1 Mart 2024
Bakara Sûresi 30-37 (5. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 30. Ayet

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ  ...


Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ bir zamanlar
2 قَالَ dedi ki ق و ل
3 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
4 لِلْمَلَائِكَةِ meleklere م ل ك
5 إِنِّي şüphesiz ben
6 جَاعِلٌ yaratacağım ج ع ل
7 فِي -nde
8 الْأَرْضِ yeryüzü- ا ر ض
9 خَلِيفَةً bir halife خ ل ف
10 قَالُوا dediler (melekler) ق و ل
11 أَتَجْعَلُ mi yaratacaksın? ج ع ل
12 فِيهَا orada
13 مَنْ kimse
14 يُفْسِدُ bozgunculuk yapan ف س د
15 فِيهَا orada
16 وَيَسْفِكُ döken س ف ك
17 الدِّمَاءَ kan د م و
18 وَنَحْنُ oysa biz
19 نُسَبِّحُ tesbih ediyor س ب ح
20 بِحَمْدِكَ seni överek ح م د
21 وَنُقَدِّسُ ve takdis ediyoruz ق د س
22 لَكَ seni
23 قَالَ dedi ق و ل
24 إِنِّي şüphesiz ben
25 أَعْلَمُ bilirim ع ل م
26 مَا şeyleri
27 لَا değilsiniz
28 تَعْلَمُونَ siz biliyor ع ل م

Bakara suresi iki ayrı başlangıçtan bahseder. Bir tanesi bütün insanlığın yaratılışı ve insanlığın başlangıcı, bir tanesi de ilk olarak Beni İsrail’e emirlerin gelmesidir.

Kur’ân’da Adem as dan, onun halife olarak yaratılmasından bahsedilen ilk yer burasıdır. Nüzüle göre farklı sıralama olabilir, ancak Kur’ân’ı elimize aldığımızda ilk yer burasıdır. (Nouman Ali Khan)

Ayette gecen نُسَبِّحُ  fiilinin kök harfleri sbh şeklindedir. Kelime manası yüzmek, suda veya havada hızlı gitmektir. Tesbih yüce Allah’ı tenzih etmek anlamındadır. Asıl anlamı yüce Allah’a ibadet  etmek konusunda hızlı hareket etmektir. Bu kelime ister sözlü, ister fiili, isterse niyetle olsun bütün ibadet şekillerini kapsar. (Ragıb İsfahani, Müfredat)

Halife kelimesinde insan ve insan dışı mahlukat ilişkisinde ahlaki sorumluluk yüklenme manası vardır. Yeryüzü kendisine emanet edilmiştir. Ona sahip çıkması gerekir. Kalfa kelimesi buradan gelir.

Ce’ale: Var olan bir şeyi başka bir şeye dönüştürmektir. Adem a.s. ın ontolojik olarak yaratılışını değil, ona bir misyon yüklenmesini ifade eder.

Halife; hem fail, hem mef’ul kalıbıdır. Vekalet eden ve vekalet veren demektir. İnsan yeryüzünde hem alan, hem verendir. Öncesinden vekalet alıp, sonrakine verir.

Halif: Kötü olanın yerine geçen.

Halife: iyi olanın yerine geçen şeklinde kullanılmış.

Halifelik Allah’a izafe edilmemiştir, insan arzın halifesidir.

Bediu’z Zaman: Ateşle beslenen canlılar da varmış, bilim de okyanus dibinde ve 400 derecede yaşayan canlıları keşfetmiş.

Hilafet: eşyaya müdahale ile arzı imar etme, nimetlerden faydalanıp şükr manasında ibadet ve taatte bulunmaktır. Bu da ilim sahibi olmayı, yani eşyayı tanımayı gerektirir. Hem de ibadetin manasını ve nasıl yerine getirileceğini bilmeyi gerektirir. İnsanın meleklere üstünlüğü isimlerin öğretilmesidir. Ama eğer ilmi ve gücü kendisinde görüp yeryüzünde istediği gibi tasarrufta bulunmaya kalkışırsa, işte bu yeryüzünde bozgunculuk ve kan dökülmesine neden olur.

İnsanın sahip olduklarını Allah’tan bilmesi ve Allah karşısında acizliğini farketmesi gerekir.

Melekler insanın yeryüzünde kan dökeceğini nereden biliyorlardı? Daha önce yaratılmış ve yeryüzünde yaşayan cinler dolayısıyla biliyorlardır. Cinler yeryüzünde fesat çıkarıp kan döküyorlardı.

Arkeolojik kazılarda düşünemeyen, konuşamayan, iki ayak üzerinde yürüyemeyen insanımsı yaratıklar bulunmuştur.

İnsan suresi'nde ''İnsan üzerinden bir zaman geçti, insan demeye değmeyecek...'' şeklinde tercüme edilebilecek ibarenin Allah’ın insana üflemeden önce yarattığı bazı canlı türlerini ifade ettiği söyleniyor.

Meleklerin sorusu itiraz mahiyetinde değil, birşeyin hikmetini anlamak maksadıyla sorulmuş sorulardır.

Melekler tesbihleriyle arzı daha güzel imar edeceklerini düşünüyorlar. Allah da diyor ki: Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.

Allahu Teala Hz Adem’e bütün isimleri öğrettikten sonra bilmeyen melekleri bilen insana secde ettirdi. Demek ki ilim ne kadar önemli ki bilmeyen toplum bilen topluma boyun eğiyor. İlimimizi artırması için Allah’a dua edelim.  (Taha Suresinin 114. Ayetini okuyalım) Aynı zamanda çok çalışıp ilim teknoloji ve ekonomi alanında yükselerek diğer dinlere mensub ülkelere boyun eğmeyelim. Onlara üstün hale gelelim.

Seçme özgürlüğü olmayan meleklerin Allahı Hamd ile tesbih ve takdis etmesi sözkonusu iken, seçme özgürlüğü olan insan; Hak yolu seçerek meleklerden üstün bir konuma gelebilir. Yüceler yücesi bir seviyeye yükselebilir. Hak yolu seçmediği takdirde ise fesat çıkarıp kan akıtarak aşağıların aşağısı bir seviyeye de düşebilir. Seçimlerimizi yaparken bunu aklımızdan çıkarmayalım.

Resûl-i Ekrem de “ Dünya tatlı ve çekicidir. Allah onun idâresini size verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Sakın dünyaya aldanmayın” buyurmuştur. 
( Müslim, Zikir 99; Tirmizi, Fiten 26).

Ayette gecen نُسَبِّحُ  fiilinin kök harfleri sbh şeklindedir. Kelime manası yüzmek, suda veya havada hızlı gitmektir. Tesbih yüce Allah’ı tenzih etmek anlamındadır. Asıl anlamı yüce Allah’a ibadet  etmek konusunda hızlı hareket etmektir. Bu kelime ister sözlü, ister fiili, isterse niyetle olsun bütün ibadet şekillerini kapsar. (Ragıb İsfahani, Müfredat)

Halife kelimesinde insan ve insan dışı mahlukat ilişkisinde ahlaki sorumluluk yüklenme manası vardır. Yeryüzü kendisine emanet edilmiştir. Ona sahip çıkması gerekir. Kalfa kelimesi buradan gelir.

Ce’ale: Var olan bir şeyi başka bir şeye dönüştürmektir. Adem a.s. ın ontolojik olarak yaratılışını değil, ona bir misyon yüklenmesini ifade eder.

Halife; hem fail, hem mef’ul kalıbıdır. Vekalet eden ve vekalet veren demektir. İnsan yeryüzünde hem alan, hem verendir. Öncesinden vekalet alıp, sonrakine verir.

Halif: Kötü olanın yerine geçen.

Halife: iyi olanın yerine geçen şeklinde kullanılmış.

Halifelik Allah’a izafe edilmemiştir, insan arzın halifesidir. 

Hilafet: eşyaya müdahale ile arzı imar etme, nimetlerden faydalanıp şükr manasında ibadet ve taatte bulunmaktır. Bu da ilim sahibi olmayı, yani eşyayı tanımayı gerektirir. Hem de ibadetin manasını ve nasıl yerine getirileceğini bilmeyi gerektirir.

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ 

وَ  istînâfiyedir. Zaman zarfı  اِذْ, gelecek olan  قَالُٓوا  fiiline mütealliktir. قَالَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبُّكَ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِلْمَلٰٓئِكَةِ  car mecruru  قَالَ  fiiline mütealliktir. Mekulü’l-kavl  اِنّ۪ي جَاعِلٌ  dir. قَالَ  fiilinin mef‘ûlü bihi olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. جَاعِلٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  جَاعِلٌ ‘a mütealliktir.  خَل۪يفَةًۜ  ism-i fail  جَاعِلٌ ‘nun mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. 

İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i fail olan  جَاعِلٌ sözcüğü, إن ’nin ismine itimat ederek  خَل۪يفَةًۜ  kelimesini mef‘ûlün bih olarak mansub yapmıştır. (İbn Hişâm, Evdahul-mesâlik)

لِلْمَلٰٓئِكَةِ (melâike) kelimesinin sonuna, dişilik (müennes) ةِ ’sinin getirilmesi ise, Arapça da çoğul olan kelimelerin müennes (dişil) kabul edilmeleri bakımındandır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

جَاعِلٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  جعل  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ

Fiil cümlesidir. قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l kavli,  اَتَجْعَلُ ف۪يهَا  ‘dir. قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifham harfidir. تَجْعَلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. ف۪يهَا  car mecruru  تَجْعَلُ  fiiline mütealliktir. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُفْسِدُ  ’dür. Îrabtan mahalli yoktur. 

يُفْسِدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ف۪يهَا  car mecruru يُفْسِدُ fiiline mütealliktir. يَسْفِكُ  cümlesi atıf harfi وَ ‘ la  يُفْسِدُ  ‘ye matuftur. 

يَسْفِكُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الدِّمَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

يُفْسِدُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  فَسَدَ ’ dir. 

İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

 وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ

وَ  haliyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. نُسَبِّحُ  haber olarak mahallen merfûdur. 

نُسَبِّحُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. بِحَمْدِكَ  car mecruru failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri متلبسين بحمدك (hamd ile bir arada) şeklindedir. Muttasıl zamiri  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نُقَدِّسُ  cümlesi atıf harfi وَ ‘ la  نُسَبِّحُ ’ ya matuftur. 

نُقَدِّسُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. لَكَ  car mecruru  نُقَدِّسُ  fiiline mütealliktir.

نُقَدِّسُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قدس ’dir. 

نُسَبِّحُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ‘dır.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.            Mekulü’l-kavl cümlesi  اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ ’ dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَعْلَمُ  fiili  اِنّ۪ٓ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’ dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا تَعْلَمُون ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ

Ayetin ilk cümlesi müstenefedir. Cümlenin başında اذكروا fiili mahzuftur. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır.

Zaman ismi olan إذ ’in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. ('Âşûr, Hac/26)

رَبُّكَ izafeti muzâfun ileyhe tazim ve teşrif içindir.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle, رَبّ isminde tecrîd sanatı vardır.

Muzâfun ileyh olan ...قَالَ  cümlesi, müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Faide-i haber inkârî kelam olan mekulü’l-kavl, iki unsurla tekid edilmiştir. Bunlardan biri اِن harfi, diğeri ise isim cümlesidir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belagatî'l Kur'âni'l Kerîm, Soru 384)

Beyzâvî, ayeti tefsir ederken şunları kaydeder: جَاعِلٌ kelimesi iki mef‘ûl alan جعل fiilinden gelmektedir. Fiili gibi amel edip فِي الْاَرْضِ ve خَل۪يفَةًۜ lafızlarını mef‘ûl yapmıştır. Çünkü müstakbel manasınadır ve müsnedün ileyh’e (اِنّ۪ي lafzındaki mütekellim ي ’sına dayanmaktadır. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı/Süleyman Gür)

Burada, اِنّ۪ ’nin ismi olan mütekellim ي ’sı müsnedün ileyh, اِنّ۪ ’nin haberi olan جَاعِلٌ lafzı ise müsneddir. Beyzâvî, اِنّ۪ ’nin ismini müsnedün ileyh olarak tabir etmiştir. (Süleyman Gür)

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ [Hani, Rabbin demişti] ifadesinde, رَبُّ kelimesinin Peygamber Efendimize ait zamire izafe edilmesi onun şerefinin ve makamının yüceliğini göstermek içindir.

لِلْمَلٰٓئِكَةِ lafzının, اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ ifade­sinden önce gelmesi, meleklere önem verildiğini ve yaratılacak halifeye dikkatlerinin çekildiğini göstermektedir. (Safvetü't Tefâsir)

Mekulü’l-kavl cümlesinde فِي الْاَرْضِ tabirinin خَل۪يفَةًۜ kelimesinin önüne geçmesi arkadan gelecek olan sözcük hakkında ( خَل۪يفَةًۜ ) merak uyandırmak içindir.

Haber cümlesinde şaşkın haldeki muhatabı inkâr menzilesine koymak için iki tekid kullanmıştır. Bunlardan biri اِنّ۪ harfi, diğeri ise isim cümlesidir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerimi, s.170)

Ayeti kerimedeki خَل۪يفَةًۜ sözcüğü ile kastedilen Hz. Âdem ve zürriyetidir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim s.172)

خَل۪يفَةً’deki tenvin tazim ifade eder.

خَل۪يفَةً kelimesinin sonuna yuvarlak ةِ harfinin eklenmesi mübalağa içindir. Manası da, ‘’sizden olan bir halife’’ demektir. Çünkü yeryüzünde yerleştirilenler insanlardır. Yüce Allah yeryüzüne Hz. Âdem’i ve soyunu halife olarak görevlendirmiştir. Bu ayette Rabbimiz خَلَٓائِفَ veya خُلَفَٓاءَ ifadesini kullanmamıştır. Çünkü burada خَل۪يفَةًۜ ifadesiyle murad olunan kimse bizzat Hz. Âdem'in kendisidir. Böylece Hz. Âdem’den bahisle soyundan ayrıca söz etmeye gerek duymamıştır.

قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ

Cümle istînâfi beyAniyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl cümlesi ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mekulü’l-kavl cümlesi istifham üslubunda gelmesine rağmen gerçek manada soru kastı taşımamaktadır. Taaccüb manası kazanmış olan terkip mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

اَتَجْعَلُ ف۪يهَا ifadesi bir hayret ifadesidir, zira onlar, Allah Teâlâ sadece hayrı yapan ve sadece hayrı murad eden hikmet sahibi bir yaratıcı olduğu halde neden itaatli kullar yerine masiyet ehli kulları halife kılıyor diye hayrete düşmüşlerdir. (Keşşaf, Âşûr)

وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ cümlesi tezayüf sebebiyle sıla cümlesine atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir.

ف۪يهَا ifadesinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Belagi açıdan mananın selameti bu tekrarı zorunlu kılmaktadır. Çünkü ilk car mecrur ف۪يهَا arzda halife kılındığının tayini için gelmiştir.

İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

 يُفْسِدُ - يَسْفِكُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Şayet; ‘’melekler insanın kan dökeceğini ve fesat çıkaracağını nereden biliyorlardı ki, böyle hayret ettiler? Bu gayba dair bir bilgi değil mi?’’ dersen, şöyle derim: Onlar bunu ya Allah’ın bildirmesiyle ya da Levh-i Mahfuz’dan öğrenmişlerdir. Veya sadece meleklerin günahlardan korunmuş / masum varlıklar olduğunu, mahlukattan hiçbirinin bu nitelikte olmadığını biliyorlardır. Ya da meleklerden önce yeryüzünde yaşayan ve orada fesat çıkarmış olan diğer canlı türünü insana kıyaslamışlardır. (Keşşâf)

Aceleci bir bakış açısı burada bir itiraz olduğunu sanabilir. Ancak bu isabetli bir görüş değildir. Zira Allah’u Teâlâ’nın muradına itiraz etmek masiyettir ve melekler de bundan masumdur. Tahrim, 66/6 ayeti de böyle olduğunun delilidir: لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ [Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan…]

İşte bu bilgiden sonra buradaki istifhamın nedeninin sadece taaccüb olduğunu söylüyoruz. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim sh. 172)

 وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ

وَ haliyyedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil formunda gelmiş olması, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Ayrıca müsnedün ileyhin  bu işi tekrarlayarak yaptığına işaret eder.

نُقَدِّسُ لَكَۜ cümlesi, temasül sebebiyle haber olan cümleye atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir.

Hal cümleleri konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan ıtnâbtır.

بِحَمْدِكَ - نُسَبِّحُ - نُقَدِّسُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

حَمْدِكَ ‘deki  بِ mülabeset içindir. Manası şöyledir. Seni noksanlıklardan tenzih eder ve devamlı sana hamd ederiz.
وَنَحْنُ نُسَبِّحُ  cümlesinin isim cümlesi formunda tercih edilmesi devam ve sübut ifade eder.
اِنَّ ‘nin anlamlarından birisi, ta’lîl ve rapt manasını ifade etmesidir. (Keşşaf, Âşûr)

قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

Ayet istînâfî beyanî olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisaldir. Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl cümlesi ise اِنّ۪ٓ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil formunda gelmiş olması, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

 لَا تَعْلَمُونَ - اَعْلَمُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

اَعْلَمُ - تَعْلَمُونَ , قَالَ - قَالُٓوا , اَتَجْعَلُ - جَاعِلٌ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bakara Sûresi 31. Ayet

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُ۫ن۪ي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعَلَّمَ ve öğretti ع ل م
2 ادَمَ Adem’e
3 الْأَسْمَاءَ isimleri س م و
4 كُلَّهَا bütün ك ل ل
5 ثُمَّ sonra
6 عَرَضَهُمْ onları sunup ع ر ض
7 عَلَى -e
8 الْمَلَائِكَةِ melekler- م ل ك
9 فَقَالَ ve dedi ق و ل
10 أَنْبِئُونِي bana söyleyin ن ب ا
11 بِأَسْمَاءِ isimlerini س م و
12 هَٰؤُلَاءِ onların
13 إِنْ eğer
14 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
15 صَادِقِينَ doğru kimseler ص د ق

Allah’ın Adem a.s.’a öğrettiği isimlerin neler olduğu konusunda çok görüş vardır: İlim, tüm isimlerin bilgisi yani kavramlar, kavramsal düşünme melekesi vb.

Yüce Allah meleklere, Hz. Adem’e verdiği bilgi ve becerilerin kendilerinde olmadığını görmeleri için onlara varlıkların isimlerini bilip söylemelerini emretmiştir. Kendimizde olmayan bilgi ve becerileri kabullenerek yaşayalım.

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. عَلَّمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اٰدَمَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاَسْمَٓاءَ  kelimesi ikinci mef‘ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

كُلَّهَا  kelimesi için tekit olup, fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Te’kid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Te’kide “tevkid” de denilir. Te’kid eden kelimeye veya cümleye “te’kid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, te’kid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Te’kid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Te’kid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır. 

Lafzi te’kid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile te’kid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden te’kid müekkede uyar. 

Manevi te’kid: Manevi te’kit marifeyi tekit eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ , اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَّمَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

 Fiil cümlesidir. عَرَضَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  Muttasıl zamir  هُمْ  mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ  car mecruru  عَرَضَ fiiline mütealliktir.

 فَقَالَ اَنْبِؤُ۫ن۪ي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ

فَ  atıftır. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.Mekulü’l kavli, اَنْبِؤُ۫ن۪ي ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَنْبِؤُ۫ن۪ي  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِاَسْمَٓاءِ  car mecruru  اَنْبِؤُ۫ن۪ي  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. İsm-i işaret  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْبِؤُ۫ن۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نبأ  ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إن كنتم صادقين فأنبئوني بأسمائهم. (Eğer sadıksanız onların isimlerini bana haber verin) şeklindedir. صَادِق۪ينَ  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

صَادِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صدق  fiilinin ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا

Ayet, temasül nedeniyle cer mahallindeki  قال ربك للملائكة cümlesine matuftur.

Müsbet fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.

الْاَسْمَٓاءَ ’deki elif lam takısı cins içindir. (Âşûr)

ْالْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا [bütün isimleri] ifadesi, bütün müsemmaların isimleri anlamındadır. Ancak burada muzâfun ileyh olan müsemma kelimesi, malum olduğu ve esmanın zikredilmesi ile kendisine delalet edilmiş olduğu için hazfedilmiştir. Çünkü her ismin muhakkak bir müsemması olur. Bu müsemmâ kelimesi hazfedilince, onun telafisi olarak esma kelimesinin başına, tıpkı وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ [başım da ihtiyarlıktan parıl parıl parlamakta] (Meryem 19/4) ayetinde olduğu gibi, lam-ı tarif getirilmiştir. (Keşşâf)

Buradaki كُلَّهَا kelimesi manevi tekid edatlarındandır. Cümleyi değil الْاَسْمَٓاءَ kelimesini tekid eder.

 

ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ

Cümle takip ve terahi bildiren ثُمَّ atıf harfiyle öncesine atfedilmiştir.

ثُمَّ  lafzındaki terahinin, hakiki mi yoksa mecazi mi olduğu ile ilgili iki görüş vardır:
İlk görüşe göre terahi hakikidir. Zira Adem'e eşyanın isimlerinin öğretilmesi ile meleklere arz edilmesi arasında bir mühlet vardır. Yüce Allah Adem’e  اَنْبِؤُ۫ن۪ي بِاَسْمَٓاءِ  diyerek, kalbine yerleşmesi ve hakikatin gerçekleşmesi için mühlet vermiştir. 
İkinci görüşe göre ise  ثُمَّ , rütbe-i terahi içindir. Bunun amacı, isimlerin meleklere değil Adem’e öğretildiğini göstermek, Allah’ın ilim ve hikmetinin eserini her durumda ortaya koymaktır. Bütün bu hadiseler arka arkaya olmasa da Adem’e (as) isimlerin öğretilmesi onun ne kadar meziyetli ve halifeliğe daha layık olduğunu gösterir, rütbesini yükseltir. (Âşûr)

Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ثُمَّ عَرَضَهُمْ [Sonra onlara arzetti] cümlesinde tağlîb sanatı vardır. Zira  هُمْ zamiri, erkek akıl sahipleri için kullanılan bir zamirdir. Eğer tağlib sanatı olmasaydı, ثُمَّ عَرَضها veya ثُمَّ عَرَضَهُن şeklinde olurdu. (Safvetü't Tefâsir)

 الْمَلٰٓئِكَةِ ’deki tarif ahd-i sarihîdir.

 فَقَالَ اَنْبِؤُ۫ن۪ي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ

Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nasb mahallindeki mekulü’l-kavl cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle, inşâ formunda gelmiş olmasına rağmen susturmak ve hilafet işinden aciz olduklarını bildirmek kastı taşımaktadır. Terkip, vaz edildiği anlamın dışına çıktığından mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Aslında Allah onların “Haydi haber verin” şeklindeki bir soruya cevap vermekten aciz olduklarını bildiği halde sırf onları kınamak için bu soruyu sormuştur. (Keşşâf)

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

اِنْ كُنْتُمْ cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdir فأنبئوني (O halde bana haber verin) şeklindedir.

Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu hazıf, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.

اِنْ harfi burada asla gerçekleşmeyecek bir konuda gelmiştir. Halbuki bu harf aslında vuku bulma ihtimali şüpheli olan fiillerin başında gelir. Bu da şüphe ifade eden olayın ve onların bunu gerçekleştirme ihtimalinin olumsuzluğu konusunda kesinlik ifade eder. (Dr. Muhammed Muhammed Ebû Mûsâ, Ahkâf Sûresi Belâğî Tefsîri)

Bakara Sûresi 32. Ayet

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ  ...


Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 سُبْحَانَكَ Seni tesbih ederiz س ب ح
3 لَا yoktur
4 عِلْمَ bilgimiz ع ل م
5 لَنَا bizim
6 إِلَّا başka
7 مَا şeyden
8 عَلَّمْتَنَا bize öğrettiğin ع ل م
9 إِنَّكَ şüphesiz sen
10 أَنْتَ sen
11 الْعَلِيمُ bilensin ع ل م
12 الْحَكِيمُ hakim olansın ح ك م

Bu ayetin ders öncesi okunması adet edinilmiştir. Bu gün bunu ezberleyebiliriz.

Melekler bu emir sonucunda Hz. Adem’e verilen bilgi ve becerilerin kendilerinde mevcut olmadığını farkettiler ve Yüce Allah’ın ilim ve hikmetini aynel-yakin olarak tasdik ettiler.

Allahu Teala’nın yaptığı herşeyi ilmi ile kuşatarak bir hikmetle yaptığını bilelim. Bize verdiği kadarına Razı olarak yaşayalım ve onun hertür eksiklikten ve noksanlıktan münezzeh olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Allahı tesbih ve takdis edelim.

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ

Fiil cümlesidir. سُبْحَانَكَ  mahzuf fiilin mef‘ûlu mutlakı olarak fetha ile mansubdur. Takdiri,  نسبّح  şeklindedir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سُبْحَانَ kelimesi yücelik anlamında masdar olarak gelmiştir. 

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb, haberini ref eder. 

عِلْمَ  kelimesi  لَا ’ nın ismi olup fetha üzere mebni, mahallen mansubdur.  لَنَٓا  car mecruru لَا ’ nın mahzuf haberine mütealliktir. 

اِلَّا  hasr edatıdır. مَا  ve masdar-ı müevvel, لَا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedel olarak mahallen merfûdur.  

عَلَّمْتَنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  Mütekellim zamir  نَا  mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَّمْتَنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

كَ  muttasıl zamir, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَنْتَ  fasıl zamiridir. الْعَل۪يمُ kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  الْحَك۪يمُ  kelimesi  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup damme ile merfûdur.  

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْعَل۪يمُ - الْحَك۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. İtiraziyye olarak gelen cümlede îcâz-ı hazif vardır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

سُبْحَانَكَ ifadesi, takdiri نسبّح olan fiilin mef’ûl-ü mutlakıdır. Mekulü’l-kavl menfi fiil cümlesi, lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Cümle nefy harfi ve istisna harfi ile oluşmuş kasırla tekid edilmiştir.

Tesbih ile kelama başlanması, mutlak azamet sahibine ve edeb makamına duruştur. (Âşûr)

لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

سُبْحَانَ ismi, masdar yerinde kullanılan bir kelimedir. Bu kelime sadece tamlama olarak kullanılır. (Ruhu’l Beyan)

لَا عِلْمَ - عَلَّمْتَنَاۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

Burada geçen, عِلْمَ “ilim” ise, “malum / bilinen” manasındadır. Yani, (Senin bize öğrettiklerin dışında bizim bilgimiz dahilinde -malumumuz olan- bir başka bilgi yoktur.) demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

Allah Teâlâ meleklere yeryüzünde bir halife yaratacağını haber verince melekler; ‘’Biz seni övüp dururken orada kargaşa çıkaracak kan dökecek birini mi yaratacaksın’’ şeklinde serzenişte bulunmuşlardı. Bunun üzerine Yüce Allah onların bilgilerinin sınırlı olduğunu onlara öğretmek üzere, karşılarına getirdiği birtakım nesnelerin isimlerini onlara sormuş, onlar da bu nesnelerin isimlerini bilememişlerdir. Bu konudaki yetersizlikleri ortaya çıkınca ‘’Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur” ifadesiyle bütün ilmi Allah’a havale ederek O’nu her türlü noksan sıfatlardan tenzih etmiş ve bilgilerinin yalnızca Allah’ın bildirdikleriyle sınırlı olduğunu ikrar ederek acizliklerini açıkça itiraf etmişlerdir. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı/Süleyman Gür)

Ayetteki لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ [Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur] cümlesi bir haber cümlesidir. Haber cümlesi temelde mütekellimin muhataba bir hükmü bildirmesi (faide-i haber) ya da bir hükmü bildiğini ona haber vermesi (lazım-i haber) için söylenir. Burada muhatap her iki hükmü de bilen Cenabı Hak olduğundan makam gereği haber cümlesi başka bir maksat için söylenmiştir. O maksat da, meleklerin acizlik itirafının ifadesidir. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı/Süleyman Gür)

Ayetteki kasr لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ [bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur.] ibaresindedir ki, meleklerin ilimlerini Allah’ın öğrettiklerine kasr etmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur. Hakikidir. Zira ilim sıfatına hakiki manada sahip olan Allah Tâlâ’dan başka kimse yoktur. Buradaki kasrın belâgatı ise, Allah’ın kudretini gösterip, kesin bir şekilde pekiştirmektir. (Hatib Kazvini’nin Telhîsu’l - Miftâh Eseri Işığında Klâsik Türk Edebiyatı belagat Terimlerinin Tasnîfi / Mohammed Ali Shareef)

اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir. اِنَّ ve kasırla te’kid edilen cümle lâzım-ı faide-i haber inkarî kelamdır.

Allah Teâlâ’ya hitap ederken sözlerini iki tekid unsuruyla kuvvetlendirmeleri mütekellim olan meleklerin halini yansıtması açısından dikkate değerdir.

Cümledeki اَنْتَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

اِنَّnin haberinin الْ ile marife gelmesi müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın, aralarında vav olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

الْحَك۪يمُ - الْعَل۪يمُ kelimeleri arasında muvazene, mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayette melekler Allah'a hitaben, her şeyi hakkıyla bilen ve hikmetle yapan sensin ifadesini kullanmaktadırlar. Halbuki her şeyi hakkıyla bilen Allah’a bunu bildirmeleri ve sanki -haşa- bu konuda şüphesi söz konusuymuş gibi ifadelerini tekid edatıyla desteklemeleri muktezâ-yı zahire aykırı bir durumdur. Ancak İbn Âşûr’un ifadesine göre buradaki اِنَّ harfi ifadeyi tekid etmek üzere değil, sebep belirtmek üzere gelmiştir. Dolayısıyla melekler, ‘’Her şeyi hakkıyla bilen ve hikmetle yapan sen olduğun için bizim senin bildirdiğinden başka bir bilgimiz yoktur‟ demiş olmaktadırlar. Bu anlamda ayet muktezâ-yı zahire aykırı görünse de muktezâ-yı hale mutabık durumdadır. (İbn Âşûr)

الْعَل۪يم, ilim hususunda tam bir mübalağa ifade eden sıfatlardandır. Tam bir mübalağa ise ancak bütün bilinecek şeyleri çepeçevre kuşatma esnasında mümkün olur. Böyle olan ise sadece Cenabı Allah'dır. Bu sebeple mutlak alîm şüphesiz sadece odur. Melekler de bunu ifade ederek [Alîm ve Hakîm olan şüphesiz ki sensin sen] buyurmuştur. (Fahrettin Razî)

Kul hiçbir zaman eksikliklerinden gaflete düşmemeli, Allah'ın fazlını, ihsan ve ikramını unutmamalıdır. Bilmediği şeyler hakkında ”bilmiyorum" demeyi kendisi için bir küçüklük kabul etmemeli, bildiği bir şeyi de gizlememelidir. Nitekim, bilmiyorum demek ilmin yarısıdır, derler. (Ruhu’l Beyan)

Bakara Sûresi 33. Ayet

قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۙ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ  ...


Allah, şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Allah) dedi ki ق و ل
2 يَا ادَمُ Adem
3 أَنْبِئْهُمْ bunlara haber ver ن ب ا
4 بِأَسْمَائِهِمْ onların isimlerini س م و
5 فَلَمَّا ne zaman ki
6 أَنْبَأَهُمْ bunlara haber verince ن ب ا
7 بِأَسْمَائِهِمْ onların isimlerini س م و
8 قَالَ (Allah) dedi ki ق و ل
9 أَلَمْ değil miydim?
10 أَقُلْ size demiş ق و ل
11 لَكُمْ size
12 إِنِّي şüphesiz ben
13 أَعْلَمُ bilirim ع ل م
14 غَيْبَ gayblarını غ ي ب
15 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
16 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
17 وَأَعْلَمُ ve bilirim ع ل م
18 مَا şeyleri
19 تُبْدُونَ sizin açıkladıklarınız ب د و
20 وَمَا ve şeyleri
21 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
22 تَكْتُمُونَ gizlemekte ك ت م

قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l kavl  يَٓا اٰدَمُ  ’ dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَٓا  nida harfidir. اٰدَمُ  münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni, mahallen mansubdur.

Nidanın cevabı  اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْ ‘ dır.

اَنْبِئْهُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِاَسْمَٓائِهِمْ  car mecruru  اَنْبِئْهُمْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۙ

فَ  istînâfiyyedir. لَمَّٓا , kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. اَنْبَاَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

لَمَّا ; muzârinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

اَنْبَاَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَنْبَاَهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نبأ ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.    Mekulü’l-kavl  اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ ’dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifham harfidir. لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

اَقُلْ  sükun ile meczum muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  انا  ’dir. لَكُمْ  car mecrur, اَقُلْ   fiiline mütealliktir. Mekulü’l-kavl  اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ  ‘dir. اَقُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَعْلَمُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’ dir. غَيْبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur.

وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ

Cümle, atıf harfi  و ‘ la birinci  اَعْلَمُ  fiiline atfedilmiştir. 

Fiil cümlesidir. اَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Fail müstetir zamir  انا ’dir. مَا  müşterek ism-i mevsûl, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تُبْدُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

تُبْدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا  müşterek ism-i mevsûl  atıf harfi  و ‘ la birinci  مَا ‘ya matuftur.

Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i mevsûlun sılası كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَكْتُمُونَ  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

تَكْتُمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi fâide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

 فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۙ

فَ harfi ile mahzuf bir ifadeye atıf vardır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzâfun ileyh  olarak cer mahallindeki اَنْبَاَهُمْ cümlesi şart fiilidir.

İki هُمْ zamiri farklı şeyleri temsil etmektedir. Aralarında tam cinas, اَنْبَاَ - اَنْبِئْهُمْ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve bu kelimelerin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۙ [Âdem onlara eşyanın isimlerini haber verince] cümlesinde hazif yoluyla mecaz vardır. Takdiri: فَاَنْبَاَهُمْ بِهِاَ فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ [Onlara onları haber ver. Âdem onlara haber verince] şeklindedir. Manası anlaşıl­dığı için hazf edilmiştir. (Safvetü't Tefâsir)

قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ

Şartın cevabı müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin mef‘ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesi ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru kastı taşımamaktadır. Zaten Allah Teâlâ ile ilgili olarak soru sorup cevap bekleme gibi bir durum söz konusu olamaz. Sorunun asıl maksadı tevbihtir. Cümle, vaz edildiğinden farklı bir anlam kazandığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

اَقُلْ fiilinin mekulü’l-kavli اِنّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır. اِنّ ’nin haberinin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, اَعْلَمُ  - غَيْبَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Müsnedin muzari fiil formunda gelmiş olması, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

اَقُلْ - قَالَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

Burada Allah Teâlâ bize ikna metodunu gösteriyor olabilir. Bize gelen soruları geçiştirip, kestirip atmak yerine ispat edip, delil getirerek cevaplamak gerekir. Soru-cevap metodu ile ilim öğrenmeli ve öğretmeliyiz.

اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَات [Ben, göklerdeki gaybı bilirim] cümlesindeki اَعْلَمُ fiili, اَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ cümlesinde tekrar zikredilmiştir. Bu da verilen habere önem vermek ve Allah'ın ilminin bütün eşyayı kuşattığına dikkat çekmek içindir. Buna ıtnâb sanatı denir. (Safvetü't Tefâsir)

وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ

Cümle önceki اَعْلَمُ fiiline وَ ’la atfedilmiştir. Cihet-i camia temasüldür.

Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

Cümlede fiillerin muzari sıygasıyla gelişi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.

كاَن ’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakâfat s. 112)

تُبْدُونَ - تَكْتُمُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Farklı iki şeyi temsil eden مَا ’larda tam cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

Bakara Sûresi 34. Ayet

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ  ...


Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ hani
2 قُلْنَا demiştik ق و ل
3 لِلْمَلَائِكَةِ Meleklere م ل ك
4 اسْجُدُوا secde edin س ج د
5 لِادَمَ Adem’e
6 فَسَجَدُوا hemen secde ettiler س ج د
7 إِلَّا hariç
8 إِبْلِيسَ İblis
9 أَبَىٰ kaçındı ا ب ي
10 وَاسْتَكْبَرَ ve kibirlendi ك ب ر
11 وَكَانَ ve oldu ك و ن
12 مِنَ -dan
13 الْكَافِرِينَ inkarcılar- ك ف ر

 İblis kelimesinin kök manası ümitsizliğe düşmektir.

Fesecedû ‘ve hemen, gecikmeksizin secde ettiler’ demektir. Fiilin başında bulunan fe harfinin böyle bir manası vardır. Gecikmeksizin, süratle Allah’ın emrine uyduklarını ifade eder. Burada akla takılabilecek bir konu da Allah’tan başkasına secde edip etmemenin doğruluğudur. Hemen belirtmek gerekir ki burada kastedilen secde namaz ve ibadet secdesi olmayıp tazim, hürmet ve selam secdesidir. Hz. Yakub ve oğullarının Hz. Yusuf’a secdesi de bu kabildendir.

Âdem’e yapılacak secdenin anlamı onu selâmlamak ve kendisine saygı duyduğunu göstermektir. Bunun, Allah’a ibâdet için yapılan secdeyle bir ilgisi yoktur. Resûl-i Ekrem’in haber verdiğine göre mahşerde insanlar güneş tepelerine dikilip de sıkıntı ve kederden iyice bunaldıkları zaman, şefaat etmesi için ilk defa Hz. Âdem’e başvurduklarında ona âyette zikredilen özellikleriyle hitap ederek “ Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Seni Allah kudret eliyle yarattı. Sana kendi ruhundan üfledi. Meleklere sana secde etmelerini emretti, onlar da secde ettiler. Seni Cennet’e yerleştirdi. Rabbine varıp bizim için şefaat et” diyeceklerdir. 
(Buhari, Enbiyâ 3, Tefsir 17/5; Müslim, Îman 327).

Bazı hadislerde, “ Kalbinde hardal tanesi kadar kibir olan kimsenin Cennet’e giremeyeceğinin bildirilmesi”(Müslim , Îman 147; Ebû Dâvud, Libâs 26; Tirmizi, Birr 61), bu kimselerin şeytana âit bu özelliği benimsemesi dolayısıyladır.
İblis kelimesinin kök manası ümitsizliğe düşmektir.   

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ 

وَ  istînâfiyedir. Zaman zarfı  اِذْ, takdiri اذكر  olan mahzuf fiile mütealliktir. قُلْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. لِلْمَلٰٓئِكَةِ  car mecruru  قُلْنَا  fiiline mütealliktir. Mekulü’l-kavl  اسْجُدُوا ’dür. قُلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اسْجُدُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. لِاٰدَمَ  car mecruru  اسْجُدُوا  fiiline mütealliktir.

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَجَدُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلَّٓا  istisna harfidir.  اِبْل۪يسَ  müstesnadır.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Müstesna minh;a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde irablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ِاِلَّٓا اِبْل۪يسَ  ifadesi muttasıl istisnadır, çünkü İblis, binlerce melek içerisinde tek kalmış bir cindir. Bu sebeple, tağlîb kullanımı gereği önce فَسَجَدُٓوا [secde ettiler] denilmiş, ardından da tek bir şeyin istisnası kabilinden olmak üzere اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ  ifadesiyle İblis istisna edilmiştir. Bu istisnanın munkatı’ istisna olarak düşünülmesi de mümkündür. (Keşşâf)

 اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

Cümle, mukadder  قدْ  ile hal olup mahallen mansubdur.

Fiil cümlesidir. اَبٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اسْتَكْبَرَ  fiili atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. 

اسْتَكْبَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

وَ  itiraziyye veya hal olmasıda caizdir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنَ الْكَافِر۪ينَ  car mecruru  كَان ’ nin mahzuf haberine müteallik olup cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salimler harf ile irablanırlar.

اسْتَكْبَرَ  fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir. 

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan كفر  fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اَبٰى mazi fiildir. اسْتَكْبَرَ fiili اَبٰى ’ya matuftur. وَ itiraziyyedir. Haliyye olması da caizdir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasb eder. مِنَ الْكَافِر۪ينَ car mecruru كَان ’nin mahzuf haberine müteallıktır. الْكَافِر۪ينَ kelimesinin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salimler ى ile mecrur olurlar.

اسْتَكْبَرَ fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.

الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilin ism-i failidir.

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ

Ayet, 20. ayetteki وَإِذۡ قَالَ رَبُّكَ [Hani Rabbin söylemişti] cümlesine matuftur. Atıf sebebi temasüldür.

Mahallen mecrur olan قُلْنَا cümlesi, müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قُلْنَا fiilinin mekulü’l-kavli olan cümle emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

اِذْ قُلْنَا Burada heybeti artırmak ve azameti göstermek için üçüncü şahıstan birin­ci şahsa dönüş vardır. (Safvetü't Tefâsir)

Ayette yer alan emri hazır kipi اسْجُدُوا emrin hakiki anlamda kullanılarak vücup ifade ettiğini gösteren en güzel örneklerdendir. اسْجُدُوا (secde edin) emrinin vücup ifade ettiğini belirten Beyzâvî, ayeti şöyle izah eder: Meleklerin secdesi Hz Âdem’e saygı gösterme olmakla beraber gerçekte secde edilen Allah Teâlâ’dır. Sanki Allah Teâlâ onu eşsiz şeylere hatta bütün varlıklara örnek olarak ve ruhani ve cismani âlemde bulunanlara bir numune, melekler için de kendilerine takdir edilen kemâlata ulaşmak için bir araç, Âdem’le aralarındaki derece farklarının açığa çıkması için bir temas noktası olarak yaratınca, onda gördükleri büyük kudrete ve parlak ayetlere baş eğmek ve onun aracılığı ile kendilerine verdiği nimetlere şükretmek için, Âdem’e secdeyi emretmiştir. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı/Süleyman Gür)

اِذْ kelimesinin düşün, hatırla manası vardır. Çünkü geçmişte olan bir olayı hatırlatır, ona atıf yapar.

Allah’ın Âdem (as)’a secde emrini vermesi, Âdem (as)’ın bu isimleri biliyor olması yani ilmi yüzündendir. Bu secde Allah’a olan secde gibi değildir. Allah’ın emrine boyun eğmek, yönelmek gibi anlamları vardır.

Tazmin: Bu kelimenin lügat anlamı bir şeyi bir şeyin içine koymak, gizlemektir. Bedî İlminde mütekellimin konuşması arasına fark ettirmeden başka birinden alıntı koymasına denir. Kur’an’da bulunan ve bazı mahlukatın sözlerini ihtiva eden ayetler tazmin sayılmıştır. Bu ayetteki meleklerin sözleri de tazmin sanatıdır. İblis, tağlîb yoluyla meleklerden sayılmıştır. (Muttasıl istisnâ yoluyla.) (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَسَجَدُٓوا  cümlesinde فَ istînâfiyye veya atıftır. İblis müstesnadır. İblis meleklerden olmadığı için istisnanın munkatı’ olduğu söylenmiştir. (İrâbu'l Müyesser)

Başka bir görüş de اِلَّٓا اِبْل۪يسَ ifadesinin muttasıl istisna olduğu şeklindedir. Çünkü İblis, binlerce melek içerisinde tek kalmış bir cin dir. Bu sebeple, tağlîb kullanımı gereği önce فَسَجَدُٓوا [secde ettiler] denilmiş, ardından da tek bir şeyin istisnası kabilinden olmak üzere اِلَّٓا اِبْل۪يس ifadesiyle İblis istisna edilmiştir. Bu istisnanın, munkatı’ istisna olarak düşünülmesi de mümkündür. (Keşşâf)

فَسَجَدُٓوا [Secde ettiler] kelimesindeki فَ onların gecikmeden, süratle Allah'ın emrine uyduklarını ifade eder. Bu ayette hazif yoluyla îcâz vardır. Takdiri de فَسَجَدُٓوا له (Ve hemen ona secde ettiler) şeklindedir. اَبٰى [kabul etmedi] kelimesinde de aynı durum olup tümleci düşürülmüştür. Takdiri أبى السجود (Secdeden yüz çevirdi) şeklindedir. (Safvetü't Tefâsir)

المَلائِكَةُ asıl itibariyle مَلَكٍ kelimesinin çoğuludur. Aslı  مَلائِكُ cemi sigasındadır. Sonundaki (te) harfi ise tekid içindir.
Bu ayetteki ifade, meleklerin hilafet görevini yerine getirme konusunda noksan olduklarıdır. Bu yüzden emir, azamet nûnuyla beyan edilmiştir. 30. ayet ise sadece, meleklerin görüşlerini ortaya koymalarına yönelik Allah Teâlâ’nın muradını bildirmiştir. İnsanoğlunun istişareye muhtaç olması dolayısıyla, Âdem’in yaratılışı aşamasında istişarenin önemini ilan etme yoluna gidilerek, terbiye ve idare eden olarak bizzat rab sıfatı zikredilmiştir. Dolayısıyla rab sıfatı bu terbiyeye mazhar olanlara şan ve şeref kazandırmıştır. Zamirin ilâhî terbiyeye mazhar olan en şerefli varlığa, Nebi (sav)’e izafeti de uygun olmuştur. (Âşûr)

 اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

Ayet istînâfi beyâniyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانَ ’nin haberinin hazfedilmesi sebebiyle cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

اَبٰى  fiili yüz çevirdi demektir. Yüz çevirmek kibirlenmenin dışa vurumudur.

اَبٰى - اسْتَكْبَرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, اسْجُدُوا - فَسَجَدُٓوا kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bakara Sûresi 35. Ayet

وَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ  ...


Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقُلْنَا ve dedik ki ق و ل
2 يَا ادَمُ Adem
3 اسْكُنْ oturun س ك ن
4 أَنْتَ sen
5 وَزَوْجُكَ ve eşin ز و ج
6 الْجَنَّةَ cennette ج ن ن
7 وَكُلَا ve yeyin ا ك ل
8 مِنْهَا ondan
9 رَغَدًا bol bol ر غ د
10 حَيْثُ yerde ح ي ث
11 شِئْتُمَا dilediğiniz ش ي ا
12 وَلَا -mayın
13 تَقْرَبَا yaklaş- ق ر ب
14 هَٰذِهِ şu
15 الشَّجَرَةَ ağaca ش ج ر
16 فَتَكُونَا olursunuz ك و ن
17 مِنَ -den
18 الظَّالِمِينَ zalimler- ظ ل م

Adem a.s.’ın zevcesi ilk defa burada sahneye çıkıyor.

Cennet: Dünyada bir yer mi yoksa ahiretteki cennet mi? Farklı görüşler var. Bazıları diyor ki: Bu cennet ahirette bile olsa, hesap görüldükten sonra gideceğimiz cennet değildir. Çünkü o cennetten çıkış yoktur. Farklı bir cennettir.

Ayette geçen ağaç kelimesiyle buğday, incir, elma vs. Nin kastedildiği söylenmiştir. Bu ağaca günah diyenler olmuş. Cinsel ilişkiden kinaye olduğu söylenmiş. Şeytan bu ağacı (Ta-Ha/120) ebediyet ağacı olarak tanımlamış.

İstediğiniz yerden bol bol yiyin: Ahiretteki cennette yemek zevk içindir, acıkma duygusu yok orada.

Hz. Adem eşiyle birlikte nimetleri bol bol olan Cennete yerleştirilmiştir. Yaratılan herşeyin çift çift olması Allah’ın ayetlerindendir. (Zariyat/51) Bu Ayet üzerinde tefekkür edelim.

 Zulüm, bir şeye hakkını vermemek demektir. Her zulümde bu manayı akılda tutmak gerekir.

 

: شجر Şecera 

شَجَر sözcüğü gövdesi olan bitkiye denir. (Müfredat)

  Kur’ân’ı Kerim’de 27 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri şecere ve meşceredir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَاۖ

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl  يَٓا اٰدَمُ ’dur. قُلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَٓا  nida harfidir. اٰدَمُ  münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. اسْكُنْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Nidanın cevabıdır.  

اَنْتَ  munfasıl zamir,  اسْكُنْ  fiilindeki gizli faili tekid eder.  زَوْجُكَ  atıf harfi وَ  ‘la  اسْكُنْ  ‘deki faile matuftur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْجَنَّةَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. كُلَا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar.

مِنْهَا  car mecruru  كُلَا  fiiline mütealliktir. رَغَدًا  masdardan naib, mef‘ûlu mutlakın sıfatıdır. Takdiri, كلا أكلا رغدا (Bol bol yemek şeklinde yiyin) şeklindedir.

حَيْثُ  mekân zarfı  كُلَا  fiiline mütealliktir.   شِئْتُمَاۖ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

شِئْتُمَاۖ   sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمَا  fail olarak mahallen merfûdur.

حَيْثُ  cümleye muzâf olur. Edattan sonra gelen cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur. 

 وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ

وَ  atıf harfidir. لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَقْرَبَا  fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar. 

İşaret ismi  هٰذِهِ  mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  الشَّجَرَةَ  işaret isminden bedel olup fetha ile mansubdur.

فَ  fâ-i sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir. 

كَانَ  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تَكُونَا  nakıs, نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi  تَكُونَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar. مِنَ الظَّالِم۪ينَ  car mecruru kelimesi  تَكُونَا ‘ nin mahzuf haberine müteallik olup cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salimler kelimeler harf ile irablanırlar.

Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir. 

اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,

2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamul cuhuddan sonra, 

4) Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavul maiyye (وَ)’ den sonra, 

6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ظَّالِم۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ

Ayet وَ ’la öncesine atfedilmiştir.

Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl cümlesi nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Nidanın cevabı emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَنْتَ tekiddir, اسْكُنْ 'deki gizli zamire atıf yapılması için getirilmiştir. Önce ikisine birlikte hitap edilmemesi, verilen hükümde Âdem'in ön planda olmasındandır, onun üzerine atfedilen ise ona tabidir. (Beyzâvî)

الْجَنَّةَ’deki elif lam takısı ahdi haricidir.  مِنْ  tebidiyye (تَبْعِيضِيَّةً) dir. İbtidaiyye (ابْتِدائِيَّةً) olması da caizdir.
Âdem (as), isminin  Mele’i  âla’da açıkça zikredilmesi ile tekrim edilmiş ve şanı yüceltilmiştir. (Âşûr) 

 وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَاۖ

وَ ’la öncesine atfedilen cümlede atıf sebebi tezayüftür. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

رَغَدًا masdarın sıfatıdır, yani (bolca ve rahat rahat yiyin) demektir. Sıfat dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

حَيْثُ ; müphem mekân ifade eder, yani [cennetin neresinde isterseniz orasında] anlamına gelir. شِئْتُمَاۖ [dilediğiniz] ifadesiyle Cennette o ikisine mutlak manada izin verilmiş, diledikleri şeylerden yiyebilecekleri ifade edilmiş; akıllarına hiçbir yiyecek ya da cennette yiyeceklerle dolu hiçbir bölge takılıp kalmaması murad edilmiş; böylece bütün bu sayısız ağaç içerisinden gidip sadece birinden yeme konusunda mazeretlerinin kalmaması istenmiştir. (Keşşâf)

اسْكُنْ ’daki müfret zamirden كُلَا ’da tesmiye zamire iltifat edilmiştir.

 وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ

İki inşâ cümlesi birbirine tezat sebebiyle atfedilmiştir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ [Bu ağaca yaklaşmayın] ifadesinde mübalağa sa­natı vardır. Burada asıl yasaklanan ağacın meyvesinden yemektir. وَلَا تَقْرَبَا fiili ile, ağaca yaklaşmayı yasaklamak, onun meyvesinden yemeği şiddetle nehyetmek içindir. Çünkü bir işe yaklaşmayı yasaklamak, o işi yapmayı aşırı bir şekilde yasaklamak demektir. Nitekim "zinaya yak­laşmayın'' İsra/32. mealindeki ayette de bu mana kastedilmiştir. Çünkü zinaya yaklaşmayı yasaklamak, zina fiiline götüren yolları kesmek demektir. (Safvetü't Tefâsir)

مِنَ الظَّالِم۪ينَ ; Allah’a isyan etmek suretiyle kendilerine zulmedenler anlamına gelir. فَتَكُونَا ifadesi, لَا تَقْرَبَا fiiline nehiy ifadesine atıf olarak meczumdur. Ya da bu nehiy fiilinin cevabı olarak mansubtur. (Keşşâf)

[Şu ağaca yaklaşmayın; sonra zalimlerden olursunuz] ifadesinde birkaç yönden mübalağa vardır: Yasak, yemenin öncüllerinden olması dolayısıyla ağaca yaklaşmaya bağlanmıştır. Bu da haram edilmesini ve ondan uzak durulmasını abartmak içindir ve bir şeye yaklaşmanın insanda aşırı şekilde istek ve eğilim meydana getireceğine ve onu akıl ve şeriatın sınırları dışına çıkaracağına dikkat çekmek içindir. Nitekim bir şeyi sevmen seni kör ve sağır eder, denilmiştir. O sebeple Allah'ın haram kıldığı şeylerin etrafında dolaşmamalıdır; çünkü içine düşmekten korkulur. Ona yaklaşmak zalimlerden olmalarına sebep kılmıştır. O zaman günahları irtikap etmek veya saygınlık ve nimetlerine halel getirmekle şanslarını azaltmış olurlar. Çünkü فَتَكُونَا ’daki فَ ; yasağa yahut cevaba atıf kabul etsen de sebep manasını taşır. Ağaç da ya buğdaydır ya asmadır yahut incirdir. En iyisi kesin bir şey olmadıkça onu tayin etmemektir. Nitekim bu ayette de kesin bir şey yoktur. Zira ondan hangisi kastedildiği belirtilmemiştir. (Beyzâvî)

 

Bakara Sûresi 36. Ayet

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ  ...


Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَزَلَّهُمَا onlar(ın ayağın)ı kaydırdı ز ل ل
2 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
3 عَنْهَا oradan
4 فَأَخْرَجَهُمَا çıkardı خ ر ج
5 مِمَّا yerden
6 كَانَا bulundukları ك و ن
7 فِيهِ içinde
8 وَقُلْنَا ve dedik ki ق و ل
9 اهْبِطُوا inin ه ب ط
10 بَعْضُكُمْ kiminiz ب ع ض
11 لِبَعْضٍ kiminize ب ع ض
12 عَدُوٌّ düşman olarak ع د و
13 وَلَكُمْ sizin için vardır
14 فِي -nde
15 الْأَرْضِ yeryüzü- ا ر ض
16 مُسْتَقَرٌّ kalmak ق ر ر
17 وَمَتَاعٌ ve nimet م ت ع
18 إِلَىٰ
19 حِينٍ bir süre ح ي ن

Burada İblis’ten şeytan diye bahsediliyor. İblis o cennetteki (cennete yerleşmeden önceki) adıydı, dünyaya (cennete) gelince şeytana dönüştü. Şeytan kelimesi Allah’ın rahmetinden uzak olmayı ifade eder.

Şeytan Allah’ın rahmetinden uzak olandır. İnsanların ayağını kaydırmak için (zelle) çalışmaktadır. Ona karşı güçlü olmak için onun tuzak yöntemlerini iyice öğrenip bu duruma kalkan oluşturarak yaşayalım. (Kendimizi geliştirmek için ‘Dünden Bugüne Şeytan ve Dostları’ vb. kitapları okuyalım)

Peygamber Efendimiz Hz. Âdem’in Cennet’ten bir Cuma günü çıkarıldığını haber vererek şöyle buyurmuştur:” Üzerine güneş doğan en hayırlı gün cuma günüdür. Âdem o gün yaratıldı, o gün Cennet’e konuldu, ve yine o gün Cennet’ten çıkarıldı. “
(Müslim, Cum’a 17,18; Tirmizi, Cum’a 1,2; Nesâi, Cum’a 4,45).

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ

Fiil cümlesidir. فَ  istînâfiyyedir. اَزَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمَا mef‘ûlin bih olarak mahallen mansubdur. الشَّيْطَانُ  fail olup damme ile merfûdur. عَنْهَا  car mecruru  اَزَلَّ  fiiline mütealliktir.

اَخْرَجَهُمَا  cümlesi atıf harf  فَ  ile  اَزَلَّهُمَا  cümlesine matuftur. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَخْرَجَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمَا  mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harfi ceriyle birlikte  اَخْرَجَهُمَا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

Zamir olan tesniye elifi  كَانَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar. ف۪يهِۖ  car mecruru  كَانَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.

اَخْرَجَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir.  

اَزَلَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  زلل ‘dir.

İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  Mekulü’l-kavl  اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ ’dur. قُلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اهْبِطُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ  cümlesi hal olup mahallen mansubdur. Takdiri, اهبطوا متعادين (Düşman olarak inin.) şeklindedir.

بَعْضُكُمْ  mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِبَعْضٍ  car mecruru  عَدُوٌّ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. عَدُوٌّۚ  haber olup  damme ile merfûdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması caizdir. لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. فِي الْاَرْضِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.

مُسْتَقَرٌّ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.  مَتَاعٌ  atıf harfi  وَ  ‘la makabline matuftur. اِلٰى ح۪ينٍ  car mecruru,  مَتَاعٌ ’ un mahzuf sıfatına mütealliktir.

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ

فَ istînâfiyedir. Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. فَاَزَلَّهُمَا fiilinin mef‘ûlu önemine binaen faile takdim edilmiştir.

İkinci cümle öncesine ف ile atfedilmiştir.

ف َedatı zaman tertibi (fâ-i takibiyye/aralıksız sıralama) kullanımında kendisinden sonraki ögenin, öncekinin hemen ardından, araya süre girmeden gerçekleştiğini ifade eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi)

كَانَ ’nin haberinin hazfedilmesi sebebiyle cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Şeytan, her ikisini de cennetten uzaklaştırmaya ve ayaklarını buradan kaydırmaya sebep oldu. اَزَلَّ kaydırma hata demektir. Bu da kasıtsız olarak doğrudan ayrılmaktır. Burada şeytan her ikisini de vesvese, hile ve davet yoluyla oradan çıkarmaya sebep olmuştur. (Keşşâf)

Bu cümlede cennet kelimesinin sarih olarak geçmemesi ve onun yerine zamir kullanılması, onun büyüklüğünü (fehamet, azamet, celâlet) ve Âdem ile Havva'nın cennetle alakalarını (mülabeset) bildirmek içindir. Öyle ki şeytan onları yanıltarak ve kandırarak içinde bulundukları o muazzam mekân ve nimetlerden yoksun kalmalarına sebep olmuştur. (Ebüssuûd)

عَنْهَاdaki zamir, ağaca işaret eder; anlam, şeytan onların, ağaç yüzünden, ağaç sebebiyle ayaklarını kaydırdı şeklindedir. Yani şeytan onların ayaklarını kaydırmayı, ağacı bahane ederek başarmıştır. (Keşşâf)

‘Onları cennetten çıkardı’ değil de ‘bulundukları yerden çıkardı’ buyurulmuştur. Bu ifade; içinde bulundukları nimetlerin büyüklüğünü göstermek bakımından ‘cennetten çıkardı’ ifadesinden daha vurguludur. Bir şeyin büyüklüğünü göstermek için o şeyi mübhem olarak ifade etmek belâgat üsluplarındandır. Bundan maksat, dinleyen kimsenin o şeyin büyüklüğünü ve kemâlini mümkün olan en yüksek seviyede tasavvur etmesini sağlamaktır.

وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ

Cümle önceki cümleye و ’la atfedilmiştir.

Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Hal cümlesinde takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Hal manayı kuvvetlendirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

كَانَا ’daki tesniye zamiriyle اهْبِطُوا ‘da cemi zamire iltifat edilmiştir.

بَعْضُ - لِبَعْضٍ kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

اهْبِطُوا ; yeryüzüne inmektir. Burada hitap ya da sesleniş; Hz Âdem (a.s), eşi Havva ve İblis’edir. Diğer bir yoruma göre yılanadır. Ancak doğru olan, seslenişin Hz. Âdem ile eşi Hz. Havva’ya olmasıdır. Dolayısıyla, o ikisi ve bir de onların soyundan gelecek olan çocukları murat olunmaktadır. Çünkü, Hz. Âdem ile eşi insanlığın aslı olmaları ve onların da soyundan gelecek olanlar bakımından sanki o ikisi tüm insanların kendileri imişçesine hitap olunmuşlardır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

Atıfla gelen cümlenin atıf sebebi tezayüftür.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Müsnedün ileyh olan مُسْتَقَرٌّ kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir

مُسْتَقَرٌّ ve مَتَاعٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

اهْبِطُ - مُسْتَقَرٌّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

هْبوط yere iniş; مُسْتَقَرٌّ istikrar yeri, ya da istikrar; مَتَاعٌَ yaşamdan istifade etmektir. اِلٰى ح۪ينٍ ise ‘’kıyamet gününe kadar’’ demektir. Bir görüşe göre bu ifade, “ölüme kadar” anlamına gelir. (Keşşâf)

Bakara Sûresi 37. Ayet

فَتَلَقّٰٓى اٰدَمُ مِنْ رَبِّه۪ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِۜ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ  ...


Derken, Âdem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَتَلَقَّىٰ derken aldı ل ق ي
2 ادَمُ Adem
3 مِنْ -nden
4 رَبِّهِ Rabbi- ر ب ب
5 كَلِمَاتٍ kelimeler ك ل م
6 فَتَابَ tevbesini kabul etti ت و ب
7 عَلَيْهِ onun
8 إِنَّهُ şüphesiz
9 هُوَ O
10 التَّوَّابُ tevbeyi çok kabul edendir ت و ب
11 الرَّحِيمُ çok esirgeyendir ر ح م

Burada hem şeytan, hem de Adem a.s. Allah’a karşı geldiler, şeytan tevbe edip yönelmedi, af dilemedi.

Kelime fiilinin lugat manası duyum veya gözlem yolu ile insan idraki üzerinde kalıcı bir etki yapmaktır. Kulakla algılanan çeşidine kelam, göz ile algılanana kelm denir. Bu ikisi dışında gönülle algılanan kalbi ızdırap da olabilir. Burada kalbi olması, almak fiiline daha uygundur. Çünkü telakki basit bir alma ya da verme değil, bilinçli bir buluşma, kavuşmadır.

Kelimeler ile kastedilen kelime-i tevhid olabilir.

Hz. Havva’nın Ademi kandırması gibi bir husus burada kesinlikle yoktur, bir ima bile yoktur. Aksine olay Hz. Adem üzerinden anlatılıyor.

Araf suresinde Hz. Adem’in duası Rabbena zalemna şeklinde çoğul kalıpla gelmiştir. Tövbe edenler ikisidir.

Hz. Adem tevbe edince tevbesi kabul oluyor ama artık o şartlarda yaşayamaz, dünyaya inmesi gerekiyor. Dünyaya inmesi ceza değil, şartlar gereğidir.

Rahmeti bol olan Allahu Teala yaşadığımız sürece Allahın rahmetinden ümidimizi kesmememizi ve günahlarımızı örterek tövbeleri kabul edeceğini ifade etmiştir. (Zümer/53)

Tövbenin kabul olmasının işareti o günahı bir daha yapmamaktır. Bu hali hayatımıza geçirerek Hz. Peygamberin (sav)  de yaptığı gibi hergün tövbe istiğfar edelim.

Riyazus Salihin, 1875 Nolu Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, yerinize, günah işledikten sonra Allah’tan af dileyecek bir millet getirir ve onları affederdi.”
(Müslim, Tevbe 11. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 238)
Riyazus Salihin, 15 Nolu Hadis

Egarr İbni Yesâr el-Müzenî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Allah’a tövbe edip ondan af dileyiniz. Zira ben ona günde yüz defa tövbe ederim.”
(Müslim, Zikir 42. Ayrıca Ebû Dâvûd, Vitir 26; İbni Mâce, Edeb 57)
Sahâbiler, onun bir yerde otururken yüz defa :” Allah’ım! Beni bağışla ve tövbemi kabul eyle. Çünkü Sen tövbeleri çok kabul eden ve çok merhamet edensin” dediğini tesbit etmişlerdir. 
( Ebû Dâvud, Vitir 26; Tirmizi, Daavât 39).

Tâbe fiili dönmek ve tövbe etmek manasında olup tövbe kelimesi dilimize bu kökten geçmiştir. على harfiyle kullanıldığında Allah’ın tövbeleri kabul etmesi manasını kazanır.

Kelime fiilinin lugat manası duyum veya gözlem yolu ile insan idraki üzerinde kalıcı bir etki yapmaktır. Kulakla algılanan çeşidine kelam, göz ile algılanana kelm denir. Bu ikisi dışında gönülle algılanan kalbi ızdırap da olabilir. Burada kalbi olması, almak fiiline daha uygundur. Çünkü telakki basit bir alma ya da verme değil, bilinçli bir buluşma, kavuşmadır.

فَتَلَقّٰٓى اٰدَمُ مِنْ رَبِّه۪ كَلِمَاتٍ

فَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. تَلَقّٰٓى mazi fiildir. اٰدَمُ faildir. مِنْ رَبِّه۪ car mecruru تَلَقّٰٓى fiiline müteallıktır. كَلِمَاتٍ mef‘ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesredir.

تَلَقّٰٓى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tefa’ul babındadır. Bu bab fiile, mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ

اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. Muttasıl zamiri هُ inne’nin ismi olarak mahallen mansubtur. هُوَ fasıl zamiridir. التَّوَّابُ kelimesi اِنَّ ’nin haberidir. الرَّح۪يمُ ikinci haberdir.

 فَتَابَ عَلَيْهِۜ

فَتَابَ عَلَيْهِۜ mahzuf cümleye atfedilmiştir. Takdiri قالها فتاب (ona dedi ve onu affetti) şeklindedir. تَابَ mazi fiildir. عَلَيْهِ car mecruru تَابَ fiiline müteallıktır.

فَتَلَقّٰٓى اٰدَمُ مِنْ رَبِّه۪ كَلِمَاتٍ

Ayetin başındaki فَ harfi istînâfiyyedir.

Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. رَبِّه۪ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.

‘’Kelimelerin telakkī edilmesinin’’ anlamı, onların alınıp kabul edilmesi ve öğrenildikten sonra onlarla amel edilmesidir. فَتَلَقّٰٓى اٰدَمُ مِنْ رَبِّه۪ كَلِمَاتٍ ifadesi Âdem kelimesi nasb edilerek ve kelimât ref‘ edilerek okunmuştur. Buna göre kelimeler Âdem’e tebliğ edilip ulaştırılmış, ona yönelmiştir. Bu kelimeler [Ya Rabbi! Kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamazsan, bize merhamet etmezsen, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan olacağız.] (A‘râf 7/23) ifadeleridir. İbn Mes‘ûd (r.a.)’ın (v.32/652) şöyle dediği nakledilmiştir: Allah’a en sevimli olan sözler atamız Âdem’in hata işlediği zaman söylediği şu sözlerdir: ‘’Allah’ım! Sen her türlü noksan sıfattan münezzehsin, sana hamd ederiz. Senin ismin mübarektir, şanın çok yücedir. Senden başka ilâh yoktur. Ben nefsime zulmettim, beni bağışla, zira günahları senden başka bağışlayacak yoktur.’’ (Keşşâf)

 فَتَابَ عَلَيْهِۜ

تَابَ عَلَيْهِۜ  cümlesi takdiri قالها فتاب (Ona dedi ve affetti) olan mahzuf cümleye matuftur.

Görüldüğü gibi sadece Hz.Âdem’in [Tövbesini kabul etti.] ifadesiyle yetinilmiştir. Çünkü eşi ve annemiz Hz.Havva da ona tabidir. Bu, her ikisi de tövbe ettiler anlamındadır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ

Taliliye olarak fasılla gelen, اِنَّ ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad şeklindeki bu haber cümlesi sübut ifade eder.

Mübteda ve haberden müteşekkil cümlede müsnedin el takısıyla marife olması, herkes tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında, tahsis ifade eder.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki kelimenin marife olarak gelmesi bu sıfatların onda kemâl derecede olduğunu, aralarında vav olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşabüh-i etrâf, iki kelimenin birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.

التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ kelimeleri de mübalağa kiplerindendir. O, tövbeyi çok çok kabul eden ve rahmeti bol olan demektir. (Safvetü't Tefâsir)

اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ  cümlesi tezyildir. İtnab babındandır.
Günün Mesajı
İlim ibadetten üstündür. Bunun için Adem (a.s) meleklerden üstündür. Halifelik için ilim gereklidir.
İlimle birlikte ibadet gereklidir. 
İlim ağaç ibadet meyve gibidir.
Bilmiyorum demek ilmin yarısıdır.
Kibirlenmek kötü bir şeydir. Çünkü kibir, sahibini küfre götürür.
Allah tövbe eden kullarının günahlarını affeder.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Hatalarının ya da daha doğru ifadeyle günahlarının altında kıvrandığını görüyordu. Pişmanlığın oturduğu kalbiyle ağlıyordu. Yanına gidip yerden kaldırdı ve gözyaşlarını sildi. Abdest alıp yanına gelmesini rica etti. Geri geldiğinde, bir süre farklı konulardan konuştu. Sakinleştiğinden emin olunca, konuyu hz. Adem’e getirdi:

Mümin bir kul devamlı, hissettiği duyguları ve aklından geçenleri, Allah’ın rızasını kazanma vesilesine çevirme yöntemleri arayışında olmalıdır. Aksi takdirde, dünyayı seven ve hep daha fazlasını isteyen nefis kontrolü ele geçirir ve işi kendi lehine çevirir. 

Pişmanlığın değerlendirilmesi de böyledir. Kimisi, oturur boş niyetlerle geçmişini düşünür ve ağlar durur. Engel olmazsa eğer, nefsi bu halini; ya tembel bir çaresizliğe ya da aman yeter pişkinliğine dönüştürür. Kimisi ise onu alır ve Allah’a koşar yani harekete geçer. Böylece Allah’ın izniyle: “Tövbe kapılarını açtıran ve Allah’ın rahmetine kavuşturan pişmanlığı bahşeden Allah’a hamd olsun.” der.

Hz. Adem’in ve zevcesinin pişmanlığı, belki de pişmanlıkların en ağrıydı. Sahip oldukları üstün nimetleri kaybettiler ve bildikleri ferah yerden, çetrefilli yeryüzüne düştüler. Tövbe ettiler ve Allah’ın mağfiretine kavuştular. Ancak, dünyada yaşamaya devam ettiler. Çoluk çocuğa karıştılar ve Allah’ın yardımıyla bir hayat imar ettiler. 

Pişmanlık ya da diğer olumsuz hiçbir duygu, insanı olduğu yere çivileyen bir hal olmamalıdır. Bu nefsin ya da şeytanın vesveselerinin bir kandırmacasıdır. Aksine, Allah rızası için daha çok çabalamaya ve iki cihanı için çalışmaya teşvik eden bir hale dönüşmelidir. Öyle ki, kul hem diliyle, hem de hareketleriyle tövbe halinde yaşamalıdır.

Ey Allahım! Bizi çaresiz pişmanlıklardan koru ve rahmetinle kalplerimizdeki acıları dindir. Tembellikten ve pişkinlikten muhafaza buyur. Gönüllerimizi, Senin imanın ve huzurun ile doldur. Hakiki manada tövbe eden ve mağfiretine mazhar olan kullarından eyle. Günahlarımızı affet ve kusurlarımızın üzerini ört. Samimi niyetlerle, salih amellerimizi çoğaltmamız için yar ve yardımcımız ol. 

Hz. Adem ile eşi hz. Havva’ya selam olsun. Allah’ın izniyle cennet bahçelerinde onlarla tanışmak ve muhabbet etmek nasip olsun.

Amin.

***

Hoş bir sohbette buluşan arkadaşların hepsi sırayla konuşuyordu. Yılların klasik sorusuyla meşgullerdi: “İnsanlık nereye gidiyordu?” Bir süre sonra ortamı bir sessizlik kapladı ve herkes en son konuşacak olan arkadaşlarını beklemeye başladı:

“Zayıf isim hafızamın kusuruna bakmayın ama geçenlerde Pakistanlı bir hocanın sohbetine denk gelmiş dinliyordum. Allah-u Teâlâ’nın meleklerine, yeryüzünde bir halife yaratacağını buyurduğu ayetlerle ilgili konuşuyordu. Böylesi üstün bir vazifeye insan seçilmişti. Meleklerin verdiği tepki ise öz ve netti. İnsanın alçalabileceği en kötü hali tasvir ederek şaşkınlıklarını belirtmişlerdi. Hz. Adem’i gördükten sonra ise hatalarını kabul etmişlerdi.

Doğru, insan çok rezil bir varlık haline dönüşebilecek bir kapasiteye sahip. Aynı zamanda, Allah’a kulluk ederek üstün mertebelere ulaşma kapasitesine de sahip. Yıllardır yeryüzünde yaşayan canlılar olarak kendimizi hala en iğrenç halimizle tasvir etmemizin ya da etrafımızdakileri aşağılamanın ya da daha çok izleniyor diye rezil senaryolu dizilerin amacı nedir? Her geçen dönem daha da umutsuz çizilen tabloları, çocuklarımızın düzelteceğini ummak biraz saflık değil midir? Çaresizliğin aşılandığı yerde umut, azim ve sabır yutulur gider. 

Birbirimize yükselebileceğimiz dereceleri hatırlatma ve hayrı söyleme fırsatlarını değerlendirme zamanı geldi. Allah’ın bizde yarattığı potansiyele hakiki manada inandığımız zaman önce biz, sonra toplumlar değişecektir. Buna; Rasulullah (sav)’in yaşadığı dönem ve sahabilerin müslüman olduktan sonraki halleri en güzel örnektir. Bizi yaratan ve bize hakikati hatırlatmak için elçilerini gönderen Allah’a güvenmek, elimizden geleni yapmak ve yapacak nesilleri yetiştirmek dualarıyla ilerleme vakti geldi.”

Ey ilim ve hikmet sahibi olan Allahım! Bizi, Senin katında yükselen kullarından eyle. İki cihanda da alçalmaktan ve rezil hallere düşmekten muhafaza buyur. Şikayet yerine umutla yaklaşanlardan, çirkinlik yerine güzellikleri görenlerden ve batıl yerine daima hakikati seçenlerden eyle. Senin yolunda, Senin rızana layık kullardan olmamızı ve öyle kullar yetiştirmemizi nasip eyle ve bunu bize kolaylaştır, bizden kabul buyur.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji