بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَم۪يعاًۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْنَا | dedik |
|
2 | اهْبِطُوا | inin |
|
3 | مِنْهَا | oradan |
|
4 | جَمِيعًا | hepiniz |
|
5 | فَإِمَّا | zaman |
|
6 | يَأْتِيَنَّكُمْ | size geldiği |
|
7 | مِنِّي | benden |
|
8 | هُدًى | bir hidayet |
|
9 | فَمَنْ | kimler |
|
10 | تَبِعَ | uyarsa |
|
11 | هُدَايَ | benim hidayetime |
|
12 | فَلَا | artık yoktur |
|
13 | خَوْفٌ | bir korku |
|
14 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
15 | وَلَا | ve olmazlar |
|
16 | هُمْ | onlar |
|
17 | يَحْزَنُونَ | üzülenlerden |
|
Heda çölde yolunu bulan demektir. Bir kişi çölde yolunu bulursa kurtuluşa erebilir. Çölde yolunu şaşıran ise, hangi yöne giderse gitsin artık kurtuluşa eremez.
O halde, ancak o yol göstericinin arkasından giderek kişinin hem dünyası hem de ahireti kurtulmuş olur. Artık o kişilere bir korku ve üzüntü yoktur. Burada korku havf kelimesi ile ifade edilmiş olup, kişinin kendi zayıflığından kaynaklanan korku manasındadır.
Bunun için Hz Peygamberin (sav) bir duası vardır: Allahumme cealna min elleziyne la havfun aleyhim ve la hum yahzenun. / Ey Allahım; bizi, kendilerine korku ve mahzunluk olmayanlardan eyle. Bu duayı her zaman okuyalım.
قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَم۪يعًاۚ
Fiil cümlesidir. قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl اهْبِطُوا مِنْهَا ‘ dır. قُلْنَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اهْبِطُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهَا car mecruru اهْبِطُوا fiiline mütealliktir. جَم۪يعًا hal olup fetha ile mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ
فَ istînâfiyyedir. اِمَّا lafzında, şart harfi olan إنْ harfi, مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا , zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki نَّ da fiili tekid etmektedir.
يَأْتِيَنَّ şart fiili olup, fetha üzere mebni muzari fiil, mahallen meczumdur. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir كُمْ mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
مِنّ۪ي car mecruru يَأْتِيَنَّ fiiline mütealliktir. Sonundaki نِ vikayedir. هُدًى fail olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. هُدًى maksur isimdir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. تَبِعَ هُدَايَ cümlesi, mübteda مَنْ ‘ in haberi olarak mahallen merfûdur.
تَبِعَ şart fiili olup, fetha üzere mebni mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. هُدَايَ mef’ûlün bih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. خَوْفٌ mübteda olup damme ile merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَحْزَنُونَ cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.
يَحْزَنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَم۪يعًاۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kemali ittisal sebebi ile fasıl yapılmıştır. (Min Garîbi Belâgati'l Kur'âni'l Kerim, Ruveyni)
Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
جَم۪يعًاۚ hal olarak itnâbtır. Konuya açıklık getirmek amacıyla gelmiştir.
قُلْنَا اهْبِطُوا ifadesinin ayette tekrarlanması hem tekid, hem de devamında gelen فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي (tarafımdan bir kılavuz gelirse)… ifadesine girizgâh olması içindir. (Keşşâf)
اهْبِطُوا fiili ikil değil çoğuldur. Şeytan’a, Hz. Âdem ve zevcesine aittir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2)
Hemen sonra Allah Teâlâ, ... فَإِمَّا یَأۡتِیَنَّكُم مِّنِّی هُدࣰى sözünde kendisinden tekil zamirle bahsetmektedir. Azamet zamirinden, mütekellim zamirine geçiş, iltifat sanatıdır.
جميعا kelimesi manevi tekiddir.
فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ
Atıf harfi فَ ile gelen cümle, şart üslubunda gelmiş haberi isnaddır. Rabıta harfi فَ ’nin dahil olduğu cevap cümlesi olan ... فَمَن تَبِعَ , aynı zamanda ikinci bir şart cümlesinin şartıdır.
هُدًى - هُدَايَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي Bu şartın cevabı, cevabı ile birlikte ikinci şarttır. Yani (kim benim kılavuzuma uyarsa, artık onlar için herhangi bir korku söz konusu değildir) ifadesidir. Ayetteki mana, “sizlere gönderdiğim bir peygamber, ona inzâl ettiğim bir kitap ve benden size bir hidayet gelirse” şeklindedir. Bunun delili ise, ayette, وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا [Nankörce inkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlar] ifadesinin (sonraki ayetteki) فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ [kim benim kılavuzuma uyarsa] ifadesine karşıt olarak kullanılmış olmasıdır. (Keşşâf)
Buradaki مني car mecruru, takdim kasrı ile geldiği için kasrı sıfat alel mevsuftur. Sadece benden, başkasından değil manasını verir.
Ayrıca هدي’deki nekralık, tazim ifade eder. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)
مَنْ تَبِعَ هُدَايَ ibaresindeki, هُدَايَ aslında هداي şeklinde esrelidir. -Benim- iyelik eki yani ي gelince böyle üstün okunmuştur. Başka harf olsaydı esrelenecekti.
فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Nefy sigasıyla gelmiş olan isim cümlesi, فَلَا خَوۡفٌ عَلَیۡهِمۡ şartın cevabıdır. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan خَوْفٌ ’daki tenvin, nev ve kıllet içindir. Yani “hiçbir korku” demektir. Bilindiği gibi nefy siyakta nekre umum ifade eder.
Car mecrurun muteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَ ’la öncesine atfedilen وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Haber, muzari fiil gelerek teceddüt ve istimrar ifadesiyle birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi de tahsis ifade etmiştir. Böylece Allah Teâlâ, onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir.
Burada ayrıca ولاهم يحزنون ayetinde, هم munfasıl zamirinin kullanılışında kasr vardır. Sadece “Allah’ın hidayetine tabi olanların mahzun olmayacaklarını, başkalarının değil’ manasını vermektedir. Muzari fiilin başına nefy harfinin dahil olması ile de, devam ve istimrar manası kazanmıştır. (Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Ruveyni)
خَوْفٌ - يَحْزَنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Burada isim cümlesi olarak gelmiş iki cümle; kendilerine müjde verilen muhsinlerin hallerini toplu olarak ifade eden bir kelamdır. Bu kelamda, hüsnü intiha olduğunu söleyebiliriz. Son derece kısa ve kolay olarak tanımlayabiliriz. İbarenin başındaki فَ harfi, şart ifade eden ism-i mevsûlün haberinin başına gelmiştir. Bunun faydası da haberin mübtedaya isnadını tekid etmektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/13, S. 142)
خوف ve حزن arasındaki fark; خوف, insanın, gelecekte olacak (henüz meydana gelmemiş) bir işten dolayı kederlendirmesi, حزن ise, geçmişte bir şeyi kaçırmasından dolayı kederlenmesidir. Burada ayrıca خوف kelimesinin önce, حزن kelimesinin sonra zikredilmesinde bir incelik vardır. Şöyleki; gelecekte meydana gelecek bir şeylerden korkmak, geçmişte olmuş olanlarınkinden daha şiddetlidir. Bu nedenle خوف , önce zikredilmiştir. Yine burada خوف ve حزن kelimelerinde kinaye vardır. خوف , günahlardan dolayı cezalandırılmayacaklar, حزن de sevaplarından da mahrum bırakılmayacaklar manasında kinaye yapılmıştır. Ayrıca sonrasında gelen والذين كفرو ا و كذبوا باياتنا اولئك اصحاب النار هم غيها خالدون ayetiyle de mukabele sanatı oluşmuştur. Böylelikle muttakilere verilen karşılık ile sonrasında kâfirlere verilecek ceza da zikredilerek aralarındaki fark tamamen beliğ bir şekilde beyan edilmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
Kezibe; yalan söyledi, kezzebe;yalanladı demektir. Her zaman Kur’ân’da Allah ve ahiret hakkında kullanılmıştır.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا
İsim cümlesidir. Ayet, atıf harfi وَ ‘ la önceki ayetteki فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ cümlesine matuftur. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’ dur. İrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
كَذَّبُوا atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru كَذَّبُوا fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi, كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
Cümle, الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ النَّارِ haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟ cümlesi, اَصْحَابُ veya النَّارِ ‘ın hali olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru, خَالِدُونَ ’ye mütealliktir. خَالِدُونَ۟ kelimesi haber olup, ref alameti و ' dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanır.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِدُونَ kelimesi, sülâsi mücerredi خلد olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا
Ayet وَ atıf harfiyle önceki ayetteki فمن تبع هداي cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezayüftür.
Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidaî kelamdır. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i mevsûl ile marife olması, arkadan gelen habere dikkat çekmek ve inkâr edenleri tahkir içindir.
اٰيَاتِنَٓا izafetinde azamet zamirine muzâf olması, ayetlerin şerefini ve tazimini ifade eder.
كَذَّبُوا - كَفَرُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Önceki ayetteki تَبِعَ هُدَايَ cümlesiyle وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا cümlesi arasında mukabele vardır.
Bu والذين كفروا و كذبوا باياتنا cümlesi öncesinde gelen müfred cümleye atfedilmiştir. Halbuki bu cümle de والذي كفر و كذب şeklinde gelebilirdi. Bunun sebebi, küfredenlerin ve yalancıların Allah’ın hidayetine tabi olanlardan daha çok olduğuna işaret etmektir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru, 493)
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
Mübteda ve haberden oluşan cümle, mübtedanın haberidir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ve kınama ifade eder.
Müsnedin, izafetle marife olması az sözle çok şey anlatmak ve muzâfı tahkir içindir.
Hal cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan ف۪يهَا amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, ateşe has kılınmıştır.
Buradaki هم فيها خالدون cümlesi, öncesine fasılla bağlanmıştır. Sebebi, kemâl-i ittisâldir. Sanki ikinci cümle, birinci cümleyi açıklayan bir konuma konulmuştur. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 501)
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَوْفُوا بِعَهْد۪ٓي اُو۫فِ بِعَهْدِكُمْ وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا بَنِي | oğulları |
|
2 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
3 | اذْكُرُوا | hatırlayın |
|
4 | نِعْمَتِيَ | ni’metleri |
|
5 | الَّتِي | o ki; |
|
6 | أَنْعَمْتُ | ni’metlendirdim |
|
7 | عَلَيْكُمْ | sizleri |
|
8 | وَأَوْفُوا | ve tutun |
|
9 | بِعَهْدِي | bana verdiğiniz sözü |
|
10 | أُوفِ | ben de tutayım |
|
11 | بِعَهْدِكُمْ | size verdiğim sözü |
|
12 | وَإِيَّايَ | ve sadece benden |
|
13 | فَارْهَبُونِ | korkun |
|
Allahu Teala’ya verilen ahdin Kur’âna inanmak olduğu söylenmiştir. Allah’ın bizlere lütfettiği nimetlerini hatırlamamız bizim için çok önemlidir. Şükrümüzü artırır. Ayrıca İbrahim Suresi 7. ayetinde şükrün; nimetin artma sebebi olduğu ifade edilmiştir.
Günümüzde çeşitli sorunlarını psikologlarla görüşerek çözmek isteyen birçok danışandan, sahip olduğu nimetleri alt alta yazarak sıralaması istenmektedir. Aslında amaç ne kadar çok nimetin bize verildiğinin ve sahip olduğumuz maddi ve manevi zenginlikleri kabullenmeye kendimizi ikna etmektir. İşte Yüce Allah bize bu ayette sözkonusu metodu zaten önermiştir.
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَوْفُوا بِعَهْد۪ٓي اُو۫فِ بِعَهْدِكُمْ وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ
يَا nida harfidir. بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ münadadır. بَن۪ٓي muzaf olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir. İzafetten dolayı ن harfi hazfedilmiştir.
اِسْرَٓاء۪يلَ muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ ‘ dır.
Fiil cümlesidir. اذْكُرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. نِعْمَتِيَ mef‘ûlün bih olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim يَ ’sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّت۪ٓي müfred müennes has ism-i mevsûl نِعْمَتِيَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْعَمْتُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
اَنْعَمْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru اَنْعَمْتُ fiiline mütealliktir. اَوْفُوا cümlesi atıf harfi وَ ‘ la nida cümlesine matuftur.
اَوْفُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِعَهْد۪ٓي car mecruru اَوْفُوا fiiline mütealliktir.
فَ karînesi olmadan gelen اُو۫فِ بِعَهْدِكُمْ cümlesi şartın cevabıdır.
اُو۫فِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’ dir. بِعَهْدِ car mecruru اُو۫فِ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
و atıf harfidir. Munfasıl zamir اِيَّايَ takdir edilmiş bir fiilin mukaddem mef‘ûlüdür. Takdiri, ارهبوا (Korkun) şeklindedir. فَ atıf harfidir. Zaid olması da caizdir.
ارْهَبُونِ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bir ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
اَوْفُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وفي ’dır.
اَنْعَمْتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نعم ‘dir.
İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ [Ey İsrailoğulları!] ifadesinde İsrail’den kasıt Hz. Yakup (a.s)’dır. Bu, Hz. Yakub (a.s)’ın lakabıdır. Bunun manası, kendi dillerinde yani İbranicede, “Allah'ın seçkin kulu” ya da “Allah'ın kulu” şeklindedir.
اِسْرَٓاء۪يلَ kul veya seçkin demektir, İbranicede Allah demektir. Kelime gayri munsarıftır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Bu ayette yer alan عَهْدِ kelimesi masdar bir kelimedir. Dolayısıyla bu, bazen muahide yani failine ve bazen de muahede yani mef‘ûle, kısaca hepsine muzâf olabilir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَوْفُوا بِعَهْد۪ٓي اُو۫فِ بِعَهْدِكُمْ وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı ….ٱذۡكُرُوا۟ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
عَهۡدِ kelimesi siyaktaki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نِعْمَتِيَ - اَنْعَمْتُ , اَوْفُوا - اُو۫فِ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kur’an-ı Kerim’de Benî İsrail (İsrailoğulları) nidası çok sayıda ayette geçmektedir. Bu ismin ilk defa geçtiği ayet budur.
Kur’an’da Yahudiler ismi de geçer ama daha çok Benî İsrail ismi geçmiştir.
Yahudi; Yahuda adında bir fakihe mensup demektir.
İsrail; Allah’ın temiz ve seçkin kulu demektir. (Yakup (as)’ın bir ismi de İsrail’dir.) Yakup (as)’ın temizliği vurgulanmıştır. Böylece ümmetinin de ona uygun hareket edip iman etmeleri teşvik edilmiştir.
بَن۪ٓي , kelimesinin aslı بنون şeklindedir. بنون; kelimesi, إبن kelimesinin çoğuludur. Mef‘ûl olunca بنين şeklini alır. Muzâf olunca da ن harfi düşmüştür. Burada bir nida vardır, nidadan sonra gelen kelime nasb olmuştur. Genelde Kur’an’da bu kelime hep nasb durumdadır. Çünkü hep hitap şeklinde gelmiştir. Sadece bir yerde بنو olarak gelmiştir. O da Yûnus/90 ayetidir.
قَالَ اٰمَنْتُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا الَّذ۪ٓي اٰمَنَتْ بِه۪ بَنُٓوا اِسْرَٓاء۪يلَ وَاَنَا۬ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
[(Firavun): «Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de müslümanlardanım!» dedi.]
Nimeti hatırdan çıkarmamalarının istenmesinden maksat bu nimetlere önem vermeleri, tazim etmeleri, şükrünü eda etmekten geri durmamaları ve o nimetleri veren kudrete itaat etmeleridir. (Keşşâf)
Bu surede, Hz Adem kıssasının hemen arkasından, İsrailoğullarının kıssasının geldiği görülür. Bunun sebebi, “onlar da bu kadar verilen nimetlere rağmen küfrettiler ve iman nimetinden mahrum kaldılar” manasına işaret etmektir.(Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)
نِعْمَتِ kelimesi, Kur'an-ı Kerim’de 47 defa tekil olarak gelirken, sadece üç yerde çoğul kullanılmıştır. Bunun inceliği, “Allah’ın tek bir nimeti bile, çok büyüktür, saymakla tükenmez. Bu nimetin büyüklüğü ve şerefi, o nimeti veren büyük yaratıcıdan kaynaklanmaktadır” anlamında gizlidir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)
Nitekim şöyle denilmiştir: Hz. Yakup'dan İsa aleyhisselam zamanına kadar gelen bütün peygamberler İsrailoğullarındandı. İkinci bir yoruma göre ise aziz ve celil olan Allah'ın kimseye vermediği çeşitli nimetlerdir, "insanlardan hiçbirine vermediklerini size lütfetmiştir". Mesela; kudret helvası, bıldırcın eti, bulutla gölgelendirme, herkesin elbisesinin, boyu kadar uzaması gibi. Nakillerde şöyle belirtilmiştir: İsrailoğulları'nın elbiseleri boyları kadar uzayıp tamamlanıyor, eskimiyor ve kirlenmiyordu. İşte bu kendilerinden başka hiçbir kimseye tanınmayan ilahi bir imkandı.
Bunun yanında ayette söz konusu edilen nimetin, israiloğulları'nın Firavun ve taraftarlarının işkencesinden kurtulması manasına gelmesi de muhtemeldir. “Ve sizi diğer kavimlere göre daha üstün bir konuma getirdim”. Denildi ki İsrailoğulları yeryüzünde bulunan bütün canlılara şu yönlerden üstün kılınmıştır: Asıl madde açısından hayvanlara, peygamberler nesli olma açısından cinlere ve iman etmeleri açısından diğer insanlara. Onların herkese göre daha üstün kılınışı başka şekillerde de yorumlanabilir: Yukarıda değindiğimiz üzere peygamberlerin kendi nesillerinden gelmesi, düşmanlarının elinden kurtarılıp gözleri önünde onların helak edilmesi, denizin yarılıp kendilerinin geçmesi ve düşmanlarının burada boğulup kalması gibi; bu sonuncusu nimetlerin en büyüklerinden biridir: Düşmanının yok olduğunu göreceksin, sen ise ayrı bir yerde bulunup zarar görmeyeceksin. (Ebu mansur el Maturidi Tevilatu’l Kur’ân)
اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ ibaresi Fatiha’da geçmiştir. Tekrir ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Oradan buraya kadar olan bölümde anlatılanları hatırlatır. ‘’Şimdi bu ayetimi anla’’ manasındadır.
عَهۡد kelimesi hem ahdi yapana hem de ahde konu olan şeye izafe edilebilir. Mükâfat ve sevap vaad etmek, müşâkele olarak “ahde vefa” şeklinde ifade edilmiştir.
وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ [Yalnız benden korkun] cümlesinde, mef‘ûlün öne alınması hasr ifade eder. (Safvetü't Tefâsir)
Ayette ارْهَبُونِ fiilinin mef‘ûlü olan اِيَّايَ mansub munfasıl zamiri fiilden önce zikredilmiştir. Ayrıca fiilin sonunda yer alan meksur nun-u vikaye ( ن ) burada mahzuf bir mütekellim zamirin ى bulunduğuna delalet etmektedir. Yani mef‘ûl hem fiile takdim edilmiş hem de tekid gayesiyle fiilden sonra tekrar zikredilmiştir. Bu durum da ifadede güçlü bir tahsis oluşmuştur. Buna göre cümlenin anlamı sadece ve sadece benden korkun, başkasından değil şeklindedir. Beyzâvî’nin ayetteki tahsisle ilgili beyanı şöyledir: “Bu kalıp وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ tahsis ifade etmede اِيَّاكَ نَعْبُدُ (Fatiha, 1/5) ifadesinden daha kuvvetlidir. Çünkü bunda mef‘ûlün tekrarıyla اِيَّايَ فَارْهَبُونِ beraber, sözün şart manasını içerdiğini gösteren ceza (cevap) فَ si de vardır. Sanki şöyle denilmiştir: إن كنتم راهبين شيء فَارْهَبُونِ (Eğer bir şeyden korkacaksanız benden korkun.) (Beyzâvî, I, 310.)
وَاٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلْتُ مُصَدِّقاً لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُٓوا اَوَّلَ كَافِرٍ بِه۪ۖ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَناً قَل۪يلاًۘ وَاِيَّايَ فَاتَّقُونِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَامِنُوا | ve inanın |
|
2 | بِمَا | şeye |
|
3 | أَنْزَلْتُ | indirdiğim |
|
4 | مُصَدِّقًا | doğrulayıcı olarak |
|
5 | لِمَا | bulunanı |
|
6 | مَعَكُمْ | sizin yanınızda |
|
7 | وَلَا |
|
|
8 | تَكُونُوا | ve olmayın |
|
9 | أَوَّلَ | ilk |
|
10 | كَافِرٍ | inkar eden |
|
11 | بِهِ | onu |
|
12 | وَلَا |
|
|
13 | تَشْتَرُوا | ve satmayın |
|
14 | بِايَاتِي | benim ayetlerimi |
|
15 | ثَمَنًا | bedele |
|
16 | قَلِيلًا | azıcık |
|
17 | وَإِيَّايَ | ve benden |
|
18 | فَاتَّقُونِ | sakının |
|
وَاٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُٓوا اَوَّلَ كَافِرٍ بِه۪ۖ
Fiil cümlesidir. Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki nidanın cevabına matuftur.
Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمِنُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle اٰمِنُوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلْتُ ‘ dur. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri, بما أنزلته şeklindedir.
اَنْزَلْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
مُصَدِّقًا kelimesi اَنْزَلْتُ ‘deki zamirin hali olarak fetha ile mansubdur.
لِ harf-i ceri zaiddir. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا kelimesi لِ harf-i ceriyle مُصَدِّقً ‘ a mütealliktir. Mekân zarfı مَعَ mahzuf sılaya mütealliktir. Takdiri, للذي وجد معكم (Onunla birlikte bulunan kimseye) şeklindedir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا تَكُونُٓوا cümlesi atıf harfi وَ ‘la اٰمِنُوا ‘ya matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونُٓوا nakıs, نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı تَكُونُٓوا ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. اَوَّلَ kelimesi تَكُونُٓوا ‘nin haberi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. كَافِرٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بِه۪ car mecruru كَافِرٍ ’ e mütealliktir.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَافِرٍ kelimesi, sülâsi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
مُصَدِّقًا kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَنًا قَل۪يلًاۘ وَاِيَّايَ فَاتَّقُونِ
لَا تَشْتَرُوا cümlesi atıf harfi وَ ‘la اٰمِنُوا ‘ ya matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır تَشْتَرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَات۪ي car mecruru, تَشْتَرُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثَمَنًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. قَل۪يلًاۘ kelimesi, ثَمَنًا ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir اِيَّايَ takdir edilmiş bir fiilin mukaddem mef‘ûludur. Takdiri, اتقوا şeklindedir.
فَ atıf harfidir. Zaid olması da caizdir. اتَّقُونِ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَشْتَرُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi شري ’dir.
اتَّقُونِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
قَل۪يلًا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُٓوا اَوَّلَ كَافِرٍ بِه۪ۖ
Ayet, önceki ayetteki nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi, temasüldür. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
مُصَدِّقًا - كَافِرٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı, اٰمِنُوا - كَافر kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مَا ’ların tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.
Ayette, مَٓا اَنْزَلْتُ [indirdiğim] ifadesinden murad Kur’an-ı Kerim’dir. مُصَدِّقًا doğrulayıcı olarak ifadesi de mahzuf bir ها zamirini tekit eden bir haldir. Sanki burada اَنْزَلْتُهُ مُصَدِّقًا (Onu tasdik edici olarak indirdim.) buyrulmuştur. لِمَا مَعَكُمْ ifadesiyle de Tevrat kastedilmiştir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Bir görüşe göre بِهِ [onu] ifadesindeki zamir لِّمَا مَعَكُمۡ ifadesine işaret etmektedir. Zira onlar ellerinde olan (Tevrat)ın tasdik ettiği peygamberi inkâr ettikleri zaman, aslında Tevrat’ı da inkâr etmiş olmaktadırlar. (Keşşâf)
اَنْزَلْتُ (indirdim) fiilinin yan manası ikram ettim demektir. Tevrat açıkça söylenmeyip dolaylı şekilde ifade edildiği için kinaye vardır.
وَلَا تَكُونُٓوا اَوَّلَ كَافِرٍ بِه۪ۖ cümlesi düşünmeden hemen inkâr etmeyin manasındadır.
Âşûr bu ifadenin “hemen inanın” manasında olduğunu söylemiştir.
كَافِرٍ ’deki tenvin tahkir ifade eder.
مُصَدِّقًا hal olup ıtnâb babındandır.
Birinci ism-i mevsûlün aid zamirinin, ikinci ism-i mevsûlün sılasının hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَلَا تَكُونُٓوا اَوَّلَ كَافِرٍ بِه۪ [Onu inkâr edenlerin ilki olarak başı çeken siz olmayın!] Esasen burada bir tariz sanatı vardır. Yani “Onu bilmeniz ve özelliklerini ya da vasıflarını tanıyıp bilmenizden ötürü ona ilk iman etmesi gereken sizlersiniz" ince anlamı yatmaktadır. بِه۪ ’deki zamir de Kur’ an’a racidir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَنًا قَل۪يلًاۘ وَاِيَّايَ فَاتَّقُونِ
Öncesine matuf olan cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cihet-i camia, temasüldür.
Allah Teâlâ’ya ait mütekellim zamirinin بِاٰيَات ile izafesi, ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.
قَل۪يلًا kelimesi sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
ثَمَنًا ‘deki tenvin nev ve kıllet içindir. Olumsuz siyaktaki tenkir, umum ifade etttiği için “hiçbir değer” anlamındadır. Sıfat olan قَل۪يلًا de bu anlamı pekiştirmiştir.
وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي (ayetlerimi satmayın) cümlesi, hakiki manasında değil, istiare yoluyla kullanılmıştır. Nitekim daha önce geçen "işte onlar, hidayeti satıp, sapıklığı satın alanlardır. Bakara/16 mealindeki ayette de istiare vardır..
وَاِيَّايَ فَاتَّقُونِ ile وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ arasında mukabele vardır.
وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
وَلَا تَلۡبِسُوا۟ ٱلۡحَقَّ بِٱلۡبَـٰطِلِ وَتَكۡتُمُوا۟ ٱلۡحَقَّ وَأَنتُمۡ تَعۡلَمُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَلْبِسُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْحَقَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بِالْبَاطِلِ car mecruru تَلْبِسُوا fiiline mütealliktir. بِ harf-i ceri mülabeset veya istiane içindir. تَكْتُمُوا الْحَقَّ cümlesi atıf harfi وَ ‘ la تَلْبِسُوا ‘ye matuf olup mahallen meczumdur.
Veya vav-ı maiyyedir. Bu durumda تَكۡتُمُوا۟ fiili gizli bir أَن ’ le nasb olup, نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ٱلۡحَقَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. و haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ cümlesi haber olarak mahallen merfûdur.
تَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَلۡبِسُوا۟ ٱلۡحَقَّ بِٱلۡبَـٰطِلِ وَتَكۡتُمُوا۟ ٱلۡحَقَّ وَأَنتُمۡ تَعۡلَمُونَ
Ayet temasül nedeniyle önceki ayete atfedilmiştir. İlk iki cümle nehiy üslubunda talebî inşai isnaddır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ayette geçen لبس kelimesinin iki şeyi birbirinden ayrılmayacak derecede karıştırmak anlamına geldiğini ifade eden Beyzâvî, ayeti ‘’Allah tarafından size indirilen hak kelamı kendi uydurduğunuz batıl sözlerle karıştırmayın, doğru ile yanlışı seçilemez hale getirmeyin. Uydurup yazdığınız kendi batıl fikirlerinizi doğru ile bulayıp bile bile hakkı gizleme yoluna gitmeyin.’’ şeklinde izah etmektedir. (Beyzâvî, I, 313.)
وَتَكۡتُمُوا۟ ifadesi, nehiy fiilinin kapsamında olup meczumdur, yani “gizlemeyin” demektir. Ya da bu ifade, başında gizli bir أنْ edatı olduğu düşünülerek mansubtur. (Keşşâf)
بِٱلۡبَـٰطِلِ ibaresindeki بِ harfi "kalem ile yazdım" sözünde olduğu gibi istiane (yardım istemek ve vasıtasıyla yapmak) ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette ikinci الْحَقَّ kelimesinin zamirle ifade edilmesi gerekirken açık isim şeklinde tekrarı, yasaklanan şeyin aşırı derecede çirkin olduğunu ifade eder. Çünkü açık isimdeki kuvvetlilik zamirde yoktur. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere لَا تَلْبِسُوا nehiy fiili, yasaklama anlamında kullanılmakla birlikte, kasıtlı olarak hakkı batılla karıştıranlar için üstü kapalı olarak kınama ve azarlama anlamı da içermektedir. (Safvetü’t Tefâsir)
الْبَاطِلِ - الْحَقَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, ٱلۡحَقَّ kelimesinin tekrarında ıtnâb, cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr vardır. Bu kelimelerin ال (marife) oluşu, ahd içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 521)
تَلْبِسُوا - تَكْتُمُوا arasında mürâât-ı nazîr vardır. تَلۡبِسُو ifadesinde istiare vardır. Bununla anlatılmak istenen ''Hakkı batıl ile karıştırmayın ki ona götüren yollar çıkmaz olmasın, onu tanıtan işaretler karışmasın'' demektir. Bu tabir ''karmaşık iş'' demek olan ''el-emru'l-multebis''ten alınmıştır. (Bir kimse) bir şeyi bilme kapıları (kendisine) kapandığında ve onu anlama yerleri tıkandığında قد ألبس عليّ هذا ألأمر (Bu iş bana kapandı) der. (Gerçekte bu ayette iki yoruma göre istiare kurgusu düşünmek mümkündür:
1. Soyut kavramlar olan batıl ile hakkın karıştırılması, somut varlıkların birbiriyle karıştırılmasına benzetilerek istiare olabilir.
2. لۡبِسُ 'nin ''örtmek, gizlemek, bürümek'' anlamıyla ilgili olarak hakkın batıl ile örtülüp gizlenmesi, somut bir şeyin bir örtü veya giysi ile örtülüp gizlenmesine teşbih ile istiare olabilir. (Kur'an Mecazları Şerîf er-Radî)
Ayetin sonundaki وَأَنتُمۡ تَعۡلَمُونَ cümlesinde وَ haliyyedir. İsim cümlesi formunda gelen cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri, konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan ıtnâbtır.
Müsnedin muzari fiil sigasıyla gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِع۪ينَ
Kur’ân’da her zaman namaz ve zekat birlikte geçmiş. Namazda bedeni, zekatta da mali ibadetler toplanmış, denir. Belki bunlar insanın en çok nefsine zor gelen ibadetlerdir. Namaz herhalde hep takdim edilmiştir. Önce namaz, sonra zekat gelir. Önce canından, sonra malından vereceksin. Zekat senede bir kere iken namaz devamlıdır, her gün 5 kere tekrarlanır.
Namazı dosdoğru kılın dedikten sonra neden ruku’yu ayrıca zikredilmiştir?
Namazın her bir bölümünün adı rekattır. Rekat kelimesi ruku’dan geliyor. Ruku o kadar önemlidir. Hatta cemaate katılacağın zaman, rükunun bitimine kadar o rekatı yakalayabilirsin. Rükuyu yakalayabilirsen o rekata yetişmiş sayılırsın. İnsana en zor gelen şey, başkasına boyun eğmektir. Allah’a boyun eğen, başka kimseye boyun eğmez. Secde de öyledir. Secde ve rüku birlikte düşünülebiliyor. Sözlükte rüku’nun karşısında secde etme anlamı da vardır.
Yahudilerin secdesi olmadığı için burada ayrıca zikredildiği söylenmiştir. Aslında secdeleri varmış. Dinleri bozulduğu için yapmıyorlarmış. Burada da ona işaret vardır.
Ayrıca Müslümanlarla birlikte secde edin anlamı vardır.
Rüku edenler; müslümanlardır. Burada cemaat kavramı da vardır. Namazı toplu olarak kılın demektir. Yani konu üstteki ayetlerden itibaren Yahudilere Kur’ân’a inanın, Müslümanlarla namaz kılın demektedir.
اَعْطى fiilinin kökü Kur’ân’da 14 kere geçmiştir. Güzel olup olmama bakımından آتى ‘dan daha kapsamlıdır. Bu kökte verilen şeyin mülkiyetten çıkması gerekmez. Kendi azametinin muktezasına göre mal sahibi etmeksizin birine bir şey vermek demektir. İki kaydı vardır:
آتى fiiline gelince yukarıdaki özellikleri taşımaz. Zekat hep bu fiil ile gelmiştir.
Farklar Sözlüğü de etâ fiilini câe fiili ile kıyaslamıştır.
Farklar Sözlüğü: Câe fiilinde hemze olduğu için daha zor bir gelişi ifade eder. Etâ’daki geliş daha kolay olduğu için, bunun mezid şekli olan âtâ fiili de “gönülden vermek” manasındadır.
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِع۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَق۪يمُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اٰتُوا cümlesi atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur.
اٰتُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ٱلزَّكَوٰةَ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ٱرۡكَعُوا۟ cümlesi atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur.
ٱرۡكَعُوا۟ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَعَ mekân zarfı ارْكَعُوا fiiline mütealliktir. ٱلرَّ ٰكِعِینَ muzâfun ileyh olup cer alameti ی ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
أَقِیمُوا۟ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قوم ’dir.
ءَاتُوا۟ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتى ‘dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ٱلرَّ ٰكِعِینَ kelimesi, sülâsi mücerredi ركع olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Ayetteki birbirine atfedilmiş üç cümle de, emir üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır. Ciheti camia temasüldür.
Namazı kılmaları, zekatı vermeleri ve rüku etmeleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
الزَّكٰوةَ - الصَّلٰوةَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ارْكَعُوا - الرَّاكِع۪ينَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
Zekat vermek آتى fiiliyle ifade edilmiştir. اتى gelmek, آتى vermek demektir. Vermek manasında bir de اَعْطى fiili vardır. Bu fiiller birbirinden farklı nüanslara sahiptir.
اَعْطى fiili, Kur’an’da 14 kere geçmiştir. Güzel olup olmama bakımından آتى ‘dan daha kapsamlıdır. Verilen şeyin mülkiyetten çıkması gerekmez. Kendi azametinin muktezasına göre mal sahibi etmeksizin birine birşey vermek demektir. İki kaydı vardır: Vermek ve nefsin gerektirmesidir. Kevseri vermek gibi.
آتى fiiline gelince yukarıdaki özellikleri taşımaz. Zekat hep bu fiil ile gelmiştir.
Farklar Sözlüğü: جاء fiilinde hemze olduğu için daha zor gelişi ifade eder. آتى ’daki geliş daha kolay olduğu için, bunun mezid şekli olan آتَى fiili de “gönülden vermek” manasındadır. Zekatı gönülden vermek gerekir.
Kur’ân’da her zaman namaz ve zekat birlikte geçmiştir. Namazda bedeni, zekatta da mali ibadetlerin toplandığı söylenir. Belki bunlar insanın en çok nefsine zor gelen ibadetlerdir. Namaz her halde hep takdim edilmiştir. Önce namaz, sonra zekat gelir. Önce canından, sonra malından vermelidir. Zekat senede bir kere iken namaz devamlıdır, her gün beş kere tekrarlanır.
Namazı dosdoğru kılın dedikten sonra rükunun ayrıca zikredilmesi umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâbtır.
Burada daha önemli olduğu için namaz zekata takdim edilmiştir.
Namazın her bir bölümünün adı rekattır. Rekat kelimesi rükudan gelir. Rüku o kadar önemlidir ki, cemaate katılacağın zaman rükunun bitimine kadar o rekatı yakalayabilirsin. Rükuyu yakalayabilirsen o rekata yetişmiş sayılırsın. İnsana en zor gelen şey başkasına boyun eğmektir. Allah’a boyun eğen başka kimseye boyun eğmez. Secde de öyledir. Secde ve rüku birlikte düşünülebilir. Rükunun secde etme anlamı da vardır.
Yahudilerin secdesi olmadığı için burada ayrıca zikredildiği söylenmiştir. Aslında var olan secdelerini dinlerini bozarak terketmişlerdir. Burada da ona işaret vardır.
Ayrıca ‘’Müslümanlarla birlikte secde edin’’ anlamı vardır. Rüku edenler Müslümanlardır. Burada cemaat kavramı da vardır. Namazı toplu olarak kılın demektir. Yani konu, üstteki ayetlerden itibaren Yahudilere Kur’an’a inanın, Müslümanlarla namaz kılın demektedir.
وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِع۪ينَ [Rüku edenlerle beraber rüku edin] cümlesinde mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Bu mecaz-ı mürsel çeşidinde, kül-cüz alakası vardır (bölüm zikredilerek, bütün kast edilmiştir). Bu ayette rüku kelimesi zikredilmiş ve bununla namaz kast edilmiştir. O zaman bunun manası, “namaz kılanlarla beraber siz de namaz kılın” demektir. (Safvetü't Tefâsir)
اَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَتَأْمُرُونَ | emir mi ediyorsunuz |
|
2 | النَّاسَ | insanlara |
|
3 | بِالْبِرِّ | iyiliği |
|
4 | وَتَنْسَوْنَ | unutuyorsunuz da |
|
5 | أَنْفُسَكُمْ | kendinizi |
|
6 | وَأَنْتُمْ | ve siz |
|
7 | تَتْلُونَ | okuduğunuz halde |
|
8 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
9 | أَفَلَا | hâlâ |
|
10 | تَعْقِلُونَ | aklınızı kullanmıyor musunuz? |
|
Riyazus Salihin, 200 Nolu Hadis
Ebû Zeyd Üsâme İbni Zeyd İbni Hârise radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ i şöyle buyururken işittim:“Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehennem ateşine atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar ve onlarla birlikte değirmen döndüren merkeb gibi döner durur. Cehennem halkı onun yanına toplanırlar ve derler ki:
– Ey filân! Sana ne oldu? Sen iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin? O kişi de:
– Evet, iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım, münkerden nehyederdim, fakat kendim yapardım, der.”
(Buhârî, Bed’ül-halk 10; Müslim, Zühd 51)
Kur'an-ı Kerim'de okumak manasında 3 fiil vardır: Tilavet, kıraat ve tertil.
Tilavet aktarmak için okumaktır, kıraat anlamak için okumaktır. Tilavette takip etme manası vardır. Tilavet secdesi, okumamızı secde takip ediyor. Tilavet için en az iki kelime gerekir, kıraatte tek kelime yeterlidir. Tertil ise muntazam ve güzel bir şekilde okumaktır.
اَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَۜ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. تَأْمُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِالْبِرِّ car mecruru تَأْمُرُونَ fiiline mütealliktir. تَنْسَوْنَ atıf harfi وَ ‘ la تَأْمُرُونَ ’ ye matuftur.
تَنْسَوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْفُسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَۜ cümlesi تَنْسَوْنَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olup mahallen merfûdur. تَتْلُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تَتْلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْقِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cevap bekleme kastı taşımaksızın tevbih ve takrir manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
بِِرّ iyilik; بَِرّ kara parçası; بُرّ buğday demektir. Buğday karada yetişir ve iyiliği, bereketi temsil eder. İnsan, karada kendini güvende hisseder.
و تنسون انفسكم ifadesi, terk etmeyi mübalağalı bir şekilde anlatırken وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ ifadesinde azarlama ve ilzam etme vardır. Devamında gelen تَعْقِلُونَ اَفَلَا da bulunan istifham da inkârîdir. (Zuhaylî, C. I, s. 166; Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir, C. I, s. 55-56)
اَتَأْمُرُونَ [Emir mi veriyorsunuz?] cümlesindeki soru edatı, hakiki manasında değil, kınama ve tenkit manasında kullanılmıştır. (Safvetü't Tefâsir)
Bu ayet-i kerimeler, Kitap Ehli hakkında özellikle de hahamlar ve rahipler hakkında nazil olmuştur. Onlar (yani bir kısmı) insanlara hayrı/iyiyi emreder, İslam üzere sebat etmelerini söyler, kendilerini ise terk ederlerdi. Bu gerçekten şaşılacak, garipsenecek bir haldir. Halbuki bir işi emreden kimse, o konuda uyulacak örnek kişi, öncü olmalıdır. Bizzat kendisi başkasına emrettiği şeyi yapmak hususunda dikkatli ve gayretli davranması gerekir. Aksi takdirde insanları aydınlatırken kendisi yanan kandile benzerler. İşte bu ifadelerde tevbih, paylama ve şiddetli bir azarlama bulunmaktadır. (Zuhaylî, C. I, s. 168.)
Okumak manasında üç fiil vardır: Tilavet, kıraat, tertil. Tilavet aktarmak için okumaktır, kıraat anlamak için okumaktır.Tilavette takip etme manası vardır. Tilavet secdesinde okumayı secde takip eder. Tilavet için en az iki kelime gerekir, kıraatte tek kelime yeterlidir. Tertîl ise muntazam ve güzel bir şekilde okumaktır.
Kur’an’da akıl kelimesi, hep fiil formatında gelmiştir. Yani onu işletmek, fiil haline getirmek gerekir. Hayvanlar için “akıllı” kelimesini kullanmak doğru değildir. Akıl insanın yaratıcısı ile olan bağını keşfetmesini sağlayan bir melekedir.
اَتَأْمُرُونَ Onlar, bu fiilleri geçmişte yaptıkları halde fiil, şimdiki zaman olarak kullanılmıştır. Zira geniş zaman kipi yenilenme ve sonradan olma ifade eder. تَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ cümlesinde, Yüce Allah, onların yapmaları gereken şeyleri terketmelerini "unuttular" şeklinde ifade etmiştir. Bu ise akıllarına hiç gelmiyormuş gibi aşırı derecede terkettiklerini gösterir. Onların aşırı derecede gaflette olduklarını vurgulamak için أَنفُسَ kelimesini zikretmiştir.
Burada ayrıca تنسون kelimesi istiare-i tasrihiyye ve tebeiyyedir. Veya الترك manasında kinayedir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 528)
Hal cümlesi olan وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ ifadesindeki kınama, tenkit etme ve susturma manaları açıktır. (Safvetü't Tefâsir)
وَأَنتُمۡ تَتۡلُونَ ٱلۡكِتَـٰبَۚ cümlesi hal olarak mahallen mansubtur. Hal, itnâb sanatı babındandır.
Haberi muzari fiil olan isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıranı tecessüm özelliği vardır.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Ayet istînâf cümlesine matuftur. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr ve tevbih manasında olduğu için, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ cümlesi çok büyük bir kınama ifadesidir. Anlam ise, “yaptığınız şeyin çirkin olduğuna akıl erdiremiyor musunuz da, bu fiillerin kötülüğü sizi onları yapmaktan alıkoymuyor? Adeta akılları örtülmüş kimseler gibisiniz. Çünkü akıl bu tür şeylerden kaçınır, bunları reddeder” şeklindedir. (Keşşâf)
افلا, burada mahzufa işaret eder.
الا, tenbih edatıdır. ف ise atfa işaret eder. Yani bu cümleden önce hazfedilen bir cümle vardır.
وَاسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ وَاِنَّهَا لَكَب۪يرَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِع۪ينَۙ
Allah’tan yardım isteyeceğiniz namaz, gerçekten çok ağır ve zor bir konudur. Allah’a bağlanmanın özünü kavrayamamış, Allah’ın ulûhiyeti ve rubûbiyeti karşısında tam teslimiyet gösterememiş insanlara namaz ağır gelir, zor gelir. Lâkin huşû erbabı için zor değildir namaz. Yâni kalpleri Allah’ı ve Allah’ın âyetlerini anmakla yumuşamış, Allah’ı ve Allah’ın âyetlerini hatırlamaktan zevk alan huşû sahipleri için zor gelmez.
Namaz demek ki, Allah’tan yardım isteme konusuymuş. Ebu Dâvûd’un rivâyetinde şöyle buyurulur:
"Allah’ın Rasûlü ne zaman bir şeye üzülürse hemen namaza dururdu."
Bir başka rivâyette de hadîseler onu üzüp, bitkin hale getirince:
"Bizi serinlet ey Bilal!"
Yâni bir ezan oku ey Bilal! Bir namaza duralım da rahatlayalım buyururdu. İbni Cerir rivâyet eder: Allah’ın Rasûlü karnı ağrıyan bir adam gördü de ona şöyle buyurdu: "Kalk namaz kıl! Çünkü onun şifası namazdır" Buyurdu. Yine rivâyet edilir ki İbni Abbas’a kardeşinin vefat haberi verilince önce istirca etti, sonra da hemen bir kenara çekilip iki rekat namaz kıldı. Böyle bir durumda Allah’tan yardım dilemeyi ihmâl etmedi. (Besairul Kur’ân- Ali Küçük)
Sabrın asıl mânâsı, nefsi, sevdiği şeylerden alıkoymak ve heva ve hevesinden el çektirmektir. Bu bakımdan, felaketler karşısında kendisini frenleyene "Sabreden" denilmiş. Ramazan ayına da, yeme ve içmeye karşı sabredildiğinden dolayı "Sabır" ayı" denilmiştir. Bir kısım âlimler, buradaki "sabır" kelimesinden maksadın, oruç tutmak olduğunu ve bu âyet-i kerimenin "Oruç tutarak namaz kılarak sabredin" demek istediğini söylemişlerdir. Taberi ise, Allah tealanın, bu âyet-i kerimede insanları Allah´ın emir ve yasaklarından, nefislerine ağır gelenlere karşı sabretmelerini istedigini söylemiştir.
Burada, Allah´tan yardım dilerken yapılacak şeylerden özellikle namaz zikredilmektedir. Çünkü onda Allah´ın kitabını okuma, dünya zevklerini terketme, âhireti ve orada Allah’ın insanlar için hazırlamış olduğu şeyleri hatırlatma vardır.
Rasûlullah (s.a.v.) herhangi bir sıkıntı ile karşılaştığında hemen namaz kılmaya başlardı.
Abdurrahman diyor ki: "Abdullah b. Abbas, bir yolculuk yaparken kendisine kardeşi Kussem´in ölüm heberi ulşatı. Abdullah b. Abbas, "Şüphesiz biz, Allah içiniz ve mutlaka ona döneceğiz’’ dedikten sonra yolun kenarına çekildi, devesini çöktürdü, iki reka namaz kıldı ve namazı uzattı. Bitirdikten sonra kalkıp bineğine doğru yürüdü ve "Sabırla ve namazla yardım isteyin. Şüphesiz ki namaz, Allaha boyun eğenlerden başkasına ağır gelir" âyetini okudu. (Taberi tefsiri)
Sabır (oruç) ve namaz ile yardım isteyin. Muhakkak ki o (namaz) ağırdır / zordur / büyüktür; huşû’ duyanlar müstesna.
Yukarıda iki kere namaz geçmişti, burada tekrar geçiyor. Namazın önemi, Allah ile olan bağımızı güçlendiriyor oluşu dolayısıyla bu tekrarlar yapılmıştır.
İnneha’daki “ha” zamiri namaza aittir.
Sabır: ibadetlere devam etmek için, günahları işlememek için ve musibetlere sabır (direnmek) olmak üzere üç çeşittir.
Sabır, lugatte sabretmek, taş, bir şeyin en üstün hali manalarına gelir. Sabırda bunların hepsi vardır. Musibet veya zorluklar karşısında taş gibi sağlam durmak, namaz ve oruç gibi ibadetlerde nefsin isteklerini hapsetmek, insanın en üstün halde olmasıdır. Oruç tutarken mesela yemek içmek olmaması dolayısıyla meleklere yaklaşıyor olmamız.
Namazın bir nevi şükür olduğunu düşünürsek, burada sabır ve şükür konu edilmiş ki bunlar İslam’ın iki yarısıdır. İslam sabır ve şükürden ibarettir. İslam’ın iki temelidir. Sabırı oruç olarak da yorumlamışlar. Bazı hadislerde de oruç için sabır kelimesi kullanılmış.
Salat namaz, dua, dik duruş demektir.
Salve leğen kemikleri demektir, bunlar insanın dik durmasını sağlıyor. Yürürken, otururken onların üzerinde duruyoruz. Destek anlamı da var. Ateşte yanmak manası da var. Değneği ateşte düzeltmek manaında kullanılır.
Buradaki haşe’a fiili huşû’ kökündendir. Çünkü haşyetin sonunda “ye” harfi, huşû’’nun sonunda “ayn” harfi vardır. Korkmakla ilgili farklı kelimeler var. Burada huşû’ duyanlar demek daha uygun. Haşyet kötülüğün bulunduğu yerle alakalı. Mesela cehennemden korkmak. Huşû’ muhatabın azameti karşısında duyulan korku. Bir de havf var. O kişi ile yani mütekellim ile alakalı. Fareden korkuyorum (havf) çünkü o benim zayıflığım. Havfın zıddı emin olmak, emniyette olmak.
Huşû’-hudu: Huşû’nun dış azaların; hudunun iç azaların sükuneti olduğu söylenir.
Huşû’-hudu' arasındaki fark için, huşû’nun dış azaların; hudû'nun iç azaların sükuneti olduğu söylenir.
وَاسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَع۪ينُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالصَّبْرِ car mecruru اسْتَع۪ينُوا fiiline mütealliktir. الصَّلٰوةِۜ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
اسْتَع۪ينُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi عون ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
وَاِنَّهَا لَكَب۪يرَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِع۪ينَۙ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
هَا muttasıl zamir إنَّ ’ nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
كَب۪يرَةٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. عَلَى الْخَاشِع۪ينَ car mecruru كَب۪يرةٌ ‘ e müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Cemi müzekker salim kipi ile gelen خَاشِع۪ينَ kelimesi, altı ayette, cemi kesret kipi ile gelen خُشَّعاً kelimesi de sadece bir ayette (Kamer/7) zikredilmektedir. (Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Kur’an’da Sözcüklerin Çoğul Halleri/Abdurrahman Güney)
الْخَاشِع۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerred olan خشع fiilinin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَب۪يرَةٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ
Ayet temasül nedeniyle atıfla gelmiştir.
Ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الصلاة ile صبر arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Burada الصلاة kelimesi, الصَّبْرِ ‘dan sonra zikredilmiştir. Çünkü sabır olmadan hiçbir ibadete devam edilemez. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 533)
Namazın sorumluluklarına göğüs gererek, sabrı elden bırakmadan devamlı bir şekilde kılın ve zorluklarına da katlanın demektir. Namaz konusunda gerekli olan kalbî samimiyet ve ihlası elden bırakmaksızın kılın. Ya da belalara, zorluklara, başa gelen musibet ve felaketlere karşı sabır göstermek suretiyle göğüs gerin ve bunun için sabırdan yararlanın, yardım bekleyin. Herhangi bir musibet, felaket veya bela gelince de derhal namaza koşarak yardım ve medet bekleyin. Yine ayette yer alan namaz ifadesinden kasıt, duadır diye de yorumlanmıştır. Yani: 'Belalara karşı sabır göstererek direnin ve hemen dua etmeye başlayın, o belaların kaldırılması için derdinizi Allah’a havale edin’ demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Doğruya en yakın olan görüş, bu ayetle kendilerine hitap edilenlerin, Benî İsrail olmasıdır. Çünkü hitabı onlardan başkasına tevcih etmek, ilâhi nazmın ifade düzenini bozar. (Fahreddin er- Râzî)
وَاِنَّهَا لَكَب۪يرَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِع۪ينَۙ
Hal cümlesi وَ ‘la gelmiştir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette tekîdü’z-zem bimâ yuşbihu’l-medh sanatı vardır.
Yani, ancak kalpleri saygıyla ürperenlere kolay gelir. Çünkü bunlar Allah’ın sabredenler için neler hazırladığını kesin olarak bildiklerinden o ödülleri beklemektedirler. İşte bundan dolayı onlar için sabır ve namaz zor değil kolay gelir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Hak Teâlâ'nın ayetteki وَاِنَّهَا ifadesindeki zamirin mercii hususunda bazı görüşler ileri sürülmüştür:
1) Zamir, namaz (salât) lafzına racidir. Buna göre mana, "namaz, huşu edenlerin dışındakilere ağırdır" olur.
2) Zamir, Hak Teâlâ'nın emrinin delalet ettiği "istiane" (yardım talep etme) lafzına racidir.
3) Bu, İsrailoğullarının, [Size vermiş olduğum nimetlerimi hatırlayın] (Bakara,40) ayetinden başlayıp, yine Cenâb-ı Hakk'ın [yardım talep ediniz] ayetine kadarki kısımda, emredilen ve yasaklanan şeylerin tamamına racidir. (Fahrettin Razi)
لَكَب۪يرَةٌ ağır ve zordur demektir. الْخَاشِع۪ينَۙ ; tevazu gösterenler demektir. خشوع tevazudur. Alçak kum tepesine الخشوعdenilmesi de bundandır. الخضوع ise yumuşaklık ve itaattir. Şöyle de denilmiştir: خشوع organlarla, خضوع ise kalp ile gösterilir.
اَلَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَاَنَّهُمْ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ۟
اَلَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَاَنَّهُمْ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ۟
اَلَّذ۪ينَ cemi has ism-i mevsûl, önceki ayetteki الْخَاشِع۪ينَ ‘ nun sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يَظُنُّونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
يَظُنُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَظُنُّونَ fiilinin iki mef‘ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. مُلَاقُوا kelimesi أَنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. İzafetten dolayı نَ düşmüştür.
رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنَّهُمْ atıf harfi و ‘ la birinci اَنَّهُمْ ‘e matuftur.
İsim cümlesidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِلَيْهِ car mecruru, رَاجِعُونَ ‘ a mütealliktir. رَاجِعُونَ kelimesi أَنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
يَظُنُّونَ sanmak anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُلَاقُوا kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfa’ale babının ism-i failidir.
رَاجِعُونَ۟ kelimesi, sülâsi mücerredi رجع olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Ayet, الْخَاشِع۪ينَۙ ’nin sıfatı olarak fasıl olarak gelmiştir, huşu duyanların semeresini açıklamıştır.
Has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır.
Sıla cümlesinin mef‘ûlü, اَنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelamdır.
وَاَنَّهُمْ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ۟ cümlesi, ظُنّ fiilinin iki mef‘ûlü yerindeki masdarı müevvele atıftır.
مُّلَـٰقُوا۟ kelimesi görmek diye tefsir olunmuştur. مُلَاقُوا رَبِّهِمْ de; ‘’Yüce Allah’ı keyfîyetsiz olarak görmek’’ diye yorumlanmıştır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Ayette رَبِّهِمْ izafetinde, رَبّ ismine muzâfun ileyh olan, “namazda huşu duyanlar” şan ve şeref kazanmıştır.
اَنَّهُمْ ibaresinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle Rab isminde tecrîd sanatı vardır.
Zan fiili zıt anlamlı kelimelerdendir. ظُنّ ; kesin bilgi ve zan manası taşır. Bizim dilimize zan manası geçmiştir. Ama burada zan manası uygun değildir.
و انهم اليه راجعون cümlesindeki car mecrurun takdimi, kasrı sıfat alel mevsuftur. Herkes, sadece ona döndürülecek, başkasına değil anlamındadır.
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا بَنِي | oğulları |
|
2 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
3 | اذْكُرُوا | hatırlayın |
|
4 | نِعْمَتِيَ | ni’metimi |
|
5 | الَّتِي | ki |
|
6 | أَنْعَمْتُ | ni’metlendirdim |
|
7 | عَلَيْكُمْ | sizi |
|
8 | وَأَنِّي | ve şüphesiz |
|
9 | فَضَّلْتُكُمْ | sizi üstün kıldım |
|
10 | عَلَى | üzerine |
|
11 | الْعَالَمِينَ | alemler |
|
Aslında tevhid inancında olan bütün kavimler bulundukları çağda üstün sayılmışlardır. Üstünlük tevhid inancından gelir.
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
يَا nida harfidir. بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ münadadır. بَن۪ٓي muzaf olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir. İzafetten dolayı ن harfi hazfedilmiştir.
اِسْرَٓاء۪يلَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için mukadder fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اذْكُرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. نِعْمَتِيَ mef‘ûlün bih olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamir يَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabıdır.
الَّت۪ٓي müfred müennes has ism-i mevsûl نِعْمَتِيَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْعَمْتُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
اَنْعَمْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru اَنْعَمْتُ fiiline mütealliktir. اَنّ۪ ve masdar-ı müevvel atıf harfi وَ ‘la نِعْمَتِيَ ‘ye matuftur.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
ي mütekellim zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. فَضَّلْتُكُمْ cümlesi أَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فَضَّلْتُكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَى الْعَالَم۪ينَ car mecruru فَضَّلْتُكُمْ fiiline müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْعَمْتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نعم ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَضَّلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فضل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir.
Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan ….ٱذۡكُرُوا۟ cümlesi ise, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
نِعْمَتِيَ - اَنْعَمْتُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kur’an-ı Kerim’de Benî İsrail’e nida çok sayıda ayette geçmektedir. Bu ismin ilk defa geçtiği 40. ayetle bu ayet arasında tekrir ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu tekrar, tekid içindir.
Kur’an’da Yahudiler ismi de geçer ama daha çok Benî İsrail geçmiştir.
Yahudi: Yahuda adında bir fakihe mensup demektir.
İsrail: Allah’ın temiz ve seçkin kulu demektir. (Yakup (as)’ın bir ismi de İsrail) Yakup (as)’ın temizliği vurgulanmış, ümmetinin de ona uygun hareket edip iman etmeleri teşvik edilmiştir.
بَن۪ٓي, kelimesinin aslı بَنُونَ'dir. اِبْن kelimesinin çoğuludur. Mef‘ûl olunca بَن۪ٓينَ şeklindedir. Muzâf olunca da نَ harfi düşmüştür. Burada bir nida var, nidadan sonra gelen kelime nasb olmuştur. Genelde Kur’an’da bu kelime nasb durumdadır. Çünkü hep hitap şeklinde gelmiştir. Sadece bir yerde بَنُوا olarak geçer. O da Yûnus/90 ayetidir: قَالَ اٰمَنْتُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا الَّذ۪ٓي اٰمَنَتْ بِه۪ بَنُٓوا اِسْرَٓاء۪يلَ وَاَنَا۬ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ [(Firavun:) «Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de müslümanlardanım!» dedi.]
Nimeti hatırdan çıkarmamalarının istenmesinden maksat, bu nimetlere önem vermeleri, tazim etmeleri, şükrünü eda etmekten geri durmamaları ve o nimetleri veren kudrete itaat etmeleridir. (Keşşâf)
نِعْمَتِيَ (Benim nimetim) nimet kelimesinin Allah'a izafesinde, nimetin değerinin büyüklüğüne, bolluğuna ve güzelliğine işaret vardır. Çünkü bu tür izafet, Allah'a izafe edilen şeyin şereflendirildiğini gösterir. بيت الله (Allah'ın evi), ناقة الله (Allah'ın devesi) izafetlerinde olduğu gibi. (Safvetü't Tefâsir)
اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ ibaresi Fatiha’da ve 40. ayette de geçmiştir. Bu ayetler arasında tekrir ve reddü'l- acüz ale’s- sadr sanatları vardır. Oradan buraya kadar olan bölümde anlatılanları hatırlatır. ‘’Şimdi bu ayetimi anla’’ demektir.
Ayetin sonunda وَ ’la gelen masdar-ı müevvel, نِعْمَتِيَ ’ye atfedilmiştir.
واني فضلتكم علي العالمين cümlesi mükemmeliyet ifade etmek için, hususî olan bir şeyin umumî olan bir şeye atfı kabilindendir. Çünkü âlemlere üstün kılma nimeti, daha önce umumî olarak zikredilmiş olan nimetin içinde zaten vardır. Yüce Allah, "nimetimi hatırlayın" dediğinde, bütün nimetler kastedilmiştir. "Ben sizi üstün kıldım" ifadesi ona atfedilmiştir. Bu atıf, hususî bir şeyin umumî bir şeye atfı kabilindendir. (Safvetü't Tefâsir)
عَلَى الْعَالَم۪ينَ “çok büyük insan topluluklarına” demektir. (Keşşâf)
وَاتَّقُوا يَوْماً لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـٔاً وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاتَّقُوا | ve sakının |
|
2 | يَوْمًا | günden |
|
3 | لَا |
|
|
4 | تَجْزِي | cezalandırılmaz |
|
5 | نَفْسٌ | hiç kimse |
|
6 | عَنْ | -den(günahından) |
|
7 | نَفْسٍ | kimse- |
|
8 | شَيْئًا | bir şey |
|
9 | وَلَا |
|
|
10 | يُقْبَلُ | kabul edilmez |
|
11 | مِنْهَا | kimseden |
|
12 | شَفَاعَةٌ | şefaat da |
|
13 | وَلَا |
|
|
14 | يُؤْخَذُ | ve alınmaz |
|
15 | مِنْهَا | ondan |
|
16 | عَدْلٌ | fidye de |
|
17 | وَلَا | ve yapılamaz |
|
18 | هُمْ | onlara |
|
19 | يُنْصَرُونَ | hiçbir yardım |
|
وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki nidanın cevabına matuftur.
Fiil cümlesidir. اتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. يَوْمًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzaf mahzuftur.Takdiri, هول يوم şeklindedir.
لَا تَجْز۪ي cümlesi, يَوْمًا ‘ nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَجْز۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. نَفْسٌ fail olup damme ile merfûdur. عَنْ نَفْسٍ car mecruru تَجْز۪ي fiiline mütealliktir.
شَيْـًٔا masdardan naib, mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri لا تجزي شيئا من الجزاء (Kişi bir cezayla karşılık vermez) şeklindedir. Bu cümlede mevsufa raci olan ait zamiri hazfedilmiş olup لَا تَجْز۪ي فيه şeklinde takdir edilir.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi, وقي ’dır. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la لَا تَجْز۪ي cümlesine matuftur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُقْبَلُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. مِنْهَا car mecruru يُقْبَلُ fiiline mütealliktir. شَفَاعَةٌ naib-i fail olup damme ile merfûdur.
وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la لَا تَجْز۪ي cümlesine matuftur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْخَذُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. عَدْلٌ naib-i fail olup damme ile merfûdur. مِنْهَا car mecruru يُؤْخَذُ fiiline mütealliktir.
وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la لَا تَجْز۪ي cümlesine matuftur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هم mübteda olarak mahallen merfûdur. يُنْصَرُونَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُنْصَرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
Ayet, nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi temasüldür.
Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Sıfat olan... لَا تَجْز۪ي cümlesidir, dolayısıyla ayette ıtnâb vardır.
شَيْـًٔا ’deki tenvin hiç bir şey anlamına gelir. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.
نَفْسٌ ve شَيْـًٔا kelimelerinin nekre olması, “hiçbir kimse hiçbir şeye sahip olamaz” anlamı katmakta; böylece bütün arzu ve beklentiler boşa çıkarılmakta, ümitler tamamen kesilmektedir.
Burada fiiller hep meçhul gelmiştir. Bunun nedeni failden ziyade fiile dikkat çekmektir.
نَفْس ’in tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
.وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ cümlesi, sıfat olan تَجْز۪ي cümlesine وَ ‘la atfedilmiştir. Ciheti camia temasüldür. Meçhul menfi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur, faile önemine binaen takdim edilmiştir.
وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ
Bu cümle de تَجْز۪ي fiiline temasül nedeniyle atfedilmiştir. Önceki cümleyle aynı formda gelmiştir.
عَدْلٌ fidye anlamında kullanılmıştır. Kevn-i lâhik alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Bir şeyin gelecekte alacağı şeklin adı şimdiki zamanda kullanılmıştır. Mesela, İbrahim a.s. çocuk ile müjdelenirken bu çocuğa “gulam” denilmiştir. Halbuki gulam, ergen için kullanılan bir kelimedir, yeni doğan için kullanılmamaktadır. Orada ona veled değil, gulam verilecek denmesi, kevn-i lâhik alakası ile mecazi mürseldir.
وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
تَجْز۪ي ’ya atfedilen son cümle, olumsuz isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin, muzari fiil şeklinde gelmesi hudûs, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzarideki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın dikkati uyarılır.
Müsnedün ileyhin olumsuz siyakda takdimi, kasır ifade eder. “Onlara kesinlikle yardım edilmeyecektir” anlamı vardır. هُمْ, maksurun aleyh, يُنْصَرُونَ maksurdur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ifadesindeki هُمْ zamiri, öncesinde geçen ve nekre olarak ifade edilen نَفْس ’in ifade ettiği “çok sayıda kimse”ye işaret eder; نَفْس müennes olduğu halde, onlara işaret eden ْهُمْ zamirinin müzekker olması ise “kullar” ve “insanlar” anlamının esas alınmasındandır. (Keşşâf)
Yaşanan her sıkıntının şifasını Allah’tan istemek gerekir çünkü sorunların kaynağının bilgisi ve her şeyin çaresi O’ndadır.
Bir bardak su dahi istediğimizde, bir iki saniyemizi ayırıp ve sesimizin yüksekliğini ayarlayıp, birilerine bu isteği ulaştırma çabasına gireriz. Dünyada kavuşmak istediklerimiz için defalarca denemekten usanmayız.
Allah, kendisinden sabır ve namazla istememizi buyurmaktadır. O’na dua ederken de belli bir halin içine girmeliyiz. Zamanımızı ayırarak ve O’na teslim olduğumuzu bütün benliğimizde hissederek.
Acele etmeden, umduklarımızı sindirerek ve onlara hazırlanarak istemenin sırrı değersizleşmiştir. Belki de hayatın kolaylaşması ve birçok şeyin ayağımıza gelmesi sonucunda sabırsızlık artmıştır. Ya da belki de bu insanın işine geldiği gibidir.
Zira insan, canı istediği zaman sabırlıların en dayanıklısı kesilir. Dizilerin bölümleri saatler boyu üstüste izlenir, okunan kitabın heyecanıyla uykular ertelenir, sevdikleri uğruna şikayetsiz ne emekler harcanır ama ne yazık ki, ibadete gelince nefsin zamanı kalmamıştır.
Ey Allahım! Bizi, yalnız Senden, sabır ve namazla isteyenlerden eyle. Bedenimize, kalbimize ve nefsimize; namazı ve namazdaki halleri sevdir. Bir vakitten, ötekine kadar: namazı özleyenlerden ve hazır bir şekilde bekleyenlerden eyle. Namaza sadece bir vazife gözüyle bakmak yerine, Sana kavuşma fırsatı olarak görenlerden eyle. Namazın içindeki gizli ve açık kalan her hikmetinden nasiplenenlerden ve onunla maddi manevi anlamda doyanlardan eyle.
Ey Allahım! Bizi sev. Bize Senin sevdiklerini ve Senin rızana yaklaştıran sebepleri sevdir.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji