بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍۖ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَاراً لِتَعْتَدُواۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ وَلَا تَتَّخِذُٓوا اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواًۘ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَمَٓا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | zaman |
|
2 | طَلَّقْتُمُ | boşadığınız |
|
3 | النِّسَاءَ | kadınları |
|
4 | فَبَلَغْنَ | ulaştıklarında |
|
5 | أَجَلَهُنَّ | (iddetlerinin) sonuna |
|
6 | فَأَمْسِكُوهُنَّ | ya onları tutun |
|
7 | بِمَعْرُوفٍ | iyilikle |
|
8 | أَوْ | ya da |
|
9 | سَرِّحُوهُنَّ | bırakın |
|
10 | بِمَعْرُوفٍ | iyilikle |
|
11 | وَلَا |
|
|
12 | تُمْسِكُوهُنَّ | onları (yanınızda) tutmayın |
|
13 | ضِرَارًا | zarar vermek için |
|
14 | لِتَعْتَدُوا | haklarına tecavüz edip |
|
15 | وَمَنْ | kim |
|
16 | يَفْعَلْ | yaparsa |
|
17 | ذَٰلِكَ | bunu |
|
18 | فَقَدْ | muhakkak |
|
19 | ظَلَمَ | zulmetmiştir |
|
20 | نَفْسَهُ | kendine |
|
21 | وَلَا |
|
|
22 | تَتَّخِذُوا | edinmeyin |
|
23 | ايَاتِ | ayetlerini |
|
24 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
25 | هُزُوًا | eğlence |
|
26 | وَاذْكُرُوا | düşünün |
|
27 | نِعْمَتَ | ni’metini |
|
28 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
29 | عَلَيْكُمْ | size olan |
|
30 | وَمَا |
|
|
31 | أَنْزَلَ | indirdiklerini |
|
32 | عَلَيْكُمْ | size |
|
33 | مِنَ | -tan |
|
34 | الْكِتَابِ | Kitap- |
|
35 | وَالْحِكْمَةِ | ve Hikmet(ten) |
|
36 | يَعِظُكُمْ | size öğüt vermek için |
|
37 | بِهِ | onunla |
|
38 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
39 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
40 | وَاعْلَمُوا | ve bilin ki |
|
41 | أَنَّ | şüphesiz |
|
42 | اللَّهَ | Allah |
|
43 | بِكُلِّ | her |
|
44 | شَيْءٍ | şeyi |
|
45 | عَلِيمٌ | bilir |
|
Kur’ân’da bir tek emir sonrasında bu kadar uyarı gelen başka bir ayet daha yoktur.
Emredilen şey: ”....Sırf zulmetmek ve zarar vermek üzere onları tutmayın” dır.
Uyarı:
1-Kim böyle yaparsa şüphesiz kendisine zulmetmiş olur.
2-Allah’ın âyetlerini alaya almayın.
3-Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın.
4-Size nasihat vermek üzere indirilen kitabı ve hikmeti hatırlayın.
5-Allah’tan sakının.
6-Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
Günümüzde boşanmalar sonrası erkekler tarafından gerçekleştirilen kadın cinayetleri bu ayetlerin anlaşılmaması ve kalbimize inmemiş olmasından mıdır ne dersiniz...Ebû Hüreyre (ra) rivayet ediyor. Rasûlullah (sav) buyurdular ki:
Üç şey vardır ki, ciddisi de ciddî, şakası da ciddidir: Nikâh, boşama ve kişinin ric'i talakla boşadığı hanımına geri dönmesi.
Camiussağir - 3451
مسك Meseke :
إمْساكٌ bir şeye yapışmak ve onu korumaktır. İstif'al babındaki إسْتَمْسَكَ formu bir şeye yapışmaya ve korumaya çalışmak demektir. Cimrilik kinaye yoluyla إمْساكٌ olarak adlandırılmıştır. Yiyecek ve içecekle ilgili kullanılan مُسْكَة sözcüğü ise kalan yaşamı tutacak/sürdürmeyi sağlayacak yiyecek ve içecektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 27 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri misk, mis, imsak, misket ve Müge'dir.
(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍۖ
وَ istînâfiyyedir. إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. طَلَّقْتُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. النِّسَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ atıf harfidir. بَلَغْنَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Nûnu’n-nisve fail olarak mahallen merfûdur. اَجَلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اَمْسِكُو fiili ن ’un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِمَعْرُوفٍ car mecruru اَمْسِكُو fiilinin failine ait mahzuf hale müteallıktır. Takdiri; متلبسين بمعروف (bilgiyle kuşanmış halde) şeklindedir.
اَوْ atıf harfi tahyîr içindir. سَرِّحُو fiili نَ ‘un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِمَعْرُوفٍ car mecruru, سَرِّحُو fiilinin failine ait mahzuf hale müteallıktır.
فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ [... onlar da iddetlerini bitirdiklerinde] yani ‘’iddetlerinin sonuna ulaşıp, iddetin nihai sınırına yaklaştıklarında…’’ demektir. Ecel [iddet], bütün bir süreye ve sürenin sonuna denk düşen isimdir; insanın ömrüne ecel dendiği gibi, bu ömrün son bulduğu ölüme de ecel denir. غَايَة [nihai sınır] ve اَلْاَمَدَ [son] kelimeleri de bunun gibidir. Nahiv alimleri: “ -مِن- ibtidaî gaye (en başından itibaren), -إلى- ise intihaî gaye (en son) içindir” derler. (Keşşâf)
وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَاراً لِتَعْتَدُواۚ
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُمْسِكُو fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ضِرَارًا sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir. Yani, لأجل الضرار demektir. Veya, masdar hal yerindedir. Yani مضارِّين لهن (Onlar için zarar olarak) demektir.
لِ harfi, تَعْتَدُواۚ fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ceriyle birlikte ضِرَارًا ’e müteallıktır.
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَفْعَلْ meczum muzari fiildir. مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda şart fiilidir. ذٰلِكَ işaret ismi mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ل harfi buûd, yani uzaklık bildirir, ك ise muhatap zamiridir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. ظَلَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. نَفْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواًۘ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَمَٓا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ
وَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّخِذُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. اٰيَاتِ kelimesi mef‘ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesredir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هُزُوًاۘ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَ atıf harfidir. اذْكُرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. نِعْمَتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَيْكُمْ car mecruru نِعْمَتَ اللّٰهِ izafetinin mahzuf haline müteallıktır.
و atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ ‘dir. اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru اَنْزَلَ fiiline müteallıktır. مِنَ الْكِتَابِ car mecruru mukadder اَنْزَلَ fiilinin mef’ûlunun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; ما أنزله عليكم من الكتاب (Size kitap olarak indirdiği şey) şeklindedir.
و atıf harfidir. الْحِكْمَةِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْكِتَابِ ’e matuftur. يَعِظُ fiili اَنْزَلَ fiilinin failinden hal olarak mahallen mansubtur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِه۪ car mecruru يَعِظُ fiiline müteallıktır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟
و istînâfiyyedir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَ atıf harfidir. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ۟ ’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ۟ ise اَنَّ ’nin haberidir.
وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍۖ
وَ atıf veya istînâfiyedir. Ayet şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart harfi, müstakbel manalı zaman zarfı اِذَا , şart fiili olan طَلَّقْتُمُ fiiline muzaftır. ...بَلَغْنَ cümlesi فَ ile طَلَّقْتُمُ ‘a atfedilmiştir
Rabıta harfi فَ ile gelen cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ف harfi, takibiyye için gelmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1486)
Aynı üslubtaki سَرِّحُوهُنَّ cümlesi, cevap cümlesine matuftur.
اَوْ atıf harfi bu cümlede muhayyerlik ifade eder.
اَوْ edatı metin içerisinde çoğunlukla bu anlam ilişkisini ifade eder. İki veya daha fazla seçenek arasında muhatabın bunlardan yalnız birini tercih etmesi için kullanılır. Tahyîr, haber cümlelerinde değil de inşâ (dilek) cümlelerinde görülür. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
اَمْسِكُوهُنَّ - سَرِّحُوهُنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ cümlesiyle سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ ifadesi,‘’iddetlerinin sona ermesine yaklaştıklarında’’ demektir. Bu cümlede iddet süresinin tümüne verilen isim, ekserisine verilmiştir. Bu, mecâz-ı mürseldir. Zira iddetin tümü sona ermiş olursa, kocanın kadını tutması mümkün değildir. Halbuki Yüce Allah, [onları iyilikle tutun,] buyuruyor. (Safvetü't Tefâsir)
‘’Ecel" kelimesi, müddet anlamında kullanıldığı gibi, müddetin sonu anlamında da kullanılır. Burada ecel, iddetin sonu demektir. "Bulûğ" kelimesi de, bir şeye vâsıl olmak anlamındadır. Bazen manası genişletilerek (mecaz olarak) yaklaşmak anlamında da kullanılır. Burada kastedilen mana da budur. Çünkü, iddet müddeti sona erdikten sonra kadını tutmak dinen mümkün değildir. Yani rec'î (tekrar dönme imkânı bulunan) talakla boşanmış kadınlara, iddetleri sona yaklaştığında, kendilerine zarar vermeden evliliğin devam etmesi istenebilir veya bu kadınlar süreleri sona erinceye kadar iyilikle kendi hallerine bırakılır. Görüldüğü üzere ayette ifade edilen bu hüküm, bir şekilde eski evlilik hükmünü iade etmektedir. Bu da, evliliğin mümkün mertebe muhafaza edilmesi gereğinin bir ifadesidir. (Ebüssuûd)
طلاق, Arapçada mutlak “kayıtsız şartsız” demektir. طَلَّق fiili burada istiare olarak boşamak manasındadır. Nikâh akdi kadını bağlayan bir bağa benzetilmiş, talak da o bağın çözülmesi, serbest bırakılması gibi anlam ifade ederek, meknî istiare olmuştur.
اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ [Kadınları boşadığınız zaman] ifadesi,‘’eşlerinizi boşadığınızda’’ demektir. Buradaki elif-lam izafet yerine gelmiştir. فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ [Ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit] ifadesi,’’iddetlerini doldurmaya yaklaştıklarında’’ demektir. Ecel, bir şeye süre olarak belirlenen müddettir. بَلَغْ ; ulaşmak, yaklaşmak anlamındadır. فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ [Ya onları iyilikle tutun.] ifadesi; akılların alışkın olduğu, nefislerin aşina olduğu şekilde onlara iyilikle dönün demektir. İyiliğin zıddı kötülüktür. Kötülük; akılların hoşlanmadığı, örf ve âdet bakımından nefislerin çirkin gördüğü şeylerdir. Burada kastedilen iyi geçimdir. Bir görüşe göre hediyedir. Bir görüşe göre fazlaca mehir vermektir. سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍۖ [Yahut iyilikle bırakın.] Yani iddet süreleri dolana kadar onları bırakın demektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
بلغ bir şeye ulaşmaktır, mecazen bir şeye yaklaşmaya da denir. Ayetten murad edilen de odur. O zaman [onları iyilikle tutun, yahut iyilikle salıverin] hükmünün ona bağlanması sahih olur. Çünkü süre bittikten sonra tutmak yoktur. (Beyzâvî)
وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَاراً لِتَعْتَدُواۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ
Cümle فَاَمْسِكُوهُنَّ cümlesine matuftur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. ضِرَارًا mef’ûlün lieclih veya haldir.
Buradaki الضرار kelimesinden maksat, kötü muameledir, kadının nafakasını kısmaktır. “zarar vermeniz için” buyruğundan kasıt da; “Onlara zarar vermeyin!’’ demektir. (Fahreddin er-Râzî)
تَعْتَدُواۚ cümlesine dahil olan sebep bildiren masdar harfi لِ nedeniyle cümle, masdar teviliyle لَا تُمْسِكُوهُنَّ fiiline müteallıktır.
Müteakip cümlede وَ, istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelamdır.
İsim cümlesi formundaki şart cümlesinin haberi يَفْعَلْ , aynı zamanda şart fiilidir. Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Yapılmaması gereken şeyin ذٰلِكَ ‘yle işaret edilmesi tahkir ifade eder. Ayrıca ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret, işaret ismiyle olursa, aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisinde de vücudun tahakkuku, yani hükmün gerçekleşmesidir.
قَدْ tahkik harfi ile tekit edilen mazi fiil cümlesi ظَلَمَ نَفْسَهُۜ , mübteda olan مَنْ ’in haberidir.
لَا تُمْسِكُوهُنَّ - اَمْسِكُوهُنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواًۘ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَمَٓا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ
وَ istînâfiyye, لَا nahiyedir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Allah'ın ayetlerini eğlence edinmemek emrinden, zarar vermek için kadınları nikâh altında tutmamak emri de kastedilmiş olabilir. Çünkü, o kadınlara rağbet etmeden geri dönmek, Allah'ın (celle celâlühü) ayetlerinin zahiri ile amel etmek olur, hakikati ile amel etmek olmaz. İşte Allah'ın ayetlerini eğlence edinmenin bir manası da budur.
Bir görüşe göre de; bazıları kadınları nikahlıyor sonra da boşuyorlardı. Köleleri azat ediyor, sonra da:
"- Ben öylece eğlenmek için yapıyordum" diyorlardı.
İşte bunlara cevap olarak ayetin bu kısmı nazil oldu. Bundan dolayıdır ki Peygamber sav şöyle buyurmuştur:
"Üç şey vardır ki ciddilikleri de şakaları da ciddi kabul edilir: Nikâh, talak (boşamak), azat etmek." (Ebüssuûd)
Hak Teâlâ'nın buyruğu bir tehdittir. Tehdit de tekliflerden sonra zikredildiğinde, bu tehdit, başka bir şeyden dolayı değil, mükellefiyetleri terk etmeden dolayı olmuş olur.
Bil ki Allahu Teâlâ gerekli tehdidi belirterek, mükellefiyetleri yerine getirme konusunda insanları teşvik ettiği gibi, onlara çeşitli nimetlerini vereceğini söylemek ve hatırlatmak suretiyle de onları mükellefiyetleri işlemeye teşvik etmiş, bunları ilk önce kısaca zikretmeye başlayarak, "Allah'ın size olan nimetini hatırlayınız." buyurmuştur. Bu, gerek dünyevi gerekse dinî bakımdan Allahu Teâlâ'nın kuluna lütfettiği nimetlerin hepsini içine alır. Allahu Teâlâ bu mücmel emrinden sonra, dinî nimetleri zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Öncesiyle arasında inşâî olmak bakımından ittifak bulunan ...وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir.
نِعۡمَةَ ٱللَّهِ izafeti, veciz ifadenin yanında nimet için şan ve şereftir.
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
Lafza-ı celâl, teberrük ve haşyet uyandırmak maksadıyla tekrarlanmıştır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
İsm-i mevsûl مَٓا ve sılası نِعْمَتَ ‘ye matuftur. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
يَعِظُكُمْ cümlesi, الْحِكْمَةِ ’nin halidir. Hal, cümlenin anlamını kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Hatırlanması istenen şeyler; Allah’ın nimeti, kitap ve hikmet olarak sıralanması taksim sanatıdır.
نِعْمَتَ - الْكِتَابِ - الْحِكْمَةِ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَمَٓا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ [Allah'ın size verdiği nimetini ve size indirdiği kitap ve sünneti hatırlayınız.] Bu ayette hususi olan şey, umumi olan üzerine atfedilmiştir. Çünkü önce geçen nimetten maksat Allah'ın nimetleridir. Daha sonra onun üzerine atfedilen kitap ve sünnet ise bu nimetlerin bir kısmıdır. (Safvetü't Tefâsir)
Ayette Kur’an'ın önce müphem olarak "O şey ki Allah, size onu indirdi" denmesi ve sonra o indirilen şeyin beyan edilmesi Kur’an için apaçık bir tazimdir. Ayette, Allah'ın (celle celâlühü) hatırlanmasını emir buyurduğu nimete Kur’an öncelikle dahil olduğu halde ayrıca zikre değer bulunması, Kur’an'ın şerefini göstermek ve insanları daha önce zikredilen hükümleri gözetmeye daha fazla teşvik etmek içindir. (Ebüssuûd)
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟
وَاتَّقُوا اللّٰهَ cümlesi makabline matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Yine emir üslubunda talebî inşâî isnad formunda gelen son cümle, وَ ile اتَّقُوا اللّٰهَ ‘ye atfedilmiştir. اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, masdar teviliyle اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkarî kelam olan cümle, اَنَّ ve müteallıkın amiline takdimi ile tekid edilmiştir.
Muhatap olan müminlerin Allah’ın her şeyi hakkıyla bildiği konusunda şüpheleri olmadığı halde kelamın iki unsurla tekid edilmesi, müminlerin bu bilgiye göre yaşamadıkları için münkir yerine konmuş olmaları dolayısıyladır.
Müsnedün ileyh, tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
اللّٰهَ lafzı ayette dört defa zikredilmiştir. Lafza-i celâlin teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma, korkuyu artırma amacına matuf tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهَ isminde tecrîd sanatı vardır.
وَاعْلَمُٓو - عَل۪يمٌ۟ kelimeleri arasında güzel sanatlardan iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. (Safvetü't Tefâsir)
"Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah her şeyi pek iyi bilmektedir". Bu da tekit ve tehdittir. (Beyzâvî)
وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ اِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ ذٰلِكَ يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكُمْ اَزْكٰى لَكُمْ وَاَطْهَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | طَلَّقْتُمُ | boşadığınız |
|
3 | النِّسَاءَ | kadınları |
|
4 | فَبَلَغْنَ | ulaştıklarında |
|
5 | أَجَلَهُنَّ | (iddetlerinin) sonuna |
|
6 | فَلَا |
|
|
7 | تَعْضُلُوهُنَّ | engel olmayın |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | يَنْكِحْنَ | evlenmelerine |
|
10 | أَزْوَاجَهُنَّ | (eski) kocalarıyla |
|
11 | إِذَا | takdirde |
|
12 | تَرَاضَوْا | anlaştıkları |
|
13 | بَيْنَهُمْ | kendi aralarında |
|
14 | بِالْمَعْرُوفِ | güzelce |
|
15 | ذَٰلِكَ | bu |
|
16 | يُوعَظُ | verilen bir öğüttür |
|
17 | بِهِ | onunla |
|
18 | مَنْ | kimseye |
|
19 | كَانَ | olan |
|
20 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
21 | يُؤْمِنُ | inanan |
|
22 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
23 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
24 | الْاخِرِ | ahiret |
|
25 | ذَٰلِكُمْ | bu |
|
26 | أَزْكَىٰ | daha iyi |
|
27 | لَكُمْ | sizin için |
|
28 | وَأَطْهَرُ | ve daha temizdir |
|
29 | وَاللَّهُ | Allah |
|
30 | يَعْلَمُ | bilir |
|
31 | وَأَنْتُمْ | ve siz |
|
32 | لَا |
|
|
33 | تَعْلَمُونَ | bilmezsiniz |
|
Kadının eş seçme hakkını koruyan ayettir. Dönüşü mümkün boşanmalar da iddet tamamlandıktan sonra yeni bir nikah sözleşmesi ancak kadının rızâsına bağlıdır.Kadın isterse eski eşiyle isterse yeni biriyle nikahlanabilir.
Makıl bin Yesar Boşanan kız kardeşinin eski kocasına dönmesine mani olmuş, ayet bunun üzerine inmiştir. (İbn Kesir)
Ayette esas dikkat çeken,” Bu ,İçinizden Allah’a ve ahiret gününe iman etmekte olan elleri kendi ile nasihat olunan bir emirdir” kısmıdır. Normalde Allah Bunu şunu yapmayın deyip devam edebilirdi. Ama Neredeyse “bunu yaparsanız Allah’a ve ahiret gününe imanınız yok demektir” diyor.
Adale عضل :
عَضَلَة (Kas) Sinirli her türlü sert et. Bu kelime mecazi olarak her türlü şiddetli engellemeler için kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece 2 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli adaledir.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ اِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ
وَ istînâfiyyedir. إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart harfi vukû bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. طَلَّقْتُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. النِّسَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. فَ atıf harfidir. بَلَغْنَ sükun üzere mebni mazi fiildir. نَ fail olarak mahallen merfûdur. اَجَلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْضُلُو fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, takdir edilmiş من harf-i ceriyle birlikte تَعْضُلُو fiiline müteallıktır. يَنْكِحْنَ fiili nûnu’n nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Nûnu’n-nisve fail olup mahallen merfûdur. اَزْوَاجَ kelimesi يَنْكِحْنَ fiilinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. تَرَاضَوْا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيْنَ mekân zarfı, تَرَاضَوْا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru تَرَاضَوْا fiiline müteallıktır.
ذٰلِكَ يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. يُوعَظُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Meçhul muzari fiildir. بِه۪ car mecruru يُوعَظُ fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. İsm-i mevsûlun îrabtan mahalli yoktur. كَانَ ’nin ismi müstetir هُوَ zamiridir. مِنْكُمْ car mecruru يُؤْمِنُ fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır. يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ cümlesi كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur. يُؤْمِنُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنُ fiiline müteallıktır. الْيَوْمِ atıf harfi وَ ’la اللّٰهِ lafza-i celâle matuftur. الْاٰخِرِ kelimesi الْيَوْمِ ’nin sıfatıdır.
ذٰلِكَ يُوعَظُ بِه۪ [İşte bununla öğüt verilmektedir.] sözü, Hz. Peygamber aleyhisselâma hitaptır. Başka bir ayette: ذٰلِكُمْ يُوعَظُ بِه۪ (Talâk 65/2) ذٰلِكَ değil de ذٰلِكُمْ ifadesi kullanılarak, ondan önce zikredilenlere hitap edilmiştir. Bu ifadenin tekil için kullanılması da mümkündür. Çünkü kelimeden müfrede işaret anlaşılır. ذٰلِكُمْ kelimesinin sonundaki zamirden onun tekil veya çoğul için kullanıldığı anlaşılmaz. Bu haliyle ذٰلِكُمْ kelimesi sadece işaret anlamı taşır. بِه۪ ifadesindeki zamir ذٰلِكَ kelimesine aittir ve kendisinden önce zikredilen şeylerin hepsine delalet etse dahi tekildir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
ذٰلِكُمْ اَزْكٰى لَكُمْ وَاَطْهَرُۜ
İşaret ismi ذٰلِكُمْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَزْكٰى haber olup elif üzere mukadder damme ile merfû isimdir. لَكُمْ car mecruru اَزْكٰى ’ya müteallıktır. اَطْهَرُ kelimesi atıf harfi وَ ’la اَزْكٰى ’ya matuftur. اَزْكٰى - اَطْهَرُ kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ اِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ
وَ atıf veya istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart harfi, müstakbel manalı zaman zarfı اِذَا , şart fiili طَلَّقْتُمُ ‘a muzaftır. ...بَلَغْنَ cümlesi فَ ile طَلَّقْتُمُ ‘a atfedilmiştir
Rabıta harfi فَ ile gelen cevap cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَنْ ve masdar-ı müevvel bedel olarak nasb mahallindedir. Bedel, ıtnâb sanatıdır.
اِذَا şarttan mücerret zaman zarfı olarak ...تَرَاضَوْا cümlesine muzâf olmuştur.
طَلَّقْتُمُ - يَنْكِحْنَ - اَزْوَاجَهُنَّ ve بَلَغْنَ - اَجَلَهُنَّ kelime grupları arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır. طَلَّقْتُمُ - يَنْكِحْنَ kelimeleri arasında ayrıca tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ ibaresindeki اَزْوَاجَهُنَّ [onların eşleri] kelimesi boşanmış oldukları için veya ikinci bir yoruma göre henüz evlenmedikleri için, kevniyyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ ; iddetlerinin sona ermesine yaklaştıklarında demektir. Bu cümlede iddet süresinin tümüne verilen isim, ekserisine verilmiştir. Bu, mecâz-ı mürseldir. Zira iddetin tümü sona ermiş olursa kocanın kadını tutması mümkün değildir. Halbuki Yüce Allah onları iyilikle tutun, buyuruyor. (Safvetü't Tefâsir)
طلق ; serbest bırakmak demektir. Mutlak kelimesi buradandır. Arapçada mutlak “kayıtsız şartsız” demektir. طَلَّق fiili burada istiare olarak boşamak manasındadır. Nikâh akdi kadını bağlayan bir bağa benzetilmiş. Talak da o bağın çözülmesi, serbest bırakılması gibidir. Meknî istiare vardır.
اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ [Kadınları boşadığınız zaman] ifadesi, ‘’eşlerinizi boşadığınızda’’ demektir. Buradaki elif-lam izafet yerine gelmiştir. فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ [Ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit] ifadesi iddetlerini doldurmaya yaklaştıklarında demektir. Ecel; bir şeye süre olarak belirlenen müddettir. بَلَغْ ; ulaşmak, yaklaşmak demektir.
[Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit…] ifadesi iddetlerini tamamladıkları zaman demektir. Burada bulûğ (ulaşma) kelimesi bitirme anlamında kullanılmıştır. Çünkü devamında nikâhtan bahsedilmektedir ki bu da ancak iddetin tamamlanması ile gerçekleşebilir. Birinci ayette ricat konusuna temas edilmiştir. Bu ayet ise iddet hakkındadır.
فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ [Onların [eski] kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın.] Önceki kocalarıyla evlenmelerine engel çıkarmayın. İmam Şâfiî şöyle demiştir: Bu ayet nikâhın kadınların sözüyle kıyılamayacağına en büyük delildir. Çünkü bu ayette Allah Teâlâ velilere onların evlenmelerine engel olmayı yasaklamıştır. Bu da evlenme konusunda velayetin velilere ait olduğunu gösterir. Biz ise şöyle deriz: Bilakis bu ayet kadının sözüyle nikâh kıyılabileceğine en büyük delildir. Çünkü burada [evlenmeleri] buyurularak evlenme fiili kadınlara nispet edilmiştir. Bu husus, Allah’a hamd olsun, gayet açık ve anlaşılırdır.
Şöyle bir görüş de vardır: فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ [Onlara mani olmayın.] ifadesi eşlerini boşamış olan kocalara yönelik bir hitaptır. Yani boşadığınız kadınların istedikleri kişiyle evlenmelerine engel olmayın demektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Bundan önceki ayette, kadınlara zarar vermek isteyen bazı insanların, boşanan kadınların bekledikleri müddetin sonuna geldiklerinde yaptıklarının hükmü anlatılmıştı. Bu ayette de bekleme müddeti sona erdiğinde onların yaptıklarının hükmü anlatılıyor. Ayetteki hitabın kimlere müteveccih olduğu konusunda üç ihtimal vardır:
1- Ayetteki hitap kadınların velileri için olabilir.
2- Ayetteki hitap kocalar için olabilir: Zira kadınları boşayan bazı erkekler, cahiliye hamiyeti ile kadınlara zulmederek başka kocalara varmalarına engel oluyorlardı.
3- Ayetteki hitap bütün insanlar için olabilir: Çünkü bazı insanların işlediği fiili, bütün insanlara isnad etmek yaygın bir üsluptur. Bunun anlamı, boşanma vukuunda kadınların karşılıklı rıza ile eski kocaları ile evlenmelerine engel olunmasını önlemektir. Bu engel ister veliler, ister kocalar ve ister başkaları tarafından çıkarılmış olsun.
Bu manaya göre ayet, söz konusu evliliğe engel olmanın dindeki önemini ifade eder, ondan şiddetle sakındırır ve insanlar bu engellemeye karşı sessiz kaldıkları takdirde sonucu itibariyle bütün bir toplumdan sadır olmuş gibi kabul edildiğini bildirir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Ma'ruf kelimesi, hem şeriat hem de insanlar arasındaki geleneksel örfe göre güzel ve iyi demektir. (Ebüssuûd)
Zorlama fiili عضل ’den gelir. لَا تَعْضُلُو; zorlamayın, baskı yapmayın demektir. Türkçemizdeki adale (kas) kelimesi bu köktendir.
Bu ayetin başı bir önceki ayetin başı ile aynı gelmiştir. Reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır. Bu iki ayeti bir arada düşünmeliyiz. Önceki ayetin ardından bir emir gelmişti, burada ise nehiy gelmiş.
اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ [Kocalarıyla evlenmelerine…] Burada kocalarından maksat, kendilerini boşamış olan kocalardır. Bu ifade itibarî, yani geçmişteki durumları alakasıyla mecâz-ı mürsel olur. (Safvetü't Tefâsir)
ذٰلِكَ يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
Cümle müstenefe olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlenin müsnedün ileyhi, işaret ismi ذٰلِكَ olarak gelmiştir. Bu, işaret edilene tazim ifade eder. Allah'ın koyduğu kurallara işaret edilmiştir. ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse, aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkuku yani hükmün gerçekleşmesidir.
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi ذٰلِكَ ile kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber, başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa,Hâ-MîmSureleriBelâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)
ذالك [işte bu] işareti, buraya kadar açıklanan hükümler içindir. Hitap da, bundan sonraki hitap gibi ya bütün mükellefler ya da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) içindir. (Ebüssuûd)
Bakara’da ذالك….من كان منكم buyurulmuşken, Talak 2 ayetinde ise ذالكم …من كان يؤمن gelmiştir. Burada son derece dakik izahatler vardır.
Bakara ayetinde, taklil ve teb’id ifade eden lafızlar tercih edilmiştir (ذالك ve من). Çünkü bu ayetin öncesinde talak verdiği eşlerine zulmeden, onlara verdikleri mehri geri almak için onlara baskı yapan kocaların değersizliğine vurgu yapılıyor. Talak ayetinde ise cemi muhatap zamiri ذالكم ve منكم yerine de يؤمن lafızları tercih edilmiştir. Burada hanımlarının mallarına tamah etmeyen zahidlerden bahsediliyor. Dolayısıyla azlık ifadesi olan bir durum yoktur. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni Min Ğaribi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1489)
Sübut ifade eden bu isim cümlesinin müsnedi, muzari fiil sıygasıyla gelmiştir. Fiil mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
Muzari fiil teceddüt, hudûs ve hükmü takviye ifadesinin yanında tecessüm özelliğiyle muhayyileyi harkete geçirir.
Müşterek ism-i mevsûl يُوعَظُ , مَنْ fiilinin mef’ûlüdür. Sılası, كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır. Bu cümlede de müsned muzari fiil gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâdır. Dolayısıyla اللّٰهَ isminde tecrîd sanatı vardır.
ذٰلِكُمْ اَزْكٰى لَكُمْ وَاَطْهَرُۜ
Cümle müstenefe olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlenin müsnedün ileyhi işaret ismi ذٰلِكَ ile gelmiştir. Bu, işaret edilene tazim anlamına gelir. Allah'ın koyduğu kurallara işaret edilmiştir. ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse, aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkuku yani hükmün gerçekleşmesidir .
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi ذٰلِكَ ile kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber, başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)
Sübut ifade eden bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.
اَزْكٰى - اَطْهَرُۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir.] Yani bu öğüdü tutmanız ve zarar vermeyi, zorluk çıkarmayı terk etmeniz sizin için ayrılıktan daha iyi, şüpheden daha temiz bir seçenektir. Bir görüşe göre iki kelime aynı anlamdadır ve temizlik demektir. Bir tevcihe göre زْكٰى çoğalmak, طْهَارُة temizlik anlamına gelir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
İki çeşit temizlikten birinin maddi, birinin manevi olduğu söylenmiştir. اَطْهَرُۜ maddi, اَزْكٰى ise manevi temizliktir.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlenin müsnedün ileyhi tüm esma-i hüsnaya ve kemal sıfatlara şamil Allah ismiyle gelmiştir. Müsned ise muzari fiille gelerek teceddüt, hudûs ve hükmü takviye ifade etmiştir.
Ayetin isim cümlesi formunda gelen son cümlesinde ise müsned, menfi fiil cümlesidir. Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.
يَعْلَمُ - لَا تَعْلَمُون kelimeleri arasında tıbâk-ı selb vardır. علم kelimesi bir kere olumlu, bir kere olumsuz gelmiştir.
اللّٰهَ lafzı ayette iki defa zikredilmiştir. Lafza-i celâlin teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma, korkuyu artırma amacına matuf tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâdır. Dolayısıyla اللّٰهَ isminde tecrîd sanatı vardır.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ ve اَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
يَعْلَمُ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ [Allah bilir] bunda ne gibi yararlar ve güzellikler olduğunu, ne gibi kurtuluş ve üstünlükler bulunduğunu Allah bilir, اَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ [siz bilemezsiniz.] çünkü siz bilgi bakımından eksiksiniz. Siz, kendi görüşünüzü ve reyinizi bir kenara bırakıp, Allah'ın emir ve yasaklarına tutunun. Yapacağınız ve terkedeceğiniz her işte buna dikkat edin. Allah, Kitab'ında tümüyle hayır ve doğru olan şeyi bize öğütlüyor. Aynı zamanda helakimize neden olabilecek her şeyden de bizi engelliyor. Akıl sahipleri, bunları öğüt kulağıyla dinleyecek olanlardır. Nitekim İmam Gazzalî de şöyle diyor: ”Öğüt vermek kolaydır. Zor olan şey, onu kabul etmektir. Çünkü o nasihat, heva ve hevesin zevklerine uyanlar için acı gelir." (Ruhu’l-Beyan)
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُـتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ فَاِنْ اَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاۜ وَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالْوَالِدَاتُ | ve anneler |
|
2 | يُرْضِعْنَ | emzirirler |
|
3 | أَوْلَادَهُنَّ | çocuklarını |
|
4 | حَوْلَيْنِ | iki yıl |
|
5 | كَامِلَيْنِ | tam |
|
6 | لِمَنْ | kimse için |
|
7 | أَرَادَ | isteyen |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | يُتِمَّ | tamamlamak |
|
10 | الرَّضَاعَةَ | emzirmeyi |
|
11 | وَعَلَى | üzerinedir |
|
12 | الْمَوْلُودِ | babanın |
|
13 | لَهُ | (çocuk kendisine ait olan) |
|
14 | رِزْقُهُنَّ | onların yiyecekleri |
|
15 | وَكِسْوَتُهُنَّ | ve giyecekleri |
|
16 | بِالْمَعْرُوفِ | uygun biçimde |
|
17 | لَا |
|
|
18 | تُكَلَّفُ | yükümlü tutulmaz |
|
19 | نَفْسٌ | hiç kimse |
|
20 | إِلَّا | başka |
|
21 | وُسْعَهَا | gücünün yettiğinden |
|
22 | لَا |
|
|
23 | تُضَارَّ | zarara sokulmasın |
|
24 | وَالِدَةٌ | (ne) anne |
|
25 | بِوَلَدِهَا | çocuğu yüzünden |
|
26 | وَلَا | ve (ne de) |
|
27 | مَوْلُودٌ | baba |
|
28 | لَهُ | (çocuğun aidolduğu) |
|
29 | بِوَلَدِهِ | çocuğu yüzünden |
|
30 | وَعَلَى | ve üzerinde |
|
31 | الْوَارِثِ | mirasçının |
|
32 | مِثْلُ | aynı (yükümlülük var)dır |
|
33 | ذَٰلِكَ | bunun |
|
34 | فَإِنْ | eğer |
|
35 | أَرَادَا | isterlerse |
|
36 | فِصَالًا | sütten kesmek |
|
37 | عَنْ |
|
|
38 | تَرَاضٍ | rızalarıyla |
|
39 | مِنْهُمَا | kendi aralarında |
|
40 | وَتَشَاوُرٍ | ve danışarak |
|
41 | فَلَا | yoktur |
|
42 | جُنَاحَ | günah |
|
43 | عَلَيْهِمَا | kendilerine |
|
44 | وَإِنْ | eğer |
|
45 | أَرَدْتُمْ | isterseniz |
|
46 | أَنْ |
|
|
47 | تَسْتَرْضِعُوا | (sütannesi tutup) emzirtmek |
|
48 | أَوْلَادَكُمْ | çocuklarınızı |
|
49 | فَلَا | yine yoktur |
|
50 | جُنَاحَ | bir günah |
|
51 | عَلَيْكُمْ | üzerinize |
|
52 | إِذَا | sonra |
|
53 | سَلَّمْتُمْ | verdikten |
|
54 | مَا | şeyi (ücreti) |
|
55 | اتَيْتُمْ | verdiğiniz |
|
56 | بِالْمَعْرُوفِ | güzelce |
|
57 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
58 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
59 | وَاعْلَمُوا | ve bilin ki |
|
60 | أَنَّ | şüphesiz |
|
61 | اللَّهَ | Allah |
|
62 | بِمَا | her şeyi |
|
63 | تَعْمَلُونَ | yaptığınız |
|
64 | بَصِيرٌ | görmektedir |
|
Fisâlen (فصالا) kelimesinin kökü fasl olup aralarında boşluk oluşuncaya kadar iki şeyden birini diğerinden uzaklaştırmaktır (fasıl, fasıla, tafsilat, mufassal, mafsal, Faysal). Kur’ân’da kullanılan yevmul fasl (Saffat/21), hakkın batıldan ayrılacağı ve insanlar arasında hükmün verileceği gündür. Faysal, hak ile batılı birbirinden ayıran demektir. Fisal de çocukla sütün arasını kesmektir.
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُـتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. الْوَالِدَاتُ mübtedadır. يُرْضِعْنَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. (نَ) Nûnu’n-nisve fail olarak mahallen merfûdur. اَوْلَادَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حَوْلَيْنِ , zaman zarfı yani mef’ûlün fihtir. Müsenna olduğu için ى ile mansubtur. كَامِلَيْنِ kelimesi حَوْلَيْنِ’nin sıfatıdır. مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri; ذلك الحكم لمن (Bu hüküm o kişi içindir ki...) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası اَرَادَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, اَرَادَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. الرَّضَاعَةَ ise يُتِمَّ fiilinin mef’ûludur.
يُرْضِعْنَ [Emzirirler] ifadesi kendisiyle emir kastedilmiş muzari bir fiildir. “Emzirsinler” demektir. یَتَرَبَّصۡنَ [Beklesinler] Bakara/234 ayetindeki gibidir. Geniş zaman anlamında kullanılmış olması da caizdir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
اَوْلَادَهُنَّ [Çocuklarını] ; evlad, erkek veya kız çocuğu anlamına gelen وَلَدَ kelimesinin çoğuludur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
حَوْلَيْنِ [İki sene] kelimesi حَوْلٍ kelimesinin tesniyesidir. حَوَلاَنً ve تَحَوُّلَ kökünden gelir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
كَامِلَيْنِ [Tam] ; tam iki sene demektir. كَامِلَيْنِ ismi zarf olduğu için mansubdur. حَوْلٍ kelimesinin çoğulu اَحْوَالِ ’dir. Ayetin anlamı şöyledir: Boşanmış anneler çocuklarını emzirmeye babaların tutacağı yabancı süt annelerden daha fazla hak sahibidirler. Çünkü onlar çocuklarına karşı daha yumuşak davranırlar, şefkatlidirler. Çocukları da onlara daha alışkındırlar. يُرْضِعْنَ [Emzirirler] ifadesi hakikaten gelecek zaman manasında anlaşılması halinde bunun meşru olduğunu ifade eden bir bildirim olur. Eğer emir şeklinde anlaşılırsa bu işin farz değil de mendup veya müstehap olduğunu anlatır. Çünkü bu onların hakkıdır, görevleri değildir. Babalarından başkasıyla evlenene kadar çocukları emzirme hakkı onlara aittir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ
وَ atıf harfidir. عَلَى الْمَوْلُودِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. لَهُ car mecruru الْمَوْلُودِ ’nin naib-i fali olarak ref mahallindedir. رِزْقُهُنَّ muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كِسْوَتُهُنَّ atıf harfi وَ ’la رِزْقُهُنَّ ’e matuftur. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُكَلَّفُ meçhul mebni muzari fiildir. نَفْسٌ naib-i faildir. اِلَّا hasr edatıdır. وُسْعَهَا ikinci mef’ûlun bihtir.
ا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ
لَا nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُضَٓارَّ meczum muzari fiildir. وَالِدَةٌ naib-i faildir. بِوَلَدِ car mecruru تُضَٓارَّ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مَوْلُودٌ mahzuf fiilin naib-i failidir. Takdiri; يضار (zarara uğratılır) şeklindedir. لَهُ car mecruru مَوْلُودٌ ’e müteallıktır. بِوَلَدِ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; يضار (zarara uğratılır) şeklindedir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَ atıf harfidir. عَلَى الْوَارِثِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِثْلُ muahhar mübtedadır. ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir. ل harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
فَاِنْ اَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاۜ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzariyi cezm eden şart harfidir. اَرَادَا şart fiilidir. Fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. فِصَالًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَنْ تَرَاضٍ car mecruru فِصَالًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri; فصالا صادرا عن تراض (razı olarak meydana gelen ayrılıkla) şeklindedir. مِنْهُمَا car mecruru تَرَاضٍ ’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. تَشَاوُرٍ atıf harfi وَ ’la تَرَاضٍ ’e matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. جُنَاحَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. عَلَيْهِمَا car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzariyi cezm eden şart harfidir. اَرَدْتُمْ şart fiilidir. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, اَرَدْتُمْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. تَسْتَرْضِعُٓوا fiili نَ harfinin hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَوْلَادَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. جُنَاحَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. عَلَيْكُمْ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. سَلَّمْتُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْتُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru سَلَّمْتُمْ fiilinin falinin mahzuf haline müteallıktır.
تَسْتَرْضِعُٓوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi رضع ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
وَ istînâfiyyedir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَ atıf harfidir. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle بَص۪يرٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. بَص۪يرٌ ise اَنَّ ‘nin haberidir.وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُـتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ
وَ istînafiyye veya atıftır. Ayetin ilk cümlesi olan müsned, fiil cümlesi formunda gelmiş isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ... لِمَنْ اَرَادَ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûll مَنْ , takdiri ذلك olan mahzuf mübtadanın, mahzuf haberine müteallıktır.
Müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesinde masdar-ı müevvel, اَرَادَ fiilinin mef’ûlüdür
يُرْضِعْنَ - الرَّضَاعَةَۜ ve الْوَالِدَاتُ - اَوْلَادَهُنَّ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَالْوَالِدَاتُ - يُرْضِعْنَ - اَوْلَادَهُنَّ - الرَّضَاعَةَۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette, bu hüküm ifade edilirken الْوَالِدَاتُ [valideler] ve اَوْلَادَ [çocuklar] kelimelerinin kullanılması, anaların çocuklarına olan şefkatlerini göstermek içindir. (Ebüssuûd, Âşûr)
الْوَالِدَاتُ lafzındaki ال , umum ifade eder. (Âşûr)
يُرْضِعْنَ [Emzirirler] ifadesi hakikaten gelecek zaman manasında anlaşılması halinde bunun meşru olduğunu ifade eden bir bildirim olur. Eğer emir şeklinde anlaşılırsa bu işin farz değil de mendup veya müstehap olduğunu anlatır. Çünkü bu onların hakkıdır, yoksa görevleri değildir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Burada özellikle anaların ve onlarla müşterek olarak babaların çocuklarına karşı yükümlülüklerine ilişkin hükümlerin beyanına başlanmaktadır. Emzirme emrinin ihbar üslubunda gelmesi (emzirmelidirler, yerine emzirirler, denmesi), bu emrin önemini daha kuvvetli bir şekilde ifade etmek içindir. Ayetteki emir, mendûbiyet (dinen tavsiyeye şayan güzellik) ifade eder. Ancak, çocuğun annesinden başkasının memesini kabul etmemesi, yahut süt anne bulunmaması, yahut babanın süt anne ücretini vermekten aciz olması hallerinde emir mecburiyet ifade eder..(Ebüssuûd)
[Anneler çocuklarını emzirirler] emri mübalağa için haber tarzında verilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi’l Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1490). Emzirsinler demektir. Manası nedb veya vücubdur. Bu da çocuk annesinden başkasını emmediği veya süt annesi olmadığı ya da babanın ücretle emzirtmekten aciz olduğu takdirdedir. الْوَالِدَاتُ (anneler) lafzı geneldir; boşanmışları da başkalarını da içine alır. Şöyle de denilmiştir: Boşanmış annelerdir, zira söz onlar hakkındadır. [tam iki yıl] sözünün ‘tam’ sıfatı ile tekit edilmesi, bu konuda gevşek davranıldığı içindir. لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ [Emzirmeyi tamamlamak isteyen] ifadesi hükmün muhatabını göstermektedir. Ya da; يُرْضِعْنَ 'ye müteallıktır, çünkü baba nafaka ile olduğu gibi emzirtme ile mükelleftir, anne de onun adına emzirir. Bu da emzirme süresinin en uzun iki yıl olduğunu, iki yıldan sonra buna itibar edilmeyeceğini ve eksiltmesinin de caiz olduğunu gösterir. (Beyzâvî, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Tam iki yıl vasfı, emir ve hakiki manada değil, emzirmeyi tamamlamak isteyenleri teşvik içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1492)
حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ [tam iki yıl] şeklinde tekitli ifadenin kullanılması, bu iki yılın gerçek bir takdir olduğunu, halk arasındaki müsamahaya binaen takribi (yaklaşık) bir takdir olmadığını bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
حَوْلَ , sene demektir. Değişim manasındaki ‘hal’ kelimesi bu kökten gelir. Saçma manasında kullanılan ‘muhal’ kelimesi çabuk değiştiği için anlaşılması zor demektir. حَوْلَ sanki gelişimle ilgili ve sadece bu ayetlerde geçmiş bir kelimedir. حاَول ; çalışmak yani kendisini geliştirmeye, değiştirmeye çalışmak demektir.
Bu kelime Kur'an'da sadece bu ayette ve 240. ayette vefat eden erkeğin eşiyle alakalı olmak üzere iki yerde kullanılmıştır.
Sene manasında iki kelime daha vardır. عام; ürün açısından çok verimli geçen yıl için kullanılmıştır. سنة kelimesi ise daha umumidir.
الْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ cümlesinde emri uygulamaya teşvikte mübalağa ifade etmek için, daha önce geçen الْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ (Boşanmış kadınlar beklerler) (Bakara/228) ayetinde olduğu gibi emir, muzari sıygasıyla gelmiştir. (Safvetü't Tefâsir)
Haberî isnad, asıl geliş sebebinden çıkıp da bu ayette olduğu gibi başka manalar ifade ettiği zaman hakiki mana ifade etmemiş olur. Bir kelamda hakiki mana murad edilmediği zaman mecaz olur. Bu manalar; haberin lazımı olduğu için, lüzumiyet alakası ile mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Mecaz-ı mürsel mürekkeb, haber cümlesinde olduğu gibi inşâ cümlesinde de olur.
Faide-i haber veya lazım-ı faide-i haber için gelmeyen cümle, yani muktezâ-i zâhirin hilafına gelen haberî isnad mecaz-ı mürsel mürekkeb diye isimlendirilir ve alakası da lüzumiyet olur. Takrir (kabul ettirmek) veya taaccub (şaşmak) için gelen olumlu veya olumsuz istifham, tacîz (aciz bırakmak) veya irşad (doğruyu göstermek) gibi bir amaçla gelen emir gibi inşâ cümleleri de bu sınıfa girer.
وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ
İstînâfa matuf, faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَى الْمَوْلُودِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. رِزْقُهُنَّ muahhar mübtedadır.
رِزْقُهُنَّ ifadesinden sonra كِسْوَتُهُنَّ ‘nin zikri, hususun umuma atfı babında ıtnâbtır. Babanın yükümlülüğünün رِزْقُهُنَّ ve كِسْوَتُهُنَّ olarak açıklanması takdim sanatıdır.
رِزْقُهُنَّ - كِسْوَتُهُنَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Çocuk sahibinin üzerinedir] yani çocuk kendi adına doğanın üzerinedir, çünkü çocuk onun adına doğar ve ona nispet edilir. İbarenin değiştirilip isim cümlesi haline getirilmesi emzirmeyi gerektiren manaya ve emzirme ücretinin babanın üzerine olduğuna işaret etmek içindir. (Beyzâvî)
Baba için وَالِدَ denmemiş, daha dolaylı bir anlatım tercih edilmiştir. Bunun sebebi babada merhamet uyandırmaktır.
Ayette والد (baba) kelimesi yerine له مولود (çocuk/bebek kendisine ait olan baba) ifadesi tercih edilerek bir hukuki metinde dört harfli doğrudan anlatım yerine yedi harfli dolaylı anlatım tercih edilerek çocuğun velayetinin ve bakım sorumluluğunun babaya ait olduğu gerçeği ek bir hüküm olarak vurgulanmış olmaktadır. Ayetin asıl odak noktası ise babaların çocuklarını emzirenlerin bakımını üstlenmek zorunda oldukları hükmüdür. (Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları / İsmail Bayer )
[Anneler çocuklarını, emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için, tam iki sene emzirirler. Anaların yiyecek ve giyeceğini uygun bir şekilde sağlamak çocuk kendisinin olan babaya borçtur] ayetinde de annelerin bakım ve nafakasının tespiti temel konu iken çocuğun nesebinin babaya ait olduğu zımnen ifade edilmiştir. (Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Hasan Uçar Doktora Tezi)
بِالْمَعْرُوفِۜ [Örfe uygun şekilde] ifadesinin tefsiri akabinde gelmektedir ki, o da ana babadan her birinin gücü dahilinde olmayan şeyle sorumlu tutulmamaları ve zarara uğratılmamalarıdır. (Keşşâf)
ا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ
Tefsiriyye veya ta’liliye olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümle kasrla tekid edilmiştir. Nefy harfi ve hasr edatıyla oluşan kasr, naib-i fail ve mef’ûl arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Naib-i fail olan نَفْسٌ maksûr (mevsuf), mef’ûl olan وُسْعَهَاۚ maksûrun aleyhdir (sıfat). Her nefis sadece ve sadece, gücünün yettiğiyle mükelleftir.
Nefy ve istisna şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir.
تُكَلَّفُ fiili mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
وُسْعَهَاۚ ; kapasite, واۚسعَ; geniş demektir.
Bu lafızda istiare vardır. (Âşûr)
لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle için hal cümlesi olduğu da söylenmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. بِوَلَدِه۪ ve بِوَلَدِهَا kelimelerindeki بِ harfi sebebiyyedir. Âşûr, ilsak için olduğunu söylemiştir.
...عَلَى الْوَارِثِ cümlesi على المولود له رزقهنّ cümlesine matuftur. عَلَى الْوَارِثِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِثْلُ ذٰلِكَۚ muahhar mübtedadır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Buradaki الْوَارِثِ lafzındaki ال, muzâftan ivazdır. (Âşûr)
وَالِدَةٌ - وَلَدِهَا - مَوْلُودٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا cümlesiyle وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
بِوَلَدِهَا - بِوَلَدِه۪ izafetleri şefkati teşvik amacıyla gelmiştir. Çünkü her biri diğerine çocukları sebebiyle zarar verebilir. Ana babanın şefkatini harekete geçirmek için izafet yapılmıştır. Kadın ya da erkek eşine zarar vermek istediği zaman o eş, çocuğa izafe edilerek zikredilince çocuğu sebebiyle merhamet duyabilir ve zarar vermekten vazgeçebilir. İzafetin gelmesi için buna benzer birçok sebep olabilir. Bunlar siyaktan ve hal karînesinden anlaşılabilir.
‘’Herhangi bir anne, çocuğu bahane etmek suretiyle babaya zarar vermeye kalkışmasın!’’ demektir. Aynı şekilde baba da, anneye zarar verecek bir tutum izlemesin. Çocuğun her ikisine birden izafesi, iki tarafın da çocuk için şefkatli davranmalarından ileri gelir. Çünkü çocuk, ikisine de yabancı değildir. Ayrıca her iki taraf da çocuğun gelişmesinde ve yetişmesinde beraber olmaları konusunda uyarılmışlardır. Bu bakımdan bunların çocukları sebebiyle zarara uğramaları doğru olmadığı gibi, çocuğun bunlar sebebiyle zarar görmesi de doğru olamaz.
وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ [Mirasçıya düşen de bunun aynıdır.] Yani babasının olmaması halinde çocuğun velisine düşen görev de, tıpkı babanın yükümlü bulunduklarının aynıdır. Bu mirasçılar yakınlarından biridir. Bunlar da kadının nafakasını, giyeceğini ve emzirme ücretini karşılamakla yükümlüdürler. (Ruhu’l-Beyan)
وَلَدِ [çocuk] kelimesinin وَلَدِهَا şeklinde ana babaya izafe edilmesi, onların şefkatlerini çocukları üzerine çekmek ve çocukları yararına fedakârlıklardan kaçınmamalarını sağlamak içindir. Bununla beraber ebeveyn, çocuk sebebiyle başkasına zarar vermemeli ve kendileri de çocuk yüzünden zarara uğratılmamalıdır.
Bu cümle, "Annelerin yiyecek ve giyeceklerini örfe uygun olarak sağlamak görevi çocuğun babasına aittir." cümlesi üzerine atıftır. Bu iki cümle arasındakiler ara cümle olup sebep veya açıklamadır. (Ebüssuûd)
فَاِنْ اَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاۜ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. اَرَادَا şart fiilidir. Şart cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi cinsini nefyeden لَا ‘nın dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْهِمَاۜ car mecruru لَا ‘nın mahzuf haberine müteallıktır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
[Eğer (karı-koca) karşılıklı rıza ile] ikisinin kabullenmesinden sâdır olacak şekilde [çocuğu memeden kesmek isterlerse,] iki yılı artırsalar da eksiltseler de, bu hususta [ikisine de vebal yoktur.] Bu, emzirme süresini iki yılla sınırlamanın ardından gelen bir genişletmedir. Denildi ki, bu iki yılın nihaî sınırı hakkında olup, bu sınır aşılamaz. Her ikisinin karşılıklı anlaşması sadece sütten kesme ve danışma hususunda dikkate alınmıştır. Babaya zaten söz yoktur… Anneye gelince; çocuğu yetiştirmeye daha çok hak sahibidir ve çocuğun halini en iyi o bilir. فَاِنْ اَرَادَ [eğer baba isterse] şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)
Bu konuda ana babanın her ikisinin de muvafakat ve rızası şart koşulmuştur. Çünkü kadın tek başına yetkili kılınmış olsaydı, emzirmekten usandığı ahvalde vaktinden önce çocuğu memeden kesip ona zarar verebilirdi. Baba da tek başına yetkili kılınmış olsaydı, kadının ücretini vermekte cimrilik ederek bunu yapabilirdi. Bundan dolayı her ikisinin aralarında görüşerek, çocuğun gelişme ve sağlığının buna müsait olduğunu tespit ederek ve nihayet çocuğun memeden kesilebilecek duruma geldiğine ve hatta memeden kesilmesinin çocuğun yararına olacağına kanaat getirerek buna karar vermeleri şart kılınmıştır. İşte bütün bunlardan sonra ebeveynin, çocuğu memeden kesmelerinde ikisi içinde bir vebal yoktur. Bu konuda ana ve babanın yanlış bir kararda ittifak etmeleri ise pek az vuku bulur. (Ebüssuûd)
وَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ
وَ atıf, اِنْ şartiyyedir. Cümle aynı üsluptaki makabline matuftur. Şart üslubunda haberî isnaddır. اَرَدْتُمْ şart fiilidir. اِنْ ve ...تَسْتَرْضِعُٓوا cümlesi masdar teviliyle اَرَدْتُمْ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi, cinsini nefyeden لَا ‘nın dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
لَا ,عَلَيْكُمْ ’nın mahzuf haberine müteallıktır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.
[Çocuklarınızı [(sütanne tutup) emzirtmek istediğiniz takdirde…] Ey babalar, eğer isterseniz bunu yapabilirsiniz. Bunun baba ve annelere ve emzirtmeye ihtiyaç duyan ve bunu arzulayan herkese birlikte hitap olması da mümkündür. اِسْتَرْضِع süt anneden bebeği emzirmesini istemektir. Çünkü استفعال babının س harfi talep ve istek bildirir. Bu durum, annenin veya babaların çocuğa süt temin etmekte âciz kalması halinde olur. Nitekim Hak Teâlâ başka bir ayette [Eğer anlaşamazsanız/zorluk çekerseniz çocuğu başka kadın emzirecektir.] (Talâk 65/6) buyurmuştur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ [Çocuklarınıza süt emzirtmek isterseniz.] Burada hazif yoluyla i'câz vardır. Takdiri şöyledir: أن تسترضعوا المراد لاولادكم [ Çocuklarınıza emzirecek süt annesi tutmak isterseniz.] Burada aynı zamanda gaipten muhataba dönüş vardır. Zira bu cümle muhatap cümlesi olduğu halde önceki فَاِنْ اَرَادَا فِصَالًا cümlesi gaip sıygasıyla gelmiştir. Bu iltifat sanatının faydası ise çocuklara karşı babalarının duygularını tahrik etmektir. (Safvetü't Tefâsir, Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1495)
Yine size hiçbir vebal yoktur" cümlesinde de erkeklere has hitap zamiri kullanılmıştır. Bunlardan anlaşılıyor ki baba, çocuk için daha yararlı olduğu takdirde çocuğu bir süt anneye verebilir. (Ebüssuûd)
اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ [verdiğiniz ücretlerini getirip teslim ettiğiniz takdirde..] ifadesi, bu konuda mendup olanı, en uygun ve tavsiyeye şayan olan şekli anlatır. Başka bir deyişle kadınların ücretlerini önceden teslim etmek, sıhhat ve cevaz şartı değildir. Ancak süt annelerin ücretleri peşin ve elden teslim edildiği takdirde çocuklarla ilgilenmeleri daha candan olur. (Ebüssuûd) Teslim etme (ödeme), emzirmenin caiz ve sahih olabilmesinin şartı değildir. Bu sadece en uygun olanı yapmaya bir teşviktir. Bundan murad şudur: Emziren süt anneye, gönlünün hoş olması ve böylece bunun da çocuğun durumunun daha iyi olmasına bir sebep ve çocuğun menfaatleri hususunda en ihtiyatlı yol olması için, ücret peşin verilmelidir. Sonra Cenab-ı Hak ayeti bir sakındırma ile bitirerek, "Allah'tan korkun ve bilin ki, şüphesiz Allah ne yaparsanız hakkıyla görendir" buyurmuştur.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
وَ istînafiyye veya atıftır. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz, haşyet uyandırma ve korkuyu artırma amacına matuftur.
Bu cümlede özellikle ism-i celilin kullanılması mehabeti artırmak içindir. Bu ilahî ifadede isyankâr kullar için apaçık bir tehdit de vardır. (Ebüssuûd)
وَ ile makabline atfedilen ...اعْلَمُٓوا cümlesi emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Tekid ifade eden masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede car mecrur, amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani, ‘’O yaptıklarınızı görür. Görmediği hiçbir şey yoktur.’’ Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder.
Masdar tevilindeki cümle, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mefulü yerindedir. Cümlede car mecrurun müteallakı olan اَنَّ ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mecrur mahaldeki mevsûlün sıla cümlesi تَعْمَلُونَ fiilidir. Mevsûlde tecrîd sanatı vardır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır. Durumun ciddiyetini ve olayın önem derecesini göstermek için lafza-i celâl tekrar edilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اعْلَمُٓوا - تَعْمَلُونَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Son cümle mesel tarikinde tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ [Ve bilin ki Allah, yaptıklarınızı görmektedir.] Dolayısıyla buna göre sizi ya cezalandırır veya mükâfat verir. Hiç kuşkusuz bu, Allah tarafından büyük bir azar ve tehdit ifadesidir. (Ruhu’l-Beyan)
Bu sözden maksat bu yapılanların karşılığını sevap ve ceza olarak vereceğini bildirmektir. Bu yüzden lazım melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.Allah, kullarına her türlü zulmü yasaklamıştır. Kimsenin kimseye sırf keyfi istiyor ve gücü yetiyor diye zulmetmeye hakkı yoktur. Herhangi bir alanda, biraz gücü olanın nefsine hoş gelir. Zayıf tarafa zorla gücünü göstermek ve haddini bildirmek.
Evlilik denince, çoğunlukla erkeklerin hakları konuşulmakta ve anlatılmaktadır. Öyle ki kadının hakları, toplumun gözünde yutulmaktadır. Kadın bile bir başka kadını değerlendirirken, kadın olarak sahip olduğu haklarını unutacak hale gelmektedir.
Evlenen her kulun görevidir: kadının ve erkeğin haklarını ve sorumluluklarını öğrenmek. Peygamber Efendimiz (sav)’in evlilik içindeki hallerini örnek almak. Haklarına sahip çıkmak, sorumluluklarını yerine getirmek. Evlenecek olan evladına öğretmek. Ve boşanınca da bitecek olan haklarını hatırlatmak. Öğrenmek ve öğrendiklerini dualarla kalplerimize tek tek işlemek. Ki davranışlarımıza, sözlerimize ve daha sonra toplumumuza yansısın.
Allahım! Bizleri affet! Emir ve yasaklarının hepsinin kıymetini bilerek en güzel şekilde öğrenenlerden ve uygulayanlardan olmamızda yardımcımız ol. Kadına ve erkeğe verdiğin haklara ve ikisi arasında sağladığın dengeye hamd olsun. Verilen her hakka ve her sorumluluğa, eşit değerde sahip çıkanlardan ve yeni nesiller için örnek yaşayanlardan olmamızı nasip et.
Allahım! Bizleri ve sevdiklerimizi zulmün her çeşidinden muhafaza buyur. Ne zalimlerden, ne de mazlumlardan ve ne de zalimin zulmüne göz yumanlardan olalım. Bir sebepten dolayı üstün olmak, aslında o üstünlüğü nasıl kullanacağının imtihanıdır. Sahip olduğun haklar, aslında o hakları nasıl değerlendireceğinin imtihanıdır. İşin sırrı, bunu idrak edebilmektedir.
Allah yar ve yardımcımız olsun. İmtihanlarımızdan alnımızın akıyla çıkmamızı nasip etsin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji