29 Şubat 2024
Bakara Sûresi 25-29 (4. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 25. Ayet

وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقاًۙ قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهاًۜ وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...


İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde, “Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!” diyecekler. Hâlbuki bu rızık onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَبَشِّرِ ve müjdele ب ش ر
2 الَّذِينَ kimseleri
3 امَنُوا inanan ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve işleyen ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ salih işler ص ل ح
6 أَنَّ muhakkak
7 لَهُمْ onlar için vardır
8 جَنَّاتٍ cennetler ج ن ن
9 تَجْرِي akan ج ر ي
10 مِنْ -ndan
11 تَحْتِهَا altları ت ح ت
12 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
13 كُلَّمَا her ك ل ل
14 رُزِقُوا rızıklandırıldıklarında ر ز ق
15 مِنْهَا onlardaki
16 مِنْ -den
17 ثَمَرَةٍ meyve ث م ر
18 رِزْقًا rızk olarak ر ز ق
19 قَالُوا derler ق و ل
20 هَٰذَا Bu
21 الَّذِي şeydir
22 رُزِقْنَا rızıklandığımız ر ز ق
23 مِنْ -den
24 قَبْلُ daha önce ق ب ل
25 وَأُتُوا verilmiştir ا ت ي
26 بِهِ onlara
27 مُتَشَابِهًا ona benzer ش ب ه
28 وَلَهُمْ Onlar için vardır
29 فِيهَا orada
30 أَزْوَاجٌ eşler ز و ج
31 مُطَهَّرَةٌ tertemiz ط ه ر
32 وَهُمْ ve onlar
33 فِيهَا orada
34 خَالِدُونَ ebedi kalacaklardır خ ل د
Cennetliklere, şekli ve rengi dünyada tattıkları nimetlere benzese bile lezzeti daha nefis yiyecekler sunulacaktır. “ Cennet’te gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, insanların hayal bile edemediği nimetler vardır. "
(Buhari, Tefsir 32/1).

İçinde suyu olan bahçeye hadika denir.

İçinde su olsun veya olmasın genel olarak bahçeye de cennet deniyor. Ahirette cennet dediğimiz zaman içinde suyu olmayabileceği ihtimalinin düşünülmesine karşılık özellikle altlarından ırmaklar aktığı ifade edilir.

Bu biraz da ballandıra ballandıra anlatmaktır, yemyeşil bahçeler dememiz gibidir.

 Beşşir kelimesinin manası ‘müjdele’ dir. Beşâret, sevinçten yüz hatlarının değişmesine sebep olan sevindirici haber manasındadır. Beşer aynı zamanda cilt demektir. İnsanın bedeni özellikleri vurgulanmak istendiğinde ayetlerde insan için beşer kelimesi kullanılır. Nitekim Kur’ân’ı Kerim’in çeşitli yerlerinde geçen Peygamber Efendimiz’in ‘ben ancak sizin gibi bir beşerim’ ifadesinde vurgulanmak istenen de Onun insani özellikleridir.    

Cennet kelimesinin kökü جن (cenne) olup ‘bir şeyin duyu organlarına saklı kalması’ demektir. Saklamak, örtmek manaları vardır. Görünmez (örtülü) oldukları için ecinni, cin ve can; benzer şekilde anne karnında olup ortalıkta olmadığı için cenin; bahçe manasına gelen ve ağaçla örtülü olduğu için (veya bir başka görüşe göre nimetlerinin bizden gizlenmesi sebebiyle) cennet; aklın örtülmesi söz konusu olduğu için mecnun ve cinnet kelimeleri bu kökten dilimize geçmiştir. Kur’ân’da cin için cân, cinne ve cin kelimeleri kullanılmıştır. Bunların mukabilinde de insanlar için nas, ins ve insan kelimeleri kullanılmıştır. Cinlerin varlığı ayet ve hadislerle sabittir.

وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. بَشِّر  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذِينَ  mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. 

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الصَّالِحَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  ب  harf-i ceriyle بَشِّر  fiiline mütealliktir.

İsim cümlesidir. اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

لَهُمْ  car mecrur  اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. جَنَّاتٍ  kelimesi, اَنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَجْر۪ي  fiili  جَنَّاتٍ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

تَجْرِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَار  fail olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَشِّرِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر  ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

صَّالِحَاتِ  kelimesi, sülâsi mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًاۙ قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًاۜ

كُلَّمَا  şart manası taşıyan zaman zarfı olup,  قَالُوا  fiiline mütealliktir. رُزِقُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رُزِقُوا  şart fiili olup, damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

مِنْهَا  car mecruru  رُزِقُوا  fiiline mütealliktir.  مِنْ ثَمَرَةٍ  car mecruru  رِزْقًا  ikinci mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  karînesi olmadan gelen قَالُوا  cümlesi şartın cevabıdır.

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  Mekulü’l-kavl cümlesi  هٰذَا الَّذِي’ dir. قَالُوا  fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

İsm-i işaret  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذِي , haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  رُزِقْنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, مثل الذي رزقنا..(Bizim rızıklandırdığımız gibi) şeklindedir.

رُزِقْنَا  sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَٓا  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Mef’ûlü bih mahzuftur. Takdiri, رزقناه (Biz onu rızıklandırdık.) şeklindedir.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  رُزِقْنَا  fiiline mütealliktir. قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

بَعْدَ  ve  قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:

1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.

2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.

3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında  اَنْ  bulunur.

4. Muzâfun ileyhleri hazfedilince damme üzere mebni olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

و  harfi  قَدْ  takdiriyle itiraziyye veya haliyyedir. اُتُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. بِه۪  car mecruru اُتُوا  fiiline mütealliktir. مُتَشَابِهًا  kelimesi بِه۪  ‘deki zamirden hal olup fetha ile mansubdur. 

Hal cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُتَشَابِهًا  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tefâ’ul babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ


و  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. فِيهَا  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. اَزْوَاجٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. اَزْوَاجٌ  kelimesi  مُطَهَّرَةٌ ’ un sıfatı olup damme ile merfûdur.

هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ  cümlesi  لَهُم ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. فِيهَا  car mecruru خَالِدُونَ  ‘ye mütealliktir. خَالِدُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُطَهَّرَةٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  طهر  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

خَالِدُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin çoğul ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَزْوَاج kelimesi çoğuldur, her iki cins için de kullanılır. مُطَهَّرَة kelimesinin müennes gelmesinin sebebi اَزْوَاج kelimesinin çoğul olmasıdır.

وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ

Atıfla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayetin önceki ayetle irtibatını şöyle açıklayabiliriz:  Bir önceki ayette korkutma vardır. Bu ayette ise özendirme ve teşvik vardır. Korkutmanın peşinden teşvik etmenin, vaat etmenin peşinden tehdit etmenin, uyarmanın peşinden de müjdelemenin gelmesi, ya da bu durumun tam tersi olması Kur'an'ın adetindendir. Bunda, müminleri Allahu Teala’ya itaate teşvik, kâfirleri de Allaha isyandan engelleme vardır.

Her ne kadar و harfinin mutlak cem için olduğu, takip ve tertip gerektirmediği söylense de bu cümlelerin veya kelimelerin tertipsiz ve nizamsız rastgele atfedildiği manasına gelmez. Aksine matufların takdimi hedefe, maksada uygunluk arz eder. Üzerinde düşünülürse bunların sebebi anlaşılır.

Bu ayette, müjdele emriyle görevli bulunan kişi Rasulullah (sav) olduğu gibi, herkes de olabilir. İşte bu, daha güzel ve yerinde bir yorumdur. Çünkü burada söz konusu hususun, müjdeleyebilecek herkes tarafından müjdelenmeyi hak edecek kadar önemli ve muazzam bir husus olduğu iması söz konusudur. Aynı zamanda müjdele demek olan بَشِّرْ kelimesi, فَاتَّقُوا (sakının) kelimesine atfolunmuştur.

Zemahşerî burada müminlerin mükâfatını anlatan bir cümle olan بَشِّر cümlesinin, kâfirlerin cezasını vasfeden bir cümleye atfedildiğini söyler. Tabi bu cümlenin yine inşâ olan فَاتَّقُوا ‘ya atfı da caizdir. Üçüncü ihtimal de bu cümlenin kendisinden önce hazfedilmiş başka bir cümleye atfedilmiş olmasıdır. Bu durumda takdiri şöyle olur: فَانْذُرْهُمْ بِذآلِكَ وَ بَشِّرِ ألَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ (Onları bununla uyar ve iman edip salih ameller yapanları müjdele)

İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

عَمِلُوا fiil, الصَّالِحَات kelimesi mef‘ûldür. Hazfedilmiş bir amel kelimesinin sıfatıdır. Aslında عَمِلُوا الأعَمَالِ الصَّالِحَات şeklinde gelmesi beklenirdi. آيَاتٍ بَيِّنَات ibaresi de böyledir. Çoğu zaman آيَات hazf olur, sadece بَيِّنَات gelir.

Burada sıfat, amelin sanki kendisi olmuştur. Bu ameller ıslah eden, hem kendisini hem başkasını düzelten işlerdir. İnsanın cennette bulacağı yemiş, onun bir ağaç gibi yetişen dünyevi amellerinin karşılığıdır.

Dünyada yapılanlar, orada cismani olur, cisimlenir. Ameller meyve veren bir ağaca iman da maddi hayatın menbaı olan suya benzetilmiştir. Kur’an’ın anlattığı cennet insanın amelleri ile yetişen bağdır. Cennete girenler onun yemişlerini aldıkça ‘’Bu evvelce yediğimiz’’ diyecekler. Çünkü bu yemiş onların evvelce yaptıkları amellerin bir semeresidir.

Peygamber Efendimiz (sav) bu nimetlerden bahsederken şöyle demiştir: Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiç kimsenin aklından, hayalinden dahi geçiremediği nimetlerdir. O yüzden buna dünyevi bir mahiyet vermek doğru değildir. (Ömer Rıza Doğrul)

الصَّالِحَاتِ kelimesi de, tıpkı, الْحَسَنَةُ gibi isim yerine geçen bir kelimedir. الصَّالِحَاتِ kelimesi de akıl, Kitap ve Sünnetin öngördüğü deliller çerçevesinde doğru olan her amele ya da şeye verilen isimdir. Başında yer alan, ال harfi cins içindir. Ayrıca bu ayet, amelleri iman olarak değerlendirip kabul edenlere karşı bir hüccet (kanıttır). Çünkü görüldüğü gibi salih amelleri iman üzerine atfetmiştir. Matuf, yani atfolunan ise matufun aleyhten yani üzerine atıf yapılan şeyden ayrı olan bir şeydir.

Masdar-ı müevvelle başlayan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

Cümlede müsnedün ileyh olan جَنَّاتٍ kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.

جَنَّاتٍ (cennetler) kelimesinin çoğul ve nekre olarak gelmesinin yorumu da şöyledir:

Cennet: tüm sevap yurdunun adıdır. Bu ise sayısız cennetleri bahçeleri içinde bulunduran bir yurttur ve herkesin amel durumuna göre kendilerine verilen mertebe ve dereceler demektir. Dolayısıyla her bir tabaka için söz konusu cennetlerden (bağ ve bahçelerden) oluşan cennetler vardır. الْاَنْهَارُ  kelimesinin marife olarak gelmesi ise, bununla cennet nehirlerinin murad olunduğu ihtimaliyledir. Burada izafetle marifelik yerine harf-i tarifle marife kılınmıştır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

İçinde suyu olan bahçeye hadika denir. İçinde su olsun veya olmasın genel olarak bahçeye de cennet denir. Ahirette cennet dediğimiz zaman içinde suyu olmayabileceği ihtimalinin düşünülmesine karşılık özellikle altlarından ırmaklar aktığı ifade edilir. Bu biraz da ballandıra ballandıra anlatmaktır, yemyeşil bahçeler demek gibidir.

Sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâbtır. Ayetin [altından ırmaklar akan cennetler] cümlesinde fiilin mekânına isnadı kabilinden bir mecaz vardır. Çünkü nehirler akmaz, Allah’ın izniyle nehirlerdeki sular akar. Beyzâvî bu mecazı şu ifadelerle açıklar: “akmanın nehirlere isnad edilmesi mecazi isnadlardandır. Nitekim Allah Teâlâ’nın: وَأَخْرَجَتِ ٱلْأَرْضُ أَثْقَالَهَا [Ve yer ağırlıklarını çıkardığında…] Zilzal, 99/2 sözü de bunun gibidir. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı/Süleyman Gür)

مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ Bu ifade orada otoritenin kişiye ait olduğunu ifade eder. Bu manada ‘’bu iş falanın elinde’’ denir. (M. Ebu Musa)

Nehirlerin marife olarak kullanılması ise, cins anlamının kastedilmesindendir. (Keşşâf)

Ayeti kerimede suyun akışı nehirlere isnad edilmiştir. Halbuki akan ‘’suyun yatağı’’ manasındaki ‘’nehir’’ değil sudur. Dolayısıyla  mekan alakasıyla mecazı mürsel uslubu vardır. Bu da çok cömert olduklarını, her misafirin onlara geldiğini ifade eder.

Bu cümle, önceki cümle üzerine matuftur. Ancak bu atıf, belli bir şeyin bizzat kendisinin atfı kabilinden olmayıp  bir kıssanın bir kıssa üzerine atfı kabilindendir. Burada mü'minlerin, Kur’ân karşısındaki durumu ve onların mükâfatının vasfı, kâfirlerin Kur’ân karşısındaki durumu ve onların cezasının keyfiyeti üzerine atfedilmektedir. Zira ilâhî sünnette terğib (teşvik) ile terhib (korkutmak) ve va'd ile vaîd (ceza tehdidi) çift olarak zikredilmektedir. İki cümle arasındaki üslûp değişildiği ise iki grubun halleri arasındaki farkın büyüklüğünü hayal ettirmek ve anlatmak içindir. (Ebüssuûd)

كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًاۙ قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًاۜ

Ayetin bu cümlesi fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Ayet şart üslubunda haberi isnaddır.

رُزِقُوا - رِزْقًا kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip جَنَّـٰت’in sıfatı olarak mahallen mansubtur. Sıfatlar, anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâbtır.

ثَمَرَةٍ ’deki tenvin, tazim, cins ve kesret ifade eder.

Bu, جَنَّات kelimesinin ikinci bir sıfatıdır. Yahut da yeni bir giriş cümlesidir. Çünkü kendilerine, ‘’gerçekten onlar için cennetler, bağ ve bahçeler vardır.’’ denildiği vakit bunu duyanların kalbine ya da aklına ‘’acaba bu bahçelerde yetişen meyveler de tıpkı dünyadaki bağ ve bahçelerde yetişenlere mi benzer veya sözü edilen cinslere benzemeyen başka cins ürünler mi var?’’ diye bir düşünce gelebilir. İşte buna verilen cevap: doğrusu o bağ ve bahçelerin meyveleri dünya meyvelerinin benzeridirler. Yani, onların cinsleri her ne kadar bir dereceye kadar değişiklik gösterseler de dünyadakilerin cinsleri gibidir. Fakat yine de mahiyetini yüce Allah’tan başkası bilemez. Ayetin bu kısmında yer alan birinci ve ikinci مِنْ harfinin her ikisi de ibtidaî gaye içindirler. Yani zarf-ı lağvdırlar. Çünkü rızık, bahçelerden (cennetlerden) ilk olarak çıkmaya başlar. Cennetlerden ilk olarak çıkan rızık da ilk defa meyve olarak çıkar.

Ayette yer alan ثَمَرَةٍ kelimesi bir tek meyve, yani elma demek değildir. Ya da bir tek nar meyvesi demek de değildir. Bundan asıl maksat meyve türleridir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

Şartın cevabı olan...قَالُوا هٰذَا cümlesi, fiil ve mef‘ûlünden müteşekkil, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nasb mahallindeki mekulü’l-kavl ise isim cümlesidir.

Müsnedün ileyhin işaret ismi هذا ile gelişi işaret edilene verilen önemi belirtir ve ona tazim ifade eder.

İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır. Hal olarak gelen متشابها konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan ıtnâbtır.

بِهِ deki zamir hem dünyada hem ahirette rızıklananlara racidir. Çünkü, هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ cümlesi her iki dünyada da rızıklananları içermektedir.

بِهِ ’deki zamir rızka raci olabilir. Nitekim, bu aynı zamanda ona işaret de etmektedir. Buna göre mana şöyle olmaktadır: doğrusu o cennet meyvelerinden kendilerine yedirilenler, her meyvenin getirilişinde onlara adeta aynı cinsten imişler izlenimini verir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

 وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

و istînâfiye veya تجري cümlesine atıf içindir. Aynı üslupla gelen iki cümle birbirine atfedilmiştir.

İlk cümlede müsnedün ileyh olan اَزْوَاجٌ kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.

Mübteda ve haberden oluşan son cümle haldir. Faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede car mecrur amiline takdim edilmiştir.

Her iki cümlede de takdim-tehir ve îcâz-ı hazf sanatları vardır.

Sıfat ve hal dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Burada sıfat, mevsuf gibi cemi olarak gelmedi. Çünkü her ikisi de dil açısından fasihtir. Ayrıca ayette, مُطَهَّرَةٌ yerine طَاهِرَةٌ kelimesi söylenmedi. Bunun nedeni ilk kelimenin ikinciye göre daha mübalağalı olmasıdır. مُطَهَّرَةٌ kelimesinin binası teksir (çokluk) içindir. Bir de bu kelimede şöyle bir mananın var olduğu görülmektedir. Onları tertemiz kılan, ak pak haline getiren bir mutahhir (temizleyen, tertemiz kılan) vardır ki, bu da elbette Allah’tan başkası değildir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

خَـلد Kinaye olarak “uzun süre, ebedi olarak” anlamındadır.

Pak ve nezih eşler: Bunlar ya müminlerin mümin zevceleridir, yahut da bu ahiret hayatının bambaşka bir nimetidir. Bu nimetten erkekler de, kadınlar da faydalanacaktır.

Bakara Sûresi 26. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْـي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلاً مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاًۢ يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يراً وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يراًۜ وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَۙ  ...


Allah, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise, “Allah, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler. (Allah) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fasıkları saptırır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ muhakkak
2 اللَّهَ Allah
3 لَا değildir
4 يَسْتَحْيِي çekinecek ح ي ي
5 أَنْ
6 يَضْرِبَ misal vermekten ض ر ب
7 مَثَلًا bir örneği م ث ل
8 مَا gibi
9 بَعُوضَةً bir sivrisineği ب ع ض
10 فَمَا hatta olanı
11 فَوْقَهَا onun da üstünde ف و ق
12 فَأَمَّا gerçekten
13 الَّذِينَ kimseler
14 امَنُوا inanan ا م ن
15 فَيَعْلَمُونَ bilirler ع ل م
16 أَنَّهُ kesinlikle o
17 الْحَقُّ haktır (gerçektir) ح ق ق
18 مِنْ -nden
19 رَبِّهِمْ Rableri- ر ب ب
20 وَأَمَّا ve ise
21 الَّذِينَ edenler
22 كَفَرُوا inkar ك ف ر
23 فَيَقُولُونَ derler ki ق و ل
24 مَاذَا neyi
25 أَرَادَ istedi (kasdetti) ر و د
26 اللَّهُ Allah
27 بِهَٰذَا bu
28 مَثَلًا misalle م ث ل
29 يُضِلُّ saptırır ض ل ل
30 بِهِ onunla
31 كَثِيرًا bir çoğunu ك ث ر
32 وَيَهْدِي ve yine yola getirir ه د ي
33 بِهِ onunla
34 كَثِيرًا bir çoğunu ك ث ر
35 وَمَا -maz
36 يُضِلُّ saptır- ض ل ل
37 بِهِ onunla
38 إِلَّا başkasını
39 الْفَاسِقِينَ fasıklardan ف س ق

  Fâsık kelimesinin asıl manası birşeyden çıkmak demektir.

  Fe harfinin çatlama ve yarılma manasından bahsetmiştik. Fıskta da yine sapma, ayrılma manası vardır. Allah’a itaatten ayrılan kimseye fâsık denir. Fısk kelimesi küfrden daha geniş anlamlıdır. Fâsık daha çok dini hükümlere bağlanıp onları ikrar ettikten sonra onların tümünü veya bir kısmını ihlal eden kimse için kullanılır. Eğer kâfir olan kişiye de fâsık deniyorsa onun aklın ve fıtratın gerektirdiği hükmü ihlal etmesinden dolayıdır. Görüldüğü gibi bir kabuğunun dışına çıkma hali söz konusudur. Nitekim Araplar fısk kelimesini hurmanın kabuğundan çıkması için kullanırlar. İbnu’l Arabî, Arapların sözlerinde insanı niteleyecek şekilde fâsık kelimesinin kullanılmadığını söylemiştir. Arapça’da fareye yuvasından sürekli çıkmasından dolayı küçültme ismiyle fuveysika denir.

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. 

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنَّ nin ismi olup fetha ile mansubdur. لَا يَسْتَحْي۪ٓ  cümlesi,  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَحْي۪ٓ  fiili  ي۪ٓ  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اَنْ  ve masdarı müevvel, mahzuf  مِنْ  harfi ceriyle birlikte  يَسْتَحْي۪ٓ  fiiline mütealliktir.

يَضْرِبَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَثَلًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

مَا  zaid harftir. مَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. بَعُوضَةً  kelimesi  مَثَلًا  için sıfat, bedel veya atfı beyan olarak mahallen mansubdur.  

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  فَ  ile  بَعُوضَةً ’e matuf olup mahallen mansubdur. 

Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mekân zarfı  فَوْقَهَا  mef‘ûlun fih olup ism-i mevsûlün mahzuf sıfatına mütealliktir. 

يَسْتَحْي۪ٓ  fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi حيي ’dir. 

Bu bab fiile, talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.

بَعُوضَةً  kelimesi, مَثَلًا  kelimesine atf-ı beyân olarak ya da يَضْرِبَ  fiilinin mef‘ûlü olarak mansubtur. مَثَلًا  ise nekre olan  بَعُوضَةً ’in hali olup ondan önce gelmiştir ya da  بَعُوضَةً  ve مَثَلًا  de  يَضْرِبَ ‘ nin mef‘ûlleridir ki bu durumda  يَضْرِبَ  fiili  جَعَلَ  fiili gibi iki mef‘ûl alan fiiller tarzında kullanılmış olur. (Keşşâf)


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ

فَ  istînâfiyyedir. اَمَّا  şart harfi veya tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)

Şart, tafsil (açıklama) ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa, o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-yı Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu/ Nida Sultan Çelikkaya)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

ف  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

يَعْلَمُونَ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, يَعْلَمُونَ  fiilinin iki mef‘ûlü yerindedir. 

İsim cümlesidir. أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. 

هُ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. الْحَقُّ  kelimesi, أَنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. 

مِنْ رَبِّهِمْ  car mecruru  الْحَقُّ ‘ın mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

اَمَّا , şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı  فَ  ile gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise, ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde, زَيْدٌ ذاهِبٌَ  dersin. Bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde  ا َمَّا  زَيْدٌ فَ ذاهِبٌَ (Zeyd’e gelince, mutlaka gidecek) dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi (v.180/796) bunun izahında “her ne olursa olsun Zeyd gidecektir” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir:

 İlki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Keşşâf)

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۢ

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَمَّا  şart harfi veya tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

يَقُولُونَ  şart cümlesi olup  الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi مَاذَٓا اَرَادَ ’dir. يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَاذَٓا  istifham ismi, اَرَادَ  fiilinin mukaddem mef‘ûlu olarak mahallen mansubdur. Veya istifham harfi  مَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. Takdiri, فما الذي  şeklindedir. ذَٓا  kelimesi,  الَّذ۪ي  manasında ism-i mevsûldur. İsm-i mevsûlun sılası اَرَادَ  fiilidir. Îrabtan mahalli yoktur. 

اَرَادَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. بِهٰذَا  car mecruru  اَرَادَ  fiiline mütealliktir. مَثَلًا  kelimesi ism-i işaretin hali veya temyizi olup fetha ile mansubdur. 

اَرَادَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رود ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مَاذَٓا  ifadesinin iki yorumu vardır: ذَٓا  kelimesi, الَّذ۪ي  anlamında ism-i mevsûl olabilir, bu durumda  ماذَا, iki kelimeden mürekkep olur. Ya da  ذَا  kelimesi, مَا  ile birleştirilip tek bir kelime haline getirilmiş olabilir. Birinci ihtimalde kelime mübteda olarak ref mahallindedir. Haberi de, devamındaki sıla cümlesi ile birlikte  ذَا ’dır. İkinci ihtimale göre ise kelime, sadece  مَا  hükmünde olup (yani ifade مَا اَرَادَ اللّٰهُ  şeklinde olup) mahallen mansubdur. Bir şart cümlenin cevabının ise, birinci ihtimale göre mahallen merfû, ikinci ihtimale göre ise mahallen mansub olması gerekir. Zira soru ile cevabın birbirine (îrab konusunda) mutabık olması gerekir. Ama bunun aksini de caiz görmüşlerdir.(Keşşâf)

 يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًاۜ

Cümle,  مَثَلًاۢ ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Fiil cümlesidir. يُضِلُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِه۪  car mecruru  يُضِلُّ  fiiline mütealliktir. كَث۪يرًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًا  cümlesi atıf harfi وَ  ile makabline matuftur. 

يَهْد۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُضِلُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

كَث۪يرًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَۙ

وَ  haliyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir. مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُضِلُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِه۪ٓ  car mecruru  يُضِلُّ  fiiline mütealliktir. 

اِلَّا  hasr edatıdır. الْفَاسِق۪ينَ  mef‘ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim  kelimeler harfle îrablanır.

يُضِلُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

فَاسِق۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  فسق  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin ileyh tazim ve korkutmak için tüm kemâl ve celâl isimleri bünyesinde toplayan lafz-ı celâlle gelmiştir.  Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, الله isminde tecrîd sanatı vardır.

İki farklı görevdeki مَا larda tam cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır. مَثَلًا kelimesindeki tenkir nev içindir. (Âşûr)

Haya, insanın, kınanma ve zemmedilme sebebi olan bir şeyden duyduğu endişe sebebiyle onu kaplayan bir kırgınlık ve yüz değişimidir. Hayat kelimesinden türemiştir. Allah Teâlâ’nın haya ile nitelendirilmesi caiz olamaz. Zira onun hakkında değişim, korku ve kınama gibi şeyler düşünmek câiz değildir. Burada temsilî bir kullanım söz konusudur. ‘’Allah bir sivrisineğin küçük ve hakir oluşuna bakıp onu misal olarak göstermekten utanan kimsenin yaptığı gibi yapmaz, sivrisineği misal göstermekten haya etmez” denilmek istenmiştir.

مَثَلًا مَا ifadesindeki مَا , müphemlik ifade eden مَا ’dır. Bu مَا nekre bir kelime ile birleştiği zaman onu tamamen müphemleştirir ve umûmîlik manası ilave eder. Sözgelimi أعطني كتابا مَا dediğinde, “bana bir kitap ver” demiş, fakat “hangi kitap olursa olsun fark etmez, bir kitap ver” anlamını kastetmiş olursun. (Keşşâf)

حَيّ canlı demektir. اِسْتَحْي۪ٓ da aynı kökten, utandı demektir. Canlı olan şeyin utanması gerekir. Utanmak imandandır.

Sivrisinek küçük, aciz bir varlık olarak görülür.

Ayette ‘sivrisinek ve onun da ötesinde’ manası vardır. Ötesinden maksat ondan da daha ufak, daha küçük herhangi bir misaldir.

لَا يَسْتَحْي۪ kelimesi, zikr-i melzum irade-i lâzım kab­ilinden bir mecazdır. Terketmez manasınadır. Allah terk yerine haya kelimesini kullandı. Çünkü terk, hayanın neticesidir. Bir kimse bir şeyi yapmaktan haya ederse onu terkeder. (Safvetü't Tefâsir)

Haya değişkendir ve bozulabilir. Ayıplanmaktan ve kınanmaktan korkan insanın başına gelen bir durumdur. Allah için sözkonusu olmayan utanma fiili niçin Allah teala’ya isnad edilmiştir? Varlığı olmayan bir şey nefyedilemez. Kesinlikle olmayacak bir şey niye olumsuzlanmıştır?

Buna birkaç bakış açısıyla cevap verilebilir:

Evvela; ayet kafirlerin Muhammed’in sav rabbi kara sinek ve örümceği misal getirmeye utanmıyor mu şeklindeki sorularına münasip olarak gelmiştir. Soruya verilen cevap, onların kelamına mutabık olarak gelmiştir.

Bu; müşakele olarak isimlendirilen bedî’ bir sanattır.

Bu, belagat alimlerinin görüşüdür. (Mu’cemu’l Mustalahâti’l Belağiyye, Dr. Ahmed Matlûb, 621: Bedî’ sanatındaki bir problem: Bir şeyi birlikte vuku bulması dolayısıyla lafzen veya takdiren başka bir lafızla ifade etmektir. Bunun delillerinden biri de bu ayettir.)

İkinci olarak: Eğer Allah Teala, kullarına ait, bedenlere mahsus vasıflardan birisiyle vasıflandırılırsa bu, sıfatın başlangıç değil, gaye ve netice anlamı yüklenmesidir.

Bunu şöyle açıklayabiliriz:

Öfkenin başlangıcı ve alametleri vardır. Bunlar; kalpteki kanın galeyana gelmesi ve intikam şehveti uyandırmasıdır. Bunun gayesi veya sonucu kızılan kişiye ceza vermektir.

Allah Tealayı gadabla vasıfladığımız zaman kastedilen bunun başlangıcındaki durum değildir. Yani, kullarda olduğu gibi kalbin galeyana gelmesi ve intikam isteği değildir.

Kastedilen; sonucun yani cezanın gerçekleşmesidir. Allah Teala'nın utanmakla vasıflandırılması da buna benzer. Bu sözle kastedilen kendisine çirkin bir şeyin isnad edilmesinden korkan insandaki değişim, kırılganlık ve korku halleri değil, bu sıfatın sonucu, yani fiilin terk edilmesidir.

Üçüncü olarak: Utanmanın Allah’a isnadı hakiki ve zahiri manası yönünden değildir. Çünkü Allah teala mahlukatın sıfatlarından ve bu sıfatların O’na hakiki manada isnad edilmesinden münezzehtir. 

Dördüncü bakış açısı da: Haya’nın Allah Teala’ya isnadı hakikat değil mecaz yoluyla gelmiştir.

Şüphesiz Allah, saçı sakalı ağarmış bir müslümana azap vermekten haya eder hadisi şerifinde olduğu gibi, Allah Teala’nın yaşlı müslümana azap etmekten utanmasından murat, terk etmesidir. Bunun manası, Alah Teala’nın azabı terketmesinin sebebinin, insanların utandıklarında onları etkileyen aynı duyguya maruz kalması olmadığıdır. Çünkü utanan mahlukatının yaşadıkları Allah teala’nın başına gelmez. Burada da terk etmek utanmaya benzetilmiştir. Ciheti camia her iki fiilin de neticeye ulaştırmasıdır. Allahu alem.

Ayet اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً (Bir sivrisineği misal olarak getirmekten...) manasındadır. Zâid bir harf olan مَا tekid amacıyla  zikredilmiştir.

Davete karşı çıkanlar ve şüphe içinde olanlar sözlerini اِنَّ ile tekid ederek ve isim cümlesiyle söylemişlerdir. Böylece ikna olmadıklarını, kibir ve inatlarını ifade etmişlerdir.

مَثَلاً مَا sözündeki مَا müphem bir isimdir. Nekra bir isme birleştiği zaman onu tamamen müphemleştirir; kayıt ve hususilikten uzaklaştırır ve umumilik manası ilave eder. Sanki ayette şöyle denilmiştir: ‘Hangi misali getirirseniz getirin farketmez.’

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ

Cümle şart üslubunda haberi isnaddır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir. Bunun yanında tazim ve teşvik ifade eder.

İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

رَبِّهِمْ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla Rab isminde tecrîd sanatı vardır.

اَمَّا şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı فَ ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekit sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde زَيْدٌ ذاهِبٌَ dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince, mutlaka gidecek” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi (v.180/796) bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Keşşâf)

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۢ

Cümle şart üslubunda haberi isnaddır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca tahkir ifade eder.

İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Kâfirlerin sözleri olan mekulü’l-kavl cümlesi istifham olarak gelmiş, gayrı talebî inşaî isnaddır.

Kâfirlerin “Allah bu misali vermekle ne murad eder ki?!” şeklindeki ifadelerinde bir küçümseme, hafife alma bulunmaktadır.

الْحَقُّ; inkârı mümkün olmayan sabit şeydir. (Keşşâf)

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ - وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۢ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

رَبِّ - اللّٰهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette iki cümlenin اَمَّا ile başlatılmış olmasında müminlerin haline yönelik büyük bir övgü, burada verilen misalin hak olduğunu onların bildiğinin ifade edilmesi, buna karşılık kâfirlerin inatçı ve nasiplerinden gafil bulunuşlarının ve ahmakça konuştuklarının belirtilmesi söz konusudur. (Keşşâf)

 يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًاۜ

Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.  

Ayetin bu kısmı daha önce geçen ve اَمَّا ile başlayan iki cümleyi tefsir edip açıklar mahiyettedir. Onun hak olduğunu bilenler grubu ile bunu bilmeyip cahillik ederek alaya alanlar grubu olarak her ikisi de كَث۪يرًا kelimesiyle nitelendirilmiştir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

كَث۪يرًا cümlede tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا cümlesi ile وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًاۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Hamidullah söyle demiştir: ‘’Allah’ın birini saptırması, iyi ve kötünün tanrıları farklıdır diyen dualizme reddiyedir. Kimini saptırır, kimini hidayete erdirir. Biz Maturidi itikadındayız. Buna göre: Ben sapmak isterim, Allah da benim sapmamı gerçekleştirir. Benim sapmamı Allah istiyor olsaydı, zaten cennet ve cehennemin bir manası olmazdı, benim için bir imtihan manası da olmazdı.’’

يُضِلُّ [dalalete düşürür] fiilinin Allah’a atfedilmesi fiilin sebebe atfı türündendir. Çünkü Allah bir misal verip de bir grup insan o misal sebebiyle sapıtmış, bir grup insan da hidayete ermiş olduğu için bu misal ilk grubun sapmasına, ikincisinin de hidayetine sebep olmuştur. (Keşşâf)

يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًا “Allah onunla birçoğunu saptırır birçoğunu da doğru yola iletir” cümlesinde; onların kulağına gelen ilk cevabın, onların maneviyatını bozacak ve güçlerini kıracak korkunç bir şey olduğunu vurgulamak için ‘sapmayı’ ifade eden يُضِلُّ kelimesi, یَهۡدِی kelimesinden önce zikredilmiştir.

 يُضِلُّ - يَهْد۪ي , اٰمَنُوا - كَفَرُوا kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَۙ

Atıfla gelmiş menfi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. مَا ve اِلَّا ile oluşan kasır, fiille mef‘ûlü arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır.

Şeriatta الْفَاسِق۪ , büyük günah işleyerek Allah’ın emrinden çıkan kimse demektir. Böyle biri iki konum, yani mümin ile kâfir konumları arasındadır (el-menzile beyne’l-menzileteyn.) Kişinin bu iki konum arasında bulunması şu demektir: bu kimse zahirde mümin muamelesi görür. Nikâh ve miras işlemlerinde, cenazesinin yıkanması, cenaze namazının kılınması, Müslüman kabristanına defnedilmesi gibi hususlarda mümin kabul edilir. Ancak kendisinin zemmedilmesi, lanetlenmesi, kendisinden ve inancından berî olunması, inancına düşmanlık ızhar edilmesi, şahitliğinin kabul edilmemesi gibi hususlarda kâfir muamelesi görür. Asi ve inatçı kâfirlere de fâsık denilir. Allah’ın kitabında bu iki kullanım da yer almıştır. (Keşşâf)

يُضِلُّ - الْفَاسِق۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Mürâât-ı nazîr; birbiri ile alakalı kelimelerin birbirini takip etmesi, aynı cümlede bulunmasıdır.

Ayette مَا - أَمَّا - یُضِلُّ - ٱللَّهُ - مَثَلاۘ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Bakara Sûresi 27. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ۖ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  ...


Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar ki
2 يَنْقُضُونَ bozarlar ن ق ض
3 عَهْدَ (verdikleri) sözü ع ه د
4 اللَّهِ Allah’a
5 مِنْ -dan
6 بَعْدِ sonra- ب ع د
7 مِيثَاقِهِ söz verip bağlandıktan و ث ق
8 وَيَقْطَعُونَ ve keserler ق ط ع
9 مَا şeyi
10 أَمَرَ emrettiği ا م ر
11 اللَّهُ Allah’ın
12 بِهِ kendisiyle
13 أَنْ
14 يُوصَلَ birleştirmesini و ص ل
15 وَيُفْسِدُونَ ve bozgunculuk yaparlar ف س د
16 فِي -nde
17 الْأَرْضِ yeryüzü- ا ر ض
18 أُولَٰئِكَ işte
19 هُمُ onlardır
20 الْخَاسِرُونَ ziyana uğrayanlar خ س ر
Bir kudsî hadiste Allah Teâlâ’nın “ Benim adıma and içtikten sonra sözünden cayan kişinin kıyamet gününde düşmanı olacağım “ buyurduğu belirtilmektedir. 
(Buhari, Büyü’ 106, İcâre 10).

Peygamber Efendimiz verdiği sözden dönmenin münafıkların en belirgin alâmetlerinden biri olduğunu söylemiştir. 
(Buhari, Îman 24; Müslim, Îman 106).

Neqada نقض :

نَقْضٌ  bina, ip ve gerdanlık gibi şeyleri yıkmak, düğümünü çözmek ve bozmak anlamlarına gelir. İnşirah suresinde geçen if'al babındaki أنْقَضَ fiili hem tavuğun yumurtlama vaktinde ses çıkarması hem de çok oturanı azarlamak için ses çıkarmaktır. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

Türkçede kullanılan şekilleri enkaz ve tenâkuzdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ۖ

اَلَّذِينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, önceki ayetteki  الْفَاسِق۪ينَ ’ nın sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَنْقُضُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَنْقُضُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَهْدَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

مِنْ بَعْدِ  car mecruru, يَنْقُضُونَ  fiiline mütealliktir. م۪يثَاقِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile  mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۜ

وَ  atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. يَقْطَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَمَرَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

اَمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. بِه۪ٓ  car mecruru اَمَرَ  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, بِهِ ’ deki zamirden bedel olarak mahallen mecrurdur.Takdiri , يقطعون ما أمر الله بوصله (Allahın birleşmesini emrettiği bağları keserler.) şeklindedir. Veya  مَٓا ‘dan bedel olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يقطعون وصل ما أمر الله (Allahın emrettiği bağı keserler.) şeklindedir. 

يُفْسِدُونَ  cümlesi atıf harfi وَ ‘ la  يَقْطَعُونَ ‘ye matuftur. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

يُوصَلَ  fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

يُفْسِدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يُفْسِدُونَ  fiiline mütealliktir. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُفْسِدُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  فسد ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ  fasıl zamiridir.  الْخَاسِرُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْخَاسِرُونَ  ise haberi olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

هُمُ الْخَاسِرُونَ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretin haberi olarak mahallen merfûdur.

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْخَاسِرُونَ kelimesi, sülâsi mücerredi  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ۖ

Fasılla gelen ayet الْفَاسِق۪ينَ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb sanatı babındandır. İsm-i mevsûlün sılası, muzari fiille gelen faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır. عَهْدَ اللّٰهِ izafeti muzâfın şanı içindir. اللّٰهِ lafzında tecrîd sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır.

م۪يثَاقِه۪ izafetindeki zamir, عَهْدَ ’e işaret eder; mana ise, “onlar Allah’ın ahdini kabul edip kendilerini ilzam edecek şekilde yüklendikten sonra” şeklindedir. Buradaki م۪يثَاق kelimesinin “tevsik” (güvence vermek) anlamında olması da mümkündür

عَهْدَ - م۪يثَاقِه۪ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu cümlede istiare-i mekniyye sanatı vardır. Zira عَهْدَ (söz), حبل (ip)’e benzetilmiş, müşebbehün bih olan حبل lafzı hazfedilmiş ve onun gereklerinden (mülayiminden) olan çözmek manasındaki نقض tabiri ile ona işaret edilmiştir.

Beyzâvî buradaki istiarenin inceliklerini son derece önemli bilgiler vererek ve örnekler sunarak şu şekilde açıklar: ayette geçen نقض ifadesi, bozmak ve terkibi çözmek manasınadır. Aslında ipin katlarını çözmede kullanılır. Sözü bozmada kullanılması ise istiare yoluyladır. Çünkü onda da sözleşen iki kişiden birinin diğerine bağlanması söz konusudur. Bozma نقض , ip حبل lafzı ile kullanılırsa mecazın terşihi olur, eğer söz manasındaki عهد lafzıyla birlikte zikredilirse, onun gereklerinden (levazımından) birine remz (işaret) olur. Şöyle ki, söz ahitleşenler arasında bağlantıyı sağlayan iptir.

Müfessirimizin ‘’bozma ip lafzı ile kullanılırsa mecazın terşihi olur, eğer söz lafzıyla birlikte zikredilirse, onun gereklerinden (levazımından) birine remz (işaret) olur’’ ifadesi gerçekten dikkat çekicidir. Zira birinci ifadeyle istiare-i tasrihiyye-i muraşşaha’nın müşebbehün bih’le birlikte onun mülayiminden olan bir şeyin zikredilmesi, ikinci ifadeyle ise istiare-i mekniyye’nin müşebbehle birlikte müşebbehün bih’in mülayiminin zikredilmesi şeklindeki tarifine işaret etmiştir. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı/Süleyman Gür)

وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۜ

Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

Sıla cümlesinde müsnedün ileyh, onun heybet ve azametinden haber veren lafza-i celâlle marife olmuştur. Azametine işaret eden bu isim siyaka son derece uygundur.

يَقْطَعُونَ - يُوصَلَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, يَقْطَعُونَ - يَنْقُضُونَ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Allah isminde tecrîd sanatı vardır.

Onların “Allah’ın bağlanmasını emrettiği şeyi kopartmış olmaları”ndan maksat, akrabalık bağlarını ve müminlerle olan dostluklarını koparmalarıdır. Bir görüşe göre; peygamberler arasındaki birlik ve bütünlüğü, hak üzere bir olma halini bozmaları, bazı peygamberlere inanırken bazılarını inkâr etmeleridir. (Keşşâf)

Allah Teala bu ayette fasıkları üç sıfatla nitelemiştir. Bunların tertibindeki sır nedir?

Tertip ehem-mühim zikrine göre, ya da hususiden umuma doğru bir sıralamayla gelmiştir.  Önce; ahdi bozmak zikredilmiştir ki bu, sıfatların en hususi olanıdır. İkinci olarak; Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi kesmek zikredilmiştir. Bu, ahdi bozmaktan ve diğer şeylerden daha umumidir. Son olarak da fesat zikredilmiştir. Bu da Allah’ın emirlerine uymamaktan daha umumidir. Bunların hepsi fısk’ın semeresidir. (Bahru’l Muhit 1/174) Vallahu a’lem. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerimi)

 اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

Ayetin son cümlesi istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri kasr ifade eder.

Müsnedün ileyh, işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret işaret ismi edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.

هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Onlar, hüsrana kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'âni'l Kerim, Soru: 352) Kasrı mevsuf ale's sıfattır.

“Hüsrana uğrayacaklar da bunlardır”; çünkü onlar ahde vefayı ahdi bozmakla, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi bir tutmayı koparmakla, salahı fesatla, ilahi sevabı da ilahi cezayla değiştirmişlerdir. (Keşşâf)

Bakara Sûresi 28. Ayet

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتاً فَاَحْيَاكُمْۚ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  ...


Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O’na döndürüleceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَيْفَ nasıl ك ي ف
2 تَكْفُرُونَ inkar edersiniz ك ف ر
3 بِاللَّهِ Allah’a
4 وَكُنْتُمْ siz iken ك و ن
5 أَمْوَاتًا ölüler م و ت
6 فَأَحْيَاكُمْ O sizi diriltti ح ي ي
7 ثُمَّ sonra
8 يُمِيتُكُمْ öldürecek م و ت
9 ثُمَّ sonra
10 يُحْيِيكُمْ diriltecek ح ي ي
11 ثُمَّ sonra
12 إِلَيْهِ O’na
13 تُرْجَعُونَ döndürüleceksiniz ر ج ع

 Ben bu gün sizlere kendi cümlelerimle yazmak istedim. Allaha döndürülmek ifadesinden bahsetmek istiyorum. Her zaman Allaha dönmek kavramı hemen O’ndan gelmiş olduğum duygusunu tetikler bende. Ben, bana ait değilim, bir sahibim var duygusu.

Ruh geldiği yeri arar ve ona yönelmedikçe huzur bulmaz.

 Rad/28 : Onlar, iman etmiş ve kalbleri Allah zikriyle yatışmış olanlardır. Evet, iyi bilin ki, kalbler Allah'ın zikri ile yatışır.

Ayetinden de yola çıkarak insanın yeryüzünde ancak ve ancak Allah’a yöneldiğinde huzuru bulacağı kesindir.

İmam Gazali insanın tekamülünde bir üst mertebeye geçmek isteyen ve bundan dolayı huzur bulamayan ruhun dünyevi hazlarla arayış içinde olmasının sadece bulunduğu mertebeyi süsleyeceğini dile getirmiştir. (Esma dersi notlarından)

Bu gün Allaha yönelmek isteyen ruhumuzu acaba hangi dünyevi hazlarla oyalıyoruz bir bakalım bence hep beraber.

Ölümden sonra dirilmenin delili olan ayettir.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de bir kudsî hadiste Cenâb-ı Hakk’ın şöyle buyurduğunu haber vermektedir:” Hiç bir hakkı olmadığı halde insanoğlu Beni yalanlamaya kalktı, hiçbir hakkı olmadığı halde Bana hakaret etti. Beni yalanlamaya kalkması, kendisini yeniden diriltip aynen yaratamayacağımı ileri sürmesidir. Bana hakaret etmesi ise Benim bir oğlum olduğunu iddia etmesidir. Bir eş veya bir oğul edinmek gibi insana âit sıfatlardan Kendimi tenzih ederim. “
( Buhari, Tefsir 2/8,112/1-2).

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْۚ

كَيْفَ  istifham ismi,  تَكْفُرُونَ  fiilinin failinden hal olarak mahallen mansubdur. 

تَكْفُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ  car mecruru, تَكْفُرُونَ  fiiline mütealliktir. 

وَ  haliyyedir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. اَمْوَاتًا  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup fetha ile mansubdur. 

اَحْيَاكُمْۚ  cümlesi atıf harfi  فَ ‘ ile  وَكُنْتُمْ ’e matuftur. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَحْيَاكُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.   Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَحْيَاكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حيي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.   

ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

Fiil cümlesidir. يُم۪يتُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.   Muttasıl zamiri  كُمْ  mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. 

يُحْي۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamiri  كُمْ  mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يُم۪يتُكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi موت ’dir. 

يُحْي۪يكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حيي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  Fiil cümlesidir. اِلَيْهِ  car mecruru  تُرْجَعُونَ ‘ye mütealliktir. تُرْجَعُونَ  fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْۚ

Fasılla gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

كَيْفَ ile hal sorulur. Burada hem اَنّى , hem مِنْ اَيْنَ , hem de مَتى manasına gelebilir.

كَيْفَ kelimesinin gelme sebebi bu kelimenin beş duyu ile algılanan, idrak edilen şeyler için kullanılmasıdır. Böylece kafirler beş duyu ile idrak edilen şeyler hakkında düşünmeye sevk edilir. Kafirlere adeta; ‘’Hangi duyunuzla Allah'ı inkâr konusunda bu kadar ileri gittiniz’’ denilmektedir. Böylece cahillikle suçlama ve azarlama manaları tekid edilmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

Cümle her ne kadar istifham üslubunda gelmişse de anlam itibariyle, taaccüb ve inkar manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Hitap kâfirleredir. Önceki ayetteki gaib zamirinden muhatab zamirine iltifat edilmiştir. Bu iltifat sanatı kınama ve azarlama ifade eder. Yüce Allah kelamı, daha önce üçüncü şahıs kipi ile söylerken, burada onu bırakarak ikinci şahıs ki­pine dönmüştür. Bu da bir edebî sanat nev'idir. (Safvetü't-Tefâsir)

Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır.

اَمْوَاتًا ’deki tenkir nev ve tazim ifade eder

اَمْوَاتًا - اَحْيَاكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Burada kâfirlerin halleri kinaye yoluyla yadırganmaktadır. Onların, küfrün tabii sonucu olarak ortaya çıkan hallerinin yadırganmış olması, direk küfrün yadırganmasından daha etkili bir yoldur.

Küfür değil onların durumları kınanmıştır. Çünkü bu durum küfrün sonucudur.

Bu ayette Allah insanların hallerinden -haşa- taaccüp etmemektedir. Taaccüp insanlara yöneliktir. Buna göre, insanların aleyhinde sabit delil olduğu halde hâla nankörlükte ısrar etmelerinden taaccüp edilmesi istenmektedir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, IX, 312.)

Buradaki hal و ’ı sadece كُنْتُمْ اَمْوَاتًا ifadesinin başına değil, ayetin sonundaki تُرْجَعُونَ ifadesine kadar olan bütün bir cümlenin başına gelmiştir. Sanki şöyle denilmiştir: ‘’Sizler ölü iken, babalarınızın sulbünde nutfe iken, Allah sizi hayat sahibi kılmış; sonra bu hayatın ardından sizi öldürecek ve ardından ölümden sonra diriltip hesaba çekecek olan Allah iken, kıssanız bu iken, nasıl Allah’ı nankörce inkâr edersiniz?!’’ (Keşşâf)

كَفَرَ ve اٰمَنَ fiilleri بِ harfi ceri ile birlikte kullanılır. Bu durum, küfür veya imanın insana yapıştığını ifade edebilir.

Nasıl inkâr edersiniz denip buna delil getiriliyor. Delil; siz ölülerdiniz, sizi diriltti. İki öldürme iki diriltme. Yok olma hali ölü olmak şekline ifade edilmiştir.

Sizin o cansız haliniz ve sonraki aşamalarınızın hepsi Allah’ın kudretinde olmasına rağmen, kendi dünyaya gelişiniz konusunda bu kadar aciz iken siz, üstelik bu yaşantımıza ve ölümümüze de hakim değilken siz insanlar, nasıl olur da sizi yaratan zatı inkar edersiniz? Düşünürseniz anlarsınız ki bu hayat sizin malınız değil. Ve siz bu hayatı çok seversiniz. Kendi iradenizle gelmediğiniz halde. Hiç buradan gitmek de istemezsiniz. O halde size bu kadar sevdiğiniz hayatı bahşeden Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? Bu sevdiğiniz hayattan gidişiniz de Allah’ın kudretinde. Böylece bu hayatın değersizliğine de bir nevi delil getirilmiş oluyor. (Elmalılı)

ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ

ثُمَّ ile atfedilmiş ilk cümle müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Yine ثُمَّ ile atfedilmiş ikinci cümle de aynı formda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Her iki cümlenin de atıf sebebi tezayüftür.

يُم۪يتُكُمْ - يُحْي۪يكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْۚ cümleleriyle ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ cümleleri arasında mukabele vardır.

اَمْوَاتًا - يُم۪يتُكُمْ ve يُحْي۪يكُمْ - اَحْيَاكُمْۚ kelime grupları arasında cinâs-ı istikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Atıfla gelen cümle müsbet fiil sıygasındadır. Atıf sebebi temasüldür. Muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ cümlesinde haber olarak gelen car mecrur, amiline takdim edilmiştir. Hasr ifade eder. Yani dönülecek, varılacak tek yer Allah'ın yanıdır başkası yoktur. Bu da şirk inancını iptal eder.

Kasrla tekid edilen cümle faide-i haber talebî kelamdır. اِلَيْهِ maksurun aleyh, تُرْجَعُونَ maksurdur. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.

اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (O'na döndürüleceksiniz) sözü, lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder, bunun yanında bu sarih delalet söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Zuhruf/85, C. 4,  S. 370) Buna da lazım melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.

Ayetin bu son cümlesinde idmâc sanatı vardır.

ثُمَّ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayette ilk atıf فَ ile yapılmış, ardından ayet ثُمَّ ile takip edilmiştir. İlk موت , اَحْيَا’i [ölümü] takip etmiştir ve bu ikisi arasında hiç süre yoktur. Oysa ihya ile ölüm arasında süre vardır. Aynı şekilde eğer ikinci ihya ile kabirden dirilip çıkış kastediliyorsa, o zaman ölüm ile ikinci ihya arasında da açık bir süre söz konusudur. Fakat eğer ikinci ihya ile kabirdeki diriliş kastediliyorsa, o zaman burada ثُمَّnin kullanılmış olmasından ölüm ile kabirdeki diriliş arasında da bir sürenin bulunduğuna dair bilgi elde edilir. Yine kabirden diriltilip çıkmak ile ceza görmek arasında da süre söz konusudur. (Keşşâf)

تُرْجَعُونَ: İnsan geldiği yere geri döner. Oraya ilk defa gitmiyoruz. Oradan geldik, oraya gidiyoruz manasını taşır. Allah’ın bizi yaratması bir nimet olduğu gibi öldürmesi de bir nimettir.

Bakara Sûresi 29. Ayet

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟  ...


O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُوَ O
2 الَّذِي ki
3 خَلَقَ yarattı خ ل ق
4 لَكُمْ sizin için
5 مَا ne
6 فِي varsa
7 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
8 جَمِيعًا hepsini ج م ع
9 ثُمَّ sonra
10 اسْتَوَىٰ yöneldi س و ي
11 إِلَى -e
12 السَّمَاءِ gök- س م و
13 فَسَوَّاهُنَّ onları düzenledi س و ي
14 سَبْعَ yedi س ب ع
15 سَمَاوَاتٍ gök (olarak) س م و
16 وَهُوَ ve O
17 بِكُلِّ her ك ل ل
18 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
19 عَلِيمٌ bilir ع ل م

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي  haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَdir. Îrabtan mahalli yoktur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمْ  car mecruru  خَلَقَ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْاَرْضِ  car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. جَم۪يعًا  kelimesi ism-i mevsûl مَا  ‘dan hal olarak fetha ile mansubdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

Fiil cümlesidir. اسْتَوٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِلَى السَّمَٓاءِ  car mecruru  اسْتَوٰٓى  fiiline mütealliktir. 

فَ  atıf harfidir. سَوّٰي  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. سَبْعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَمٰوَاتٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

3 ile 10 arası sayıların temyizinde, önce sayı, sonra temyiz gelir. Sayı muzaf, temyiz muzafun ileyh olur. Muzafun harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzafun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzaf olduğu için cümledeki konumuna göre irabını alır, temyiz muzafun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَوٰٓى  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi سوي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

سَوّٰي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سوي ’ dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟

وَ  atıf harfidir. Haliyye olmasıda caizdir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. بِكُلِّ  car mecruru  عَل۪يمٌ۟ ‘e mütealliktir.  

عَل۪يمٌ۟  mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur.

عَل۪يمٌ۟  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Öncesi ile arasında Kemal'i ittisal olduğu için fasılla gelmiştir. Çünkü öncesindeki ayetin neticesidir. Semavatı, Arzı ve aralarındaki her şeyi yaratmak beşer'in menfaati içindir. İnsan yokluktan yaratıldıktan sonra hayatını burada yaşayacaktır. Hayata geldikten sonra Arzdan ve sema'dan faydalanacaktır. Bunun için Allah Teala önceki ayette ilk olarak hayattan bahsetmiş sonra da sema'yı ve arzı zikretmiştir. Zira insan varlığı boyunca burada yaşayacaktır. (Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'âni'l Kerim, Ruveyni)

Haberidir. İki taraf da, yani mübteda da haber de marife olduğu için kasır ifade eder. Kasrı sıfat alel mevsuf babında hakiki kasırdır. Yeryüzünde olan şeyleri sizin için Allah yaratmıştır, putlarınız yaratmamıştır demektir. (Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'âni'l Kerim, Ruveyni)

مَا ’nın sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مَا - الَّذ۪ي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لَكُم sizin için, “sizin dünyevî ve dinî menfaatiniz için” demektir. Sözü edilen şeylerin (yeryüzündeki her şeyin yaratılmasının) dünyevî faydası açıktır. Dinî faydası ise şunlardır: bu yaratılanlar üzerinde, bunların kudret ve hikmet sahibi bir yaratıcıya delalet eden muazzam yaratılışları üzerinde gözlemde bulunmak dinî bir faydadır. (Keşşâf)

ل harfi talil içindir. Yani lieclihim (onlar için) demektir. Yeryüzünde yaratılan şeyler insanlar içindir, bu mahlukatın sebebiyle demektir. Faydasını ve neticesini beyan eder. (Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'âni'l Kerim, Ruveyni)

جَم۪يعًا haldir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

 ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ

Ayet atıfla gelmiştir. ثُمَّ atıf harfi اسْتَوٰٓى fiilini خَلَقَ لَكُمْ cümlesine atfeder. Rütbeten terahi ifade eder. Cümlelerin atfında bu mana muteberdir. Atfedilen mananın atfedildiği manadan rütbe ve menzil bakımından daha yüce olduğuna delalet eder. Zamandaki terahi rütbedeki terahi manasında müstear olmuştur. Şüphe yok ki semadaki mahlukat matufun aleyh olan yeryüzündeki mahlukattan daha meziyetli ve faziletlidir.

Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْاَرْضِ - السَّمَٓاءِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

السَّمَٓاءِ - سَمٰوَاتٍ ve اسْتَوٰٓى - سَوّٰيهُنَّ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette tevriye sanatı vardır. اسْتَوٰٓى kelimesinin yakın anlamı yerleşmek değil, Rahman olan Allah için kelimenin uzak anlamları olan kuşatmak ve mülkü altında tutmak manası kastedilmiş, yakın ve uzak anlamlarından herhangi birine dair bir işaret de belirtilmemiştir. (Kur’an -ı Kerim’deki Anlamsal Bedî Sanatları/ Hasan Uçar)

Tevriye; biri yakın diğeri uzak iki manası olan bir kelimenin uzak manasının kastedilmesidir.

سَوَى - اسْتَوٰٓى ; aynı köktendir. Kelimeler arasında cinas-ı muharref sanatı vardır. ('Âşûr)

Allah Teâlâ semaya istiva etmiş, onları yedi sema halinde düzenlemiştir. O halde sema kelimesi semavattan daha umumidir. (Hâlidî, Vakafât Düşündüren ayetler)

سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ (Yedi gök) ibaresindeki yedi kelimesi çokluktan kinaye olan bir rakamdır.

Semanın yani dünya atmosferinin yedi tabakası vardır. Yedi semanın paralel evrenler olduğu da söylenir. Birincisi dünya seması, diğer altı tanesi ahiret semasıdır.

Sema kelimesi tekil ve belirli olunca bizim gördüğümüz sema, dünya seması anlaşılır.

Bütün uzayı kaplayan, esir denen bir madde vardır. Isı ve ışığı taşıyıp yayar. Bilim hâla ispatlamaya çalışmaktadır. Bu maddeden yaratılan farklı oluşumların her birine sema denmektedir.

Kur’an bilimsel gerçeklere sadece işaret eder, avamın da bir şeyler anlayabileceği ifadeler kullanır, bilimi teşvik eder, araştırmaya kapı açar. Esas amacı iman esaslarını kalplere yerleştirmektir.

Burada Yüce yaratıcının اسْتَوٰٓى , ''Allah semaya yöneldi'' sözü, “(Semayı) yaratmaya yöneldi'' demek olup istiaredir. Çünkü اسْتَوٰٓى 'nın gerçek anlamı, ''noksan iken tamam olmak veya eğri iken doğru ve düzgün olmak'' demektir. Bu ise cisimlerin niteliklerinden, sonradan olan varlıkların (muhdesat) alametlerindendir. (Kur'an Mecazları Şerîf er-Radî)

وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟

Müstenefe cümlesidir. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.

شَيْء deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

بِكُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, isnadın Allah Teâlâ’ya olması karînesiyle hasr ifade eder.Yâni o, her şeyi bilir, bilmediği hiçbir şey yoktur. Mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. بِكُلِّ شَيْءٍ maksûrun aleyh, عَل۪يمٌ۟ ise maksûrdur.

عَل۪يمٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayette teşâbüh-i-etrâf sanatı vardır. Burada ilk bakışta ayetin وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (O, herşeye kâdirdir) şeklinde bitmesi uygunmuş gibi düşünülebilir. Ama biraz dikkat edilince siyakta zikredilen arzın ve semanın yaratılışı, ulvî ve suflî âlemlerdeki tasarrufu, ölüleri diriltmesi sonra öldürüp tekrar diriltmesi, bütün bunların her şeyi kuşatan kâmil bir ilmi gerektirmesi dolayısıyla ayetin kudret değil ilimle bitmesinin daha münasip olduğu anlaşılır.

Ebu Hayyân şöyle der; Yüce Allah kendini "عَلَّام" , "عَلِيم" , "عَالِم" vasıflarıyla vasıflandırdı. Bu son iki vasıf mübalağa ifade eder. Araplar, aşırılığı pekiştirmek için "عَلَّام" keli­mesinin sonuna "ة" ilave ederek "عَلَّامة" derler. Kelimenin bu şekliyle Allah için kullanılması caiz değildir. (Safvetü't Tefâsir)

Allah’ın nimetleri, kevni ayetlerin içine gizlenerek insanlara hatırlatılmaktadır. Ayet, Allah’ın sonsuz kudretinin eşsiz olduğu, yoktan var etmenin sadece onun elinde olduğu anlamlarını da içererek tevhide ve ibrete delil teşkil etmektedir. Bütün bu anlamlara ilaveten ayetin, insanın hesaba çekileceği gerçeğine de işaret etmesi, “bir mana için gelen kelâmın içine başka bir mana daha sokmak” şeklinde tarif edilen idmâc sanatıdır.

Sayfadaki ayetlerin fasılalarındaki و ve ى ,ن ve ن harfleriyle oluşan ahenk, muhatabın sanat zevkine hitap etmektedir.

Günün Mesajı
Allah bir sivrisineği ve ondan daha da küçük şeyleri misal getirir.
İman edenler bu misalin Allah'tan geldiğini bilir, O'nun kudretini anlar.
Allah bizi ölüyken, yani yokken yaratmıştır. Bu dünyada yaşayıp öldükten sonra tekrar diriltecektir. Hepimiz O'na döneceğiz.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Genel anlamda bakıldığı zaman insanın her alandaki kapasitesi sınırlıdır. Kendisini belli bir yere kadar geliştirebilir ve hatta rekorlar kırabilir. Ancak yine günü gelir ve kırdığı o rekor bir başkasının önce hedefi, sonra da başarısı olur.

Her şeyde olduğu gibi insanın algılaması ve hayal dünyası da sınırlıdır. Hiçbir şekilde görmediği, ellemediği ve duymadığı bir şeyi aklının alması mümkün değildir. Bunun için bir temele yani bir şeye benzetmeye ya da basit bir şeyi geliştirmeye ihtiyaç duyar.

Mesela, belli alanlarda üstünlük kazanan insanların, o alanın en basit temelinden haberdar olması gerekir. Böylece üzerine inşa edebilir. Matematik için sayıları, yazmak için harfleri ve koşmak için adım atmayı bilmek zorundadır. 

Cennet ve cehennem hayatı üzerinde düşünmek de bunun gibidir. Görülmemiş ve işitilmemiş özelliklere sahip olan bu alemler, Kur’an-ı Kerim’de, dünya hayatından çağrışımlar yapılarak ama üstünlüğü belirtilerek anlatılmaktadır. 

Kafirler basit buldukları örnekleri, ukalalık yapmak yerine ciddiye alsalardı, kalplerinde farklı kapılar açılırdı. Uzun lafın kısası, basiti hafife alma, karmaşık kalıpları yumuşatır ve algıyı sağlamlaştırır. Verilen örnekleri dinle ve düşün.

Ey yeryüzünü bizim için yaratan Allahım! Verdiğin nimetler için elhamdulillah. Ukala hallerimiz için estağfurullah. Bizi, iman sahibi salih ameller işleyen kullarının arasına kat ve iki cihanda da onları bize, bizi onlara dost ve yoldaş eyle. Bizi, nurunla yüzünü, gönlünü aydınlattığın ve cennet nimetleriyle, Allah dostlarıyla sevindirdiğin kullarından eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji