12 Nisan 2024
Bakara Sûresi 225-230 (35. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 225. Ayet

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ  ...


Allah, sizi kasıtsız yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalplerinizin kazandığı (bile bile yaptığınız) yeminlerden sorumlu tutar. Allah, çok bağışlayandır, halîmdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 يُؤَاخِذُكُمُ sizi sorumlu tutmaz ا خ ذ
3 اللَّهُ Allah
4 بِاللَّغْوِ kasıtsız ل غ و
5 فِي dolayı
6 أَيْمَانِكُمْ yeminlerinizden ي م ن
7 وَلَٰكِنْ fakat
8 يُؤَاخِذُكُمْ sorumlu tutar ا خ ذ
9 بِمَا dolayı
10 كَسَبَتْ kazandığından ك س ب
11 قُلُوبُكُمْ kalblerinizin ق ل ب
12 وَاللَّهُ Allah
13 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
14 حَلِيمٌ halimdir ح ل م

Bu ayetten kalple ve dille olmak üzere iki yemin şekli olduğunu anlıyoruz. Boşboğazlık yüzünden ettiğiniz yeminler sebebiyle Allah size tölerans gösterir. Yalan kastı taşımayan yeminlerin affedilmesi aslında hiç vebal olmadığı için değil, Allahın kullarına karşı cezalandırmada aceleci olmayışından kaynaklanmaktadır.

Riyazus Salihin, 1717 Nolu Hadis

Ebû Ümâme İyâs İbni Sa'lebe el-Hârisî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Yalan yere yemin ederek bir müslümanın hakkını gasbeden kimseye Allah cehennemi vâcip, cenneti de haram kılar." Bunun üzerine bir kişi:

Eğer o hak önemsiz bir şey ise yine böyle midir, yâ Rasûlallah? diye sordu. Peygamberimiz:

"Misvak ağacından bir dal parçası olsa bile böyledir" buyurdu.

Müslim, Îmân 218. Ayrıca bk. Nesâî, Âdâbü'l-kudât 30; İbni Mâce, Ahkâm 9

Hz. Âişe bu ayetin,bir kimsenin yalan söylemeyi kastetmeden “hayır vallahi”,”evet vallahi” gibi önemsiz yeminler etmesi hakkında nâzil olduğunu belirtmiştir (Buhari,Eymân 1 ,Tefsir 5/8;Keffarat 1,6)

Lağv bir şey ifade etmeyen, nazarı itibara alınmayan söz demektir. İlga ve lağvetmek deyimleri buradandır. Ayrıca kopuk kopuk biçimde söylenen söze lugat denir. (lugatte de kelimeler kopuk kopuk sıralanmıştır).

 

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْۜ


لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤَاخِذُ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. بِاللَّغْوِ  car mecruru  يُؤَاخِذُ  fiiline müteallıktır. ف۪ٓي اَيْمَانِ  car mecruru  اللَّغْوِ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

و  atıf harfidir. لٰكِنْ  istidrak harfidir. يُؤَاخِذُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ  harf-i ceriyle birlikte  يُؤَاخِذُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. كَسَبَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir.  قُلُوبُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُؤَاخِذُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi أخذ ’dur. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ haberdir.  حَل۪يمٌ  ise ikinci haberdir.

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْۜ


Ayet fasılla gelmiş istînâf cümlesidir. Menfi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi konunun önemine işaret etmektedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ism-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ  ifadesindeki  فِي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِي  harf-i cerinde zarfiye manası vardır.  اَيْمَانِكُمْ , içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

İstidrak harfi olan  لٰكِنْ ‘i takip eden cümle, müsbet muzari fiil sıygasıyla faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لٰكِنْ  edatı tafsîl yani önceki izahın ayrıntılarını göstermek için kullanılır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , harf-i cerle birlikte  يُؤَاخِذُكُمْ  fiiline müteallıktır. 

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ  cümlesiyle  يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اللَّغْوِ , yemin etmek kastıyla değil de düşünmeden ağızdan çıkan yeminler için kullanılır. Lügat kelimesi ve laga luga yapmak tabiri bu kökten gelir. Arkadan boşanma ile ilgili ayetler gelir. Önceki ayetlerde de ‘’yemininizi kötü amellere kalkan yapmayın’’ deniyordu. Burada da ‘’Allah sizi düşünmeden söylediğiniz şeylerden sorumlu tutmaz’’ deniyor. Düşünmeden boşanma sözlerini söyleme meselesine bir işaret olabilir.

لَا يُؤَاخِذُكُمُ - يُؤَاخِذُكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve iştikak cinası vardır.

 كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْۜ  [Kalplerin kazanması] ifadesinde alet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Kazanan kalp değil, insandır.

 

وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ


Müstenefe cümlesidir. Lafza-i celâl mübteda, غَفُورٌ  haber, حَل۪يمٌ  ikinci haberdir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı, tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Allah'ın  غَفُورٌ  ve  حَل۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ -  حَل۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Müâhaze, ahz kökünden müfâale babındandır ve burada cezalandırmak anlamına gelir. ‘Kasıtsız olarak’ ifadesi, ‘batıl yere’ anlamındadır. لغى شيء ، يلغو ; düşmek, boşa çıkmak demektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

غَفُورٌ  ismi genellikle Kur’an’da  رحيم  ile birlikte gelir, burada  حَل۪يمٌ  ile birlikte gelmiş.

حَل۪يمٌ  duygularına kapılarak hareket etmek demek olan  جهل ‘in zıddıdır. ‘’Teenni ile hareket eden, kızınca hemen tepki göstermeyip düşünen’’ demektir. Allah mühlet veriyor, hemen cezalandırmıyor. Çok affedicidir. Biz de bu isimle vasıflanmaya çalışmalıyız.
Bakara Sûresi 226. Ayet

لِلَّذ۪ينَ يُؤْلُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ تَرَبُّصُ اَرْبَعَةِ اَشْهُرٍۚ فَاِنْ فَٓاؤُ۫ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Eşlerine yaklaşmamağa yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer (bu süre içinde) dönerlerse, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِلَّذِينَ kimseler için
2 يُؤْلُونَ yaklaşmamağa yemin edenler ا ل و
3 مِنْ
4 نِسَائِهِمْ kadınlarına ن س و
5 تَرَبُّصُ bekleme (hakkı) vardır ر ب ص
6 أَرْبَعَةِ dört ر ب ع
7 أَشْهُرٍ ay ش ه ر
8 فَإِنْ eğer
9 فَاءُوا (o süre içinde) dönerlerse ف ي ا
10 فَإِنَّ şüphesiz
11 اللَّهَ Allah
12 غَفُورٌ bağışlayan غ ف ر
13 رَحِيمٌ merhamet edendir ر ح م

 Eleve ألو :

  ألَوَ fiili nihayeti sınırlayan, altı yönün herhangi birinde gösterilen bir uzunluğun sona erdiğini gösteren bir edat olan إلَى harfi cerinden gelmektedir. ألَوْتُ فِي الاَمْرِ deyimi bir meselede veya meseleyle ilgili gerekeni ve uygun olanı yapmada yetersiz kaldım/ihmalkar ya da dikkatsizdim anlamındadır ki bu da إلَى harfi cerinin manasından gelir, sanki o kimsenin işin sonunu görmüş gibi olduğu söylenmek istenir. إيلاء ve ألِيَّةٌ sözcükleri gerçekte yemin edilen işte taksiri gerektiren yemin anlamına gelir. Şeriatte yani İslam hukukunda إيلاء sözcüğü kadınla beraber olmaya engel olan yemin anlamında kullanılmıştır. آلاء'e gelince nimetler anlamındadır. Bunun da tekili ألاً ve إلَىً şekillerinde gelir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 37 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

لِلَّذ۪ينَ يُؤْلُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ تَرَبُّصُ اَرْبَعَةِ اَشْهُرٍۚ


اَلَّذِينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لِ  harfi ceriyle mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْلُونَ ’dir.  يُؤْلُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْ نِسَٓائِ  car mecruru يُؤْلُونَ  fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri;  متباعدين من نسائهم (Kadınlarından ayrılanlar) şeklindedir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تَرَبُّصُ  fiili muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَرْبَعَةِ muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. اَشْهُرٍ  muzâfun ileyhtir.

لِلَّذ۪ينَ يُؤْلُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ  [Kadınlarına îlâ yapanlar] ifadesi onlara yaklaşmamaya yemin edenler anlamına gelmektedir. اَلْاَلِيَّةُ  yemin etmek anlamına gelir. Çoğulu  اَلأَلِايَّا ’dır.  آلَى  يُؤْلِي  إِيلاءَ  kelimesi, eşleriyle münasebette bulunmamak üzere yemin eden erkekler için kullanılan bir fiildir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


 فَاِنْ فَٓاؤُ۫ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. فَٓاؤُ۫  şart fiilidir. Damme üzere mebni mazi fiil, mahallen meczumdur. 

ف  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli إِنَّ  ’nin ismidir. غَفُورࣱ kelimesi  إِنَّ ’nin haberidir.  رَّحِیمࣱ  ise ikinci haberdir.

لِلَّذ۪ينَ يُؤْلُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ تَرَبُّصُ اَرْبَعَةِ اَشْهُرٍۚ


Fasılla gelen ayet istînâfiyyedir. Ayette takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. İlk cümle isim cümlesi formunda, faidei haber ibtidai kelamdır. 

لِ  harfi nedeniyle mecrur mahaldeki  لِلَّذ۪ينَ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

تَرَبُّصُ  kelimesi bu isim cümlesinin muahhar mübtedasıdır. 

الو  fiilinin  على  yerine  مِنْ  harfiyle geçişli kılınması tazmin sanatıdır.

Tazmin: iki anlamı en kısa uslupla bir araya getirme yoludur. Bir fiil ve başka bir fiille kullanılan bir cer harfi, birlikte kullanılarak aynı anda iki fiilin anlamı elde edilmektedir. Tazmin, bir fiilin belâgat gayesiyle başka bir fiilin anlamına delalet ettiğinin kabul edilmesidir. Böylelikle birinci fiil ikinci fiilin geçişlilik, geçizsizlik ve cümlede kulllanım özelliklerini alır. (Arapçada Cer Harflerinin (Edatların) Birbirinin Yerine Kullanımı Olgusu Yusuf Karataş  Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili Ve Belagatı Anabilim Dalı Yıl: 13, Sayı: 36, 2013/I)


[Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için] yani onlarla cima etmemeye yemin edenler için demektir. الو  yemin etmektir,  على edatı ile geçişli kılınır, ancak bu yemine uzaklaşma manası yüklendiği için  مِنْ  ile geçişli kılınmıştır. [Dört ay bekleme vardır]. Mübtedadır, haberi kendinden öncesidir ya da zarfın failidir, تَرَبُّصُ beklemek ve duraklamaktır; zarfa izafe edilmesi mecâzîdir, yani îlâ eden için bu süre kadar bekleme hakkı vardır; ondan ne dönme ne de boşama istenmez. Bunun içindir ki İmâm-ı Şâfî, ‘’îlâ ancak dört aydan fazlasında olur,’’ buyurmuştur. (Beyzâvî)


 فَاِنْ فَٓاؤُ۫ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ


فَ  istînâfiyye, اِنْ  şartiyyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelamdır. فَٓاؤُ۫  şart fiilidir.  فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah'ın  غَفُورٌ ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

[Eğer erkekler (yeminlerinden) dönerlerse], Yani erkekler cinsel ilişkide bulunmama konusunda yaptıkları yemini bırakıp da hanımlarına dönerlerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Îlâ yapan kimsenin dönmesi sebebiyle onu bağışlar. Çünkü bu, onun tevbe etmesi anlamınadır. Yeminini bozması sebebiyle günahını bağışlar. (Ruhu’l-Beyan)

Kadına yaklaşmamaya yemin edip bunu senelerce sürdürüyorlardı. Bu kişilerin kadına zulmetmemesi için dört ay süre verilmiştir.

فَٓاؤُ۫ , geri dönmek demektir. Müşriklerin malından alınıp Müslümanlara geri döndürülen mala “fey” denir.

اِنْ  nadir olan şeyler için kullanılır ama  اِنْ ‘den sonra mazi fiil gelmiş, böylece geri dönmeye rağbet ettirilmiştir. (Mazi fiil vuku bulmuş gibi kabul edildiği için.)

4 farklı iddet vardır: 

*Adet gören kadın üç adet dönemi  *Adet görmeyen üç ay  *Hamile olan doğuruncaya kadar,  *Kocası ölen de dört ay bekler.


Bakara Sûresi 227. Ayet

وَاِنْ عَزَمُوا الطَّـلَاقَ فَاِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ  ...


Eğer (yemin edenler yeminlerinden dönmeyip kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ eğer
2 عَزَمُوا kesin karar verirlerse ع ز م
3 الطَّلَاقَ boşamaya ط ل ق
4 فَإِنَّ şüphesiz
5 اللَّهَ Allah
6 سَمِيعٌ işitendir س م ع
7 عَلِيمٌ bilendir ع ل م

Ve iz azemû : Azm kelimesinden kesin karar vermeyi anlıyoruz. Ayetin bitişi ”Allah herşeyi hakkıyla işiten ve bilendir.” Yani eğip bükmeyin, Allah kesin karar verdiğinizi biliyor. Hala belki şöyle olursa düzelebilir gibi bahaneler uydurmayın. Sizin diliniz söylemeden Allah kalbinizdekini bilir.

وَاِنْ عَزَمُوا الطَّـلَاقَ فَاِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ


وَ  atıf harfidir. اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. عَزَمُوا  şart fiilidir. Damme üzere mebni mazi fiil, mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الطَّلَاقَ  takdir edilmiş harf-i cerle mef’ûlun bih olup mansubtur. Takdiri; على الطلاق  şeklindedir. 

ف  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir. سَم۪يعٌ kelimesi  إِنَّ ’nin haberidir.  عَل۪يمٌ  ise ikinci haberdir.

وَاِنْ عَزَمُوا الطَّـلَاقَ فَاِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ


Cümle şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelamdır. عَزَمُوا şart fiilidir. فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah'ın  سَم۪يعٌ  ve  عَل۪يمٌ  şeklindeki sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

[Şayet boşamaya karar verir] de müddetin bitmesine kadar beklerlerse, [Allah gerçekten işitir; mutlak ilim sahibidir.] Bu ifade erkeklerin [dönmeme] ısrarlarına ve dönmeyi terketmelerine yönelik bir tehdittir. Şâfi‘î Rahimehullāh’ın [v.204/820] görüşüne göre ayetin manası; “Eğer müddetin bitiminden sonra döner ve boşamaya karar verirlerse” şeklindedir. Şayet “Dönme, bekleme iddet müddetinin son bulmasından önce olduğuna göre bu  فَاِنْ فَٓاؤُ۫ ’daki  فَ ’nin konumunun keyfiyeti nedir?” dersen, şöyle derim: Bu sağlıklı bir konumdur. Çünkü [Eğer dönerlerse] ve “[boşamaya karar verirlerse] ifadeleri, “Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenlerin...” ifadesi için bir detaylandırmadır. Detaylandırma da detaylananın akabinde gelir. Bu tıpkı senin; “Bu ay sizin misafirinizim; şayet hoşnut kalır, sizi övgüye namzet bulursam ay sonuna kadar kalırım, aksi takdirde -fikrimi değiştirip belirteceğim süre dışında- burada kalmam” demene benzer. (Keşşâf)
Bakara Sûresi 228. Ayet

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحاًۜ وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟  ...


Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almağa daha çok hak sahibidirler. Kadınların, yükümlülükleri kadar meşru hakları vardır. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْمُطَلَّقَاتُ boşanmış kadınlar ط ل ق
2 يَتَرَبَّصْنَ gözetlerler ر ب ص
3 بِأَنْفُسِهِنَّ kendilerini ن ف س
4 ثَلَاثَةَ üç ث ل ث
5 قُرُوءٍ kur’ (üç adet veya üç temizlik süresi) ق ر ا
6 وَلَا
7 يَحِلُّ helal olmaz ح ل ل
8 لَهُنَّ kendilerine
9 أَنْ
10 يَكْتُمْنَ gizlemeleri ك ت م
11 مَا
12 خَلَقَ yarattığını خ ل ق
13 اللَّهُ Allah’ın
14 فِي -nde
15 أَرْحَامِهِنَّ kendi rahimleri- ر ح م
16 إِنْ eğer
17 كُنَّ idiyseler ك و ن
18 يُؤْمِنَّ inanıyor ا م ن
19 بِاللَّهِ Allah’a
20 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
21 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
22 وَبُعُولَتُهُنَّ kocaları ب ع ل
23 أَحَقُّ hak sahibidirler ح ق ق
24 بِرَدِّهِنَّ onları geri almağa ر د د
25 فِي
26 ذَٰلِكَ bu arada
27 إِنْ eğer
28 أَرَادُوا isterlerse ر و د
29 إِصْلَاحًا barışmak ص ل ح
30 وَلَهُنَّ (kadınların) vardır
31 مِثْلُ gibi م ث ل
32 الَّذِي
33 عَلَيْهِنَّ (erkeklerin) kendileri üzerindeki
34 بِالْمَعْرُوفِ (örfe uygun) hakları ع ر ف
35 وَلِلرِّجَالِ erkeklerin (hakları) ر ج ل
36 عَلَيْهِنَّ onlar (kadınlar) üzerinde
37 دَرَجَةٌ bir derece fazladır د ر ج
38 وَاللَّهُ Allah
39 عَزِيزٌ azizdir ع ز ز
40 حَكِيمٌ hakimdir ح ك م

Bu cümle emir manası taşıyan bir haber cümlesidir. Haber siğasıyla emretmek emri vurgular ve hemen yapılması gerektiğini anlatır.

Bu cümlede boşanan kadınlar sanki hemen bekleme emrine uymuşlar da Allah teala onların bu durumunu haber veriyormuş gibi bir mana vardır. Cümlenin isim cümlesi olması da manayı kuvvetlendirir. (Sabuni)

Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde, Allah’ın emrettiği (iyi geçim, zarar vermeme ve benzeri davranışlara dayalı) hakları vardır. Ancak erkeklerin kadınlar üzerine bir üstünlüğü vardır. Bu üstünlük, Allah’ın emrettiği gibi çoluk çocuğunun işlerini görüp nafakalarını temin etmek, aile reisliğini yapmak ve verdiği emirlere uyulmak gibi üstünlüklerdir. Dikkat edilirse bunlar, sorumluluk yükleyen üstünlükler olup, şereflendirme üstünlü değildir. Zira ‘Muhakkak ki allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.’ (Hucurat/13) (üstelik bu ayette üstünlük için ‘ekreme’ kelimesi kullanılmıştır) mealindeki ayet gereğince üstünlük takvaya bağlıdır.

  Be'ale بعل :

  Esasen efendi, sahip demektir. Koca karısının işlerini yerine getirdiği için böyle isimlendirilmiştir. Kelimenin aslı bir işi icra etme manasındadır. Bu anlamdan hareketle büyüyüp, kendi kökleriyle suyunu alabilen ağaca da bu isim verilmiştir. 

Eşlerin erkek olanıdır. Çoğulu بعولة dir. Erkeğin kadına karşı üstünlüğü düşünüldüğünden, kadının yöneticisi ve başında görevli kılınmıştır. Bu açıdan, başkasına herhangi bir açıdan üstün olan her şeye de bu isim verilmiştir. Yine bu nedenle Araplar, Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ettikleri mabudlarının böyle bir üstünlüğe sahip olduklarına inandıkları için onları بعل diye adlandırmışlardır. Etrafındakilere göre daha yüksek olan yere de ba'l adı verilir. 

Kuran ı Kerim de 1 kez put anlamında geçmiştir. Diğer geçişlerde eş anlamında kullanılmıştır.

'Bu kökün hayret ve sıkıntı anlamına gelince; bu, mefhumun asıl anlamının kişi üzerindeki tesirlerindendir Çünkü efendi çoğunlukla üzerindeki mesuliyet ve kendine yönelinmesinden oluşan ve sadece ona ait vazifeler vardır. Bu yüzden bu vazifeleri ve mesuliyetle karşılaştığında hayrete düşer, sıkılır ve üzülür.

  Kuran ı Kerimde ba'l kelimesinin geçtiği yerleri incelediğimizde eşler arası cinsel ilişkinin kastedildiği anlaşılmaktadır. Ancak zevc her iki durumda da kullanılır. Çünkü بِعال nikah ve oynaşma anlamına gelir. Hz. Peygamberin أيام أكل و شرب و بعال  sözü bu anlamdadır. Kelimenin aslı bir işi icra etme manasındadır.                            İbnul Cevzi, ba'l kelimesinin asıl anlamının yükseklik (العلوّ) olduğunu ifade edip dolayısıyla kocaya ba'l denilmesi kadın üzerinde idareci olmasındandır demiştir. (Müfredat - Bursevi - Furuq - Tahkik - Sabri Türkmen)

 

El-qur’ kelimesinin iki manası vardır. Hayız müddeti veya iki hayız arasındaki süre demektir. Çoğulu quru' şeklindedir. Toplamak manasındaki qarae fiilinden türemiştir. Bu dönemde kadının vücudunda kan toplanır.

Qara’et (قرأت) kadının kan görmesi, özel günlerine girmesi için kullanılan bir fiildir. قرأتِ المرأةُ şeklinde  fail olarak geldiğinde ‘kadın kan gördü, kur' sahibi oldu’ manası olur. قرأتُ المرأةَ  şeklinde meful olarak gelirse ‘kadının hamile olmadığını anladım’ manasını taşır. Dilciler kur kelimesinin topladı manasını taşıdığını söylerler.

Kıraat da okurken harf ve kelimeleri bir arada toplamaktır. Tek bir harfin telaffuz edilmesi kıraat değildir. Kur’ân kelimesi de قرأ den gelmektedir. Eklemek, toplamak, okumak gibi manaları vardır.

Arapça’da doğuran deveye de قرأ (“karae”) denmektedir. İlk emir olan إقرأ (“iqra”) oku olarak ifade edilse de asıl manasında rahatlama anlamı vardır. Doğurunca içindeki sıkıntıdan kurtulduğu için “şimdiye kadar düşündüklerini tebliğ et ve rahatla” manası vardır. إقرأ (“ikra”) daki okuma bizim bildiğimiz manadaki okuma değildir. Peygamber Efendimiz (sav) ilk vahyin indiği dönemde çok sıkılıyor, daralıyor ama ne yapacağını bilemiyor. O sıkıntılardan kurtulması için ona “oku” emri geliyor. Bazı alimlere göre bu kitap Allah’ın kitaplarının semeresini kendinde topladığı için, hatta bütün ilimlerin semeresini kendinde topladığı için bu şekilde adlandırılmıştır.

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ


وَ  atıf harfidir. الْمُطَلَّقَاتُ  mübtedadır. يَتَرَبَّصْنَ  fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. (نَ) Nûnu’n-nisve fail olup mahallen merfûdur. بِاَنْفُسِ car mecruru  يَتَرَبَّصْنَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ثَلٰثَةَ  zaman zarfı olup fetha ile mansubtur. يَتَرَبَّصْنَ  fiiline müteallıktır. قُرُٓوءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ [Boşanmış kadınlar] derken, cinsel ilişkide bulunulmuş âdet gören kadınları kastediyor. Şayet; ‘’Lafız geneli gerektiriyor iken, boşanmış kadınlarla özelin kastedilmesi nasıl caiz olmuştur?’’ dersen, şöyle derim: Aksine, söz konusu lafız “cins” anlamını içermede mutlak / kayıtsız olup, bu cinsin bütününü de bir kısmını da ifade etmeye uygundur. Dolayısıyla bu lafız -müşterek isimlerde olduğu gibi- kendisi için elverişli olanlardan sadece biri hakkında gelmiş olmaktadır. (Keşşâf) 


 وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ 


و  atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَحِلُّ  merfû muzari fiildir. لَهُنَّ  car mecruru  يَحِلُّ  fiiline müteallıktır. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ اللّٰهُ ’dur.  خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. ف۪ٓي اَرْحَامِ  car mecruru  خَلَقَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. كُنَّ  şart fiilidir. Mahallen meczumdur. كُنَّ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder. كُنَّ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir.  كَانَ’nin ismi nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. يُؤْمِنَّ  fiili  كُنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur. بِاللّٰهِ  car mecruru  يُؤْمِنَّ  fiiline müteallıktır. الْيَوْمِ الْاٰخِرِ  atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ ’nin sıfatıdır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  إن كن يؤمن فلا يفعلن (Eğer müminler ise yapmasınlar) şeklindedir.

  

وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحاًۜ


وَ  atıf harfidir. بُعُولَتُ  mübtedadır. Muttasıl zamir  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَحَقُّ  haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır. بِرَدِّ  car mecruru  اَحَقُّ ’ya müteallıktır. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اَحَقُّ ’ya müteallıktır. ذا  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur. ل  harfi buûd yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir.

 اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. اَرَادُٓوا  şart fiilidir. Damme üzere mebni mazi fiil olup mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِصْلَاحًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن أراد بعولتهنّ إصلاحا فهم أحقّ بردّهنّ (Eğer kocaları ıslah isterse geri dönülmeye daha çok hak sahibidir) şeklindedir.

 

وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ 


وَ  atıf harfidir. لَهُنَّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِثْلُ  muahhar mübtedadır. Müfret has ism-i mevsûl olan  الَّذ۪ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. عَلَيْهِنَّ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Takdiri; الذي يوجد عليهن (O ki onların üzerinde...) şeklindedir. بِالْمَعْرُوفِ  car mecruru  مِثْلُ ’nun mahzuf sıfatına müteallıktır.

وَ  atıf harfidir. لِلرِّجَالِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَلَيْهِنَّ  car mecruru  دَرَجَةٌ  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. دَرَجَةٌ  muahhar mübtedadır. 

 

وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عَز۪يزٌ haberdir. حَك۪يمٌ۟  ise ikinci haberdir.  


وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ 


وَ  atıftır. Ayetin ilk cümlesi makabline matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidai kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayın daha iyi anlaşılmasını sağlar.

Haberî formda gelen cümle emir manasında olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Bu nedenle cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

قُرُٓوءٍۜ  kelimesinin الحيض ve الطهر  anlamlarına gelmesi müfessirler tarafından istihdam olarak değerlendirilmiştir. İstihdam iki anlamı olan bir kelimeyi söz içinde iki anlama da gelecek şekilde kullanmaktır. (Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Hasan Uçar Doktora Tezi)

Burada boşanmış kadınlar hakkındaki hüküm emir şeklinde değil, muzari fiille haber cümlesi şeklinde gelmiştir.

[Boşanan kadınlar beklerler] Bu, emir manası ifade eden bir haber cümlesidir. Aslı; (boşanan hanımlar beklesin)  ليتربصن المطلقات  takdirindedir. Zemahşerî şöyle der: "Haber sıygası ile emretmek, emri vurgular ve emredilen şeyin hemen yapılması gerektiğini anlatır. Bu cümlede, boşanan kadınlar sanki hemen bekleme emrine uymuşlar da Yüce Allah onların bu durumunu haber veriyormuş gibi bir mana vardır. Cümlenin isim cümlesi olması da manayı daha fazla kuvvetlendirmekte­dir. (Safvetü't Tefâsir)

ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ  [Üç ay hali ( hayız veya temizlik müddeti)…] ifadesinde  قُرُٓوءٍۜ  kelimesi  قُرء kelimesinin çoğuludur. Bize göre hayız, Şâfiî’ye göre temizlik yani hayızlı olmama halidir. Dilciler bu lafzın her ikisi için de kullanıldığında icma etmişlerdir. Dinde her iki kullanım da bulunmaktadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

Şayet: “Neden temyiz اقرء  ْşeklinde azlık bildiren çoğul değil de, çokluk bildiren çoğul sıygası üzere geldi?” dersen, şöyle derim: Araplar bu konuda geniş davranıp, bu iki çoğul çeşidinden her birini, çoğullukta ortak olmaları sebebiyle diğerinin yerine kullanmaktadır. بِاَنْفُسِهِنَّ  kelimesine dikkat edersen, o pek çok nefislerden başka bir şey değildir. Muhtemelen  قُرُٓوءٍۜ  sıygası  اقرء  sıygasından daha çok kullanılmakta olup, kullanımı az olanı mühmel [terkedilmiş] konumuna indirmek için ona tercih edilmiştir. (Keşşâf)

 

وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ


Cümle  وَ ‘la وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ  cümlesine atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel olan ... يَكْتُمْنَ  cümlesi ise müsbet muzari fiil sıygasında ibtida-i kelam olup, ref mahallinde  لَا يَحِلُّ  fiilinin failidir. 

خَلَقَ  müşterek ismi mevsulün sılasıdır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu cümlede müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve kalplerde korku uyandırmak içindir. Ayrıca cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için  اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.

اَرْحَامِ  kelimesi  رحَمِ  kelimesinin çoğuludur. Müfessirler bunun hayız ve hamilelik olduğunu söylemişlerdir.


اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ


Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. كان ’nin  haberinin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.

Ayette lafza-i celâlin ikinci kez zikri, kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur. 

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şart ve cevaptan oluşan bu terkip, itiraz cümlesi olarak ıtnâb babındandır.

Allah’a imandan sonra ahirete imanın zikri hususun umuma atfı kabilinden ıtnâbtır.

اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ  [Allah'a inanıyorlarsa] sözünden maksat, konunun sadece Allah'a imanla mukayyed olduğunu ifade etmek değildir. Nefisle­rine korku, heyecan ve dehşet salmak içindir. (Safvetü't Tefâsir)

Allah’a ve kıyamete inanmak insanı Allah’ın emirlerine uymaya sevk eder. Allah onlara bu işi gizlemelerini haram kılmıştır. Bu durumda açıklamak farz haline gelmiştir. Açıklamaları farz olunca da kocaların onların sözlerini kabul etmeleri vacip olur. Kadına bu konuda güvenilir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

[Allah’a ve ‘son gün’e iman ediyorlarsa.] Bu ifade kadınların bu ‘rahimdekini gizleme’ fiilinin büyük bir vebal addedilmesi, Allah’a ve O’nun cezalandırmasına iman eden kimsenin bu tür büyük günahlara cüret edemeyeceği anlamına gelmektedir. (Keşşâf)


  وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحاًۜ


Cümle  وَ ‘la وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ  cümlesine atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesinde ism-i tafdil kalıbındaki  اَحَقُّ  haberdir ve  بِرَدِّهِنَّ ’nin müteallakıdır. ف۪ي ذٰلِكَ ‘nin müteallakı ise mahzuf haldir. 

Erkeğin eşine dönmesi durumuna işaret eden  ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse, aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vucudun tahakkukudur.

Fasılla gelen müsbet fiil cümlesi  اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحًاۜ , şart üslubunda haberî isnaddır.

بِرَدِّهِنَّ - اَرَادُٓوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Cümlede  îcâz-ı hazif sanatı vardır. Öncesinin delaletiyle hazfedilen cevabın takdiri فبعولتهن أحق بردهن  [onların kocaları dönme konusunda daha fazla hak sahibidir.] 

Şayet: “Kadınların da bir dönüş hakları varmış gibi kocalar dönmeye daha layık kılınmışlardır?” dersen, şöyle derim:  Adam kadının dönmesini istediği halde kadın bundan kaçınırsa, adamın sözünün kadının sözüne tercih edilmesi gerekir. Böylece adam [bu konuda] kadından daha çok hak sahibi olmuştur; yoksa bu, kadının dönme hakkı bulunduğu anlamına gelmez. Dönme sayesinde kendileriyle o kadınların arasını “bulup, barışmak” ve o kadınlara iyilik etmek ister ve onlara zarar vermek istemezlerse…” (Keşşâf)


  وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ


Atıfla gelen isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَهُنَّ  mahzuf mukaddem habere muteallıktır. Muahhar mübteda  مِثْلُ , has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘ye muzâf olmuştur. 

Müsnedin izafetle gelerek az sözle çok anlam ifade etmesi îcaz yollarından biridir.

İrabdan mahalli olmayan sıla cümlesinde îcâz-ı hazif  vardır. عَلَيْهِنَّ mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

Müteakip cümle  وَ ’la makabline tezayüf nedeniyle atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. لِلرِّجَالِ  mahzuf mukaddem habere muteallıktır. Muahhar mübteda olan  دَرَجَةٌ ‘ün tenvinli gelişi nev ifade eder.

لَهُنَّ - عَلَيْهِنَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ  Bu cümlede, beyan ilmini bilenlere kapalı kal­mayacak derecede eşsiz bir îcaz sanatı vardır. Zira  مِثْلُ  lafzından sonra ge­len karine ile öncekinden, önce gelen karineyle de sonrakinden hazifler yapılmıştır. Takdiri şöyledir: Erkeklerin onlar üzerindeki hakları gibi, onların da erkekler üzerinde hakları vardır. (Safvetü't Tefâsir)

[Erkeklerin kadınlar üzerinde] gözetilmesi gereken [hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde] gözetilmesi gereken [meşru] yani şer‘an ve insanların genel adetleri itibariyle [yani örfen] yadırganmayacak [hakları vardır.] Dolayısıyla, sakın kadınlar kendi hakları olmayan şeyi kocalarına; kocalar da kendi hakları olmayan şeyi o kadınlara yüklemesinler ve eşlerden hiçbiri hayat arkadaşına sert davranmasın! Buradaki karşılıklı denklikten maksat, yapılacak işin cinsi itibariyle değil, işin güzel olmasını gerektirecek türden bir denkliğin gerekliliğidir. Şu halde kadın adamın elbisesini yıkadığı veya ona ekmek pişirdiği vakit, adamın da bunun gibi yapması gerekmez; ama örneğin, odun hazırlamak gibi erkeklere yaraşır şekilde o fiile mukabil bir şeyler yapar. [Ancak erkeklerin onların üzerinde] hak ve fazilet noktasında [bir dereceleri] yani fazlalıkları [vardır.] Denilmiştir ki, erkeğin nail olduğu ne tür lezzet varsa kadın da o lezzete nail olur. Erkeğin üstünlüğü kadını görüp gözetmesi ve onun görülecek iş ve ihtiyaçları için harcama yapmasıdır. (Keşşâf)


وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟


Müstenefe cümlesidir. Lafza-i celâl mübteda, عَز۪يزٌ haber,  حَك۪يمٌ۟  ikinci haberdir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı, tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Allah'ın  عَز۪يزٌ ve  حَك۪يمٌ۟  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu  sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

عَز۪يزٌ kelimesi çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yoktur şeklinde tarif edilmiştir. (İmam Gazali).
Bakara Sûresi 229. Ayet

اَلطَّـلَاقُ مَرَّتَانِۖ فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْر۪يحٌ بِاِحْسَانٍۜ وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَأْخُذُوا مِمَّٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ شَيْـٔاً اِلَّٓا اَنْ يَخَافَٓا اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۙ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا ف۪يمَا افْتَدَتْ بِه۪ۜ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَعْتَدُوهَاۚ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ  ...


(Dönüş yapılabilecek) boşama iki defadır. Sonrası, ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle bırakmaktır. (Evlilikte) tarafların Allah’ın belirlediği ölçüleri koruyamama endişeleri dışında kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şeyi geri almanız, sizin için helâl olmaz. Eğer onlar Allah’ın belirlediği ölçüleri gözetmeyecekler diye endişe ederseniz, o zaman kadının (boşanmak için) bedel vermesinde ikisine de günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الطَّلَاقُ boşama ط ل ق
2 مَرَّتَانِ iki defadır م ر ر
3 فَإِمْسَاكٌ ya tutmak (lazım)dır م س ك
4 بِمَعْرُوفٍ iyilikle ع ر ف
5 أَوْ ya da
6 تَسْرِيحٌ salıvermek س ر ح
7 بِإِحْسَانٍ güzelce ح س ن
8 وَلَا
9 يَحِلُّ helal değildir ح ل ل
10 لَكُمْ size
11 أَنْ
12 تَأْخُذُوا geri almanız ا خ ذ
13 مِمَّا şeylerden
14 اتَيْتُمُوهُنَّ onlara verdiğiniz ا ت ي
15 شَيْئًا bir şey ش ي ا
16 إِلَّا başka
17 أَنْ eğer
18 يَخَافَا korkarlarsa خ و ف
19 أَلَّا
20 يُقِيمَا koruyamamaktan ق و م
21 حُدُودَ sınırlarını ح د د
22 اللَّهِ Allah’ın
23 فَإِنْ eğer
24 خِفْتُمْ korkarsanız خ و ف
25 أَلَّا
26 يُقِيمَا koruyamamaktan ق و م
27 حُدُودَ sınırlarını ح د د
28 اللَّهِ Allah’ın
29 فَلَا yoktur
30 جُنَاحَ bir günah ج ن ح
31 عَلَيْهِمَا ikisine de
32 فِيمَا (kadının ayrılmak için verdiği)
33 افْتَدَتْ fidye ف د ي
34 بِهِ hakkında
35 تِلْكَ işte bunlar
36 حُدُودُ sınırlarıdır ح د د
37 اللَّهِ Allah’ın
38 فَلَا
39 تَعْتَدُوهَا sakın bunları aşmayın ع د و
40 وَمَنْ ve kim(ler)
41 يَتَعَدَّ aşarsa ع د و
42 حُدُودَ sınırlarını ح د د
43 اللَّهِ Allah’ın
44 فَأُولَٰئِكَ işte
45 هُمُ onlar
46 الظَّالِمُونَ zalimlerdir ظ ل م

İmsâkun tutma, yapışmadır. Oruç tutarken de muhtemelen kişi kendisini o an itibariyle tuttuğu için vaktin adı imsaktır. Misk, mis ve misket kelimeleri bu köktendir. Ayette eşleri güzellikle elinin altında tutmaktan bahsedilmektedir.

اَلطَّـلَاقُ مَرَّتَانِۖ فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْر۪يحٌ بِاِحْسَانٍۜ


İsim cümlesidir. اَلطَّلَاقُ mübtedadır. مَرَّتَانِ  haberdir. فَ  atıf harfidir. Fasiha olması da caizdir. اِمْسَاكٌ  mübtedadır. Haberi mahzuftur. Takdiri; فعليكم إمساكهن (Size onları tutmak düşer) şeklindedir. بِمَعْرُوفٍ  car mecruru  اِمْسَاكٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.  اَوْ  atıf harfidir.  تَسْر۪يحٌ  kelimes i اِمْسَاكٌ  kelimesine matuftur. بِاِحْسَانٍ  car mecruru  تَسْر۪يحٌ  mahzuf sıfatına müteallıktır. 

   

وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَأْخُذُوا مِمَّٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ شَيْـٔاً اِلَّٓا اَنْ يَخَافَٓا اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ


وَ  atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَحِلُّ  merfû muzari fiildir. لَكُمْ  car mecruru  يَحِلُّ  fiiline müteallıktır. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, يَحِلُّ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harfi ceriyle birlikte  شَيْـًٔا ‘in mahzuf haline veya  تَأْخُذُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتَيْتُمُوهُنَّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. Cemi müzekker muhatab mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  اٰتَيْتُمُوهُنَّ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  شَيْـًٔا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اِلَّٓا  istisna harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, شَيْـًٔا  şeklindeki mef’ûlun bihten istisna veya hal olarak mahallen mansubtur.  اَنْ  masdar harfidir. لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, يَخَافَٓا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. يُق۪يمَا fiili نْ harfinin hazfiyle mansub muzari fiildir. حُدُودَ mef’ûlun bihtir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۙ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا ف۪يمَا افْتَدَتْ بِه۪ۜ 


فَ  istînâfiyyedir. اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. خِفْتُمْ  şart fiili olarak mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ  masdar harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  خِفْتُمْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. يُق۪يمَا fiili نْ harfinin hazfiyle mansub muzari fiildir. حُدُودَ  mef’ûlun bihtir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  جُنَاحَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.  عَلَيْهِمَا  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu, لَا’nın mahzuf  haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  افْتَدَتْ بِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. افْتَدَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  بِه۪  car mecruru  افْتَدَتْ  fiiline müteallıktır.  


 تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَعْتَدُوهَاۚ 


İsim cümlesidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir.  حُدُودُ  haberdir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْتَدُو  muzari fiili  ن ‘un hazfiyle meczumdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 


وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ


وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَتَعَدَّ  şart fiilidir. Meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.  حُدُودَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsm-i işaret  أُو۟لَـٰۤىِٕكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الظَّالِمُونَ ‘nin ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. Veya  هُمُ  fasıl zamiridir.  الظَّالِمُونَ kelimesi  اُو۬لٰٓئِكَ’nin haberidir.

اَلطَّـلَاقُ مَرَّتَانِۖ فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْر۪يحٌ بِاِحْسَانٍۜ


Ayet müstenefe olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil ilk cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle haber üslubunda geldiği halde emir manası taşıdığından, muktezâ-i zâhirin hilafına durum arzetmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. 

Kim karısını iki kere boşarsa bundan sonra onu ya iyilikle yanında tutsun veya güzellikle evlilik bağını koparsın demektir. (Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu / Nida Sultan Çelikkaya)

... فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ  cümlesi  فَ  ile atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Mübteda olan  اِمْسَاكٌ ’un haberi mahzuftur. Sanki:  إذا علمتم كيفية التطليق فعليكم أحد الأمرين [Boşanmanın nasıl olacağını bildiyseniz size bu iki şıktan birini yapmak gerekir.] denmiş gibidir. Haberin takdiri;  فعليكم إمساكهن  [Size onları tutmak gerekir.] olabilir.

اِمْسَاكٌ ,  تَسْر۪يحٌ  kelimesine matuftur. تَسْر۪يحٌ  , بِاِحْسَانٍۜ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.

اِمْسَاكٌ  ve  تَسْر۪يحٌ  [Tutmak ve salıvermek ] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

مَعْرُوفٍ  -  اِحْسَانٍۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Rivayet olunur ki Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün kızı Cemile, kocası Sabit b. Kays'ı sevmezmiş. Resulullah'a gelmiş de, "Ya Resulallah! Ne ben, ne Sabit, başlarımızı hiçbir şey bir araya getiremeyecek. Vallahi dininde, ahlakında bir ayıbını görmüyorum. Ancak İslam'dan sonra küfre düşmeyi çirkin görüyorum; ona da buğzumdan, nefretimden (kinimden) tahammül edip dayanamıyorum. Bir gün perdenin bir tarafını kaldırıp baktım, karşıdan birkaç kişi içinde gördüm; ne göreyim içlerinde en siyahı, en kısası, en çirkin yüzlüsü o." demiş, sonra bu ayetin inmesi ile Sabit'ten mehir olarak aldığı bahçeyi ona verip hul' olmuştu. (Mal karşılığında boşanmıştı.) Nesâi, Talak, 53; İbn Mâce, Talak, 22. (Elmalılı) İltifat sanatı vardır, zamirler değişmiştir. 

وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَأْخُذُوا مِمَّٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ شَيْـٔاً اِلَّٓا اَنْ يَخَافَٓا اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ


وَ  atıf veya istînâfiyyedir. Cümle menfi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar harfi اَنْ ’i takip eden ...تَأْخُذُوا مِمَّٓا  cümlesi, masdar teviliyle ref mahallinde  لَا يَحِلُّ  fiilinin failidir. Masdar-ı müevvel olan bu cümle, nefy harfi  ما  ve istisna harfi  اِلَّٓا ile oluşan kasr nedeniyle faide-i haber talebî kelamdır.

تَأْخُذُوا - اٰتَيْتُمُوهُنَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır. 

İkinci masdar harfi  اَنْ  ve masdar-ı müevvel  يَخَافَٓا  cümlesi, nasb mahallinde  شَيْـًٔا ‘den istisna edilen şey veya haldir.

Üçüncü masdar harfi  اَنْ  ve menfi fiil cümlesi  يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ , masdar teviliyle  يَخَافَٓا fiilinin mef’ûlün bihidir. 

Az lafızla çok anlam ifade eden  حُدُودَ اللّٰهِۜ  izafetinde, lafza-i celâle muzaf olması  حُدُودَ ’a şan ve şeref kazandırmıştır.

وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَأْخُذُوا مِمَّٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ شَيْـًٔا  [Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helal olmaz.] Bu ayet, kocalara kadınlara verdikleri mehri geri almalarının haram olduğunu bildiren bir hitaptır.  اِلَّٓا اَنْ يَخَافَٓا  [Korkmanız müstesna] ifadesi erkek ve kadının bilmesi müstesna anlamındadır. Burada bilmek korku olarak nitelenmiştir. Çünkü kişi, korkacağı şeyi bildiğinde korkar.  يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ  [Allah’ın sınırlarında kalmakta…] Yani koca karısının kendisini sevmediğini, görevini yerine getirmediğini biliyor bu da onu aynısıyla karşılık vermeye sevk ediyorsa Allah’ın sınırlarını terk etmiş olacaklardır. Bu durumda kadının مخالع (boşanma) talep etmesi, erkeğin de bunun karşılığında kadından boşanma bedelini alması helal olur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۙ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا ف۪يمَا افْتَدَتْ بِه۪ۜ


فَ  istînâfiyye,  اِنْ  şartiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  خِفْتُمْ  şart fiilidir. اَلَّا  masdar harfi  اَنْ ve nefy harfi لا ’dan oluşmuştur.

Masdar harfi  اَنْ  ve menfi fiil cümlesi  يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ , masdar teviliyle  خِفْتُمْ  fiilinin mef’ûlün bihidir.

فَ  karinesiyle gelen menfi cevap cümlesi  لَا جُنَاحَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sılası  افْتَدَتْ  olan ism-i mevsûl  ف۪ي  , مَا  harfiyle birlikte mahzuf hale müteallıktır.

خِفْتُمْ - يَخَافَٓا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ  cümlesinin tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

جُنَاحَ - يَحِلُّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


 تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَعْتَدُوهَاۚ

 

Mübteda ve haberden müteşekkil  تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ  cümlesi müstenefedir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini ve şerefini ifade eder. İşaret edilen Allah’ın koymuş olduğu kurallardır. 

تِلْكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse, aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkuku, yani hükmün gerçekleşmesidir .

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)

فَلَا تَعْتَدُوهَاۚ  mahzuf şartın  فَ  karinesiyle gelen cevabıdır. Cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; إن وعيتموها فلا تعتدوها  [Eğer bunun farkına varırsanız, onu aşmayın.] olabilir.

 

 وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

 

وَ  istînafiyedir. Cümlenin,  تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ  cümlesine matuf olduğu da söylenmiştir. 

Şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Şart cümlesi  يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ  müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesine dahil olan  فَ  rabıta harfidir. Şart cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Haberin marife gelmesi ve fasıl zamiri olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesi, ayrıca sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edileni tahkir içindir.

حُدُودُ اللّٰهِ  izafeti ve  اللّٰهِ  lafzı ayette dört kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir,  Siyaktaki önemine binaen yapılan bu tekrarlarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.                                                                

Bu ayette dört kere zamir yerine Allah isminin zikredilmesi ilahi mehabeti, yani korkuyu daha fazla izhar etmek, kalplere Allah korkusu salmak içindir. Nehiyden sonra ceza, vaîdi (tehdidi) ağırlaştırır.

فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ  Burada sıfat mevsufa tahsis edilmiştir. (Safvetü't Tefâsir)

[Bu söylenenler Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın.] Yani bunlar Allah’ın hükümleri ve farzlarıdır. Onları aşmayın. [Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.] Yani kim Allah’ın emirlerini çiğneyerek yasakladığı şeyleri yaparsa kendisine zarar verir ve her şeyi yanlış yere koymuş olur. Buradaki  مَنْ  ismi çoğul anlamı taşır. Bu sebeple “onlar” buyurmuştur. Bir rivayete göre de [Bunlar Allah’ın hükümleridir] denirken bu ayetten önce zikredilen şarap, kumar ve burada zikredilen bütün konular kastedilmiştir. Yine bunun, öncesine hamledilmesi de mümkündür. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Bakara Sûresi 230. Ayet

فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتّٰى تَنْكِحَ زَوْجاً غَيْرَهُۜ فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يَتَرَاجَعَٓا اِنْ ظَـنَّٓا اَنْ يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ يُبَيِّنُهَا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ  ...


Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. (Bu koca da) onu boşadığı takdirde, onlar (kadın ile ilk kocası) Allah’ın koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp evlenmelerinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın, anlayan bir toplum için açıkladığı ölçüleridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنْ eğer
2 طَلَّقَهَا (erkek) yine boşarsa ط ل ق
3 فَلَا
4 تَحِلُّ helal olmaz ح ل ل
5 لَهُ ona
6 مِنْ
7 بَعْدُ artık bundan sonra ب ع د
8 حَتَّىٰ kadar
9 تَنْكِحَ (kadın) nikahlanıncaya ن ك ح
10 زَوْجًا kocaya ز و ج
11 غَيْرَهُ başka bir غ ي ر
12 فَإِنْ eğer
13 طَلَّقَهَا O (vardığı adam) da boşarsa ط ل ق
14 فَلَا yoktur
15 جُنَاحَ bir günah ج ن ح
16 عَلَيْهِمَا kendilerine
17 أَنْ
18 يَتَرَاجَعَا tekrar birbirlerine dönmelerinde ر ج ع
19 إِنْ eğer
20 ظَنَّا inanırlarsa ظ ن ن
21 أَنْ
22 يُقِيمَا koruyacaklarına ق و م
23 حُدُودَ sınırlarını ح د د
24 اللَّهِ Allah’ın
25 وَتِلْكَ işte bunlar
26 حُدُودُ sınırlarıdır ح د د
27 اللَّهِ Allah’ın
28 يُبَيِّنُهَا açıklamaktadır ب ي ن
29 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
30 يَعْلَمُونَ bilen ع ل م

Ahsen Talak (en güzel boşama) adı verilen boşamayı Talak Suresi 1. ayet beyan eder. Bu ayetse dönüşü mümkün olan boşanmanın sınırını açıklar. Bu izin ikisi veya üçü bir arada değil, iki ayrı zamanda kullanılabilir. Zira “merra” nın bir anlamı da “zamanda bir bölüm” dür. Bu boşama türü, boşanma hakkını geri dönülemez biçimde sonuna kadar tüketen kişiyi ele almaktadır. Verilen iki fırsat da tüketilerek üçüncüsü ve sonuncusu da kullanılmışsa eşlerin beraberliği deneme süresi bitmiş ve nikahın saygınlığı tükenmiş demektir.

Allah kulunun izzetini korur!

Maalesef günümüz müslümanları özellikle Pakistan ve Hindistan’da çokça olmak üzere böyle bir durum olduğunda boşadığı eşini para karşılığı bir günlüğüne nikahlayacak bir adam buluyor ve ertesi gün boşatıp hanımı tekrar nikahına alıyor ve böylece ayetin gereğini yerine getirdiğini düşünüyor. Oysa Allah herşeyi hakkıyla bilen ve görendir.

Sebt günündeki avlanma yasağını, bir gün önce denize ağ atarak ertesi gün avlanmayan ve ayete uygun davrandığını düşünen Yahudileri hatırlamamak elde  değil...

فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتّٰى تَنْكِحَ زَوْجاً غَيْرَهُۜ 


فَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. طَلَّقَ şart fiili olarak mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَحِلُّ  muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. لَهُ  car mecruru  تَحِلُّ  fiiline müteallıktır. مِنْ بَعْدُ  car mecruru  تَحِلُّ  fiiline müteallıktır. بَعْدُ kelimesinin sonundaki ötre, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  تَنْكِحَ  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  تَحِلُّ  fiiline müteallıktır. زَوْجًا  kelimesi  تَنْكِحَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak fetha ile mansubtur. غَيْرَ  kelimesi  زَوْجًا ’in sıfatıdır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يَتَرَاجَعَٓا اِنْ ظَـنَّٓا اَنْ يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ


فَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. طَلَّقَ şart fiili olarak mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  جُنَاحَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. عَلَيْهِمَا  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, takdir edilmiş  في harf-i ceriyle birlikte  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. ظَنَّٓا  şart fiili olarak mahallen meczumdur.  اَنْ  ve masdarı müevvel,  ظَنَّٓا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. İkinci mef’ûl mukadderdir. Takdiri;  إن ظنّا إقامة حدود الله حاصلة (Allah'ın sınırlarını yerine getireceklerini zannediyorlarsa) şeklindedir. Veya  حُدُودَ  mef’ûlun bihtir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


 وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ يُبَيِّنُهَا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ


İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  حُدُودُ  haberdir.  اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  يُبَيِّنُ  fiili  حُدُودُ اللّٰهِ  hali olarak mahallen mansubtur.  يُبَيِّنُ  muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  لِقَوْمٍ  car mecruru  يُبَيِّنُ  fiiline müteallıktır.  يَعْلَمُونَ  fiili  قَوْمٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يَعْلَمُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur.

فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتّٰى تَنْكِحَ زَوْجاً غَيْرَهُۜ


فَ  istînâfiyye,  اِنْ  şartiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. طَلَّقَهَا   şart fiilidir.

فَ  karinesiyle gelen menfi cevap cümlesi  لَا تَحِلُّ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Gaye bildiren cer ve masdar harfi  حَتّٰى ‘yı takip eden ...تَنْكِحَ زَوْجًا  cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar teviliyle cer mahallinde, لَا تَحِلُّ fiiline müteallıktır. 

Henüz evlenmediği kişi için  زَوْجًا  kelimesinin kullanılması kevniyyet alakasıyla mecâz-ı mürseldir.

طَلَّقَهَا - تَنْكِحَ - زَوْجًا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helal olmaz.] Yani kendisini üç talak ile boşayan kocasına haram olur. Başka bir adamla evleninceye kadar eski kocasının onu nikâhlaması / onunla evlenmesi helal değildir. Buradaki nikâhın karı koca olmak anlamına geldiği söylenmiştir. Allah Teâlâ “eş” ifadesi ile yabancı bir adamı kastetmiştir. Nikâh akdi ile koca olacağından “eş” diye isimlendirmiştir. Dolayısıyla  اَعْصِرُ خَمْرًاۚ  [Şarap sıkıyorum.] (Yûsuf 12/36) ayetinde de olduğu üzere adamı sonunda olacak olan şeyle isimlendirmiştir.  (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يَتَرَاجَعَٓا اِنْ ظَـنَّٓا اَنْ يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ  


فَ  istînâfiyye, اِنْ  şartiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. طَلَّقَهَا  şart fiilidir. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  لَا جُنَاحَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. جُنَاحَ cinsini nefyeden  لَا ‘nın ismidir. لَا ‘nın haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve muzari fiil cümlesi  يَتَرَاجَعَٓا , masdar tevilinde takdir edilen  في harfiyle birlikte  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. 

طَلَّقَهَا - تَنْكِحَ  ve  تَحِلُّ - جُنَاحَ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Fasılla gelen  اِنْ ظَنَّٓا  cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır. Cevap cümlesi mahzuftur. Takdiri;  إن ظنّا أن يقيما حدود الله فلا جناح عليهما أن يتراجعا  [Eğer Allahın hududunu yerine getireceklerini zannediyorlarsa, dönmeleri sebebiyle o ikisinde günah yoktur.] şeklinde olabilir.

وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ يُبَيِّنُهَا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ


Mübteda ve haberden müteşekkil  تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ  cümlesi müstenefedir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Önceki cümle tekrarlanmıştır. Konunun önemini vurgulama kastı taşıyan bu tekrarda ıtnâb ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilenin önemini ve şerefini ifade eder. İşaret edilen Allah’ın koymuş olduğu kurallardır. 

تِلْكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse, aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkuku, yani hükmün gerçekleşmesidir.

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)

حُدُودُ اللّٰهِ  izafeti tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir. Kur’an’da bazı ifadeler çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin.  Siyaktaki önemine binaen yapılan bu tekrarlarda ıtnâb ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

حُدُودَ اللّٰهِۜ ; heybeti artırmak ve ruhlara korku salmak için, zamir yerine Allah ismi getirilmiştir. Yasağın ardından tehdidin getirilmesi, onun şiddetini vurgulamak içindir.(Safvetü't Tefâsir)

Ayetin sonundaki hal cümlesi  وَ ’sız gelmiş hal-i müekkededir.  حُدُودُ اللّٰهِ ‘ın halidir.  يَعْلَمُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat ve hal cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanadır.

[Bunlar Allah’ın sınırlarıdır.] Yani Allah’ın hükümleri ve dininin kurallarıdır. [Allah bunları bilmek, öğrenmek isteyenler için açıklar.] Yani bunu bilen bundan faydalanır. Yani Allah Teâlâ’nın beyanı ile onların dünya ve ahirette iyi halde olmalarını bilmek için tefekkür eder. [Allah’ın sınırları] ifadesi bu ayetlerde nikâh ile ilgili geçen bütün hükümlere dönmektedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Günün Mesajı
Ğafûr (Çok affeden) ismi genellikle Kur’ân’da Rahîm (Çok merhametli) ile birlikte gelir, burada Halîm ile birlikte gelmiştir.
Halîm; duygularına kapılarak hareket etmek demek olan cehlin zıddıdır. Teenni ile hareket eden, kızınca hemen tepki göstermeyip düşünen demektir. Allah Teala da bizlere mühlet verir, bir günah işleyince hemen cezalandırmaz. Çok affedicidir. Biz de bu isimle vasıflanmaya çalışmalıyız.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Allah Teala’nın koyduğu her sınırda - hikmetini idrak etsek de, etmesek de - bizim için bir hayır olduğuna iman ettik. Hem kendimizin, hem de etrafımızdakilerin hakkına girmekten korunuyoruz.

Şeriat dünya hayatını kolaylaştırmakta. Yükü hem kendimize, hem de başkalarına hafifletmekte. Aşırıya meyil eden ve kafasına estiğine göre hareket etmek isteyen nefse ‘dur bakalım’ diyerek, bizlere kim olduğumuzu hatırlatmakta. Nereden geldiğimiz, ne için yaşadığımız ve nereye gittiğimiz üzerinde düşünmemizi istemekte. ‘Sen müslümansın ve öyle yaşa ki müslümanlığın halinden, tavrından, sözünden belli olsun.’ demekte.

 Bir müslüman başıboş hareket etmez. Hayatının her alanında, Allah’ın yardımını dileyerek kendinden emin ve adımlarını sağlam atarak ilerlemeye çalışır.

Müslümanın hali ve değeri başka. Boş yaşayamayacak kadar değerli. Müslümanın yaptığı her işte bir güzellik gizli. Baktığı her yerde bir muhabbet saklı. Çabaladığı her iş müjdelere gebe. Bu yüzden, “Allah’a teslim oldum” diyenin hayatı bilinçsizce harcanamayacak ve kararları bilinçsizce alınamayacak kadar kıymetli.

Rabbim! Verdiğim her kararda, attığım her adımda, söylediğim her sözde ve aldığım her nefeste Sana emanetim. Kararlarım, adımlarım ve sözlerim daima rızana uygun olsun ve kalbimde nice hayır kapıları açsın. Aceleci, zalim ve cahil olmaktan Sana sığınırım. Hayatımı hayırlı, bereketli ve verimli yaşamamda, dünyadaki her anımda sınırlarına uymamda yar ve yardımcım ol.

***

Doğum ve ölüm gibi evlilik ve boşanmak da hayatın mühim bir parçasıdır. Allah-u Teâlâ, insanın hayatının her dönemini, İslam dini ile müthiş bir düzene sokmuştur. Böylece, cahiliye insanını nefsani hırslarından ya da benimsediği faydasız toplumsal gelenek ve inançlarından sıyırarak; her hareketi ve sözüyle aklını kullanan bilinçli bir varlığa dönüştürmüştür.

İslam dininde, aileye verilen önem büyüktür. En başta, kadın ve erkeğin, helal sınırlar içinde ve net ifadelerle yuva kurması emredilmiştir. Haram ilişkilerin önü kesilmiş; böylece hem yetiştirilen çocuklar, hem de toplumun geneli belirsizliklerden ve ahlaksızlıklardan, mümkün olduğunca uzak tutulmaya yani kişilerin ve aile içindeki tarafların hakları korunmaya çalışılmıştır.

Aile, evlilik ve boşanma bahisleri uzundur ve hocalar tarafından anlatılması daha uygundur. Kısaca bir konuya değinirsek eğer; Kur’an-ı Kerim’deki kimi ayetler, insanın bencilliğinden ve kibrinden dolayı sebep olduğu önemli ve güncel hususlara parmak basmıştır. Boşanmayla ilgili olan ayetlerden birinde şöyle bir ifade vardır: “Boşama iki keredir. Her ikisinden sonra ya iyilikle evlilikte tutmak ya da güzellikle serbest bırakmak gerekir.”

İslam’dan önce ve sonra, Batı’da ve Doğu’da; birçok erkek, zamanında sevdikleri hanımlarından vazgeçmekte zorlanırlar. Mesela cahiliye döneminde bir erkek, eşini istediği kadar boşar ve sonra geri alırdı. Günümüzde de boşanmaların uzatıldığı ya da boşanan kimi erkeğin yeniden evlense dahi, eski eşinin yeniden yuva kurma ihtimaline tepki verdiği ve hatta bazen engel olmaya çalıştığı görülür. 

Bu tür haksız zorluklardan dolayı ayrılamayan ya da ayrılmasına rağmen hayatına devam edemeyen kadınların çokluğu üzücüdür. Günümüz psikolojisinde de kimi yazılar bu tezi yani erkeklerin eşlerinden vazgeçememe tezini desteklemektedir ve hatta kadınların gerektiğinde daha kolay ayrılığı kabullendiklerini yani hayatlarına devam ettiklerini belirtir.

Sebeplere, günümüz tabirleriyle biraz romantik, biraz da merhametli ifadelerle yaklaşılmaya çalışılır. Dizi, film ve kitaplarda sevdiği kadından vazgeçemeyen kaba erkekler çekici gösterilir. Gerçek hayatta ise bu hal romantiklikten uzak ve yıpratıcıdır. Kimi zaman, ne yazık ki tehlikeyle ya da zulümle sonuçlanmaktadır. Zira aslında zulme varan hareketlerin temelinde; bencillik, hırs, kibir ya da belki kin yatmaktadır. 

Nefsinin şiddetli duygularına göre hareket eden bir insanın sınırları yoktur. Allah, kullarını, İslam dini ile bu sınırsızlığın doğuracağı tehlikelerden korur ve hayatın her alanında olduğu gibi eşlerin ayrılma durumunda da; nefsani duygularla değil, İslam’ın sınırlarına riayet ederek adaletle hareket etmeye davet eder.

Ey Allahım! Hayatımızın her dönemini; gönüllerimize ferahlık getirecek hayırlarla ve insanlarla bereketlendir. Bilmeden istediklerimizle imtihan olunmaktan muhafaza buyur. Nefsani duygulardan dolayı zulmetmekten ya da zulme uğramaktan muhafaza buyur. Yaşamın her evresinde makul ve adil olanlardan; nefsinin hırslarına değil, İslam’ın sınırlarına riayet edenlerden eyle ve karşımıza hakiki manada iyi olan insanları çıkar ve bizi de iyilerden eyle. Her hareketimizle ve sözümüzle; rızanı gözeterek aklını kullanan ve bilinçli adım atan salih kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji