وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَح۪يضِۜ قُلْ هُوَ اَذًىۙ فَاعْتَزِلُوا النِّسَٓاءَ فِي الْمَح۪يضِۙ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتّٰى يَطْهُرْنَۚ فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَسْأَلُونَكَ | ve sana soruyorlar |
|
2 | عَنِ | -den |
|
3 | الْمَحِيضِ | adet görme- |
|
4 | قُلْ | de ki |
|
5 | هُوَ | o |
|
6 | أَذًى | eziyettir |
|
7 | فَاعْتَزِلُوا | çekilin |
|
8 | النِّسَاءَ | kadınlardan |
|
9 | فِي | süresince |
|
10 | الْمَحِيضِ | adet |
|
11 | وَلَا |
|
|
12 | تَقْرَبُوهُنَّ | onlara yaklaşmayın |
|
13 | حَتَّىٰ | kadar |
|
14 | يَطْهُرْنَ | temizleninceye |
|
15 | فَإِذَا | zaman |
|
16 | تَطَهَّرْنَ | temizlendikleri |
|
17 | فَأْتُوهُنَّ | onlara varın |
|
18 | مِنْ | -den |
|
19 | حَيْثُ | yer- |
|
20 | أَمَرَكُمُ | size emrettiği |
|
21 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
22 | إِنَّ | şüphesiz |
|
23 | اللَّهَ | Allah |
|
24 | يُحِبُّ | sever |
|
25 | التَّوَّابِينَ | tevbe edenleri |
|
26 | وَيُحِبُّ | ve sever |
|
27 | الْمُتَطَهِّرِينَ | temizlenenleri |
|
أذي Ezeye :
أذَى kelimesi canlı varlıklara dokunan zararı anlatır. Bu canlının nefsine, cismine ya da kazancına yönelik dünyevi veya uhrevi zarar olabilir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 24 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri ezâ ve eziyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَح۪يضِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. یَسۡـَٔلُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَنِ ٱلۡمَحِیضِ car mecruru یَسۡـَٔلُونَ fiiline müteallıktır.
قُلْ هُوَ اَذًىۙ فَاعْتَزِلُوا النِّسَٓاءَ فِي الْمَح۪يضِۙ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتّٰى يَطْهُرْنَۚ
قُلۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Mekulü’l kavl cümlesi هُوَ أَذࣰى ’dir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. أَذࣰى elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri إذا كان كذلك فاعتزلوا (Durum böyle olduğunda uzaklaşın) şeklindedir. ٱعۡتَزِلُوا۟ fiil ن ‘un hazfedilmesiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ٱلنِّسَاۤءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. فِی ٱلۡمَحِیضِ car mecruru ٱلنِّسَاۤءَ ‘nin mahzuf haline veya ٱعۡتَزِلُوا۟ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَقۡرَبُو fiili ن ‘un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. حَتَّىٰ gaye bildiren cer harfidir. تَطَهَّرۡنَ muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. تَطَهَّرۡنَ fiili, (نَ ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Nûnu’n-nisve, fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde تَقۡرَبُو fiiline müteallıktır.
فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّٰهُۜ
فَ istînâfiyyedir. إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. تَطَهَّرۡنَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَطَهَّرۡنَ fiili nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Nûnu’n-nisve fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. أۡتُو fiili ن ‘un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنۡ حَیۡثُ car mecruru أۡتُو fiiline müteallıktır. حَيْثُ mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı, yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur. أَمَرَ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. أَمَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir. يُحِبُّ fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. ٱلتَّوَّ ٰبِینَ mef’ûlun bihtir. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
وَ atıf harfidir. یُحِبُّ muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. ٱلۡمُتَطَهِّرِینَ mef’ûlun bihtir. Cemi müzekker salim olduğu için nasb alameti ي ’dir.
ٱلتَّوَّ ٰبِینَ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.
ٱلۡمُتَطَهِّرِینَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tefa’ûl babının ism-i failidir.وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَح۪يضِۜ قُلْ هُوَ اَذًىۙ
Ayet, 217. Ayette geçen وَیَسۡـَٔلُونَكَ عَنِ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. 215, 217, 219 ve bu ayet, benzer şekilde başlamıştır. Bu ayetler arasında tekrir, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قُلۡ هُوَ أَذࣰى cümlesi fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلۡ fiilinin mekulü’l-kavli mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قُلۡ هُوَ أَذࣰى cümlesinde teşbih-i belîğ vardır. Benzetme edatı ile benzetme yönü gizlenmiş, böylece belîğ olmuştur. Bunun aslı الحيض شيء مستقذر كالأذى (Hayız eza gibi pis-kirli bir şeydir) şeklinde olup mübalağa ifade etmek için hazf edilmiştir. Bu Arapların "Ali aslandır" şeklindeki teşbihleri kabilindendir. (Safvetü't Tefâsir)
أَذࣰى denizin üzerindeki kişiyi rahatsız eden dalgadır. O dönemdeki belirtiler mide bulantısı, karın ağrısı vs, dalgalı deniz üzerinde rahatsız olan kişinin çektiklerine benzer. O yüzden kadınlardan hayız esnasında uzaklaşın.
“Kadınların ay halini sorarlar.” Yani hayız durumunu sorarlar. Hayız mutat bir vakitte rahimden çıkan pis kandır. Buradaki soru mutlaktır. Sorudaki kapalılık cevapla açıklanmıştır. Onların sorusu hayızlı kadınlarla cinsel ilişkide bulunma konusundadır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Cenab-ı Hak, Bakara Suresinde altı soru zikretmiştir. Bunlardan ilk üçünü وَ olmadan, son üçünü de وَ ile başlatmıştır. Bunun sebebi şudur: Onların ilk üç hadise hakkındaki soruları ayrı ayrı durumlarda vaki olmuştur. Bu sebeple orada atıf harfi getirilmemiştir. Çünkü bu sorulardan her biri ayrı ayrı birer sorudurlar. Onlar son üç soruyu ise aynı anda yöneltmişlerdir. Dolayısıyla cem ifade eden atıf harfiyle getirilmiştir. Sanki şöyle denmek istenmiştir: “Soru soranlar, içki, kumar ve şunu şunu aynı anda sana soruyorlar...(Fahreddin er-Razi)
فَاعْتَزِلُوا النِّسَٓاءَ فِي الْمَح۪يضِۙ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتّٰى يَطْهُرْنَۚ
فَ mahzuf şartın cevabına gelen rabıtadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri; إذا كان كذلك فاعتزلوا (Böyle olduğu zaman, uzaklaşın) şeklindedir. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فِی ٱلۡمَحِیضِ ibaresindeki فِی harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi cerinde zarfiye manası vardır. مَحِیضِ , içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu şekilde kadınların durumunun zorluğu vurgulanmıştır.
لَا تَقۡرَبُوهُنَّ [Onlara yaklaşmayın.] Bu, cimadan kinaye olup "onlarla cima etmeyin" demektir. (Safvetü't Tefâsir)
Umumi bir ifade kullanılarak kadınlar söylenmiştir ama aslında herkes kendi karısından ayrılacaktır. Umum-husus alakası ile mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
Temasül nedeniyle makabline atfedilmiş olan ... وَلَا تَقۡرَبُوهُنَّ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Gaye bildiren cer ve masdar harfi حَتَّىٰ ‘yı takib eden یَطۡهُرۡنَۖ cümlesi masdar teviliyle لَا تَقۡرَبُوهُنَّ fiiline müteallıktır.
Birbirine atfedilmiş bu iki cümle ibhamdan sonra izah kabilinden ıtnâbtır.
