Bakara Sûresi 38. Ayet

قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَم۪يعاًۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ  ...

“İnin oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir” dedik.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْنَا dedik ق و ل
2 اهْبِطُوا inin ه ب ط
3 مِنْهَا oradan
4 جَمِيعًا hepiniz ج م ع
5 فَإِمَّا zaman
6 يَأْتِيَنَّكُمْ size geldiği ا ت ي
7 مِنِّي benden
8 هُدًى bir hidayet ه د ي
9 فَمَنْ kimler
10 تَبِعَ uyarsa ت ب ع
11 هُدَايَ benim hidayetime ه د ي
12 فَلَا artık yoktur
13 خَوْفٌ bir korku خ و ف
14 عَلَيْهِمْ onlara
15 وَلَا ve olmazlar
16 هُمْ onlar
17 يَحْزَنُونَ üzülenlerden ح ز ن
 

Heda çölde yolunu bulan demektir. Bir kişi çölde yolunu bulursa kurtuluşa erebilir. Çölde yolunu şaşıran ise, hangi yöne giderse gitsin artık kurtuluşa eremez.

O halde, ancak o yol göstericinin arkasından giderek kişinin hem dünyası hem de ahireti kurtulmuş olur. Artık o kişilere bir korku ve üzüntü yoktur. Burada korku havf kelimesi ile ifade edilmiş olup, kişinin kendi zayıflığından kaynaklanan korku manasındadır.

Bunun için Hz Peygamberin (sav) bir duası vardır: Allahumme cealna min elleziyne la havfun aleyhim ve la hum yahzenun. / Ey Allahım; bizi, kendilerine korku ve mahzunluk olmayanlardan eyle. Bu duayı her zaman okuyalım.

 

قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَم۪يعًاۚ

Fiil cümlesidir. قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl  اهْبِطُوا مِنْهَا ‘ dır. قُلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اهْبِطُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهَا  car mecruru  اهْبِطُوا  fiiline mütealliktir. جَم۪يعًا  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ

فَ  istînâfiyyedir. اِمَّا  lafzında, şart harfi olan  إنْ  harfi, مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا , zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki  نَّ  da fiili tekid etmektedir. 

يَأْتِيَنَّ  şart fiili olup, fetha üzere mebni muzari fiil, mahallen meczumdur. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنّ۪ي  car mecruru  يَأْتِيَنَّ  fiiline mütealliktir. Sonundaki  نِ  vikayedir. هُدًى  fail olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. هُدًى  maksur isimdir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. تَبِعَ هُدَايَ cümlesi, mübteda  مَنْ ‘ in haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَبِعَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. هُدَايَ  mef’ûlün bih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  خَوْفٌ  mübteda olup damme ile merfûdur. عَلَيْهِمْ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يَحْزَنُونَ  cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur. 

يَحْزَنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَم۪يعًاۚ

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kemali ittisal sebebi ile fasıl yapılmıştır. (Min Garîbi Belâgati'l Kur'âni'l Kerim, Ruveyni)

Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

جَم۪يعًاۚ hal olarak itnâbtır. Konuya açıklık getirmek amacıyla gelmiştir.

قُلْنَا اهْبِطُوا ifadesinin ayette tekrarlanması hem tekid, hem de devamında gelen فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي (tarafımdan bir kılavuz gelirse) ifadesine girizgâh olması içindir. (Keşşâf)

اهْبِطُوا fiili ikil değil çoğuldur. Şeytan’a, Hz. Âdem ve zevcesine aittir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2)

Hemen sonra Allah Teâlâ, ... فَإِمَّا یَأۡتِیَنَّكُم مِّنِّی هُدى sözünde kendisinden tekil zamirle bahsetmektedir. Azamet zamirinden, mütekellim zamirine geçiş, iltifat sanatıdır.

جميعا kelimesi manevi tekiddir.

فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ

Atıf harfi فَ ile gelen cümle, şart üslubunda gelmiş haberi isnaddır. Rabıta harfi فَnin dahil olduğu cevap cümlesi olan ... فَمَن تَبِعَ , aynı zamanda ikinci bir şart cümlesinin şartıdır.

هُدًى - هُدَايَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي Bu şartın cevabı, cevabı ile birlikte ikinci şarttır. Yani (kim benim kılavuzuma uyarsa, artık onlar için herhangi bir korku söz konusu değildir) ifadesidir. Ayetteki mana, “sizlere gönderdiğim bir peygamber, ona inzâl ettiğim bir kitap ve benden size bir hidayet gelirse” şeklindedir. Bunun delili ise, ayette, وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا [Nankörce inkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlar] ifadesinin (sonraki ayetteki) فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ [kim benim kılavuzuma uyarsa] ifadesine karşıt olarak kullanılmış olmasıdır. (Keşşâf)

Buradaki مني car mecruru, takdim kasrı ile geldiği için kasrı sıfat alel mevsuftur. Sadece benden, başkasından değil manasını verir.

Ayrıca هدي’deki nekralık, tazim ifade eder. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

Şayet ‘’ayette neden فَإِمَّا یَأۡتِیَنَّكُم denilerek şüphe ifadesi kullanılmıştır; oysa hidayetin geleceği kesin değil midir?’’ dersen, şöyle derim: Bunun sebebi, Allah’a ve tevhide imanın peygamberlerin gönderilmesi ve kitapların inzâl edilmesi şartına bağlı olmadığını, Allah hiçbir peygamber göndermeyecek ve hiçbir kitap inzâl etmeyecek olsa dahi kendisine ve tevhide iman etmenin, Allah tarafından insanlara verilmiş olan akıl ve tabiata yerleştirilmiş olan deliller, insanlara verilmiş olan nazar ve istidlal imkânı sebebiyle, zorunlu olduğunu bildirmektir. (Keşşâf)

مَنْ تَبِعَ هُدَايَ ibaresindeki, هُدَايَ aslında هداي şeklinde esrelidir. -Benim- iyelik eki yani ي gelince böyle üstün okunmuştur. Başka harf olsaydı esrelenecekti.

 فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

Nefy sigasıyla gelmiş olan isim cümlesi, فَلَا خَوۡفٌ عَلَیۡهِمۡ şartın cevabıdır. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan خَوْفٌ ’daki tenvin, nev ve kıllet içindir. Yani “hiçbir korku” demektir. Bilindiği gibi nefy siyakta nekre umum ifade eder.

Car mecrurun muteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

وَ ’la öncesine atfedilen وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Haber, muzari fiil gelerek teceddüt ve istimrar ifadesiyle birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi de tahsis ifade etmiştir. Böylece Allah Teâlâ, onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir.

Burada ayrıca ولاهم يحزنون ayetinde, هم munfasıl zamirinin kullanılışında kasr vardır. Sadece “Allah’ın hidayetine tabi olanların mahzun olmayacaklarını, başkalarının değil’ manasını vermektedir. Muzari fiilin başına nefy harfinin dahil olması ile de,  devam ve istimrar manası kazanmıştır. (Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Ruveyni)

خَوْفٌ - يَحْزَنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Burada isim cümlesi olarak gelmiş iki cümle; kendilerine müjde verilen muhsinlerin hallerini toplu olarak ifade eden bir kelamdır. Bu kelamda, hüsnü intiha olduğunu söleyebiliriz. Son derece kısa ve kolay olarak tanımlayabiliriz. İbarenin başındaki فَ harfi, şart ifade eden ism-i mevsûlün haberinin başına gelmiştir. Bunun faydası da haberin mübtedaya isnadını tekid etmektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/13, S. 142)

خوف ve حزن arasındaki fark; خوف, insanın, gelecekte olacak (henüz meydana gelmemiş) bir işten dolayı kederlendirmesi, حزن ise, geçmişte bir şeyi kaçırmasından dolayı kederlenmesidir. Burada ayrıca خوف kelimesinin önce, حزن kelimesinin sonra zikredilmesinde bir incelik vardır. Şöyleki; gelecekte meydana gelecek bir şeylerden korkmak, geçmişte olmuş olanlarınkinden daha şiddetlidir. Bu nedenle خوف , önce zikredilmiştir. Yine burada خوف ve حزن kelimelerinde kinaye vardır. خوف , günahlardan dolayı cezalandırılmayacaklar, حزن de sevaplarından da mahrum bırakılmayacaklar manasında kinaye yapılmıştır. Ayrıca sonrasında gelen والذين كفرو ا و كذبوا  باياتنا اولئك اصحاب النار هم غيها خالدون ayetiyle de mukabele sanatı oluşmuştur. Böylelikle muttakilere verilen karşılık ile sonrasında kâfirlere verilecek ceza da zikredilerek aralarındaki fark tamamen beliğ bir şekilde beyan edilmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)