُ ٱللَّهِ muahhar mübtedadır. ٱللَّهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. ٱلۡمَلَـٰۤىِٕكَةِ وَٱلنَّاسِ kelimeleri atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle atfedilmiştir. أَجۡمَعِینَ tekiddir.

Ayette geçen, ٱلنَّاسِ kelimesinden kasıt müminlerdir. Ya da hem müminler ve hem de kâfirlerdir. Çünkü kıyamet gününde kimisi kimisine lanet okuyacaktır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)


اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ 


İstînafiyye olarak fasılla gelen ayet إِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. إِنَّ ’nin ismi olan ٱلَّذِینَ ’nin sıla cümlesi كَفَرُوا۟ ve buna matuf olan مَاتُوا۟ cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

كَفَرُوا۟ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlib sanatı vardır.

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda  kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlip vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)

وَهُمۡ كُفَّارٌ şeklindeki hal cümlesi وَ ‘la gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. İsim cümleleri sübut ifade eder.

Hal cümlesi, anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

[İşte Allah’ın laneti onlar üzerinedir] Yani, Allah onları rahmetinden kovmuş ve uzaklaştırmıştır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

Bu cümle tezyildir. (Âşûr)

إِنَّ ’nin haberi isim cümlesi formunda gelmiştir. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ’nin mübteda olduğu cümlede  haber isim cümlesi olarak gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. عَلَیۡهِمۡ لَعۡنَةُ ٱللَّهِ وَٱلۡمَلَـٰۤىِٕكَةِ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَعۡنَةُ ٱللَّهِ izafeti, muzâfa tazim ifade eder. Lanetin bütün kemâl ve celâl sıfatlara şamil Allah ismine muzâf olması, az sözle çok anlam ifade etmenin yanında, heybeti ve korkuyu artırmak amacına matuftur. Ayette mütekellimin Allah Tealâ olması dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Önceki ayetteki müfret mütekellim zamirden, bu cümlede gaib zamire iltifat edilmiştir.

كَفَرُوا۟ - كُفَّارٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müsnedün ileyh, bahsi geçenleri tahkir için uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismiyle gelmiştir.

Ayet, tekide rağmen umûmî bir ifadenin tahsis edilebileceğini gösterir. Çünkü Allahü teâlâ'nın وَٱلنَّاسِ أَجۡمَعِینَ [Ve bütün insanlar] ifadesindeki ٱلنَّاسِ 'tan murad, insanların hepsi değil bir kısmıdır " diyenlerin görüşüne göre ٱلنَّاسِ (nâs) kelimesi tahsis edilmiştir. (Fahreddin er-Razi)

Bu bir istinaf cümlesi olup kelâmın ifade ettiği veçhile, önceki ayette istisna edilenlerin dışındakiler için lanetin baki olduğunu açıklamakta ve tevbe etmeyenler için onun devam edeceğini tekid etmektedir.

Bundan önceki ayette yenilenen lanetin devamlılığı, bu ayette de, lanetin subûtî devamı söz konusudur. (Birinci ayette lanet  fiil ile ifade edildi. Fiil cümlesi ifade edilen mananın yenilenmesini gerektirir. İkinci cümlede ise lanet, isim cümlesi ile ifade edildi. İsim cümlesi de ifade edilen mananın subûtunu gerektirir.) (Ebüssuûd)

Bakara Sûresi 162. Ayet

خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ  ...


Onlar ebedî olarak lânet içinde kalırlar. Artık ne kendilerinden azap hafifletilir, ne de yüzlerine bakılır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَالِدِينَ ebedi kalırlar خ ل د
2 فِيهَا (la’net) içinde
3 لَا
4 يُخَفَّفُ hafifletilmez خ ف ف
5 عَنْهُمُ onlardan
6 الْعَذَابُ azab ع ذ ب
7 وَلَا ve yoktur
8 هُمْ onlara
9 يُنْظَرُونَ gözetme ن ظ ر

خَـٰلِدِینَ فِیهَا لَا یُخَفَّفُ عَنۡهُمُ ٱلۡعَذَابُ وَلَا هُمۡ یُنظَرُونَ


خَـٰلِدِینَ önceki ayetteki عَلَیۡهِمۡ ’in zamirinden hal olarak mansubtur. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler, ي ile nasb olurlar. فِیهَا car mecruru خَـٰلِدِینَ ’ye müteallıktır. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُخَفَّفُ merfû muzari fiildir. عَنۡهُمُ car mecruru یُخَفَّفُ fiiline müteallıktır. ٱلۡعَذَابُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.

 وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir هُمۡ  mübteda olarak mahallen merfûdur. یُنظَرُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Meçhul muzari fiil olarak gelmiştir.


خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ


Önceki ayette geçen عَلَیۡهِمۡ’in zamirinden hal olarak gelmiştir. Orada ebediyyen kalıcı olma, mezkur kişilerin müekked halidir. 

Bu cümledeki هَا zamiri نار (ateş) kelimesi yerine kullanılmıştır. Ayetin öncesinde نار ifadesi geçmediği halde ona zamirle işaret edilmesi, durumunun ne kadar dehşet verici olduğuna dikkat çekmek ve ondan korkutmak içindir. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı / Süleyman Gür)

Onlar lanette veya cehennemde ebedî kalıcıdırlar. Bura­da işin korkunçluğunu ve şiddetini ifade etmek için cehennem ismi yerine zamir kullanılmıştır. (Safvetü't Tefâsir) 

İstînafiyye olarak fasılla gelen...لَا يُخَفَّفُ cümlesi, nefy muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede car mecrur olan عَنْهُمُ önemine binaen naibi faile takdim edilmiştir.

Olumsuz isim cümlesi formunda gelen son cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefiy harfinin müsnedün ileyhten önce gelmesi ve müsnedin fiil cümlesi formunda olması tahsis ifade eder.

Haberin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

لَا harfi, cumhura göre gelecek zamana mahsustur. Bu harf mutlak olarak kullanılır ve çoğunlukla istikbal kastedilir. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, c. 2, Yâ-Sîn/49)

[Onlara mühlet verilmez] Olumsuzluğun sürekliliğini ve devamını ifade etmek için isim cümlesi tercih edilmiştir. (Safvetü't Tefâsir)

Burada bu kişilerin gözleriyle gördükleri söylenmiştir. Bu fiil إلى harfiyle geldiği gibi harfsiz de gelir. Allah‘ın kıyamet günü onlara bakmayacağı söylenmiştir. Bu tabir Allah’ın gazabından ve onları tahkir etmesinden kinayedir. (Âşûr)

خَالِد۪ينَ Azabın hiç hafifletilmeyeceği. Bu, onların başına gelen ilahi azabın her zaman aynı şiddette olacağı, zaman zaman azalmayacağı, manasınadır. (Fahreddin er-Razi)

Onlar sürekli olarak lanette ya da ateşte kalacaklardır. Ateşin adı geçmediği halde, bunun  ف۪يهَاۚ [orada] zamiriyle ile ifade edilmesi, onun heybet ve korkunçluğuna işaret içindir. (Ebüssuûd)
Bakara Sûresi 163. Ayet

وَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟  ...


Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِلَٰهُكُمْ Tanrınız ا ل ه
2 إِلَٰهٌ Tanrı’dır ا ل ه
3 وَاحِدٌ bir tek و ح د
4 لَا yoktur
5 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
6 إِلَّا başka
7 هُوَ O’ndan
8 الرَّحْمَٰنُ Rahman’dır ر ح م
9 الرَّحِيمُ Rahim’dir ر ح م

Er-Rahman Er-Rahim. Ne kadar da harika iki isim! Er-Rahman basit bir şekilde üç şey demek. Allah’ın sevgisi, rahmeti ve aşırı ilgisi anlamına geliyor. Mübalağa, hayal edebileceğinizin ötesinde demektir. Bu ilk şey.

İkincisi ise hemen oluyor. Yani onu beklemenize gerek kalmıyor. Şu an gerçekleşiyor.

Ve anlamların üçüncüsü فعلان kalıbını kullandığınızda, işte bu korkutucu olandır. Bu aslında kalıcı değildir. Aşırı, hemen, ama illa ki de kalıcı değil. Mesela Arapçada ‘atşan’ dediğinizde ‘atşan’ susamış demek. Susuzluk kalıcı değildir. ‘Cev’an’ dediğinizde, ‘cev’an’ aşırı derecede aç demektir. Aşırı, hemen ama kalıcı değildir. ‘Ğadban’ dediğinizde, aşırı sinirli. Kalıcı değil. Bazı insanlar için kalıcı 🙂 Ama çoğu insan için kalıcı değil. Ama Arapça dilinin güzelliği ve Allah’ın kendini ifade etmeyi seçme şeklidir… Bu öyle bir mübalağa ki, geçici olsa bile kendi kendine gitmiyor. Susadıysanız, su içene kadar susuzluğunuz kendi kendine gitmez. Açsanız, yemek yiyene kadar açlık kendi kendine gitmez.

Eğer Allah Er-Rahman ise, eğer Allah aşırı derecede seven, aşırı derecede ilgilenen, aşırı derecede merhametli ise o aşırı sevgi, merhamet ve ilgi; siz onu uzaklaştırana, siz onu istemeyene kadar asla gitmeyecek. Allah onu hiçbir zaman kaldırmayacak. İnsanlar istemiyorlar bazen.

Rasûlullah (sav) sahabelere çok garip bir şey söyledi bir keresinde. Sahabeler orada oturuyorlar. Peygamber onlara bakıyor ve diyor ki: ‘Hepiniz cennete gideceksiniz, reddeden hariç.’ Sahabeler bile benim aklıma gelen soruyu sordular. ‘Kim reddeder ki? Neden cennete gitmeyi reddedelim?’ Peygamber diyor ki: ‘Kim bana itaat ettiyse, kim bana geldiyse -çünkü o, Allah’ın merhametli Rasûl’ü- kim bana itaatle geldiyse cennete gitmek istemiş demektir. Her kim beni unutursa, beni önemsemezse (cennete) gitmek istememiş demektir.’

Bizler kendimizi Allah’ın rahmetinden uzaklaştırabiliriz. Allah kapıyı kapatmaz. Biz kapıyı kapatıyoruz. Bazen kapıyı çok uzun bir zaman için kapatırsınız. Bazen kapıyı çok çok uzun bir zaman için kapatırsınız. Ve sonra açarsınız. Açtığınızda Allah, ‘Neden kapatmıştın? Kaybol! Seni istemiyorum artık!’ demiyor. Böyle yapmıyor. Kapılar açık kalıyor. Allah’ın rahmetinin, ilgisinin ve sevgisinin kapıları açık kalıyor.

Er-Rahim. Sizi Er-Rahim ile bırakırken sizinle iki şey paylaşmak istiyorum. Er-Rahim aslında Er-Rahman’ın boşluğunu dolduruyor. Er-Rahim kalıcı olan bir şey. Yani merak etmeyin. Allah, sizinle şu an hemen ilgilenecek. Ve eğer yarınla ilgili endişeliyseniz, yarın da sizinle ilgilenecek. Bu aslında insan doğasında var. Eğer gerçekten çok açsanız ve eşiniz size ‘Bir dahaki hafta ne yemek istiyorsun?’ diye sorsa dersiniz ki: ‘Unut gitsin kadın! Şimdi ne var elimizde!? Bir sonraki hafta umurumda değil. Şu an açlıktan ölüyorum.’ Yemeyi bitirdikten ve karnınız doyduktan sonra dersiniz ki: ‘Bir sonraki haftayla ilgili ne diyordun?’ Şu anda bir sorununuz varsa gelecekle ilgili düşünmezsiniz. Şu anki sorununuz çözüldüğü an gelecekle ilgili düşünmeye başlarsınız. Daha faturayı ödemediyseniz o zaman şu an sadece fatura ile ilgili düşünüyorsunuz. Faturayı ödediğiniz anda ‘Bir sonraki ayın faturasını ne zaman ödeyeceğim?’ diye düşünmeye başlarsınız. Gelecekle ilgili düşünürsünüz.

Allah ne yaptı? Er-Rahman dediğinde acil ihtiyaçlarınızla ilgilendi ve Er-Rahim dediğinde geleceğinizle ilgilendi. İkisiyle de ilgilendi hem de doğru sırayla. Çünkü insanlar… كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ  (Kıyamet/20) Acele etmeyi seviyorsunuz. Şu an ihtiyacınız olan şeyleri seviyorsunuz. Onlara kafayı takmışsınız. أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ  (Mulk/14) Yaratan yarattığını bilmez mi? Bana ilk önce Er-Rahman’ı sonra Er-Rahim’i verdi. Elhamdulillah. (Nouman Ali Han Tefsir sohbetleri)

وَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟


وَ istînâfiyyedir. اِلٰهُكُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur.Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلٰهٌ haber olup lafzen merfûdur. وَاحِدٌ ise اِلٰهٌ ‘un sıfatıdır. لَٓا cinsi nefyeden harftir. اِلٰهَ ismidir. اِلَّا  istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir هُوَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.

 الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟ kelimeleri mahzuf mübtedanın iki haberidir. Takdiri هو şeklindedir.

وَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ 


وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haberi ibtidai kelamdır. İsme isnad edilmiş isim cümlesi, zamandan ari sübut ifade eder. 

Sıfat olan وَاحِدٌۚ sebebiyle cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

Ayet-i kerimede, Allah’ı inkâr eden kişi, Allah’ı inkâr etmeyen kimsenin yerine konulduğu için haber tekidsiz gelmiştir. Çünkü inkârcılar hakkıyla düşündüklerinde çevrelerinde Allah’tan başka ilah olmadığını gösteren birçok delilin var olduğunu görecekler. Bu ayette ibtidaî haber, inkârî haberin yerine kullanıldığı için muktezayı zahirin hilafına durum oluşmuştur. (Safvetü't-Tefâsir) Bu durumda lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkep vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, S. 45)

إلَهٍ kelimesinde tenkir sayı ifadesi için değil nev’ içindir. Çünkü maksat bunlardan biri değil her çeşididir. Zaten bir manası; ayetteki واحِدٌ [Bir] kelimesinden anlaşılmaktadır. (Âşûr)


لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟


İstînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Bu cümlenin اِلٰهُكُمْ ’un ikinci haberi olması da caizdir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. İsmi اِلٰهَ olan لَٓا ’nın haberinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri حق (gerçektir) veya موجود (vardır) olabilir. 

هُوَ , mahzuf haberdeki zamirden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.

لَٓا ve اِلَّا ile oluşan kasr, kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.

الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟ takdiri هُوَ olan mübtedanın haberi veya اِلٰهُكُمْ için iki haberdir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haber mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

 الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.

Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Bu iki sıfat medih içindir. Ulûhiyyet deliline ve bu iki sıfatta O’nun tek olduğuna telmih vardır. Bu iki sıfat hasra delalet etmez. Fakat bu manaya tariz vardır. Çünkü kelam başkalarının ilahlığını geçersiz kılma amacıyla gelmiştir. (Âşûr)

Kasr ve müsnedin marife olmasıyla tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

اِلٰهٌ kelimesi, önemine binaen tekrar edilmiştir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

[Sizin ilahınız tek bir ilahtır, O’ndan başka ilah yoktur. Rahmân ve Rahîmdir.]

Bu ayet fezleke, yani bir nevi özettir. Adeta bütün bu anlatıların sonucu, özeti olmuş, bir taraftan da arkadan anlatılacaklara bir hazırlık olmuştur. Fatiha/1 ve 3. ayetle arasında reddü'l acüz ale's sadr sanatı vardır.

Ayet, tekitsiz bir şekilde gelmiştir. Bilindiği üzere Medine toplumu Allah’ın birliğini inkâr etmeyen muvahhid bir toplumdu. O topluma hitap eden ve Allah’ın birliğini haber veren ayet de toplumun durumuna uygun olarak tekidsiz bir şekilde nazil olmuştur. Dolayısıyla bu ayet muktezâ-yı hale uygun olduğu gibi muktezâ-yı zâhire de uygundur. (Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-Yı Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu / Nida Sultan Çelikkaya) 

Burada إلّا menfi bir şeyden istisna için gelmiştir. Olumsuz ilah cinsinden, bir ferd istisna edilmiştir. لا ‘nın haberi böyle yerlerde çoğunlukla olduğu gibi burada da hazfedilmiştir. Çünkü bu لا harfi cinsi olumsuzlar. Habere ihtiyaç duymaz. Sadece لا رَجُلَ في الدّارِ (Evde kimse yok) gibi isim veya harfin olmasını istemedikleri zaman veya haberin yerini tutacak bir şey olduğu zaman haberi hazfederler. لا إلَهَ إلّا اللَّهُ gibi. (Âşûr)

الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟ Cenâb-ı Hakk'ın,bu iki kelime için rahmetin nimet olduğunu, o nimeti verenin ise "rahim" olduğunu ifade eder. Rahmetin çokluğunu ifade etmek istediğimizde, er-Rahîm vasfını kullanırız. Ancak Cenâb-ı Hak için olabilecek bir mübalağayı kast ettiğimizde ise er-Rahman ismini kullanırız.

Bil ki Cenâb-ı Hakk'ın burada hususiyle bu iki ism-i şerifi zikretmesinin sebebi şudur: Ulûhiyyet ve ferdâniyyetin (bir olma) nın zikredilmesi, kahr ve yüceliği ifade eder. Binaenaleyh Cenâb-ı Hak ulûhiyyet heybeti ve ferdâniyyet izzeti karşısında kalpleri rahatlatmak, rahmetinin gazabını geçtiğini ve tüm maklûkatı ancak rahmet ve ihsan etmek için yarattığını bildirmek gayesiyle rahmet hususunda mübalağa ifade eden bu iki kelimeyi zikretmiştir. (Fahreddin er-Razi)


Günün Mesajı
Allah yolunda öldürülenler ölü değil diridir. 
Allah bizi korku, açlık, mal ve can eksikliğiyle mutlaka sınayacaktır. Bu sınavları sabırla geçmeye çalışalım. Sabredenler rıza makamına kavuşurlar.
Bu kişiler başlarına bir musibet geldiğinde ''innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûne (Biz Allah'a aidiz ve O'na döneceğiz)'' derler.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsanlar sıkıntılarını yarıştırmayı sever ama faydasızdır. Allah her insana farklı özelliklerle gelen derece derece üstünlükler vermiştir. Herkesin imtihanı kendine göredir. En korkunç olanı, insanın kendisine verilen imtihanını kabullenememesidir. Kabul edemediği ama yaşamaktan kaçamadığı yığıntıların arasında kaybolur. Zanneder ki hayatı o imtihandan ibaret. Karanlık çöker gözlerine ve yüreğine. İmtihanıyla yatar, imtihanıyla uyanır.

Kaldır başını ve gülümse. Uykuya dalmış umudunu da, gözyaşlarını da, şükür tebessümünü de al ve Rabbine git. Gördüklerinin çirkinliğine, gönlündeki kasvetin pis kokusuna aldırma. Yeryüzünde gelipte gitmeyen, başlayıpta bitmeyen yok. Geçmeyecekmiş gibi yaşadığın her anın, bir son kullanma tarihi var. Sıkıntını bitmeyecekmiş gibi gösteren nefsini cimcikle. Sislerin arasından, sana göz kırpan renklerin tadını çıkar. Mutlu anında, sıkıntılı anında, ferahladığında ve daraldığında Rabbine sığın.

Gönlünü sıkıştıran ne derdin varsa dön ve ona de ki;

İnna lillahi ve inna ileyhi râciûn.

Biz şüphesiz Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz.

Amenna ve saddakna!

***

Yeryüzünde yaşamak, inişli çıkışlı yollarda yürümeye benzer. Üzüntülerden ve endişelerden kurtulmak ya da daha mutlu olmak hayaliyle, dünyalıklara ve geçici sebeplere; kalp, akıl ve bedenle sıkıca sarılınca yokuşlar dikleşir. Zira dünyaya sevdalananın hali, yanlış kişiye aşık olanın haline benzer. En ufak ilgiye sevinirken, anlık istenmeyen tepkiler ya da bakışlar karşısında dünyası yıkılır. Hakiki mutluluğun burada bulunmadığı uyarılarını görmezden gelmeye devam ettikçe, hayatı böyle sürer gider.

Allah’a teslim olan ve İslam yolunda yürümeye çalışan her kul bilir ki; dünya imtihan yeridir. Dolayısı ile musibetler hayatın bir parçasıdır. Doğal afetler, ani kayıplar, çaresiz hastalıklar, kıtlık ve ölüm; musibetler arasında sayılır. Yani insanın hayatını sekteye uğratan ve onu maddi manevi anlamda değiştiren zorlu hallerdir. Bu zorlu dönemler, sadece dünya için yaşayanları ezip dağıtırken; Allah rızası için çabalayanları ise yerine ve kişisine göre zorlayıcı, yıpratıcı ve sarsıcı bir dönemden geçirir. 

Musibetle karşılaşan kişi, bir anda karanlıklar içinde kalan gibidir. Elleriyle odanın duvarlarında, orada olduğunu bildiği ama bir türlü bulamadığı elektrik düğmesini arar. Belki kaybettiğini hiç bulamama ihtimalinin verdiği endişeyle defalarca döner durur. Sonra bir gün, aniden bir düşünce ve beraberinde bir duygu hali gelir. Bu belki daha önceden bildiği ama manasındaki huzuru yeni keşfettiği ya da ilk defa karşılaştığı bir idrak halidir. O anda parmakları düğmeye kavuşur ve ışıklar açılır. 

Bu dönemin kısalması için farklı anahtarlara ihtiyaç vardır. Herkesi rahatlatan ve hakiki manada dünyanın geçiciliğini hatırlatan kalıpları illa ki bulunur. Bu anahtarların bulunması için kulun devamlı Allah’ı anması, Kur’an-ı Kerim’i okuması ve Rasulullah (sav)’in hayatını anlamaya çalışması ve İslam yolunda yürümüş büyüklerden ibret almak için çabalaması gerekir. Ancak o zaman Allah’ın yardımıyla doğru adımları atar: Allah’a sığınır, dua eder, bekler, yaşadıklarında yalnız olmadığını anlar, değiştiremeyeceği durumu kabullenir ve yapabileceklerine odaklanmaya çalışır, kalbini dünyadan çekiştirir ve Allah’ın izniyle hiçbir şeyin boşa gitmediği müjdesine sevinir. İşte o zaman gelen yardımların ve açılan rahmet kapılarının ferahlığı hissedilir.

Anahtarını bulmak isteyen her kulun öğrenmesi ve benimsemesi gereken düşünce kalıbı şudur: Şüphesiz ki; biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz. Zira, hakiki rahatlatıcıların hepsinin temelindeki kalıp budur. Allah’ın rahmeti ve izni ile bu kalıbı hakiki manada idrak edenlerden, tekrar ederek kalbine işleyenlerden, ihtiyaç hissettiği her an hatırlayanlardan, Allah’a teslimiyetle güvenenlerden ve iki cihan saadetine kavuşanlardan olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji