بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـٔاً وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كُتِبَ | yazıldı (farz kılındı) |
|
2 | عَلَيْكُمُ | size |
|
3 | الْقِتَالُ | savaş |
|
4 | وَهُوَ | halbuki o |
|
5 | كُرْهٌ | hoşunuza gitmez |
|
6 | لَكُمْ | sizin |
|
7 | وَعَسَىٰ | olur ki bazen |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | تَكْرَهُوا | hoşlanmadığınız |
|
10 | شَيْئًا | bir şey |
|
11 | وَهُوَ | o |
|
12 | خَيْرٌ | hayırlıdır |
|
13 | لَكُمْ | sizin için |
|
14 | وَعَسَىٰ | ve olur ki |
|
15 | أَنْ |
|
|
16 | تُحِبُّوا | hoşlandığınız |
|
17 | شَيْئًا | bir şey (de) |
|
18 | وَهُوَ | o |
|
19 | شَرٌّ | kötüdür |
|
20 | لَكُمْ | sizin için |
|
21 | وَاللَّهُ | Allah |
|
22 | يَعْلَمُ | bilir |
|
23 | وَأَنْتُمْ | siz ise |
|
24 | لَا |
|
|
25 | تَعْلَمُونَ | bilmezsiniz |
|
A’sâ (عسى) arzu ve ümit etmektir. Lealle (لعلّ) de buna benzemektedir. Müfessirlerin çoğu bu kelimeler kullanılırken arzu ve ümit etmenin Allah’tan sâdır olmasının sahih olmadığını, bilakis Yüce Allah insanların O’ndan dilekte bulunmaları için o kelimeleri zikrettiğini ifade etmişlerdir. Kelimenin bu ayetteki manası ‘mümkün’dür.
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ
Fiil cümlesidir. كُتِبَ meçhul mazi fiildir. عَلَیۡكُمُ car mecruru كُتِبَ fiiline müteallıktır. ٱلۡقِتَالُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. كُرۡهࣱ haber olup lafzen merfûdur. لَّكُمۡ car mecruru كُرۡهࣱ ’e müteallıktır. وَ istînâfiyyedir. عَسَىٰۤ camid fiildir, كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder. Burada tam fiil olarak gelmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, عَسَىٰۤ ‘nın faili olarak mahallen merfûdur. شَیۡـࣰٔا mef’ûlun bihtir.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَیۡرࣱ haber olup lafzen merfûdur. لَّكُمۡ car mecruru خَیۡرࣱ ’e müteallıktır.
وَ istînâfiyyedir. عَسَىٰۤ camid mazi fiildir. Burada tam fiil olarak gelmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel,
عَسَىٰۤ ’nın faili olarak mahallen merfûdur. شَیۡـࣰٔا mef’ûlun bihtir.
Tam fiil olarak geldiğinde عَسَى ’dan sonra اَنْ ve muzari fiil gelir. Buna عَسَى fiilinin faili denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. شَرࣱّ haber olup lafzen merfûdur. لَّكُمۡ car mecruru شَرࣱّ ’e müteallıktır.
خَیۡرࣱ - شَرࣱّ kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır. تُحِبُّوا۟ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حبب ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhûl, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
عَسَىٰۤ burada لَعَلَّ gibi kullanılmaktadır. Kullar hakkında olduğunda beklenti ifade eder. Halîl b. Ahmed de Kitâbu’l-Ayn’da şöyle demiştir: عَسَىٰۤ fiili Allah tarafından kullanıldığında farziyet ifade eder.
Bir görüşe göre كَادَ gibi yaklaşma ifade eden bir kelimedir. Ancak كَادَ ile doğrudan muzari fiil kullanılır ve كَادَ يَفْعَلُ كَذَا (Neredeyse bunu yapacaktı) denir. عَسَىٰۤ’dan sonra ise اَنْ gelir. Bu ayette de اَنْ edatı gelmiştir.
Bir görüşe göre; böyle bir hitap kendisine hiçbir şey gizli kalmayan Allah Teâlâ’dan da gelse, işlerin sonunu bilmeyen insanlara hitap edildiğinden böyle denilmesi mümkün olur. Ayetlerde geçen tüm لَعَلَّ kelimeleri böyle yorumlanır. Bunun takdiri şudur: ‘’Nereden bilirsiniz ki, belki de hoşlanmadığınız o şeyler sizin için daha hayırlıdır. Dine izzet, düşmanlara kahır verecek, sizin ganimete ulaşmanızı sağlayacaktır. Eğer sizi öldürürlerse Allah katında yaşayan şehitler olursunuz ve yüksek derecelere, nihayeti olmayan sonsuz nimetlere ulaşırsınız.’’ (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. كُتِبَ fiili mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
Car mecrur عَلَیۡكُمُ , hitabın müminlere olduğunu belirtmek üzere naib-i failin önüne geçmiştir. Takdim-tehir sanatı, takdim edilenin cümledeki önemini vurgulamak için yapılmıştır. ٱلۡقِتَالُ kelimesinin başındaki ال cins manasınadır. Yalnız bu lam, istiğrak-ı hakiki değil örfî manasınadır. Yani sadece din düşmanıyla savaşmak size farz kılındı demektir. (Âşûr)
وَ haliyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümlesi olduğu için tetmîm ıtnâbına girer.
[Savaş boynunuza bir borç olarak yazıldı.] Yani bir önceki ayette bahsedilen cihad size farz kılınmıştır. [Hoşunuza gitmese de.] كُرۡهࣱ ve كرۡهࣱ iki lehçe kullanımıdır. Bir görüşe göre كُرۡهࣱ hoşlanmamak, كرۡهࣱ ise zorlamak anlamına gelir. Bu, ism-i mef‘ûl anlamında kullanılmış bir masdar veya başında bir ذو (sahip) takdir edilen, yani ذو كره (zorluk sahibi) anlamına gelen bir kelimedir. Sizin emrolunduğunuz ve sorumlu tutulduğunuz bu şey sizin seçiminizle değildir. Siz tabiatınız icabı ondan hoşlanmazsınız. İnsan tabiatının bir şeyden hoşlanmaması onun kınanmasını gerektirmez. Bilakis mizacı istemediği halde dinin emrine uyarak bunu yaparsa kulluk tam anlamıyla gerçekleşir. Allah Teâlâ [Müminlerden bir grup kesinlikle istemediği halde] (el-Enfâl 8/5) buyurmuştur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَهُوَ كُرۡهࣱ لَّكُمۡۖ cümlesinde mübalağa ifade etmek için كُرۡهࣱ masdarı, ism-i mef’ûl olan مكروه yerinde gelmiştir. (Safvetü't Tefâsir)
Ayetteki كُرۡهࣱ (hoşa gitmeme) lafzından murad, savaşın insanın nefsine ağır gelmesidir. Mükellef her ne kadar Allah'ın emrettiği şeyin kendisi için bir kurtuluş vesilesi olduğunu bilse bile bu bilme, savaşı insana güç ve ağır gelmekten hariç tutamaz. Çünkü teklif, yapılmasında mutlaka bir külfet ve meşakkat bulunan şeyden ibarettir. Malumdur ki insan tabiatının en çok temayül ettiği şey yaşamaktır. Binaenaleyh ona en ağır gelen şey de savaştır. (Fahreddin er-Razi)
الكٌرْهُ kelimesi, [Olur ki bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olur] ayetinin de delalet ettiği gibi, "kerahet" (hoş görmeme) manasınadır. Bu hususta iki görüş vardır:
a) Manayı iyice belirtmek için masdarın vasıf (isim) yerinde kullanılmış olması. Bu savaşı onlar çok kerih gördükleri için, sanki kerahetin bizzat kendisiymiş gibi olmuştur.
b) Masdarın mef'ûl manasına olmasıdır. Mesela haberin "mahbûr" manasına gelmesi gibidir. Buna göre ayetteki, وَهُوَ كُرۡهࣱ لَّكُمۡۖ tabiri, مَكْرُوهٌ لكم demektir. (Fahreddin er-Razi)
Ayette geçen ve ke-ri-he - كره kökünden gelen "kürh-كُرۡه " kelimesi, nefret etmek, sevmemek, hoşlanmamak, iğrenmek, tiksinmek demektir. Aynı kökten gelen "ikrah" ise zorlamak, icbar etmek anlamında kullanılır. Şu halde savaş hoşa gitmeyen fakat mecburen katlanılan bir haldir. (Ebüssuûd)
وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـٔاً وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ
Bu bölüm öncesini tekit eden tezyîl cümlesidir. (Âşûr)
وَ istînâfiyyedir. Camid fiil olan عَسَىٰۤ, terecci harfi olarak isim cümlesine dahil olur. Fakat burada tam fiil durumundadır. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır.
Tereccî, husûlu arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
‘’Umulur ki’’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Masdar harfi أَن ’i takip eden تَكۡرَهُوا۟ شَیۡـࣰٔا cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümle, masdar teviliyle عَسَىٰۤ fiilinin failidir. وَهُوَ خَیۡرࣱ لَّكُمۡۖ cümlesinde وَ , haliyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümlesi olduğu için tetmîm ıtnâbına girer.
Aynı üslupla gelen müteakip ...وَعَسَىٰۤ أَن cümlesi, önceki ...وَعَسَىٰۤ أَن cümlesine matuftur.
وَعَسَىٰۤ أَن تَكۡرَهُوا۟ شَیۡـࣰٔا وَهُوَ خَیۡرࣱ لَّكُمۡۖ cümlesiyle وَعَسَىٰۤ أَن تُحِبُّوا۟ شَیۡـࣰٔا وَهُوَ شَرࣱّ لَّكُمۡۚ cümlesi arasında altılı mukabele vardır.
وَعَسَىٰۤ أَن تَكۡرَهُوا۟ شَیۡـࣰٔا وَهُوَ خَیۡرࣱ لَّكُمۡۖ [Belki de hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için daha hayırlıdır.] Bazen savaşmak gibi zor işler hoşunuza gitmese bile sizin için daha hayırlı olabilir. Çünkü savaşta iki güzellikten biri vardır: Ya zafer kazanarak ganimet sahibi olmak veya şehit olarak cennete girmek. وَعَسَىٰۤ أَن تُحِبُّوا۟ شَیۡـࣰٔا وَهُوَ شَرࣱّ لَّكُمۡۚ [Belki hoşunuza giden bir şey de sizin için daha kötüdür.] Mesela: savaşa gitmeyip evinde oturup kalma gibi hoşa giden şeyler birçok yönden kayıplarınıza neden olur. Savaştaki ganimeti ve ecri kaybeder. Düşmanın üstünlük kazanarak ülkeyi harabeye çevirmesine neden olabilir. (Ruhu’l-Beyân)
تَكۡرَهُوا۟ - تُحِبُّوا۟ , خَیۡرࣱ - شَرࣱّ kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
كُرۡهࣱ - شَرࣱّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَسَىٰۤ muzarisi olmayan bir fiildir. Sadece mazisi çekilir. Bunun mazisinden de özellikle, عَسَيْتُمَا ،عَسَيْتُمْ şekilleri kullanılır. Nitekim Hak Teâlâ, فَهَلْ عَسَيْتُمْ (Muhammed, 23) buyurmuştur. Kendisinden sonra gelen isim merfû kılınır. (Fahreddin er-Razi)
عَسَىٰۤ kelimesi, لَعَلََّ kelimesi gibi şek ve şüphe anlamı vehmettirir. Allah hakkında kullanıldığında ise, yakîn ifade eder. Alimlerden, عَسَىٰۤ kelimesinin ümit uyandıran bir kelime olduğunu söyleyenler de vardır. Bu manaya göre bu kelime, bunu söyleyenin şek ve şüphesinin bulunduğuna delalet etmez. Ancak bu şek ve şüphenin, dinleyen kimse için söz konusu olduğuna delalet eder. Halil, "Kur'an-ı Kerim'de bizzat Allah lafzı ile birlikte kullanıldığında, عَسَىٰۤ ’nın vücub ifade ettiğini söylemiştir. Nitekim Hak Teâlâ, فَعَسى اللَّهُ اَنْ ياْتِيَ بِالفَتْحِ [Umulur ki Allah, fethi getirecektir] (Maide, 52) buyurmuş, nitekim tahakkuk da etmiştir. (Fahreddin er-Razi)
شَرࣱّ , kötülük demektir. Bunun aslı, bir şeyi yaymaktır. Eti veya elbiseyi kuruması için yaymak manasında bu fiil kullanılır. Yayıldığı için aleve de الشَّرَرُ denilir. Buna göre "şerr" in manası, zararlı şeylerin yayılmasıdır. (Fahreddin er-Razi)
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟
وَ istînâfiyyedir. Ayet müstenefe olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayetin hepsini tekid eden tezyîl cümlesidir. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve ikaz içindir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
Müsned, muzari fiil gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. İsnadın Allah Teâlâ’ya olması, bu ifadede istimrarın da mevcut olduğuna işaret eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay, muhatabın muhayyilesinde canlanır ve anlaşılması kolaylaşır. Ayrıca müsnedün ileyhin bu işi tekrarlayarak yaptığına işaret eder.
وَأَنتُمۡ لَا تَعۡلَمُونَ cümlesi makabline tezayüf sebebiyle atfedilmiştir. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil formunda gelmesiyle hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eden müsnede, nefy harfi dahil olmuştur.
Bu cümlede de muzari fiilin tecessüm özelliği manaya katkı sağlamıştır.
Son iki cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. İki mef’ûle müteaddi olan علم fiilinin mef’ûlleri îcaz için hazfedilmiştir. Böylelikle muhatap, muhayyilesi kısıtlanmadan mef’ûlleri serbestçe düşünebilmektedir. Ayetin takdiri; واللَّهُ يَعْلَمُ الخَيْرَ والشَّرَّ، وأنْتُمْ لا تَعْلَمُونَهُما (Allah hayrı ve şerri bilir ve siz onları bilmezsiniz) şeklindedir. Çünkü Allah her şeyin mahiyetini en iyi bilendir. İnsanların bilgi sahibi olduğundan şüphe edilir. Onlar uygun olanı faydalı, sakıncalı olanı zararlı zannederler. (Âşûr)
وَٱللَّهُ یَعۡلَمُ cümlesiyle وَأَنتُمۡ لَا تَعۡلَمُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
یَعۡلَمُ - لَا تَعۡلَمُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu sanatlar sayesinde mana kalbe tam olarak yerleşir.
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ ف۪يهِۜ قُلْ قِتَالٌ ف۪يهِ كَب۪يرٌۜ وَصَدٌّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَكُفْرٌ بِه۪ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِه۪ مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّٰهِۚ وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِۜ وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتّٰى يَرُدُّوكُمْ عَنْ د۪ينِكُمْ اِنِ اسْتَطَاعُواۜ وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَـالِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَسْأَلُونَكَ | sana soruyorlar |
|
2 | عَنِ |
|
|
3 | الشَّهْرِ | ayında |
|
4 | الْحَرَامِ | haram |
|
5 | قِتَالٍ | savaşmaktan |
|
6 | فِيهِ | onda |
|
7 | قُلْ | de ki |
|
8 | قِتَالٌ | savaş |
|
9 | فِيهِ | O (aylar)da |
|
10 | كَبِيرٌ | büyük bir günahtır |
|
11 | وَصَدٌّ | ve alıkoymak |
|
12 | عَنْ | -ndan |
|
13 | سَبِيلِ | yolu- |
|
14 | اللَّهِ | Allah |
|
15 | وَكُفْرٌ | ve inkar etmek |
|
16 | بِهِ | O’nu |
|
17 | وَالْمَسْجِدِ | ve Mescid-i |
|
18 | الْحَرَامِ | Haram(dan) |
|
19 | وَإِخْرَاجُ | sürüp çıkarmak |
|
20 | أَهْلِهِ | halkını |
|
21 | مِنْهُ | ondan (Mekke’den) |
|
22 | أَكْبَرُ | daha büyük (bir günahtır) |
|
23 | عِنْدَ | yanında |
|
24 | اللَّهِ | Allah |
|
25 | وَالْفِتْنَةُ | ve fitne |
|
26 | أَكْبَرُ | daha büyük(bir günah)tır |
|
27 | مِنَ | -ten |
|
28 | الْقَتْلِ | öldürmek- |
|
29 | وَلَا |
|
|
30 | يَزَالُونَ | vazgeçmezler |
|
31 | يُقَاتِلُونَكُمْ | sizinle savaşmaktan |
|
32 | حَتَّىٰ | kadar |
|
33 | يَرُدُّوكُمْ | sizi döndürünceye |
|
34 | عَنْ | -den |
|
35 | دِينِكُمْ | dininiz- |
|
36 | إِنِ | eğer |
|
37 | اسْتَطَاعُوا | güçleri yetse |
|
38 | وَمَنْ | ve kim |
|
39 | يَرْتَدِدْ | döner |
|
40 | مِنْكُمْ | sizden |
|
41 | عَنْ | -nden |
|
42 | دِينِهِ | dini- |
|
43 | فَيَمُتْ | ve ölürse |
|
44 | وَهُوَ | ve o |
|
45 | كَافِرٌ | kafir olarak |
|
46 | فَأُولَٰئِكَ | işte |
|
47 | حَبِطَتْ | boşa çıkmıştır |
|
48 | أَعْمَالُهُمْ | onların bütün yaptıkları |
|
49 | فِي |
|
|
50 | الدُّنْيَا | dünyada (da) |
|
51 | وَالْاخِرَةِ | ahirette (de) |
|
52 | وَأُولَٰئِكَ | ve onlar |
|
53 | أَصْحَابُ | halkıdır |
|
54 | النَّارِ | ateş |
|
55 | هُمْ | ve onlar |
|
56 | فِيهَا | orada |
|
57 | خَالِدُونَ | sürekli kalacaklardır |
|
Receb ayında Abdullah bin Cahş bazı Kureyşlileri öldürmüş. Bu ayet onunla ilgili nazil olmuş. Bu aylarda savaş günah ama Hac ve umreye gidişe engel olmak, fitneye sebep olmak daha günahtır. Toplumda huzursuzluk olması, güvenin kaybolması savaşmaktan daha kötüdür. Onlar güçleri yeterse sizi dininizden döndürene kadar uğraşırlar.
Peygamber Efendimiz'in sav Ya mukallibel kulub, sebbit kulubenâ alâ dinike (Ey kalpleri evirip çeviren, Kalplerimizi dinin üzere sabit kıl) duasını vird edinelim.
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ ف۪يهِۜ قُلْ قِتَالٌ ف۪يهِ كَب۪يرٌۜ
Fiil cümlesidir. یَسۡـَٔلُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَنِ ٱلشَّهۡرِ car mecruru یَسۡـَٔلُونَ fiiline müteallıktır. ٱلۡحَرَامِ kelimesi ٱلشَّهۡر ‘in sıfatıdır. قِتَالࣲ kelimesi ٱلشَّهۡرِ ’den bedel-i iştimâldir. فِیهِ car mecruru قِتَالࣲ ’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. قُلۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Mekulü’l kavl cümlesi قِتَالࣱ فِیهِ ’dir. قِتَالࣱ mübtedadır. فِیهِ car mecruru قِتَالࣱ kelimesine müteallıktır. كَبِیرࣱ haber olup lafzen merfûdur.
وَصَدٌّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَكُفْرٌ بِه۪ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِه۪ مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّٰهِۚ وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِۜ
و atıf harfidir. صَدٌّ mübtedadır. عَن سَبِیلِ car mecruru صَدٌّ ‘e müteallıktır. ٱللَّهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. كُفۡرُ kelimesi atıf harfi وَ ’la صَدٌّ ’e matuftur. بِهِ car mecruru كُفۡرُ ’e müteallıktır. ٱلۡمَسۡجِدِ ٱلۡحَرَامِ atıf harfi وَ ‘la عَن سَبِیلِ ٱللَّهِ atfedilmiştir. Yani; صدّ عن المسجد الحرام demektir. ٱلۡحَرَامِ kelimesi ٱلۡمَسۡجِدِ kelimesinin sıfatıdır.
وَ atıf harfidir. إِخۡرَاجُ kelimesi صَدٌّ matuftur. Aynı zamanda muzâftır. أَهۡلِ muzâfun ileyhtir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنۡهُ car mecruru إِخۡرَاجُ kelimesine müteallıktır. أَكۡبَرُ kelimesi صَدٌّ ‘nun haberidir. عِندَ mekân zarfı أَكۡبَرُ ’ye müteallıktır. ٱللَّهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ٱلۡفِتۡنَةُ mübtedadır. أَكۡبَرُ haberdir. مِنَ ٱلۡقَتۡلِ car mecruru أَكۡبَرُ ’ye müteallıktır.
أَكۡبَرُ kelimesi ismi tafdil kalıbındadır. İsmi tafdil: Bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. مِنْ harfi ceriyle kullanılırsa karşılaştırma ifade eder. “Daha” manası verir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكُفۡرُۢ بِهِ [Ve O’nu inkâr etmektir.] Allah’ı inkâr etmek demektir. “Mescid-i Haram’ın ziyaretine mani olmaktır.” Burada ifadenin mecrur olmasının üç veçhi bulunur:
1. بِهِ kelimesine atfedilmiş olabilir. Yani Kâbe’yi inkâr etmeleri ve onun hakkını kabul etmemeleri, yaptıklarının vacip veya caiz olduğunu düşünerek insanların oraya girmelerine izin vermemeleri demektir.
2. سَبِیلِ ٱللَّهِ ifadesine atfedilmiş olabilir. Müslümanların Mescid-i Harâm’a girmelerine engel olmaları anlamına gelir.
3. قِتَالࣲ فِیهِ ifadesine atfedilmiş olabilir. Bu durumda Mescid-i Harâm’da savaşı sormaktadırlar. Ferrâ şöyle demiştir: صَدٌّ kelimesi كَبِیرࣱۚ kelimesine matuftur. Yani orada savaşmak büyük bir günahtır ve Allah yolundan insanları alıkoymaktır.
(Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتّٰى يَرُدُّوكُمْ عَنْ د۪ينِكُمْ اِنِ اسْتَطَاعُواۜ
وَ atıf harfidir. لَا یَزَالُونَ istimrar fiillerindendir. Devamlılık ifade eder. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. یَزَالُونَ ’nin ismi, cemi müzekker olan و merfû muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. یُقَـٰتِلُونَ fiili یَزَالُونَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur. حَتَّىٰ gaye bildiren cer harfidir. یَرُدُّو muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde یُقَـٰتِلُونَكُمۡ fiiline müteallıktır. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir olan كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَن دِینِ car mecruru یَرُدُّوكُمۡ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir olan كُمْ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. ٱسۡتَطَـٰعُوا۟ fiili meczum muzari fiildir. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; أن يردوكم (Sizi geri çevirmeleri) şeklindedir.
وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. یَرۡتَدِدۡ şart fiilidir. Meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. مِنكُمۡ car mecruru یَرۡتَدِدۡ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. عَن دِینِ car mecruru یَرۡتَدِدۡ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. یَمُتۡ meczum muzari fiildir. یَرۡتَدِدۡ fiiline matuftur. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. كَافِرࣱ haber olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ işaret ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. حَبِطَتۡ mazi fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. أَعۡمَـٰلُ fail olup lafzen merfûdur. هُمۡ muttasıl zamiri muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فِی ٱلدُّنۡیَا car mecruru حَبِطَتۡ fiiline müteallıktır. ٱلدُّنۡیَا elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
ٱلۡـَٔاخِرَةِ kelimesi ٱلدُّنۡیَا’ya matuftur.
وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَـالِدُونَ
وَ atıf harfidir. اُو۬لٰٓئِك ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ haberdir. النَّارِ muzâfun ileyhtir.
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ şeklindeki isim cümlesi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ‘nin ikinci haberidir. هُمْ munfasıl zamiri mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru خَالِدُونَ۟ kelimesine müteallıktır. خَالِدُونَ۟ kelimesi haberdir.يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ ف۪يهِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ٱلشَّهۡرِ , قِتَالࣲ 'den bedel-i iştimâldir. Nekre, marifeden bedel olmuştur. (Âşûr) Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. فِیهِۖ ’nin müteallakı mahzuf sıfat sebebiyle de îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Bu ayet kendinden önceki اَلشَّهْرُ الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ (Bakara 194) ayetinin tamamlayıcısı ve tekidi olarak ondan sonra nazil olmuştur. (Âşûr)
ٱلشَّهۡرِ ٱلۡحَرَامِ kelimelerindeki tarif cins içindir. (Âşûr)
قِتَالࣲ kelimesindeki tenkirden murad umumdur. (Âşûr)
Ayetteki, قِتَالࣲ فِیهِۖ ["Onda savaşı.."] ifadesi, "Haram ay" dan bedel olarak mecrurdur. Bu tür bedellere "bedel-i iştimâl" denir. Mesela senin; "Zeyd, yani onun ilmi beni hayran bıraktı" sözünde olduğu gibi.(Fahreddin er-Razi)
قُلْ قِتَالٌ ف۪يهِ كَب۪يرٌۜ وَصَدٌّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَكُفْرٌ بِه۪ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِه۪ مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّٰهِۚ
Cümle beyanî istînaftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قِتَالࣱ فِیهِ كَبِیرࣱۚ cümlesi قُلۡ fiilinin mekulü’l-kavlidir.
[De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır.] Yani büyük bir vebaldir, akıbeti fenadır. Burada muzâfun ileyh hazfedilmiştir. [Fırtınalı bir günde] (İbrâhîm 14/18) ayetinde de “havası fırtınalı” şeklinde bir hazif vardır. Yahut hazfedilmiş bir kelimenin sıfatıdır. Yani o günde savaşmak büyük bir günahtır. Onun helal değil haram olduğunu ifade etmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Eğer یَسۡـَٔلُونَكَ sorusu müslümanlardan olursa قُلۡ قِتَالࣱ فِیهِ كَبِیرࣱۚ cevabı teşrî’ içindir. Eğer bu soru inkâr eden müşriklerden olursa cevap itiraf ettirmek ve susturmak içindir. (Âşûr)
قِتَالࣱ kelimesindeki nekre makamın karinesiyle umum içindir. (Âşûr)
قِتَالࣱ فِیهِ kısmı mübteda, كَبِیرࣱۚ kelimesi onun haberidir. قِتَالࣱ lafzı her ne kadar nekre ise de, فِيهِ ifadesi ile hususilik kazanarak mübteda olabilmiştir. كَبِیر ifadesinden murad, "büyük günahtır ve çok yadırganır" manasıdır. Nitekim büyük günaha da "kebire" denilmiştir. (Fahreddin er-Razi)
كَبِیرࣱۚ kelimesi aslında aynı türdekiler arasında cüssesi büyük demektir. Burada mecazen kuvvetli, çok, yaşlı, mübalağalı manasında gelmiştir. Bu; akli bir şeyin hissi bir şeye benzetilmesiyle yapılmış bir istiaredir. Türün içindeki kuvvetli olan şey, cüssenin büyüklüğüne benzetilmiştir. Çünkü güçlü-kuvvetli olduğu iyi bilinmektedir. Burada makam karinesiyle günahların büyüklüğü kastedilmiştir. (Âşûr)
Akabindeki cümle temasül nedeniyle öncesine atfedilmiştir. Haberi أَكۡبَرُ عِندَ ٱللَّهِۚ olan صَدٌّ ile başlayan isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Buradaki عِندَ (yanında) kelimesi mecazidir. İlim ve hüküm bakımından demektir. İsmi tafdil kalıbındaki أَكۡبَرُ kelimesi de günah açısından üstünlüktür. Yani bu zikredilenlerden her biri günah bakımından büyüktür demektir. (Âşûr)
كُفۡرُۢ بِهِ sözündeki بِ harf-i ceri tadiye içindir. (Âşûr)
وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِۜ
وَ , istînâfiyyedir. Veya cümle قِتَالࣱ فِیهِ ‘ye matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil, faide-i haber ibtidaî kelamdır. مِنَ ٱلۡقَتۡلِۗ ‘nin amili müsned olan أَكۡبَرُ ‘dur. İsm-i tafdil sıygasındaki bu kelime mübalağa ifade eder.
[Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha büyük bir suçtur.] Yani sizin Müslümanları Mekke'den çıkarmanız, şirk ve halkı İslam'dan menetmek gibi suçlar, bu konuda fitne çıkarmanız, haram ayda Amr b. Hadramî'yi öldürmekten daha büyük bir suçtur. (Ruhu’l-Beyan)
وَٱلۡفِتۡنَةُ أَكۡبَرُ مِنَ ٱلۡقَتۡلِۗ sözü tezyîldir. (Âşûr)
ٱلۡفِتۡنَةُ kelimesinin, imtihana çekmek, sınamak manası vardır. Posasını hasından ayırmak için altını ateşte erittiğin zaman, فَتَنتُ الذَّهَبِ بانَّارِ dersin. Cenab-ı Allah'ın, اَنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ [Sizin mallarınız ve çocuklarınız, ancak bir imtihan vesilesidir] (Enfal, 28) ayeti de bu anlamdadır. Yani, "Sizin için bir imtihandır" demektir. (Fahreddin er-Razi)
وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتّٰى يَرُدُّوكُمْ عَنْ د۪ينِكُمْ
وَ istînâfiyyedir. یُقَـٰتِلُونَكُمۡ , istimrar fiillerinden olan لَا یَزَالُونَ ‘nin haberidir. İstimrar fiiline ilave olarak müsnedin muzari fiille gelişi, onların bu fiili yapmakta ısrarcı olduklarını belirtir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَا یَزَالُونَ fiili gelecekte de bunu yapmaya devam edeceklerine delalet eder. (Âşûr)
زَالَ fiili, لَا یَزَالُ ve مازَالَ şeklinde kullanılır. Vahidî, bunun masdarı bulunmayan bir fiil olduğunu söylemiştir. Bunun ism-i fail ve ism-i mef’ûl sıygaları kullanılmaz. Fiiller arasında bunun benzerleri pek çoktur. Mesela, عَسى fiili. Bu fiilin de masdarı ve fiili muzarisi yoktur. لَا یَزَالُونَ “Onlar bu işlerine devam ederler" manasına gelir. Çünkü, زَوَالْ olumsuzluk ifade eder. Buna bir de لا ve ما gibi nefy ifade eden harfleri getirdiğin zaman bu, nefyi nefyetmek olur. Böylece de bu müsbet manaya delil olur. (Fahreddin er-Razi)
Gaye ifade eden masdar ve cer harfi حَتَّىٰ ve onu takip eden ...یَرُدُّوكُمۡ عَن cümlesi masdar teviliyle یُقَـٰتِلُونَكُمۡ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel olan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
حَتَّىٰ یَرُدُّوكُمۡ عَن دِینِكُمۡ [Sizi dininizden döndürünceye kadar] ibaresinde, din kelimesinin Müslümanları belirten كُمۡ [siz] zamirine izafesi, Müslümanlar arasında, ayrılığı ve ayrılıkçılığı hoş görmeyen din bağı gibi pek kuvvetli bir ilişki bulunduğuna işaret eder. (Ebüssuûd)
Cümledeki fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder.
[Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.] Yani onlar İslam’dan yüz çevirmenizi sağlamak için sizinle savaşmaya devam ederler. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
... وَلَا یَزَالُونَ یُقَـٰتِلُونَكُمۡ [...sizinle... aralıksız savaşırlar] ifadesi inkârcıların Müslümanlara olan düşmanlıklarının ve onları dinlerinden döndürünceye kadar bundan vazgeçmeyeceklerini haber vermektedir. (Keşşâf)
وَلَا یَزَالُونَ یُقَـٰتِلُونَكُمۡ حَتَّىٰ یَرُدُّوكُمۡ عَن دِینِكُمۡ cümlesi itiraz cümlesidir. (Âşûr)
اِنِ اسْتَطَاعُواۜ وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ
Fasılla gelen إِنِ ٱسۡتَطَـٰعُوا۟ۚ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şart fiili olan ٱسۡتَطَـٰعُوا۟ۚ ’nun cevabı, öncesinin delaleti sebebiyle hazfedilmiştir. Takdiri; يردوكم ‘dur.
[Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.] Yani onlar İslam’dan yüz çevirmenizi sağlamak için sizinle savaşmaya devam ederler. “Eğer bunu yapabilirlerse” ifadesi onların buna güç yetiremeyeceklerini göstermektedir. Bu sözle Allah Teâlâ Müslümanların gönüllerini almakta ve dinden dönenleri tehdit etmektedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
إِنِ ٱسۡتَطَـٰعُوا۟ۚ cümlesi tarizdir. Çünkü onlar müslümanları dinlerinden döndüremezler. Bu şartın konumu, حَتَّىٰ یَرُدُّوكُمۡ عَن دِینِكُمۡ sözündeki gayenin olabileceğini zannettikleri bir konumdur. Bunun için gerçekleşmeyecek bir şeyi arzuladıklarını belirten إِنِ şart harfi gelmiştir. (Âşûr)
Akabindeki ... وَمَن یَرۡتَدِدۡ مِنكُمۡ cümlesi de şart üslubunda haberî isnaddır. فَیَمُتۡ cümlesi, şart fiili olan یَرۡتَدِدۡ ’e matuftur. وَهُوَ كَافِرࣱ cümlesi hal olarak gelmiştir. Hal cümleleri ıtnâb babındandır.
وَمَن یَرۡتَدِدۡ مِنكُمۡ عَن دِینِهِ cümlesi ikinci itiraz cümlesidir veya önce geçen itiraz cümlesine atıftır. Cümleden maksat tahzirdir (sakındırmaktır). (Âşûr)
فَ karinesiyle gelen cevap, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ müsnedün ileyh, حَبِطَتۡ müsneddir. Bu cevap cümlesi aynı zamanda مَن ’in de haberidir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilenleri tahkir ve küfürde çok ileri gittiklerini ifade eder. Müsned mazi fiille gelerek hudûs, istimrar ve hükmü takviye ifade etmiştir.
حَبِطَتۡ أَعۡمَـٰلُهُمۡ فِی ٱلدُّنۡیَا وَٱلۡـَٔاخِرَةِۖ [Onların yaptıkları işler boşa gider.] أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ifadesi çoğuldur ve مَن kelimesine aittir. Çünkü مَن anlam olarak çoğuldur. حَبِطَتۡ batıl olmak, boşa gitmek anlamına gelir. أَعۡمَـٰلُهُمۡ ifadesi sevapları anlamındadır. Çünkü asıl ameller onlardır. Kötü amellerin aslında hiç var olmaması lazımdır. Kendisine fayda vermeyecek bir iş yapan kişi için “Hiçbir şey yapmadı” veya “Bu yaptığı iş değil” denilir. Amelin boşa gitmesi onun dünya ve ahirette getireceği faydanın ortadan kalkmasıdır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
إِنِ ٱسۡتَطَـٰعُوا۟ۚ "eğer güçleri yeterse" sözü onların buna kadir olamayacaklarını gösterir. Bu, bir kimsenin kendisini yenemeyeceğini bildiği düşmanına, "Eğer beni yenersen elinden geleni yap" demesi gibidir. (Fahreddin er-Razi)
Dilciler, حَبْطٌ kelimesinin asıl manasının, "devenin kendisine zarar veren bir şeyi yiyip, bundan dolayı karnı şişerek ölmesi" olduğunu söylemişlerdir. Amellerin boşa gitmesi de, حَبْطٌ kelimesiyle ifade edilmiştir. Çünkü bu, ifsat edici şeyin kendisine arız olması sebebiyle bir şeyin bozulmasına benzer. (Fahreddin er-Razi)
وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ
وَ ‘la gelen cümle, makabline tezayüf nedeniyle atfedilmiştir. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ‘nin tekrarlanması ateş ashabına dikkat çekmek için yapılmış ıtnâbtır.
‘’İşte onlar" kelimesinin ifade ettiği uzaklık da onların şer ve fesattaki derekelerini gösterir. (Ebüssuûd)
أَصۡحَـٰبُ ٱلنَّارِۖ [Nâr ashabı] ifadesinde tehekküm istiaresi vardır. Nârda kalışları, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.
Müsnedin أَصۡحَـٰبُ ٱلنَّارِۖ şeklinde izafetle marife olması, az sözle çok şey anlatmak ve muzâfı tahkir içindir.
هُمْ ف۪يهَا خَـالِدُونَ
Ayetin fasılası hal-i müekkide olarak fasılla gelmiştir. Ateş ashabının halidir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır. Faide-i haber talebî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur, amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, ateşe has kılınmıştır.
خَالِدُونَ lafzı, ism-i faildir. İsmi fail, mef’ûl ve masdar zamandan bağımsızdır. Aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.
Onların ateş halkı ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesinde taksim sanatı vardır.
Hal cümlesinin و ’sız gelmesi, onların ateşte kalışlarının hal-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır. Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği zaman, mesela: هذا اخوك عطوف (Bu, çok şefkatli kardeşindir) cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman ''و '' sız gelir.
أَكۡبَرُ - كَبِیرࣱۚ , قِتَالࣱ - ٱلۡقَتۡلِۗ - یُقَـٰتِلُونَكُمۡ , یَرۡتَدِدۡ - یَرُدُّوكُمۡ , كَافِرࣱ - كُفۡرُۢ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ٱلدُّنۡیَا - ٱلۡـَٔاخِرَةِۖ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı, یَرۡتَدِدۡ - صَدٌّ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قِتَالࣱ - ٱللَّهِ - أَكۡبَرُ - دِینِ - عَن - هُوَ bu kelimelerin ayetteki tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | muhakkak |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | iman edenler |
|
4 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
5 | هَاجَرُوا | ve hicret edenler |
|
6 | وَجَاهَدُوا | ve cihat edenler |
|
7 | فِي |
|
|
8 | سَبِيلِ | yolunda |
|
9 | اللَّهِ | Allah |
|
10 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
11 | يَرْجُونَ | umarlar |
|
12 | رَحْمَتَ | rahmetini |
|
13 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
14 | وَاللَّهُ | Allah |
|
15 | غَفُورٌ | çok bağışlayan |
|
16 | رَحِيمٌ | çok merhamet edendir |
|
Raceve رجو :
رَجا kuyunun, göğün vs. yanı/kenarıdır. Çoğulu şeklindedir. İçinde bir sevincin, mutluluk sebebinin bulunacağı bir şeyin, bir olayın meydana gelmesini iktiza eden, gerektiren bir zandır. Erguvan, 'nın yani ümidin sevindirişi/mutlu edişi gibi insanı sevindiren/mutlu eden bir kırmızı tonudur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 28 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri ricâ, Recâi ve erguvandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Cihad kelimesinin anlamı sadece savaşla sınırlı olmayıp çok geniştir ve üç çeşittir: Düşmana karşı, şeytana karşı ve nefse karşı. Mücahede hem dille hem elle yapılır. İctihâd, gücünün tümünü kullanmak ve zorluğa katlanmak konusunda kendini zorlamaktır.
Hicret Allahın sevmediği herşeyden vazgeçmektir. Haramdan helale bir yolculuktur.
Hâcerû kelimesinin kökü hecr olup insanın beden, dil ya da kalp ile başkasından ayrılmasıdır Hicret, hicran, muhacir, Hacer, Hicrî kelimeleri bu kelimeden dilimize geçmiştir. Dolayısıyla hecere de cehede gibi bedenle ve dille olur.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّٰهِۜ
إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası آمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
وَ atıf harfidir. اَلَّذِينَ kelimesi ilk ism-i mevsûle matuf olduğundan mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası هَاجَرُوا۟ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. جَـٰهَدُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فِی سَبِیلِ car mecruru جَـٰهَدُوا۟ fiiline müteallıktır. ٱللَّهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اُو۬لٰٓئِك ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. یَرۡجُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. رَحۡمَتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. ٱللَّهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
جَـٰهَدُوا۟ fiili جُهْدِ kökünden türemiş mufâale babında bir fiildir. Mufâale babının mübalağa manasında olması dolayısıyla savaşta bütün gücü harcamak manasındadır. Çünkü bu kişi tıpkı birine yardım eden kişinin çabasını başkasının çabasına eklemesi gibi dine yardım etmek ve zafer kazandırmak için çabasını başkasının çabasına ekler. Bunun için mufaale babının; eklemek, birleştirmek, ilave etmek, tekrarlamak ve talil için olduğu söylenir. (Âşûr)
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورࣱ haber olup lafzen merfûdur. رَّحِیمࣱ ise ikinci haber olup lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ isimleri mübalağa sıgasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ismi fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ismi failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّٰهِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i inkıtâdır. إِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi formunda, faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi iman edenleri tazim içindir. Ayrıca onların bilinen bir grup olduğuna ve sonradan gelecek habere dikkat çeker. ءَامَنُوا۟ , mevsûlün sılasıdır.
Sonraki ٱلَّذِینَ , ilkine atfedilmiştir. İman edenleri yüceltmek için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
هَاجَرُوا۟ ikinci mevsûlün sılasıdır. جَـٰهَدُوا۟ sılaya atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, bütün kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan sebil şeref kazanmıştır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrîhî istiâre vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazfedilmiş müşebbehün bih (müsteârun minh) olan yol zikredilmiştir.
فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ibaresinde فِی harfi de إلى harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi فِی harfinde zarfiyet manası vardır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
ءَامَنُوا۟ - هَاجَرُوا۟ - جَـٰهَدُوا۟ kelimeleri arasında muvazene ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ءَامَنُوا۟ - هَاجَرُوا۟ - جَـٰهَدُوا۟ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)
Bahsi geçen kimselerin iman etmek, hicret etmek ve cihat etmek şeklinde özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.
أُو۟لَـٰۤىِٕكَ یَرۡجُونَ رَحۡمَتَ ٱللَّهِۚ [Onlar Allah’ın rahmetini umarlar.] Yani bunların ameli boşa çıkmaz, bilakis onlar sevabını umarak Allah’ın rahmetine gelirler. Burada ‘umma’ fiili şüpheli olduklarını anlatmak için değil, amellerinin reddedilmesinden korkarak, kabul edilmesini de umarak; amellerini az görüp emellerini talep ettikleri için bir methetmedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
ٱلَّذِینَ هَاجَرُوا۟ وَجَـٰهَدُوا۟ فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ [hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler] ifadesinde ism-i mevsûlün tekrar edilmesi hicretin ve cihadın önemini vurgulamak içindir; sanki umudu gerçekleştirmede o ikisinin bağımsız olduğunu göstermek istemiştir. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ یَرۡجُونَ رَحۡمَتَ ٱللَّهِۚ [İşte onlar Allah'ın rahmetini umarlar] sevabını demektir. Onlara umut vermesi amelin rahmeti mucip olmadığını ve buna kesin delalet etmediğini bildirmek içindir, çünkü itibar sonradır. (Beyzâvî)
Bu cümle hüküm ayetleri arasında gelmiş itiraz cümlesidir. (Âşûr)
وَٱلَّذِینَ هَاجَرُوا۟ وَجَـٰهَدُوا۟ [Hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler] ifadesinde ism-i mevsûlün tekrar edilmesi hicretin ve cihadın önemini vurgulamak içindir; sanki umudu gerçekleştirmede bu ikisinin bağımsız olduğunu göstermek istemiştir. (Âşûr)
هَاجَرُوا۟ وَجَـٰهَدُوا۟ fiilleri mezid bablardan olan mufâale babından gelmiştir. Burada müşareket, gayret ve devamlılık manasındadır.
Mufâale babı fille: 1) Müşareket 2) Gayret ve devamlılık 3) Tadiye manalarını katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
المُجاهَدَةُ kelimesinin aslı, meşakkat anlamına gelen الجَهْدِ masdarıdır. "Mücâhede"nin o kimsenin Allah'ın dininin üstün gelmesi için gayretini, başkalarının gayretlerine katması manasına olması caizdir. Nitekim "müsâade" (yardımlaşma), daha fazla destek ve kuvvet meydana gelmesi için insanın dirseğini, başkalarının dirseğinin yanına getirmelerinden ibarettir. "Mücâhede" kelimesinden muradın, düşman savaşırken düşmana karşı savaşmak için bütün gayreti sarf etmek manası olması caizdir. Bu da, karşılıklı yapmayı ifade eden "müfâale" vezni ile ifade edilir. (Fahreddin er-Razi ve Âşûr)
أُو۟لَـٰۤىِٕكَ یَرۡجُونَ رَحۡمَتَ ٱللَّهِ , beklenen faydaları ummaktan ibaret olan recâ'; ümiddir. Allahu Teâlâ burada, onların Allah'ın sevabını ummakta olduklarını kastetmiştir. Çünkü muhatap yaptığı işte kazançlı çıktığını ve sevap elde ettiğini kesin olarak bilemiyor, fakat bunu bekliyor ve umuyordu. (Fahreddin er-Razi)
Bu mananın رجى (ümid) kelimesiyle ifade edilmesinin anlamı şöyledir;
1) İman ve amelden dolayı sevap almak, aklen vacip değildir, bilakis bu, vaat hükmünden dolayıdır. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak sevabı, ümit etmeye bağlı kılmıştır.
2) Farz edelim ki, iman ve amelden dolayı sevap elde etmek, vaat hükmünden dolayı aklen vacip olsun. Fakat bu, bundan sonra bir daha küfretmemeye bağlıdır ki, bu şart ise, kesin ve kat'î olmayıp, şüpheli bir durum arz etmektedir. Binaenaleyh ortaya çıkan netice ümit etmek olup, kat'î bir neticeye varmak değildir.
3) Burada zikredilen iman, hicret ve Allah yolunda cihad etmektir. Bununla beraber öte yandan insanın, başka ameller de yapması lazımdır. Bu da, onu Allah'ın bu üç ameli yapmaya muvaffak kılması gibi, aynı şekilde diğer amelleri ifa etmeye muvaffak kılmasını dilemesi ve ümit etmesidir. İşte bu sebepledir ki onu Cenab-ı Hak, ümit etmeye bağlı ve müteallik kılmıştır. (Fahreddin er-Razi)
“Recâ" dan murad, sevabın aslı hakkında kat'ilik ve kesinliktir. Zan ise sadece, onun kemmiyeti ve vakti hususunda söz konusudur. (Fahreddin er-Razi)
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i inkıtâdır. Mübteda ve haberden müteşekkil terkip, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük içindir. Lafza-i celâlin ayetteki tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah'ın غَفُورࣱ- رَّحِیمࣱ sıfatlarının tenvinli gelişi Allah Teâlâ’da bu sıfatların varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu ve bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıbındadır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِۜ قُلْ ف۪يهِمَٓا اِثْمٌ كَب۪يرٌ وَمَنَافِـعُ لِلنَّاسِۘ وَاِثْمُهُمَٓا اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَاۜ وَيَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلِ الْعَفْوَۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَسْأَلُونَكَ | sana soruyorlar |
|
2 | عَنِ | -tan |
|
3 | الْخَمْرِ | şarap- |
|
4 | وَالْمَيْسِرِ | ve kumardan |
|
5 | قُلْ | de ki |
|
6 | فِيهِمَا | o ikisinde vardır |
|
7 | إِثْمٌ | günah |
|
8 | كَبِيرٌ | büyük |
|
9 | وَمَنَافِعُ | ve bazı yararlar |
|
10 | لِلنَّاسِ | insanlar için |
|
11 | وَإِثْمُهُمَا | fakat onların günahı |
|
12 | أَكْبَرُ | daha büyüktür |
|
13 | مِنْ | -ndan |
|
14 | نَفْعِهِمَا | yararı- |
|
15 | وَيَسْأَلُونَكَ | ve sana soruyorlar |
|
16 | مَاذَا | ne |
|
17 | يُنْفِقُونَ | infak edeceklerini |
|
18 | قُلِ | de ki |
|
19 | الْعَفْوَ | Af (ihtiyaçlarınızdan fazlasını) |
|
20 | كَذَٰلِكَ | böyle |
|
21 | يُبَيِّنُ | açıklıyor |
|
22 | اللَّهُ | Allah |
|
23 | لَكُمُ | size |
|
24 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
25 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
26 | تَتَفَكَّرُونَ | düşünürsünüz |
|
Meysir, kolay olan şeydir. Kumarda kolay yoldan para kazanıldığı için adı kolaylık olmuş.
Burada infak edilecek şey için afv (lütuf, ihsan) kelimesi kullanılmış. Bu kelimenin ''fazlalık'' manasında olduğu yazılıdır. Türkçede suçu görmekten vaz geçmek manasında kullanıyoruz. Bu da bir çeşit lütuftur. Burada “kendi mülkünde olan bir şeyi başkasının mülküne geçirmek” anlamında kullanılmış. Tahkik sözlüğü bu kelimeyi birşeyden sarfı nazar etmek şeklinde tarif etmiş. Bu infakın en alt mertebesidir. Sonra nefsini kötü niyetten korumak gelir. Bu infaktan önce gerçekleşir. Yani infak etmemiz gereken kişi hakkında o bana şöyle şöyle yaptı, ona vermeyeyim gibi düşünmemek lazımdır. Sonra da hayır işlemek gelir. Dikkat edilirse 215. ayette de neyin infak edileceği sorulmuş, bu soruya cevap olarak infak edilecek yerler sayılmıştı. Burada da infak edilecek şey olarak umumi bir kelime olan afv kelimesi gelmiştir.
Bu sayfanın başındaki ilk ayette sevmediğiniz şeyler sizin için hayırlıdır geçmişti. İnfak da böyledir.
Günümüzde içkinin haram oluşu insanlara hatırlatıldığında bir kesim, onun faydası olduğunu, doktorunun kendisine tavsiye ettiğini vs. söylemektedir. Ayet içkinin faydaları olduğunu zaten teyit etmektedir. Ancak zararının faydasından daha çok olduğunu belirtmektedir.
Cahiliye arapları içki ve kumar meclislerini aynı zamanda fakir fukaraya ikram ve “meysir” adı verilen ve ayette yasaklanan kumar çeşidini fakirlere yardım için bir yol olarak görürlerdi.Veresiye bir deve alınıp oklar çekilerek kumar oynanır ,kaybedenler devenin bedelini öder ,kazananlar ise etlerini orada bulunanlara bağışlarlardı.Kur’ân bu masum yüzlü görünen kumarı yasaklamıştır.Yardımın daha meşru yolları vardır.Günümüzde hala Lasvegas gibi ekonomisini kumar üzerine kurmuş beldeler vardır.Buralardaki kumarhanelerde insanların bunalıp dışarı çıkmasını engellemek için içeri taze oksijen pompalanmakta ve kumar oynayanlara sürekli bedava içki ikramı yapılmaktadır.Lasvegas ın bağlı olduğu Nevada eyaleti Amerika da en fazla intiharın yaşandığı eyalet olarak kayıtlara geçmiştir.Ayette geçen. “Hamr-Şarap” aklı örten, sağlıklı düşünmeye imkan vermeyen her türlü içkinin ortak adıdır.
Bazı meal ve tefsirlerde zararı faydasından daha çoktur şeklinde tercüme edilmişse de, Kur’ân’ın içki ve kumar için kullandığı tamlama ”büyük günah” tır.Yani ikisinin günahı faydasından çoktur.
“Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar”
Daha önce de sormuşlardı hatırlarsanız (ayet 215) ve Allah cevap vermişti. Surenin başındaki sığırın kurban edilmesi hadisesini hatırlatıyor. Onlar sığırı kesmeyi geciktirmek veya kesmemek için soruları arttırmışlardı. Burada da yanıt sert geliyor. ”el afve (fazla olanı)” infak etsinler diyor Allah. Yani insan olarak yaşamak için gerekeni tut, gerisini ver demektir bu.
Fekera فكر :
فِكْرَةٌ öğrenmek maksadıyla maluma meyleden kuvvedir. تَفَكُّرٌ ise bu kuvvenin akli nazara//akıl bakış açısına göre hareket etmesidir ki bu hayvanlar için değil insanlar için söz konusudur. Bu da sadece kalpte bir sûreti/şekli meydana gelebilen şeyler için kullanılır. رَجُلُ فَكِيرٌ çok düşünen adam için söylenir. Edebiyatçılardan biri şöyle demiştir: فَرْكٌ sözcüğü ovmak fiilinin harflerinin yeri değiştirilerek oluşturulmuştur. Fakat anlamsal konularda kullanılmıştır. Bu da işlerin hakikatlerine ulaşmak için onları irdelemek ve araştırmaktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı fiil formunda 18 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri fikir, tefekkür, efkar, mütefekkir, mefkure ve Fikret'tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Hamr (خمر) kelimesinin aslı birşeyi örtmektir. Kendisi ile örtü yapılan şeye himâr (خِمَار) denir ki baş örtme ile ilgili olan ayette geçen humur bu kelimenin çoğuludur. Örfte kadının başını örttüğü örtü için kullanılır. Bu ayette de kullanıldığı üzere hamr aynı zamanda içki demektir. Aklın işleyiş mekanizmasını örttüğünden bu adı almıştır. Himâr kelimesinden Türkçe’ye geçen kelimeler hamur ve mahmurdur. Hamur kelimesi unun suyla mayalanıp kaybolmasından elde edildiği için böyle isimlendirilmekte olup mahmur ise sarhoşluğun verdiği uyuşukluk, sersemlik içinde bulunan kimse için kullanılmaktadır.
İsmun kebîrun’da kastedilen büyük günah veya çok günahtır. Ayette geçen kebîr, kesîr (كَثِير) şeklinde de okunmuş olup, her iki kıraat de uygundur.
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِۜ
İstînâf cümlesidir. Fiil cümlesidir. یَسۡـَٔلُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَنِ ٱلۡخَمۡرِ car mecruru یَسۡـَٔلُونَ fiiline müteallıktır. ٱلۡمَیۡسِرِ kelimesi ٱلۡخَمۡرِ kelimesine matuftur.
قُلْ ف۪يهِمَٓا اِثْمٌ كَب۪يرٌ وَمَنَافِـعُ لِلنَّاسِۘ وَاِثْمُهُمَٓا اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَاۜ وَيَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ
İstînâfi beyâniyye cümlesidir. قُلۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Mekulü’l-kavl cümlesi فِیهِمَاۤ إِثۡمࣱ كَبِیرࣱ ’dir. فِیهِمَاۤ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. إِثۡمࣱ muahhar mübtedadır. كَبِیرࣱ kelimesi إِثۡمࣱ kelimesinin sıfatıdır. مَنَـٰفِعُ kelimesi إِثۡمࣱ ’e matuftur. لِلنَّاسِ car mecruru مَنَـٰفِعُ ’nun mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ itiraziyyedir. Haliyye olması da caizdir. إِثۡمُ mübtedadır. Muttasıl zamir هُمَاۤ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. أَكۡبَرُ haberdir. İsm-i tafdîl kalıbındandır. مِن نَّفۡعِ car mecruru أَكۡبَرُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
یَسۡـَٔلُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مَاذَا istifham ismi یُنفِقُونَ fiilinin mukaddem mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
ماذا ينفقون ibaresi یَسۡـَٔلُونَكَ fiilinin ikinci mef’ûludur. ما mübteda ve istifham harfidir. ذا haber olup ismi mevsûl olan الذي manasındadır. (Ahmet bin Hırât)
یُنفِقُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. مَاذَا ifadesi یَسۡـَٔلُونَ fiilinin ikinci mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
یُنفِقُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نفق’dir. İf’al babı fiile ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
یُنفِقُونَۖ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)
قُلِ الْعَفْوَۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَۙ
İstînâfi beyâniyye cümlesidir. قُلۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Mekulü’l-kavl cümlesi ٱلۡعَفۡوَ ’dir. ٱلۡعَفۡوَ mahzuf fiilin mef’ûlun bihidir. Takdiri أنفقوا (infak ederler) şeklindedir.
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) manasındadır. Mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri تبيّنا (açıklayıcı) şeklindedir. ذا işaret ism-i, sükun üzere mebni mahallen mecrur muzâfun ileyhtir. ل harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. یُبَیِّنُ muzari fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. لَكُمُ car mecruru یُبَیِّنُ fiiline müteallıktır. ٱلۡـَٔایَـٰتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تَتَفَكَّرُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَتَفَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tefe'ul babındadır. Sülâsîsi فكر’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i inkıtâdır. İlk cümle müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ٱلۡخَمۡرِ , ٱلۡمَیۡسِرِۖ ‘ya matuftur. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İstînâfiyye, İslam öncesi dönemde insanlar üzerinde galip gelen iki eylemi, yani şarap içmeyi ve kumarı geçersiz kılmak içindir. (Âşûr)
Bu cümlede hazif yoluyla îcaz vardır. Takdiri; عن حكم الخمر والميسر (İçki ve kumar hakkında) şeklindedir.
[Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar.] Önceki ayetlerde cihad konusundan bahsedilmişti. Cihad ancak mal ve insanların dayanışması sayesinde yapılabilir. İçki ve kumar ise malı götürür ve insanlar arasındaki dayanışmayı yok eder. Bu sebeple onlardan kaçınsınlar ve daha güçlü bir şekilde cihad edebilsinler diye Cenab-ı Hak bu ikisinin haram olduğunu beyan etmiştir. Burada ashab-ı kiramın sorduğu sorular bir araya getirilerek cevaplanmaktadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
ٱلۡخَمۡرِ kelimesi müştak bir isimdir. خَمَرَ fiilinin masdarıdır. Kaynayıp yoğunlaşınca köpürerek sarhoş edici hale gelen üzüm suyuna denir. Bu şekle gelmiş üzüm suyu; aklın, ahlakî davranışlarına engel olduğu için mecazen örtmek manasındaki ٱلۡخَمۡرِ kelimesiyle isimlendirilmiştir. (Âşûr)
ٱلۡمَیۡسِرِۖ kelimesi يَسَر - يُسُر kökünden mimli masdar olarak ‘’kumar oynamak’’ anlamındadır. Kumarda kolaylıkla zahmetsiz mal çarpmak veya çarptırmak vardır. Kumar demek de zar gibi ne olacağı belli olmayan tehlikeli bir şeye bağlanarak mal vermek veya almak demektir. (Elmalılı)
خَمْر aslında örtmek anlamındadır. Sıkılmış ve köpük alıncaya kadar kaynatılmış üzüm suyuna خَمْر denilmesinin sebebi insanın aklını ve temyiz kudretini örttüğü içindir. Akıl ve temyizi haczettiği için ona سَكَر de denir.
الميسر - kumar, يُسْر (kolaylık) kökünden gelir. Çalışmadan, yorulmadan elde edilen bir kazanç olduğu için bu isim verilmiştir. Onun يَسَار - servet kökünden geldiği de söylenir. Kumar, serveti götürdüğü için bu isim verilmiş olabilir. O zamanlar bu kumar kıdah, ezlâm ve aklâm dedikleri aletlerle oynanıyordu. (Ebüssuûd)
قُلْ ف۪يهِمَٓا اِثْمٌ كَب۪يرٌ وَمَنَافِـعُ لِلنَّاسِۘ وَاِثْمُهُمَٓا اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَاۜ
Cümle beyanî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. فِیهِمَاۤ إِثۡمࣱ كَبِیرࣱ cümlesi قُلۡ fiilinin mekulü’l-kavlidir.
Mekulü’l-kavl cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. فِیهِمَاۤ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. إِثۡمࣱ ’daki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder.
إِثۡمࣱ , مَنَـٰفِعُ kelimesine matuftur. لِلنَّاسِ mahzuf sıfata müteallıktır.
Temasül nedeniyle makabline وَ ’la atfedilen ...إِثۡمُهُمَاۤ أَكۡبَرُ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
كَبِیرࣱ - أَكۡبَرُ , مَنَـٰفِعُ - نَّفۡعِهِمَاۗ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
إِثۡمࣱ , ayette önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr ve ıtnâb sanatları vardır.
Bu cümle icmalden sonra tafsil kabilindendir. Belâgatta buna ıtnâb ismi verilir.
وَيَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلِ الْعَفْوَۜ
Ayetin bu cümlesi ilk یَسۡـَٔلُونَكَ cümlesine matuftur. Atıf sebebi temasüldür. Müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstifham üslubunda talebî inşaî isnad olan مَاذَا یُنفِقُونَۖ cümlesi یَسۡـَٔلُونَكَ fiilinin ikinci mef’ûlüdür.
یَسۡـَٔلُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)
Fasılla gelen قُلِ ٱلۡعَفۡوَۗ cümlesi beyanî istînaftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. ٱلۡعَفۡوَۗ mahzuf bir fiilin mef’ûlüdür. Takdiri; أنفقوا (İnfak edin) şeklindedir.
Burada ٱلۡعَفۡوَۗ , ihtiyaçtan fazlası manasına gelir. Böylece infak etmek insanlar için kolaylaşmış olur. Onlara zor gelmez. Allah Teâlâ infakı insanlar için kolaylaştırdığını bildirmiştir. Onlara bu işi zorlaştırmamıştır. Sadaka ve infakı israf ve cimrilik olmayacak şekilde emretmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
العَفْوِ kelimesindeki harf-i tarif, cins içindir. (Âşûr)
Allah infakı teşvik için burada العَفْوَ kelimesini bütün infaklar manasında kullanmıştır. Bu da harcamaktan kastedilenin gönüllü harcama olduğuna dair delilidir. (Âşûr)
العَفْو kelimesindeki harf-i tarif, ahd-i haricî içindir.
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsbet fiil cümlesi formunda, faidei haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
كَذَ ٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذَأَ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, S.101)
كَذَ ٰلِكَ ’nin müteallakının hazfı îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma, korkuyu artırma amacına matuftur. Durumun ciddiyetinin derecesini göstermek bakımından da dikkat çekicidir.
كَذَ ٰلِكَ یُبَیِّنُ ٱللَّهُ لَكُمُ ٱلۡـَٔایَـٰتِ cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır. (Safvetü't Tefâsir)
یُبَیِّنُ [tebyin eder, açıklar] buyurulmak suretiyle istikbal kipinin kullanılması bunu insan zihninde canlandırmak içindir. (Elmalılı)
Müşarun ileyhin beyan konusundaki kemali dolayısıyla tazim için uzak için kullanılan işaret ismi tercih edilmiştir. (Âşûr)
لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَۙ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
‘’Umulur ki’’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. [Allah size ayetleri böyle açıklar ki dünya ve ahiret hakkında düşünesiniz.] Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Yani Allah Teâlâ; ‘’dünya hakkında düşünüp taşının ve oranın bir imtihan ve fanilik yurdu olduğunu anlayarak zühd halinde bulunun, ahiret hakkında da tefekkür edip oranın ebediyet yurdu olduğunu idrak edip onu isteyin’’, diye size sadaka verilecek yerleri haber verir. Ayetin tefsiri ile ilgili diğer bir görüş şöyledir: Allah Teâlâ size şarabın, kumarın hükmünü, infakın nereye yapılacağını ve miktarını açıklarken aynı zamanda size dünya ve ahiretiniz için ihtiyaç duyduğunuz işleri de anlatacaktır. Bu sayede sizi emir ve yasaklarıyla, sıkıntılarla imtihan etmek için yarattığı dünya; iyi ve kötüye karşılığını vermek için de ahiret hakkında düşüneceksiniz. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
تَتَفَكَّرُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)
Ayetlerin açıklanması, onların anlaşılabilir ve manası vazıh olarak indirilmeleridir; yoksa önceleri karışık ve anlaşılmaz iken sonrasında açıkladı demek değildir.
Allah'tan istediğin bir şey gerçekleşmişse, bu iyi bir şeydir ama gerçekleşmemişse, belki bu daha da iyidir.
Otobüsü bekliyorum. Kendimce, gelmesi gereken saat gelip çattığında yola bakıyorum, gelmiyor. ‘Şimdi gelir’ diyerek kitap okumaya devam ediyorum. Dakikalar geçtikçe kafam otobüsün gelmediğine takılıyor. Kitaptaki cümlelerle, otobüsün neden gelmediğine dair fikirlerim çatışmaya başlıyor. Sabırsızlığın, içimdeki endişe ve huzursuzluğu uyandırdığını hissediyorum. Diğer insanların otobüsleri geldikçe daha da meraklanıyorum. Hele ki onların, otobüsümün gelmeyişiyle ilgili yorumlarını dinlemek gıcık ediyor. Bildiğim ve bilmediğim şeylere geç kalıyorum düşüncesinden yayılan ağırlığı bastırmak için dua etmeye başlıyorum. Dua ederken duanın getireceği huzuru hissetmek ve sakin kalmak için uğraşıyorum. Sabırla umuttan bir parçaya tutunmaya çalışıyorum. Karanlıkta odanın ışığını açmaya çalışan gibiyim. Sinirleniyorum. Otobüsün, bilmediğim gecikme sebebine söyleniyorum. ‘Sabır ediyorum işte. Sabrımın ödülü olarak otobüsüm gelsin artık’ diye düşünüyorum.
Halbuki bilmiyorum, belki o otobüsün gelmemesiyle o an için kötü gibi görünen bir iyilikle nimetleniyorum. Belki bilmediğim bir beladan korunuyorum. Belki otobüsü beklediğime, bindiğime, gitmek istediğim yere vardığıma, kendi ellerimle istediğime pişman olmaktan korunuyorum. Belki daha sonra gelecek, belki hiç gelmeyecek ama istediğim benim için hayırlı mı, ondan emin bile değilim aslında. Başkasına hayırla gelen, illa bana da hayırla gelecek diye bir şey yok. Ellerimle ve dilimle daralttığım duaları açmalıyım. İstediğim kalıplara değil, gerçekleşen de ve gerçekleşmeyen de gizlenmiş hayırlara odaklanmalıyım.
Duasını ferah tutanlardan.
İstediğinin hayırla gelmesi için ve istediklerine kavuşmaya da, kavuşmamaya da gönlü razı olanlardan olmak duasıyla.
Her şeyin en güzelini ve en hayırlısını bilen alemlerin Rabbi. Bizi affet. Aceleciliğimizi ve nankörlüğümüzü affet. Cahiller gibi ısrarla ve inatla bilmediğini istemekten koru. Sana geldik, Sana sığındık, bize yardım et.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji