9 Nisan 2024
Bakara Sûresi 211-215 (32. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 211. Ayet

سَلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ كَمْ اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ اٰيَةٍ بَيِّنَةٍۜ وَمَنْ يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ  ...


İsrailoğullarına sor; biz onlara nice açık mucizeler verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah’ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek çetin olandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَلْ sor س ا ل
2 بَنِي oğullarına ب ن ي
3 إِسْرَائِيلَ İsrail
4 كَمْ nice
5 اتَيْنَاهُمْ onlara verdik ا ت ي
6 مِنْ
7 ايَةٍ ayetlerden ا ي ي
8 بَيِّنَةٍ açık ب ي ن
9 وَمَنْ ve kim
10 يُبَدِّلْ değiştirirse ب د ل
11 نِعْمَةَ ni’metini ن ع م
12 اللَّهِ Allah’ın
13 مِنْ
14 بَعْدِ sonra ب ع د
15 مَا
16 جَاءَتْهُ geldikten ج ي ا
17 فَإِنَّ şüphesiz
18 اللَّهَ Allah’ın
19 شَدِيدُ çetindir ش د د
20 الْعِقَابِ cezası ع ق ب

سَلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ كَمْ اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ اٰيَةٍ بَيِّنَةٍۜ


Fiil cümlesidir. سَلۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. بَنِیۤ muzâftır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى dir. اِسْرَٓاء۪يلَ muzâfun ileyhtir. Gayrı munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

كَمۡ sükun üzere mebni haberiyyedir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. Veya  كَمۡ  istifham harfidir. Mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ءَاتَیۡنَـٰهُم cümlesi سَلۡ fiilinin ikinci mef’ûlu yerindedir.

Şayet; ‘’ كَمۡ lâfzı soru edatı mı, yoksa haber [nicelik] edatı mıdır?’’ dersen, şöyle derim: Her ikisinin de ihtimali vardır; (soru edatıyla) soru sormakla zihne yerleştirecek bir anlatım mevcuttur..(Keşşâf)

 مِّنۡ ءَایَةِۭ ’deki مِّنۡ zaiddir.  ءَایَةِۭ  lafzen mecrur, temyiz olarak mahallen mansubtur. بَیِّنَةࣲ ise  ءَایَةِۭ kelimesinin sıfatıdır. 


 وَمَنْ يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ


وَ istînâfiyyedir. مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. یُبَدِّلۡ  şart fiilidir. Meczum muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. نِعۡمَةَ kelimesi  یُبَدِّلۡ  fiilinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. ٱللَّهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنۢ بَعۡدِ car mecruru  یُبَدِّلۡ  fiiline müteallıktır. مَا ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhidir. جَاۤءَتۡ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. شَد۪يدُ  kelimesi إِنَّ ’nin haberidir.  الْعِقَابِ۟  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

یُبَدِّلۡ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  بدل ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

سَلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ كَمْ اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ اٰيَةٍ بَيِّنَةٍۜ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi كَمۡ haberiyyedir. Kesret  ifade eder. كَمۡ ’in haberi, muzari fiil sıygasıyla gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. 

Faide-i haber ibtidaî kelam olan ...كَمۡ ءَاتَیۡنَـٰهُم  cümlesi  سَلۡ  fiilinin ikinci mef’ûlü konumundadır.

“Sor” emri, Peygamber (sav) veya herkese yönelik bir emirdir. Bu sual tıpkı kıyamet gününde inkârcılara sorulacağı şekilde bir kınama sualidir. Kendi mucizeleri olacak şekilde peygamberlerinin elleriyle “onlara kaç aşikâr kanıt vermişiz?” Yahut kitaplarda İslam dininin sapasağlam oluşuna tanıklık edecek nice ayetler [vermişiz onlara!] denilir. (Keşşâf-Beyzâvî- Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru:1411)

“ءَایَةِۭ ‘deki tenvin kesret ve tazim içindir.  

كَمۡ haberiyyedir ya da istifham-ı takririyyedir. ءَایَةِۭ onun temyizidir, مِنۢ de كَمۡ ile mümeyyizinin arası açıldığı için girmiştir. (Beyzâvî) 

بَیِّنَة  kelimesi  ءَایَةِۭ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.



وَمَنْ يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ


Arka arkaya gelen iki cümle de inşâî isnad olduğu için birbirine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Rabıta فَ ’sinin dahil olduğu cevap cümlesi إِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması ve cümlede tekrarı telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

نِعۡمَةَ ٱللَّهِ  izafeti, az sözle veciz ifadenin yanında nimet için tazim, şan ve şeref ifade eder.

Ayetler ikinci cümlede Allah’ın nimeti olarak isimlendirilmiştir. Kevni lâhik alakasıyla mecaz-ı mürseldir

Allah'ın (c.c) nimeti; O'nun apaçık ve üstün delilleridir. Çünkü bunlar, nimetlerin en büyüğü olan hidayet sebepleridir. Onları değiştirmek ya onları dalâletin ve ilâhî gazabın artmasının sebebi haline getirmek; ya da ayetleri tahrif etmek ve yanlış yorumlamak demektir. (Ebüssuûd)

“[Kim] Allah’ın nimetini” yani ayetlerini [değiştirirse...] O ayetler dalâletten hidayete erip kurtulmanın sebepleri olduğu için Allah tarafından en yüce birer nimettirler. 

Şayet; “[O ayetler] kendisine geldikten sonra’ ifadesinin anlamı nedir, zira ayetin değiştirilmesi zaten geldikten sonra vuku bulur?” dersen, şöyle derim: Bu, “o ayetlerin bilgisine imkân bulduktan veya onları anladıktan sonra” anlamına gelir ki, bu da [...onu anladıktan sonra da, [bile bile] onu tahrif ediyorlar!..] (Bakara 2/75) ayetine benzer. Çünkü kişi o ayetin bilgisine imkân bulamaz veya onu anlayamazsa sanki o ayet o kişiden uzaklardaymış gibi olur. (Keşşâf)

Cevap cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır ve önceki cümleyi tekit için gelir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Allahın azabının şiddetli olduğu ifadesinin altında, yapılanın büyük günah olduğu ve şiddetli şekilde cezaya müstehak olduğu anlamı mündemiçdir. Bir anlamın altına başka bir anlam gizlemek idmâc sanatıdır. 

[Şüphesiz Allah,'ın azabı şiddetlidir]. Onu en şiddetli azapla cezalandırır; çünkü o, en kötü suçu işlemiştir. (Beyzâvî)

عِقَابِ (ceza); ("topuk ve sol" gibi anlamlara gelen) el-akîb kelimesinden gelmiştir. Sanki ceza veren kişi (muâkib) cezalandırdığı kimsenin topuğunun izleri ardından yürüyor gibi kabul edilerek bu kelime verilmiştir. Îkab ve ukubet (ceza) ise genelde günahın akabinde olurlar. Günahı dolayısıyla onu cezalandırdı, demektir. (Kurtubî)

Bilinsin ki, [Allah'ın cezası çok şiddetlidir] cümlesinde Allah'ın (c.c) zamir ile değil de ism-i celil ile belirtilmesi, ilâhî mehabeti artırmak ve kalplere Allah (c.c) korkusunu salmak içindir. (Ebüssuûd)


Bakara Sûresi 212. Ayet

زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ  ...


İnkâr edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar iman edenlerle alay etmektedirler. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar ise, kıyamet günü bunların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 زُيِّنَ süslü gösterildi ز ي ن
2 لِلَّذِينَ kimselere
3 كَفَرُوا inkar edenler€ ك ف ر
4 الْحَيَاةُ hayatı ح ي ي
5 الدُّنْيَا dünya د ن و
6 وَيَسْخَرُونَ ve alay ederler س خ ر
7 مِنَ
8 الَّذِينَ kimselerle
9 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
10 وَالَّذِينَ ve kimselerle
11 اتَّقَوْا takva sahipleri و ق ي
12 فَوْقَهُمْ onlardan üstündürler ف و ق
13 يَوْمَ gününde ي و م
14 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
15 وَاللَّهُ Allah
16 يَرْزُقُ rızık verir ر ز ق
17 مَنْ kimseye
18 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
19 بِغَيْرِ غ ي ر
20 حِسَابٍ hesapsız ح س ب

  Sehara سخر :

  تَسْخِيرٌ  bir şeyi ait olduğu amaç ve maksade doğru zorla veya zor kullanarak sevk etmektir.  مُسَخِّرٌ sözcüğü bir fiili mukadder kılan, takdir eden anlam ına gelir. سُخْرِيٌّ  ise kendi iradesiyle boyun eğen anlamındadır. سَخِرَ alay etmek, alaya almak ve istihza etmek demektir. Alay edenin fiiline de سُخْرِيَّةٌ ve سِخْرِيَّةٌ denir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 42 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri musahhar (ele geçirilmiş) ve maskaradır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ


Fiil cümlesidir. زُیِّنَ meçhul mebni mazi fiildir. ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  لِ harf-i ceriyle birlikte  زُیِّنَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟‘dur.  ٱلۡحَیَوٰةُ  naib-i fail olup merfûdur. ٱلدُّنۡیَا  ise  ٱلۡحَیَوٰةُ ’un sıfatıdır. 

وَ  atıf harfidir. یَسۡخَرُونَ  muzari fiildir. نَ ‘un sübutuyla merfûdur. ٱلَّذِینَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu, مِنَ  harf-i ceriyle birlikte  یَسۡخَرُونَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ۘ’dur. وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ٱتَّقَوۡا۟ ‘dur. ٱتَّقَوۡا۟  fiili sonundaki mahzuf elif üzerine takdir edilen damme ile mebnidir. Mekân zarfı فَوۡقَ mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Zaman zarfı  یَوۡمَ , mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. ٱلۡقِیَـٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ


İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. یَرۡزُقُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَن , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası یَشَاۤءُ ’dur. بِغَیۡرِ  car mecruru  یَرۡزُقُ  fiiline müteallıktır. غَیۡرِ  muzâftır. حِسَابࣲ  muzâfun ileyhtir.


زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ


İstînaf cümlesidir, fasılla gelmiştir. Müsbet mazi fiil formundaki ayetin ilk cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لِلَّذِینَ , naib-i fail olan ٱلۡحَیَوٰةُ kelimesine takdim edilmiştir.

Tezyin etmek; güzel ve cazip göstermek, süslemek, yaratmak ve icat bakımından Allah'a (c.c) isnad edilmektedir. Nitekim meçhul kipi ile  زُیِّنَ  [tezyin edildi] varid olması da bu hakikati belirtir. Çünkü her şeyin Hâlık’ı (Yaratıcısı) ancak Allah'tır (c.c). Şeytan, hayvanî kuvvetler, dünyadaki güzel işler ve cazip şeyler ise, bizzat değil fakat zahirî ve mecazî (bi'l araz) tezyin edicilerdir. (Ebüssuûd)

Süslü gösteren şeytandır; dünyayı onlara süsleyip, vesveseleriyle onu onların gözüne güzel göstermiş ve onlara sevdirmiştir; öyle ki artık ondan başkasını istememektedirler. Süslü gösteren Allah da olabilir ki, Allah bunları kendi hallerine bıraktığı (hızlân) için, dünyayı beğenmekte, sevmektedirler. Yahut süsleyenin (bunlara) mühlet tanıması  تزين  (süsleme) fiiliyle ifade edilmiştir. (Keşşâf) 

Tezayüf nedeniyle makabline atfedilmiş ikinci cümle ...وَیَسۡخَرُونَ مِنَ , lazım-ı faide-i haber ibtidâi kelamdır. 

Boyun eğdirmek anlamındaki سۡخَرُ  fiili  مِنَ  harfiyle kullanıldığında alay etmek manasına gelir. Dolayısıyla burada tazmin vardır.

مِنْ  harfi ceri beyâniyyedir. Kâfirlerin müminlere yaptıklarını bildirmektedir. Müminlerin fakir ve perişan halleri kâfirlerin alaylarının sebebi ve kaynağı olmuştur. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 1419)

Farklı iki zümreyi temsil eden ism-i mevsûller arasında tam cinas, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve tevcih sanatları vardır.

وَیَسۡخَرُونَ [alaya alırlar] şeklinde istikbal (gelecek, Türkçede geniş zaman) kipinin kullanılması, onların, iman edenlerle alaylarının devam ettiğine delalet eder. Alay ettikleri Bilâl, Ammar ve Suheyb (r.a) gibi fakir müminlerdi. O müşrikler, bu muhterem Müslümanların dünyalığa itibar etmeyip ahirete yönelmelerinden dolayı onlarla eğleniyorlardı. (Ebüssuûd)

[(Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay ederler.] Yani onları alaya alırlar ve: “Dünya hayatını bırakıp ibadetlerle kendilerine eziyet ediyorlar. Ne bu gün ne de yarın elde edebilecekleri bir yarar yokken boş yere rahatlarını bozuyorlar.” derlerdi. Allah Teâlâ onlara bu sayede müminlerin ahiret nimetlerini kazandıklarını haber vermiş ve: [Kıyamet günü takva sahipleri onların üstündedir.] buyurmuştur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

... وَٱلَّذِینَ ٱتَّقَوۡا۟  cümlesi, istînâfa yani  زُیِّنَ  fiiline matuftur. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır

Bu hakikatin isim cümlesi ile anlatılması devamlılığını gösterir. (Ebüssuûd)

Müminlerin  وَٱلَّذِینَ ٱتَّقَوۡا۟  şeklinde ifade edilmesi, kıyamet günü müminlerin kâfirler üzerindeki üstünlüğünün takva olduğunu bildirmek ve bununla vasıflanmalarını teşvik etmek ve desteklemektir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 1421)

Cümlede mekan zarfı فَوۡقَهُمۡ ’un müteallakı olan müsnedin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayetteki fevkıyyet, şeref ve derece bakımından mecazidir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru:1422)

[Kıyamet günü takva sahipleri onların üstündedirler] sözünden murad, mekân (yer) itibarıyla üstte olmaktır. Çünkü müminler gökteki "illiyyûn"da, kâfirler ise yerdeki "siccîn" de olacaklardır. Ya da şeref ve derece bakımından üstte bulunmuş olması da muhtemeldir. (Fahreddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, Âşur)

یَوۡمَ ٱلۡقِیَـٰمَة  izafetiyle az sözle çok anlam ifade edilmiştir. Bu üslup, îcâz sanatı yollarından biridir. 

ءَامَنُوا۟ۘ - كَفَرُوا۟  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

ءَامَنُوا۟ۘ - ٱتَّقَوۡا۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ


وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsned muzari fiil gelerek hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade etmiştir. İsnadın Allah Teâlâ’ya olması, bu ifadede istimrarın da mevcut olduğuna işaret eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay, muhatabın muhayyilesinde canlanır ve anlaşılması kolaylaşır. Ayrıca müsnedün ileyhin  bu işi tekrarlayarak yaptığına işaret eder.

Müşterek ism-i mevsûl مَن ’in îrabdan mahalli olmayan sılası یَشَاۤءُ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

[Allah dilediğine hesapsız lütufta bulunur.] Bir görüşe göre dünyada mümin veya kâfir herkese hesapsız lütufta bulunur, bir görüşe göre de onlara ahirette sonu gelmeyen, kesintisiz ve sıkıntısız bir şekilde geniş ve yeterli rızık verilecektir. Allah Teâlâ [Onlar cennete gireceklerdir ve kendilerine hesapsız rızık verilecektir.] (Mü’min 40/40) buyurmuştur. Bir şeyi rastgele veren onu hesapsız olarak verir. Kesintisi olmayan şeyin hesabı da olmaz. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Allah (cc), her iki cihanda da kime dilerse ona hesapsız rızık verir; dünyada bazen istidrâc (tedricî olarak azaba yaklaştırmak), bazen de imtihan için rızıkları genişletir. (Ebüssuûd) 

Kıyamet gününde müminlerin şerefini yüceltmek için yapılan tezyîl cümlesidir. Çünkü tezyîlin önceki cümleyle irtibatlı olmasına gerek yoktur. Dinleyen bu tezyîlden hazfedilmiş bir mananın olduğunu anlar. (Âşur)


Bakara Sûresi 213. Ayet

كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْياً بَيْنَهُمْۚ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...


İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَانَ idi ك و ن
2 النَّاسُ insanlar ن و س
3 أُمَّةً ümmet ا م م
4 وَاحِدَةً bir tek و ح د
5 فَبَعَثَ sonra gönderdi ب ع ث
6 اللَّهُ Allah
7 النَّبِيِّينَ peygamberleri ن ب ا
8 مُبَشِّرِينَ müjdeciler ب ش ر
9 وَمُنْذِرِينَ ve uyarıcılar olarak ن ذ ر
10 وَأَنْزَلَ ve indirdi ن ز ل
11 مَعَهُمُ onlarla beraber
12 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
13 بِالْحَقِّ hak olarak ح ق ق
14 لِيَحْكُمَ hükmetmek üzere ح ك م
15 بَيْنَ arasında ب ي ن
16 النَّاسِ insanlar ن و س
17 فِيمَا (konularda)
18 اخْتَلَفُوا anlaşmazlığa düştükleri خ ل ف
19 فِيهِ onda
20 وَمَا ve
21 اخْتَلَفَ anlaşmazlığa düştü(ler) خ ل ف
22 فِيهِ o(Kitap hakkı)nda
23 إِلَّا dışında
24 الَّذِينَ kendilerine
25 أُوتُوهُ (Kitap) verilmiş olanlar ا ت ي
26 مِنْ
27 بَعْدِ sonra ب ع د
28 مَا
29 جَاءَتْهُمُ kendilerine geldikten ج ي ا
30 الْبَيِّنَاتُ açık deliller ب ي ن
31 بَغْيًا sırf kıskançlıktan ötürü ب غ ي
32 بَيْنَهُمْ aralarındaki ب ي ن
33 فَهَدَى bunun üzerine iletti ه د ي
34 اللَّهُ Allah
35 الَّذِينَ kimseleri
36 امَنُوا iman eden ا م ن
37 لِمَا
38 اخْتَلَفُوا ayrılığa düştükleri خ ل ف
39 فِيهِ kendisinde
40 مِنَ
41 الْحَقِّ gerçeğe ح ق ق
42 بِإِذْنِهِ kendi izniyle ا ذ ن
43 وَاللَّهُ Allah
44 يَهْدِي iletir ه د ي
45 مَنْ kimseyi
46 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
47 إِلَىٰ
48 صِرَاطٍ yola ص ر ط
49 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م

İnsanlar Hz. Adem’den bu yana tek ümmetti, tek milletti, tek bir sistemleri vardı, tek bir inançları vardı, Allah onların aralarından peygamberler gönderdi, onlarla beraber kitaplar gönderdi. İhtilâf ettikleri konularda, problem yaptıkları konularda aralarında hükmetmesi için. Allah ihtilâfları halletmek için kitaplar indirmiştir.

Âyetten anlıyoruz ki kimilerinin iddia ettikleri gibi yeryüzünde insanlık tarihinde karanlık bir dönem yoktur. İnsanlık tarihi vahiyle başlamıştır. İlk insandan bu yana Cenab-ı Hak kullarını hiçbir zaman vahiysiz bırakmamıştır. İnsanlar yeryüzünde yaratıldıkları andan itibaren dinsiz ve yolsuz bir dönem yaşamamışlardır. Hz. Adem’i yaratmış Rabbimiz, ona vahiy göndermiş; Hz. Adem ve çocukları, torunları uzun bir süre vahiyle yollarını bulmuşlar ve tek bir ümmet olarak aynı inançla, aynı dinle yürümüşler. Daha sonra insanlar çoğalıp yeryüzüne yayılınca, zamanla insanlar bu tevhidden inhiraf edip bâtıl yollara ve şirke düşmüşler.

İşte yeryüzünde her ne zaman insanlık tevhid konusunda ihtilâf edip, vahiyden uzaklaşıp bâtıl yollara düşmüşlerse, Allah onları düzeltmek için ihtilâf ettikleri tevhide onları yeniden davet etmek için peygamberler göndermiştir. Demek ki insanlığın başlangıcı tevhittir, aydınlıktır. Küfür, şirk, bâtıl ve karanlıklar sonradan çıkmış ârızî şeylerdir.

Kendilerine kitap verilenler, kendilerine bu kitaplar geldikten sonra niye ihtilâfa düşmüşler? Eğer bu insanları ihtilâfa düştükleri konular hakkında âyet bulunmayan konular olsaydı neyse; ama bakın, bunlar kendilerine deliller geldikten sonra, hakkında nas bulunan konularda ihtilâfa düşmüşler.

Bu konuya inşallah dikkatinizi çekeyim, genelde çok problem yapıyoruz. Elimizde Kur’ân ve peygamber sünneti olduğu halde acaba niye bu toplum hâlâ fırka fırka? Niye grup grup? Niye ayrışmışlar? Niye ihtilâfa düşüyorlar? Elimizde Kur’ân ve peygamber sünneti olduğu halde bizim ihtilâfa düşmemizin se­bebi:

Aralarındaki azgınlıktan dolayıdır, aralarındaki hırstan dolayıdır. Kur’ân’a ve Peygambere göre azgınlık yapan toplumlar mutlaka ihtilâfa düşeceklerdir. Kur’ân’a ve Peygambere samimi olarak yönelenler, samimi olarak kulak verenler, samimi olarak bu kitaba ve peygambere uymak isteyen bir topluluk, Allah’ın gazabıyla kesinlikle birbirlerini öldürür hale gelmezler. Birbirlerini yiyecek hale gelmezler.

Yani bugün bizi bu hale getiren bizim kitabımız değildir. Bizim peygamberimiz de değildir bizi bu hale getiren. Eğer bugün bu müslümanlar fırka fırka, grup grup, hizip hizip birbirlerini yiyecek bir durumdalarsa, parça parça olmuş bir durumdalarsa ve dünya üzerinde zillet ve meskenet üzerimize çökmüşse, bu noktada her müslüman tek tek şunu demek zorundayız:

"Ey Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik! Eğer bizi yarlığayıp bu halden kurtarmazsan işimiz bitiktir."(A’râf 23) (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)

   Ezene أذن :

  اُذُنٌ  kelimesi kulaktır. Yapı olarak benzetildiği için kulpa da böyle denmektedir. İşitilen şeyi ifade etmek için إذْنٌ  ve أذانٌ sözcükleri kullanılır. Bilgi de bu şekilde ifade edilir. Çünkü sahip olduğumuz çoğu bilginin kaynağı da odur. (Türkçede de kullandığımız) müezzin herhangi bir şeyi nida ederek konuşan herkes için kullanılır. إذْنٌ e gelince bir şeyle ilgili cevazın, iznin ve ruhsatın verildiğini bildirmedir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de pek çok türeviyle 102 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri izin, ezan, müezzin, mezun ve mezuniyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 


كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ


Fiil cümlesidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. ٱلنَّاسُ  kelimesi  كَانَ ’nin ismidir. أُمَّة  kelimesi كَانَ ’nin haberidir. وَ ٰ⁠حِدَة  ise  أُمَّة ‘in sıfatıdır. فَ  atıf harfiyle mukadder cümleye atfedilmiştir. Takdiri; اختلفوا فبعث (İhtilaf ettiler ve … gönderdi) şeklindedir.  بَعَثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. ٱللَّهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. ٱلنَّبِیِّـۧنَ  mef’ûlun bihtir. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar. مُبَشِّرِینَ  hal olup mansubtur. مُنذِرِینَ kelimesi  مُبَشِّرِینَ ’ye matuftur.

مُبَشِّرِینَ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir. مُنذِرِینَ  ise sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

و  atıf harfidir. أَنزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مَعَ mekân zarfı  أَنزَلَ  fiiline veya  ٱلۡكِتَـٰبَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; وأنزل الكتاب مصاحبًا لهم وقت الإنزال (Ve inzal vaktinde onlara eşlik eden kitabı indirdi) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ٱلۡكِتَـٰبَ  mef’ûlun bihtir. بِٱلۡحَقِّ  car mecruru  أَنزَلَ  fiiline müteallıktır.  بِ  harfi mülâbeset içindir. Takdiri;  أنزله إنزالًا ملتبسًا بالحق  şeklindedir. لِ harfi,  یَحۡكُمَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte  أَنزَلَ  fiiline müteallıktır. بَیۡنَ  mekân zarfı  یَحۡكُمَ  fiiline müteallık olup mef’ûlun fihdir. ٱلنَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَا  müşterek ism-i mevsûlu, فِي  harf-i ceriyle birlikte  یَحۡكُمَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası ٱخۡتَلَفُوا۟ فِیهِ ’dır. ٱخۡتَلَفُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فِیهِ car mecruru  ٱخۡتَلَفُوا۟  fiiline müteallıktır. 

 

وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْياً بَيْنَهُمْۚ 


وَ itiraziyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. ٱخۡتَلَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. فِیهِ  car mecruru  ٱخۡتَلَفَ  fiiline müteallıktır. إِلَّا  hasr edatıdır. ٱلَّذِینَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu  ٱخۡتَلَفَ  fiilinin failidir. İsm-i mevsûlun sılası  أُوتُوهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. أُوتُو  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنۢ بَعۡدِ  car mecruru  ٱخۡتَلَفَ  fiiline müteallıktır. 

مَا  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhidir. جَاۤءَتۡ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ٱلۡبَیِّنَـٰتُ  kelimesi faildir. بَغۡیَۢا  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir. بَیۡنَ  mekân zarfı  بَغۡیَۢا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ٱخۡتَلَفَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek oluşan iftiâl babındandır. Sülâsîsi خلف  'dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ۜ


Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. هَدَى  mazi fiildir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ ’dur. ءَامَنُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَا  müşterek ism-i mevsûlu لِ harfi ceriyle birlikte  هَدَى  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  ٱخۡتَلَفُوا۟ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. ٱخۡتَلَفُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فِیهِ  car mecruru  ٱخۡتَلَفُوا۟  fiiline müteallıktır. مِنَ ٱلۡحَقِّ  car mecruru  فِیهِ ’deki gaib zamirinin mahzuf haline müteallıktır. بِإِذۡنِ  car mecruru  ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟ۘ ’nun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; مأذونًا لهم (Onlara izin verilmiştir) şeklindedir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ


İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. یَهۡدِی fiili haber olarak mahallen merfûdur. یَهۡدِی  muzari fiildir. Fiilin faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَن , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  یَشَاۤءُ ‘dur. یَشَاۤءُ  muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. إِلَىٰ صِرَ ٰ⁠ط  car mecruru  یَهۡدِی  fiiline müteallıktır. مُّسۡتَقِیمٍ  kelimesi  صِرَ ٰ⁠ط  kelimesinin sıfatıdır. Kesra ile mecrurdur.



كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ


Ayet istînâfiyyedir. Fasılla gelmiştir. كَانَ ’nin dahil olduğu ilk cümle isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

...فَبَعَثَ ٱللَّهُ  cümlesi, takdiri اختلفوا (ihtilaf ettiler) olan mahzuf cümleye  فَ  ‘u fasiha ile atfedilmiştir. Müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

الناس ‘ın ال ile marife olması istiğrak içindir. Burada, umum yani tüm beşeri kapsar.(Âşur)

بَعَثَ fiili Allah Teala'nın kendisine isnad edilmiş ve mef’ûlun bihi de zikredilerek  ٱلنَّبِیِّـۧنَ buyurulmuştur.

Taberî,  ٱلۡكِتَـٰبَ  kelimesindeki elif lam ahd içindir, demiştir. Bundan kasıt ise Tevrattır. (Kurtubî) 

Burada kitap ile semavi kitap türü kastedilmiş olabileceği gibi, o peygamberlerden her birinin kendi kitabı da kastedilmiş olabilir. [Bunda] yani hak üzerinde [sadece, kendilerine] anlaşmazlığın giderilmesi için [kitap verilenler, birbirlerini çekemedikleri] kıskandıkları, dünyaya aşırı düşkünlük göstererek zulmettikleri ve insafları az olduğu [için anlaşmazlığa düştüler.] Yani kendilerine kitap indirilince, anlaşmazlığı daha da artırdılar ve kitabın inişini anlaşmazlığın pekişip kök salmasına sebep kıldılar. [… anlaşmazlığa düştükleri şeye] yani anlaşmazlığa düşenlerin ihtilaf ettiği o gerçeğe / hakka, Allah iman edenleri iletmiştir. (Keşşâf)

Nebilerin müjdeleyici ve uyarıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.

İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

Zamir gelebilecekken  بَیۡنَ ٱلنَّاسِ  şeklinde zahir isim gelmesi izmardan zahire iltifattır.

مُبَشِّرِینَ - مُنذِرِینَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır

 مُبَشِّرِینَ - مُنذِرِینَ  kelimeleri haldir.  Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

[İnsanlar tek bir milletti. Ve Allah rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere Peygamberler gönderdi] ayeti, "İnsanlar tek bir milletti sonra görüş ayrılığına düştüler de Allah rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere Peygamberler gönderdi." demektir. Çünkü ayetin daha öncesi ve daha sonrası bunu gösterdiği gibi,  وَمَا كَانَ النَّاسُ اِلَّٓا اُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُواۜ  [İnsanlar ancak bir tek milletti. Sonra görüş ayrılığına düştüler.] (Yunus, 10/19) ayetinde bu kayıt açıkça yer almaktadır. (Elmalılı)


وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْياً بَيْنَهُمْۚ


وَ atıf, مَا nefy harfidir. Cümle, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. مَا  ve istisna edatı  إِلَّا  arasında kasr oluşmuştur. Kasr, fiille faili olan ism-i mevsul arasındadır. ٱخۡتَلَفَ  fiili kasr ıstılahıyla sıfat ve maksur, ٱلَّذِینَ  mevsuf ve maksurun aleyhtir. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur. 

"Kendilerine kitap indirilmiş olanlar" değil de  ٱلَّذِینَ أُوتُوهُ [kendilerine o (Kitap) verilenler] denmesi, onların, kitaptaki hakka vakıf olduklarına baştan dikkat çekmek içindir. Çünkü  اُنْزِلَ [indirildi] kelimesi, bu hakikati ifade etmez. (Ebüssuûd)

Masdariyye olan  مَا ’nın sılası  جَاۤءَتۡهُمُ ٱلۡبَیِّنَـٰتُ  cümlesi masdar teviliyle  بَعۡدِ ’nin muzâfun ileyhidir. مَا  ,ٱلَّذِینَ  ismi mevsûllerinde tevcih sanatı vardır.

جَاۤءَتۡهُمُ ٱلۡبَیِّنَـٰتُ  cümlesinde takdim- tehir vardır. Mef’ûl önemine binaen takdim edilmiştir.

 

فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ۜ 


Ayetin bu cümlesi  فَ ‘u fasiha ile  أَنزَلَ  fiiline atfedilmiştir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz ve teberrük içindir.  مَا  ,ٱلَّذِینَ  ismi mevsûlerinde tevcih sanatı vardır. 


وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ


وَ , istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük ve telezzüz içindir. 

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

Müsned muzari fiil gelerek hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade etmiştir. İsnadın Allah Teâlâ’ya olması, bu ifadede istimrarın da mevcut olduğuna işaret eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır ve anlaşılması kolaylaşır. Ayrıca müsnedün ileyhin bu işi tekrarlayarak yaptığına işaret eder.

Müşterek ismi mevsul مَن ’in îrabdan mahalli olmayan sılası  یَشَاۤءُ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müşterek ismi mevsul  مَن de tevcih sanatı vardır. 

صِرَ ٰ⁠ط  , مُّسۡتَقِیمٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Ayette Allah lafzı üç kez tekrarlanmıştır. Zamir yerine zahir isim zikredilerek izmardan izhara dönülmüştür.

ٱخۡتَلَفُوا۟ - ٱخۡتَلَفَ , یَهۡدِی - هَدَى  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette tekrarlanan بَیۡنَ , ٱلۡحَقِّ , ٱلنَّاسُ , ٱخۡتَلَفُوا۟ , ٱللَّهُ , ٱلَّذِینَ , مِنَ , یَهۡدِی  kelimeleri arasında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Farklı görevdeki  مَا  ve  ٱلَّذِینَ  kelimeleri arasında tam cinas,  بَیۡنَهُمۡۖ  ve  ٱلۡبَیِّنَـٰتُ  kelimeleri arasında ise cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Bakara Sûresi 214. Ayet

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ  ...


Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 حَسِبْتُمْ sandınız (mı) ح س ب
3 أَنْ ki
4 تَدْخُلُوا gireceksiniz د خ ل
5 الْجَنَّةَ cennete ج ن ن
6 وَلَمَّا
7 يَأْتِكُمْ başınıza gelmeden ا ت ي
8 مَثَلُ durumu م ث ل
9 الَّذِينَ
10 خَلَوْا geçenlerin خ ل و
11 مِنْ
12 قَبْلِكُمْ sizden önce ق ب ل
13 مَسَّتْهُمُ onlara dokunmuştu م س س
14 الْبَأْسَاءُ sıkıntı ب ا س
15 وَالضَّرَّاءُ ve yoksulluk ض ر ر
16 وَزُلْزِلُوا ve sarsılmışlardı ki ز ل ز ل
17 حَتَّىٰ nihayet
18 يَقُولَ diyorlardı ق و ل
19 الرَّسُولُ peygamber ر س ل
20 وَالَّذِينَ ve kimseler
21 امَنُوا inanan ا م ن
22 مَعَهُ onunla birlikte
23 مَتَىٰ ne zaman
24 نَصْرُ yardımı ن ص ر
25 اللَّهِ Allah’ın
26 أَلَا İyi bilin ki
27 إِنَّ şüphesiz
28 نَصْرَ yardımı ن ص ر
29 اللَّهِ Allah’ın
30 قَرِيبٌ yakındır ق ر ب

Bedelsiz ödül olmaz. İman ispat ister.

186. ayette Allah teala ‘’kullarım sana benden sorarlarsa muhakkak ben çok yakınım“ buyurmuştu. Hatta yakınlığının seviyesini göstermek  için “onlara söyle” bile dememiş kuluyla kendi arasına peygamberi bile sokmamış “ben pek yakınım” demişti. Allah bu kadar yakın olduğuna göre yardım uzak olabilir mi? ”Yardım Ya Rab” diyene Allah ”Yettim Kulum” demez mi?

Riyazus Salihin, 42 Nolu Hadis

Ebû Abdullah Habbâb İbni Eret radıyallahu anh şöyle dedi:

Hırkasını başının altına yastık yapmış Kâbe’nin gölgesinde dinlenirken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e (müşriklerden gördüğümüz işkencelerden) şikâyette bulunduk ve :

- Bize yardım dilemeyecek, Allah’a bizim için dua etmeyecek misiniz? dedik. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle cevap verdi:

- “Önceki ümmetler içinde bir mü’min tutuklanır, kazılan bir çukura konulurdu. Sonra da bir testere ile başından aşağı ikiye biçilir, eti-kemiği demir tırmıklarla taranırdı. Fakat bütün bu yapılanlar onu dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah mutlaka bu dini hâkim kılacaktır. Öylesine ki, yalnız başına bir atlı, Allah’tan ve sürüsüne kurt saldırmasından başka hiç bir şeyden endişe etmeksizin San’a’dan Hadramut’a kadar emniyetle gidecektir. Ne var ki, siz sabırsızlanıyorsunuz.”

Buhârî’nin bir başka rivayetinde ifade, “Peygamber aleyhisselâm hırkasına bürünmüştü. Bizler müşriklerden çok işkence görüyorduk” şeklindedir.

Buhârî, Menâkıb 25. Ayrıca bk. Buhârî, İkrâh 1, Menâkıbu’l-ensâr 29,   Ebû Dâvûd,  Cihâd 97.


اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ


أَمۡ  munkatıadır, بل  ve hemze manasındadır. Yani  بل أحسبتم  demektir. حَسِبۡ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمۡ  sükun üzere mebni, fail olarak mahallen merfûdur. أَن  ve masdar-ı müevvel, birinci mef’ûlu yerindedir. İkinci mef’ûlu mahzuftur. Takdiri; أم حسبتم دخول الجنّة محقّقا (Muhakkak cennete gireceğinizi mi zannettiniz) şeklindedir. (Mahmut Sâfî)

أَمۡ  edatı sözün öncesiyle sonrasını birbirinden ayıran bir lâfız olup, hemzede takrir ve sanma eyleminin yadırganma, uzak görülme anlamı vardır. Allah Teâlâ, Peygamber (sav) ve müminleri Hazret-i Peygamber’le anlaşmazlığa düşen Müşriklerle Ehl-i Kitab’a ve onların Allah’ın ayetlerini inkâr ve Peygamber (sav)’e düşmanlık etmelerine karşı sabır ve sebata teşvik etmek için, eski milletlerin apaçık delillerin gelmesinin ardından peygamberlere karşı ortaya koydukları ihtilafı zikredince, pek beliğ bir iltifat [kip değiştirme] tarzı üzere kendilerine; أَمۡ حَسِبۡتُمۡ [Yoksa siz ... mi sanmıştınız?] demiştir.(Keşşâf)

تَدۡخُلُوا۟  muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ٱلۡجَنَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

و  haliyyedir. لَمَّٓا  kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzaf olur. Şart fiili  یَأۡتِكُم  cer mahallinde muzâfun ileyhtir. Muttasıl zamir  كُم  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مَّثَلُ  fail olup merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَوۡا۟ مِن قَبۡلِكُم’dür. خَلَوۡا۟  mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِن قَبۡلِ  car mecruru  خَلَوۡا۟  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمۖ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَلَمَّا یَأۡتِكُم [Daha başınıza gelmeden...] Bu ifadenin başındaki و ,hal vavıdır. لَمَّا  edatı geçmiş zamanı olumsuz yapan  لَمْ  anlamındadır. مَا  ise zaiddir ve anlamı güçlendirir. Ferrâ ve Sîbeveyhi ise;  لَمْ  ve  لَمَّا ‘nın bir olduğunu söylemişlerdir. Sa‘leb şöyle demiştir:  لَمْ  sadece zikredilen şeyin olumsuzlanması içindir. لَمَّا  ise, bir işin henüz yapılmadığını ama yapılmasının beklendiğini söylemek anlamına gelir. Mesela bir adama:  اَ اَتَاكَ فُلاَنُ ؟  ‘’Falanca sana geldi mi?’’  diye sorulduğunda muhatap (لَمْ edatını kullanarak) لَمْ يَأْتَنِي ‘’Gelmedi.’’derse sadece onun gelmediği anlaşılır. Ancak ( لَمّ edatını kullanarak)  لَمَّا يَأْتَنِي  ‘’Henüz gelmedi.’’ derse, ‘’daha gelmedi ancak gelmesini bekliyorum.’’ dediği anlaşılır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


 مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ


Fiil cümlesidir. مَّسَّتۡ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ٱلۡبَأۡسَاۤءُ  fail olup lafzen merfûdur. ٱلضَّرَّاۤءُ  kelimesi atıf harfi وَ ’la  ٱلۡبَأۡسَاۤءُ ’ya matuftur.  وَ  atıf harfidir.  زُلۡزِلُوا۟  meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  حَتَّىٰ  gaye bildiren cer harfidir. یَقُولَ  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  زُلۡزِلُوا۟  fiiline müteallıktır. ٱلرَّسُولُ  kelimesi یَقُولَ  fiilinin failidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ  atıf harfi  وَ ’la  ٱلرَّسُولُ ’ye matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ ’dur.  مَعَ  mekân zarfı  ءَامَنُوا۟  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُۥ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Fiilin mekulü’l-kavli olan cümle  مَتَىٰ نَصۡرُ ٱللَّهِ ’dir. یَقُولَ  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. مَتَىٰ zaman zarfıdır. Mahzuf mukaddem habere müteallıktır. نَصۡرُ muahhar mübtedadır.  ٱللَّهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَتَىٰ (Ne zaman?) sorusu geçmiş veya gelecek bir zamanın belirlenmesi için sorulur. 


 اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ


أَلَاۤ  istiftah ve tenbih harfidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

نَصۡرَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. ٱللَّهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَرِیب  ise  اِنَّ ’nin haberi olup merfûdur.

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

Cümle, istifham üslubunda talebî inşâi isnadtır. Masdar harfi أَن ve masdar-ı müevvel, حَسِبۡتُمۡ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkârî manada olan cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

... وَلَمَّا یَأۡتِكُم  cümlesi haldir. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ٱلَّذِینَ  ism-i mevsûlunde tevcih sanatı vardır.

مَّثَلُ  kelimesi, "benzer" manasına gelen "misil" demektir. "Misil" de, "mesel" de; "şibh" ve "şebeh" gibi kullanılabilen iki lügattir (şekildir). Fakat "mesel" enteresan bir durum ve mühim, şaşırtıcı bir kıssa için kullanılır.  وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ [En yüce mesel Allah'a aittir] (Nahl, 60) yani, "büyük şânı olan sıfat Allah'a aittir" ayeti de bu manadadır. (Fahreddin er-Razi,Tefsir-i Kebir)

Burada müminler azap müddetini ve Allah’ın yardımının gelişini uzun bulmuşlardır. Sorunun sebebi budur.

[Cennete gireceğinizi mi sandınız?] Yani bunu mu zannettiniz? Buradaki soru inkâr anlamındadır. أَمۡ edatının başında istifham elifi bulunmadığı zaman bu edat istifham elifi gibi kabul edilir. Yahut önce başına bir istifham takdir edilir, sonra da cümle onun üzerine kurulur. Yani Ey Muhammed ümmeti! Siz, başınıza öncekilerin başlarına gelen musibetler gelmeden cennete kavuşacağınızı mı sanıyorsunuz? Bu ayetin öncesiyle bağlantısı şöyledir: Önceki ayette eski ümmetlerin düştükleri ayrılığı zikretmiş, hidayet yolunu tutanlara kendilerine karşı çıkanlara göğüs germelerini emretmiş ve bu sebeple başlarına bazı zorluk ve sıkıntılar gelmişti. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. وَلَمَّا یَأۡتِكُم [Daha başınıza gelmeden.] Bu ifadenin başındaki وَ hal vâvıdır. لَمَّا  edatı, geçmiş zamanı olumsuz yapan  لَم  anlamındadır. ما  ise zaiddir ve anlamı güçlendirir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ


Beyanî istînaf veya tefsiriyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Temasül nedeniyle makabline وَ ’la atfedilen ...زُلۡزِلُوا۟ حَتَّىٰ  cümlesi, önceki cümle gibi müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nasb ile  حَتَّىٰ یَقُولَ  şeklinde okunurken, أن  takdir edilmiş ve gelecek zaman anlamı esas alınmıştır. Çünkü  أن  gelecek zamana işaret eder. Ref’ ile  حَتَّىٰ یَقُولَُ okunmasında ise “şimdiki zaman” anlamı esas alınmıştır. (Keşşâf)

Gaye, cer ve masdar harfi حَتَّىٰ ‘nın dahil olduğu cümle ise masdar teviliyle زُلۡزِلُوا۟  fiiline müteallıktır. یَقُولَ  fiilinin mekulü’l-kavli, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İman edenlerin ism-i mevsûlle belirtilmesi, o kişilerin bilinen kişiler olduğuna işaret etmesinin yanında, tazim de ifade eder.

Az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuf  نَصۡرُ ٱللَّهِۗ  izafetinde lafzâ-i celale muzâf olan نَصۡرُ  kelimesi şeref kazanmıştır. 

ٱلۡبَأۡسَاۤءُ - ٱلضَّرَّاۤءُ - زُلۡزِلُو  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

مَّسَّتۡهُمُ ٱلۡبَأۡسَاۤءُ وَٱلضَّرَّاۤءُ  cümlesinde istiare-i mekniyye vardır. Şiddetli imtihan olan ٱلۡبَأۡسَاۤءُ وَٱلضَّرَّاۤءُ  kelimeleri, acının şiddeti bakımından ateşe benzetilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l bir Kerim, Soru: 1438)


اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ


İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümleye dahil olan أَلَاۤ tenbih ve tekid harfidir. Cümle إِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. İsme isnad edilmiş cümle, faide-i haber inkarî kelamdır. 

Allah’ın yardımının gelişi konusunda müminlerin şüphe içinde olmaları sebebiyle, Allah Teâlâ sorunun cevabını birden fazla tekid unsuru taşıyan cümle ile vermiştir.

İsim cümlesi devam ve sübut ifade eder. Müsnedün ileyh izafetle gelerek îcâz yoluyla çok anlam ifade edilmiştir. Bu izafette bütün esma-i hüsnaya şamil ٱللَّهِ ismine muzaf olması نَصۡرَ için şan ve şeref ifade eder. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

نَصۡرَ ٱللَّهِ izafeti ayetteki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu ibarenin tekrarında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Yakınlıktan maksat, zaman yakınlığıdır. Burada makabline münasip olarak fiil cümlesi gelmesi gerekirken, isim cümlesinin tercih edilmesi ve cümlenin başında أَلَاۤ [Haberiniz olsun, dikkat edin!] tenbih ve tekid edatının bulunması, beklenen yardımın tam manasıyla gerçekleşeceğine delalet eder. (Ebüssuûd)

[Bilesiniz ki, Allah’ın yardımı çok yakındır] ifadesi irâde-i kavl üzere gelmiş; yani acil yardım taleplerine cevap vermek için söylenmiştir. (Keşşâf)

Onların hepsi [Allah’ın yardımı ne zaman?] demişlerdir. Bu bir beklenti ifadesidir. Yani bunu bekleyin ve bekleme halini değiştirmeyin demektir. Sonra bu söz tamamlanmış ve Allah Teâlâ bu ümmete [Allah’ın yardımı yakındır.] buyurmuştur. Burada yakın derken, gelmesi kesin olan yardım kastedilmiştir. Çünkü gelen her şey aynı zamanda yakınlaşır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Bakara Sûresi 215. Ayet

يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلْ مَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ  ...


Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَسْأَلُونَكَ sana soruyorlar س ا ل
2 مَاذَا ne
3 يُنْفِقُونَ (Allah yolunda) harcayacaklarını ن ف ق
4 قُلْ de ki ق و ل
5 مَا şey
6 أَنْفَقْتُمْ vereceğiniz ن ف ق
7 مِنْ -dan
8 خَيْرٍ hayır- خ ي ر
9 فَلِلْوَالِدَيْنِ ana-baba içindir و ل د
10 وَالْأَقْرَبِينَ ve yakınlar ق ر ب
11 وَالْيَتَامَىٰ ve öksüzler ي ت م
12 وَالْمَسَاكِينِ ve yoksullar س ك ن
13 وَابْنِ ب ن ي
14 السَّبِيلِ ve yolda kalmış(lar) س ب ل
15 وَمَا ve ne
16 تَفْعَلُوا yaparsanız ف ع ل
17 مِنْ -dan
18 خَيْرٍ hayır- خ ي ر
19 فَإِنَّ muhakkak
20 اللَّهَ Allah
21 بِهِ onunla birlikte
22 عَلِيمٌ bilir ع ل م

يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ


Fiil cümlesidir. یَسۡـَٔلُونَ  muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مَاذَا  istifham ismi,  یُنفِقُونَ  fiilinin mukaddem mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. Veya istifham harfi  مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur. ذَٓا  kelimesi, الَّذ۪ي  manasında ism-i mevsûldur. یُنفِقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. یَسۡـَٔلُونَ fiilinin ikinci mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَاذَا یُنفِقُونَۖ [Ne harcayacaklarını…] Zeccâc şöyle demiştir: Bunun iki vechi vardır: 

1. Burada geçen ذَا , ism-i mevsûl olan  اَلَّذِي  manasındadır. Yani harcayacakları şeyin ne olduğunu soruyorlar. Buna göre  مَا  mübteda, ذَا  ise onun haberidir.

 2. مَا  le  ذَا  birlikte ‘’hangi şey’’ anlamında bir kelimedir ve  یُنفِقُونَ  [harcayacaklar]  fiili ile nasb edilmiştir.

Bir görüşe göre  ذَا  zaid bir sıladır. مَا  ise kendisinden sonraki fiil ile nasb edilmiş bir isimdir. Başka bir izah da şöyledir: مَا  burada [canlılar için kullanılan] مَنْ anlamındadır.  وَالسَّمَٓاءِ وَمَا بَنٰيهَاۙۖ  [Gökyüzüne ve onu bina edene yemin olsun.] (Şems 91/5) ayetinde de böyledir. ذَا  da  اَلَّذِينَ  manasına gelir. Bu durumda ayet: “Kendilerine infak edeceğimiz kişiler kimlerdir?” demek olur. Yani soru bizzat harcamanın kendisiyle ilgili değil, bilakis harcamanın nereye yapılacağı ile ilgilidir. Cevabın bu konuda olması da bunu desteklemektedir. ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۙ [Rabbine sor da onun ne olduğunu bize beyan etsin.] (Bakara 2/70) ayetinde de benzer bir anlatım vardır. Bu ayetteki soru da ineğin özellikleriyle ilgilidir ve cevabı da o şekilde gelmiştir. Yoksa ineğin mahiyetiyle ilgili bir soru değildir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

قُلْ مَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ


قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Mekulü’l-kavl cümlesi  مَاۤ أَنفَقۡتُم مِّنۡ خَیۡر ’dir.  مَاۤ  ki muzari fiili cezm eden şart ismidir. أَنفَقۡتُم  fiilinin mukaddem mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. أَنفَقۡتُم  mahallen meczum mazi fiildir. Şart fiilidir. قُلْ  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. مِّنۡ خَیۡر  car mecruru, مَاۤ ’nın mahzuf haline müteallıktır.

فَ  şartın cevabına gelen rabıta harfidir. لِلۡوَ ٰ⁠لِدَیۡنِ  car mecruru mukadder mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri; مآله أو مصرفه للوالدين (Ana-baba için malından ve masrafından) şeklindedir.

 ٱلۡأَقۡرَبِینَ وَٱلۡیَتَـٰمَىٰ وَٱلۡمَسَـٰكِینِ وَٱبۡنِ ٱلسَّبِیلِۗ  lafızları atıf harfi  وَ ’la  لِلۡوَ ٰ⁠لِدَیۡنِ ’ye matuftur. 

 

وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ


وَ  istînâfiyyedir. مَا iki fiili cezm eden şart ismidir. Mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. تَفۡعَلُوا۟  şart fiili,  ن ’un hazfi ile meczum fiildir. مِنۡ خَیۡر  car mecruru  مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır.

فَ  şartın cevabına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismidir. بِهِ  car mecruru عَلِیم ’e müteallıktır.  عَلِیم  ise  اِنَّ’nin haberidir.

يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet muzari fiille gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mübteda ve haberden müteşekkil  مَاذَا یُنفِقُونَۖ  cümlesi  یَسۡـَٔلُونَ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. یُنفِقُونَۖ  haber olan  ذَا ’nın sılasıdır.

Ayetin öncesiyle irtibatı şöyledir: ilk ayette savaşıp canı feda etmekten bahsedilmekteydi. Bu ayet ise mal ile Allah’a yaklaşmakla ilgilidir. Allah Teâlâ canla ve malla mücadele etmeyi emretmiştir. 


قُلْ مَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ


Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle, beyanî istînâf olarak fasılla gelmiş cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلۡ  emir fiilinin mekulü’l-kavli, şart üslubunda haberî isnaddır. Haber manalıdır.  أَنفَقۡتُم şart fiili, müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı,  فَ  karinesiyle  ...فَلِلۡوَ ٰ⁠لِدَیۡنِ ‘dir. Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  فَلِلۡوَ ٰ⁠لِدَیۡنِ , mukadder mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Akabindeki diğer lafızlar  لِلۡوَ ٰ⁠لِدَیۡنِ ’ye matufturlar.

مَاۤ أَنفَقۡتُم مِّنۡ خَیۡر  ibaresindeki  خَیۡر  sebebiyyet alakasıyla ’mal’ anlamında mecaz-ı mürseldir.

خَیۡر ‘ın söylenip malın  kimlere verileceğinin sıralanması cem meat-taksim sanatıdır.

[Hayır namına her ne infak ederseniz…] ifadesi onların ne infak edeceklerini de içermektedir ki, o da her tür hayırdır. Burada söz en önemli olana göre yapılandırılmış olup, o da harcanacak yerlerdir. Çünkü harcama ancak yerini bulduğunda bir anlam ifade eder. (Keşşâf-Ebüssuûd)

Arapçada mal hayır olarak isimlendirilir. Allah Teâlâ:  لَا يَسْـَٔمُ الْاِنْسَانُ مِنْ دُعَٓاءِ الْخَيْرِۘ [İnsanoğlu mal istemekten hiç bıkmaz.] (Fussilet 41/49) buyurmuştur. Mal için خَیۡر kelimesinin kullanılması hayır yolunda harcanmasından dolayıdır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


 وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ


وَ  atıf, مَا  şart harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Haber manalıdır. تَفۡعَلُوا۟ şart fiilidir ve cümle müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı,  فَ  karinesiyle ... فَإِنَّ ٱللَّهَ بِهِ  cümlesidir. Cevap cümlesi  إِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir. İsme isnad edilmiş cümle faide-i haber inkarî kelamdır. 

İsim cümlesi devam ve sübut ifade eder. إِنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya şamil  ٱللَّهِ  ismiyle gelmesi telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâdır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

[Allah hayır olarak yaptıklarınızı bilir] ifadesi bir vaaddir. Bu ifadenin altında “Hayırlarınızın karşılığı verilecektir” anlamı yatmaktadır. Lazım-melzum alakasıyla yaptıklarınızın karşılığı verilecektir manası taşır. Mecaz-ı mürseldir. 

Cevap cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

[Yaptığınız hayırlar.] Buradaki  مَا  şart edatıdır. Şartın cevabı [Şüphesiz ki Allah onları bilir.] ifadesidir. Yani yerine getirdiğiniz emirleri, yaptığınız ibadet ve tâatı Allah Teâlâ bilir ve onun sevabını verir. Bu ifade kötülükle ilgili bir yerde zikredilse, Allah onun cezasının ne olduğunu bilir anlamına gelir. Amelden sonra bilginin zikredilmesi vaad ve tehdit açısından daha beliğ ve etkili bir kullanımdır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Ayette geçen  عَلِیم, Cenab-ı Allah'ın Alîm oluşu hususunda ileri bir mana ifade eden bir sıygadır. Yani "Allah'ın ilminden ne yerdeki ne de gökteki bir zerre hariç kalamaz" demektir. Binaenaleyh Allah sizi, yaptığınız o şeye karşılık en güzel bir mükâfaatla mükâfaatlandırır. (Fahreddin er-Razi,Tefsir-i Kebir) 

Tekrarlanan  مِنۡ , خَیۡر , مَا  kelimelerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı, farklı anlam ifade eden  فَ lerde cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


Günün Mesajı
Müminler Allah'a tam olarak teslim olamamak, Allah'ın hidayet nimetinin kadrini bilmemek ve bunun sebep olacağı ihtilaflar konusunda uyarılmışlardır.
Aslında bunların ve küfrün başlıca sebebi dünya hayatının süsüne aldanmaktır.
Sırat-ı müstakim üzere yürümek ve başkalarını da bu dine çağırmak çetin bir yoldur. Savaş, yokluk, kıtlık, her çeşit işkence gibi sıkıntılarla doludur. Gerçekten sabredenlerin ortaya çıkması ve yolun doğruluğuna şahitler olmak için imtihan üzere imtihan vardır. İnsanlar Allah'ın yardımı ne zaman diyecek hale gelirler. İmtihan bu noktadan sonra da sürer.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İmtihanların ağırlaştığı anlar vardır. O anlarda kendinden kaçmak ister insan. Her şeyi geride bırakıp, uzaklara yola çıkmak ister. Vesveseleri dipsiz bataklık gibi aşağıya çeker de, çeker. Nefes alabilmek için başını yukarıda tutmaya çalışır. Duygu ve düşüncelerine çökmüş kasvetin ardından bakar. Aydınlık nasıl bir şeydi diye düşünür. Hayatı bizzat yaşayan değilmiş de, dışındaymış gibi olanları izler. Gözleri gökyüzüne döner. Güneş bile kendinden saklanmıştır. Karanlık dönemin asla bitmeyeceği fikrine kapılır. Duaları çığlığa dönüşür. “Allahım yardımın nerede?” sorusunu fısıltısıyla boşluğa bırakır. Bakışları gökyüzünden toprağa sabitlenir.

Bir gün, bir rüzgar zihninden kalbine yankılanır. Önce  sesini duyar: “Allah’ın yardımı yakındır.” Sonra sahibini görür. Bir atlı yaklaşmaktadır. Gelen, elini uzatır ve kendisini bir hamleyle atın sırtına oturtur. Ve der ki: “ben dualarının karşılığıyım.”

O günden sonra, her yardım bekleyeni: “Allah’ın yardımından umut kesilmez. Şüphesiz, gelecektir. Bekle. Sabırla ve inanarak bekle.” diyerek teselli eder. Ve dualarına ortak olur;

Ey derdimden büyük olan Rabbim. Gönüllerin sahibi Sensin. Daraltan da Sensin, genişleten de.

Ey merhametlilerin merhametlisi. Rahmet kapılarının sahibi Sensin. Kapatan da Sensin, açan da.

Sen Rahim’sin. Sen Rahman’sın. Senden başka sığınacak yerim yok. Sen Selam’sın. Sen Fettah’sın. Senden başka dönecek yurdum yok.

Rabbim! Derman da Sensin, huzur da. Bizlere merhametinle muamele et. Rahmet kapılarını aç. Yükümüzü hafiflet. Gönüllerimizi genişlet. Canımızı müslüman olarak al. Bizi salih kulların zümresine yaz.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji