بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْيَتَامٰىۜ قُلْ اِصْلَاحٌ لَهُمْ خَيْرٌۜ وَاِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَاِخْوَانُكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَعْنَتَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فِي | (hakkında) |
|
2 | الدُّنْيَا | dünya |
|
3 | وَالْاخِرَةِ | ve ahiret |
|
4 | وَيَسْأَلُونَكَ | ve sana soruyarlar |
|
5 | عَنِ | -den |
|
6 | الْيَتَامَىٰ | öksüzler- |
|
7 | قُلْ | de ki |
|
8 | إِصْلَاحٌ | ıslah etmek |
|
9 | لَهُمْ | onları(n durumlarını) |
|
10 | خَيْرٌ | hayırlıdır |
|
11 | وَإِنْ | ve eğer |
|
12 | تُخَالِطُوهُمْ | onlara karışırsanız |
|
13 | فَإِخْوَانُكُمْ | sizin kardeşlerinizdir |
|
14 | وَاللَّهُ | Allah |
|
15 | يَعْلَمُ | bilir |
|
16 | الْمُفْسِدَ | bozanı |
|
17 | مِنَ | -den |
|
18 | الْمُصْلِحِ | ıslah eden- |
|
19 | وَلَوْ | ve eğer |
|
20 | شَاءَ | dileseydi |
|
21 | اللَّهُ | Allah |
|
22 | لَأَعْنَتَكُمْ | sizi zora sokardı |
|
23 | إِنَّ | şüphesiz |
|
24 | اللَّهَ | Allah |
|
25 | عَزِيزٌ | daima üstündür |
|
26 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْيَتَامٰىۜ قُلْ اِصْلَاحٌ لَهُمْ خَيْرٌۜ
فِی ٱلدُّنۡیَا وَٱلۡـَٔاخِرَةِ car mecruru önceki ayette geçen یُبَیِّنُ veya تَتَفَكَّرُونَ fiillerine müteallıktır. یَسۡـَٔلُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَنِ ٱلۡیَتَـٰمَىٰ car mecruru یَسۡـَٔلُونَ fiiline müteallıktır. قُلۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Mekulü’l-kavl cümlesi إِصۡلَاحࣱ لَّهُمۡ خَیۡرࣱ ’dur. قُلۡ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. إِصۡلَاحࣱ mübteda olup lafzen merfûdur. لَّهُمۡ car mecruru إِصۡلَاحࣱ kelimesinin mahzuf sıfatına veya إِصۡلَاحࣱ müteallıktır. خَیۡرࣱ haber olup lafzen merfûdur.
وَاِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَاِخْوَانُكُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. إِن şart ismi iki fiili cezmeder. تُخَالِطُو şart fiili, نَ ‘un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef‘ûl olarak mahallen mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. إِخۡوَ ٰنُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri; فهم إخوانكم (Onlar kardeşlerinizdir.) şeklindedir. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِۜ
وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ mübteda olup lafzen merfûdur. یَعۡلَمُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. ٱلۡمُفۡسِدَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنَ ٱلۡمُصۡلِحِ car mecruru یَعۡلَمُ fiiline müteallıktır.
ٱلۡمُفۡسِدَ - ٱلۡمُصۡلِحِ kelimeleri sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَعْنَتَكُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. لَوۡ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. شَاۤءَ şart fiilidir.
ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. Fiilin mef’ûlu mahzuftur. Takdiri; إعناتكم (sıkıntılarınız) şeklindedir. لَ şartın cevabının başına gelen vakıadır. أعنت fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمۡ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ
ٱلدُّنۡیَا وَٱلۡـَٔاخِرَةِۗ kelimeleri arasında tıbak-ı îcâb sanatı vardır.
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْيَتَامٰىۜ قُلْ اِصْلَاحٌ لَهُمْ خَيْرٌۜ
Ayetin bu cümlesi 219. ayetteki ...یَسۡـَٔلُونَكَ عَنِ ٱلۡخَمۡرِ cümlesine matuftur. Atıf sebebi temasüldür. Müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
یَسۡـَٔلُونَكَ , عَنِ ٱلۡیَتَـٰمَىٰۖ ’ye müteallıktır.
… قُلۡ إِصۡلَاحࣱ cümlesi beyanî istînaftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. إِصۡلَاحࣱ لَّهُمۡ خَیۡرࣱۖ cümlesi قُلۡ fiilinin mekulü’l-kavlidir.
Mekulü’l-kavl cümlesi isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَّهُمۡ car mecruru إِصۡلَاحࣱ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır. إِصۡلَاحࣱ ’daki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.
Bu cümle gibi یَسۡـَٔلُونَكَ عَنِ kalıbıyla başlayan 217 ve 219. ayetlerle bu ayet arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Onlara mallarından infak etmeleri emredildiği zaman, bu durum nefislerine çok ağır geldi ve kendilerini sıkıntıya sokacak şekilde infak edeceklerini sandılar. Nasıl infak edeceklerini sordular ve kendilerine ahiretlerinde fayda sağlayacak, dünyalarında şefkatle yaklaşacak bir karşılık buldular. Kendilerine ağır gelmeyecek bir infakla sorumlu tutuldular. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
إِصۡلَاحࣱ - خَیۡرࣱ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Konu yetimlere geçmiş olmakla beraber birbiri ile alakalıdır. Daha önce savaştan bahsedilmişti. Savaşta da insanlar ölüyor ve yetimler kalıyordu. Burada da onların islahı için çalışmak emredilmiştir.
Ayetteki "hayır" tabirinin manası, yetimin bakımını üzerine alan kimsenin hali ile ilgilidir. Yani "Bu iş, onun bakımını üzerine alan kimse için, yetimin hakkı hususunda kusurlu davranmasından daha hayırlıdır." Bu ifade yine yetimin hali ile de ilgilidir. Yani, "Bu iş onun kendi halinin ve malının ıslahını temin edeceği için yetim hakkında da hayırlıdır." Buna göre, خَیۡرࣱۖ kelimesi, yetimin ve velisinin bütün işleriyle alakalı bir tabirdir. (Fahreddin er-Razi)
Ayet içki ve kumardan sonra gelmiş. İçki ve kumarın da çocukların yetim kalmasına sebep olduğu düşünülebilir. Ayrıca içki ve kumar tehlikesine en çok onlar düşebilir de diyebiliriz, çünkü aile koruması yoktur.
وَاِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَاِخْوَانُكُمْۜ
Cümle وَ ’la mekulü’l-kavl olan ...إِصۡلَاحࣱ cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart cümlesi تُخَالِطُوهُمۡ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. إِخۡوَ ٰنُكُمۡۚ mahzuf mübtedanın haberidir. Yani; فهم إخوانكم [Onlar kardeşlerinizdir.] demektir.
Bu cümle yetimlerle haşır neşir olmaya teşvik etmektedir. Yani onlar sizin din kardeşlerinizdir. Kardeşin hakkı da onunla karışmaktır. Karışmaktan maksat hısımlıktır da denilmiştir. (Beyzâvî)
Kelbî şöyle demiştir: [Yetimler hakkında soruyorlar] demek; “Yetimlerle birlikte yaşamak hakkında soruyorlar.” demektir. [Onları iyi yetiştirmek daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir.] şeklindeki cevap da bunu göstermektedir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Kâdi şöyle demiştir: "Bu ifade, bilgi, terbiye ve fazilet üzere yetişmesi için, yetimin işlerini yoluna koymak, onu terbiye etmek ve benzeri diğer şeyleri yerine getirmeyi içine alır. Çünkü bu iş, yetim için, onun durumunu ticaret yoluyla düzeltmekten daha tesirlidir. Buna yine; harcamaları malını tüketmesin diye onun ticaret yoluyla ıslah edilmesi ve Cenab-ı Hakk'ın وَاٰتُوا الْيَتَامٰٓى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَب۪يثَ بِالطَّيِّبِۖ [yetimlere mallarını verin, temizi murdar olan ile değişmeyin] (Nisa, 2) ayetinin ifade ettiği şey de dahildir. (Fahreddin er-Razi)
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla, sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
وَٱللَّهُ یَعۡلَمُ ٱلۡمُفۡسِدَ مِنَ ٱلۡمُصۡلِحِۚ [Allah, bozguncuyu yapıcı olandan ayırır.] cümlesinde یَعۡلَمُ fiiline atıf için وَ yerine مِنَ kullanılarak ميز (ayırmak) fiilinin anlamı kazandırılmıştır. Zemahşerî “tazmin”nin gayesinin iki anlamı birlikte vermek olduğunu belirtmiştir. Tazmin, iki anlamı en kısa uslupla bir araya getirme yoludur. Bir fiil ve başka bir fiille kullanılan bir cer harfi, birlikte kullanılarak aynı anda iki fiilin anlamı elde edilmektedir. Tazmin, bir fiilin belâgat gayesiyle başka bir fiilin anlamına delalet ettiğinin kabul edilmesidir. Böylelikle birinci fiil ikinci fiilin geçişlilik, geçişsizlik ve cümlede kulllanım özelliklerini alır. (Arapçada Cer Harflerinin (Edatların) Birbirinin Yerine Kullanımı Olgusu Yusuf Karataş Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili Ve Belagatı Anabilim Dalı, Nüsha, Yıl: 13, Sayı: 36, 2013/I)
Burada yetimlerle bir arada kalan kişinin kastının Allah Teâlâ tarafından bilindiği ve kendisine niyetine göre karşılık verileceği ifade edilmiştir. Bu ifade en etkili söz ve tehditlerden biridir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Burada hem vaad hem de vaîd (tehdit) vardır. Çünkü Allah'ın ilmini haber vermekten maksat, bu ilmin sonucunu haber vermektir. (Aşûr) Yani bu cümlede idmâc vardır.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَعْنَتَكُمْۜ
وَ istînâfiyye, لَوۡ şartiyyedir. لَوۡ gayrı cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildiren bir edattır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart fiili شَاۤءَ ’nin takdiri إعناتكم (sıkıntılarınız) olan mef’ûlü mahzuftur. Bu hazif muhatabın muhayyilesini sınarlamadan düşünmesini sağlamak için yapılan îcaz sanatıdır.
أَعۡنَتَكُمۡۚ kelimesi kişiyi güç yetirilemiyecek bir meşakkate zorlamaktır. (Ebüssûud)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.
Mazi fiil sıygasıyla gelen cevap cümlesine dahil olan لَ , vakıadır. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
[Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı.] Yani size baktığınız yetimlerle birlikte durmayı yasaklardı ve bu size çok zor gelirdi. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: ‘’Size darlık verirdi.’’ Mukātil şöyle demiştir: ‘’Bunu haram kılarak günaha girmenize neden olurdu.’’ Bir görüşe göre ‘’sizi helâk ederdi.’’ demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
فَإِخۡوَ ٰنُكُمۡۚ sözünde teşbihi beliğ vardır.
Bu ayette ٱلۡمُصۡلِحِۚ ve ٱلۡمُفۡسِدَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Bu da edebî güzelliklerdendir. (Safvetü't Tefâsir)
اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Cümle ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın عَزِیزٌ حَكِیمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
[Allah, gerçekten] kullarını meşakkate ve zora sokmaya gücü yetecek derecede bir galibiyeti haiz olup [mutlak izzet sahibidir ve] fakat O, kullarının takat kapsamı dışında kalan şeyle sorumlu tutmayacak derecede de [hikmet sahibidir.] (Keşşâf)
وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّۜ وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْۚ وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَتّٰى يُؤْمِنُواۜ وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ اَعْجَبَكُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه۪ۚ وَيُبَيِّنُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَنْكِحُوا | evlenmeyin |
|
3 | الْمُشْرِكَاتِ | müşrik (Allah’a ortak koşan) kadınlarla |
|
4 | حَتَّىٰ | kadar |
|
5 | يُؤْمِنَّ | inanıncaya |
|
6 | وَلَأَمَةٌ | bir cariye |
|
7 | مُؤْمِنَةٌ | inanan |
|
8 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
9 | مِنْ | -dan |
|
10 | مُشْرِكَةٍ | ortak koşan (hür) kadın- |
|
11 | وَلَوْ | ve eğer |
|
12 | أَعْجَبَتْكُمْ | hoşunuza gitse bile |
|
13 | وَلَا |
|
|
14 | تُنْكِحُوا | evlendirmeyin |
|
15 | الْمُشْرِكِينَ | ortak koşan erkeklerle |
|
16 | حَتَّىٰ | kadar |
|
17 | يُؤْمِنُوا | iman edinceye |
|
18 | وَلَعَبْدٌ | ve bir köle |
|
19 | مُؤْمِنٌ | inanan |
|
20 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
21 | مِنْ | -ten |
|
22 | مُشْرِكٍ | müşrik erkek- |
|
23 | وَلَوْ | eğer |
|
24 | أَعْجَبَكُمْ | hoşunuza gitse bile |
|
25 | أُولَٰئِكَ | (Zira) onlar |
|
26 | يَدْعُونَ | çağırıyorlar |
|
27 | إِلَى |
|
|
28 | النَّارِ | ateşe |
|
29 | وَاللَّهُ | Allah ise |
|
30 | يَدْعُو | çağırıyor |
|
31 | إِلَى |
|
|
32 | الْجَنَّةِ | cennete |
|
33 | وَالْمَغْفِرَةِ | ve mağfirete |
|
34 | بِإِذْنِهِ | izniyle |
|
35 | وَيُبَيِّنُ | ve açıklar |
|
36 | ايَاتِهِ | ayetlerini |
|
37 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
38 | لَعَلَّهُمْ | umulur ki |
|
39 | يَتَذَكَّرُونَ | düşünürler |
|
A’cebe, Arapçada olumlu bir mana taşır. Hayrete düşürecek kadar güzel demektir.
Bu ayette de mukabeleler var. Mananın tam olarak yerleşmesi istenmiş.
Peygamber Efendimiz s.a.v.’in hadisi: Evlenirken üç şeye bakın: soy, güzellik ve din. Siz dindar olanı seçin. İnsan sevdiği kişiden etkilenir. Bunun için müşrikle evlenmek küfre yol açabilir.
Kur’ân sadece ne yiyip ne içeceğinizi, nasıl giyinip nasıl infak edeceğinizi söyleyen bir din değildir. Bilakis hayatın her alanına dokunur. Önceki ayetlerde Allah yolunda hicretten bahsedilmişti. Hicretten sonra ortaya çıkabilecek olası evlilik durumlarını düzenliyor bu ayet. İyi bir evlilik iyi çocukları iyi çocuklar da sağlıklı bir toplumu oluşturur. İyi bir evliliğin temelleri için ana kural veriliyor.” Müşrik kadınlarla evlenmeyin.” Kur’ân kitap ehli olanlarla müşrikleri ayrı tutar.
Önce erkeklere “La tenkihu” yani evlenmeyin, sonra bekar kadınlara ”müşrik erkeklerle evlenmeyin” hitabıdır. Ama sorumluluk, kadının velisi olan erkekte olduğu için hitap yine erkeklere” müşrik erkeklerle (mümin kadınları) evlendirmeyin” şeklindedir.
Şerake شرك :
شِرْكٌ ister maddi ister manevi olsun, bir şeyin iki ve daha fazla kişiye ait olmasıdır. İnsan ve atın canlılıkta, iki atın koyu kestane ve siyah renkte ortak olmaları gibi.. Yine örneğin tuzak hakkında الشَرَك kelimesinin kullanılması, onun avlanma işleminde avcıyla münasebeti sebebiyledir.
İnsanın dinde şirk koşması iki çeşittir; 1- Büyük şirk Allah`ın ortağı olduğunu iddia etmektir. Bu küfrün en büyüğüdür. 2- Küçük şirk Bazı işlerde Allah'ın yanı sıra başkasının da hoşnutluğunu gözetmektir. Buda ayetlerde işaret edilen riya ve nifaktır. Şu ayet her iki şirk çeşidini de içermektedir, 18/110 قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَداً Kimisi ayette geçen müşriklerden kastedilenin Ehli Kitabın dışındakiler olduğunu söyler.
كفر- شرك farkına gekince; küfrün birçok özelliği vardır. Küfrün her bir hasleti imandan bir haslete zıddır. Çünkü kul küfürden bir haslet işlediği zaman imandan bir haslet yitirmiş olur. Şirk ise tek bir haslettir. Şirk Allah ile birlikte yada Allah dışında ilah icad etmektir. Şirk kelimesinin türeyişi bu anlamdan kaynaklanmaktadır. Küfrün asıl anlamı nankörlük etmek, zıddı ise şükürdür. Allah'a küfrün zıddı imandır. Ancak imanını yitirene Allah'ın haklarını ve verdiği nimetlere karşılık şükretme yükümlülüğünü zayi ettiği için kafir denilmiştir. Dolayısıyla o nimetleri kafir(örten) gibi olmuştur. Gerçek anlamda şirkin zıddı ihlastır. Daha sonra her tür küfür hakkında kullanıldığı için şirkin zıddı da iman olmuştur. Allah'ın nimetlerini inkar konumunda olmayan birinin kafir diye isimlendirilmesi caiz değildir. Çünkü küfür kelimesinin taşıdığı masiyet çok büyüktür. Küfür de iman gibi şeri bir isimdir.
İnsan her halukarda ya muvahhid yada müşrik olmaktan soyutlanamaz. (Müfredat-Tahqiq-Furuq)
Kuran’ı Kerim’de pekçok türevleriyle 168 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri iştirak, müşterek, şirk, müşrik, şerik ve şirkettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّۜ
وَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَنكِحُوا۟ fiili نَ ‘un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ٱلۡمُشۡرِكَـٰتِ mef’ulun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. حَتَّىٰ gaye bildiren cer harfidir. یُؤۡمِنَّۚ muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde تَنكِحُوا۟ fiiline müteallıktır. یُؤۡمِنَّ fiiline, نَ ’un nisvenin bitişmesiyle mebni muzari fiildir. نَ ’un nisve fail olarak mahallen merfûdur.
وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْۚ وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَتّٰى يُؤْمِنُواۜ
وَ istînâfiyye, لَ ibtidaiyyedir. Ebu Müslim, لَأَمَةࣱ sözündeki lam harfinin, tekid ifade etmesi bakımından, kasem lamına benzediğini söylemiştir. (Fahreddin er-Razi)
أَمَةࣱ mübtedadır. مُّؤۡمِنَةٌ kelimesi أَمَةࣱ ’un sıfatıdır. خَیۡرࣱ haberdir. خَیۡرࣱ ism-i tafdil kalıbındandır. مِّن مُّشۡرِكَةࣲ car mecruru خَیۡرࣱ ’e müteallıktır. وَ haliyyedir. لَوۡ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. أَعۡجَبَتۡ şart fiilidir. أَعۡجَبَتۡ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir. Muttasıl zamir كُمۡ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; لو أعجبتكم المشركة فالمؤمنة خير (şayet müşrik kadın hoşunuza gitse de mümin kadın daha hayırlıdır.) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَنكِحُوا۟ fiili نَ ‘un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ٱلۡمُشۡرِكِینَ mef’ûlun bihtir. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar. حَتَّىٰ gaye bildiren cer harfidir. یُؤۡمِنُوا۟ muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde تُنكِحُوا۟ fiiline müteallıktır. یُؤۡمِنُوا۟ fiili نَ ‘un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تُنكِحُوا۟ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi نكح ’dır. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَأَمَةࣱ kelimesinin başındaki لَ harfi vurgulama anlamı katmak için gelmiştir. أَمَةࣱ cariye anlamına gelir. Çoğulu إمَاءُ ’dır. Masdarı اَلْإِمْوَةُ ’dür.
تَأَمَّيْتُهَا ٬ اَمَيْتُهَا ; bir kadını cariye edinmek anlamına gelir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ اَعْجَبَكُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ ibtidaiyyedir. عَبۡدࣱ mübtedadır. مُّؤۡمِنٌ kelimesi عَبۡدࣱ ’un sıfatıdır. خَیۡرࣱ haberdir. خَیۡرࣱ ism-i tafdil kalıbındandır. مِّن مُّشۡرِكࣲ car mecruru خَیۡرࣱ ’e müteallıktır.
وَ haliyyedir. لَوۡ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. أَعۡجَبَ şart fiilidir. أَعۡجَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمۡ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; لو أعجبكم المشرك فالمؤمن خير (şayet müşrik erkek hoşunuza gitse de mümin erkek daha hayırlıdır) şeklindedir.
İşaret ism-i أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. یَدۡعُونَ fiili muzari olup haber olarak mahallen merfûdur. إِلَى ٱلنَّارِ car mecruru یَدۡعُونَ fiiline müteallıktır.
وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه۪ۚ وَيُبَيِّنُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ۟
وَ atıf harfidir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübtedadır. یَدۡعُوۤا۟ muzari fiili haber olarak mahallen merfûdur. إِلَى ٱلۡجَنَّةِ car mecruru یَدۡعُوۤا۟ fiiline müteallıktır. ٱلۡمَغۡفِرَةِ kelimesi ٱلۡجَنَّةِ ’e matuftur. بِإِذۡنِ car mecruru یَدۡعُوۤا۟ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. یُبَیِّنُ muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. ءَایَـٰتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِلنَّاسِ car mecruru یُبَیِّنُ fiiline müteallıktır.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir, إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. یَتَذَكَّرُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
یَتَذَكَّرُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tefa’ûl babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّۜ وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْۚ
وَ istînâfiyye, لَا nahiyedir. Nehiy üslubundaki cümle talebî inşâî isnaddır. Gaye bildiren cer ve masdar harfi حَتّٰى ’yı takip eden masdar tevilindeki cümle, müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstînâf وَ ’ıyla gelen cümledeki لَ tekid ifade eden ibtida harfidir. Mübteda ve haberden müteşekkil bu isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.
أَمَةࣱ , مُّؤۡمِنَةٌ ’un sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
لَوۡ أَعۡجَبَتۡكُمۡ cümlesi şart üslubunda talebi inşâi isnaddır. أَعۡجَبَتۡكُمۡ şart cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidâi kelamdır.
مُّؤۡمِنَةٌ - مُّشۡرِكَةࣲ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
یُؤۡمِنَّۚوَ- مُّؤۡمِنَةٌ ve ٱلۡمُشۡرِكَـٰتِ - مُّشۡرِكَةࣲ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bir rivayete göre Müslümanların müşrik akrabalarının yetimleri kalıyor, onlar da bu yetimlerle bir arada bulunabilme ruhsatını elde etmek için onları nikâhlarına almayı istiyorlardı. Burada harp halinde olan müşrik kadınla evlenmenin böyle olmadığı beyan edilmiştir. ‘’Kâfir kadınlarla evlenmeyin’’ manasına gelmektedir. حَتَّىٰ یُؤۡمِنَّۚ [İman etmedikçe] ifadesi ‘’İslam’a girmedikçe’’ anlamındadır. Yasaklamanın süresi bir şarta bağlanmıştır.
لَأَمَةࣱ kelimesinin başındaki لَ harfi vurgulama anlamı katmak için gelmiştir.
خَیۡرࣱ مِّن مُّشۡرِكَةࣲ [Müşrik bir hür kadından daha iyidir.] Yani müşrik bir hür kadından evlenilmeye daha layıktır. لَوۡ أَعۡجَبَتۡكُمۡۗ [Hoşunuza gitse bile] ifadesi isteseniz ve çok hoşlansanız bile demektir. Allah Teâlâ imkânları genişletmiştir, artık müşrik kadınlarla evlenmeye gerek kalmamıştır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَتّٰى يُؤْمِنُواۜ وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ اَعْجَبَكُمْۜ
وَ istînâfiyye, لَا nahiyedir. Nehiy üslubundaki cümle talebi inşâî isnaddır. Gaye bildiren cer ve masdar harfi حَتّٰى ’yı takip eden masdar tevilindeki cümle, müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstînâf وَ ’ıyla gelen cümledeki لَ tekid ifade eden ibtida harfidir. Mübteda ve haberden müteşekkil bu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
عَبۡدࣱ ,مُّؤۡمِنٌ ’un sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
لَوۡ أَعۡجَبَتۡكُمۡ cümlesi şart üslubunda talebi inşâi isnaddır. أَعۡجَبَتۡكُمۡ şart cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidâi kelamdır.
مُّؤۡمِنٌ - مُّشۡرِكࣲ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
یُؤۡمِنُوا۟ۚ - یُؤۡمِنَّۚ - مُّؤۡمِنٌ ; ٱلۡمُشۡرِكِینَ - مُّشۡرِكࣲ ve تَنكِحُو- تُنكِحُوا۟ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلَا تَنكِحُوا۟ ٱلۡمُشۡرِكَـٰتِ حَتَّىٰ یُؤۡمِنَّۚ وَلَأَمَةࣱ مُّؤۡمِنَةٌ خَیۡرࣱ مِّن مُّشۡرِكَةࣲ وَلَوۡ أَعۡجَبَتۡكُمۡۗ cümlesiyle, وَلَا تُنكِحُوا۟ ٱلۡمُشۡرِكِینَ حَتَّىٰ یُؤۡمِنُوا۟ۚ وَلَعَبۡدࣱ مُّؤۡمِنٌ خَیۡرࣱ مِّن مُّشۡرِكࣲ وَلَوۡ أَعۡجَبَكُمۡۗ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
ٱلۡمُشۡرِكَـٰتِ - ٱلۡمُشۡرِكِینَ ve أَمَةࣱ - عَبۡدࣱ kelime grupları arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
[İman etmedikçe müşrik erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin.] Yani kızlarınızı onlarla nikâhlamayın. Bu hüküm küçük yaştaki kızlarla ilgilidir. Büyüklerin kendi başlarına evlenme hakları vardır. Büyük yaştaki kızları ancak rızaları olması halinde babaları evlendirebilir. Kızlara [evlenmek isteyip istemedikleri sorulduğunda] susmaları razı geldikleri anlamı taşır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
اُو۬لٰٓئِكَ يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه۪ۚ وَيُبَيِّنُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ
Müstenefe olarak fasılla gelen cümle isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilene tahkir ifade eder. İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.
Cümlenin müsnedi یَدۡعُونَ , muzari sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
Akabindeki وَ ’la öncesine atfedilen cümle de isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir.
أُو۟لَـٰۤىِٕكَ یَدۡعُونَ إِلَى ٱلنَّارِۖ cümlesi ile وَٱللَّهُ یَدۡعُوۤا۟ إِلَى ٱلۡجَنَّةِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
ٱلۡجَنَّةِ , ٱلۡمَغۡفِرَةِ ‘ye matuftur.
Allah’ın davet ettiklerinin cennet ve mağfiret olarak açıklanması taksim sanatıdır.
یَدۡعُونَ - یَدۡعُوۤا۟ ve أَعۡجَبَكُمۡۗ - أَعۡجَبَتۡكُمۡۗ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
...یُبَیِّنُ ءَایَـٰتِهِۦ cümlesi ...یَدۡعُوۤا۟ cümlesine matuftur. Muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ءَایَـٰتِهِ ve بِإِذۡنِهِ izafetleri, Allah Teâlâ’ya aid zamire muzâf olmaları nedeniyle ءَایَـٰتِ ve إِذۡنِ için tazim ve teşrif ifade eder.
ٱلۡجَنَّةِ ve ٱلنَّارِۖ kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.
Bu ayette altılı mukabeleden başka ayrıca tıbâk, cinas, müşâkele, tefrîk sanatları da vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, S. 38)
أَمَةࣱ مُّؤۡمِنَةٌ [İmanlı bir cariye] ister hür ister köle olsun; imanlı bir kadın, keza imanlı bir köle; bütün insanların erkekli, kadınlı Allah’ın kulları olması sebebiyle مِّن مُّشۡرِكَةࣲ وَلَوۡ أَعۡجَبَتۡكُمۡۗ [müşrik bir kadından, o hoşunuza gitse de] müşrik bir kadının hoşunuza gitmesi ve sizin onu sevmeniz durumunda dahi خَیۡرࣱ [daha iyidir.] İmanlı bir cariye buna rağmen o müşrik kadından daha hayırlıdır. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ [Çünkü bunlar] yani müşrik kadın ve erkekler ٱلنَّارِۖ [küfre] Allah’ı inkâra çağırırlar. Dolayısıyla, onlara yaraşan kendileriyle dostluk ve hısımlık bağı kurulmaması ve onlarla müminler arasında vuruşma ve savaştan başka bir şey olmamasıdır. [Oysa Allah] yani Allah’ın velî kulları olan müminler ٱلۡجَنَّةِ وَٱلۡمَغۡفِرَةِ [cennete ve bağışlanmaya] yani bu ikisine ulaştıracak olana یَدۡعُوۤا۟ [çağırır.] Dolayısıyla, kendileriyle dostluk ve hısımlık bağı kurulması ve başkalarına tercih edilmemesi gerekenler onlardır. بِإِذۡنِهِ [Kendi izniyle] yani cennet ve mağfiretin, sayesinde hak edileceği ameli Allah’ın müyesser ve muvaffak kılmasıyla. (Keşşâf)
لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ۟
Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir.
لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Umulur ki anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Kutrub (v. 106/724) ise: لَعَلَّ kelimesinin “için” manasında olduğunu söylemiştir.
[Allah, ayetlerini insanlara açıklar.] Yani emir ve yasakları, vaad ve tehditlerini beyan eder. [Düşünüp ders alsınlar diye.] Yani öğüt alsınlar diye. ذكرته فتذكر “Ona hatırlattım, o da hatırladı yani öğüt aldı.” demektir. Zikir, öğüt vermek anlamına gelir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
حَتَّىٰ - خَیۡرࣱ - ٱللَّهُ Kelimelerinin ayette tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَح۪يضِۜ قُلْ هُوَ اَذًىۙ فَاعْتَزِلُوا النِّسَٓاءَ فِي الْمَح۪يضِۙ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتّٰى يَطْهُرْنَۚ فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَسْأَلُونَكَ | ve sana soruyorlar |
|
2 | عَنِ | -den |
|
3 | الْمَحِيضِ | adet görme- |
|
4 | قُلْ | de ki |
|
5 | هُوَ | o |
|
6 | أَذًى | eziyettir |
|
7 | فَاعْتَزِلُوا | çekilin |
|
8 | النِّسَاءَ | kadınlardan |
|
9 | فِي | süresince |
|
10 | الْمَحِيضِ | adet |
|
11 | وَلَا |
|
|
12 | تَقْرَبُوهُنَّ | onlara yaklaşmayın |
|
13 | حَتَّىٰ | kadar |
|
14 | يَطْهُرْنَ | temizleninceye |
|
15 | فَإِذَا | zaman |
|
16 | تَطَهَّرْنَ | temizlendikleri |
|
17 | فَأْتُوهُنَّ | onlara varın |
|
18 | مِنْ | -den |
|
19 | حَيْثُ | yer- |
|
20 | أَمَرَكُمُ | size emrettiği |
|
21 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
22 | إِنَّ | şüphesiz |
|
23 | اللَّهَ | Allah |
|
24 | يُحِبُّ | sever |
|
25 | التَّوَّابِينَ | tevbe edenleri |
|
26 | وَيُحِبُّ | ve sever |
|
27 | الْمُتَطَهِّرِينَ | temizlenenleri |
|
أذي Ezeye :
أذَى kelimesi canlı varlıklara dokunan zararı anlatır. Bu canlının nefsine, cismine ya da kazancına yönelik dünyevi veya uhrevi zarar olabilir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 24 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri ezâ ve eziyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَح۪يضِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. یَسۡـَٔلُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَنِ ٱلۡمَحِیضِ car mecruru یَسۡـَٔلُونَ fiiline müteallıktır.
قُلْ هُوَ اَذًىۙ فَاعْتَزِلُوا النِّسَٓاءَ فِي الْمَح۪يضِۙ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتّٰى يَطْهُرْنَۚ
قُلۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Mekulü’l kavl cümlesi هُوَ أَذࣰى ’dir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. أَذࣰى elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri إذا كان كذلك فاعتزلوا (Durum böyle olduğunda uzaklaşın) şeklindedir. ٱعۡتَزِلُوا۟ fiil ن ‘un hazfedilmesiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ٱلنِّسَاۤءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. فِی ٱلۡمَحِیضِ car mecruru ٱلنِّسَاۤءَ ‘nin mahzuf haline veya ٱعۡتَزِلُوا۟ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَقۡرَبُو fiili ن ‘un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. حَتَّىٰ gaye bildiren cer harfidir. تَطَهَّرۡنَ muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. تَطَهَّرۡنَ fiili, (نَ ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Nûnu’n-nisve, fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde تَقۡرَبُو fiiline müteallıktır.
فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّٰهُۜ
فَ istînâfiyyedir. إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. تَطَهَّرۡنَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَطَهَّرۡنَ fiili nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Nûnu’n-nisve fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. أۡتُو fiili ن ‘un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنۡ حَیۡثُ car mecruru أۡتُو fiiline müteallıktır. حَيْثُ mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı, yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur. أَمَرَ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. أَمَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir. يُحِبُّ fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. ٱلتَّوَّ ٰبِینَ mef’ûlun bihtir. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
وَ atıf harfidir. یُحِبُّ muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. ٱلۡمُتَطَهِّرِینَ mef’ûlun bihtir. Cemi müzekker salim olduğu için nasb alameti ي ’dir.
ٱلتَّوَّ ٰبِینَ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.
ٱلۡمُتَطَهِّرِینَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tefa’ûl babının ism-i failidir.وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَح۪يضِۜ قُلْ هُوَ اَذًىۙ
Ayet, 217. Ayette geçen وَیَسۡـَٔلُونَكَ عَنِ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. 215, 217, 219 ve bu ayet, benzer şekilde başlamıştır. Bu ayetler arasında tekrir, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قُلۡ هُوَ أَذࣰى cümlesi fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلۡ fiilinin mekulü’l-kavli mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قُلۡ هُوَ أَذࣰى cümlesinde teşbih-i belîğ vardır. Benzetme edatı ile benzetme yönü gizlenmiş, böylece belîğ olmuştur. Bunun aslı الحيض شيء مستقذر كالأذى (Hayız eza gibi pis-kirli bir şeydir) şeklinde olup mübalağa ifade etmek için hazf edilmiştir. Bu Arapların "Ali aslandır" şeklindeki teşbihleri kabilindendir. (Safvetü't Tefâsir)
أَذࣰى denizin üzerindeki kişiyi rahatsız eden dalgadır. O dönemdeki belirtiler mide bulantısı, karın ağrısı vs, dalgalı deniz üzerinde rahatsız olan kişinin çektiklerine benzer. O yüzden kadınlardan hayız esnasında uzaklaşın.
“Kadınların ay halini sorarlar.” Yani hayız durumunu sorarlar. Hayız mutat bir vakitte rahimden çıkan pis kandır. Buradaki soru mutlaktır. Sorudaki kapalılık cevapla açıklanmıştır. Onların sorusu hayızlı kadınlarla cinsel ilişkide bulunma konusundadır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Cenab-ı Hak, Bakara Suresinde altı soru zikretmiştir. Bunlardan ilk üçünü وَ olmadan, son üçünü de وَ ile başlatmıştır. Bunun sebebi şudur: Onların ilk üç hadise hakkındaki soruları ayrı ayrı durumlarda vaki olmuştur. Bu sebeple orada atıf harfi getirilmemiştir. Çünkü bu sorulardan her biri ayrı ayrı birer sorudurlar. Onlar son üç soruyu ise aynı anda yöneltmişlerdir. Dolayısıyla cem ifade eden atıf harfiyle getirilmiştir. Sanki şöyle denmek istenmiştir: “Soru soranlar, içki, kumar ve şunu şunu aynı anda sana soruyorlar...(Fahreddin er-Razi)
فَاعْتَزِلُوا النِّسَٓاءَ فِي الْمَح۪يضِۙ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتّٰى يَطْهُرْنَۚ
فَ mahzuf şartın cevabına gelen rabıtadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri; إذا كان كذلك فاعتزلوا (Böyle olduğu zaman, uzaklaşın) şeklindedir. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فِی ٱلۡمَحِیضِ ibaresindeki فِی harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi cerinde zarfiye manası vardır. مَحِیضِ , içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu şekilde kadınların durumunun zorluğu vurgulanmıştır.
لَا تَقۡرَبُوهُنَّ [Onlara yaklaşmayın.] Bu, cimadan kinaye olup "onlarla cima etmeyin" demektir. (Safvetü't Tefâsir)
Umumi bir ifade kullanılarak kadınlar söylenmiştir ama aslında herkes kendi karısından ayrılacaktır. Umum-husus alakası ile mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
Temasül nedeniyle makabline atfedilmiş olan ... وَلَا تَقۡرَبُوهُنَّ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Gaye bildiren cer ve masdar harfi حَتَّىٰ ‘yı takib eden یَطۡهُرۡنَۖ cümlesi masdar teviliyle لَا تَقۡرَبُوهُنَّ fiiline müteallıktır.
Birbirine atfedilmiş bu iki cümle ibhamdan sonra izah kabilinden ıtnâbtır.
ٱعۡتَزِلُوا۟ - لَا تَقۡرَبُوهُنَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ٱلۡمَحِیضِ kelimesi konudaki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ٱعۡتَزِلُوا۟ - تَقۡرَبُوهُنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Önceki ayette kendisinde şirk necaseti bulunan müşrik kadınla evlenmek yasaklanmakta, ikincisinde ise kendisinde hayız necaseti bulunan Müslüman kadınla cinsel birliktelik menedilmektedir. Bunlar müminlere değer katan emirlerdir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّٰهُۜ
فَ istînâfiye, إِذَا şart ifade eden zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzafun ileyh olan تَطَهَّرۡنَ şart fiili, ...فَأۡتُوهُنَّ مِنۡ cümlesi de فَ ‘nin delaletiyle إِذَا ’nın cevabıdır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda geldiği halde gerçek manada emir değildir. Vaz edildiği emir anlamından çıkarak ibaha ifade eden terkip, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
أَمَرَكُمُ ٱللَّهُۚ cümlesi cer mahallinde حَیۡثُ ’nun muzâfun ileyhidir. Bu cümlede lafza-i celalin müsnedün ileyh olması, emrin ne kadar önemli olduğunun işaretidir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu ayette bütün kemâl sıfatlara şamil Allah isminin zikrinde teberrük, telezzüz duyguları uyandırma gayesinin yanında, tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın emrinden maksat, kadınlardan faydalanmanın mübahlığıdır. Bu da ancak nikâh akdiyle sağlanır. Buradaki مِن harfi ta’lil ve sebebiyet içindir. حَيْثُ kelimesi mecazen mekân manasında müsteardır. Nehiyden önceki mübahlık halini ifade eder. Sanki faydalanılmaları caiz değildi veya yasaktı da sonra mübah kılınmıştır. Onların durumu, bir yere hapsedilip sonra salıverilen ve dilediği yere giden birinin durumuna benzetilmiştir. (Âşûr)
Nehiyden sonra geldiği için فَأۡتُوهُنَّ [onlara gidin] ifadesi emir değildir, mübahlık ifade eder. Yaklaşabilirsiniz anlamındadır. مِنۡ حَیۡثُ ; zaman ve mekân zarfıdır. ‘’İstediğiniz zaman’’ manasını taşır.
Yahudiler adetli kadını hayattan tamamen dışlıyorlardı. Hristiyanlar ise bu dönemi hiç dikkate almıyorlar ve o dönemde ilişki kurabiliyorlardı. Yani, ifrat-tefrit yapıyorlardı.
İslamda ise hayızlı kadın namaz kılamaz, oruç tutamaz, hac yapamaz, mescide giremez. Bu yasaklar kadın necis olduğu için değildir. Hayız hali ibadet için gerekli manevi taharete mani olduğu içindir.
Vücutta statik elektrik yükü vardır. Bu yük öfkelenince dört katına, cünüp olunca 12 katına çıkar. Gusül ile bu yük atılır. Bunun için öfkelenince de abdest almak tavsiye edilir.
حَتَّىٰ یَطۡهُرۡنَۖ [Temizlenmelerine dek], تَطَهَّرۡنَ [temizlenirler] şeklinde aynı fiil ile gelmiştir. Birincisi adetin bitmesini, ikincisi yıkanıp temizlenmeyi, gusül abdestini ifade eder.
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ
إِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır.
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlama kolaylaşır.
إِنَّ ’nin haberine matuf olan یُحِبُّ ٱلۡمُتَطَهِّرِینَ cümlesi de atfedildiği cümle gibi faide-i haber talebî kelamdır.
یُحِبُّ fiilinin tekrarı tekid ifade eden ıtnâbtır. Ayrıca bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
تَطَهَّرۡنَ - ٱلۡمُتَطَهِّرِینَ - یَطۡهُرۡنَۖ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ebü’l-Kāsım el-Hakîm şöyle demiştir: ‘’Allah günahlardan tevbe edenleri, ayıplardan/kusurlardan temizlenenleri sever.’’ Günahlar hırsızlık, zina, içki içme gibi açık olan fiiler; ayıplar/kusurlar ise kin, kötülük, ahlâksızlık ve haset gibi gizli olan fiillerdir. Cenab-ı Hak tövbe edenleri, temizlenenlerden önce zikretmiştir. Böylece isyan edenleri teskin etmek ve ümitsizliğe düşmemelerini sağlamak istemiştir. Bu konudaki başka bir yorum şöyledir: Çünkü tövbe edenler hiçbir günahla kirlenmeyen ve hep temiz kalanlardan daha fazladır. Bu sebeple ayetlerin çoğu şöyle başlar: فَمِنكُمۡ كَافِرࣱ وَمِنكُم مُّؤۡمِنࣱۚ [Sizden inkâr eden ve inanlar vardır.] (Tegābun 64/2), فَمِنۡهُمۡ ظَالِمࣱ لِّنَفۡسِهِ [Onlardan bir kısmı nefsine zulmeder.] (Fâtır 35/32) (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
نِسَٓاؤُ۬كُمْ حَرْثٌ لَكُمْۖ فَأْتُوا حَرْثَكُمْ اَنّٰى شِئْتُمْۘ وَقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ مُلَاقُوهُۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | نِسَاؤُكُمْ | kadınlarınız |
|
2 | حَرْثٌ | bir tarladır |
|
3 | لَكُمْ | sizin için |
|
4 | فَأْتُوا | varın |
|
5 | حَرْثَكُمْ | tarlanıza |
|
6 | أَنَّىٰ | biçimde |
|
7 | شِئْتُمْ | dilediğiniz |
|
8 | وَقَدِّمُوا | ve hazırlık yapın |
|
9 | لِأَنْفُسِكُمْ | kendiniz için |
|
10 | وَاتَّقُوا | ve sakının |
|
11 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
12 | وَاعْلَمُوا | ve bilin ki |
|
13 | أَنَّكُمْ | şüphesiz siz |
|
14 | مُلَاقُوهُ | O’na kavuşacaksınız |
|
15 | وَبَشِّرِ | ve müjdele |
|
16 | الْمُؤْمِنِينَ | İnananları |
|
نِسَٓاؤُ۬كُمْ حَرْثٌ لَكُمْۖ فَأْتُوا حَرْثَكُمْ اَنّٰى شِئْتُمْۘ وَقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْۜ
İsim cümlesidir. نِسَاۤؤُ mübtedadır. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حَرۡثࣱ haberdir. Muzâfı hazfedilmiştir. Takdiri; ذوات حرث (Tarla sahibi olanlar) şeklindedir. لَّكُمۡ car mecruru حَرۡثࣱ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن رغبتم فيهنّ فأتوا (Onları arzu ederseniz gidin) şeklindedir. أۡتُوا۟ fiili ن ‘un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. حَرۡثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekân zarfı أَنَّىٰ, şart manasında olup أۡتُوا۟ fiiline müteallıktır. شِئۡ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muttasıl zamir تُمۡ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. قَدِّمُوا۟ fiili ن ‘un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لِأَنفُسِ car mecruru قَدِّمُوا۟ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ مُلَاقُوهُۜ
وَ istînâfiyyedir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَ atıf harfidir. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. كُم muttasıl zamiri, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. مُّلَـٰقُو ise اَنَّ ‘nin haberidir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
وَ atıf harfidir. بَشِّرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. ٱلۡمُؤۡمِنِینَ mef’ûlun bihtir. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
ٱلۡمُؤۡمِنِینَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. Sülâsîsi أمن fiilidir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.نِسَٓاؤُ۬كُمْ حَرْثٌ لَكُمْۖ
Ayetin ilk cümlesi, önceki ayette gelen ...فَأۡتُوهُنَّ cümlesine tefsiriyye veya istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle mübteda ve haberden müteşekkil, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh, az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuf izafetle gelmiştir.
[Kadınlarınız sizin için bir tarladır.] Yani çocukların ekileceği bir ekin yeridir. حَرۡثࣱ kelimesinde işin yapıldığı yer, fiilin masdarı ile adlandırılmıştır. Yatma yeri manasına gelen بيت (ev) kelimesi de böyledir.(Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) Bunun için mecazî isnad vardır.
Kadınların tarla olması, teşbih-i beliğdir. Tarlanın önemli olduğu o zamanki toplum için övücü bir benzetmedir. Tarla ekinin ekildiği, tohumun gömüldüğü ve bitkinin yetiştiği yerdir. Çiftçi nasıl tarlasına bakıp emek verirse, erkeğin de karısı üzerine öyle titremesi lazımdır. Tarlayı zaman zaman dinlendirmesi de lazımdır.
فَأْتُوا حَرْثَكُمْ اَنّٰى شِئْتُمْۘ وَقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ
Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. فَ mukadder şartın cevabına gelen rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri ... إن رغبتم فيهنّ فأتوا [eğer onları isterseniz gidin] olabilir. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَأۡتُوا۟ حَرۡثَكُمۡ ifadesinde tasrihî istiare vardır. Müşebbeh kadındır. Müşebbehün bih olan حَرۡثَكُمۡ ‘un zikredilmesi dolayısıyla tasrihî olan istiarede cihet-i camia, her ikisine verilen önem ve ikisinin de ürün vermesi olabilir.
أَنَّىٰ, hem كيف [nasıl] hem من اين [nereden] hem de متى [ne zaman] manasına gelebilir.
Atâ şöyle dedi: “Nasıl isterseniz” ifadesi; ‘’gece gündüz ne zaman isterseniz’’ anlamındadır. Bazı alimler şöyle demişlerdir: Bu (yani Atâ’nın tefsiri) dil kullanımı bakımından doğru olmaz. أَنَّىٰ kelimesinin üç anlamı vardır. Nasıl, nerede ve ne taraftan. “Ne zaman” anlamında dilde kullanımı yoktur. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
...وَقَدِّمُوا۟ cümlesi وَ ’la şartın cevabı olan فَأۡتُوا۟ ‘ya atfedilmiştir.
Yine şartın cevabına matuf olan وَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Lafzâ-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
فَأۡتُوا۟ حَرۡثَكُمۡ ifadesi cinsel ilişkiden kinayedir.
وَقَدِّمُوا۟ لِأَنفُسِكُمۡۚ [Nefisleriniz için takdim edin], ilişkiden önce güzel sözler vb ile hazırlık yapın, ayrıca zürriyeti şeytandan korumak için ‘’besmele çekin’’ demektir.
Cinsel birliktelik sayesinde eşlerin birbirine örtü olması daha kolaydır. Zor yanlarına katlanmak gibi.
وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ مُلَاقُوهُۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
وَ atıftır. İstînâfiyye olduğu da söylenmiştir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Tekid ve masdar harfi أَنَّ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar tevilindeki أَنَّكُم مُّلَـٰقُوهُۗ cümlesi, ٱعۡلَمُوۤا۟ fiilinin iki mefulü yerindedir.
Yine emir üslubunda, talebî inşâî isnad olan son cümle, makabline وَ ’la atfedilmiştir.
Bu cümlede önceki cümledeki cemi muhatap zamirden müfred muhatap zamire iltifat edilmiştir.
Müminler için Allah ile karşılaşmak bir müjdedir, çünkü yaptıklarının mükafatını görecektir. Dolayısıyla bu ifade lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
[Biliniz ki siz ona kavuşacaksınız.] Yani kıyamet günü hesap vermek için O’na geleceksiniz. [(Ey Muhammed!) müminleri müjdele!] Kendileri için önceden hazırlık yapan müminleri müjdele (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Şayet یَسۡـَٔلُونَكَ [Sana ... soruyorlar] ifadesinin üç kere [Bakara 2/215, 217, 219]
وَ ’sız gelip, sonra üç kere de [Bakara 2/219-ayetin ikinci şıkkı-, 220, 222] وَ ’lı
gelmesi ne demek oluyor?” dersen, şöyle derim: Onların o ilk üç hadise ile ilgili sualleri farklı konumlarda vuku bulduğu için atıf harfi ile getirilmemiştir.
Çünkü o suallerin her biri müstakil bir sualdir. Onlar, diğer soruları ise aynı
vakitte sormuş olduklarından bu sorulanları bir araya toplayacak وَ getirilmiş ve sanki; “Sana içki ve kumarla, infakla, şuna ve buna dair hususlarla ilgili
soruları birleştirip, öyle soruyorlar” denmiş gibidir. (Keşşâf)
وَلَا تَجْعَلُوا اللّٰهَ عُرْضَةً لِاَيْمَانِكُمْ اَنْ تَبَرُّوا وَتَتَّقُوا وَتُصْلِحُوا بَيْنَ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَجْعَلُوا | kılmayın |
|
3 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
4 | عُرْضَةً | engel |
|
5 | لِأَيْمَانِكُمْ | yeminlerinize |
|
6 | أَنْ |
|
|
7 | تَبَرُّوا | iyilik etmenize |
|
8 | وَتَتَّقُوا | ve sakınmanıza |
|
9 | وَتُصْلِحُوا | ve düzetmeye |
|
10 | بَيْنَ | arasını |
|
11 | النَّاسِ | insanların |
|
12 | وَاللَّهُ | Allah |
|
13 | سَمِيعٌ | işitendir |
|
14 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Riyazus Salihin, 1720 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Her kim bir hususta yemin eder de ondan başkasını daha hayırlı görürse, yemininden dolayı kefâret versin ve hayırlı olanı yapsın."
Müslim, Eymân 11-13.
Riyazus Salihin, 1719 Nolu Hadis
Abdurrahman İbni Semüre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurdu:
"Herhangi bir konuda yemin ettiğinde ondan başkasını daha hayırlı görürsen, hayırlı olanı işle ve yeminine kefâret öde."
Buhârî, Ahkâm 5, 6, Eymân 1, Keffârât 10; Müslim, Eymân 19, İmâre 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre 2; Tirmizî, Nüzûr 5; Nesâî, Âdâbu'l-kudât 15, 16
وَلَا تَجْعَلُوا اللّٰهَ عُرْضَةً لِاَيْمَانِكُمْ اَنْ تَبَرُّوا وَتَتَّقُوا وَتُصْلِحُوا بَيْنَ النَّاسِۜ
وَ istînâfiyyedir. لَا nahiye harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَجۡعَلُوا۟ fiili ن ‘un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ٱللَّهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عُرۡضَةࣰ ikinci mef’ûlun bihtir. لِّأَیۡمَـٰنِ car mecruru عُرۡضَةࣰ kelimesine müteallıktır. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, ايمان ’dan atf-ı beyan veya bedel olup mahallen mecrurdur.
تَتَّقُوا۟ fiili atıf harfi وَ ’la تَبَرُّوا۟ fiiline atfedilmiştir. تَتَّقُوا۟ fiili ن ‘un hazfiyle mansub muzari fiildir. تُصۡلِحُوا۟ fiili ن ‘un hazfiyle mansub muzari fiildir. بَیۡنَ mekân zarfı تُصۡلِحُوا۟ fiiline müteallıktır. ٱلنَّاسِ muzâfun ileyh olup lafzen mecrurdur.
عُرۡضَةࣰ: Gergi ve engel veya açıktan hedef gibi bir şeyle karşı karşıya olup duran demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Yemin: Aslında güç ve sağlamlık demektir. Bu nedenle sağ ele “yemin” denildiği gibi; “Bir sözü, Allah’ın adını özel bir biçimde anarak güçlendirmeye” de şeriate göre yemin denilir ki, söylediği sözü Allah’ın huzurunda, Allah’ı şahit tutarak O’nun büyüklüğü adına söylediğini göstermek suretiyle bir yüklenme ifade eder. Bunun için yalan yere yemin etmek, sonu pek tehlikeli ve korkulu bir günahtır. (Elmalili Hamdi Yazır)
وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. سَمِیعٌ haberdir. عَلِیمࣱ ikinci haberdir.
وَلَا تَجْعَلُوا اللّٰهَ عُرْضَةً لِاَيْمَانِكُمْ اَنْ تَبَرُّوا وَتَتَّقُوا وَتُصْلِحُوا بَيْنَ النَّاسِۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayet nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Masdar harfi أَن ‘in dahil olduğu müsbet muzari fiil cümlesi تَبَرُّوا۟ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
أَن ve masdar-ı müevvel mef’ûlün lieclih veya bedel olarak mansub mahaldedir. Anlamı kuvvetlendirmek için yapılmış ıtnâb sanatıdır.
Ayette lafza-i celâlin zikri, konunun ciddiyetini göstermektedir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
وَتَتَّقُوا۟ ve تُصۡلِحُوا۟ cümleleri masdar-ı müevvel cümlesine matuftur.
Yeminlere Allah’ı kalkan yapmak, teşbih-i beliğdir. Kalkan savaşta insanları korur, yemin de sulh esnasında bazı şeyleri yapmaktan korur.
Hayırlı işler konusunda “Ben bunu yapmayacağım” diye yemin etmemek gerekir.
Bu ayet ile arkadan gelecek manalara bir hazırlık yapılmıştır.
Kaffâl şöyle demiştir: Allah Teâlâ önceki ayetlerde iyilik yapmayı emretmiş ve ayrılıktan ve isyandan insanları menetmiş, insanların arasını bulmaya, yetimlere, fakirlere, yolculara sahip çıkmaya ve kadınlara iyi davranmaya davet etmişti. Bu ayette de zikri geçen emir ve nehiylerin herhangi birinden yemin sebebiyle imtina edip geri durmayı yasaklamıştır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
أَن تَبَرُّوا۟ وَتَتَّقُوا۟ وَتُصۡلِحُوا۟ بَیۡنَ ٱلنَّاسِۚ [İyilik etmeye, fenalıktan sakınmaya ve insanların arasını bulmaya…] ifadesi لِّأَیۡمَـٰنِكُمۡ [yeminlerinize] ifadesinin atf-ı beyanı olup, bu da “iyilik, takva ve insanların arasını düzeltme adına yemine konu olan işlere [Allah’ı siper yapmayın”] demektir. (Keşşâf)
وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Müstenefe cümlesidir. Lafza-i celâl mübteda, سَمِیعٌ haberdir. عَلِیمࣱ ikinci haberdir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı, tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah'ın سَمِیعٌ ve عَل۪يمٌ şeklindeki haberlerinin tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır
سَمِیعٌ - عَلِیمࣱ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
[Allah işiten ve bilendir.] Yani yeminlerinizi ve niyetlerinizi bilmektedir. Bu bir tehdittir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) Yani haber cümlesi olmasına rağmen tehdit ifade ettiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.Kapımı gürültüyle çaldığında, öyle bir irkildim ki neredeyse sandalyemden düşecektim. Gözyaşlarımdan ıslanmış örtümü düzelttim. Yüzüme renk gelsin diye kendimi bir iki tokatladım ve kapıyı açtım. Anlatsam, kelimelerle ifade edemeyeceğim biri duruyordu karşımda. Gülümsemesi kalbimin derinliklerinden ruhuma aktı.
“Müjde getirdim. Dinlemek ister misin?”
Başımı salladım.
“Kararsızlıklara düştüğünde, korkulara kapıldığında, vesveselerle savaştığında. Geçmiş pişmanlıkların yakana yapıştığında, gelecek kaygıların boğazını sıktığında. Kulağını kime verdiğine dikkat et. Seni farz ibadetlerinden uzak tutan veya bu yola layık olmadığını söyleyen hiçbir sesi dinleme. Onlar oyalamak için yalnız yalan konuşurlar. İhtiyacın olduğunda da yanından giderler.
Rabbinin çağrısını hatırlatanları dinle. Mağfiret ve rahmet kapılarını çal. O ne güzel bir davettir. Gel! Ben neydim veya neyim ki demeden gel!
Hazır mısın, Allah’ın cennete ve bağışlanmaya olan davetine uymaya? Hayatında daha hayırlı bir sayfa açmaya? Geçmiş günahlarını çöpe basmaya? Allah yolunda koşanlarla yarışmaya? Her adımında şükretmeye ve af dilemeye? Allah’ın rızasını kazanmak için elden geleni yapmaya?”
Kılıcını kuşanmış ve şehit olmayı bekleyen bir savaşçı heyecanıyla: “Evet” dedim. “Hazırım. Allah şahidim olsun ki hazırım!”
Sessizliğimiz uzadıkça sanki sormamı beklediği soru döküldü dudaklarımdan: “Şimdi ne yapmalıyım?”
Güldü. Öylesine içtendi ki: “Kelebekler gıdıklansa böyle gülerdi herhalde” diye düşündüm.
“İlk yapman gereken, Allah’ın adıyla ve O’nun yoluna ulaşma niyetiyle tek bir adım atmak. Devamı Allah’ın yardımıyla gelecektir.”
Allahım! Davetine uyanlardanız. Cennetini ve affını isteyenlerdeniz. Rızanı umanlardanız. Doğru yola iletilmek ve yolunda kalmak için dua edenlerdeniz. Geçmiş günahlarımızı merhametinle affet. Ömrümüzün geri kalanını, ömrümüzün gitmiş kısmından daha bereketli ve verimli kıl. Niyetimizi kabul buyur. Yolumuz ve çabamız mubarek olsun.
Sağ ayağımı kaldırdım:
“Bize bu daveti işittirene ve bu adımı attırana hamd olsun. Ya Allah! Ya Bismillah!”
Zeynep Poyraz @zeynokoloji