Tâ-Hâ Sûresi 107. Ayet

لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً  ...

“Orada hiçbir çukur, hiçbir tümsek göremeyeceksin.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 تَرَىٰ görmeyeceksin ر ا ي
3 فِيهَا orada
4 عِوَجًا bir eğrilik ع و ج
5 وَلَا ne de
6 أَمْتًا bir tümsek ا م ت
 
İnsanlara dünya hayatının sonlu olduğunu ve kendilerini bekleyen bir hesap gününün kaçınılmazlığını anlatan Hz. Peygamber’e kıyametle ilgili sorular yöneltiliyordu. 105. âyette bu çerçevede Resûlullah’a yöneltilmiş veya zihinleri kurcalayan bir soruya değinilip kıyamet tasviri yapılmaktadır (kıyamet hakkında bk. A‘râf 7/187). Burada yeryüzünde ilk göze çarpan, en belirgin yükselti unsurları olan dağların ne olacağı sorusuna cevap verilerek, bugünkü tasavvurlarımıza sığmayacak bir değişimin söz konusu olacağı belirtilmekte, fakat ardından asıl önemli olan şeyin insanın kendi göreceği muamele olduğuna dikkat çekilmektedir.
 
107. âyette geçen iki kelimenin Arap dilindeki anlamları dikkate alınarak âyet, “Orada artık ne bir kıvrım ne de bir tümsek görürsün” şeklinde tercüme edilebileceği gibi, âyete “Orada artık iniş-yokuş / eğrilik-yumruluk / eğrilik-pürüz göremezsin” mânaları da verilebilir (Taberî, XVI, 212-213; Şevkânî, III, 435).
 
108. âyetin “... çağırıcıya uyar; ondan kaçıp kurtulma imkanı yoktur” şeklinde çevirdiğimiz kısmına “kendisinden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığı veya hemen kendisine uyacakları davetçi” mânalarının yanı sıra (Taberî, XVI, 214), “eğip bükmeyen, pürüzsüz bir çağrıda bulunan davetçi” anlamı da verilmiştir; bazı müfessirler davetçiden maksadın kıyametin kopmasında özel görevi bulunan İsrâfil olduğunu söylemişlerdir (Râzî, XXII, 118; Şevkânî, III, 435). Kamer sûresinin 8. âyetinin de delâletiyle bu âyeti, “O gün bütün varlıklar karşı konamaz ilâhî çağrıya uymak ve mahşerde toplanmak zorunda kalacaklardır” şeklinde anlamak uygun görünmektedir (İbn Atıyye, IV, 64). Aynı âyette geçen ve “çok hafif sesler” diye tercüme ettiğimiz hems kelimesinin “hışırtı, fısıltı, ayak sesi, alçak sesle konuşma” gibi anlamları da vardır (Taberî, XVI, 215).
 
109. âyette, böylesine dehşetli bir günden söz edilince insanın hatırına gelebilecek ilk ihtimal olan başkalarından medet umma eğilimine işaret edilerek, şefaatin de ancak Allah’ın izni ve rızâsına bağlı olduğu hatırlatılmaktadır (şefaat ve 110. âyette değinilen Allah’ın ilminin kuşatılamazlığı hakkında bk. Bakara 2/48, 255).
 
112. âyette geçen ve dilimizde “hazım” şeklinde telaffuz edilen hadm kelimesi tefsirlerde genellikle, midenin yiyeceği sindirmesi sırasında onda meydana getirdiği eksiltmeden hareketle “eksiltme, zayi etme” veya eylemin mahiyetine bakarak “çiğneme, gaspetme” gibi mânalarla açıklanmıştır (Taberî, XVI, 218; Şevkânî, III, 436). Râgıb el-İsfahânî bu âyeti delil göstererek hadm kelimesinin istiare yoluyla “zulüm” anlamında kullanıldığını belirtir (el-Müfredât, “hdm” md.). Fakat âyette her iki kelimenin (zulm ve hadm) yer aldığı ve iki farklı durumu anlatan bir yapı içinde kullanıldığı dikkate alınırsa, burada hadmı zulmün eş anlamlısı olarak çevirmek cümlenin mânasını daraltır. Bu sebeple ve iki kelime arasındaki nüansı (bk. İbn Âşûr, XVI, 313) dikkate alarak âyetin son kısmına, “O ne büsbütün, hatta ne de kısmen haksızlığa uğramaktan korkar” şeklinde mâna vermeyi uygun bulduk.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 652-654
 

لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً

 

Ayet  يَذَرُهَا ’daki gaib zamirin üçüncü hali olarak mahallen mansubdur. 

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

تَرٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت’dir.  ف۪يهَا  car mecruru  تَرٰى  fiiline müteallıktır.

عِوَجاً  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  اَمْتاً  kelimesi  وَ ’la  عِوَجاً ’e matuftur.
 

لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً

 

Önceki ayetteki  يَذَرُهَا  fiilindeki  هَا ’nın üçüncü hali olan bu ayet fasılla gelmiştir. 

Hâl-i müekkide olarak ıtnâbdır.  وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

Cümledeki ikinci  لَا  zaiddir. Tekid ifade eder. Cümle, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عِوَجاً  ve  اَمْتاً  kelimelerindeki tenvin kıllet içindir.

Ayette, görülebilen cisimler için kullanılan  عَوَجَ  kelimesi yerine anlamlar için kullanılan  عِوَج  kelimesi tercih edilmiştir. Diğer taraftan kıyamet günü her yerin boş ve dümdüz olacağına ait nitelemeler de dört farklı kelime (قَاعاً  -  صَفْصَفاًۙ  -  عِوَجاً  -  اَمْتاً) ile ifade edilmiştir. Zemahşerî, söz konusu kelimeyle ilgili tercihin beklenenin aksi yönde olmasını ince bir düşünceyle izah eder. Müfessir eğrilik ve çukurların bazen çıplak gözle fark edilemeyeceğini, bir çiftçi gözüyle görülemeyen eğriliğin mühendis tetkikiyle fark edilebileceğini, dolayısıyla kök anlam olarak gözle görülemeyenler için kullanılan  عِوَج  kalıbının konu bağlamındaki en uygun kalıp olduğunu belirtir. (Zemahşerî, Keşşâf, III, 85) Bu kelimenin tercih edilmesi, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Cenab-ı Hakk'ın, “(O zaman) onlardan ne bir iniş ne de bir yokuş görürsün.” cümlesinin ifade ettiği husus Keşşaf sahibi şöyle der: “Araplar,  عِوَج  ile  عَوَجَ  kelimelerinin farklı farklı şeyler olduğunu belirterek şöyle derler: Ayn’ın kesresiyle  عِوَج  olanı manalarda; fethasıyla  عَوَجَ  olanı da zatlarda, cevherlerde kullanılır…” Buna göre şayet “Yeryüzü, ayın (cevher)dir, öyleyse nasıl olur da onun hakkında aynın kesresiyle  عِوَج  kelimesi kullanılmıştır?” denilirse deriz ki: Bu lafzın seçilmesinde, yeryüzünün dümdüz olma ve eğri büğrülüğün bulunmaması ile tavsif etmede çok eşsiz ve orijinal bir durum vardır. Bu böyledir, zira sen, yeryüzünün herhangi bir parçasını yönetip onu düzlemeye çalışarak, onu dümdüz etmek istediğinde ve bunu da geometrik ölçülerle yapmaya çalıştığında, onda gözle görülmesi mümkün olmayan eğrilikler olduğunu görürsün (anlarsın). İşte bu kadarcık eğrilik cidden, çok ince ve çok belirsiz olduğu için, müşahhas durum manevi (mücerret) duruma ilhak edilmiş ve manevi durumlarda olduğu üzere kesre ile  عِوَج  kelimesi kullanılmıştır. Bil ki bu ayet, yerin o günde, gerçek anlamda küre bacağına delalet eder. Zira kenarlı (köşeli) olan cismin, bazı satıhları bazıları ile mutlaka bitişir ve fakat bu bitişme düz olarak değil de eğri olarak gerçekleşir. Bu ise ayetin zahirinin hilafınadır, eğrilik olmayacağına göre küre durumu vardır. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki  عِوَج  ve  اَمْت  kelimeleri, iki eşanlamlının birbirine atfedilmesiyle ıtnâb yapılmıştır.

عِوَجاً  -  اَمْتاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  لَا ’nın tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.