ٱعۡتَزِلُوا۟ - لَا تَقۡرَبُوهُنَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ٱلۡمَحِیضِ kelimesi konudaki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ٱعۡتَزِلُوا۟ - تَقۡرَبُوهُنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Önceki ayette kendisinde şirk necaseti bulunan müşrik kadınla evlenmek yasaklanmakta, ikincisinde ise kendisinde hayız necaseti bulunan Müslüman kadınla cinsel birliktelik menedilmektedir. Bunlar müminlere değer katan emirlerdir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّٰهُۜ
فَ istînâfiye, إِذَا şart ifade eden zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzafun ileyh olan تَطَهَّرۡنَ şart fiili, ...فَأۡتُوهُنَّ مِنۡ cümlesi de فَ ‘nin delaletiyle إِذَا ’nın cevabıdır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda geldiği halde gerçek manada emir değildir. Vaz edildiği emir anlamından çıkarak ibaha ifade eden terkip, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
أَمَرَكُمُ ٱللَّهُۚ cümlesi cer mahallinde حَیۡثُ ’nun muzâfun ileyhidir. Bu cümlede lafza-i celalin müsnedün ileyh olması, emrin ne kadar önemli olduğunun işaretidir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu ayette bütün kemâl sıfatlara şamil Allah isminin zikrinde teberrük, telezzüz duyguları uyandırma gayesinin yanında, tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın emrinden maksat, kadınlardan faydalanmanın mübahlığıdır. Bu da ancak nikâh akdiyle sağlanır. Buradaki مِن harfi ta’lil ve sebebiyet içindir. حَيْثُ kelimesi mecazen mekân manasında müsteardır. Nehiyden önceki mübahlık halini ifade eder. Sanki faydalanılmaları caiz değildi veya yasaktı da sonra mübah kılınmıştır. Onların durumu, bir yere hapsedilip sonra salıverilen ve dilediği yere giden birinin durumuna benzetilmiştir. (Âşûr)
Nehiyden sonra geldiği için فَأۡتُوهُنَّ [onlara gidin] ifadesi emir değildir, mübahlık ifade eder. Yaklaşabilirsiniz anlamındadır. مِنۡ حَیۡثُ ; zaman ve mekân zarfıdır. ‘’İstediğiniz zaman’’ manasını taşır.
Yahudiler adetli kadını hayattan tamamen dışlıyorlardı. Hristiyanlar ise bu dönemi hiç dikkate almıyorlar ve o dönemde ilişki kurabiliyorlardı. Yani, ifrat-tefrit yapıyorlardı.
İslamda ise hayızlı kadın namaz kılamaz, oruç tutamaz, hac yapamaz, mescide giremez. Bu yasaklar kadın necis olduğu için değildir. Hayız hali ibadet için gerekli manevi taharete mani olduğu içindir.
Vücutta statik elektrik yükü vardır. Bu yük öfkelenince dört katına, cünüp olunca 12 katına çıkar. Gusül ile bu yük atılır. Bunun için öfkelenince de abdest almak tavsiye edilir.
حَتَّىٰ یَطۡهُرۡنَۖ [Temizlenmelerine dek], تَطَهَّرۡنَ [temizlenirler] şeklinde aynı fiil ile gelmiştir. Birincisi adetin bitmesini, ikincisi yıkanıp temizlenmeyi, gusül abdestini ifade eder.
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ
إِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır.
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlama kolaylaşır.
إِنَّ ’nin haberine matuf olan یُحِبُّ ٱلۡمُتَطَهِّرِینَ cümlesi de atfedildiği cümle gibi faide-i haber talebî kelamdır.
یُحِبُّ fiilinin tekrarı tekid ifade eden ıtnâbtır. Ayrıca bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
تَطَهَّرۡنَ - ٱلۡمُتَطَهِّرِینَ - یَطۡهُرۡنَۖ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ebü’l-Kāsım el-Hakîm şöyle demiştir: ‘’Allah günahlardan tevbe edenleri, ayıplardan/kusurlardan temizlenenleri sever.’’ Günahlar hırsızlık, zina, içki içme gibi açık olan fiiler; ayıplar/kusurlar ise kin, kötülük, ahlâksızlık ve haset gibi gizli olan fiillerdir. Cenab-ı Hak tövbe edenleri, temizlenenlerden önce zikretmiştir. Böylece isyan edenleri teskin etmek ve ümitsizliğe düşmemelerini sağlamak istemiştir. Bu konudaki başka bir yorum şöyledir: Çünkü tövbe edenler hiçbir günahla kirlenmeyen ve hep temiz kalanlardan daha fazladır. Bu sebeple ayetlerin çoğu şöyle başlar: فَمِنكُمۡ كَافِرࣱ وَمِنكُم مُّؤۡمِنࣱۚ [Sizden inkâr eden ve inanlar vardır.] (Tegābun 64/2), فَمِنۡهُمۡ ظَالِمࣱ لِّنَفۡسِهِ [Onlardan bir kısmı nefsine zulmeder.] (Fâtır 35/32) (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)